lökostaz nedir / lökostaz - ekşi sözlük

Lökostaz Nedir

lökostaz nedir

Kandan lökositlerin selektif olarak ayrılması işlemi yapıldı

Bakanlık Basın Bürosu'ndan yapılan açıklamaya göre, ülkemizde bir ilk olan söz konusu işlem, Dr. Dilek Yazman ve Kimyager Suat Keskin ile Hematoloji Hemşireleri tarafından gerçekleştirildi.

Yeni bir perspektif…

Açıklamada, terapötik (tedavi edici ) aferez uygulamalarını yıllar önce ilk kez başlatan ekibin bu kez de lökoferezi uygulamaya sokmasıyla, aferez uygulamalarına yeni bir perspektifin katıldığına dikkat çekildi.

Kandan lökositlerin selektif olarak ayrılması…

Lökoferez işleminin, kandan lökositlerin selektif olarak ayrılması olduğunun belirtildiği açıklamada, "Redüksiyon lökoferezi tipinde başlatılan uygulama, kandan lökosit sayısının geçici olarak azaltılmasını sağlayarak hastayı lökosit fazlalığının yol açtığı etkilerden arındırıyor ve kemoterapinin daha az riskle başlanmasını sağlıyor" denildi.

Hızlı ve etkili bir tedavi seçeneği…

"Akut lösemi hastalarında artmış blastlar, lökostaz ya da tümör liziz sendromu gibi ciddi klinik problemlere neden olabilmektedir" denilen açıklamada, bunların tedavisinde ve/veya önlenmesinde, lökoferez uygulamasının etkili ve hızlı bir tedavi seçeneği olduğu vurgulandı.

Harvesting lökoferez uygulaması…

Açıklamada, Harvesting lökoferez uygulaması hakkında da bilgi verilerek, işlemin birkaç değişiklik ile bu kez elde edilen lökositlerin hastaya geri verilmesinin sağlandığı kaydedildi.

Açıklamanın sonunda, bu tip işlemlerin, granülositoferez (granülositleri çok düşük kişilere sepsis sırasında yardım sağlamak için), otolog kök hücre toplanması ve allojeneik kök hücre toplanması için kullanılabiliyor olduğuna işaret edildi ve uygulamanın, bazı kanser hastalarına otolog kök hücre nakli uygulamasının başlatılması için bir ön adım niteliğini taşımakta olduğuna değinildi.

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Kanserli Hastada Hematolojik Sorunlar

Kanserli hastalardaki hematolojik sorunların bir kısmı doğrudan primer hastalıkla ilgili iken, bir kısmı da uygulanan kemoterapi, radyoterapi ve diğer ilaçlara bağlıdır. Primer hastalıkla ilgili sorunlar paraneoplastik sendromdan kaynaklanabileceği gibi, tümörün organ invazyonuyla da ilgili olabilir. Hematopoietik hücreleri ve pıhtılaşma faktörlerini etkileyen paraneoplastik süreçler çok yaygındır, ancak çoğunun etyolojisi kesin olarak aydınlatılamamıştır. Son yıllarda hormonlar ve büyüme faktörleri konusunda artan bilgiler paraneoplastik sendromlardan bazılarını daha iyi anlamamıza yardım etmiştir.

Kanser hastalarında ortaya çıkan hematolojik sorunları şu başlıklar altında gruplandırabiliriz:
1- Anemi
2- Eritrositoz
3- Lökopeni ve nötropeni
4- Lökositoz ve lökostaz sendromu
5- Eozinofili ve bazofili
6- Trombositoz
7- Trombositopeni
8- Kansere bağlı hiperkoagulopati ve tromboz
9- Nonbakteriyel trombotik endokardit
Kansere bağlı kanama ve dissemine intravasküler koagulasyon (DİK)

ANEMİ

Kanserli hastalarda anemi en sık görülen hematolojik bozukluktur. Kanserin seyri sırasında hastaların %50&#;sinde anemi tespit edilir. Çok çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Bu nedenle hastadan ayrıntılı bir öykü almak ve fizik inceleme yapmak gerekir. Önceki kan sayımlarını bilmek, kullanılan ilaçları ve kemoterapötik ajanları öğrenmek aneminin etyolojisini araştırmada hekime önemli ipuçları verir. Fizik incelemede; kanama, sarılık, splenomegali gibi ayırıcı tanıya ulaşmaya yarayan önemli bulgular tespit edilir.

Anemi olarak tanımladığımız hemoglobin konsantrasyonundaki azalma ya da hematokritteki düşüş, esas olarak dolaşımda bulunan eritrosit kitlesindeki azalmayı yansıtır. Bu da eritrosit yapımındaki azalmaya, yıkımdaki artışa, ya da kanamaya bağlıdır. Kemik iliğinin çoğalma kapasitesinin en güzel göstergelerinden biri retikülosit sayısıdır. Retikülosit sayısının arttığı bir hastada anemi, hemoliz ya da kanamaya bağlı demektir. Kemik iliğinin kompansasyon fonksiyonunu yerine getirdiğini gösterir. Retikülosit sayısının azaldığı olgularda kemik iliğinde sorun var demektir. Birden fazla anemi etyolojisinin bulunduğu durumlarda laboratuvar bulguları daha karmaşık bir hal alır.

Periferik kan yayması eritrosit morfolojisini tespit etmede oldukça yararlıdır. Demir eksikliğinde olduğu gibi eritrositlere ait hipokrom mikrositer özellikleri ya da vitamin B12 ve folik asit eksikliğindeki gibi makrositik anemileri ayırt etmede kullanılabilir. Hatta normokrom normositer anemiye yol açan hemolizin otoimmün mü yoksa mikroanjiyopatiye mi bağlı olduğu hakkında eritrosit fragmantasyonuna bakılarak ipucu elde edilebilir. Şistositler, parçalı eritrositler mikroanjiyopatiyi düşündürür.

Eritrosit hacim ve hemoglobin indeksleri de anemi tipini ayırmada yararlıdır. Periferik kan yayması bulgularıyla birleştirilerek sonuca varmak kolaylaşır.

Kemik iliği yapımında sorun olan durumlarda kemik iliği aspirasyon ve biyopsisine baş vurulabilir. Aspirasyon ile kemik iliği demir deposu, megaloblastik özellikler görülebildiği gibi, yağ atrofisi, hemofagositoz, kırmızı hücre aplazisi, miyelodisplazi, plazma hücre diskrazileri, lenfoma, lösemi, sideroblastik anemi tespit edilebilir. Kemik iliği biyopsisinde iliğin selülaritesi, fibrotik özellikleri ve tümör olup olmadığı anlaşılır. Şekil 1’de kansere ilişkin anemiye nasıl yaklaşılması gerektiğine dair bir algoritm verilmiştir.

Kanserli hastalarda en sık karşılaşılan anemi tipleri; kronik hastalık anemisi, kemik iliği tutulumuna bağlı gelişen anemi ve kemoterapi ya da radyoterapi sonucu oluşan anemidir.

Kanserde sıkça karşılaşılan anemilerin özelliklerine aşağıda kısaca değinilmiştir:

Kronik Hastalık Anemisi

Kronik hastalık anemisinde, ortalama eritrosit hacmi normal ya da azalmış olabilir. Serum demiri ve demir bağlama kapasitesi düşüktür. Serum ferritini normal ya da artmış olabilir. Demir depoları normaldir. Pratikte yalnızca eritrosit morfolojisine ve serum demir düzeyine bakmak yanıltıcı sonuçlara yol açabilmekte ve demir eksikliği anemisiyle karıştırılmasına neden olabilmektedir. Bu hastalara gereksiz ve yanlış yere demir verilmesi sıkça karşılaşılan durumlardan biridir.

Kronik hastalık anemisi olan kanser hastalarında eritrosit yaşam süresi kısalmıştır, eritropoietine yanıt azalmıştır. Demirin salınımında bozukluk vardır. Muhtemelen tümör nekrozis faktör ve interlökin gibi sitokinlerin anemiye katkısı vardır. Kanserli hastalarda infeksiyon ve inflamasyona sıkça rastlandığından bunların da kronik hastalık anemisine katkısının olabileceği akılda tutulmalıdır.

Kanserli kronik hastalık anemili hastalara eritrosit transfüzyonu yapılabileceği gibi eritropoietin de verilebilir. Son yıllarda eritropoietinin bazı solid tümörlerde yaşam süresini kısalttığına dair bilgiler ortaya çıksa da yaşam kalitesinin anemi nedeniyle azaldığı hastalarda eritropoietin verilebilir. Kronik anemisi olan kanser hastalarında eritropoietin düzeyi genellikle düşüktür. Eritropoietin düzeyi ne kadar düşükse hasta tedaviden de o ölçüde yarar görür. Bu nedenle tedavi öncesi serum eritropoietin düzeylerine bakmak tedaviye yanıt konusunda fikir verir. Hastaların yaklaşık yarısı tedaviye yanıt vermektedir. Değişik uygulamalar olmakla birlikte eritropoietin haftada üç kez ünite/kg olarak cilt altına verilebilir. Tedaviye yanıt vermeyen hastalarda doz artırılabilir. Geç yanıtlar oldukça fazladır. Hastalara 9 hafta, hatta daha uzun süreli bir tedavi gerekebilir.

