merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmaz anlamı / merhamet ile ilgili deyimler - video klip mp4 mp3

Merhamet Masum Olduğu Için Her Kalbe Misafir Olmaz Anlamı

merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmaz anlamı

Kıymetli dostlarım merhaba,

İbni Haldun yüzyılda Tunus&#;ta dünyaya gelmiş olan tarihçi ve sosyologdur. Ömrünün önemli bir kısmı çeşitli ülkeleri gezmek ile geçmiş bu insan yedi ciltlik El-İber&#;i tamamlamıştır. Bu eserin girişi anlamına gelen Mukaddime en çok bilinen eseridir.

İbni Haldun birçok doğulu ve batılı uzman tarafından ilk gerçek tarihçi olarak kabul edilir. Haldun sadece tarihi olayları incelemekle kalmayıp; şehirleri, kültürleri, insana dair her şeyi araştırarak çok yönlü ve köklü sağlam bir medeniyet tarihi kurmuştur. Aristoteles ve Farabi&#;nin ilimleri ele alırken tarihi ilimlerin dışında tutması İbni Haldun&#;u bu alana iten önemli nedenlerden biridir. Bu yazıda İbni Haldun&#;un bazı görüşleri ile sözlerine yer vermeye çalışacağız.

&#;Coğrafya kaderdir.&#; Yaşadığı yerin havası, nemi insan sağlığına etki eder. İbni Haldun, siyasi mekanizmanın düzgünlüğü ya da bozukluğu insan hayatının her şeyini etkiler demektedir.

&#;Fazla tevazunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir.&#;

İbni Haldun yönetimlerin ve devletlerin çöküş işaretlerini şöyle sıralar:

- Yöneticilerin aykırı sesleri tahammülü olmaması, baskı ve şiddeti yönetim biçimi olarak görmesi.

- Etrafında toplananları devlet kademelerine getirmesi (Ehil olmayanı iş verilmesi).

- Yöneticilerin bireysel zenginleşmeye gitmesi. 

- Vergilerin yükseltilmesi, keyfi uygulamalar yapılması. 

- Ekonomiyi bozmak, halka haksız işler yüklemek ve haksız çalışmaya zorlamak.

İbni Haldun&#;a göre eğitim insanın yegane amacıdır. Çünkü insan kendini eğitimle geliştirir, eğitimle dünya görüşünün şekillendirir ve eğitimle gerçeğin farkına varır. Aristoteles&#;in &#;insan toplumsal bir hayvandır&#; sözünü İbni Haldun &#;insan eğitim ile Aristoteles&#;in tanımından sıyrılabilir&#; demiştir.

&#;Sanatla uğraşanın zekası kuvvetli olur.&#;

&#;İnsan ün ve servete düşkündür.&#;

Siyasi makamlara gelen insanlara bakarsak belirli bir süre geçtikten sonra o makama olan düşkünlükleri iş yapma yetkilerini kaybettirir. Sonra bütün güçlerini makamlarını korumaya harcamaya başlarlar. Onu yaparken de çok doğal ve normal bir şey yaptıklarını zannederek, kendilerini bir şekilde bunun doğru olduğuna inandırmaktadırlar. O noktadan sonra bu idareci halkın sorunlarını görmezden gelmeye başlar. Bu tam bir felakettir, görmezden gelinen sorunlar çoğaldıkça idareci ülkenin sorumsuz olduğuna ve toplumun bir çok şeyi abarttığına inanmaya başlar. Ülkenin varlığı ile kendi varlığını bir tutar ve kendi varlığı yok olursa ülkenin de varlığının son bulacağını inanır. Onu bu noktaya iten ise kapıldığı güç hastalığıdır. Çünkü insan hislerine kapılmaya açık olan bir varlıktır. Mesele insanın bunu dizginleyip dizginleyemediğidir. Hırslarını kontrol altında tutamayan insan, kazandığı güç ve şöhret karşısında elbette başı dönecektir. Ufacık bir güç kaybında ise ister istemez dengesini kaybedip gücünü koruyabilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışacaktır. Bu tarz insanların devlet yönetiminde yer alması bir ülkeyi ister istemez felakete sürükleyecektir.

Servet genellikle yaltaktanmasını ve boyun eğmeyi bilenlere gelir.

Büyükşehirlerde gıda fiyatlarının yükselmesi, yönetimin de çökeceğinin işaretidir.

Bir ülkede halka yüklenen vergiler ne kadar az olursa, halk çalışmak ve üretmek için daha fazla mücadele eder. Yeni ürünler ve yenilikler çoğalır. Ülke kalkınır. Ancak devlet idarecilerinin refahı arttıkça ihtiyaçlar ve savurganlık çoğalır. Bununla birlikte masraflar artar. Bunun sonucunda ise halka yüklenen vergiler çoğalır, halk da buna dayanmaya çalışır. Bir süre sonra ise halk vergilerin yavaş yavaş artmasına alışınca da neyi nasıl arttığını bilmez.

&#;Merhamet masum olduğu için her kalbin misafir olmaz.&#;

&#;İnsan açlık değil, alıştığı tokluk öldürür.&#;

Mukaddime'de yer alan bazı görüşleri de şöyledir:

İbni Haldun asabiyet kavramına sıklıkla değinir. Bu kavram dayanışma ruhu, cemaat veya kan bağı gibi bir anlama gelmektedir.

Devletin ticaret ve üretim sahasına girmesi, toplumun karşısına çıkmak ve onların önünü kesmek anlamına gelir.

Denarius - Dinar - Altın Para

Drahmi - Dirhem - Gümüş Para

İlim öğretimi bir sanattır. Bunun sebebi eğitimcinin kendisine göre kullandığı farklı yöntemlerdir. 

Ezber üzerine yapılan eğitimde, konuşma ve tartışma eksik kalır. Bu sebeple çocukların melekeleri gelişmez. Gazali de bu konuda şöyle demiştir. "İki harfi anlamak, iki satır ezberlemekten iyidir. Bir saatlik tartışma bir aylık tekrardan iyidir."

Hanedan mensuplarına olan teslimiyet dini bir inanç haline gelir. Halk hanedan mensuplarının işi için tıpkı imani akideler üzerine savaştıkları gibi savaşırlar. O hanedana itaat Allah'tan gelen değiştirilemez ve aksi düşünülemez bir ferman gibi telakki edilir. Belki de İbni Haldun'un bu düşüncelerinden dolayı Mukaddime, seafoodplus.infoülhamit tarafından yasaklanmıştr. 

Varlıklar aleminde bir sıralama vardır. Buna göre melekler, insanlar, hayvanlar ve bitkiler şeklinde yukarıdan aşağıya bir sıralama yapılabilir. Buna göre bitkiler aleminin en üst noktası üzüm ve hurma ile hayvanların en alt noktası salyangoz sıralamada biri diğerinden önce gelecek şekilde yer almaktadır. Buna göre insanlar da melekelerden hemen önce yer almakta ve insanların en üstünü olan peygamberler de meleklere bahşedilen bazı özellikleri gösterebilmektedir. 

Yukarıdaki görüşü evrim teorisi gibi açıklayanlar da mevcuttur. 

İbni Haldun kesinlikle okunması gereken bir insandır. Bu yazıda sözlerinden ve görüşlerinden seçmeler ortaya koymaya çalıştım. Umarım faydalı olmuştur.

Bülent Şakar : Uyanmak İçin Okumak Şart !

Muhayyel Yayınları ne zaman ne için kuruldu?

Muhayyel Yayınları Kasım ayında kuruldu. Yayın evimizin kuruluş amacı tamamen ticari bir kazanç üzerine kurulmadı. Aslında benim çocukluk hayalimin gerçeğe dönüşmesidir. İslami çizgide yayın yapan birçok yayın evi olmasına rağmen biz Muhayyeli şu açıdan kurmayı önemli gördük. İbn-i Haldun “İlim bir kuyu, tartışma ise onun kovasıdır,”seafoodplus.infoşadığımız coğrafyanın ilim kuyusu çoktan kuruldu. Bu yüzden tartışmayı seafoodplus.info bizim ilim ve kültür medeniyetimiz batıya karşı değil, batıya kendi kültürünün yeniden yorumlayarak;İbn Rüşd’ün “Muhallim-i Sani” olarak anılması, Aristo’nun eserlerini yeniden yorumlayarak batıya okutmayı sağlamıştır. Oysaİbn Rüşd’ten önce batı aklı Aristo’nun eserlerini okuyup anlamaktan ve idrak etmekten yoksundu. İlim bir toplumu terk edince,o toplum izzetini ve onurunu kaybeder. Zihnen ve bedenen köle bir toplum halini alır. Hikmetin terk ettiği toplumlar tüketici yığınlar olur. Üretici toplumların gönüllü tüketici köleleri olurlar.

İstanbul Times Röpotaj / Ziya Gündüz  

Bugünkü hali ahvalimiz böyle değilmi? ilimle yoğrulmayan toplumlar tartışmanın ve istişarenin olmadığı retçi toplumlar halini alırlar. Retçi toplumlar ilim ve hikmetten yoksun oldukları için bir süre sonra dünya kültür ve harsını kendilerinin inşa ettiklerini zannederler. Oysa bizim kültür ve medeniyetimiz redde dayalı kültür değseafoodplus.info Rüşd redde dayalı Aristo’yu batılılara yeniden okutmadı. Öyle ki İbn Rüşd Aristo’yu yeniden şehrettiki batılılar bugünkü Avrupa medeniyeti dediğimiz medeniyetin doğuşuna en büyük katkıyı İbn Rüşd okuyarak sağlamışlardır. Biz retçi kültürle ilmin kuyusunu taşlarla doldurduk sarkaç kuyuda kaldı. Tartışmalarımız boş ilimden yoksun hamaset duygularının savaşçısı durumundayız.

Akletmek Müslümanlar tarafından terk edildi. Bu yüzden zelil bir hale düştüler. Akletmek sadece kendi kovamızdaki ilimle değil, başka milletlerin ilim ve kültürüyle ile harmanlayıp yeni söylemler yeni ilim ve hikmetler ortaya koyabiliriz. Muhayyel Yayınları bu ilimsizliğin hikmet yoksunluğunun topluma hâkim olduğu bir dönemde ilim ve hikmetin kalplerimizden ve akıl dünyamızı terk ettiği günden beri merhametsizlik kalplerimiz çepeçevre kuşattı ve hikmet ilimsizlik bizi bilgisizliğin kölesi haline getirdi. Fakat bizim bundan haberimiz yok yine İbni Haldun şöyle der: “Merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmaz.” İlim ve hikmetin ret ettiği kalp masum olmadığı için merhamet coğrafyası bir anda zülüm coğrafyasına dönüştü. Muhayyel Yayınları doğu ve batı ekseninde değil nerde insan varsa bilgi ve hikmete bir katkı sunuyorsa onu kendi insanımızla buluşturmayı hedefleyerek kuruluş bir yayın evidir.

Muhayyel Yayınlarının misyonu ve vizyonu hakkında bilgi verirmisiniz?

Karl Marxşöyle der: “Kapitalizm,gölgesini satamadığı ağacı keser.”Kapitalizm doğuşuyla birlikte bilgi metalaşınca dünya para kazanmak için ürettiği bilgi ile hikmetten yoksun olduğu için insanlığı yok edecek silah sanayinin gelişimine katkıda bulundu. Oysa kapitalizm insanı anlamadığından veya anlamlandıramadığından insanda var olan bilgi ve hikmetle bir değer konum verilmedi. Kapitalizm insanın değerini bilgi ile değil parayla kıymetlendirmeye çalıştıkça dünya zengin aç gözlü paralı cahillerle övünür hale geldi. Muhayyel Yayınları olarak insanın değeri para ile değilde bilgi ve hikmetle kıymetlendirerek yola çıkmıştır. Doğuda, batıda, kuzey ve güneyde insanlık adına bilgi ve hikmeti yaşatacak çığır açacak eserleri ülkemiz insanıyla buluşturmak için daha çok tercümeye dayalı ilim yayın evi olarak yola koyulduk.

Aristo’nun deyimi ile “Boşuna kendinizi kandırmayın, sürekli yaptığınız şey ne ise siz o’sunuz.” Bizde sürekli bilgi ve hikmetin insanlara ulaşımında yol ve köprü olarak deyip akademik çevreye yönelik daha önce yayınlanmamış olan eserleri bulup onlarla buluşturmayı misyon edinmiş bir yayıneviyiz. Muhayyelin amacı topluma öncülük eden gerçek entelektüellerin eserleri ile toplumda okuyan düşünen üretmek isteyen insanlarla buluşturmaktıseafoodplus.info Rüşd’ün deyimi ile yayın evimizin misyonunu ve vizyonunu anlatmaya çalışırsak daha anlaşılır olacağı inancındayım. “Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur,içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar;zira sahi dönüşümler hep içten gelir.” Bizim yayın evi olarak içten bir güç olan bilgi ve hikmet yumurtasını kırıp yeniden medeniyetimizi canlandırmaktı. Dıştan gelen dayatma bilgilerle taklitçi bir zihniyet yetiştirmeye katkı sunan bir yayınevi olmayacağız.

Şu ana kadar hangi kitapları çıkardınız?

Ocak ayında dünyada alanında yazılmış tek kitap olan Karl Rosenkranz’in ‘Çirkin Estetiği’Almancadan Mustafa Özdemir hocanın çevirisi ile okuyucu ile buluşturduk. Daha sonra George Sarton’nun Fransızca eseri olan ‘Leonardo da Vinci’yi Yavuz Unat hocanın çevirisi ile yolumuza devam ettik. Ardından çıkardığımız eseri sıralarsak; İbni Cezeri, İbn el-Heysem ile doğudan ve batıdan bilgi ve teknolojide çığır açmış bilim adamlarından oluşan bilim tarihi külliyatını 10 kitap ile tamamlamayı düşünüyoruz. Yine Türkiye’de ilk kez yayınlanan sanatçı ve düşünür Nihat Yılmaz’ın şiirsel çevirisi ile Gyula Germanus’un “Hilal’in Solgun Işığında Doğu’nun Büyüsü” tarih kitabını okuyucu ile ilk kez buluşturduk. Jules Payot’un “İrade Eğitimi”ni, yine Türkiye’de ilk kez tercüme edilen Fenelon’un “Kızların Eğitimi”, George Sarton’un Fransızcadan çeviri eseri olan “Bilim Tarihi Araştırmalarında Yöntem” kitabı ile çevirilerimiz devam etti. Ardından İnan Kayacıoğlu’nun “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Bilim”, Remzi Demir’in “Osmanlı Epistemisini Anlamak Çatışma Kuramı”, Talip Demir’in “Din ve Tıp” kitabıyla “Seküllerleşme Perspektifinden Bir Yaklaşım” ile yeni bir bakış açısı getirmiş olduk. Yine Remzi Demir’in “Türk Felsefesi’nin Doğuşu” ile Yunus Emre kitabını, İbn Hazm’ın “Peygamberlerde İsyan Ahlakı” kitabını Nurullah Gülsever’in çeviri ile çevirilerimiz devam etti. “Türkiye’de Mikro Biyolojinin Gelişimi” Emre Karacaoğlu’nun “Bakteriyolojihane-i Şahane” kitabı takip etti. İnan Kalayıcıoğuları’nın “İbrahim Müteferrika ve Yeni Bilimin Türkiye Girişi”, Emre Kundakçı’nın “Tercüme-i si Fasl fi’t-Takvim” kitaplarıyla Muhayyel Yayınları bünyesine yerini alan kitaplarımız. Ayrıca Muhayyel Yayınları’ndan çıkan Çirkin’in Estetiği İstanbul Üniversitesi’nde doçentlik tezinde kaynak olarak kullanılmaktadır.

Kitaplarınıza ilgi ne durumda?

Biz yeni bir yayınevi olmamıza rağmen ilk çıkardığımız eserden başlayarak kitaplarda okuyucun yoğun ilgisi ile karşılaştık. Muhayyel Yayınları, herhangi bir kuruluş vakıf dernek sivil toplum kuruluşu ve cemaat desteğiyle kurulmuş bir yayınevi değildir. Bu yüzden okuyucu kitaplarımızla reklamsız aracısız sadece dağıtım yoluyla haberdar olmaktadır. Her çıkan yeni kitap bir sonraki kitabın tanıtımını yapmaktadır. Yayın evimizin kitapları daha çok araştırmaya ve kaynakçaya dayalı olduğu için daha çok akademik çevrede ilgi alaka görmektedir.

Çeviri eserleri basarken nasıl bir yol izliyorsunuz?

İlk önce alan araştırması yapıyoruz. Sonra belirlediğimiz eserleri daha önce basılıp basılmadığınadikkat ederek eserlerimizi yayınlamış oluyoruz. Yayınladığımız eserleri okuyucu ne gibi bir fayda sağlamış olabileceğini göz önünde bulunduruyoruz. Eserin belirlenip telif ve çeviri,matbaa aşamasına kadar olan işlemler editör olarak bana aittir. Dizgi mizanpaj matbaa aşaması ve kitabın raflarda yerini alması sürecide Ramazan Dündarkaya’ya aittir.

Yayınevinin yeni projeleri hakkında bilgi verir misiniz?

Yayın evimizin yeni projelerinden bahsedersek okuyucuya şöyle bir bilgi verebiliriz. Nisan ayı ile birlikte Fransız Müsteşrik Henri Laoust’un eseri olan İbn Teymiyye kitabının ilk cildini yayınlamayı düşünüyoruz. 2. cildini ise mayıs ayı sonlarında okuyucu ile buluşturmayı düşünüyoruz. Bu yıl içerisinde yayınlamayı düşündüğümüz ve çeviride olan kitaplarımız ise History Of The Conflict Between Religion And Science ile birlikte sekiz kitabımız var. Bunların isimlerini okuyucularımız sitemizden bakarak takip edebilirler.

Bir yayıncı ve editör olarak Türkiye’de okuma konusu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir yayıncı ve editör, şair, yazar olarak çok zor bir soru sordunuz. Bu sanırım bizim Selçuklular’dan sonra en büyük sorunlarımızdan birisi… Osmanlı’da bir sorun olarak gözükse de Osmanlı’nın duraklama dönemiyle başlayıp; Cumhuriyetle zirve yapan kitap okumama alışkanlığımız devam etmiştir. Biz eğer Japonlar gibi kitap okumayı bir kültür haline getirmiş olsaydık, İmparatorluk kolay kolay dağılmazdı. Kitap okumayan toplumlar üretemeyen toplumlar oldukları için tüketici toplum haline gelirler. Edmund Burke’nin deyimiyle;“Düşünmeden okumak, hazmetmeden yemeye benzer.” Bizim okurlarımız bilgiye alma üzerine değil okuduğumuz eserin içinden çıkmış toplumu kültür, taklitçi batılaşmaya dayalı taklitçi toplumlar ahlaken namuslu olmayan toplumlar olup ortaya çıkarlar. Denis Diderot;“Ömrünün 4/3’ü okumakla geçiren muhakkak namuslu olur.” der.

Konfüçyüs;“Ne kadar meşgul olduğunu düşünürsen düşün okumak için zaman ayırmıyorsan cahilliğe teslim olursun.” Bizde okumak boş zamanı değerlendirmektir. Oysaki okumak boş zamanı ortadan kaldırıp, düşünmek için zaman ayırmaktır. Okumak,yaşadığımız toplumun dini olan ilk emrinin ‘oku’ olmasına rağmen, biz okumayı zamandan arta kalan günde otuz dakikayı geçmeyen beyin yorgunluğuyla okuduğumuzu sandığımız eylemdir. Bu yüzden Goethe’ye kulak vermek gerekirse; “Hangi okuyucuyu mu isterim, en bağımsızını; beni, kendini ve dünyayı unutup yalnız kitabın içinde yaşayanı.” Okumayı biz kıymetli bulmuyoruz. Kıymetli bilmememizi Cemil Meriç güzel bir şekilde özetlemiş;“Kıymet bilmeyen milletlerde kıymet yetişmez ve kıymet yetişmeyen milletlerin kıymeti olmaz.” Düşünüyorum da biz Gazali’den sonra yani Selçukluların yıkımıyla kitap okumada düşünür yetiştirmede her alanda geriye doğru bir kısırlaşma yaşadık. Bugünkü üniversiteleri Selçuklu medreseleriyle modernize ederek eğitim hayatında yeni bir şey ortaya koyamadık. Okumak uysal ve itaatkâr olmak için değil, haksızlığa bilinçli bir eylem haline başkaldırmak için seafoodplus.infoÜstad Cemil Meriç, “Bir kitap önce tadılmak için okunur, sonra eleştirmek için.”Maalesef okullar kitap okumayan öğretmenler tarafından eğitim verilmektedir. Biz hala kitap okumanın anayasal bir suç olduğu ülkede yaşıyoruz.Ülkemizin dışındaki toplumlarda öğretmenlik tüm bölümler arasında en yüksek puana sahipken bizim ülkemizde eğitim fakülteleri öğrenci tercihlerinin kazanamasam bari bir eğitim fakültesine yerleşeyim mantığına sahip.Öğretmenlik duygusu yoksunluğundan habersiz insanların tercih ettiği bölümlerdir.“Okumak iki ruh arasında aşikâre bir mülakattır.” diyen Cemil Meriç ile bu soruya cevap vermiş olalım.

Okuma bilincini yaygınlaştırmak için ne yapmak gerekiyor?

Bu aslında yayıncıların probleminden çok eğitim kurumlarının problemidir. Hatta daha ileriye gidersek milletçe büyük bir problem olan teknolojinin gelişimi ile ellerine akıllı telefon ve tabletlerin verildiği; daha ilkokul yaşlarındayken çocuk masalları, öyküleri yerine Youtube kanallarından açmış olduğumuz çizgi filmler ile çocukların beyinlerini anlamsız batı kültürü ile yetiştirmiş ebeveynlerin de problemidir. Bugün ülkemizde bulunun vatandaşlarımızın evinde en az raftan oluşan bir kütüphane var mıdır acaba? Biz gözlerimizi hayatta belki bir defa bile kullanmayacağımız porselen tabak ve bardakların süslediği vitrinlerle yetişmiş çocuk nesiliz. Böyle bir nesilden nasıl kitap okumayı en büyük eyleme dönüştürecek eğitimcilerimiz olmasını bekleriz. Milli Eğitim Bakanlığı ödev için kitap okumak değilde düşünmek,makale ve şiir yazabilmek için okumayı bir eylem haline getirmeyi başarabilirse biz o zaman tüketici kölelikten üretici efendiliğe geçmiş oluruz.

İlerleyen dönemde yayın evinizde kültür söyleşileri olacakmı?

ile başlayan ’lerde son bulma noktasına gelen kültür söyleşileri okuyucu ile yayıncıyı bilgi edinmeyi daha çok yakınlaştıran, aralarında sadece ticari bir alışverişten daha öte kültür-sanat konusunda yardımlaşma usulü bir çalışma vardı.Bu aynı zamanda okuma seviyemizi ve niçin kitap okumak gerektiği konusunda daha bilinçli okuyucuların oluşmasına sebep oluyordu. İlerleyen dönemlerde bunu tekrar canlandırmayı düşünüyoruz. Fakat bu sadece bizim canlandırabileceğimiz bir eylem değil. Kültür Bakanlığı bu konuda yayıncılar ile ortak çalışma yapmalı, yayıncıların uluslararası alanda düşünür ve sanatçıları okuyucu ile yeniden buluşturma için elini taşın altına koymalıdır.

Genel anlamda kitap dağıtımı ne durumda?

Muhayyel Yayınları olarak, kitaplarımızı Türkiye’nin en büyük dağıtımcıları olan Ana Basın ve Alfa Yayın dağıtımla okuyucuya ulaştırmaya çalışıyoruz. Ayrıca kendimize ait seafoodplus.info sitemizden kendi yayınlarımız ve başka yayınlarıda okuyucuya ulaştırma konusunda gayretle çabalarımız sürüyor.

Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?

Burada söyleyecek çok şey var. Ama söylenenlere muhatap olacak yetkili ve sorumlu bulmak nerede ise mümkün değil. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Bab-ı Ali vardı. Osmanlı’dan miras olarak kalan her geçen gün yok edilerek kültür ve sanat semti olan Bab-ı Ali turist için hediyelik eşya ve oteller diyarına teslim ettik. Oysa neden bizimde Avrupa’daki gibi kültür ve sanat caddelerimiz yok. İşte buradan yola çıkarak ne kadar kitapsever bir toplum olduğumuzun resmini görebiliriz. Bab-ı Ali bir dönem kitap,gazete,dergi ve mecmuanın başkenti iken şimdi turistik hediyelik eşya ve oteller diyarı seafoodplus.infoısıyla buradan yola çıkarak her geçen gün can çekişen yayıncı kuruluşlar, birde yüksek kira bedeli ile adeta bulunmuş oldukları Bab-ı Ali’den dükkânsahiplerince kovulmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı olayı görmemezlikten gelerek, gelecek nesiller için kitap ve dergi yayınlayacak yayın evi bulamayacaktır.

Bülent Şakar kimdir?

yılında Muş’ta doğseafoodplus.infol ve lise eğitimi doğduğum ilde tamamladım. Endüstri Meslek Lisesi son sınıfta Bursa’ya geldim. Felsefe bölüm mezunuyum. Psikolojik yüksek lisans tamladım. Halen İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji bölümü öğrencisiyim. Yayıncı ve editör olmakla birlikte yayınlanmış iki şiir kitabım var. Gezmeyi, doğayla iç içe yaşamayı ve kitap okumayı sever biri olarak hayatıma devam etmekteyim.

Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma

Bir kad&#;n&#;n, sahne kostümünü fazla aç&#;k buldu&#;u ba&#;ka bir kad&#;n&#; annelik duyarl&#;&#;&#; üzerinden yarg&#;lad&#;&#;&#;, bir grup öfkeli erke&#;in ülkenin kültürel belle&#;i olan bir müzisyeni &#;ark&#; sözleri üzerinden &#;eytanla&#;t&#;ran bildiriler okudu&#;u, duygular&#;n hiçle&#;ip yerini öfke, kin ve nefret söyleminin ald&#;&#;&#; ve kimimizin de bu olanlar&#; büyük bir kay&#;ts&#;zl&#;kla izledi&#;imiz günlerden geçiyoruz.

Ayn&#; havay&#;, ayn&#; dili, ayn&#; &#;ark&#;lar&#;, türküleri payla&#;m&#;&#; olman&#;n ortak paydas&#;n&#;n ise giderek avcumuzun içinden kaymas&#;na seyirci kal&#;yoruz.

Hz. &#;sa’n&#;n çarm&#;ha giden yolculu&#;unu izleyen kalabal&#;klar&#;n kay&#;ts&#;zl&#;&#;&#;n&#; y&#;l&#;nda resmeden Flaman Rönesans ressam&#; Pieter Bruegel’in “Calvary Alay&#;” adl&#; tablosundan f&#;rlam&#;&#; gibiyiz. Kitlesel olarak hareket etmemize ra&#;men yan&#; ba&#;&#;m&#;zda ya&#;ananlardan haberimiz yok; ya&#;ant&#;m&#;z&#;n geneline bir kay&#;ts&#;zl&#;k ve körlük hâkim.

T&#;pk&#; Paris’te geçti&#;imiz hafta kalabal&#;k bir sokakta yürüdü&#;ü kald&#;r&#;mda dü&#;tükten sonra yerden dokuz saat kald&#;r&#;lmad&#;&#;&#; için donarak ölen foto&#;rafç&#;n&#;n durumunda oldu&#;u gibi, insanl&#;&#;&#;n ölümüne seyirci kal&#;yoruz.

Hipotermi geçirerek ölen foto&#;rafç&#; Rene Robert’in arkada&#;&#; gazeteci Michel Mompontet, bas&#;na yapt&#;&#;&#; aç&#;klamada, yoldan geçenlerin yerde yatan Robert’e kay&#;ts&#;z kald&#;&#;&#;n&#;, foto&#;rafç&#;y&#; bu kay&#;ts&#;zl&#;&#;&#;n öldürdü&#;ünü söyledikten sonra ekliyor:
“Yerde yatan birini görseydim, ben de duraca&#;&#;mdan yüzde emin de&#;ilim.”

Ayn&#; saatlerde, kilometrelerce uzakl&#;ktaki &#;stanbul’da in&#;aat alan&#;ndaki bir i&#; makinas&#;, buz tutan su birikintisine gömülürken, kepçe operatörü feci &#;ekilde can vermi&#;ti. &#;&#; makinesinin suya gömülme an&#; ise, trajediye tan&#;kl&#;k etmek isteyen bir cep telefonu kameras&#;na yans&#;rken bir aile babas&#;z kal&#;yordu. Gözümüzün önünde partnerine &#;iddet uygulayan bir erke&#;e veya trafik kazas&#;na müdahale etmek yerine, kamera çekimleriyle o an&#; ölümsüzle&#;tirme prati&#;i yine kendini göstermi&#;ti.

“Ey do&#;ru yolun yolcusu, çaresiz kalma; Ç&#;kma kendisinden d&#;&#;ar&#;, serseri olma; Kendi içine sefer et erenler de&#;il: Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma,” der Ömer Hayyam bir rubaisinde.

Peki neden kay&#;ts&#;z kal&#;r insanlar? ’lar&#;n ba&#;&#;nda &#;stanbul’da devrilen tramvay kar&#;&#;s&#;nda poz veren fötr &#;apkal&#; vatanda&#;&#;n kay&#;ts&#;zl&#;&#;&#; yüzy&#;ll&#;k bir yaln&#;zl&#;&#;a m&#; dönü&#;üyor?

&#;lk gençlik ça&#;&#;n&#;n a&#;klar&#;nda ve ayr&#;l&#;klar&#;nda walkman’iyle hayk&#;ra hayk&#;ra &#;ark&#;lar&#;n&#; söyledi&#;i Sezen Aksu’nun bir anda bir grubun nefret objesi haline gelmesi kar&#;&#;s&#;nda ki&#;i neden susar veya bu haks&#;zl&#;&#;a tepkisini duygusuz Twitter hashtagleriyle s&#;n&#;rl&#; tutar? Aksu’nun &#;iirinin ku&#;dili dahil 55 dile çevrilmesi, genel anlamda kay&#;ts&#;zl&#;&#;a kar&#;&#; en güçlü ve en duygusal tepki de&#;ilse nedir?

Üç Suriyeli &#;zmir’de canl&#; canl&#; yak&#;l&#;rken ve bunu yapan ki&#;i de &#;rkç&#; motivasyonlarla hareket etti&#;ini itiraf ederken, s&#;&#;&#;nmac&#;lar&#;n ya&#;ad&#;&#;&#; bu sald&#;r&#;lar kar&#;&#;s&#;nda ki&#;i neden kör kalmay&#; seçer? Yoksa bizden olmayan herkes kar&#;&#;s&#;nda moral üstünlük mü hissederiz içten içe?

E&#;lerini, evlatlar&#;n&#;, annelerini, babalar&#;n&#; faili meçhul sald&#;r&#;larda kaybedenlere kar&#;&#;, anma günleri haricinde kay&#;tl&#; kald&#;&#;&#;m&#;z&#; söyleyebilir miyiz? Veya daha birkaç gün önce &#;anl&#;urfa’da 28 ya&#;&#;ndaki atanamayan ö&#;retmenin intihar&#;n&#;n ard&#;ndan “sevenlerinin ba&#;&#; sa&#; olsun” demenin ötesinde neleri sorgulad&#;k sisteme dair?

Bir kad&#;n siyasetçi, art&#;k beyaza dönmü&#; saçlar&#; ve donuk bak&#;&#;lar&#;yla hapiste giderek belle&#;ini yitirirken ve belki de annesinin cenazesinde ya&#;ad&#;klar&#;n&#;n ard&#;ndan hayat&#; toptan unutma seçene&#;ini i&#;aretlerken, Türkiye ve dünya çap&#;nda onlarca baro ve insan haklar&#; örgütü kendisi için özgürlük ça&#;r&#;lar&#;n&#; Birle&#;mi&#; Milletler gündemine getirmeye çabalarken, belki de s&#;rf ideolojik ötekimiz oldu&#;u için bu duruma kar&#;&#; kay&#;ts&#;zl&#;&#;&#;m&#;z&#; ne tür bir insanî k&#;l&#;fa sokabiliriz?

Hayat, yayg&#;n kay&#;ts&#;zl&#;k ortam&#;nda duygusal ve bili&#;sel konforumuzu bozabilecek “haber pencereleri”nin kapat&#;ld&#;&#;&#; bir cep telefonu ekran&#;na dönü&#;mü&#; durumda.

Türkiye’de sisteme kay&#;tl&#; 41 binin üzerinde otizm tan&#;l&#; çocuklar&#;n yüzde 92’si e&#;itime eri&#;emezken, bir ba&#;ka çocu&#;un Pendik’teki bir rehabilitasyon merkezinde kaburgalar&#; k&#;r&#;l&#;rken bu ya&#;ananlar&#; ak&#;am ana haber bülteni veya Twitter ak&#;&#;lar&#;nda okumak bizi duygusal kay&#;ts&#;zl&#;ktan azade k&#;lar m&#;?

Kendi kö&#;emize çekilip çevremizde ya&#;ananlar&#; ele&#;tirmek, klavye kar&#;&#;s&#;nda sahte kahramanl&#;klar sergilemek ama bir yandan da tan&#;kl&#;k etti&#;imiz kötülüklere duyars&#;z kalmak Veya spot &#;&#;&#;klar&#;n&#;n alt&#;nda magazin-dostu bir ahlakç&#;l&#;kla 18 ya&#;&#;ndaki ma&#;dur bir genç k&#;z&#; azarlayarak onun üzerinden reyting dev&#;irmek, yetmedi&#;inde parmak sallamak, onu ekran önünde çekirdek çitleyen kalabal&#;klar kar&#;&#;s&#;nda yem etmek, ama o çocu&#;un bu noktaya nas&#;l geldi&#;ini, hangi gereksinimlerinin ihmal edildi&#;ini hiç sorgulamamak Çok tan&#;d&#;k, de&#;il mi?

Duygusal küntlük, yani apati, bireylerin duygusal uyaranlara verdi&#;i tepkinin yetersizli&#;ini, kay&#;ts&#;zl&#;&#;&#;, çevre ile anormal düzeyde ve patolojik ilgisizli&#;i, duyars&#;zl&#;&#;&#; tarif etmek için kullan&#;lan t&#;p terimi. Genellikle demans hastalar&#;nda görülse de, günümüzde gündelik ya&#;ant&#;m&#;zda en yak&#;n çevremizde bile kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#;m&#;z bir duygu durumuna dönü&#;mü&#; durumda.

Apatinin birçok sebebi var. Anlam ve amaç eksikli&#;i ya&#;ayan ve toplumdan yabanc&#;la&#;m&#;&#; ki&#;ilerde s&#;kl&#;kla görülen bir durum… Görmek, fark etmek, üzülmek, duyguda&#;l&#;k geli&#;tirmek, empati yapmak güçlü bir yürek ister. Kay&#;ts&#;zl&#;k ise, vicdani olarak a&#;&#;r bir sorumluluktur.

Her ne kadar “co&#;rafya kaderdir” diyerek baz&#; olumsuzluklar&#;, içinde bulundu&#;umuz co&#;rafi bölgelere atfetsek de, apati küresel düzeyde devasa bir yara halini al&#;yor.

Gerek Türkiye’de gerekse dünyada gözlemledi&#;imiz bu yayg&#;n apati, bir aç&#;dan bireyin yok olmas&#;na, hatta “makinele&#;mesine” de ba&#;lanabilir. Birey art&#;k kald&#;r&#;ma dü&#;en adam&#; elinden tutup kald&#;rman&#;n veya buza gömülen kepçe operatörünü kurtarman&#;n sorumlulu&#;unu kendisinde göremiyor ve giderek y&#;&#;&#;n&#;n içinde yok oluyor, homojenle&#;iyor.

Umursamazl&#;k, zaman zaman saf kötülükten bile daha a&#;&#;r olabiliyor.

Ça&#;&#;n&#;n çok ötesinde bir &#;slam alimi olan &#;bn-i Haldun’un o güzel sözünde oldu&#;u gibi “merhamet masum oldu&#;u için her kalbe misafir olmuyor.” Bireyi insan k&#;lan en önemli de&#;erlerden biri olan merhamet, hiç ölmeyecekmi&#; gibi ya&#;ayan, çevresindeki krizlere, ac&#;lara, trajedilere kay&#;ts&#;z kalan ki&#;ilerin kalbine misafir olam&#;yor. Ve bir noktadan sonra, insano&#;lunun gerçeklikle ba&#;&#; kopuyor; s&#;rf kendi için ya&#;ay&#;p kendi için nefes alan bencil ve kalpsiz bir varl&#;&#;a dönü&#;üyor.

Ac&#;lara duyars&#;zl&#;k, ba&#;kalar&#;n&#;n sorunlar&#;yla tasalanmamak, kendini ölümsüz zannetmek giderek ça&#;&#;n vebas&#; haline geliyor. “&#;nsanlar neden bu kadar ac&#;mas&#;z?” diye sorarken kendi ki&#;isel evrenimizde alt&#;na &#;slak imzam&#;z&#; att&#;&#;&#;m&#;z ac&#;mas&#;zl&#;klar&#;, duyars&#;zl&#;klar&#;m&#;z&#; d&#;&#;salla&#;t&#;rabiliyoruz.

Oysa evrende akl&#;m&#;zla, mant&#;&#;&#;m&#;zla, ama hepsinden de önemlisi kalbimizle bir yer i&#;gal ediyoruz. Akl&#;m&#;zla kalbimiz aras&#;ndaki sa&#;l&#;kl&#; olmas&#; gereken ba&#; zedelendi&#;inde, çevremizi akl&#;m&#;zla alg&#;lad&#;&#;&#;m&#;z kadar kalbimizle de hissedemedi&#;imizde, yan&#;m&#;zda yere devrilen yabanc&#;ya merhamet duymaz hale geldi&#;imizde evrenle olan ba&#;&#;m&#;z da kopuyor.

Ak&#;l veya hayatta kalma dürtüsü di&#;er duygular&#;m&#;z&#;n üzerinde bir üstünlük kurdu&#;unda, hislerimiz köreldi&#;inde, elimizde en yüksek teknolojiler, en ak&#;ll&#; telefonlar, en güncel sosyal medya araçlar&#; da olsa toplumdaki varl&#;&#;&#;m&#;z hiçle&#;iyor; ruhen ya&#;ad&#;&#;&#;m&#;z ça&#; ise Ta&#; Devri’ne dönüyor.

Bireysel ahlak ile toplumsal ahlak&#;n iç içe geçti&#;ini her f&#;rsatta an&#;msamak gerekiyor. Siz görenlerdensiniz, dünyay&#; seyre dalmay&#;n


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi&#;nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi&#;nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü&#;nden doktora derecesi olan Tokyay, yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.

Paketçi’den Shalimar’a Son Mektup

Eğer içinizdeki çocuğu söküp atarsanız, sonsuza dek kalbinizin vücudunuzun dışındaatmasını kabul etmiş olursunuz.

Bir çölün ortasında hararetten yansanız bile, birkaç damla soğuk su karşılığında çocukluğunuzu değişmeyinShalimar,içinizdeki çocuğu kaybetmeyin!

Çünkü, çocukluğumuzu Yaratıcıdan, AŞK’ı da çocukluğumuzdan ödünç aldık!

Belki ölüm keskin bir acı olabilir, fakat AŞK yaşamadan ölme düşüncesi bile katlanılmaz bir ızdırap değil mi?

AŞK’ın yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölmez mi?

Yavaş yavaş çürürmüş AŞK yaşamayanlar,kalpleri donarak ölürmüş AŞK’ını kaybedenler.

Çünkü, kalbimizdeki donmuş denize inen baltadırAŞK.

Dünyanın en yoksul insanı, AŞK’tan başka herşeyi olan değil mi?

Eskiler, kadınların en çok inandığı aynanın,bir erkeğin değil, bir ADAMIN gözleri olduğunu söylerler.

Ve unutmayın Shalimar, Yalnız Adam’ın Korunmuş Levhası’nın 1. maddesi; bütün kadınlara ait olanı erkek, tek bir kadına ait olanı ise ADAM olarak adlandırır.

“AŞK medeniyetin bir mucizesidir” sözünün sahibi Stendhal aynı zamanda “Barbar ve vahşi insanlar arasında sadece en kaba şekliyle bedensel AŞK vardır.” sözünün de sahibidir.

Stendhal’i “Belden aşağısı bedenin AŞK'ı belden yukarısı ruhun AŞK'ıdır” sözü ile Gabo lakablı Nobel ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez takip etmiştir.

Erkek, ADAM gibi düşünmez. Erkekler için bir bedenin diğerinden farkı yoktur.Erkek, bedenden istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder.Çünkü AŞK erkeğin dostu değil, düşmanıdır. Erkek, bir bedenden istediğini alınca başka serüvenlere atılır.

Olur da bir gün yolunuzu kaybederseniz Shalimar,ve hayattaysam eğer, gözlerimin içine bakın. Kaybettiğiniz o masum yalınayak çocuğu bulacaksınız. Kayıp cennetin kapısını aralayın Shalimar, cesurca açın.

Çünkü güçlü ADAMLARgökteki kartallara benzerlermiş. Aynen kartallar gibi, güçlü ADAMLAR da ne kadar yükselirlerse görülmeleri o kadar zorlaşırmış ve yüceliklerinin cezasını ruhlarının yalnızlığıyla öderlermiş.

İngiliz edebiyatının en keskin kalemlerinden kabul edilen Bukleye Tecavüz adlı kitabın da yazarı Alexander Pope’a göre “Dürüst bir adam, Tanrı’nın en soylu eseridir.”

Çünkü dürüst bir adam çocukluğunu kaybetmemiştir henüz.

Evet, siz koskocamanShalimar’sınız, bense ıssız bir Paketçi.

Belki beyaz bir at ya da beyaz dumanlar püskürten uçan demir bir at veremem size, tek verebileceğim çocukluğunu henüz kaybetmemişzengin bir ruh, lekesiz bir ruh.

Shalimar, bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir, kim bilir!

Sonda yazacağımı başta söyleyim Shalimar, belki birbirimiz için yanlış kişileriz, kim bilir!. Fakat başka hiç kimse için doğru kişiler de değiliz.

Hepimizin hayatları öyle yada böyle aynı şekilde sonra erer. Fakat, bizleri birbirimizden ayıran, nasıl yaşadığımızın ve nasıl öldüğümüzün ayrıntılarıdır.

Sefiller adlı romanı ile gönüllerimizde derin iz bırakan, Juliette Drouet'ye yazdığı tutkulu aşk mektupları ile de bilinen Fransız edebiyatının sadakatsiz yazarı Victor Hugo ölümü; “Şöhret, gençlik ve gurur. Mezar hepsini alır.” sözü ile tasvir etmişti.

Korkunç olan ölüm değil. Yaşadığımız ya da yaşayamadığımız hayatlarımızdır aslında.

“Ne üstün zeka, ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dahi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi…İşte bu dehanın ta kendisidir.” sözünün de sahibi, dünya tarihinin belki de gelmiş geçmiş en büyük müzik dehası Mozart'ın son sözleri: "Ölümün tadı dudaklarımdaBu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum" olmuştur.

Kendiniz dahil herkesten ve herşeyden kaçabilirsiniz, fakat ölümden kaçış yok Shalimar.Annemiz olantoprağa ve kardeşimiz olan gökyüzüne aitiz.

Artık hayatta artık hiçbirşey beni şaşırtmıyor. Zira, 36 yıllık ömrünü müziğe ve insanlara yardım etmeye adayan efsanevi gönül adamı Bob Marley’in de dediği gibi “Bakmayın insanların, beni çok sevecek birini arıyorum demesine. Büyük bir sevgiye maruz kalınca hepsi kaçacak delik arıyor.”

AŞK insana değil, insan AŞK’a aittir Shalimar.

Her şeyin aynı nefesten aldığı bu kısacık yolculukta,herkes kalbinin renginde yaşarmış hayatı ve herkes kalbinin rengini bulaştırırmış etrafındakilere. Ve unutmayın Shalimar, hayatın içindeki herşeyi birer mucizeymiş gibi görebilenlerdir ancak, Tanrıların Kraliçesi Hera’nın habercisi İris’in gökkuşağı elbisesinikalplerine giyenler.

Basitliği arayan basit fikirleri olan basit bir adamım ben aslında.

"Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim. Kimseden akıllı, kimseden güzel, kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok.Kimse için 'en' değilim, 'daha' değilim. Bu devasa iddiasızlığın verdiği özgürlüğün hastasıyım"sözü ile adeta insanın da yaşamın da saçma olduğunu, fakat bütün aldatmacası, angaryası ve hüsranlarına rağmen yaşamın hala daha güzel olduğunu ve mutlu olmaya gayret etmemiz gerektiğini ve de mutluluğun günün birinde birdenbire, tam ümidimizi kestiğimiz bir anda karşımıza çıktığını bizlere fısıldamış Tahta Bacak lakablı olağanüstü kadın Frida Kahlo. Acı dolu bir hayattan duygu dolu, AŞK dolu bir kadın olarak çıkmayı başaran Frida’nın kalbiniMavi MorphoKelebekleriöpsün.

Fakat, siz aldanmayın mezarlarda açanölümçiçekleri ile beslendiklerine.

Size, söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediğim hislerimi, yazarak aktarmak en güzeli sanırım. Zira, kalem, AŞK’ın gürültüsüz dilidir.

Hollywood kiraz kırmızısı kalbinizi üzmek, kötü hissetmeniz için değil, bilakis son kez bir daha hiç konuşmamak, sayılamaz sonsuzluğa kadar susmak için yazıyorum.

Gururum, duygularımı örtmeme yaradı şu ana kadar. Fakat, onları hissetmeme engel olamadı bir türlü.

Gurur yapmayacağım daha fazla, çünkü gurur kaybedenlerin, acizlerin maskesidir demiş Can Yücel.

Zira, ilk karşılaştığım anda aşık olmuştum size. Hassas ve özgür ruhunuzun varlığı, daha önce hiç tatmadığım bir tat bırakmıştı kahvemde. Kömür madenindeki kanarya gibiydiniz. Hafif paspal kıyafetiniz, okul otobüsü sarısı bakımsız saçlarınız, fütursuz neşeniz, yeşile çalan ela gözlerinizin mürekkebi düş bahçelerimi rengârenk boyamış, aşkı dağıtan yasemin çiçeğini bile kıskandıran baştan çıkarıcı oryantal kokunuz trilyonlarca hücreme adeta nüfuz etmişti. Saf güzelliğiniz karşısında kalbim savunmasız kalmıştı. Okyanus etkisi bütün varlığımı sarmalamış, bu dünyadan olmayan bebek mavisi asi ruhunuzun deniz kıyısına vuran köpüğünde adeta çocukluğuma dönmüştüm, ruhum Satürn’ün halkalarına yolculuğa başlamıştı çoktan. Öyle güzel gülüyordunuz ki, “İnsan, gülmediği günü, yaşadım diye hayat defterine kaydetmemelidir”sözü gülümsemeniz karşısında anlamını yitiriyordu adeta. Issız ruhum teslim olmuştu meleklerin bile kıskandığı cennetten dünyaya uzanan ruhunuza direnç göstermeden.

Beni kılıçsız zaptetmiş, ipsiz bağlamıştınız.

Gözlerinizin mana güzelliğinin hakkını hangi ressam verebilir Shalimar, söyleyin bana! Kıskançlığın kadına bir leopar derisi kapladığını söyleyen Leonardo da Vinci mi? Yoksa gerekirse mutluluğunuz için, sizden bile vazgeçebilecek Paketçi mi?

Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Çünkü, kainatta tesadüfe, tesadüf edilmezmiş.

Biz farkına varsak da varmasak da kainat gerektiği gibi tekamül etmekte.

Bilmediğim bir zamanın umulmadık bir anında kendimi bulmuştum adeta.

Güneşi söndüren Paketçi bir kez daha zaferini ilan etmişti H. G. Wells’in Zaman Makinesine karşı. Akdeniz’in yosun kokan dalgalarının hışırtısını örtmüştü Paketçi’nin zafer çığlıkları, zıpkınla delinmiş balıkların pullarından hızlı ve şehvetli akan kan donmuştugri olan sapsarı Ay’ın gölgesinde.

O geceden sonra, bir tek günüm bile geçmedi kalbimde sevginiz olmadan.

Sizsiz geçen her anımda, herşey renksizdi.

Sadece siz, bu dünyanın ışığı hiç titreşmeyen kavurucu Sirius Yıldızıgibi parlamasını sağlayabilirsiniz Shalimar.

Siz hiç, sınırsızca, doludizgin, alabildiğine, cüretkarca, cömertçe, hiç esirgemeden, geri adım atmadan, sağanak misali yağarcasına, hesap etmeden, ölçüp tartmadan, eğip bükmeden, verdiğinizin geri dönmesini beklemeden, korkusuzca, cesurca sevebildiniz mi Shalimar?.

Ben sevdim, öylesine boş boş da sevmedim sizi.

Hiç aklımdan çıkmayan bir kadını sevdim.

Öylesine de söylemiyorun, çünkü sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir.

Siz bana, gerçekten sevilmeye değer bir kadının sevgisini kazanabilmek için daha başka nelere sahip olmam gerektiğini öğrettiniz Shalimar.

Biliyorum, duygularımın aşırı güçlü oluşunu delilik zannedebilirsiniz, ama unutmayın, “AŞK, dehanın besinidir.” demiş Fransız yazar Gustave Flaubert.

Flaubert’i “Her çocuk bir bakıma bir dahi ve her dahi bir bakıma bir çocuktur”sözü ile Arthur Schopenhauer tasdik etmiştir.

Aşktan korkmak, yaşamdan korkmak demektir ve çoğu insan 25 yaşında ölür 75 yaşında gömülürmüş. AŞK’tan korkanlar ölmeden 3 kez ölmüşlerdir aslında.

Ben hayatı dolu dolu, her günümü son günümmüş gibi yaşamayı seviyorum. Çünkü, hepimizin hayatları çatlak bardaktaki suya benzermiş içsek de tükenecek içmesek de. Yaşasak da bitecek yaşamasak da.

O zaman AŞK’tan korkmak niye?.

Yaşamın ölümle sonuçlanacağını bildiğimiz halde neden korkuyoruz AŞK’tan bu kadar?.

Uçurtmanız bir kez kaçtı diye mi küstünüz yüzyıllardır üzerimize merhamet gözyaşları döken şu sonsuzgökyüzüne?

Oysa, “AŞK lezzetli bir çiçektir, fakat insanın onu yetiştiği korkutucu uçurumdan toplayacak cesareti olmalıdır.” sözünün sahibi Stendhal’e göre AŞK’ın sırrı cesarettir.

Cesareti olmayan ADAM, keskin kenarı olmayan kör bıçağa benzermiş.

Unutmayın Shalimar, sadece cesurlar yaşar gerçek AŞK’ları. Ve de talih, sadece cesaret karşısında gülümser. Çünkü, dünyada taklit edilemeyen tek şeydir cesaret.

AŞK’tan de asla şüphe etmedim. Zira hayal kırıklıkları ve kuraklıklar içinde çölde bir vaha gibidirAŞK.

Evet Shalimar, sizi derin ve ihtiraslı sevdim.

Eskiler, AŞK ne kadar derinse, acısı da o kadar büyük olurmuş derler.

Size soruyorum bir noktaya kadar mutlu olabilmek için, o noktaya kadar acı çekmiş mi olmamız lazım?

İtalya'nın en büyük şairi kabul edilen Dante’ye göre ise, “AŞK’ın efendiliği iyi değildir.” Çünkü ona inanan kişi ne denli inanç beslerse AŞK’a, o denli ağır ve acılı anlar yaşamak zorunda kalırmış.

“Yeterince dürüstsen, fazlasıyla aşık ve gerçekten seviyorsan; hazırsın demektir: artık mutsuz olabilirsin” sözü ile adeta Dante’yi onaylamıştır aykırı şair Charles Bukowski.

Yalnız Adam’ın Korunmuş Levhası’nın 2. maddesi AŞK’ı; acı ve sahip olmak değil, mutluluk ve özgürlük olarak tanımlar.

Shalimar, sizden bir AŞK talep etmiyorum.

Çünkü, kendi içinizde yaşamadıkça, benim ruhumdaki kıpırtıyı hissetmenizi bekleyemem, bu zalimlik olur.

Zira, insanın özgür iradesi vardır. İnsanları nedensiz sevemezsiniz. Ayrım yapmaksızın herkesi sevemezsiniz. Sadece bunu hak edenleri seversiniz.

Birini seveceksen, onu herşeyinle sevme demiş Can Yücel.

Halt etmiş Can Baba.

Ben size sırılsıklam aşığımShalimar,hem de herşeyimle.

Sizi herşeyinizle, günahınızla, sevabınızla, yanlışınızla, doğrunuzla sevdim. Varlığınızla, yoksulluğunuzla, güzelliğinizle, çirkinliğinizle de seveceğim Bayan Shalimar.

Yahya Kemal’in de söylediği gibi “Gerçek sevgi, iyilik gördüğünde artmayan ve kötülük gördüğünde eksilmeyendir.”

Sizi siz yapan herşeyinizi sevdim.

En çok da merhametinizi sevdim. Çünkü,merhametmasum olduğu için her kalbemisafir olmazmış.

Peyami Safa AŞK’ı ; “AŞK şüphe etmez. AŞK kıskanmaz.AŞK iğrenmez. AŞK çirkin bulmaz. AŞK küçümsemez.” sözü ile tanımlamıştır.

Keşke sizi bu kadar derin ve ihtiraslı sevmeseydim. Çünkü birini ne kadar çok sevmişsem, hayat beni ondan o kadar uzaklaştırmıştır inadına.

Fakat, size soruyorum;

Başka bir yol var mı?

Başka bir düşünce, başka bir hissiyat, başka bir felsefe var mı bu saçma ve anlamsız hayatı daha yaşanabilir bir hale getirebilecek, AŞK’tan başka?

Bige Güven Kızılay, AŞK’ı biraz kehribara benzetir “Kehribar Zamanında AŞK” adlı kitabında.

Bir ağacın özsuyu gibi insanın doğasında vardır.

Reçine diye yüzüne bakmadığımız o şey, yıllar boyunca binbir mevsimi yaşar, en sert rüzgârlarda savrulur, en vahşi yağmur taneleriyle dövülür, en sıcak güneşle ısınır, en soğuk karla kaplanır. Sonunda ise şahane bir renkte çok değerli bir taşa dönüşür.

Adına o zaman kehribar derler.

Evet Shalimar,

Aşkın kehribar hali herkese nasip olmazmış.

AŞK alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey değildir, aksine çok nadir insanın kalbinde açabilen, daha da önemlisi açtıktan sonra yaşayabilen nadide bir çiçektir.

Bu nadide çiçek, kimilerinin yüreğinde gururlarının yettiği kadar, kimilerinin de ömürlerinin yettiği kadar güzel kokarmış.

ÇünküAŞK sabır gerektirir.

AŞK emek gerektirir.

AŞK hoşgörü gerektirir.

AŞK vefa gerektirir.

Ve en önemlisiAŞK sadakat gerektirir.

Reçineyi mücevher yapan zorlu süreçte ellerinizi sımsıkı kenetleyip durabiliyorsanız eğer, boynunuza kehribardan kolyenizi ışıl ışıl takarsınız.

Stendhal ise bu sürece kristalleşme adını verir. İnsan ancak aşık olduğu zaman baştan sona kristalleşir.

Kristalleşme aynı zamanda uzun bir zamanın ardından aşkın karşısında çırılçıplak kalmış bir insanı da tasvir edermiş.

Benim Hüzünlü Orospularım adlı aykırı kitabın da yazarı Gabo’ya göreİnsan AŞK’tan vazgeçerse yaşlanırmış.

Gençliğin sırrı daAŞK’tadır.

Hayatımda sizden daha güzel kalp rengi olan bir kadın tanımadım Shalimar. Bunu öylesine söylemedim, öylesine anlam da yüklemedim. Anlamsız olanlara anlam yükleyemezsiniz zaten, isteseniz de yapamazsınız.

Kavuşabilirmiyiz?

Kim bilir!

Ruhum sizde kalır, ben giderim.

Ancak, aynı duayı birbirinden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine kavuşurlarmış.

Herşeyimizi elimizden alabilirler, ümitlerimizden başka! Anılarımızdan başka!

Ümitlerimiz değil mi yaşamı daha yaşanabilir kılan! Anılarımız değil mi bizi yasemin ağacına bağlayan!

Artık sonsuza kadar susmanın daha iyi olduğunu düşünüyorumShalimar. Zira kelimeler size karşı hislerimin hepsini anlatmaya yetmiyor. Yetersiz artık kelimeler!

Shalimar,

Bir otel odasında duvara “birimiz gitmeli” yazarak intihar eden, zekası ve sıra dışı hayatı ile İrlandalı şair Oscar Wilde’ın, aşkını öldüren mahkum Charles Thomas Woolridge’e ithafen yazdığı "The Ballad of Reading Gaol" şiirini bilmeyen yoktur!

Her insan öldürür gene de sevdiğini

Bu böyle bilinsin herkes tarafından,

Kiminin ters bakışından gelir ölüm,

Kiminin iltifatından,

Korkağın öpücüğünden,

Cesurun kılıcından!

♠☼♥

Kimisi aşkını gençlikte öldürür,

Yaşını başını almışken kimi;

Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar,

Birinin altındır elleri,

Yumuşak kalpli bıçak kullanır

Çünkü ceset soğur hemen.

♠♠

Kimi pek az sever, kimi derinden,

Biri müşteridir, diğeri satıcı;

Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi,

Kiminden ne bir ah, ne bir figan:

Çünkü her insan öldürür sevdiğini,

Gene de ölmez insan

Ölüm olmasaydı hayat bütün güzelliğini kaybermiş, bilmiyorum!

İster öldürün, ister yaşatın Shalimar.

Hepimiz, eninde sonunda aşık olduğumuz şeyi buluyoruz ve bizi öldürmesine izin veriyoruz.

Fakat, hiç farketmediniz mi?

Siz beni öldürürken benim sizi sevdiğimi!

PAKETÇİ

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir