fryma Adresi ..<a«4İI JLi- "Gazaba uğratılmışların ve sapmışların
yolunu değil!" Âyetteki el-mağdûb kelimesi "gazaba uğratılmış
olmak", ed-dâllîn sözcüğü ise "şaşkınlıkta ve sapıklıkta kalanlar"
demektir.
a) Nisâ' 4/69'da sayılan dört grup, hakkı, istikameti ve doğruyu temsil
etmektedir; geride kalan "gazaba uğratılmışlar ve sapıklıkta kalanlar" ise
1/5. FÂTİHA SÛRESİ 75
SÛRENİN MEÂLİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
Yaratıp düzene koyan, takdir edip takdire uygun imkânlar su
nan, (topraktan) otlak çıkaran, sonra da onu kapkara kuru ota çeviren Yüce
Rabbinin adım teşbih et. Sana (Kur'ân'ı) Biz okutacağız; Allah'ın dile
diği hariç, unutmayacaksın. Şüphesiz ki Allah, açığı ve gizleneni bilir. 8.
(Böylece) seni en kolaya muvaffak kılacağız. 9 .0 halde, öğüt fayda vereceği
için öğüt ver. (Allah'tan) korkan kişi öğütten yararlanacak; en büyük
ateşe girecek olan en azgm kimse ise öğütten kaçınacaktır. Sonra böylesi
kişi, ateşte ne (tam) ölür, ne de (tam) yaşar. Doğrusu (bu dünyada)
arınan ve Rabbinin adım anıp O'na kulluk eden kişi mutluluğa ermiştir.
Fakat siz (ey inançsız insanlar), dünya hayatım tercih ediyorsunuz.
Oysa ahiret daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır. Şüphesiz bu (anlatı
lanlar), önceki vahiylerde, (meselâ) İbrahim ve Mûsâ'nm sahifelerinde de
vardı.
ÂYETLERİN TEFSİRİ
ÂYETLER:
87/8. A'LÂ SÛRESİ 81
" Yaratıp düzene koyan, takdir edip takdire uygun imkânlar su
nan, (topraktan) otlak çıkaran, sonra da onu kapkara kuru ota çeviren Yüce
Rabbinin adını teşbih et."
A'lâ sûresinin bu ilk âyet grubunda Yüce Allah, O'nu teşbih etmemiz
gerektiğini ifade ettikten sonra, kendi sıfatlarından bir grubu bizlere sun
maktadır. Bütün yaratıklar anlamında kâinattaki sistem hakkında aynntılı
bilgilerin yer aldığı bu bölüm, Yüce Allah'ı tanıma noktasmda çok faydalı
bilgiler içermektedir.
a) Teşbihin Önemi
Sûrenin ilk âyeti, teşbihin gerekliliği ve Yüce Allah'ın erişilmez yü
celiğinin ifade edildiği bir mesaj vermekte, bir anlamda kulluk bilincinin
vazgeçilmezi olarak teşbih ibadetinin önemine vurgu yapılmış olmaktadır.
ı. T e ş b i h i n A n l a m ı
ıı. el-A'lâ K e l i m e s i n i n  y e tt e k i K o n u m u v e A n l a m ı
V t
Teşbihte tenzih ve nefiy vardır; yani teşbih, Yüce Allah'ı eksikliklerden ve olumsuzluklar
dan uzak tutmak, eksikliklerle onu buluşturmamak demektir. Takdiste de bunlar vardır; aynca
takdis ve hamdde isbat vardır; yani Yüce Allah'ı bütün kemâl sıfatlarıyla birlikte bilmek, anmak
ve yüceltmek vardır (Teşbih, takdis ve hamd hakkında geniş bilgi için bk. Razî, age., II, ).