Kemik İliği Tutulumuna Bağlı Anemi

Kemik iliği tutulumuna bağlı olarak gelişen anemi, lökoeritroblastoz ile birlikte olabilir. Bu durum, hem lökosit, hem de eritroid serinin genç elemanlarının periferik kan yaymasında görülmesi demektir. Kemik iliği tutulumunun şiddetli olduğu durumlarda anemiye lökopeni ve trombositopeni de eşlik eder. Yani klinik tabloya pansitopeni hakimdir. Kemik iliği invazyonuna en sık olarak neden olan tümörler; küçük hücreli akciğer kanseri, meme kanseri, prostat kanseri ve lenfomadır. Hastalarda aşırı kemik iliği fibrozisi de bulunabilir ve bu, periferik kan tablosunu daha da ağırlaştırır. Kanserli hastalarda bazen görülen kemik iliği nekrozu da anemiye, hatta pansitopeniye bağlı bir klinik tabloya yol açar.

Kemik iliği tutulumu olan hastalarda altta yatan hastalığın tedavisi, kan transfüzyonu ve eritropoietin, aneminin düzelmesinde yardımcı olmaktadır.

Kanser Tedavisine Bağlı Anemi

Kemoterapi ve radyoterapiye bağlı olarak gelişen anemide temel neden, kemik iliği depresyonudur. Kemoterapi alan hastalarda, nötropeni ve trombositopeni tedaviden itibaren gün içinde düzeldiği halde anemi kronik seyir gösterebilir. Kemik iliğinde megaloblastik displazi ve periferik kanda makrositoz sıklıkla görülür. Bu hastalar kan transfüzyonu ve eritropoietin uygulamasından yarar görürler. Eritropoietin, kan transfüzyonu ihtiyacını azaltır.

Saf Kırmızı Hücre Aplazisi

Kanser hastalarında aneminin nadir bir nedeni, saf kırmızı hücre aplazisidir. En sık timoma ile birlikte görülür. Daha az olarak lenfoid tümörler ve diğer solid tümör malignensileri ile birlikte bulunur. Eritropoiez baskılanmıştır. Kemik iliğinde eritroid seri öncüllerinde azalma vardır. Timoma ile birlikte görülen saf kırmızı hücre aplazisine genellikle hipogammaglobülinemi de eşlik eder. Timektomi olguların bazılarında olumlu sonuç verir. Diğer malignensilerde de rezeksiyon ile başarılı sonuçlar alınmıştır. Bunların dışında steroidler, yüksek doz immünglobulin, antitimosit globülin, danazol, sitotoksik ilaçlar kullanılabilir, kan transfüzyonu gerekebilir.

Demir Eksikliği Anemisi

Kronik kan kaybı, kanserli hastalarda aneminin bir başka nedenidir. Bu durumda ortaya çıkan anemi, demir eksikliği anemisidir. Sindirim sistemi kanserlerinin genellikle ilk belirtisi, demir eksikliğidir. Böbrek ve mesane karinomunda hematüriye bağlı demir eksikliği anemisi görülebilir. Bazen iyatrojenik flebotomi de kan kaybına neden olabilir. Gastrektomi sonrası marjinal ülserlere bağlı tekrarlayan kanamalar demir eksikliği anemisi yapabilir. Bu hastalarda görülen aklorhidri demir emilimini azaltarak anemiye katkıda bulunur. Demir eksikliği anemisinde serum demiri ve ve ferritini düşük, demir bağlama kapasitesi yüksektir. Kemik iliği demir deposu azalmış ya da yoktur. Bu bulgular demir eksikliğini kronik hastalık anemisinden ayırt etmede yararlıdır. Demir eksikliği ve kronik hastalık anemisinin birlikte olduğu durumlarda laboratuvar bulguları daha karmaşık bir hal alabilir. Serum demiri düşük iken, demir bağlama kapasitesi ve ferritin her iki aneminin katkısı oranında değişkenlik gösterir. Serum ferritininin 10 mg/L&#;nin altında olması hemen her zaman demir eksikliğine bağlıdır. Dışkı ya da idrarda kan tespit edilmesi tanıya yardımcı olur.

Tedavide oral demir preparatları kullanılmalıdır. Kanama yeri tespit edildikten sonra tedavi başlanır. Oral tedavi demir depolarını dolduracak şekilde uzun süreli olmalıdır. Absorbsiyonun iyi olmadığı durumda parenteral demir dekstran kullanılabilir. Demir eksikliği ve kronik hastalık anemisinin birlikte olduğu durumlarda demir tedavisiyle anemi tamamen düzelmez, kısmi iyileşme görülür.

Folik Asit ve B12 Vitamin Eksikliğine Bağlı Anemi

Kanserli hastalarda yeterli besin alınmaması sonucu folik asit eksikliği görülebilir. Gastrektomi yapılan hastalarda aklorhidri sonucu demir eksikliğine ek olarak B12 vitamin eksikliği de gelişir. B12 vitamin eksikliğine bağlı anemi yıllar içinde ortaya çıkar. Malnütrisyonun kendisi de kronik hastalık anemisine neden olabilir. Gerek folik asit eksikliği, gerekse B12 vitamin eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan anemi makrositik tipte olup, kemik iliğinde megaloblastik özellikler görülür. Tedavi eksik olan vitaminlerin verilmesiyle yapılır. Folik asit oral, B12 vitamini genellikle parenteral uygulanır.

Hemolitik Anemi

Kanserle birlikte görülen hemolitik anemi, immün kökenli olabileceği gibi, mikroanjiyopatik kökenli ya da ilaçlara bağlı olabilir. Hemofagositik sendrom da hemolitik aneminin bir diğer nedenidir. Hemolitik anemide eritrosit yıkımına bağlı olarak retikülosit ve indirekt bilirubin artar, haptoglobin düşer, plazmada hemoglobin, idrarda hemosiderin ve hemoglobin ortaya çıkar. Klinik olarak sarılık ve splenomegali görülür.

Otoimmün hemolitik anemi en sık olarak kronik lenfositik lösemi ve lenfomalarda görülür. Bu hastalıklarda immün regulatuar sistemdeki bozukluğun otoimmün hemolize yol açtığı düşünülmektedir. Bu tür anemi, nadiren solid tümör malignensileriyle birlikte olabilir. Bunlar arasında akciğer, serviks, meme, over, gastrointestinal sistem kanserleri ve böbrek hücreli karsinom sayılabilir. Hastaların çoğunda ılık antikorlara bağlı olarak direkt Coombs testi (antiglobulin testi) pozitiftir. Non-Hodgkin lenfomada soğuk aglutininler görülebilir. Altta yatan hastalığın tedavisi hemolizin düzelmesini sağlar. Tümör kontrola alındığında Coombs testi negatifleşebilir. Bir çok olguda otoimmün hemolizin yeniden başlaması relapsı düşündürmelidir. Tümörün yok edilmesinin mümkün olmadığı durumlarda splenektomi, steroidler, intravenöz immünglobulin ve sitotoksik ajanlardan yarar sağlanabilir. Soğuk antikorlara bağlı hemoliz gelişen düşük gradlı lenfoma hastalarında anti-CD 20 monoklonal antikorunun (rituksimab) hemolizin düzelmesinde de etkili olduğu gösterilmiştir.

Mikroanjiyopatik hemolitik anemi eritrositlerin mekanik olarak yıkılması sonucu oluşur. En çok müsin salgılayan adenokarsinomlarla birlikte görülür. Tipik olarak gastrointestinal, kalp, akciğer ve prostat kanserine bağlı gelişir. Mikroanjiyopatik hemolitik anemi şiddetli ve sıklıkla fatal seyirlidir. Tümör embolileri ve fibrin trombusları ile birliktedir. Bunların olduğu damarlarda geçişin daralmasına bağlı olarak eritrosit şekil bozukluklarının ve fragmantasyonun olduğu düşünülmektedir. DİK de mikroanjiyopatik hemolitik aneminin gelişmesine katkıda bulunabilir. Hastalarda arteriollerin intimal proliferasyonu ve intravasküler tümör büyümesi de mikroanjiyopatiden sorumlu olabilir. Tipik hemoliz bulgularına ek olarak periferik kan yaymasında şistositler, helmet hücreleri, kenarları tırtıklı eritrositler görülür. Sferositlerin çapı 5 μm’den küçüktür ve mikrosferosit olarak adlandırılır. Retikülositoza ilaveten lökoeritroblastik kan tablosu bulunabilir. Tedavi, altta yatan tümörün ortadan kaldırılabilmesine bağlıdır. Kanser genellikle ileri dönemde olduğu için tedaviden tam bir sonuç alınamayabilir.

