Osmanlıların geri kalmasını, çokları matbaanın geç gelmesine; bunu da bağnazlığa bağlar. Halbuki Osmanlı ülkesinde ilk matbaa Avrupa ile beraberdir. Ama rağbet görmemiştir. Neden mi?
Osmanlılar matbaayı evvelden beri biliyordu. Nitekim Evliya Çelebi, Viyana’da gördüğü “basmahane”den bildik bir şey gibi bahseder. Arab harfleri ile ilk kitap ’de İtalya’nın Fano kasabasında basıldı. Venedik, Roma ve Viyana’da da Arapça ve Farsça kitaplar basılırdı. Bunlar daha çok tüccar ve misyonerlerin işine yarayacak cinstendi. XV. asırda İstanbul’da “basmahane” adıyla matbaalar vardı. Fakat bunları Rum, Ermeni ve Yahudiler işletir; kendi dillerinde kitaplar basardı. ’te Selânik’te Yahudi matbaası vardı. Ermeniler, İtalya’da matbaacılık öğrenip, ’de İstanbul’da matbaa açtı. Sonra ’de ilk Rum matbaası kuruldu; ilk bastığı eser de, Yahudiler aleyhine bir risaleydi. Sultan III. Murad’ın, Avrupa’da basılan Arapça, Farsça ve Türkçe kitapların, Osmanlı ülkesinde serbestçe satılmasına izin veren tarihli bir fermanı vardır.
Osmanlıca matbaa klişeleri
Gavur icadı mı?
Türkler matbaada basılmış kitaba rağbet etmez; el yazısını yeğlerdi. Basma kitaplarda, el yazısı kitaplardaki sanat ve zarafetten eser yoktu. Estetiğe düşkün Osmanlı münevverleri, zarif el yazısıyla yazılmış, mürekkebi parlayan, kenarı tezhib edilmiş, cildine özenilmiş kitaplardan zevk alırdı. Kitap okumak yalnız bir ihtiyaç değil, bir keyifti. Zaten bol mikdarda ve gayet seri şekilde kitap çoğaltan hayli hattat vardı. Bunlar işsiz kalabilirdi. Üstelik kitaba düşkün belli bir zümre idi. Bugün de öyledir.
Müslümanlara ait ilk matbaa, Osmanlı sanayi inkılâbının başladığı Lale Devri’nde ’de İbrahim Müteferrika tarafından açıldı. New York’taki matbaa ile arasında 36 sene vardır. Paris elçiliğinden dönen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin yanında kâtib olarak götürdüğü oğlu Said Efendi, Paris’teki matbaaya hayran olmuştu. Dönüşte bunun benzerini kurmak üzere Macar muhtedisi İbrahim Ağa’yı seçti. İbrahim Ağa, sadrazama Teshilü’t-Tıbaa adlı bir layiha vererek, Endülüs ve sair facialarda nice İslâm eserinin zâyi olduğunu; büyük kitapları hatasız kopya edecek hattat kalmadığını beyan etti ve matbaanın faydalarını anlattı: Mühim kitapların teksiri herkes için faydalıdır. Kitapların ve içindeki bilgilerin yayılmasına sebep olur. Yazıları okunaklıdır, sudan tesir görmez. Basmacılık kârlı bir sanattır. Bir cild yazana kadar, binlerce kitap elde edilir ve kitap ucuzlar. Kitabın başına ve sonuna fihrist konup aranan şeyin kolayca bulunması mümkün olur. Taşralarda da kitaba ulamak mümkün olur. Kütüphaneler kurularak, medreselere destek temin edilir; böylece ilim tahsil edenlerin sayısı artar. İslâmiyetin yayılmasına hizmet eder. Avrupalıların, kıymetini anlayıp bastırdığı Arapça ve Farsça kitaplar hatalarla doludur, bu engellenmiş olur. Matbaa, devletin şerefini arttırır.
Said Efendi
Zamanın şeyhülislâmı Yenişehirli Abdullah Rumî Efendi’ye “Basma sanatında maharet iddia eden Zeyd, lügat, mantık, hikmet, heyet (astronomi) ve bunların emsâli âlet ilimlerine dair telif olunan kitaplarının harf ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, kâğıtların üzerine basarak, bunların benzerlerini elde ederim dese, Zeyd’in böyle kitap basmasına şer’en izin verilir mi?” diye soruldu. Şeyhülislâm şöyle fetvâ verdi: “Kitap basma san’atını iyi bilen kimseler, bir kitabın harf ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtlara basmakla, bu kitaptan az zamanda kolayca, çok sayıda elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Faydalı bir iş olduğundan, şeriat bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapta yazılı ilmi bilen birkaç kişi, önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa, güzel bir iş olur”. Öteden beri bizde söylenen “Avrupa’da matbaa bulunup, kitaplar basılırken, bizdeki din adamları matbaa günâhtır, gâvur icadıdır diyerek engellediler. Yıllarca geri kalmamıza sebep oldular” sloganının gerçeği budur.
Hokka-kalem tabutta
Sadrazam projeyi beğendi. Temmuz ’de Sultan III. Ahmed’den din dışı kitapların basılmasına müsaade eden bir ferman aldı. Sait Efendi ile İbrahim Müteferrika bir müdârebe (emek-sermaye) şirketi kurup, ilk matbaayı İbrahim Ağa’nın Selimiye semtinde Harem iskelesindeki konağında açtılar. Dört tane de ilim sahibi musahhihleri vardı. Aralık ’de basılan ilk kitap Vankulu adlı 2 cild Arapça-Türkçe lügat kitabıdır. Cevherî’nin Sıhâhu’l-Cevherî kitabının Medine Kâdısı Mehmed Efendi tarafından yapılmış bir tercümesidir. 1. Cild , 2. Cild büyük sayfadır. 18 puntoluk harflerle nüsha basılmıştır. Yalnızca ilk matbaacı değil, aynı zamanda ilk yayıncı olan İbrahim Ağa, matbaanın kuruluşundan vefatına kadar () bastığı eserlerin hepsi iki harita ve 21 cild kitaptır. O zamanki toplam fiyatı kuruş olan bu kitaplar, İstanbul Üniversitesi Umumi Kütüphanesi’ndedir. Matbaanın birkaç klişesi ise Maarif Matbaası’ndadır.
Müteferrika matbaasında basılan ilk kitap: Vankulu Lügati
Hattatların hokka-kalemlerini bir tabuta koyup Bâbıâli’ye protesto yürüyüşü yaptığı; bu sebeple dinî kitapların yazılma işinin yine hattatlara tahsis edildiği anlatılır. O yıllarda İstanbul’da bulunan Baron dö Tott, matbaanın alâkasızlıktan kapandığını söyler. Bu rivayete dört elle sarılan oryantalistler de Osmanlılara veryansın eder. Halbuki harb sebebiyle bir müddet kapalı kalmış; sonra ilk fırsatta tekrar faaliyete geçmiştir.
Said Efendi, birkaç sene sonra sadrazam olup, meşguliyeti artınca, matbaayı ortağına bıraktı. Basmacı İbrahim Ağa ’de vefat ettikten sonra, matbaayı, bir din adamı olan, damadı ve kalfası Kadı İbrahim Efendi idare etti. Rus harbini müteakip ’te tarihçi Râşid ve Vâsıf efendiler, Fransız sefaretinin yüksek bir fiyatla almak istediğini duyunca, ecnebi ele geçmesin diye matbaayı satın aldılar. Fransızca kitap bile bastılar. Giderek köhneleşen ve harfleri kullanılmaz hâle gelen Müteferrika Matbaası, ’de faaliyetini tatil etti. Bunun üzerine devlet, Mühendishane, Üsküdar (Dârüttıbaa) ve Takvimhane-i Âmire adında üç matbaa kurdu. Bunlar sonra Devlet (Maarif) Matbaası’na dönüştü.
Sultan III. Selim devrinde dinî kitapların basılmasına da izin verildi. İlk olarak senesinde Risale-i Birgivi basıldı. Mushaf basılmasına ise Sultan Abdülaziz zamanınd ’te resmen müsaade edildi.
İbrahim Müteferrika ()
Macaristan’da Koloşvarlıdır. Kalvenist papaz mektebinde okurken, ’da esir edildi. 18 yaşında İstanbul’da köle pazarında satıldı. Müslüman olup hürriyetini kazandı. Yazdığı Risâle-i İslâmiyye adında Müslümanlığın üstünlüklerini anlatan kitabını Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya takdim ederek takdirini kazandı. Padişahın hususi hizmetine bakan müteferrikalardan biri oldu. Diplomatik tercümanlık yaptı. Çok zeki, bilgili ve müteşebbis bir şahsiyetti. Kabri Okmeydanı’nda iken, cumhuriyet devrinde Tünel başındaki Mevlevihane’ye nakledilmiştir.
İbrahim Müteferrika, Osmanlılar döneminde esir olarak İstanbula getirildi. Burada Müslüman oldu ve müteferrikalık yaptı. Müteferrika, sarayda padişah veya vezirlerin işlerine bakan görevlidir. Başka diller de bilmesinden dolayı yabancı devletlerle iletişim kuran heyetlerde bulundu. İbrahim Müteferrika, Macaristandaki öğrenimi sırasında basım ve hak işlerini de öğrendiğinden matbaa kurmak istedi ve yılları arasında matbaayı kurmayı başardı. yılında ilk kez Marmara Denizi haritasını basmayı başardı. Böylece Türk Matbaa tarihine ismini yazdırdı.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
İnsanoğlunun okuma ve yazma ihtiyacı insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlu duygu, düşünce ve yaşantılarını dile getirmek için kalıcı şekiller araştırmış, basit resimlerden, sembolik biçimlere ve sonuçta harf dizilerine ve yazı sistemlerine ulaşmıştır. İnsanoğlunun yazıyı bulmasıyla birlikte bilgiyi çoğaltma, yayma ve saklama ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Eskiden, taş, metal ve tahta malzemeler oyularak kalıplar elde edilir ve bunların yardımı ile resimler yapılırdı. Uzun yıllardır bilim çevrelerinde matbaanın kimler tarafından bulunduğu önemli bir tartışma konusudur. Birçok araştırmacı, matbaanın Çinliler tarafından bulunduğu fikrini savunmaktadır. Bu konudaki en önemli görüşlerden birini savunan T. Bossert’e göre; basım sanatının bir toplumda icat edilip geliştirebilmesi için üç önemli şartın olması gerekmektedir.
Matbaa denilince akla ilk gelenlerden biri olan İbrahim Müteferrika, yılında Macaristanın Kaloşvar şehrinde doğdu. Yaşam öyküsünü yazmaya çalışan Macar rahibi Imre Karaçun’a göre, ’larda Koloszvar’ı ele geçirmeye çalışan Holosburglara karşı Orta Macar Kralı Thököly İmre’nin ayaklanması sırasında Türklere esir düşmüş, İstanbul’da esir pazarında satılmış, zor altında Müslüman olmuş, İbrahim adını almış, Türkçeyi, İslamiyet bilimlerini çabucak öğrenip yükselmiştir. Başka diller de bilmesinden dolayı yabancı devletlerle iletişim kuran heyetlerde bulunmuştur. Geçici bir süre için Türkiyeye davet edilmiş olan Macar Beyi Ferenc Rakoczinin hizmetine verildi. Macaristandaki öğrenimi sırasında basım ve hak işlerini de öğrendiğinden matbaa kurmak istedi.
yüzyıl başlarında, Avrupa Rönesansı, Osmanlı Türkiyesini etkilemeye başladı. Bu etkileşim neticesinde, toplumun düşünce yapısında ve yaşam biçiminde değişimler oldu. Tarihte III. Selim ile başlayan bu döneme Lâle Devri() denir. Bu etkileşimden Türk yayımcılığı da payını aldı ve ’da ilk Türk matbaası kuruldu. Bu sayede basım ve çoğaltma imkanları arttırılarak dil ve coğrafya konularındaki ilk kitapların yayımı gerçekleştirildi. İbrahim Müteferrika, ilk matbaayı kurduktan sonra çıkarmış olduğu kitapların sayfa tasarımlarını ve iç resimlerini hep kendisi yaptı.
Kont Marsigli, yılında İstanbul’da hattatın bulunduğunu söylemektedir. Bunlara bağlı olarak sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve benzeri esnaflar resmi matbaanın gecikmesinde önemli rol oynamıştır. İstanbul’da İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kurulmadan önce çeşitli azınlıkların matbaaları faaliyet gösteriyordu. İspanya’dan göç eden David ve Samuel Nahmias tarafından ilk Yahudi matbaası İstanbul’da kuruldu. Osmanlı Devleti zamanında kurulan diğer bir matbaa ise de Selanikte Museviler tarafından açılmıştır.
Aynı yıllarda İstanbulda azınlık matbaaları kurulmaya başlandı. Öncelikle; te olmak üzere , , yıllarında Yahudiler tarafından ilk matbaalar kuruldu. Bu tarihten sonra İstanbulda; , , , , , , , , , , , , , Selanikte; de, Halebde da, Edirnede de yeni matbaalar kurulduysa da uzun süre çalışanı olmadı. Daha sonraki yıllarda da Anadoluda yaşayan azınlıkların matbaaları kuruldu ve buralarda Türkçe, Farsça ve Arapça kitaplar bastırıldı. Kurulan azınlık matbaalarında II. Beyazıt zamanında 19, Yavuz Selim zamanında da 33 kitap basılmıştır. Bu kitapların üzerinde, II. Bayezidin himayelerinde basılmıştır. ibaresi yer almaktadır. III. Murat, Arap harfleriyle basılan Usulül-Oklidis (Geometriye Dair) kitabının serbestçe satılması için bir fermanla izin vermiş, IV. Murat zamanında ise İstanbulda bir matbaa kurulması için izin verilmiştir. Bazı kaynaklar ilk resmi matbaa teşebbüslerinin IV. Mehmet zamanında başladığını vurgulamaktadır.
’de Osmanlı’ya katılan İbrahim Müteferrika, Latince, Macarca, Arapça ve Farsça bilmesinden dolayı adeta devletin gören gözü ve duyan kulağı olmuştur. Hem III. Ahmet hem de I. Mahmut döneminde hemen her konuda kendisinden yararlanılmıştır. Resmi görevleri arasında diplomatlık, mihmandarlık, çevirmenlik, müteferrikalık ve hâcegânlık vardır. Ancak İbrahim Müteferrika daha çok bir tarihçi, bilim adamı, yazar ve matbaacıdır. Zaten Türkçe öğrenip İslamiyet’i benimsedikten sonra, kısa bir süre içerisinde Bab-ı Âli’de yükselmeye başlaması ve müteferrikalık yani padişahın özel hizmetine bakan kimse durumuna gelmesi de bu nitelikleri sonucudur.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yılında Parise elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi yanında oğlu Mehmed Sait Efendiyi de götürmüştü. Yirmisekiz Mehmet Çelebi, sefaretnamesinde Fransaya yönelik çok önemli bilgileri verirken, oğlu da boş durmamış ve birçok yeniliğin Osmanlı İmparatorluğuna taşınmasını sağlamıştır. Mehmet Sait Efendi, Pariste iken bir matbaayı da ziyaret etmiş ve İstanbula dönüşünde bu konuda çalışmaya da karar vermişti. İbrahim Müteferrika, İstanbul dönüşü Mehmet Sait Efendi ile tanıştıktan sonra beraberce bir matbaa kurmak için çalışmalara başladılar. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa onların düşüncelerini destekledi. Matbaanın açılmasına ancak dini olmayan eserler basmak şartı ile izin verildi ve Şeyhülislâm Abdullah Efendiden dinle ilgili olmayan eserlerin basılabileceği yönünde bir fetva, III. Ahmetten de uygunluk fermanı aldılar.
Babingere göre İbrahim Müteferrika devrine gelmeden çok önce, Osmanlıda kitap basımı başlamıştı. yılında David Nahmias İstanbuldaki matbaasında Dört Emir adlı bir eser basabilmiştir. Yine de patrik Lukaris, alet ve malzemelerini İngilteredan getirttiği bir matbaa kurmuş ve ayrıca Akbar Tıbir adlı bir Ermeni yılında Venedikten getirdiği hurufatı kullanarak Basit Ermeni Alfabesi adlı kitabı yayımlamıştır. Bu noktada yazar, önemli bir soruyu açmaya girişmekte ve matbaanın tam anlamıyla kabul edilmesi sürecinde yaşanan gecikmenin nedenleri üstünde durmaktadır. Özellikle devletin esnaf tabakasını oluşturan loncaların, ekmeklerinden olma korkusuyla, matbaanın kendi ülkelerine gelmesini önlemek için ellerinden geleni yaptıklarını Babinger, Evliya Çelebiye dayanarak aktarmaktadır.
Burada aktarılan bir diğer tarihi kaynak da ünlü İtalyan şarkiyatçı G. Donadoya aittir. Türk edebiyatı üstüne de kaleme aldığı çalışmasında Donado, İbrahim Müteferrika tarafından kurulan matbaanın geç kabullenilmesi veya yasaklanması ile ilgili olarak şunları söyler: Türk yazıcıları, bir daha yazı yazamama ve bu durumda geçimlerini meslekleri ile sağlayamama tehdidi ile karşılaştıkları için, ayrıca açıkça söylenmese de bir başka nedenden, Bir Hıristiyan icadı olması ve Türklerin matbaa makinesi ile basılmış kitapların bir küfür olmalarına inanmaları nedeniyle. Vurgulanan bir diğer nitelik, matbaanın Osmanlıya getirilmesi için Avrupalıların yoğun ve özel çabaları olduğudur. Babinger, metninin ilk sayfalarında bu noktayla ilgili bir kaynak ve bilgi demeti sunmaktadır. Sonuç olarak yazarın da ifade ettiği gibi, Osmanlıda Gutenbergin icadına karşı çıkarılan engel, yüzyılın ikinci çeyreğinde tamamen ortadan kalkmıştır. Bunu başaran isim İbrahim Müteferrikadır.
16 Aralık tarihinde Darüt-Tıbâatil Amire adlı ilk matbaanın kurulmasına başlanıldı. Makina ve Latin alfabesi kalıpları yurtdışından getirtildi. Arap alfabesi kalıplarının kaynağı ise açık değildir ve İbrahim Müteferrika tarafından yapıldığına dair bulgular vardır. Yalovada bir kâğıt fabrikası (Kağıthane-i Yalakabad) kuruldu. da İbrahim Müteferrika matbaasında ilk basılan kitap Vankulu Lügatı oldu. Ardından tarih ve coğrafyayla ilgili ve sözlük olan 16 eser daha yayımladı ve bastığı toplam eser sayısı 17yi, cilt sayısı ise 22yi buldu.
İbrahim Müteferrika kurduğu matbaasında ömrü boyunca toplam 17 ayrı kitap basmıştır. İbrahim Müteferrika tarafından basılan kitaplar;
Tarihte ilk olarak Uzak Doğuda kullanılan matbaacılık teknikleri daha sonra tüm dünyaya yayılmıştır. ’de Johannes Gutenberg’in matbaa devrimini başlatmasıyla günümüzdeki seri üretim anlayışı mümkün kılınmış ve matbaacılık gelişerek günümüzdeki son halini almıştır.
Matbaa ilk olarak uzak doğuda kullanılmaya başlanmıştır ve M.S yılında Çin’de ilk matbaa makinesi icat edilmiştir. İlk matbaa teknikleri ve işçilikleri oldukça ilkel olmuştur. İlk basılan eserin İmparatoriçe Shotoko’nun Budizm’in Kutsal Metinlerini Sanskrit dilinde Çin alfabesiyle bastırdığı rivayet edilir. Pi Sheng adındaki bir Çinli’nin porselenden harfler kullanıp bunları teker, teker dökerek baskı yapmayı denediği tarih notlarında yer almaktadır. Daha sonra Uygurlara geçiş yapan matbaacılık, aslında çok eski geçmişi olan bir baskı tekniğidir. Araştırmacıların Tu-Hang mağarasında buldukları bir takım tarih kalıntıları bunu destekler niteliktedir. 5. yüzyıla baktığımızda baskı yönteminin ilk olarak kumaşlara yapıldığı görülmektedir. Matbaaya benzer bir teknikle Mısır’da ağaçtan oyma kalıplarla kumaşa baskı yapılırmış. Zamanla aynı sistemle Arapça metinler de kağıtlara basılmıştır.
Avrupa Matbaacılık tekniklerini, Hollanda’da en üst seviyeye taşımıştır. ve yüzyıllar matbaanın parladığı ve ilerlediği dönemlerden biri olmuştur. yüzyılda Hollanda baskı tekniği olarak, “hattat” ve “hakkak” tekniklerini kullanmıştır. Hattatlar, yazı yazar; hakkaklar ise bu yazıları tahtalara geçirirlermiş ve bu baskıda genellikle tahta kapılar kullanılırmış. yılında Johonnes Gutenberg hareketli parçalarla yazı baskısı yapabilen bir matbaa makinası icat etmiştir. Johannes Gutenberg, zamanın kredi vereni Johann Fust’dan aldığı krediyle, basımevi kurmuş ve matbaa devrimini başlatmıştır. İlk olarak İncil’in basımı yapılmış ve gayet uygun fiyatlarla satışına başlanmıştır. Kısa süre çok fazla talep gören bu yeni matbaa tekniği, tüm Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştır. Bu teknik “tipo” olarak isimlendirilmiş ve ekonomik anlamda büyük kazançlar getirmiştir. Johannes Gutenberg dünyada modern matbaacılığın babası kabul edilir.
Osmanlı Devleti matbaayı Islahat Hareketleri ile birlikte Avrupa’dan ilham alan İbrahim Müteferrika ile kullanmaya başlamış ve yeni matbaalar kurmuştur. İlk basılan eserler Kitab-i Lügat-i, Vankulu ve Arba’ah Turim olmuştur. Padişahlar ilk başlarda çok az kitap basımına izin vermişlerdir. II. Bayezid döneminde 19, Yavuz Sultan Selim dönemindeyse 33 kitap basılmış ve kitapların üzerine padişahların isimleri yazılmıştır. da Abdurrahman Efendi mühendishane matbaasını kurmuştur. ’lü yıllarda Üsküdar matbaası ve Takvimhane-i Amire matbaaları açılmıştır.
1) Ofset baskı
2) Tipo baskı
3) Tifdruk baskı
4) Serigrafi
5) Anagram baskı
6) Hologram baskı
7) Tampon baskı
Baskı öncesi: Önce tasarım yapılır. Ardından fotoğraf ve yazılar bilgisayara aktarılır. Aktarılan görseller mizanpaj yazılımıyla uygun hale getirilir. Film çıkışları hazırlanır. Filmden sonra prova alınır, Analog provalar denilen denemenin yanında dijital provalarda bulunmaktadır. Bu süreçte oluşturulan metinler ve dijital veriler baskıya hazırlanmış olur.
Baskı: Film çıkışları alüminyum plakların üzerine aktarılır. Aslında bu işlem kalıp çekme olarak adlandırılır. Film kullanılarak pozlandırma ve banyo işlemleri yapılarak baskı evresi sonlandırılır.
Baskı sonrası: Baskı sürecinin son aşamasında, baskı sonrası selefon, lak gibi malzemelerin yüzeylerine kaplama uygulanır.
Biyografiler
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
izmir escort
antalya escort
izmir escort
antalya escort
izmir escort
bursa escort
porno izle
brazzers porno
istanbul escort
instagram ucuz takipçi
instagram takipci kasma
takipçi satın al
escort istanbul
escort bayan
instagram takipçi satın alma
takipçi satın al ucuz
instagram takipçi satın al
takipçi satın alma
porno
porno
smm panel
takipçi instagram
escort istanbul
escort istanbul
smm panel
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
escort
izmir escort
porno video
porno izle
bornova escort
istanbul escort
seafoodplus.info internet sitesinde bulunan bütün içerikler Tarihi Olaylar editörleri tarafından hazırlanmaktadır. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright - Tüm Hakları Saklıdır.
AnasayfaKünyeİletişim
Matbaa-i Amire, Osmanlı Devleti'nde yılında kurulan devlet matbaasıdır. İlk kuruluş amacı, resmi işlemlerde kullanılmak üzere belgelerin basımıydı. Ancak zamanla çalışmaları genişletilerek, kitap, gazete, dergi basımı gibi yayın faaliyetlerine de başlandı. Matbaa-i Amire, Osmanlı Devleti'nin ilk modern matbaası olarak önemli bir yere sahiptir.
Matbaa-i Amire, kurulduğu dönemde şimdiye kadar yapılan matbaalardan farklı bir teknolojiye sahipti. İlk olarak yılında çalışmalarına başlayan matbaa, İstanbul Beyazıt Meydanı'nda yer alıyordu. Matbaa-i Amire, o dönem için oldukça modern bir teknolojiye sahip olarak, ileri düzey baskı makineleri ve ekipmanları kullanıyordu. Bu sayede, kaliteli ve mükemmel çıktılar üretmek mümkün oluyordu. Bu da matbaanın hızla büyümesinde ve itibar kazanmasında etkili oldu.
Matbaa-i Amire, Osmanlı Devleti'nin son yıllarında da faaliyetlerine devam etti. Ancak Cumhuriyet döneminde matbaa, modern teknolojinin getirdiği yeniliklere ayak uyduramadığı için yeni matbaalar kuruldu ve Matbaa-i Amire'nin önemi giderek azaldı. Bugün matbaa sayısı oldukça fazla olan Türkiye'de, Matbaa-i Amire'nin yeri ayrıdır ve tarihi önemini korumaktadır.