"Kelime-i tevhid" dediğimiz lâ ilahe illallah cümlesi teşbih ve takdisi birlikte içermektedir. Bu
cümlede önce teşbih, sonra takdis yer almaktadır. Bu doğrultuda bakıldığında, İhlâs sûresinin ilk
iki âyeti takdis, son iki âyeti ise teşbihtir, diyebiliriz.
87/8. A'LÂ SÛRESİ 83
ııı. T e ş b i h - N a m a z İ l iş k is i
Mehmet OKUYAN
والعصر 1 ان الانسان لفي خسر 2
الا الذين امنوا وعملوا الصالحات وتواصوا بالحق وتواصوا بالصبر 3
Asra yemin olsun ki, iman edip sâlih ameller işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanoğlu gerçekten ziyan içindedir.
Akıp giden zamana dikkat çekilen bu sûrede, ziyandan kurtulmanın ölçüleri verilmektedir. İmam Şâfiî, Kurân, sadece bu sûreden ibaret olsaydı, yeterdi sözüyle, sûrenin konu ve içerik gücüne dikkat çekmektedir. Sahâbîlerin birbirlerinden ayrılırken bu sûreyi okumaları da sûrenin hayatla iç içe oluşunun göstergesidir.
Asr sûresinin ilk iki âyetinde yemin ve gerekçesine yer verilmektedir.
والعصر Asra yemin olsun. Sûrenin ilk kelimesi olan العصر el-asr, akıp giden zaman, ikindi vakti, gece-gündüz, tan yerinin ağarması, akşam-yatsı arası, insan topluluğu, aşiret, yağmur, hapsetmek, yasaklamak, vergi vermek, sıkıp suyunu çıkarmak gibi anlamlara gelmektedir.
Zaman anlamı itibariyle bu kelime içinde bulunulan zaman, 80 veya yıllık zaman dilimi olarak karn kelimesiyle aynı anlamda buluşmaktadır. Asr ile ilgili Hz. Peygamberin yaşadığı, peygamber olarak görevlendirildiği zaman, ikindi namazı, âhir zaman yorumları da müfessirlerimiz tarafından ileri sürülmektedir.
Asr kavramı, dehrden farklıdır. Dehr, başı sonu belli olmayan zamanın bütününün adıdır; asr ise başı sonu belli olan, daha çok ortalama bir insanın ömrünü oluşturan zaman dilimidir. Bu son anlamdan hareketle, âyette kastedilenin de bu doğrultuda olması gerektiği kanaatindeyiz. Dolayısıyla ilk iki âyetin mesajını şöyle anlayabiliriz: Akıp gitmekte olan zamana yemin olsun ki, bunun farkına varmayan insan elbette ziyandadır.
ان الانسان لفي خسر Muhakkak ki insanoğlu ziyandadır. Âyetteki خسر husr kelimesi zarar, ziyan, kayıp demektir.
İnsanın ziyanda oluşunun nedeni, zamanın akıp gitmesi ve ömrün boş işlerle tüketilmesidir.
Rivayetlere göre Hz. Peygamber için Muhammed bir hüsran içindedir diyen Ebû Cehile bu âyetle cevap verilmiştir.[1]Âyetleri belli bir nüzul sebebiyle sınırlı tutmamak için, onları herkesi içerecek şekilde yorumlamayı daha anlamlı ve doğru bulmaktayız.
a) Âyetteki el-insân kelimesi, insanoğlu anlamına gelebilir. Bu durumda baştaki el takısı cins anlamını verir ve bütün insanları içerir. Âyetin mesajı ise, insanın potansiyel olarak ziyana düşecek şekilde yaratıldığı şeklini alır. Şems 91/8de ifade edildiği gibi, insanın fücûr ve takvâ özelliği vardır. Takvayı terk edip fücûra yatırım yapan insan, hem dünyada hem de âhirette ziyanda olacaktır. Bu tercihimiz, âyetin uyarı anlamını ortaya koyar.