Kanserli hastalarda çok değişik kemoterapi ajanlarına bağlı olarak hemoliz görülebilmektedir. Ortaya çıkan tablo genellikle hemolitik üremik sendrom benzeridir. Bu, akut mikroanjiyopatik hemolitik anemi, trombositopeni ve böbrek yetmezliği ile birliktedir. Hastalık kemoterapi uygulanmasından 1 gün ile 7 ay gibi çok değişken bir süre sonra başlayabilir. Bazı olgularda prodromal dönemde ishal ve solunum yolları hastalığı görülebilir. Hemolitik üremik sendrom benzeri tabloya yol açan kemoterapötikler; mitomisin C, 5-florourasil, sisplatin, adriyamisin, vinblastin, bleomisin, sitarabin, prednizon, neokarsinostatin, mitozantron, etoposid, daktinomisin, siklofosfamid dakarbazin ve gemsitabindir.

Hastaların bazılarında dolaşımda immün kompleksler bulunabilir. Genellikle fatal seyreden hemolitik üremik sendromda, immün komplekslerin olduğu olgular plazma değişimi, immün perfüzyon, azotioprin tedavisinden yarar görebilirler.

Sisplatin, tenoposid, melfalan ve metotreksat tedavisinde ılık antikorlara bağlı hemolitik anemi tespit edilmiştir. İlacın kesilmesi genellikle hemolizin durmasını sağlar.

Glukozfosfat dehidrogenaz eksikliği olan ve doksorubisin alan hastalarda oksidan stres hemolitik anemiye neden olabilir. İlacın kesilmesi ile hemoliz düzelir.

Hemofagositik sendrom mide kanseri, lenfoma ve akut lösemi ile birlikte görülebilmektedir. Makrofajlar bilinmeyen bir nedenle aktive olmuştur. Kemik iliği histiyositozda olduğu gibi hemofagositoz görüntüsü verir. Hastalıkta pansitopeni, ateş, lenfadenopati ve splenomegali görülür. Tedaviye yanıt yoktur. Hastalar birkaç haftada kaybedilir. Tablo 1, kanserli hastalarda görülen anemi nedenlerini özetlemektedir.

ERİTROSİTOZ

Literatürde çok sayıda değişik tümöre bağlı eritrositoz bildirilmiştir. En sık olarak böbrek hücreli kanserde görülür. İyi huylu böbrek lezyonlarında da eritrositoz görülebilir. Hepatosellüler karsinom ve serebellar hemanjiyoblastom da eritrositoza neden olabilen malignensiler arasındadır. Bu tümörlerde eritrosit artışının nedeni eritropoietin hormonudur. Ancak adrenal kortikal tümörlerde ve virilizan over tümörlerinde olduğu gibi androjenik hormonlar da eritrositoza neden olabilir. Tümörden salgılanan prostaglandinler de eritropoietinin etkisini artırarak eritrositoza yol açarlar. Wilm&#;s tümöründe eritrosit artışının nedeni, tümörün basısına bağlı olarak komşu böbrek parankiminde oluşan hipoksidir. Ayırıcı tanıda polisitemia rubra vera ile arteriyel desaturasyona yol açan hemoglobinopatiler, karboksihemoglobin ve diğer durumlar düşünülmelidir. Eritropoietin artışından şüphelenildiği durumlarda kanda hormon düzeyine bakılabilir. Tümöre bağlı eritrositoz genellikle tedavi gerektirmez. Nadiren flebotomiye gereksinim duyulabilir. Tümörün çıkarılabildiği durumlarda eritrositoz düzelir. Böbrek hücreli karsinomda nefrektomiyle normale gelen eritrosit kitlesi, metastazların ortaya çıkmasıyla artışa geçebilmektedir.

LÖKOPENİ VE NÖTROPENİ

Lökopeni en sık olarak kemoterapiye sekonder olarak gelişir. Radyoterapi sonucu ya da kemik iliğinin tümörle infiltrasyonuna bağlı olarak ortaya çıkabilir. Kemik iliğinin tümörle infiltrasyonu durumunda lökoeritroblastoz görülebilir Lökopeninin, tümörün paraneoplastik etkisi sonucu granülopoiezin baskılanmasıyla oluşabileceği de düşünülmektedir. Literatürde, Hodgkin hastalığında granülositlere karşı oluşan antikorlar sonucu granülositopeni geliştiği bildirilmiştir. Kemoterapi sonucu gelişen lökopeni genellikle 4 – 7 günde normale döner. Yüksek doz kemoterapi verilen hastalarda süre uzayabilir. Bu hastalarda granülosit/granülosit-makrofaj stimüle edici faktörler verilebilir. Özellikle küratif kemoterapinin uygulandığı olgularda bir sonraki tedavi zamanına kadar lökosit sayısını uygun hale getirmek için bu tür büyüme faktörleri uygulanabilir. Febril nötropenide antibiyotiklerle birlikte verilmesi, nötropeni süresinin kısalmasını ve infeksiyonun daha hızlı düzelmesini sağlayabilir. Büyüme faktörleri yan etkilerinden ve pahalı ilaçlar olmasından dolayı indikasyonu doğru konmuş, uygun hastalarda kullanılmalıdır.

LÖKOSİTOZ VE LÖKOSTAZ SENDROMU

Hafif-orta derecede bir lökositoz, infeksiyon ya da lösemi olmaksızın kanser hastalarında görülebilir. Tek başına monositoz da kansere eşlik edebilir. Lökositozun en sık görüldüğü solid tümörler; Hodgkin hastalığı, lenfoma, mide, akciğer, pankreas kanserleri, beyin tümörleri, malign melanomdur. Tümörün yaygın ve nekrotik olduğu durumlarda lökosit sayısı /mm3&#;ün üzerinde olabilir. Lökomoid reaksiyon adı verilen bu tabloda genellikle olgun nötrofiller ve bazı çomak formları vardır. Bunun nedeni, tümörde üretilen büyüme faktörleridir. Lökomoid reaksiyon bazen kronik miyeloid lösemi ile karışabilir. Ayırıcı tanıda bazı kriterler yardımcı olur: Kronik miyeloid lösemide daha fazla immatür hücre görülür; bazofil ve eozinofiller artmıştır. Vitamin B12 ve vitamin B12 bağlama kapasitesi yüksektir. Philadelphia kromozomu pozitiftir. Malignensiye bağlı oluşan lökositoz özel bir tedaviyi gerektirmez.

Lökostaz sendromu, aşırı derecede artmış beyaz kürelerin kapillerlerde birikmesi sonucu ortaya çıkar. Lösemilerde görülür. Sırasıyla akut miyeloblastik, kronik miyeloid, akut lenfoblastik ve kronik lenfositik lösemide tespit edilir. Blast sayısı genellikle /mm3&#;ün üzerindedir. En sık tutulan organlar akciğer ve beyindir. Lökosit sayısının aşırı artışı, kan vizkositesinde yükselmeye ve lökositlerin kapillerlerde toplanmasına ve tıkanıklığa yol açar. Blastların deformabilite özelliğini kaybetmesi bu sendromdan sorumludur. Akciğer tutulumuna bağlı nefes darlığı ve hipoksemi görülür. Merkez sinir sistemi tutulumu; baş ağrısı, konfüzyon, tinnitus, papil ödemi, ataksi ve stupora neden olur. Tedavide allopurinol verilmeli ve hidrasyon sağlanmalıdır. Asemptomatik hastalarda hidroksiüre kullanılır. Semptomatik hastalarda lökaferez yapılmalıdır. Bu, kemoterapiye bağlı ortaya çıkabilecek akut lizis sendromunu önler. Lökaferez sonrası hastalar trombosit ihtiyacı gösterebilirler. Eritrosit transfüzyonundan kaçınmalıdır, çünkü vizkositeyi artırır. Kemoterapi bir an önce başlanmalıdır. Lösemi tedavisi ile düzelir.

EOZİNOFİLİ VE BAZOFİLİ

Eozinofili en sık Hodgkin hastalığı ve mikozis fungoidesde görülür. Kronik miyeloid lösemide eozinofil oranı yükselmese bile, mutlak eozinofil sayısı artmıştır. Nadiren Hodgkin dışı lenfomalar, akut lenfoblastik lösemi ve solid tümörler eozinofiliye neden olabilir. Göğüse verilen radyoterapi sonrası da eozinofili bildirilmiştir. Neoplaziye bağlı eozinofilinin nedeninin tümörden salgılanan bir faktör olabileceği düşünülmektedir. Eozinofil stimüle edici faktör, granülosit-makrofaj koloni stimüle edici faktör, interlökin-3 ve interlökin-5 eozinofiliden sorumlu olabilir. Tümör yaygınlık ve nekrozu ile eozinofili arasında yakın bir ilişki olduğu öne sürülmüştür. Genellikle tedavi gerektirmeyen eozinofili, bazen semptomlara yol açabilecek derecede Löffler benzeri bir sendroma yol açabilir. Bu durumda nodüler akciğer infiltratları, öksürük ve ateş görülür.

Bazofili, kronik miyeloid lösemi ve diğer miyeloproliferatif hastalıklarla birlikte görülebilir. Bunların dışında akciğer kanseri ve Hodgkin hastalığı da bazofiliye neden olabilir. Bazofiliye ait tipik semptom yoktur.

