meryem bülbül dağı nın sırrı pdf / Ata Nirun pdf indir

Meryem Bülbül Dağı Nın Sırrı Pdf

meryem bülbül dağı nın sırrı pdf

1 MERYEM SÛRESİ TEfSİR İsmail Dinçer

2 MERYEM SÛRESİ Tefsir İsmail Dinçer Kitap No: Baskı: Haziran 2022 T.C. Kültür Bakanlığı Yayıncı Sertifika No: Isbn: Genel Yayın Yönetmeni: Çiğdem Okumuşlar Kapak Tasarım: İlknur Muştu Sayfa Düzeni: Baskı: Bozat Matbaacılık Sertifika No: Kaynak Gösterilerek Alıntı Yapılabilir. İzinsiz Çoğaltılamaz, Basılamaz. Yaşam Denilen Olgu, Hayatın GÖNÜLE Göre Yön Tutmasıdır ki, Bir Düşünürün Dediği Gibi; Ne İstediğini Bilene, Dünya Kenara Çekilir Yol Verirmiş. İnsanın Acıları ve İdealinin Onurlu Savaşının Sonucu Ortaya Çıkmış, Şahsiyetli Bir Karardır; Okumuşlar Yayıncılık 19 Mayıs Mah. Yaşar Doğu Sok. No: 5/A Şişli/İstanbul Tel: [email protected] [email protected]

3 içindekiler TEŞEKKÜR / 5 ÖNSÖZ / 7 TEFSİR NE DEMEKTİR / 11 HAZRETİ MERYEM KİMDİR / 17 MERYEM MAKAMINA İLETEN BEŞ KAPI / 22 MERYEM SÛRESİ / 27 SONUÇ / 399 3

4

5 TEŞEKKÜR Allah hakikatini anlamak için, bizlere hiç bıkmadan bilgiler veren, evlerini, sofralarını, gönüllerini açan, hiçbir şey beklemeden, zerre bir ücret talep etmeden zamanlarını bizlere ayıran, bizleri kendimize döndüren, aradığımız hakikatlerin kendi beden boyutumuzda ve varlığın beden boyutunda olduğunu bizlere öğreten, varlığın okunacak kitap olduğunu bizlere bildiren, ilimden ve edepten ayrılmadan hakikatleri anlama samimiyetini bizlere hissettiren, talebelikten ayrılmadan ve hiçbir beklenti içinde olmadan hakikat yolunda olmamızı bizlere öğütleyen, İlm-i Tevhîd yolundaki tüm kâmil insanlara şükranlarımı sunuyorum. Hakikatleri araştırma yolunda yanımızda olan ve bize her zaman destek olan tüm dostlarıma cânı gönülden teşekkür ediyorum. Hepsinden Allah razı olsun. 5

6

7 ÖNSÖZ İlk tefsir kitabımız olan Yûsuf Sûresi tefsir kitabında, Yûsuf un kıssasını âyet âyet incelemeye gayret göstermiştik. Yûsuf un kıssasında, Kenan diyarından Mısır diyarına, yani ten boyutundan cân boyutuna olan bir yolcuğunun inceliklerini yakalamaya çalışmıştık. Bu kitabımızda ise, Meryem Sûresini kelime kelime incelemeye gayret edeceğiz. Meryem Sûresinden sunulan mesajları anlamaya çalışacağız. Meryem boyutundan İsâ boyutuna olan akışın hakikatlerini bir bir anlamaya gayret edeceğiz. Her bir mesajı kendimizde bulmaya çalışacağız. Kendimizdeki Meryem boyutunu, İsâ boyutunu anlamaya gayret göstereceğiz. Meryem boyutundan sunulan seslenişi, gönül kulağımızla duymaya çalışacağız. Zekeriya kimdir? Zikir nedir? Meryem kimdir? Neden Meryem e Bakire Meryem denildi? İsâ kimdir? İsâ nın babasız olmasındaki sır nedir? Meryem İsâ yı babasız mı doğurdu, yoksa İsâ nın bir babası var mıydı? İsâ nın Meryem den gelme sırrı ne olabilir? İnsandaki Meryem boyutu, İsâ boyutu nedir? İsâ boyutu Âdem boyutu aynı mıdır? Aralarında nasıl bir bağ vardır. 7

8 Âl-î İmrân Sûresi 59. âyette geçen İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem. Muhakkak ki Allah ın katında İsâ nın durumu, Âdem in durumu gibidir hakikati neye işaret eder? Meryem Sûresinde, bu ve buna benzer nice konuyu anlamaya çalışacağız. Meryem Sûresinin ilk âyetinde geçen, Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd harflerinin anlamlarını incelemeye çalışacağız. Harf-i mukatta nedir? Her bir harfin bizdeki ve varlıktaki karşılığı nedir ince ince düşünmeye, araştırmaya çalışacağız. Bu sûreyi de kendimize hitap ediliyormuş gibi inceleyeceğiz. Kendimizi bilmek yolunda, Meryem boyutunun hakikatini anlamaya gayret edeceğiz. Kur ân ı, geçmişte yaşananları aktaran bir kitap olarak değil, her dâim kendimize hitap ediliyormuş gibi okumaya çalışacağız, her bir hakikati kendimizde bulmaya çalışacağız. Meryem Sûresini bu ölçütlere göre incelemeye çalışacağız. Bu çalışmamız, aldığımız eğitime dayalı yorumlardır. Eğer bilmeden bir hatamız olursa, dileriz ki okuyucularımız o hatalarımızı yakalasınlar ve hakikate daha uygun yorumlar yapsınlar. Tek amacımız Kur ân ın sunduğu mesajı anlamaya ve anladığımız kadarıyla sunmaya çalışmaktır. Biliyoruz ki Kur ân, Allah nedir? hakikatini anlamamıza kapılar açar. Biliyoruz ki Allah hakikatini anlayan kişi, Kâmil insan olma yolunda adımlar atar. Hakikat her zaman insana huzur getirir. İnsan, kendinin ne olduğunu anlaması, yani yaratılışını ve yaratanını idrak etmesi, insanı insan makamına iletir. İnsana verilen aklı, insan her zaman kullanmalı ve varoluşu ve varedeni ince ince düşünmelidir. İnsan kendi bedenine bakıp, bedeninin nasıl var olduğunu ince ince düşünmelidir. 8

9 İnsan gördüğü varlığa bakıp: Varlık nasıl varoldu? Varlığın geldiği kaynak nedir? Varlığın gittiği yer neresidir? Bu âlem nasıl varoldu? Bu âlemi yaratan kimdir? Varlığın özünde olan işleyiş, nitelikler nasıl olmaktadır? Buna benzer sorular sormalı ve bu soruların cevaplarını aramalıdır. Hakikati anlamanın yolu, aklı işletmek ve sorular sormaktır. İnsan gördüğü varlığın nasıl var olduğunu düşünmelidir. İnsanın hakikati anlaması yaşadığı yer olan yeryüzüdür. Yeryüzündeki varlıklara bakıp, onların varoluşunu inceleyen kimse, hakikate ulaşacaktır. İnsanın hakikate ulaşması için okuyacağı, inceleyeceği ilk kitap kendi vücûd kitabı olmalıdır. Yeter ki insan, ona verilen aklı işletsin. Kur ân bize verilen aklın işletilmesini birçok âyette, bizlere bildirir. Hacc Sûresi 46: E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun yakılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ fe innehâ lâ tamal ebsâru ve lâkin tamal kulûbulletî fîs sudûr. Meâli: Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Böylece onların akıl edecek kâlbleri yok mu, ya da işitecek kulakları? Fakat onların görmelerinde körlük olmaz ve lâkin gönüllerindeki idraklerdedir körlük. Kur ân yeryüzünde olan her varlığın incelenecek, okunacak bir kitap olduğunu bildirir. İnsan bakmalı görmeli ve düşünmelidir. Ve insan bilmelidir ki, hakikatler görünen varlığın özünde bulunmaktadır. Ve insan bilmelidir ki, hakikat kendi vücûdudur. 9

10 Ve insan, öncelikle okunacak incelenecek kitabın, kendi vücûd kitabı olduğunu bilmelidir. Kur ân bizlere hep bu hakikatleri sunar. Akıl da hakikati anlamak için bizlere verilen bir cevherdir. Yeter ki saf tertemiz bir akılla düşünelim. Aklımızda olan tüm yargılayıcı alanı, bâtıl bilgileri, öfke, kavga, hiddet, alanını temizleyelim. Yani doğduğumuz andaki beynimize ulaşalım, o saflıkta akıl edelim, o saflıkta düşünelim. Bakara Sûresi 44: Ve entum tetlûne el kitâb e fe lâ takılûn. Meâli: Sizler tüm varlığın, okunacak incelenecek bir kitap olduğunu anlayın. Hâlâ akledip düşünmez misiniz? Nahl Sûresi 12: Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer ven nucûmu Mûsâhharâtun bi emrih inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yakılûn. Meâli: Sizin bedenlerinizi düzenledi. Gece ve gündüz, Güneş ve Ay ve yıldızlar, tüm bunlar O nun işleyişle düzenlenmiştir. İşte bunların içinde, düşünüp akıl eden kimseler için âyetler vardır. Varoluş ve vareden hakikatine ilgi duyan her insan, aklını işletmeli ve ince ince düşünmelidir. İnsan, gördüğü varlığın varoluşunu çok iyi düşünmelidir. İnsan, varoluşu ne kadar iyi anlarsa, var edeni de o kadar iyi anlayacaktır. Her insan, Kur ân ı anlamak için okumalı, her bir kelimeyi, her bir cümleyi ince ince düşünmeli, oradan sunulan mesajları yakalamalıdır. Bizler de Meryem Sûresini bu hassasiyette inceleyeceğiz. Oradan sunulan mesajları, anlayabildiğimiz kadar anlamaya ve anlatmaya gayret edeceğiz. Rabbimiz gönlümüzü samimi eylesin ve asla dünyevi bir beklentiye düşmemize izin vermesin. 10