b) el-İnsân kelimesi, belirli insanlar anlamına da gelebilir. Bu durumda baştaki el takısı, belirlilik manası verir. Âyetin mesajı ise Akıp giden zamana dikkat etmeyen insanlar ziyandadır şeklini alır. Bu insanlar ömürlerini boş işlerle geçirdikleri için, âhiret onların felaketlerle karşılaşacağı yer olacaktır.
c) Âyetin hem dünya, hem âhiret için bir felaket habercisi olan yönü de vardır. Buna göre, vahyin ilkelerini dikkate almayanları dünyada dar ve sıkıntılı bir hayat beklemektedir. Tâhâ 20/ ve te vurgulanan husus budur. Ayrıca Zuhruf 43/36ya göre de, vahiyden uzak yaşayanları şeytanın arkadaşlığı beklemektedir. Dünyada şeytana arkadaş olanların âhiretteki durumları ise gitgide artan azaba uğratılmalarıdır. Cinn 71/17de hatırlatılan husus da budur.
Yüce Allah, ikinci âyette sözünü ettiği ziyandan kurtulmanın yolunu maddeler halinde göstermektedir.
الا الذين امنوا وعملوا الصالحات İman edip iyi ameller işleyenler hariç. Bu âyetteki istisna cümlesi, bu dinde ümitsizliğin yerinin olmadığını göstermektedir. Bu ifade aynı zamanda, ziyanda olmanın veya ziyanda kalmanın bir kader olmadığını da ortaya koymaktadır. Çünkü insan iradesi bu durumdan çıkabilmenin en önemli karar noktasıdır. İradesini ilâhî bilgilendirmeler doğrultusunda şekillendirenler, kayıpta olmamayı başaracaklardır. Kurânda bu konudaki bütün istisna cümleleri, insanlara çıkış yolu göstermeyi amaçlayan kullanımlardır.
İman-amel ilişkisi anlamında yaşanan mezhep tartışmalarına girmek istemiyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki, sâlih amel diye isimlendirilen değerler, aslında imanın gerekleridir. İmanın, ışık-gölge, ateş-ısı, güneş-ısı ve güneş-ışık gibi birbirlerinden ayrılmaz sonuçları vardır. Ölüm tehdidi gibi çok büyük bir tehlike hali hariç, kişinin imanı varsa sâlih ameli de olmalıdır.
Bu yaklaşımın doğru olabilmesi için, metnin de müsait olması gerekir. Tîn 95/6da da açıkladığımız üzere, الذين امنوا İman edenler ifadesinden sonra gelen وعملوا الصالحات İyi ve yararlı işler yapanlar cümlesi, ziyandan kurtuluşun imanla beraber sâlih amellerle mümkün olacağını göstermektedir. Baştaki vâv maiyyet anlamına alırsak, bu durumda sâlih amelin imanın ayrılmaz parçası olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın imanı daha doğru, daha aktif, verimli, üretken, hayatın içinde ve kapsamlı bir şekilde anlamaya katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Esasında sâlih amelin imandan ayrılamaycağı Tâhâ 20/75te açıkça ifade edilmektedir. Sâlih amel yoksa inanç iman olmaz; iman yoksa da davranışa sâlih amel denmez. Bu iki kavram birbiyle içiçe, birbirini tamamlayan, biri olmadan diğeri anlamını kaybeden değerlerdir. Bu ikisini birbirinden ayırınca bugün olduğu gibi, amelden yoksun bir iman anlayışının toplumu ne hale getireceği görülmektedir.
Ziyandan kurtulmanın ilk şartı imandır. İman, inanılması gereken bütün değerlere inanmak, inanılan değerlere güvenmek, güvende olmak ve çevreye güven vermek demektir. Bu dört anlama sahip imanın doğal sonuçları, bu âyette sâlih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye olarak belirlenmektedir.
İmandan yoksun bir davranış ibâdet veya hasenât adını alamayacağı gibi, bunlara salih amel de denemez. Bu nedenle, bir davranışın değerlendirmeye tâbi tutulabilmesi için, onun inanarak, yani Allahın rızasını kazanmak için yapılmış olması şarttır. Zaten Yüce Allaha inanmayan insanın, bu anlamda bir beklentisi de olamaz. Bir okula kayıt yaptırmadan oradan mezun olmak mümkün olmadığı gibi, iman etmeden de sâlih amel sahibi olunamaz. Bu nedenle, ilâhî kayıtta olumlu anlamda yer almanın yolu, davranışların Allah rızasına uygunluğundan ve o niyetle gerçekleştirilmesinden geçer. İmandan yoksun davranışlar, âhirette sahibine yarar sağlamaz. İmanlı olmak, hüsrandan kurtulmanın ilk şartıdır; hatta olmazsa olmaz şartıdır.
Ziyana uğramamanın imanla beraber ikinci şartı sâlih ameldir. Sâlih amel, bir insanın iman iddiasının sadece gönüllerde ve dillerde kalmadığını, hislerine, aklına ve bütün davranışlarına yayıldığını göstermesi demektir. Bu durumda sâlih amel, namaz, oruç, hac, zekâtgibi dinî pratikleri içermekle beraber, toplumsal anlamda kötü giden işlerin düzeltilmesi, bir anlamda ıslah faaliyetleri yapmak anlamına da gelmektedir.
Sâlih amel, iman iddiasının pratikte faaliyet alanlarına veya toplumun yaralarına merhem yapılmasına dönüşmesidir; bir bakıma mümin olma iddiasının ispatlanmasıdır. Bu ispat, eğer sadece ferdin Yüce Allaha yönelik davranışı ve bir emrin yerine getirilişi ise, buna ibadet veya hasenât denir; topluma yönelik bir bozulmuşluğun düzeltilmesi veya ıslahı ise, o zaman bu davranış sâlih amel adını alır. Sâlih amel, bütün yararlı işlerin ortak adı olarak da anılabilir. İşte, ziyana uğramamanın imanla beraber ikinci esası budur.
وتواصوا بالحق Birbirlerine hakkı tavsiye edenler. Âyetteki تواصوا tevâsav fiili karşılıklı olarak tavsiyeleşmek demektir.
Ziyandan kurtulmanın üçüncü şartı insanların birbirlerine hakkı tavsiye etmeleridir. Burada tavsiyeye konu edinilen ilk değer hakktır. Hakk, bâtılın zıddı olması itibariyle Yüce Allahın insanlığa ulaştırdığı ve yapılmasını emrettiği bütün değerlerin ortak adıdır. Bu durumda, birbirine hakkı tavsiye etmek, bütün azimlerini Hakka yöneltmek, iman, amel ve sözlerini hep Hakka yönlendirmek demektir. Hakka götürmeyen her şey bâtıldır, sonu hüsrandır. Ziyan olmayacak iman ve amel de ancak Hakka iman ve Hakk yolunda çalışmaktır.[2]
Âyette hatırlatılan hususu daha iyi kavramak için, el-Hakk kelimesinin anlamlarına daha yakından bakmak gerekmektedir.
a) el-Hakk, Yüce Allahın isimlerinden biridir. Bu durumda tavsiyeye konu olacak ilk değer, elbette Yüce Allahtır. Burada insanlara, imanlarına şahit tuttukları Yüce Allahı davranışlarına da şahit tutmaları öğütlenmektedir. Hak yolda ve Hakkın yolunda fedakârlık yapılması için karşılıklı olarak tavsiyelerde bulunulmasının önemi âyette vurgulanmaktadır. Asıl söylenmek istenen şey, insanların bütün davranışlarında Yüce Allahı unutmamalarını birbirlerine tavsiye etmeleri ve Ondan bağımsız bir alanın olmadığını öğütlemeleridir. Böylece Müslümanların gündeminde sürekli olarak Yüce Allahın bulunması sağlanmış olacaktır.
b) el-Hakkkelimesinin bir anlamı da Kurândır. Yûnus 10/de belirtildiği üzere Kurânın isimlerinden birisi de el-Hakktır. Bu durumda hakkın tavsiye edilmesi demek, insanların birbirlerine Kurânı hatırlatmaları, onun farkına varılmasını istemeleri ve dinî hayata Kurândan bakmayı öğütlemeleri demektir. Enâm 6/70 ve Kaaf 50/ âyetlerde açıkça ifade edildiği üzere, insanlar muhataplarını Kurân ile uyarmalı ve onlara Kurânı sunmalıdırlar. Çünkü gerçek ve en güzel öğüt Kurândır;[3] insanlara da öncelikle ve özellikle onun ilkeleri öğütlenmelidir. Yüce Allaha davetin yolu Kurândan geçtiği gibi, Kurânı anlatmak da Yüce Allah tarafından cihâdın en büyüğü olarak ilan edilmektedir.[4] Geçip giden ömrün ziyana dönüşmemesinin en kısa yolu, Kurânın ışığıyla aydınlanmaktan geçmektedir.
c) Âyetteki mesajın hakkın tahakkuku şeklinde de bir anlam boyutu vardır. Müslümanlar, karşılıklı olarak hakkı tavsiye ederlerken, bu arada hakkın gerçekleşmesine de yardımcı olduklarını bilmelidirler. el-Hakk kelimesinin başındaki bâharfine sebebiyet anlamı verilerek bu sonuca ulaşılabilir; aynı durum son cümle için de geçerlidir.
وتواصوا بالصبر Birbirlerine sabrı tavsiye edenler. Ziyana uğramamanın dördüncü şartı ise karşılıklı olarak sabrın tavsiye edilmesidir. Sabır, insanın her sıkıntıya boyun bükmesi olarak algılanmışsa da, bu yeterli bir yorum değildir. Sabır bazen göğüs germek, bazen dayanmak, bazen boyun bükmek, bazen de inandığı değerlere sadakatle sarılmak anlamlarına gelmektedir. Bu âyette bu anlamların tümü vardır.
Ziyana uğramamak için iman etmek, bununla birlikte iyi ve yararlı işler yapmak, hakkı ve sabrı tavsiye etmek son derece önemlidir. Lokmân 31/ âyette de belirtildiği gibi, bunları yapanlar bilmelidirler ki, başlarına sabır gerektirecek bazı sıkıntılar gelebilir. Hatta Hz. Peygamber Cennet, zorluklarla çevrilmiş, cehennem de arzularla[5] buyurarak, ödülle buluşmanın yolunun zorluklara karşı sabırlı, kararlı ve dirençli davranmaktan geçtiğini belirtmektedir.
Şu husus hiç unutulmamalıdır: Kurânın yarıdan çoğunu oluşturan kıssaların anlatılma gerekçesi, geçmiş nesillerin hayatlarındaki olguların ve sonuçlarının iyice bilinmesi ve morallerin bozulmamasının sağlanmasıdır. Hak yolundaki insanların başına elbette bazı sıkıntılar gelebilir; ancak yine akıldan çıkartılmamalıdır ki, Yüce Allahın yardımı daima bu tür insanlarla beraberdir. Pek çok âyette Yüce Allah, kendi rızasını kazanmak için hayatını seferber edenleri yalnız bırakmadığını ve onların destekçisi olduğunu ifade etmektedir.[6]
[1] Râzî, age., XXXII,
[2] Yazır, age., IX,
[3] Nahl 16/
[4] Furkaan 25/
[5] Müslim, Cennet, 1
[6] Bakara 2/, , , ; Mâide 5/56; Enâm 6/34; Yûsuf 12/; Sâffât 37/; Zümer 39/10; Muhammed 47/7; Mücâdele 58/21; Münâfikûn 63/8.