TROMBOSİTOZ

Trombositoz, kanserli hastalarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Kemik iliği her zaman hiperselüler değildir ve megakaryositler artmamış olabilir. Kansere karşı reaktif bir yanıt olan trombositozun etyolojisinde artmış trombopoietin ya da interlökin-6’nın rolü olduğu düşünülmektedir. Trombositoz; Hodgkin hastalığı, lenfoma, lösemi ve çeşitli karsinomlarda görülür. Polisitemia rubra vera ve kronik miyeloid lösemi gibi miyeloproliferatif hastalıkların erken döneminde tespit edilir. Primer trombositozun hastalığa adını veren temel bulgusudur. Trombositoz; kanserle birlikte bulunan inflamatuar bozukluklar, kanama, demir eksikliği, hemolitik anemiye sekonder olarak ta gelişmiş olabilir. Trombositozun doğrudan pıhtılaşma sorununa yol açıp açmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, nadiren tromboz ve hemoraji görülebilmektedir. Genellikle özel bir tedaviyi gerektirmez.

TROMBOSİTOPENİ

Malignensilerde trombositopeninin önemli bir nedeni kemoterapidir. Hastalar önceden radyoterapi almışlarsa ya da önceki kemoterapiye bağlı kemik iliği baskılanması tamamen düzelmemişse trombositopeni daha şiddetli seyredebilir. Tek başına radyoterapi de trombositopeni yapabilir. Trombositopenide genellikle klinik olarak anlamlı kanama görülmez. Ancak nötropeniye bağlı infeksiyonlar, kanama riskini artırabilir. Kemoterapiye bağlı trombositopeni çoğunlukla bir haftada düzelir. Özellikle tekrarlayan kemoterapilerde mitomisin C, nitrozüre ve karboplatin gibi ilaçlarda bu süre uzayabilir.

DİK de trombositopeniye yol açabilir. Bu durum tek başına görülebildiği gibi kemoterapiye bağlı trombositopeni ile birlikte de olabilir.

Kemik iliğinin tümörle infiltrasyonu trombositopeniye yol açan bir başka nedendir. Bunlarda pansitopeni görülebilir.

Hipersplenizm hafif-orta şiddette trombositopeni yapar. Total trombosit kitlesi azalmamakla birlikte, dalağın aşırı trombosit tutması nedeniyle, dolaşımdaki trombosit miktarı azalmıştır. Hipersplenizme bağlı trombositopenide kanama alışılmış bir bulgu değildir.

İdyopatik trombositopenik purpuraya (ITP) benzer bir sendrom, malignensisi olan hastalarda görülebilir. En sık ITP&#;ye yol açan hastalıklar arasında non-Hodgkin ve Hodgkin lenfoma ile kronik lenfositik lösemi gelir. Nadiren akciğer, meme, sindirim sistemi kanserleri de bu duruma yol açabilir. Bu hastalarda kemik iliğinde normal ya da artmış miktarda megakaryosit bulunur. Klinik olarak kanama, peteşi ve ekimoz görülebilir.

Heparin, tiyazid diüretikleri, sülfa antibiyotikleri, sefalosporinler ve penisilinler, kanser hastalarında sıkça kullanıldığı için trombositopenide göz önünde bulundurulmalıdır. Tablo 2, kanserli hastada trombositopeni nedenlerini özetlemektedir.

İmmün kökenli olmayan ağır trombositopenilerde trombosit sayısı çok azaldığında ya da kanama durumunda trombosit infüzyonu yapılabilir. Trombosit sayısının / mm3&#;ün altında olduğu asemptomatik olgularda transfüzyon yapılmalıdır. Kanama riski bulunan hastalarda bu sınır olarak alınmalıdır.

İmmün trombositopenide kortikosteroidler, sitotoksik ajanlar, yüksek doz intravenöz gama globulinler kullanılabilir. Bu hastalarda transfüzyonun yararı yoktur. Altta yatan hastalığın tedavisi ile başarılı sonuçlar alınabilir. Bunların yararlı olmadığı durumlarda splenektomi yapılabilir. İlaçlara bağlı trombositopenide ilaç kesildikten gün sonra trombosit sayısı yükselmeye başlar. Şiddetli trombositopeni ve kanamanın olduğu olduğu hastalarda intravenöz immünglobulin G ya da Rh immünglobulin etkili olabilir.

KANSERE BAĞLI HİPERKOAGULOPATİ VE TROMBOZ

Kanserli hastalarda çok değişik nedenlere bağlı olarak hiperkoagulopati ve tromboza eğilim görülür. Tümöre bağlı prokoagulanların bunda rolü olduğu bilinmektedir. Doku faktörü ve kanser prokoagulanı bunlar arasında en önemli yeri tutar. Neoplastik hücrelerden salgılanan doku faktörü, faktör VIIa&#;nın kofaktörü gibi çalışarak faktör X&#;u aktive eder. Böylece koagulasyonun ekstrinsik yolu çalışmaya başlar. Doku faktörü; sarkom, adenokarsinom, melanom ve nöroblastomda eksprese edilmektedir. Kanser prokoagulanı ise, faktör X&#;u direkt olarak aktive eder. Kalın barsak, meme, akciğer, böbrek kanserlerinde ve melanomda tanımlanmıştır. Bunların dışında da tümör prokoagulanları vardır. Sialik asit kısmı, faktör X&#;u doğrudan aktive eden bir prokoagulan olarak bilinmektedir. Müsin üreten adenokarsinomlarda bulunur.

Tümör hücreleri, pıhtılaşma faktörleri için uygun bir fosfolipid yüzeyi oluşturarak ta koagulasyonu kolaylaştırabilirler. Bazı tümör hücrelerinin faktör V ve X için bağlanma yerleri eksprese ettiği gösterilmiştir.

Kanserli hastalarda başka mekanizmalarla da pıhtılaşmaya eğilim olmaktadır. Bunun tipik bir örneği tümöre yanıt olarak normal hücrelerde prokoagulan aktivitenin ortaya çıkmasıdır. Monositler; doku faktörü, faktör X aktivatörü ve protrombinaz kompleksi üreterek hiperkoagulasyona neden olurlar. Buna ek olarak monositler, pıhtılaşma faktörleri üretebilir ya da pıhtılaşma faktörlerini membranlarında bağlayabilirler. Ayrıca aktive olmuş monosit ve makrofajlar interlökin-1 ve tümör nekrozis faktör aracılığıyla diğer hücreleri, özellikle damar endotel hücrelerini etkileyerek dolaylı yoldan pıhtılaşmaya uygun bir ortam oluştururlar.
Trombosit agregasyon ve sekresyonundaki artışlar trombozun ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler arasında sayılabilir. Bazı malignensilerde lupus inhibitörü ve antikardiyolipinlerin trombotik riski artırdığı gözlenmiştir.

İmmobilizasyon, uzun süreli yatak istirahati ve tümör kitlesinin damara basısı kanserli hastalarda sık olarak görülen durumlar olup, venöz staza yol açar. Bu da pıhtılaşmayı kolaylaştırıcı bir faktördür.

Plazma protein anormalliği ve şekilli elemanların artması kan akımını yavaşlatan nedenlerdir. Waldenström makroglobulinemisi, hipervizkositeye yol açan klasik örnek olarak bilinir. IgG ve IgA miyeloma da vizkosite artışına neden olabilir. Bu hastalıklarda trombotik diyatez görülse de kanama daha sıktır. Polisitemia veradaki artmış eritrosit hacmi plazma hücre diskrazilerinden farklı olarak çok daha fazla arteriyel ve venöz tromboza yol açar. Daha önce sözü edilen lökostaz sendromunda, lökositler kapillerlerde toplanarak hipervizkositeye ve trombuslara neden olurlar.

Sonuçta kansere bağlı trombozun, koagulasyon ve fibrinoliz arasındaki dengenin oldukça kompleks bir şekilde bozulmasından ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kanserde fibrinojen ve faktör V, VII, VIII, IX ve XI düzeyleri artmış bulunur. Trombosit katabolizması hızlanmıştır. Protein C, S ve antitrombin III azalmıştır. Doğrudan trombin üretimi oluşmuştur.

Kanser tedavisinde uygulanan cerrahi, kemoterapi, radyoterapi, hormonlar ve kemik iliği transplantasyonu gibi yöntemlerin de pıhtılaşmayı artırıcı etkileri vardır. Cerrahi, hemostatik sistemi aktive ederek ve hastanın immobilize olmasına neden olarak pıhtılaşmayı kolaylaştırır. Kemoterapötik ilaçlar çok değişik mekanizmalarla tromboza neden olurlar. Bunlardan bleomisin ve mitomisin subendotel hiperplazisi yaparak venooklusif hastalığa yol açabilir. Dakarbazin ve bundan ayrı olarak metotreksat ya da sitarabin ile birlikte kullanılan 6-tioguanin Budd-Chiari sendromuna, yine bleomisin Raynaud fenomenine neden olabilir. Vinka alkaloidleri, 5-florourasil, sisplatin, etoposid ve bleomisin miyokard iskemi ve infarktüsüne; mitomisin ve sisplatin trombotik mikroanjiyopatiye yol açabilir. Kemik iliği transplantasyonu ile birlikte yüksek doz kemoradyoterapi transplant sonrası erken dönemde tromboz riskini artırır. Allojeneik transplantasyonda hepatik venooklusif hastalık en sık görülen hiperkoagulasyon komplikasyonudur. Tamoksifen ve kortikosteroid kullanımında da tromboz riski artmaktadır. Kemo/hormonal tedavide tromboz görülmesinin nedeni, ilaca bağlı olarak doğal antikoagulanların miktarının azalması, endotel hasarı ve pıhtlaşma faktörlerindeki artıştır.