11 TEFSİR NE DEMEKTİR Tefsir kelimesi, Fesr-Sefr-Sefer kelimeleriyle bağlantılıdır. Tefsir kelime anlamı olarak; yorum yapmak, açıklamak, iç yüzünü ortaya koymak, dıştan içe olan yolculuk, kapalı bir şeyi açmak, sefer eylemek, hakikatine erişmek, gibi anlamlara gelir. Tefsir daha çok Kur ân için kullanılmıştır. Kur ân ı Kerim deki her bir kelimenin, her bir cümlenin kavramını açıklamak için yapılan çalışmaya Tefsir denilmiştir. Tefsirdeki ana gaye; bir harfin, bir kelimenin, bir cümlenin içinde taşıdığı mânâyı, en anlaşılır bir şekilde açıklamaya çalışmak ve bir önceki ve bir sonraki cümlenin taşıdığı mânâyı birbirine bağlı bir şekilde, hakikati hissettirmeye çalışmaktır. Tefsirdeki ana gaye, Kur ân ı Kerim in anlaşılmasıdır. Kur ân, Allah nedir? hakikatini bizlere bildirir. Allah nedir? hakikatini az da olsa anlayan kişi; yaşantısını ilmi olarak ve edep içinde sürdürür ve sâlih bir kimse olarak yaşamaya gayret eder. Tefsir çalışması yapan kişinin, Kur ân üzerine çalışma yapması gerekir. Tefsir yapan kişinin öncelikle her varlığı ve görünen âlemi Kur ân bilmelidir. Hakikatleri varlık boyutunda görebilmelidir. Tefsir çalışmasında; zamanla anlamı değişen kelimelerin, ilk ortaya çıktığı zamandaki anlamı yakalamak ve tefsiri ona göre yapmak, hakikati ortaya koymak açısından çok önemlidir. Tefsir çalışanların, İlm-i Tevhîd dersleri ile yetişmeleri gerekir. 11

12 Bir Mürşid-i Kâmil den İlm-i Tevhîd dersleri görmeleri gerekir. İlm-i Tevhîd dersleri gören kişi, hem kendi vücûdunu, hem her varlığı hem de Mushâf ı Kur ân bilecektir ve ona göre okuyacaktır. Kendi vücûdunu ve varlığı, canlı Kur ân bilen ve oradan okuyan, Mushâf ı daha iyi anlayacaktır ve tefsiri de daha isabetli yapacaktır. Tefsir yapan kişinin, her bir kelimenin ilk ortaya çıktığı anlama ulaşması ve tefsirini ona göre yapması gerekir. Tefsirde bir bütünlük olması gerekir, anlam olarak kopukluk olmaması gerekir. Bir kelimenin ya da bir cümlenin ya da bir sûrenin tefsirinde, anlamların bir bütünlük içinde hakikati hissettirmesi gerekir. Kur ân-ı Kerîm in tefsirini yapmaktaki ana gaye, hakikatlerin daha iyi hissedilebilmesi içindir. Tefsir yapan kişinin, Kur ân daki konuları bir inanca dayalı olarak değil, tüm inançları kucaklayacak şekilde açıklamalıdır. Tefsir yapan kişinin; Kur ân, İkrâ, Kırâat, Tevil, Tertil, Tenvilat, Tilavet, Tecvid konularını iyi bilmesi gerekir. Bunları kısaca incelemeye çalışalım. Kur ân-ikrâ-kırâat aynı kökten gelen kelimelerdir. Kur ân; k r karae kökünden gelir. Kur ân; varlığın bütünlük içinde, birlik içinde işleyişi, oluşu hareketliliği demektir. Kur ân okumak: Varlığın oluş ve işleyişini okumaktır. Kur ân okumak, bütünsel okumanın boyutudur, birlik şuurunda okumanın boyutudur. İkrâ: Varlığın oluşunu, işleyişini, hareketliliğini anlamak için incelemek, okumak, analiz etmek demektir. Kırâat: Bir zerrenin ya da bir varlığın taşıdığı mânâya ulaşmak için okumaktır. 12

13 Bir makama göre okumak, taşıdığı mânâya ulaşmaktır. Kırâat: Bir makamdan taşmadan, o makamın mânâsına ulaşmak için okumaktır. Harfin, kelimenin ya da cümlenin taşıdığı anlamı yakalamak ve anlamı açıklamak, kırâat konusudur. Kırâatte, bir konuyu incelerken, o konudan taşmadan, o konunun anlamını yakalayıncaya kadar orada durmak gerekir. Onun için kırâat okumasına, bir makama göre okumak denilmiştir. Tevil: Aslından kopmadan okumak ve yorumlamak, özünü yakalamak için okumak, aslını ortaya çıkarmak için yorumlamak. Tevil konusunda, okuduğumuz yorumladığımız konu, başıyla sonuyla birbirine bağlı olmalıdır, dönüp dolaşıp başladığı yere dönmelidir. Tevil kelime anlamıyla; çevirmek, döndürmek, aslına bağlamak demektir. Tevil kelimesi Kur ân da birçok âyette geçer Âl-î İmrân Sûresi 7. âyette iki kez geçer. Âl-î İmrân Sûresi 7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe tevîlihi ve mâ ya lemu tevîlehû illâllâh ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî kullun min indi rabbinâ ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb. Huve ellezi enzele aleyke El kitâbe Minhu âyet Muhkemat Hunne ummu el kitâbi : O ki, sundu, indirdi, sana, : Kitap, her şeydeki yazılı levhalar, hakikatlerin sözleri, : Ondan, âyet, işaret, : Noksansız, delilleriyle sapasağlam, kuvvetli, sıkı sıkıya, : Onlar, ana kitab, ümmül kitap, 13

14O işaretler ana kitaptandır. Ayrı gibi görünen şeyler zahirde farklı gibi görünse de özde aynıdır. Fakat kâlblerinde hakikatlerden sapmaya meyilli olanlar, öze 14

15 değil zahire tâbi olurlar. Onların halleri ikiliğe isteklidir ve onların yorumları ikilik üzeredir ve onlar Allah ın hakikatlerinin o açıklamalarını bilemezler. Ancak onu ilimde kemâlat sahipleri bilir ve derler ki: Rabbimiz! Bütün hakikatler sana aittir, biz ona inandık. Ancak aklını hakk üzere işletenlerden başkası varlığın varoluşunu düşünmezler. Âyette çok güzel bir şekilde belirtildiği gibi, tevil yapabilecek kişinin, varlığın özüne bakması, varlığın sûret boyutunda kalmaması gerekir. Tefsir ve tevilde ana gaye Tevhîd i hissettirmektir. Tertil: Düşüne düşüne, hissede hissede mânâya ulaşmak için okumak. O mânâdan hiç taşmadan okumak ve yorumlamaktır. Bir kelime ya da cümlenin içindeki anlamı, taşıdığı duyguyu hissederek okumak ve o duyguyu hissettirir bir şekilde yorumlamaktır. Tertil, belli bir sıraya, intizâma, makama göre okumanın adıdır. Tenvilât: Hediye, bağış, lütûf, ikrâm gibi anlamlara gelir. Her bir kelimenin, cümlenin içindeki mânâda Allah ın lütûfları, hediyeleri, ikrâmları, bağışları vardır. Her bir kelimede ve cümlede olan hediyeyi yakalamak için okumanın adı tenvilâttır. Okuduğumuz her âyetin değerini bilmeli, orada Allah ın ikramları olduğunu unutmadan okumalıyız. Her bir kelimenin içinde Allah ın seslenişiyle buluşmak, o seslenişi duymak, tenvilâttır, hediyeye kavuşmaktır. Tilâvet: Birbirine bağlı okumak, ardına düşmek, mânâdan kopmadan okumak ve yorumlamak demektir. Tilâvet; ilk yorum ile son yorumun birbirini takip etmesi, birbiriyle bağlı olma durumudur. Tilâvette, derin derin düşünmek, mânâya ulaşıncaya kadar takip etmek, birbirine bağlı bir şekilde hareket etmek gerekir. 15

16 Tilâvet: Her bir harfin taşıdığı mânânın, diğer harflerle kelime içinde birleşerek oluşturduğu yeni mânâyı yakalamanın adıdır. Tilâvet secdesi demek: Her bir harfin, kelimenin özünde bulunan mânâyla buluşmak demektir. Her bir harfin ve kelimenin varlıkta bir karşılığı vardır. O karşılık Allah ın sıfatlarındandır. Her bir sıfat Allah ın zâtına secde halindedir. İşte tilâvet secdesi, varlıktaki her şeyin Allah a secde durumudur. Bunu görebilen tilâvet secdesi makamına ermiştir. Tecvîd: Okuduğunu güzelce anlaşılabilir bir şekilde ifade etmek, yorumlamak demektir. Tecvîd; her bir harfin, her bir kelimenin, her bir cümlenin içindeki mânâyı, ilmi boyutta en güzel bir şekilde hissettirmek için yapılan ifade etmenin adıdır. Allah ın varlıktaki tecvîd boyutu, varlıktaki niteliklerin birbiriyle ahenk içinde bulunmasıdır. Allah her varlıktan, o varlığın taşıdığı makama göre kelâm eder. Bu kelâmın seslenişi tecvîd boyutudur. Kişinin tecvîd makamına ermesi, Allah ın varlıktaki kelâm ahengini hissetmesidir. İşte tefsir; Kur ân, İkrâ, Kırâat, Tevil, Tertil, Tenvilat, Tilavet, Tecvid konularının özüne uygun yapılmalıdır. Tefsir, Allah ı ve hakikatlerini en güzel bir şekilde hissettirme gayretidir. 16

17 HAZRETİ MERYEM KİMDİR Hazreti Meryem tarihte, Hazreti İsâ nın annesi olarak bilinir. Bakire Meryem olarak anılır. Buradaki bâkireliği iyi anlamalıyız. Bâkir olma durumunu; bir bayanın bâkireliği olarak değil, insanın aklının ve gönlünün bâkir olma, yani tertemiz olma durumu olarak düşünmeliyiz. İsâ makamına ermek için, kişinin gönlü ve aklı bâkir olmalıdır, yani tertemiz olmalıdır. Kişi kendine nisbet ettiği beden boyutundan kurtulmalı, bedenin sahibine teslim olmalı ve bedenin Zâtında fâni olmalıdır. İşte hakikatte bâkirelik de budur. Kişi Meryem makamına ermeden, İsâ makamına eremez. Hazreti Meryem, Nasıra lı olarak bilinir. İsâ ya Nâsıra lı İsâ denilir. Meryem ismi, İbrânîce de Miryâm-Miriam isminden gelir. Süryânîce ve Ârâmîce de Maryam diye geçer. Tevrat da Mariam şeklindedir. Eski Ahid de, Hazreti Mûsâ nın kız kardeşi için kullanılan Miryâm ismi vardır. Meryem: Efendi, soyluluk, arınmışlık, hizmetçi, denizin damlası, denizin kokusu, Tanrı nın sevgisine ulaşmış olan, aslını isteyen, benliğinden ayrılan, vücûdun sahibine teslim olan, bâkir olan, temiz olan, fenâlardan sıyrılmış olan gibi anlamlara gelir. Meryem Sûresinde bahsedilen Meryem, İsâ nın annesi olan Hazreti Meryem dir. 17

18 Meryem, İsâ boyutundan önceki makamdır. Meryem, Dâvûd un soyundan gelir denilir. Meryem in doğum yeri olarak daha çok Nâsıra denilse de, bazı kayıtlarda Sepphoris, Beytülahm, Kudüs ten de bahsedilmektedir Hazreti Meryem in babası İmrân b. Mâsân, annesi Hanne diye bilinir. İmran ın eşi Allah tan bir çocuk ister. Doğacak çocuğun, Allah yolunda hizmet etmesi için, Allah a niyazda bulunur. Bu durum Kur ân da, Âl-î İmrân Sûresi âyetlerde açıklanır. Âl-î İmrân Sûresi 35: İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî inneke entes semîul alîm. Meâli: İmran ın eşi demişti ki: Rabbim! Ben içimdekini tamamen halis olarak sana bıraktım, benim bu niyetimi kabul et. Muhakkak ki sen işittirensin, ilmin sahibisin. Âl-î İmrân Sûresi 36: Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada tuhâ unsâ vallâhu âlemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm. Meâli: Böylece onu doğurduğunda dedi ki: Benim kız olarak dünyaya getirdiğimi vücûdlandıran sensin. Allah ortaya çıkan şeyleri ilmiyle var edendir. Erkek, kız gibi değildir, ben onu Meryem diye isimlendirdim ve ben onu sana emanet ettim ve onun neslinden gelenler şeytani hallerden uzak olsunlar. Âl-î İmrân Sûresi 36: Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe vecede indehâ rızkâ kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb. 18

19 Meâli: Böylece o Rabbinin hakikatlerini kabul ederek hayırlı çalışmalarda bulundu ve o güzel bir halde yetişerek gelişti. Zekeriyâ ona bakmakla sorumluydu. Zekeriyâ onu her seferinde Hakk a yönelir bir halde, onu Hakk ın nimetlerini anlayanlardan olarak buldu. Dedi ki: Ey Meryem! Bunları nasıl biliyorsun? O da: O hakikatler Allah a aittir, dedi. Muhakkak ki Allah, bir karşılık beklemeden hakikatleri anlamak isteyen kimseyi faydalandırandır. Açıklanan âyetlerden de anlıyoruz ki, Hazreti Meryem, manevi alanda yetişmiş biridir. İmrân nın eşi aslında Allah tan bir erkek çocuğu istemiştir. Çünkü o dönemde Beytü l-makdis de ancak erkek çocukları Allah için hizmetkâr olabilirlerdi. İmrân ın eşi, olacak çocuğun Süleyman mabedinde Allah a hizmetkâr olsun, hayatını Allah yoluna adasın istemiştir. Olan çocuk kız olarak doğsa da, manevi alanda donanımlı olarak yetiştirilmiştir. Adına Meryem denilmiş, İsâ o Meryem den doğmuştur. O dönemde de kız çocukları, erkek çocuklarıyla aynı derecede görülmezdi. İmrân ailesi ise bu tabuya karşı çıkmış, kız çocuklarını erkek çocuklarıyla eşit görmüş ve ona göre yetiştirmişlerdir. Buradan anlıyoruz ki, kadın o dönemde de insan yerine konulmamış, erkeğin gölgesinde kalmıştır. Ama İmrân ailesi bunun böyle olmadığını ispat etmiş, Hazreti Meryem i en güzel bir şekilde yetiştirmiştir. Hazreti Meryem mükemmel olarak yetiştirilmiş ve manevi alanda bir üstat olmuştur. Hazreti Meryem çevresine bir ışık olmuş, çevresindeki insanlara hakikati açıklayıp, onları bilinçlendirmiştir. Hazreti İsâ babasız doğmuştur diye bilinir. 19

20 Hazreti Meryem o dönemde Yûsuf diye biriyle evliydi, diye de bildirilir. Bu durum İncil de belirtilir. İncil-Matta 24-25: Yûsuf uyanınca Rabb in meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem i eş olarak yanına aldı. Ama oğlunu doğuruncaya dek Yûsuf ona dokunmadı. Doğan çocuğun adını İsâ koydu. Bu âyeti dikkatlice incelersek, Hazreti Meryem hamile iken, Yûsuf ona dokunmadı durumu ortaya çıkıyor. O dönemde Hazreti İsâ, Mûsevi toplumunda, Yûsuf un oğlu İsâ olarak anılırdı. Farklı inanç grupları, İsâ nın doğumu ile ilgili farklı yorumlar yapmışlardır. İsâ nın babasız doğması denilmesinin ayrı bir hikmeti vardır. Kur ân da bu durum çok net bir şekilde belirtilir. Âl-î İmrân Sûresi 59: İnne mesele İsâ indallâhi ke meseli Âdem halakahu. Meâli: Muhakkak ki Allah ın katında İsâ nın durumu, Âdem in durumu gibidir. Âdem boyutunu ve İsâ boyutunu iyi anlayabilirsek, İsâ ya babasız denilmesinin hikmetini çözebiliriz. Miladi sıfır tarihinde doğan İsâ nın babası marangoz Yusûf tur. Ama hakikatte İsâ boyutu Ve nefahtu fîhi min rûhî sırrıdır. Hazreti İsâ nın ilk Efendisi kuvvetle muhtemel Hazreti Meryem dir. Hazreti Meryem bir Mürşid-i Kâmil dir. Hatta Hazreti İsâ çarmıha gerilmeye giderken, annesine Beni sen yetiştirdin- Bunun olmasını sen istedin dediği söylenir. Hazreti Meryem, Hazreti İsâ çarmıha gerildikten sonra, Kudüs ten ayrılmıştır. Çünkü Hazreti İsâ çarmıha gerildikten sonra, Hazreti İsâ ya yakın olanlara zulümler edilmeye başlanmıştır. 20

21 Bundan dolayı Hazreti Meryem, Türkiye ye gelmiş İzmir in Tire beldesinde Derekahve ye yerleşmiş, oradan da Bülbül dağına taşınmış, son nefesine kadar orada yaşamıştır. Dünyanın her yerinden insanlar İzmir in Selçuk beldesinde bulunan Meryem Ana denilen yere gelirler, Hazreti Meryem i yâd ederler. 21

22 MERYEM MAKAMINA İLETEN BEŞ KAPI Meryem Sûresi Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd, kapıları ile açılır. Meryem makamına ileten beş kapıdan nasıl geçilir? Her kapının ardında nasıl sırlar vardır? Meryem makamı nasıl bir makamdır? Meryem-Miriam, kelime olarak Mir kökünden geldiği düşünülür. Anlam olarak: Soyluluk, arınmışlık, tertemiz olmak, hizmetçi olmak yani her an Allah a bağlılık içinde olmak gibi mânâlara gelir. Meryem, bir kadın adı olarak düşünülmemelidir. Meryem, kişinin kendinde ulaşacağı bir makamın adıdır. Bu makam; kişinin kendine nisbet ettiği vücûdun asıl sahibini anlayıp, tüm varlığından geçerek teslim olduğu Fenâfillâh makamıdır. Kişi Meryem makamına ermeden, onda İsâ makamı tecelli etmez. Meryem makamı; gönüllerin tertemiz olma durumudur. İsâ makamı; Nefahtu fîhi min rûhî yani üflenen Rûh sırrıdır. Meryem; arınmışlık, soylu olana erişme makamıdır. Soylu olmak demek, kendi vücûdunun soyuna yani aslına yani sahibine ulaşmak demektir. Meryem Sûresi ndeki, Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd hakikatini incelersek: Kâf: Kişinin beden dağıdır. Yani vücûdunun ten cihetidir. Kâf dağının ardı demek, bedenin ardı demektir. 22

23 Bedenin ardına kişi ancak, bedeninden geçtiği zaman, yani beden varlığını terk ettiği zaman geçebilir. Kâf dağının ardına yolculuk; bedenin enfûsî âlemine olan şuhudî yolculuğun adıdır. Kâf dağının ardında olan Zümrüd-ü Anka kişinin bedenini tutan Rûh sırrıdır. Meryem makamına kişi ancak, Kâf dağının ardına ulaştığı zaman yani beden varlığından geçtiği zaman, yani Fenâfillâh olduğu zaman adım atacaktır. Buradaki adım beşerî adım değil manevi adımdır. Kâf dağının ardına yolculuk, tenden câna olan yolculuktur. Tenden câna olan yolculuk, vücûdun tecellilerini idrak etmekle olacaktır. Kâf dağı kişinin ten vücûdudur. Ten vücûdunda, fiiliyle fâil olan, sıfatlarıyla mevsuf olan, vücûdun Zâtı olan Allah tecelli etmektedir. Kâf boyutu, bu tecellileri idrak etmek boyutudur. Kişi, kendi bedeninin işleyişini iyi anlamalıdır ki, o işleyişi yapan Zâta teslimiyeti güçlü olsun. Hâ: Kişinin vücûdunu tutan Zât sırırıdır. Kişi kendi vücûdunu ve cümle vücûdları tutan tek Zâtı şuhut ettiği zaman Hâ Hu O Hâkk kapısı açılır. Bir vücûdun ve tüm vücûdların Zâtı Hâ Hû dur. Kişi, kendi vücûdunu tutan Zâta ârif olduğunda, çarmıha gerilen vücûdun ne olduğunun sırına erecektir. Yani İsâ nın çarmıha gerilen vücûdunun ne olduğunu anlayacaktır Yâ: Zikir, seslenme, varlıktaki ilâhi titreşim, dalgalanma sırrıdır. Buradaki zikir, seslenme sırrı; rûh dan vücûda gelen, vücûddan çevresine yayılan seslenişin sırrıdır. 23

24 Rûh dan vücûda, yani Zâta gelen sesleniş, vücûdun o seste fâni olma sırrıdır. Rûh ve ten birbirinden ayrı değildir. Tenin işleyişi rûha bağlı olarak gerçekleşir. Gönül, rûh dan gelen seslenişi duyabilmesi için; kişi tüm vücûdunu, vücûdun Zâtına teslim etmelidir. Vücûdun ten boyutu, rûh ile kuşatılmıştır. Ten boyutu, rûh dan gelen seslenişle işleyişine devam eder. Aynı zamanda, rûh dan gelen seslenişte; ten, sahibi olan rûha bağlıdır. Rûh dan gelen sesleniş, Bezm-i Elest sırrıdır, yani Elestü bi-rabbiküm seslenişidir. Ten rûhla birlikte seslenir. Rûh dan gelen sesleniş, ten kanalından farklı seslenişe döner. İşte tüm seslenişlerin boyutu Yâ-Ey boyutudur. Yâ boyutu, Allah ın kendini bildirme seslenişidir. Ayn: Zât, kaynak, pınar, eşyanın hakikati, tâ kendisi, tıpkısı gibi mânâlar içerir. Tüm âlem aynısıyla Hakk tır. Her şey aynılık makamıyla, Hakk ın aynılığıdır. Meryem Sûresindeki Ayn tüm vücûdları tutan aynısıyla Hakk ın tâ kendisidir, boyutudur. Ayn kapısı ancak, tüm vücûdları tutan tek Zâta teslimiyetle açılır. Bu makamda, sûret bedenlerdeki değişiklik boyutu değil, sûret bedenleri tutan Sîretin aynîliği sırrıdır. Ayn makamı, Aynel Yâkîn makamıdır. Sâd: Yüz, tecelli eden, göstermek, yarıp açığa çıkarmak gibi mânâlar içerir. Sâd kapısı ancak, vücûdlardaki Rûh dan tecelli eden Hakk yüzünün işaretiyle açılır. 24

25 Cümle varlık rûh dan gelen tecellilerle var olur ve o tecellilerle işler gider. İşte Meryem makamı, bir gönülde Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. kapıları açıldığında tecelli eder. Meryem makamı, bâkir olmak, bâkire olmak, tertemiz olmak makamıdır. Meryem olmak, Fenâfillâh olmak sırrıdır. Meryem olmak, gönülleri tertemiz eylemektir. Meryem olmak, kendine varlık nisbet etmemektir. Meryem olmak, vücûdunu tutan Hakk ta fâni olma sırrıdır. Meryem makamına eren, İsâ makamına erer. İsâ makamına eren, cümle bedenleri tutan rûh un, Muhammed nûrundan doğuşunun zevkine erer. Tüm sırlar, tüm makamlar, kişinin vücûd sarayında gizlidir. Temizlen, temizlen, temizlen. Temizlen ki edep elbiseni giyesin. Edep elbiseni giy ki kâf dağının ardına geçesin. Adı vücüd olan saraya giresin. Vücûd sarayında gönül yolculuğuna başla. Sarayın örtülerini bir bir kaldır. Örtülerin ardını bir bir oku. Örtülerin ardını bir bir aynilik derecesinde gör. Sarayın sahibi Zâta şahit ol. Secdenin secdesinde secde et. Anla ki perde sen, Saray sen, Sultan sen Şimdi Meryem Sûresi tefsirini yapmaya gayret edelim. 25

26

27 MERYEM SÛRESİ Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. 1- كهيعص Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd, : Fenafillah, Zât, zikir, ayniyet, tecelliler, Meâli: Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad. Sadece harflerden oluşan bu âyetlere Mukattaa harfler denilmiştir. Mukattaa harfler, Kur an-ı Kerîm de yirmi dokuz surenin başında yer alır Mukattaa harfler, kendi içinde sırlar barındıran harflerdir. Her bir harfin, varlıkta ve insan vücûdunda bir karşılığı vardır. Bunu Kur ân dan Damlalar kitabımızda açmaya çalışmıştık, isteyen dostlarımız oradan bu konuyu inceleyebilirler. Meryem Sûresi ndeki, Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd hakikatini Meryem Makamına İleten Beş Kapı yazımızda incelemeye çalışmıştık. Yine özet olarak incelersek: Kâf: Tenler boyutudur, sûretler boyutudur, varlığın eşya boyutudur, kişinin tensel boyutu olan beden dağına Kâf Dağı denilir. Kâf dağının ardına gitmek demek, bedenin ardına bakmak demektir. Yani bedenin sahibini anlamak, O na teslim olmak demektir. Bedenin ardına kişi ancak; Ben kimim, benim aslım nedir? merakına düştüğü zaman adım atmaya başlayacaktır. 27

28 Kişi, kendine benlik isnat ettiği, kibirde kaldığı müddetçe, kâf dağının ardına yolculuk yapamayacaktır. Kâf dağının ardına yolculuk; kişinin içsel yolculuğudur. İçsel yolculuk bedenin enfûsî âlemine olan şuhudî yolculuğun adıdır. Seyr-i Sülûk yolculuğu, kendi içsel âlem yolculuğunda hakikatleri görme yolculuğudur. Kâf dağının ardında Zümrüd-ü Anka vardır denilen şey, vücûdun Zât ıdır. O Zât, Meryem makamına ermiş kişilere yüzünü gösterir. Kâf dağının ardında olan Zümrüd-ü Anka ya teslim olmak, Meryem olmaktır. Meryem olmak, Zümrüd-ü Anka olan rûh ile buluşmaktır. Meryem makamına erenden, İsâ doğacaktır. İsâ, Fenâfillâh olana yüzünü gösterecektir. İsâ, semâ dan nüzûl edecek diye bildirilen bilgi, kişinin fenafillâh makamına ermesiyle, kendi varlığından geçmesiyle, İsâ makamına erecektir mesajıdır. Fenafillâh makamına ermeyen, Kâf dağının ardına eremeyecektir. Hâ: Hû olan Allah hakikatidir. Vücûdları tutan Hâ-Hû dur. Hû denilen, kişinin vücûdunu tutan Zât boyutudur. Beşerî vücûdları tutan tek zât, Allah ın zâtının kendisidir. Kişi, bedenleri değil, bedenlerin ardında olan Zât a erdiğinde Hâ-Hû kapısı açılır. Ve Hakk ile Hakk olur. Yâ: Seslenme, bildirme, zikir boyutudur. Yaratılış bir seslenişle yani bir titreşimle başladı. Her varlıkta hiç durmadan devam eden bir titreşim, bir sesleniş vardır. 28

29 Titreşim dalgalanmalara akar, bu dalgalanma özde olan bilginin akmasıyla şekillenmeye akar. Bu akış şekillenmiş varlık olarak görünür. Hiç durmadan devam eden bu titreşim, bu sesleniş Zikrullah sırrıdır. Yaratılış ilâhi bir seslenişle başladı. Tohumun özünde başlayan titreşim, ağaç olmaya kadar aktı. Ağaç oluştuğunda da sesleniş hiç durmadan devam etti. O sesleniş, tohumun özünde ne olduğunu ağaç olarak gösterdi. Ayn: Özde olanın aynısıyla, açığa çıkma boyutu. Aynı; aynısı, tıpkısı, ayna, zât, pınar, çeşme, kaynak birebir benzer, anlamlarına gelir. Görünen her varlık, özde ne varsa aynısıyla açığa çıkmıştır. İncir ağacının tohumunda incir ağacı gizlidir, tohumda olan aynısıyla açığa çıkmıştır. Zeytin ağacının tohumunda zeytin ağacı gizlidir, tohumda olan aynısıyla açığa çıkmıştır. Bu görünen varlık, kaynağı olan Allah da aynısıyla vardır, zamanı gelince bir bir açığa çıkmıştır. Varlıktaki aynılık boyutu, Hakk ın kendi aynılığıdır. Tekâsür Sûresi 7: Aynel Yakîn. Bedenlerin sûret boyutu farklı gibi görünse de, özleri aynısıyla Hakk tır. Görebilene, sûretler de aynısıyla Hakk tır. Her vücûdda, fâil, mevsuf, Zât aynısıyla Hakk tır. Ayn boyutu, her vücudu tutan tek Hakk tır, her vücûd aynısıyla Hakk ın kendisidir, hakikatidir. Ayn kapısı ancak, Aynel Yakîn görebilene açılacaktır. Sâd: Yarıp açığa çıkmak, yarılıp özde olanın açığa çıkması, anlamlarına gelir. 29

30 Sâ; özde olanın açığa çıkması, özün yarılıp içini dışına çıkarmasıdır. Sâd; enfüsten âfâka yürüyüşün sırrıdır. Sâd, yarıp açığa çıkmaktır, adım adım ilerlemektir. Hakk, yüzünü Sâd tecellisi ile gösterir. İşte Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. Meryem makamına ileten kapılardır. Bu kapıların sırrına varan, bakirelik makamına erer. Bakire olan, Allah ın ulvîyetinde tertemiz olmuştur, kendine asla varlık isnat etmez. 30

31 2- ذ ك ر ر ح م ة ر ب ك ع ب د ه ز ك ر ي ا Zikru rahmeti rabbike abdehu zekeriyyâ. Zikru Rahmeti Rabb ke Abde hu Zekeriyya : Zikir, varlıktaki ilâhi tını, anmak, hatırlamak, anlamak, : Rahmet, sıfatlar boyutu, her varlıktaki rahmet, : Vücûdlandıran, Rabbi, kendi, vücûddaki Allah boyutu, : Kul, o, Zekeriya, Zikr üzere olan, Meâli: Zekeriya da, kendini vücûdlandıranı, O nun her varlıktaki Rahmetini, O nun kulu olduğunu anlayanlardandı. Aktarılan bilgilere göre, Hazreti Zekeriya, Hazreti Süleyman ın soyundan gelir. Yine aynı soydan gelen Elisâ ile evlenmiştir. Elisâ Hazreti Meryem in annesi olan Hunne nin kızkardeşidir. Hunne nin kocası, İmrân dır. Hazreti Zekeriya ile Elisa dan Hazreti Yahyâ doğmuştur. Zekeriya ismi Kur ân da yaklaşık yirmi yerde geçer. Zekeriya, zikir kelime kökünden gelir. Zikir boyutunu hisseden, Allah ın varlıktaki rahmetine kapı açar ve kulluk nedir anlar. Zikrullah, Allah ın zikri demektir. Zikir Allah a aittir, Allah her varlıkta her an kendi zikrini gösterir. Tüm varlık O nun zikriyle var olur, O nun zikriyle işler. Zikrullah, her varlıktan Allah ın kendi kendini anmasıdır, anlatmasıdır, hatırlatmasıdır. 31

32 Zikrullah, varlıktaki Allah ın ilâhi frekansıdır. İster bir atomdan olsun, ister tüm kâinattan olsun, her an olan titreşime, her an olan seslenişe Zikrullah denir. Her varlığın içinden Allah, her an seslenmektedir. Zikrullah, ilâhi sesleniştir. Zikrullah, rûhun melodisidir. Zikrullah, enfûstan afâka olan yürüyüşün musikisidir. Zikrullah, bir atomu da, evreni de hareket ettiren ilâhî tınıdır. Zikrullah, varoluşun ilk titreşimi, ilk frekansıdır. Zikrullah, Allah ın kendini zikretmesi, kendini zâhire çıkarmasıdır. Zikrullah, kâinatın musikisidir, güftekârı ve bestekârı Allah tır. Zikrullah, tohumdan filiz verdirten ilâhî melodidir. Zikrullah, varoluşn ilâhî tınısıdır. Zikrullah, varoluşnun ilâhî kaynayışıdır. Zikrullah, sesin içindeki sessiz mesajları taşıyan ilâhî mektuptur. Zikrullah, tüm kâinatın ve her varlığın, varoluşnun ilk anda ve her anda olmakta olan tınısıdır. Zikrullah, her varlıkta her an olan titreşimdir. Rahmet hakikatinin idraki, zikrullah sırrına ermektir. Rahmet, Râhim ve Rahmân boyutunun hakikatidir. Rabb, her bir bedendeki Allah hakikatidir. Tüm bedenleri tutan ilâhi güce Allah denir. Bir bedeni tutan ilâhi güce Rabb denir. Allah ın Rabb boyutu, bir bedendeki Allah ın sahiplik boyutudur. Tüm bedenlerdeki sahiplik boyutu ise Allah boyutudur. Bu âyette belirtilen Zekeriya da, kendini vücûdlandıranı, O nun her varlıktaki Rahmetini, O nun kulu olduğunu anlayanlardandı açıklaması, bizlere; kendimizi vücûdlandıranı, her 32

33 varlıktaki rahmet-i ilâhiyi ve kulluk boyutunu iyi bilmemiz gerektiğini bildirir. Rabb boyutu, bir bedenin oluşumu ve işleyişi, o bedene tecellileri ile sahip olan Allah boyutudur. Rabb ve Allah inceliği, bir beden boyutunun işleyişi, tüm bedenler boyutu işleyişi inceliğinde anlaşılır. Yani damladaki Allah a Rabb deriz. Tüm deryanın sahibine Allah deriz. Allah, tüm âlemler boyutunun sahibidir. Allah ın bir bedendeki sahiplik boyutu ise Rabb dir. Rabbim Allah dediğimizde, Vücûdumun sahibi, vücûdumda her an işleyen Allah tır demektir. Rabb; rûhdaki üfleyişle oluşmaya başlayan rûh+beden boyutudur. Vücûdun şekillenmesi, işleyiş boyutudur. Allah, bütünlük boyutudur. Bu kelimenin asli boyutu Hû dur. Yani kişi Rabb im dediği zaman, kendindeki Allah a seslenmiş olur. Ama bu sesleniş vücûd boyutundadır. İnsan kulluk boyutunu iyi idrak etmelidir. Âyetteki O nun kulu olduğunu anlayanlardandı bölümü, bizim kulluk boyutunu iyi anlamamız gerektiğine işaret eder. Allah ve kul bağı, derya damla bağıdır. Her ikisi aslında birdir, birbirinden ayrı değildir. Bir vücûd ve ondaki hücreler gibi bir birliktir. Kul boyutu çok iyi anlaşılmalıdır, yoksa insan Allah lık taslamaya başlar. Kur ân Allah nedir? hakikatini ve insanın makamının kulluk olduğunu anlamamızın kapısını açar. Kişi kendi vücûdunu yaratan değildir. Kendi vücûdunu şekillendiren kendisi değildir, beden yapısını oluşturan kendisi değildir. 33

34 Kendi vücûduna; işleyiş, nitelikler yönünden hâkim olan asla kendisi değildir. Zümer Sûresi 14: Kul Allâh abudu muhlisan lehu dînî. Meâli: De ki: Sadece Allah ın kuluyum, din ancak O na mahsustur. Dini anlayan, kulluk boyutunu çözer. Din varlığın yaratılış yasalarıdır ve o yasalar sadece Allah a mahsustur. Bedenlerimiz o yasalarla yaratılmıştır ve her an o yasalarla işleyişine devam eder. Hiçbir insan kendi bedeninin işleyişinde hüküm sahibi değildir. Hiçbir insan, bedeninin yaratılışında ve bedeninin işleyişinde irade sahibi değildir. Kendi vücûdunun gücü kudreti kendine ait değildir. Vücûdunda, iktidar sahibi ve muktedir olan sadece Allah tır. İşte hepimiz Allah a bağlıyız, O nun kuluyuz, O nun kölesiyiz. O, her an vücûdlarımıza hâkim olandır, vücûdlarımızın sahibidir. Bu biz kabul etsek de etmesek de böyledir. Başımıza gelecek olan, yaşlanma, ölüm bunun en güzel ispatıdır. 34

35 3- إ ذ ن اد ى ر ب ه ن د اء خ ف ي ا İz nâdâ rabbehu nidâen hafiyyâ İz nada rabbe hu Nidaen Hafiyyen : Olduğu zaman, seslenme, nida, arzu, istek, rabbine, o, : Nida, seslenme, arzuyla istek, : Gizlice, sessizce, arayış, içten, Meâli: O Rabbine bir arayış içinde nida etmişti. Bu âyette, Zekeriya nın arayışına, nidasına işaret edilmiştir. Buradan bizlere, her insan bir arayış içinde olmalıdır mesajı vardır. İnsan hem beşerî bedeni için koşmalı, hem de kendi aslını anlamak için koşmalıdır. İnsanın bir beşerî boyutu yani ten boyutu vardır, bir de mânâ boyutu vardır. Biri beden boyutudur, diğeri rûh, boyutudur. Her iki cihetten de bir sesleniş vardır. Nida kelimesi Bağırmak, seslenmek, çağırmak, istemek demektir. Hafiyen nida ise; Sessizce, içten, gönülden, samimi seslenmek, istemek demektir. Vücûdumuz her an bizlere bir sesleniş içindedir. Hem, beşerî bedenimizin ihtiyaçları için seslenir. Hem de gönül boyutundan Kimsin, aslını bil, nereden geldin, nereye gidiyorsun? diye seslenir. Beşerî bedenimizin ihtiyaçları için olan sesleniş; yemek yemek, su içmek, uyumak, dinlenmek, üremek, gibi bir sesleniştir. 35

36 Vücûdumuz gıda olarak bir şeye ihtiyaç duyduğu zaman, hemen yemek yemek, su içmek gibi duygular verir ve akıl boyutuna seslenir. Bu seslenişi duyan akıl, hemen bedenin ihtiyaçlarını karşılamak için organize olur ve gerekli koşmayı başlatır. Bir de gönül boyutundan olan sesleniş vardır. Bu sesleniş, Ben kimim, bu görünen nedir, nereden geldim, nereye gidiyorum? gibi soruların seslenişidir. İnsanın her iki yönden seslenişi kendinden kendinedir. İnsanın Rabbine olan seslenişi, kendi vücûduna dönük olan bir sesleniştir. Rab, daha öncede belirttiğimiz gibi, vücûd boyutudur. İnsanın kendi vücûdunda her an olan bir sesleniş vardır. Ve her varlıktan da insanın vücûduna olan bir sesleniş bir akış vardır. İnsanın vücûdu, her an varlıktan gelen seslenişi duyar. İnsan vücûdunda olan tüm hücreler, birbirinden gelen seslenişi duyarlar. Sayısı belirsiz olan hücrelerin ve hücre içindeki hücreciklerin seslenişi vücûdun mükemmel işleyişidir. Aslında insanın vücûdu da varlık boyutundaki her varlıktan ve kendisi gibi olan her insandan gelen seslenişi duyar, ama bunu şuura döndüremez. Çünkü insanın aklı; dünyevi meseleler, hurafeler, korkular, öfke, hiddet, kin gibi örtücü bilgi ve duygular yüzünden bu seslenişe beynini kapatır ve şuurdan kopar. İşte, bu âyette belirtilen Nida-Nida hafi boyutu çok iyi bilinmelidir. Sesleniş ve gizli olan sesleniş bu âyet bizlere muhteşem kapılar açacaktır. Varlığın duyulan bir sesleniş ve duyulmayan bir sesleniş boyutu vardır. 36

37 İnsanların birbiriyle ağızdan ses olarak olan seslenişi vardır, bir de içten gizlice olan bir seslenişi vardır. Her ikisini de insan duyabilmelidir. İnsan o seslenişe yönünü dönmeli ve duymaya çalışmalıdır. Vücûddan ve her varlıktan gelen bir sesleniş var. O seslerin içinde nice mesajlar var. Vücûddan her an gelen bir sesleniş var. Niçin yaratıldığımızın seslenişi var. Vücûddan gelen sesleniş, vücûda ait olan tüm sırları sunuyor. Hem ten boyutundan, hem de cân boyutundan nice mesajlar sunuyor. Oraya kulak vermeli ve onu dinlemeli. Her hücre, her doku, her organ konuşuyor, onu duymalı, onu dinlemeli. Geçmişe ait ve geleceğe ait nice derin mesajlar sunuyor. Eğer aklımızda, dünyalık sesler varsa, vücûdun sesini duyamayız. Kulaklarımızı dedikodu ile meşgul ediyorsak, asılsız bilgilerle meşgul ediyorsak, vücûdun seslenişini duyamayız. Önce arınalım ve vücûdumuzla bağ kuralım, oradaki akışla buluşalım. Vücûdun sesine; öfke, hiddet, kavgayı, perde etmeyelim. Vücûdun sesine; para, mal, mülk, şan, şöhret tutkusunu perde etmeyelim. Vücûdun sesine; yaşadığımız sıkıntıları perde etmeyelim, o sıkıntılardan gerekli dersi alalım, sıkıntılara kendimizi kilitlemeyelim. Aklımızı bâtıl bilgilerle oyalamayalım. Gönlümüzü, para mal mülk, şan şöhret gibi şeylere kaptırmayalım. 37

38 Her varlıktan gelen bir sesleniş var, aradığımız tüm soruların cevabı orada. Benlikte, kibirde kalmayalım, aklımızı gönlümüzü temizleyelim. Hem vücûddan gelen, hem de varlıktan gelen muhteşem nidaya kendimizi verelim, o nidayı duyalım. Bu âyette geçen nida âyetini çok iyi düşünmeliyiz. Varlıktan gelen seslenişi, cân kulağıyla duymalıyız. Varoluş ve var eden hakikati, yani Allah hakikati varlıktaki nidada gizlidir. 38

39 4- ق ال ر ب إ ن ي و ه ن ال ع ظ م م ن ي و اش ت ع ل الر أ س ش ي ب ا و ل م أ ك ن ب د ع ائ ك ر ب ش ق ي ا Kâle rabbî innî ve henel azmu minnî veştealer resu şeyben ve lem ekun bi duâike rabbî şakıyyâ Kâle rabbi İnni vehene El azmu minni Ve işteale El resu şeyben Ve lem ekun bi duai ke Rabbi şakiy : Dedi, söyledi, seslendi, Rabbim, : Ben, zayıflama, güçsüz, : Kemik, güçlülük, kuvvetlilik, benim, : Ağardı, parladı, tutuştu, yayıldı, : Baş, ihtiyar, yaşlılık, : Ben olmadım, yönelmek, dua, istemek, sen, sana, : Rabbim, şaki, eşkıya, ikiliğe düşmek, isyan etmek, Meâli: Dedi ki: Rabbim! Benim kemiklerim güçsüzleşti ve yaşlandım, saçlarım ağardı. Rabbim! Yalnız sana yöneldim, ikiliğe düşmedim. Bu âyette belirtilen; kemiklerin güçsüzleşmesi, yaşlanmak, saçların ağarması, bedenin yaşlanması, insanın bedenin kendine ait olmadığının, bedenin işleyişinin insanın tasarrufunda olamadığının hakikatini barındırır. Vücûd insanın kendine ait değildir. Vücûd gün gelir elden ayaktan düşer, yaşlanır. Vücûd insanın kendine ait olsa, hiç bedeni yaşlandırır mı? Hiç güçten düşürür mü? Buradaki âyette vücûdun sahibini bilen ve O na teslim olan kişi, ikiliğe düşmez. Yani şâki olmaz, yani eşkıya olmaz, zalim olmaz. 39

40 İnsan vücûdun sahibini tanımalıdır ve O na teslimiyet içinde olmalıdır. İnsan her anını Allah a yönelik bir biçimde geçirmelidir. Allah şuurundan kopan insan, anında kendi hevâ boyutuna düşer, oradan da kendi şeytani duygu, düşünce ve eylemlerine esir olur. İnsanın, Allah hakikatine ermesi; kendi vücûduna dönüp, kendi vücûdunun işleyişini anlaması ile mümkündür. Çünkü o işleyişi yapan insanın kendisi değildir. Bu âyette geçen Azm kelimesi, kemik olarak kullanılır. Azm, azim kelimesi ile bağlantılıdır. Azm-azim-azamet; güçlü, kuvvetli, azimli, kararlı anlamlarına gelir. İnsanın kemikleri de bedenin güçlü, kuvvetli yönüdür. Bedenin ayakta durmasında kemiklerin rolü büyüktür. İnsan bedeninde iki yüzün üstünde kemik bulunur. İnsanın kemik boyutuna İskelet yapısı denilir. İnsan vefat ettiğinde, bedeninin et yapısı toprağa karışır, kemik yönü ise fosil olarak yüz binlerce yıl kalabilir. Kemik gibi sağlam olmak deyimi vardır. İlmi yolda, Allah ın ilmine sarılan, varlıkta O nun tecellilerini anlayan, her zaman bilgisel olarak daha güçlü olur. Allah ın ilmiyle hareket eden, tevekkül ve teslimiyet içinde olan her zaman güçlüdür. Kemikler, varlıktaki Allah ın rabıta boyutunu gösterir. Nasıl ki kemikler birleşerek, vücûdun hareketliliğini sağlıyorsa, varlığın işleyiş ve süreç boyutu, varlıktaki Allah ın rabıtaları sayesinde mümkündür. Varlıktaki tüm zikir boyutu, Zâkir de rabıta olur. Varlıktaki tüm fiiller boyutu, fâil de, sıfatlar boyutu mevsûf da, vücûdlar boyutu Zât da rabıta olur. 40

41 Tüm âlem Allah a rabıta halindedir. Sperm ile yumurta döllendiğinde, bebeğin oluşumu hücre hücre, doku doku, organ organ başlar. Hücre hücre bölünerek oluşan embriyo dediğimiz et parçasından, muhteşem bir enerji patlamasıyla kemikler çıkmaya başlar. İnsan, gözle görülemeyen bir et parçasının oluşumunu ve o et parçasından çok yüksek bir enerji patlamasıyla açığa çıkan kemiklerin oluşumunu incelese, yaratılış ve yaratan hakkında bilgi sahibi olacaktır. Onun için Kâmil insanlar hep Kendini bil- Kendini tanı sözünü söylemişlerdir. İnsanın kendini tanıma yolculuğu, onu Allah hakikatine erdirecektir. Bu âyette geçen dua kelimesini incelersek: Dua: İstemek, rağbet, yöneliş, talepte bulunmak, hakikate yöneliş, olması gereken bir şey için yönelmek, hayır ve rahmet üzere olmak, Allah ın rahmetine sığınmaktır. Dua, ilâhi yönelişin adımlarıdır. Dua, Allah a yönelmek ve O ndan istemektir Dua, bir insanın bir şeyi istemesi ve bunun olması için gayret göstermesidir. Dua, kişinin kendi acziyetini itiraf etmesidir. Dua, verenin de alanın da kim olduğunu bilmektir. Dua, bir şeye ulaşmak için yapılan gayrettir. Dua, kibri terk etmektir. Dua, güzel şeyleri, yararlı olan şeyleri, yardımlaşmayı istemektir. İnsan, buradaki âyette belirtildiği gibi, Allah a yönelmeli ve ikiliğe düşmemelidir. 41

42 5- و إ ن ي خ ف ت ال م و ال ي م ن و ر ائ ي و ك ان ت ام ر أ ت ي ع اق ر ا ف ه ب ل ي م ن ل د نك و ل ي ا Ve innî hıftul mevâliye min verâî ve kânetimreetî âkıran feheb lî min ledunke veliyyâ Ve inni hıftu El mevaliy Min veraî Ve kanet imreeti Akıran Fe heb li minledunke Veliy : Ben, korktum, çekindim, : İlme tâbi olanlar, efendi, yakın, yardımcı, bilge kimseler, hevâ esaretinden kurtulmuş olan, : Benim arkamdan, benden sonra, : Oldu, kadınım, işleyiş, onun işi, : Çorak, verimsiz, kısır, boş, neticesiz, arınmak, : Bana bağışla, sana yolun üzere, senin katından, : Dost, yardımcı, Meâli: Benim ardımdan bilge birinin olmamasından çekindim ve ben işleyişimde verimsizleştim, bundan dolayı senin hakikatlerin üzere olan bir dostu bana bağışla. Bu âyette, Zekeriya, Allah a dua eder, kendinden sonra, hakikatin yolunu takip ettirecek bir bilge ister. Buradan anlıyoruz ki, her gönül ehli, Allah ın hakikatleri üzere hareket eder, o hakikatlerin bilinmesi için bir gayret içinde olur ve kendinden sonra da gönül ehillerinin çevrelerine aynı duyguda koşmalarını ister. Bu âyette geçen Mevâli kelimesi: İlme tâbi olan, Bilge olan, kendi hevâlarından kurtulmuş olup, Allah ın hakikatlerine tâbi olan anlamlarına gelir. 42

43 Hazreti Muhammed öncesi ve sonrası azad edilmiş köleler için de kullanılan bir kelimedir. Buradaki azadlık, kölelikten kurtuluştur. Kölelikten maksat ise; kişinin kendi hevâsına, kibrine, öfke, hiddet, bilmişliğine esir olma durumudur. Kölelikten kurtuluş, kendi benliğinden çıkıp, Allah a teslim olma sırrıdır. Ben egosuyla yaşayanlar köledirler. Her ne kadar bu kavramı ilahiyatçılar, Arap olmayan Müslüman milletler için kullanıldı dese de, bu kavramın asli anlamı, ego köleliğinden kurtulup, kendi asli sahibi olan Allah a teslim olmanın adıdır. Dünya esaretinden, hurafe olan bilgilerden, ben benim egosundan kurtulmak Mevâli olmaktır. Hazreti Mûsâ nın nalınlarını çıkarması ve asasını bırakması bu hakikate işaret eder. Onun için bu âyette, Zekeriya kendinden sonra bir mevâli gelmesini ister. Yani bir bilge kişinin gelmesini Allah tan diler. Mevâli kendi vücûdunun sahibini idrak etmiş, O na teslim olmuş kişidir. İşte bilgelik de budur. Bilge her nereye dönerse dönsün, her varlıkta Hakk a nazar eder. Her Kâmil insan, Allah ın hakikatlerinin bilgilerini aktaracağı bir gönül arar. O gönül ehli de, hakikat yolunun bilgilerini kendinden sonraki kişilere aktarır. Zekeriya, kendinden sonra gelmesini istediği bir bilge için dua eder. 43

44 Âyette belirtildiği gibi Senin hakikatlerin üzere olan bir dostu bana bağışla temennisi, hakikati anlayacak kişilerin gelmesi isteğidir. Bu gelecek olan bilge; Allah ın hayy sıfatına teslim olan Yahya dır, Allah ta fâni olan Meryem dir. Bu kişi; gönlü tertemiz olan, Allah a teslim olmuş olan kişidir. Mürşid-i Kâmil, yetiştirdiği kişiye görev verir. O görev, Allah ın ilmi bilgilerinin uygun olan kimselere aktarılması, tebliğ edilmesi içindir. Her Mürşid-i Kâmil, Hakk yolunda son nefesine kadar bir talebedir, o talebelikten asla vazgeçmez, asla kendine bir paye çıkarmaz. 44

45 6- ي ر ث ن ي و ي ر ث م ن آل ي ع ق وب و اج ع ل ه ر ب ر ض ي ا Yerisunî ve yerisu min âli yakûbe vecalhu rabbî radıyyâ Yerisu ni Ve yerise min âli yâkûb Ve ecal hu rabbi Radiyyen : Bana vâris olsun, : Vâris, ailesinden, Yâkûb, : Onu kıl, yap, eyle, Rabbim, : Râzı, hoşnut, uygun, Meâli: Bana varis olsun ve Yakûb ailesine vâris olsun ve onu Rabbinin rızasını arayanlardan eyle. Zekeriya kendine vâris olacak, Yâkub ailesinin sulbünü devam ettirecek, Rabbinin rızasını arayacak bir kimsenin gelmesini ister. Yâkub ailesi, hakikat ilminin ehilleridir, hakikati arayanlardır, hakikati araştıranlardır, tenden câna yolculuk edenlerdir. Yûsuf o aileye aittir. Âyette belirtildiği gibi, hakikat yolunun vârisleri, sadece Allah ın hakikatlerini bildirmek için gayret ederler. Onlar, kişileri ilk anda, kendi bedenlerini tutan Allah a yönlendirirler. Hakikat yolunun vârisleri Mürşidi Kâmillerdir. Mürşid-i Kâmil, İlm-i Tevhîd makam ve meratipleri ile yetişir. Yıllarca Tevhîd-i Tedrisad görür. Varlığın işleyişine yönünü döner ve Allah hakikatine arif olur. Ve onlara görev verildiğinde, onlar Allah yolunda son nefeslerine kadar, Allah ın hakikatleri anlaşılsın diye gayret gösterir. Mürşid-i Kâmil: Allah nedir? hakikatinin bilgisini tebliğ eden, hiçbirşey beklemeden, halisi kâlble irşad yolunu gösteren insandır. 45

46 Mürşid-i Kâmil: Yaptığı tebliğ ile asla kendine davet etmez. Birinci saniyede Hakk a yönlendirir. Ve talebedeki Rabbe davet eder. Kendini bilme yolunu hissettirir. Varlıktaki ilim ile, irşad yolunun açılacağını bildirir. Yaşantısında, halinde, dilinde, asla ikiliğe, zulme kapı açan durum olmaz. Asla birilerini övüp birilerini yermez. Sunduğu her bilgi Allah a ait bilgilerdir. Tevhîd in şuurundan asla ayrılmaz. Her sözüyle, Allah şuuruyla yaşamaya yönlendirir. Asla kendini, Allah ile talebesi arasına koyacak kelimeler etmez. Asla kendinin övülmesine izin vermez, bu duruma asla izin vermez. Kişiyi Hakk sarhoşluğuna sürükler, kendine değil. Zerre kadar menfaat, makam, şan, şöhret peşinde olmaz. Asla dini, menfaatine alet etmez, kimseye zerre kadar yük olmaz. Alnının teriyle çalışır karnını doyurur. Tekasür sûresinde belirtildiği gibi; çoğalma derdine, bu kadar müridim var, halifem var derdine düşmez. Hep rızayı ilâhiyeye göre hareket eder. Zekeriya nın duası, Allah ın hakikatlerini hiçbir şey beklemeden, halisi kâlble topluma yayacak insanın gelmesi isteğidir. Toplum; Allah ı ne kadar çok idrak ederse, o toplumda zulüm olmaz. Adalet, refah, huzur olur. Bana vâris olsun âyeti, Benden sonra İlm-i Tevhîd yolunu sürdürsün duasıdır. Vâris; her şeyin ona kalması, mirasçı, emanetin sahibi, kendinden sonra her şeyin birine kalması, anlamlarına gelir. 46

47 Allah ın El Vâris esması vardır. Allah, El Vâris esmâsıyla her şeyin ilk sahibidir, her şeyin son sahibidir. Varlık, Allah ın özünden açığa çıkar, zaman dilimi içinde var olur, sonunda Allah a döner. Her şey eninde sonunda Allah a kalır. Kâmil insanlar: Varlığın ve varlıktaki niteliklerin tek sahibinin Allah olduğunu bilerek yaşar. Her şeyin Allah a döneceğini, Allah a kalacağını bilerek yaşar. Kendine asla bir şey nisbet etmez, tek vârisin Allah olduğunu bilir. Kendinin fâni, Allah ın bâkî olduğunu hiç unutmadan yaşar. İşte Zekeriya nın duası, Kâmil kimselerin gelmesi isteğidir. Allah ın rızasına eren ve o rıza üzere yaşayan insanlar da bunlardır. 47

Daha göster

TEVHİD ERİ BARNABA

ÖZ Asker kökenli yazar General Hacı Hafız Abdurrahman Bey, 29.12.1878 tarihinde Mudanya’da doğmuş ve Osmanlıların son döneminde yetişmiş, özellikle Harita ve Astronomi alanlarında uzman olan bir bilim adamıdır. Bilahare Aygün soyadını alan Abdurrahman Efendi, Bursa Ulu Cami Kütüphanesi memurluğunda da bulunmuş olup 09.05.1943 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir. Çoğu basılmamış 55 kadar telif ve tercüme kitap ile yüzlerce makale sahibi olan yazarın en önemli eserleri arasında şunlar zikredilebilir: el-Musâhabâtü’l- Felekiyye fi’l-İşârâti’l-Kur’âniyye, Makâlât, Türk Haritacılık Tarihi, Nirengi Rehberi, Türkiye İçin Lambert Hesapları, Cennet ve Cehennem Mefhumları ile Barnaba İncili ve Hazret-i Muhammed Aleyhi’s-Selâm Hakkındaki Tebşîrâtı.Barnaba İncili, 20. yüzyılın başlarında Mısır’da Dr. Halil Seâde tarafından Arapçaya çevrilmiş ve esere bir de mukaddime eklenerek Muhammed Reşid Rıza tarafından yayımlanmıştır.**** Abdurrahman Aygün, hâlen el yazması durumda bulunan bir makalesine işte bu kitabı konu edinmiş ve onu iki kısma ayırarak incelemiştir. Birinci kısımda; Barnaba’nın kişiliğinden, Hıristiyan teolojisi ile kutsal metinlerinin oluşturulma serüveninden ve bu süreçte yaşanan birtakım talihsiz olaylardan, Barnaba İncili’nin nasıl ele geçirildiğinden ve bu kitaba karşı Hıristiyan âleminde meydana gelen reaksiyonlardan bahsedilmektedir. İkinci kısım ise Barnaba İncili’nde Peygamber Efendimizi müjdeleyen açık ve kapalı bazı ayetleri içermektedir. En sonunda müellif, çok kısa bir değerlendirme yaparak çalışmasını bitirmektedir. Anahtar Kelimeler: İncil, Barnaba, İznik Konsili, Hıristiyanlık, Hz. Muhammed, Kur’an, Peygamberlik. ABSTRACT General Abdurrahman Aygun (1878–1943)’s Analysis on The Gospel of Barnaba (Military) General Hacı (Pilgrim) Hafız (Quranic Reciter) Sir Abd al- Rahman, originally a military author/writer-person was born in 29.12.1878 in the city of Mudania and lived in the last ages of the Ottoman Empire. He was specialized in the field of Cartography and Astronomy. Mr. Abd al-Rahman got ‘Aygun’ as a last name and (besides these are) he was an officer in the Bursa Ulu Cami (=The Biggest Mosque) Library. He died in Istanbul in 09.05.1943 and was buried at Zincirlikuyu Cemetery. He possesses approximately 55 unpublished manuscripts and translated boks and hundreds of articles. Among them are: al-Musâhabât al-Falakiyya fi’l-Isharat al- Qur’aniyya, Articles, History of the Turkish Cartography, Guide of Triangulation, Accounts Lambert for Turkey, Terms of the Heaven and the Hell, and The Gospel of the Barnabas and Heralded About Prophet Muhammad (pbuh). The Gospel of Barnabas was first translated at the beginning of the 20th century by Dr. Khalil Saade into Arabic and Muhammad Rashid Rida added anintroduction to it. Abdurrahman Aygun discussed the above mentioned book in his article currently existing in a manuscript which is divided into two parts. In the first part; the personality of Barnabas is mentioned, the process regarding the compilation of the gospel and the Christian theology, and the unfortunate events involved with it. It also includes the discovery of the Gospel of Barnabas and how the Christian community reacted to it. The second part involves either explicit or implicit verses concerning with the prophecy of the Prophet Muhammad. Finally, the author concludes his work making a summary assessment. Keywords: Gospel, Barnabas, the Council of Nicaea, Christianity, Prophet Muhammad, Quran, Prophethood.

Bu kitap, Meryem Ana ile ilişkilidir. Yüz yıldır süren bir iddiayı ama aslında iki bin yıldır uygulanan ritüelleri ve gelenekleri anlatmaktadır. Acaba Meryem Ana, gerçekten Efes'e gelmişmidir..? Üç bin yıllık bir uygarlığın merkezi olan Efes'in yamacındaki Bülbül Dağı'ndayız. Buranın antik adı Panaya Kapulu'dur. Dağın tepesinde çok eski bir ev vardır. Meryem Ana'nın son yıllarını bu evde yaşadığına ve öldüğüne inanılmaktadır... Bu evin bulunması da doğaüstüdür. Binlerce km ötede yaşayan kötürüm bir rahibe olan Anne Catherine Emmerich transa geçiyor, Hz. İsa ve Meryem Ana ile ilgili vizyonlar görüyordu. Medyum ve Azize olan Emmerich bu evin yerini, hiç görmediği halde tarif etmişti. Kitapta buparanormal olayı da okuyacaksınız… Üstelik Emmerich Meryem Ana'nın gizli mezarının yerini de tarif ediyordu...Ve kitapta daha ötesi de var… Hz. İsa'nın çarmıhta ölmemiş olduğunu ve Romalı Vali Pilatus'un da içinde olduğu bir komplo sonucunda kaçırıldığını da kitapta okuyacaksınız, daha da ötesi Meryem Ana'nın gelini de bir diğer Meryem'di... Kısacası Hz. İsa evliydi... Yaşadığımız çağ "Değişim ve Dönüşüm Çağı" ama bu değişim sadece teknolojiyi kapsamıyor, alışkanlık ve duygulardan, inanç ve geleneklerden, dogmalar ve fanatizmden, dini zorbalık ve cehaletten söz ediyorum.Bu kitapta dinler tarihinin en gizemli iki insanının okuyacaksınız, Anadolu'daki Meryem Ana ile öteki Meryem'in öyküsünü yani gelininin öyküsünü… Gizem gittikçe daha çok büyüyor. Öylesine derinleşiyor ki, ciltler dolusu kitap yazılabilir ama kim yazılmadı dedi ki? Kimbilir, gizli arşivlerde neler saklanıyor? Kimbilir, zaman içinde daha hangi inanılmaz, çarpıcı gerçeklerle karşılaşacağız? Kimbilir, bilmediklerimiz nasıl bilinir olacak..

TrendyolMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al KitapyurduMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al D&RMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al IdefixMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al BKM KitapMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al HepsiburadaMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al GittigidiyorMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al N11Meryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al Amazon TürkiyeMeryem Bülbül Dağı’nın SırrıSatın Al

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir