Mağara alegorisi, Yunan filozof Platon’un devlet adlı eserinin yedinci kitabında Sokrates’in ağzından ortaya atılan antik çağ felsefesinin en önemli alegorilerinden biridir. Bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkalarına dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Gerçek formunu hiç görmemiş bu insanlar için tek gerçeklik bu gölgelerdir. Hapsolan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki dünya ile karşılaşır. Tamamen ışık ile yani gerçek ile tanışan bu kişinin gözleri neredeyse körlük yaşar. Zamanla şimdiye kadar gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçek olmadığını ve gerçeklerin birer karanlık yansıması olduğunu anlamaya başlar. Hayatın gerçeğini anlayan bu kişi mağaraya dönüp diğer insanlara gölgelerin sahte olduğunu ve asıl gerçeğin dışarıda olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak dışarıyı hiç görmeyen bu insanlar anlatılanı idrak edemezler ve kızgınlıkla karşı çıkarlar.
Postmodern insan mağaradan dışarıya çıkabilmiş insan diyebiliriz çünkü postmodern dönem insanı özgür, bireysel, sınırlandırmalar olmadan, kendi doğrularıyla kendi hayatını sadece kendi belirleyebilmek isteyen dolayısıyla sorgulayan ve şüpheci yaklaşan insandır. Postmodernizm yaşam standartlarını belirleyen genel kuralları yıktığından dolayı kültürden, doğal olarak öğrendiğimiz kuralları sorgular. Bu yüzden de ideolojiler toplumsal bağlamda bir kurmaca konumunda değerlendirilir. “Postmodernizme göre, insanlar bu kavramları kendileri inşa etmiştir.” (AŞKAROĞLU, , s. 10) İnsanların inşa ettiği bu düşüncelere sorgulamadan bağlı olan insanların özgürlüğü sınırlandırılmış bir özgürlük değil midir? Gözlerimiz belli bir açıyla belli bir uzaklığı görebiliyor, kulaklarımız belli bir frekans aralığını duyabiliyor. Bunun dışında toplum olarak yaşamanın da getirdiği sınırlar var; gelenekler, kurallar, yasalar, alışılmış ideolojiler…
Mağaradaki esirler bizler miyiz?
Bu benzetmede mağara, toplumu temsil eder. Zincir, bireyi sınırlandıran toplum kurallarıdır. Gölgeler, toplum tarafından benimsenmiş, sorgulanmamış doğrulardır. Zincirlenmiş esirler ise, toplumun parçası olan, farkındalığı gelişmemiş bireyi temsil eder. Bu esirler, mağara duvarında gördükleri gölgelerle yetinir, gerçeği hiç sorgulamaz, merak etmez. Mutlak gerçeği gördüğü gölgelerden ibaret sanır ve buna körü körüne inanır.
Platon’a göre filozof, zincirlerini kırıp gerçekleri görebilen ve mağaraya geri dönüp zincirlenmiş insanlara gördüklerini anlatan, onları inandırmaya çalışan insandır.
Fakat karanlığa alışan gözler, ışığa kolay kolay bakamaz. Acı duyar ve tekrar karanlığa dönmek ister. Gerçek ışığa alışması zaman alır, cesaret ve kararlılık ister.
Sürü psikolojisiyle hareket eden, gerçeği görmek yerine kendisine gösterilenlerle yetinen bireyler “Mağara Benzetmesi”nin yüzyıllardır devam eden parçasıdır.
Mağara aleegorsi dikkatinizi mi çekti? İşte sizin için mağara alegorisini deneyimlemenize izin verecek 5 film önerisi
“Rüyalar biz içindeyken gerçeklermiş gibi hissederiz. Ancak ve ancak uyanırsak aslında bir şeylerin garip olduğunu anlayabiliriz.”
Özgün İçerik
Yunan filozof Platon’un kullandığı birçok imge ve benzetmenin arasından muhtemelen en ünlüsü olan Mağara Alegorisi, filozofun idealar kuramı çerçevesinde anlattığı ideal devlet biçimini ve bu devletin ideal yöneticisi olan filozof kralı tanımladığı “Devlet” isimli yapıtının 7. kitabında yer alır.
Platon’un Mağarası’nın nasıl yorumlanması gerektiğinin ayrıntıları çok tartışılmışsa da genel anlamı açıktır. Mağara, “Değişim Âlemi”ni ya da “Görüntüler Dünyası”nı temsil eder.
Bu âlemde her şey kusurludur ve sürekli olarak değişir. Bu dünya, sıradan insanların duyumladığı, içinde yaşadığı dünyanın ta kendisidir. Bu dünyada, sıradan insanları simgeleyen zincire vurulmuş tutsaklar, sanı ve yanılsamalardan oluşan bir dünyanın baş aktörleridir. Mağaranın dışında bulunan dünya ise “Varlık Âlemi”ni ya da “İdealar Dünyası”nı temsil eder. İşte kusursuz, ebedî ve değişmez olan şeyler, bu idealar evreninde yer alır.
Platon’a göre bilinen şeyler sadece gerçek olmakla kalmayıp aynı zamanda kusursuz ve de değişmez olmalıdır. Ne var ki mağaranın içindeki dünyada bulunan hiçbir şey bu tanıma uymaz. Çünkü görünen dünyadaki hiçbir şey bir bilgi nesnesi ve gerçeklik olamaz. Bu nedenle Platon’un “idealar” diye tanımladığı kusursuz ve değişmez varlıkların yer aldığı başka bir evren daha söz konusu olmalıdır.
Buranın adı da “İdealar dünyası”dır. İdealar dünyasında, örneğin, bir Adalet İdeası vardır. Görünen evrendeki herhangi bir adil eylem, sadece idealar evrenindeki bu adalet ideasının bir kopyası ya da taklidi olarak var olabilir.
Platonun Mağara Alegorisi
Mağara alegorisinde, idealar arasında hiyerarşik bir yapı mevcuttur. Bu yapının en üstünde, İyilik İdeası ve onun temsilcisi olan Güneş vardır.
Platon dünyanın gerçekte nasıl olduğunu yalnızca filozofların anladığını düşünür. Çünkü filozof duyularına dayanarak değil de düşünmeyle gerçekliğin doğasını keşfederler. Bu fikri anlatmak için Platon bir mağarayı betimler.
Bu hayali mağarada, yüzleri duvara dönük, zincirlerle bağlı insanlar vardır. Önlerinde, gerçek şeyler olduğuna inandıkları titreşen gölgeleri görebilirler. Gördükleri gerçek değil, arkalarında yanan bir ateşin önünde duran nesnelerin meydana getirdiği gölgelerdir.
Bu insanlar tüm yaşamlarını, duvara yansıyan gölgelerin gerçek dünya olduğunu düşünerek geçirirler. Sonrasında içlerinden biri zincirlerini kırar ve ateşe doğru döner. Gözleri ilkin bulanıktır, ama sonra nerede olduğunu görmeye başlar. Mağaradan sendeleyerek çıkar ve nihayet Güneş’e bakabilir.
Mağaraya geri döndüğünde, dışarıdaki dünya hakkında söylediklerine kimse inanmaz. Zincirlerini kıran kişi bir filozof gibidir. Görünüşlerin ötesini görür. Sıradan bir insan gerçeklik hakkında az bir fikre sahiptir, çünkü onu derinlemesine düşünmektense, hemen önünde duran şeye bakmaktan hoşnuttur. Ne var ki görünüşler aldatıcıdır. Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.
Mağara alegorisini medyaya uyarlamak da mümkündür.
Ömrünüz boyunca, ellerinizden ve ayaklarınızdan zincire vurulmuş bir hâlde, karşınızda, birkaç metre ötenizde bir duvar olacak biçimde, karanlık bir mağaraya hapsedildiğinizi düşünün.
Öyle bağlanmışsınız ki başınızı kıpırdatmanız bile imkânsız. Bu nedenle yalnızca tam karşınızda bulunan duvara bakabiliyorsunuz. Arkanızda ise cayır cayır yanan bir ateş var. Sizinle ateşin arasında da sizi tutsak edip bağlayanların gündelik yaşamlarını geçirirken kullandıkları bir yol var.
Sizin ve mağaradaki öteki tutsakların gördüğünüz ve düşünebildiğiniz, üzerine söz söyleyebildiğiniz tek şey, ateş ile sizin aranızdan geçenlerin duvara yansıyan gölgelerinden ibaret
Şimdi zincirlerden kurtulduğunuzu ve mağarada serbestçe dolaşabildiğinizi hayal edin. Sonra yavaş yavaş mağaranın içindeki durumu açıkça görmeye ve eskiden salt gerçeklikler olarak algıladığınız gölgelerin gerçek kaynağını anlamaya başlarsınız. En sonunda mağaradan ayrılıp güneşin aydınlattığı dış dünyaya çıkarsınız ve pırıl pırıl bir dünyada, var olan bütün gerçekliği, bütün çıplaklığıyla görürsünüz.
Platonun Mağara Benzetmesi
Bir mağara düşünün. Mahkûmlar, yüzleri mağaranın arka duvarına dönük zincirlenmişlerdir. Bütün ömürleri boyunca orada tutulmuşlar ve başları, duvar dışında hiçbir şey göremeyecek şekilde sabitlenmiştir. Arkalarında bir ateş yanmakta ve sırtlarıyla ateş arasında bir yol vardır. Bu yolda yürüyen insanların gölgeleri mağaranın duvarına vurur; gelip geçenlerden bazıları ellerinde hayvan modelleri taşırlar ve onların da gölgesi duvara yansır. Mağaranın içindeki mahkûmlar her zaman yalnızca gölgeleri görürler. Daha iyisini bilmedikleri için, gölgelerin gerçek şeyler olduklarına inanırlar, ama aslında gerçek insanları hiç görmezler.
Sonra bir gün mahkûmlardan birinin zincirleri çözülür ve ateşe doğru bakmasına izin verilir. İlk önce alevlerden gözleri kamaşır; ama giderek etrafındaki dünyanın farkına varır. Sonra mağaradan çıkarılıp gün ışığına getirilir; yine gözleri kamaşır.
Yavaş yavaş önceki yaşamının yoksulluğunu kavramaya başlar: Bütün zenginliğiyle dünya arkasında parıldarken, o her zaman gölgeler dünyasıyla yetinmiştir. Şimdi gözleri gün ışığına alışınca, mahkûm arkadaşlarının neyi kaçırdıklarını görür ve onlara üzülür. Sonunda ışığa o kadar alışır ki doğrudan güneşe bile bakabilir.
Ardından mağaradaki yerine geri götürülür. Gözleri artık bu gölgeli var oluşa alışık değildir. Mahkûm arkadaşlarının gölgeler arasında kolayca yaptığı ayrımları o artık yapamaz. Arkadaşlarının bakış açısına göre, mağaranın dışına yaptığı yolculuk onun görme duyusunu mahvetmiştir. O gerçek dünyayı görmüştür; diğerleri yüzeysel görünüşler dünyasından memnun kalırlar ve dışarı çıkma olanakları olsaydı da mağaradan ayrılmazlardı.
Platon’un Formlar teorisinin, gerçekliğin doğasına ilişkin anlatımının unutulmaz bir imgesini verir. Ona göre insanoğlunun çoğunluğu mağaradaki mahkûmlar gibi salt görünüş dünyasından memnundur. Yalnızca filozoflar mağaranın dışına çıkıp şeyleri gerçekten oldukları şekliyle deneyimlemeyi öğrenir ve yalnızca onlar sahici bilgiye sahip olabilir.
Gündelik algı dünyası durmadan değişmektedir ve kusurludur. Ama filozofların ulaştığı Formlar dünyası değişmez ve kusursuzdur. Beş duyuyla algılanamaz; bir kimse, ancak düşünce aracılığıyla Formları deneyimleyebilir.
Platonun Mağara Alegorisi
Platon’un bilgi ve varlık öğretisi, felsefe tarihinin en meşhur benzetmelerinden biri olan Mağara Alegorisi’nde kalıcı ve manidar bir temsilini bulmuştur. “Devlet”in yedinci kitabında geçen bu mitosta, yer altında bulunan bir mağaradan söz edilmektedir. Bu mağarada insanlar başlarını sağa sola ya da geriye oynatamayacak şekilde zincirlenmiştir ve önlerindeki mağara duvarlarından başka bir yeri görememektedir.
Arkalarında yanmakta olan bir ateş, ateşin önünden ise ellerinde insan, hayvan vb. biçimli cisimler taşıyan insanlar geçmektedir. Mağaradakiler, sadece duvara yansıyanları görmekte oldukları için, tüm gerçekliği, duvara yansıyan gölgelerden ibaret sanırlar. Oysa zincirleri bir kez çözüldüğünde önce arkalarındaki ateşi, sonra da mağaranın dışındaki pırıl pırıl güneşi görecek ve gerçekliğin kendisiyle temas kurmuş olacaklardır.
Benzetmede, mağaradaki gölgeler görünür nesneleri, Güneş ise ideaları, en başta da İyi ideasını temsil eder. Platon, bu benzetmeyle insanları zincirlerinden kurtulmaya, görünür evrenin ötesinde olan ve ancak yöntemli bir akıl yürütmeyle yani diyalektik yöntemle erişilebilecek olan idealara yönelmeye çağırmaktadır. Çünkü görünür evren, tıpkı mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve ölümlü bir kopyasından, gölgesinden başka bir şey değildir.
Platon’un Mağarası’nın nasıl yorumlanması gerektiğinin ayrıntıları çok tartışılmışsa da genel anlamı açıktır. Mağara Alegorisi, “Değişim Âlemi”ni ya da “Görüntüler Dünyası”nı temsil eder.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
Tweetle
Platonun Devlet isimli kitabındaki yazıları arasında en önemli olanı Mağara Alegorisi olarak bilinen bölümdür. Platon bu bölümde insanlık durumu ile ilgili düşüncelerini ve bunların gerçeklikle olan ilişkisini bir bütün halinde sembolik olarak anlatır.
Güneş ışığının bahsi geçen mağaranın içine sızmasına engel olacak uzunlukta bir geçit ile dış dünya ile bağlantı kuran dev bir mağara hayal edin. Bu mağaranın içerisinde sadece kol ve bacaklarından değil kendilerini dahi göremeyecek bir şekilde boyunlarından duvara başlanmış olan bir dizi esir hayal edin. Bu esirler arkaları mağaranın içine dönük olarak karşıda bulunan duvara bakmaktadırlar. Görebildikleri duvardan ibarettir ve bütün hayatlarını bu durumda olduğunu düşünsünler. Arkalarında yanan parlak bir ateşi bir duvardan dolayı bilemesinler, bu duvarın öteki yanında yani mağaranın girişinde bir şeyler taşıyan insanlar olsun. Bu insanların gölgeleri ateş yardımı ile mahkumların bulundukları duvara düşer ve sesler de aynı şekilde duvardan yansıyıp mahkumların kulağına gelir. Platon mahkumların bu noktada algılayabildikleri bütün varlıkların bu gölge ve yankılardan ibaret olduğunu söylemektedir. Mahkumlar bu durumda var olan bütün gerçekliği gölge ve yankılarda arayacaklardır. Aralarında geçen bütün konuşmalar bu gerçeklikten öteye gidemeyecektir.
Eğer mahkumlardan bir tanesi iplerini çözerek kurtulabilirse kafası allak bullak olacak ve çok uzağa gidemeden gölgelerin bulunduğu o gerçekliğe yani anladığı ve bildiği dünyasına geri dönecektir. Çünkü eğer mağaradan çıkarak aydınlığa ulaşır ise sersemleyecek ya da kör olacaktır. Nesneleri görmesi ya da anlaması uzun bir süreç gerektirecektir. Ama sonrasında bu dünyaya yaşamaya alışırsa mağaraya döndüğünde karanlıktan dolayı geçici körlük yaşayacaktır. Yaşadıklarını diğer mahkumlara anlatmaya çalışırsa dilleri gölge ve yankılar üzerine kurulan bu insanlara anlaşılmaz bir gerçeklik gibi gelecektir.
Bu alegoriyi anlamanın en güzel yolu insanları bedenlerine hapsolmuş, kendi benliğinin bilincine varamayan varlıklar olarak algılamaktan geçer. Yaşantıladığımız şeyler gerçeklik değil, kafamızda tasarlanan şeylerdir.
Daha bilimsel bir açıdan bakılırsa;
Mağara 3 boyutlu olan bir dünyayı, zincir ya da ipler ise 5 duyuyu simgeliyor diyebiliriz. Gölgeler ise bu 5 duyu organı ile algılanan sınırlı gerçekliği temsil etmektedir. 5 duyu insanları evrende sınırlıyor. Duyulan frekans aralığı, görülen renk çeşitleri bunların en basit örnekleridir. Platonun bu alegorisini farklı bir biçimde yorumlamak için Matrix filmi ile bağdaştırabiliriz. Matrix filminde de insanlar kendi gerçekliklerini ya da algı düzeylerini yaşamaktadırlar. Hatta gerçeği bilmesine rağmen geri dönmek isteyen bir karakter bile vardır.
Kaynakça:
İndigo Dergisi
Yazar: Taner Tunç