Tüm bu etkenler tromboembolilerin kanser hastalarında normal populasyona göre daha sık görülmesine neden olur. Nitekim neoplazisi olan hastalarda tromboembolik olaylar %15 oranında görülür. Otopsi serilerinde bu sayı daha da artmıştır. Alt ekstremitelerdeki derin ven trombozu en yaygın trombotik komplikasyondur.

Trousseau sendromu olarak bilinen antite, venöz trombozun daha nadir bir varyantı olup, yüzeyel ya da derin venlerde tekrarlayıcı ve gezici özellik gösterir. Sıklıkla kol ve göğüs gibi alışılmamış bölgelerin tutulumu ile karakterizedir. Tromboembolik olaylar en sık sindirim sisteminin müsin ürten tümörlerinde görülür. Akciğer, meme, yumurtalık kanserleri ve primer beyin tümörleri de tromboembolinin arttığı tümörlerdir. Trousseau sendromu bazen gizli kalmış bir malignensinin ilk işareti olabilir. Tekrarlayan trombozlar, varfarin rezistansı, alışılmamış bölgelerde tromboz ve tromboflebit görülmesi hastada gizli bir kanser ihtimalini akla getirmelidir.

Kanserli kişilerde tromboz tanısı diğer hastalardan farklılık göstermez. Ancak yanıltıcı görüntülere yol açabilen tümör kitlesi tanıyı zorlaştırabilir. Derin ven trombozunun kesin tanısı için venografi, impedans pletismografi, Doppler ultrasonografi, B-mod ultrasonografi, Dupleks ‘scan’, bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans gibi tekniklerin bir ya da bir kaçına başvurulabilir.

Kansere bağlı trombozun tedavisinde, pıhtılaşmayı kolaylaştırıcı faktörler ortadan kaldırılmalı ya da azaltılmalıdır. Yatak istirahat süresinin kısaltılması ve bacaklardaki ödemin giderilmesi buna örnek olarak verilebilir. Primer hastalığın tedavisi trombozun düzelmesini kolaylaştırırsa da bu hastaların bir çoğu tedaviye dirençli olduğundan antikoagulasyon uygulanmalıdır. Tedaviye heparin ile başlanmalıdır. Aktif malignensi ve kemoterapi gibi risk faktörleri devam ettiği sürece antikoagulasyon da devam etmelidir. Uzun süreli tedavi için varfarin ya da cilt altı heparin kullanılabilir. Düşük molekül ağırlıklı heparin gerek başlangıç, gerekse uzun süreli tedavi için son yıllarda tercih edilen bir tedavi yöntemi olmuştur. Bu tedaviden oldukça yararlı sonuçlar elde edilmiştir. Mortalite oranı, düşük molekül ağırlıklı heparinde konvansiyonel heparine göre daha düşük bulunmuştur. İlaç kesildikten sonra da olumlu etkisi nedeniyle mortalitedeki azalma devam etmektedir. Varfarin tedavisinde ‘International normalized ratio’nun tutturulmasının zorluğu, artan kanama insidansı ve tekrarlayan trombus riski, düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisinin tercih edilmesimdeki diğer etmenlerdir. Antikoagulasyon kanser hastalarında her zaman başarılı sonuç vermez. Kanama riski nedeniyle trombolitik ajanlar kullanılmaz. Bunlar, ancak iyi prognozlu kanserlerde masif pulmoner embolisi bulunan ya da yeni, semptomatik ileofemoral venöz trombozu gelişen hastalarda kullanılmalıdır. Trousseau sendromu da tedavisi zor komplikasyonlardandır. Hastalar heparinden yarar görürler. Bu hastalara varfarin önerilmemektedir.

NONBAKTERİYEL TROMBOTİK ENDOKARDİT

Nonbakteriyel trombotik endokardit, kanserdeki artmış hiperkoagulopatinin özel bir sonucudur. Kalp kapakçıklarında steril trombotik vejetasyonlarla karakterizedir ve özellikle müsin üreten adenokarsinomlarda daha sık görülür. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, prostat kanseri ve pankreatik kanser bunlar arasında sayılabilir. Nadiren lösemi ve lenfomalarda da görülebilir. Esas olarak nörolojik komplikasyonlar ile karakterizedir. Beyin damarlarına ait emboliler sonucu konfüzyon, kasılma ve oryantasyon bozukluğu oluşur. Daha az olmak üzere, sistemik emboliler de görülür. Otopside dalak, böbrek, sindirim sistemi ve koroner arterlerde emboliler gözlenmiştir. Bu hastalık kanserde venöz tromboza göre çok daha nadir görülen arteriyel trombozun en önemli nedenidir. Kesin tanı beyin anjiyografisi ile konur. Bunda çok sayıda arteriyel tıkanıklıklar tespit edilir. Hastalığın kardiyak bulguları minimaldir. İki mm üstündeki vejetasyonlar ekokardiyografide tespit edilir. Kalpte üfürüm çoğunlukla duyulmaz. Ateş alışılmış bir bulgu değildir. Deride, merkez sinir sisteminde, genitoüriner sistemde, solunum yollarında ve sindirim sisteminde kanamalar olabilir. Altte yatan hastalığın tedavisi, tedavinin esasını oluşturur. Antikoagulanların yaygın kanseri olan hastalarda yararı yoktur.

KANSERE BAĞLI KANAMA VE DİK

Peteşi, gingiva kanaması gibi hafif bir kanama diyatezi, kanserli hastalarda sıkça görülen bulgulardır. Bazen dramatik ve masif kanamalar olabilir. Hemoraji, akut lösemilerdeki en önemli komplikasyondur. Beyin içi kanaması, akut lösemi ve lenfomalarda önemli bir ölüm nedenidir.

DİK kansere bağlı kanamanın sık görülen bir nedenidir. Akut promiyelositik lösemi, prostat, sindirim sistemi, akciğer kanserleri ve melanomla birlikte olabilir. DİK’de aşırı kullanılmış pıhtılaşma faktörleri ve azalmış trombositler kanamaya yol açarlar. Artmış protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı, hipofibrinojenemi, fibrin yıkım ürünleri önemli laboratuar bulguları arasındadır. İnfeksiyonlar DİK’i şiddetlendirirler. Altta yatan hastalığın tedavisi kolay değildir. Kanamanın ön planda olduğu DİK’de pıhtılaşma faktörleri ve trombositler verilir. Bunları heparinle birlikte önerenler de vardır. Tromboembolik ve nekrotizan komplikasyonların ön planda olduğu durumlarda heparin tek başına kullanılabilir. Bu konu bir başka bölümde daha ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

Kanser hastalarında vitamin K eksikliği görülebilir. Bunun nedeni oral alım eksikliği, alınan antibiyotikler ve nadiren biliyer sistemdeki tıkanıklıktır. Aktinomisin D vitamin K’yı antagonize eder. İlacın kesilmesi ile eksiklik düzelir. Eksikliği gidermek için kullanılan günlük vitamin K dozu 20 mg’dır. Bu yavaş intravenöz infüzyonla verilmeli, gün devam edilmelidir. Hasta kanıyorsa faktör II, VII, IX, X içeren taze donmuş plazma ve vitamin K birlikte verilmelidir.

Monoklonal immünglobulinler çeşitli kanama sorunlarına yol açabilir. İmmünglobulinler en çok fibrin polimerleşmesini inhibe ederek hemostaz bozukluğu yaparlar. Heparin benzeri antikoagulanlar şiddetli hemorajik diyateze yol açarlar.

Kazanılmış von Willebrand hastalığı; plazma hücre diskrazileri, gastrik ve adrenal kanserlerde, lösemi ve lenfomalarda görülür. Bu hastalarda spontan mukozal kanamalar ön plandadır. Primer hastalığın tedavisine ek olarak desmopressin, von Willebrand faktör konsantreleri, intravenöz immünglobulin, plazmaferez, kortikosteroid ve immune süpresif tedavi gerekebilir.

Faktör VIII antikorlarına bağlı gelişen kazanılmış hemofili, solid tümörler, paraproteinemiler ve lenfoproliferatif hastalıklarda tanımlanmıştır. Bu hastalarda kanser tedavisine ek olarak plazmaferez, faktör VIII konsantreleri, kortikosteroidler ve siklofosfamid kullanılır.

Çeşitli trombosit fonksiyon bozuklukları da kanamalara yol açabilir. Bu durum paraproteinemilerde yaygındır. Kemoterapötik ilaçlar değişik mekanizmalarla kanamalara neden olurlar. Bunlardan mitomisin trombosit fonksiyon bozukluğunun yanısıra fibrinolizi artırarak kanama riskini yükseltebilir. L-asparaginaz, fonksiyonu bozuk fibrinojen yapımına neden olur. Keza suraminde de kanamalar görülmüştür. Antrasiklinler fibrinojenolize yol açarlar. İlaçların kesilmesi ile hemostatik denge yeniden kurulur.

OKUNMASI ÖNERİLEN KAYNAKLAR
Boyiadzis M, Lieberman FS, Geskin LJ, Foon KA. Paraneoplastic Syndromes. In: DeVita, Jr VT, Hellman S, Lawrence TS, Rosenberg SA (eds), Cancer, Principles and Practice of Oncology. Lippincott Williams and Wilkins, Philadelphia, , pp
Jagasia MH, Arrowsmith ER. Complications of Hematopoietic Neoplasms. In: Greer JP, Foerster J, Lukens JN, Rodgers GM, Paraskevas F, Glader B (eds), Wintrobe’s Clinical Hematology. Lippincott Williams and Wilkins, Philadelphia, , pp
Marks PW, Rosenthal DS. Hematologic Manifestations of Systemic Disease: Infection, Cronic Inflammation, and Cancer. In: Hoffman R, Benz, Jr EJ, Shattil SJ, Furie B, Cohen HJ, Silberstein LE, McGlave P (eds), Hematology, Basic Principles and Practice. Elsevier, Churchill Livingstone, Philadelphia, , pp
Moliterno AR, Spivak JL. Anemia of cancer. Hematol Oncol Clin North Am ;
Goad KE, Gralnick HR. Coagulation disorders in cancer. Hematol Oncol Clin North Am ;
Green KB, Silverstein RL. Hypercoagulability in cancer. Hematol Oncol Clin North Am ;
Itri LM. Optimal hemoglobin levels for cancer patients. Semin Oncol ; 27 (Suppl 4):

tablo1

tablo2

Tüm Zamanlar10 Bugün

Hemaferez, Kök Hücre ve Kriyoprezervasyon Ünitesi

HEMAFEREZ, KÖK HÜCRE VE KRİYOPREZERVASYON ÜNİTESİ

 

            AFEREZ; Hastanın ya da gönüllü verici kanın, tıbbi bir cihazdan geçirilmek sureti ile bir veya birden fazla bileşenine ayrıldığı ve kalanının ekstrakorporeal bir tedavi ile veya tedavisiz geriye döndürüldüğü veya ayrıştırılan bileşenin değiştirildiği bir işlemdir. Uygulanan kişiye göre “Terapötik Aferez” veya “Donör (Bağışçı) Aferezi” olarak isimlendirilmektedir. Terapötik Aferez tedavi amaçlı gerçekleştirilen işlemler için kullanılırken, Donör Aferezi sağlıklı ve gönüllü vericilerden çeşitli kan ürünlerinin (Trombosit, eritrosit, granülosit, vd.) elde edildiği işlemler için kullanılmaktadır.

            yılının Temmuz ayında faaliyete başlayan Ünitemiz’de, ilk terapötik aferez işlemi 11 Temmuz , ilk otolog periferik kök hücre aferezi işlemi 26 Ekim ve ilk allojeneik periferik kök hücre aferezi işlemi 19 Aralık tarihinde gerçekleştirilmiştir. Her geçen gün artan işlem talepleriyle yılda yaklaşık seans terapötik aferez, seans bağışçı aferezi (aferez tormbositi) ve seans kök hücre aferez işlemi gerçekleştirilmektedir.

Ünitemiz, Sağlık Bakanlığı tarafından 10 Mart tarihinde yayınlanan “Terapötik Aferez Merkezleri Hakkında Yönetmelik” çerçevesinde ruhsatlandırılan ilk 12 merkez arasında yer almış ve 25 Ekim tarihinde “Eğitim Merkezi” olarak da sertifikalandırılmıştır. Bu kapsamda terapötik aferez merkezlerinde çalışmak için gerekli olan hekim ve hekim dışı sağlık personeli terapötik aferez sertifikası için kurs programları düzenlenmektedir.   

T.C. Sağlık Bakanlığı Kök Hücre Koordinasyon Merkezi (TÜRKÖK) ile yapılan işbirliği kapsamında yılından bu yana dış merkezlerde yatan hastalar için periferik kök hücre ürünü toplanmaktadır.

yılında ISO Kalite Yönetim Sistemi çerçevesinde Kalite Belgesi almaya hak kazanan ünitemiz, yılında ISO revizyonunu gerçekleştirerek Kalite Belgesini yenilemiştir.

Ünitemiz beş yataklı olup A. Blok 6. Katta hizmet vermektedir. Ekibimiz, yoğun bakım deneyimine sahip uzun yıllardır aferez ünitesinde çalışan hemşirelerden oluşmaktadır ve tamamı T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından istenen aferez sertifikasına sahiptir.

Klinik ve poliklinik hekimlerinin aferez işlem talepleri doğrultusunda (Konsültasyon) hastalar değerlendirilmekte, uygulanacak aferez işlem türü ve sıklığı hakkında klinik hekimlerine bilgilendirme yapılmakta ve hastalar en kısa sürede (aciliyet durumuna göre aynı gün ya da ertesi gün) işleme alınmaktadır. Acil olgular (Karbonmonoksit zehirlenmeleri, hiperlökositoz da lökostaz tablosu, orak hücre anemisinde akut göğüs ve ya inme vd.) için 7/24 hizmet verilmektedir.

Aşağıda Ünitemiz tarafından gerçekleştirilen terapötik, bağışçı (donör) ve kök hücre aferezi işlem türleri verilmiştir.

 

Terapötik Aferez İşlem Türleri;

·         Terapötik Plazma Değişimi

·         Terapötik Eritrosit Değişimi (Kırmızı küre)

·         Terapötik Lökaferez (Lökosit aferezi)

·         Terapötik Trombositaferez

·         Çift/Kaskad Filtrasyon Plazmaferezi

·         Lipid Aferezi

·         Selektif Tam Kan/Plazma Adsorbsiyonu

·         Ekstrakorporeal Fotoferez

 

Donör Aferezi İşlem Türleri;

·         Bağışçı Trombosit Aferezi

·         Bağışçı Granülosit Aferezi

·         Bağışçı Lenfosit Aferezi

 

Kök Hücre Aferezi İşlem Türleri;

·         Otolog Kök Hücre Toplama

·         Allojeneik Kök Hücre Toplama

·         Kemik İliği Saflaştırma

·         Kriyoprezervasyon

·         Kök Hücrelerin Dağıtımı (Eritme+İnfüzyon)

 

İletişim Bilgileri;

Sorumlu Hekim: Prof. Dr. Birol Güvenç

Telefon: 60 60 ()

Teknik Sorumlu: Uzm. Bio. Ferda Tekin Turhan

Telefon: 60 60 ()

 

Hematolojik veya solid tümörleri olan hastalar, altta yatan hastalıkla ilişkili veya tedavinin komplikasyonlarının bir sonucu olarak, çeşitli klinik tablolar ile acil servislere başvurmaktadır. Bu tablolar arasında öncelikli müdahale gerektirenler, hastalığın başlangıcı olarak ya da tanı konmuş iken ortaya çıkabilir. Acil servis hekimlerinin bu komplikasyonları hızlı bir şekilde tanımaları ve etkili bir şekilde yönetmeleri gerekir. Bu nedenle, uygun değerlendirme ve tedavi önerilerini bu yazıda paylaşmak istedim. İyi okumalar.

Hematolojik Onkolojik Aciller

Metabolik Nedenler

Hiperkalsemi

Hematolojik  Onkolojik Aciller içerisinde hiperkalsemi görülme oranı malignite tipi ile değişmekle birlikte hastaların %30’unda görülmektedir.1 Sıklıkla skuamöz hücreli akciğer kanseri ve multipl miyelomda görülür. Kliniğinde yorgunluk, bulantı/kusma, kabızlık, karın ağrısı, kas güçsüzlüğü, letarji, kardiyak aritmiler yer alır ve EKG&#;de kısa QT aralığı görülebilir. Patofizyolojisinde tümörden paratiroid hormon ilişkili peptit (PTHrP) ve daha nadir olarak paratiroid hormonunun (PTH) üretimi, kemik metastazlarına bağlı kemik yıkımı görülür.2

Serum kalsiyum seviyesi ve tercihen iyonize kalsiyum ölçümü ile tanı konur. Albümin düzeyine göre düzeltilmiş kalsiyum seviyesinin hesaplanması gerekir (düzeltilmiş Ca: Total Ca + ).

Hafif hiperkalsemi ( mmol/lt) genellikle hidrasyona yanıt verir. Orta/şiddetli hiperkalsemik (> mmol/lt) hastalara hidrasyona ek olarak loop diüretikler verilse de böbrek yetmezliği veya kalp yetmezliği yokluğunda, potansiyel komplikasyonlar ve hiperkalsemiden sorumlu olan kemik rezorpsiyonunu inhibe eden ilaçların mevcudiyeti nedeniyle, kalsiyum atılımını doğrudan arttırmak için loop diüretik tedavisi önermeyen yayınlar mevcuttur. IV bifosfonat olan zoledronik asit (15 dk’da 4 mg) veya pamidronat (90 dk’da 90 mg) tercih edilebilir, nefrotoksik etkilerinden dolayı dikkatli uygulanmalıdır ve etkilerinin 48 saat içinde ortaya çıkacağı unutulmamalıdır. Bu tedavilere yanıtı olmayan hiperkalsemik hastalarda osteoklast stimülasyonunu inhibe eden ve tümör yükünü azaltan kortikosteroidler ve hızlı etkisi ile ön plana çıkan kalsitonin uygulanabilir. Osteoklast aktivasyonunu ve fonksiyonunu inhibe eden Denosumab da malign hiperkalsemi için kullanımı onaylanan bir monoklonal antikordur.

Tümör Lizis Sendromu 3,4,5

Tümör hücrelerinin masif parçalanması ile ortaya çıkan TLS; potasyum, fosfat ve nükleik asitlerin dolaşıma salınımı ile karakterize, böbrek fonksiyon testlerinde ve elektrolitlerde anormallik ile giden bir onkolojik acildir. Yüksek gradeli lenfomalar ve akut lenfoblastik lösemilerde daha sık görülür.

Reklam

Cairo-Bishop Tümör Lizis Sendromu Sınıflandırması

Laboratuvar

  • Ürik asit ≥ 8 mg/dL veya bazal değerinden % 25 artış
  • Potasyum ≥ mEq/L veya bazal değerinden % 25 artış
  • Fosfor ≥ mg/dL veya bazal değerinden % 25 artış
  • Kalsiyum ≤ 7 mg/dL veya başlangıçtan itibaren % 25 azalma

Klinik

  • Laboratuvar kriterlerinin varlığı ve aşağıdakilerden bir veya daha fazlasının varlığı
  • Kreatinin ≥ normalin üst sınırının 1,5 katı
  • Kardiyak aritmi
  • Nöbet
  • Ani ölüm

Hematolojik onkolojik aciller arasında olan tümör lizis sendromu önlenebilir bir durumdur ve risk altındaki hastaları tanıyıp profilaktik ürikozürik tedaviyi başlamak önemlidir. Hiperpotasemi TLS’nin en tehlikeli komplikasyonudur. Özellikle böbrek yetmezlikli vakalarda hayatı tehdit edici düzeylere ulaşabilir. EKG bulgularının varlığında kalsiyum glukonat 0,,5 ml/kg ve tamponize sıvılar verilmelidir. Yanıtsız olgularda hemodiyaliz yapılmalıdır.

Nükleik asitlerin parçalanması sonucu ortaya çıkan ürik asit, ürat nefropatisine sebep olarak böbrek yetmezliğini kötüleştirir. Ürik asit fizyolojik pH’larda çözünmüş durumda iken asidik pH’larda kristalleşir. İdrar çıkışı 3 ml/kg/sa olacak şekilde yüklenmeden kaçınılarak yapılan 3 lt/m2/gün hidrasyon ve idrar alkalinizasyonu yanı sıra ürik asit oluşumunu engelleyen tedavi başlanmalıdır. Allopurinol, günde mg/m2 IV olarak bölünmüş 3 dozda verilebilir. Böbrek yetmezlikli hastalarda doz ayarlaması gerekir.  Ürik asidi, daha çözünür olan allantoine metabolize eden rasburikaz, günde bir kez mg/kg dozda uygulanabilir. Rasburikaz, G6PD eksikliği olan hastalarda kontraendikedir.

Fosfat bağlayıcı alüminyum hidroksit gibi ajanlar hiperfosfatemi için kullanılabilir, ancak fosfattaki ciddi yükselmeler hemodiyaliz gerektirir. Semptomatik hipokalsemi (tetani, aritmi veya nöbet) IV kalsiyum glukonat ile dikkatli tedavi edilmelidir. Elektrolit dengesizliklerinin yanında oligüri/anüri ve aşırı sıvı yüklenmesi diğer hemodiyaliz endikasyonlarını oluşturur.

Hematolojik Nedenler

Hiperviskosite 6

Multipl miyelom ve Waldenström makroglobulinemisi gibi monoklonal proteinlerin üretiminin arttığı bozukluklarda hiperviskosite görülebilir. Bozulmuş mikro dolaşım ve iskemiye sekonder olarak bulanık görme, baş ağrısı, baş dönmesi, uykuya meyil, nefes darlığı, iskemik göğüs ağrısı, periferik arter tıkanması ve venöz tromboemboli görülebilir. Hiperviskozite tanısı yüksek oranda şüphe gerektirir. Ciddi semptomatik hastalara plazmaferez uygulanmalıdır.

Reklam

Hiperlökositozis ve Lökostaz 7

Lökosit sayısının &#;109 /L üzerinde olması hiperlökositoz olarak tanımlanır ve bu durumun klinik yansıması olarak mikrovasküler oklüzyonlar ve doku nekrozu gelişmesine lökostaz denir. Genellikle akut miyeloid lösemilerde sıktır. Kliniğin ağırlığı lökosit sayısından bağımsız olabilir ve patogenezinde lösemik blastlar ve endotel arasındaki anormal etkileşim yatar. Bu hastalar dissemine intravasküler koagülasyon ve tümör lizis sendromu açısından önemli risk altındadır. Tedavide TLS profilaksisi yanı sıra başlangıç tedavisi olarak blastların yeniden birikimini önlemek adına hidroksiüre ve blastların kandan ayrılması için lökoferez yer almaktadır.

Nörolojik Nedenler

Spinal Kord Basısı 8,9,10

Paravertebral tümörlerin direkt basısı ya da tümör metastazının vertebra korpusunu erode etmesi sonucu görülen kord basısı, sıklıkla akciğer, meme, prostat kanserli ve multipl myelom tanılı olgularda görülür. Genellikle torakal vertebralar tutulur. Kliniğinde, lokalize ya da yayılan ağrıyla birlikte, tutulan segmentin alt kısmında duyu kaybı, flask tip paralizi, derin tendon reflekslerinde artma, babinski pozitifliği, glob vesikale, anal sfinkter tonusunda azalma görülebilir.

Tanıda MR ön planda olmak üzere görüntüleme yöntemleri kullanılır. Eğer bir görüntüleme yöntemine ulaşmak gecikecekse klinik şüphe halinde de ödemi azaltmak için deksametazon başlanabilir. Başlangıç dozu mg IV, ardından saatte bir 4 mg&#;dır. Radyoterapi, kord basılı hastaların çoğunda, dekompresyon sağlamak, nörolojik semptomların progresyonunu önlemek ve ağrı kontrolü sağlamak için esas tedavidir. Spinal instabilite, kemik basısı, radyoterapiye yanıtsızlık veya maksimal radyoterapi dozunun önceden uygulanmış olması, nörolojik fonksiyonun hızla kaybı cerrahi tedavi endikasyonlarıdır.

Reklam

Kranial Metastazlar 11

Semptomatik olmasa da maligniteli hastaların yaklaşık %20’sinde kranial yayılım görülmektedir. Özellikle akciğer, meme kanseri ve malign melanomlu hastalarda kranial tutulum daha sıktır. Metastazlar, vazojenik beyin ödemine neden olarak kafa içi basıncını yükseltir. Kliniğinde baş ağrısı, motor ve duyusal defisitler, konuşma bozukluğu, bilinç düzeyinde azalma ya da nöbet görülebilir. Kontrastlı MR, beyin metastazlarında en uygun görüntüleme yöntemidir. Kontrastlı BT, MR’ın kontrendike olduğu durumlarda kullanılabilir ancak küçük tümörlerde ve serebral fossayı değerlendirmede duyarlılığı azdır. Kontrastsız BT intrakraniyal kanamadan şüphelenildiğinde yardımcı olur.

Tedavide glukokortikoidler (özellikler deksametazon, herniasyon bulgusu olmayan hastalarda mg/gün) uygulanabilir. Rutin nöbet profilaksisi önerilmemiştir. Hastalar radyoterapi, kemoterapi ya da cerrahi gereksinimi açısından görüş alınarak değerlendirilmelidir.

Kardiyovasküler Nedenler

Perikard Efüzyonu ve Tamponadı

Kalp ve perikardın malign tutulumu en sık akciğer kanserinde, daha sonra meme kanseri, lösemi ve lenfomalarda görülmektedir. Patogenezinde perikarda tümör invazyonu olması ya da kalbin lenfatik ve venöz drenajın bozulması yer alır. Dispne ile başvuran maligniteli hastalarda mutlaka dışlaması gerekir. Eşlik eden bulgu olarak, juguler venöz dolgunluk, kalp seslerinin derinden gelmesi, hipotansiyon, pulsus paradoksus, EKG’de hipovoltaj izlenebilir ve yatak başı ekokardiyografi ile kolayca değerlendirilebilir. Tedavisi perikardiyosentezdir.

Vena Cava Superior Sendromu 12

VCSS, torasik maligniteler nedeniyle, özellikle azygos veninden oluşan kollateraller, tümörün direkt basısı ya da damar içi trombüs gibi nedenlerle VCS drenajının bozulması sonucu oluşur. Yüksek gradeli mediastinal tümörlerde aniden ortaya çıkabileceği gibi, genellikle sinsi bir klinik seyir gösterir. En sık görülen semptomlar nefes darlığı, öksürük, kollarda ödem, göğüs ağrısı iken fizik bakıda sıklıkla juguler venöz dolgunluk, toraks duvarında venöz kollateraller, yüz ödemi görülür. IV kontrastlı BT, VCSS tanısı koymada en kullanışlı yöntemdir. VCSS, genellikle acil tedavi gerektirmez. Hava yolu obstrüksiyonu, kardiyopulmoner kollaps, artmış intrakranial basınç görülen hastalarda, endovasküler stentleme, trombolitik uygulanması düşünülebilir veya radyoterapi gibi daha kesin tedaviler gerekebilir.

Enfeksiyöz Nedenler

Febril Nötropeni

Nötrofil sayısının < hücre/mikroL olması nötropeni olarak tanımlanır. < hücre/mikroL olması ciddi nötropeni, < hücre/mikroL olması derin nötropeni olarak adlandırılır.

Infectious Diseases Society of America (IDSA) febril nötropeni tanımını şu şekilde yapmaktadır: 13

Oral ateş ölçümünün tek bir ölçümde > C°’den daha yüksek olması ya da en az bir saat süre ile >38 C°’de sebat etmesi

Mutlak nötrofil sayısının < hücre/mikroL olması veya 48 saat içinde bu düşüşün beklenmesi

Hematolojik malignitelerde solid organ tümörlerine göre daha sık görülür. Hastanın olası tüm odaklarını değerlendiren (mukozit, selülit, katater bölgesi, anal abse vb… gibi) kapsamlı bir fizik bakı yapılması gerekir. Rektal bakı inspeksiyonla sınırlı tutulmalıdır, rektal tuşenin bakteriyel translokasyona neden olma riski vardır. Nötropeni tipik olarak kemoterapiden gün sonra ortaya çıkar ve nötrofil sayısı düştükçe ciddi bakteriyel enfeksiyon riski artar. Özellikle gram negatif bakteriyemide mortalite riski yükselir. Ciddi komplikasyon riskini değerlendirmek için MASCC ve CISNE gibi çeşitli risk skorları kullanılır. 14,15

Reklam

MASCC SKORU

  • Febril nötropeniye bağlı semptomların yaygınlığı  (Asemptomatik &#; 5 puan, Hafif semptom &#; 5 puan, Orta derecede semptom &#; 3 puan, Ağır derecede semptom &#; 0 puan)
  • SKB > 90 mmHg &#; 5 puan
  • KOAH yokluğu &#; 4 puan
  • Solid tümör varlığı veya hematolojik hastalık varlığında fungal enfeksiyon geçirmemek &#; 4 puan
  • İntravenöz sıvı gerektiren dehidratasyon yokluğu &#; 3 puan
  • Ateş başlangıcında hastane dışında olmak &#; 3 puan
  • Yaş <60 &#; 2 puan

≥ 21 puan alan hastalar düşük riskli ve oral antibiyoterapi uygulanabilir

<21 puan alanlar yüksek riskli kabul edilir, iv antibiyoterapi ve hastaneye yatış gerektirir

Clinical Index of Stabil Febrile Neutropenia (CISNE)

  • ECOG performans durumu ≥2 &#; 2 puan
  • KOAH &#; 1 puan
  • Kronik kardiyovasküler hastalık &#; 1 puan
  • Mukozit Derecesi ≥2 &#; 1 puan
  • Monosit < /mcL &#; 1 puan
  • Stress ile ortaya çıkan hiperglisemi &#; 2 puan

Düşük risk – 0 puan, Orta risk – 1- 2 puan, Yüksek risk &#; ≥ 3 puan

MASCC skoru ≥21 veya CISNE skoru 0 olan ve önemli komorbiditesi olmayan hastalar hastane yatışı gerektirecek ciddi komplikasyonlar için düşük risklidir. Kontrollerine gelebilecek uyumlu hastalara oral antibiyotik olarak florokinolon ve yanında amoksisilin/klavulanat başlanması önerilir. Diğer hastaların hastanede yatırılarak tedavi edilmesi gerekir.

Tam kan sayımı, biyokimya testleri, CRP, prokalsitonin, laktat, tam idrar tetkiki gibi temel tetkiklerin yanı sıra, kan (en az iki set), idrar, balgam, katater, dışkı (SSS enfeksiyonu şüphesi halinde BOS) kültürleri, akciğer grafisi ve ilgili diğer görüntüleme tetkikleri yapılmalı ve olası patojenleri ampirik antibiyoterapi ilk bir saat içinde başlanmalıdır. 16

Her ne kadar gram-pozitif bakteriler en sık rastlanan patojenler olsalar da virülansları nedeniyle ve daha sık sepsise gittikleri için gram negatif patojenlerin kapsanması önemlidir. 17 Anaerobların neden olduğu bilinen veya beklenen enfeksiyonlu hastalar için de anaerobları kapsayan rejimler tedaviye eklenmelidir. Nötropeni süresi arttıkça, fırsatçı mantar enfeksiyonu riski olacağı unutulmamalıdır.

Amerika Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (IDSA) ateşi olan yüksek riskli nötropenik hastaların ilk tedavisi için aşağıdaki yaklaşımı önermektedir. 18

  • Sefepim – 2 g IV, 8&#;1
  • Meropenem &#; 1 g IV, 8&#;1
  • Imipenem-cilastatin &#; mg IV, 6&#;1
  • Piperasilin-tazobaktam &#; g IV, 4&#;1
  • Seftazidime &#; 2 g IV, 8&#;1
  • Vankomisin &#; kateterle ilişkili enfeksiyon şüphesi olan, cilt ve yumuşak doku enfeksiyonu, pnömonisi olan ve hemodinamik olarak unstabil hastalara eklenmelidir.

Kaynakça

1.

Stewart A. Clinical practice. Hypercalcemia associated with cancer. N Engl J Med. ;(4)

2.

Vassilopoulou-Sellin R, Newman B, Taylor S, Guinee V. Incidence of hypercalcemia in patients with malignancy referred to a comprehensive cancer center. Cancer. ;71(4)

3.

Will A, Tholouli E. The clinical management of tumour lysis syndrome in haematological malignancies. Br J Haematol. ;(1)

4.

Jones G, Will A, Jackson G, Webb N, Rule S, British C. Guidelines for the management of tumour lysis syndrome in adults and children with haematological malignancies on behalf of the British Committee for Standards in Haematology. Br J Haematol. ;(5)

5.

Cairo M, Bishop M. Tumour lysis syndrome: new therapeutic strategies and classification. Br J Haematol. ;(1)

6.

Stone M, Bogen S. Evidence-based focused review of management of hyperviscosity syndrome. Blood. ;(10)

7.

Porcu P, Cripe L, Ng E, et al. Hyperleukocytic leukemias and leukostasis: a review of pathophysiology, clinical presentation and management. Leuk Lymphoma. ;39()

8.

Cole J, Patchell R. Metastatic epidural spinal cord compression. Lancet Neurol. ;7(5)

9.

Rades D, Fehlauer F, Schulte R, et al. Prognostic factors for local control and survival after radiotherapy of metastatic spinal cord compression. J Clin Oncol. ;24(21)

Sørensen S, Helweg-Larsen S, Mouridsen H, Hansen H. Effect of high-dose dexamethasone in carcinomatous metastatic spinal cord compression treated with radiotherapy: a randomised trial. Eur J Cancer. ;30A(1)

Soffietti R, Cornu P, Delattre J, et al. EFNS Guidelines on diagnosis and treatment of brain metastases: report of an EFNS Task Force. Eur J Neurol. ;13(7)

Wan J, Bezjak A. Superior vena cava syndrome. Hematol Oncol Clin North Am. ;24(3)

Taplitz RA, Kennedy EB, Bow EJ, et al. Outpatient Management of Fever and Neutropenia in Adults Treated for Malignancy: American Society of Clinical Oncology and Infectious Diseases Society of America Clinical Practice Guideline Update. JCO. ;36(14) doi/jco

Bitar R. Utility of the Multinational Association for Supportive Care in Cancer (MASCC) Risk Index Score as a Criterion for Nonadmission in Febrile Neutropenic Patients with Solid Tumors. permj. July doi/tpp/

Carmona-Bayonas A, Jiménez-Fonseca P, Virizuela Echaburu J, et al. Prediction of Serious Complications in Patients With Seemingly Stable Febrile Neutropenia: Validation of the Clinical Index of Stable Febrile Neutropenia in a Prospective Cohort of Patients From the FINITE Study. JCO. ;33(5) doi/jco

Flowers CR, Seidenfeld J, Bow EJ, et al. Antimicrobial Prophylaxis and Outpatient Management of Fever and Neutropenia in Adults Treated for Malignancy: American Society of Clinical Oncology Clinical Practice Guideline. JCO. ;31(6) doi/jco

Rolston KVI. Challenges in the Treatment of Infections Caused by Gram-Positive and Gram-Negative Bacteria in Patients with Cancer and Neutropenia. Clinical Infectious Diseases. ;40(Supplement_4):SS doi/

Freifeld A, Bow E, Sepkowitz K, et al. Clinical practice guideline for the use of antimicrobial agents in neutropenic patients with cancer: update by the infectious diseases society of america. Clin Infect Dis. ;52(4):e

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir