miftahul cennet pdf / Mıftahul Cennet Duası ~ DUALAR HAZİNESİ

Miftahul Cennet Pdf

miftahul cennet pdf


Osmanlı sultanları, çok kıymetli bir eser olan Mızraklı İlmihâli, Türklerin bulunduğu her yere göndermişler; halk da dinini doğru olarak öğrenmişlerdi. Bunu bilen İslam düşmanları, Mızraklı İlmihâli kötülemişlerdi. Meşhur bir komünist, Mızraklı İlmihâl aleyhine bir şiir yazmıştı. Sıradan bir kitap olsaydı, onu kötülemek için şiir yazar mıydı? Komünistler ve ateistlerden sonra, mezhepsizlerde de, Mızraklı İlmihâl düşmanlığı görülmektedir. (Toplama kitaptır. Halk kitabıdır. İlim kitabı değildir) diyorlar. Bu iddiaya aşağıda cevap verilecektir. Şimdi, önce ilmihâlin ne olduğunu açıklayalım:

Halk için yazılmış olan ve herkesin bilmesi ve yapması gereken iman, ahlak ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan kitaplara ilmihâl kitapları denir. İslam âlimlerinin, Kur’an-ı kerimin açıklamalarından ve ayrıca Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerinden derleyerek yazdıkları din kitaplarına ilmihâl kitapları denir. Allahü teâlânın, Kur’an-ı kerimde bildirdiği İslam dinini doğru, sağlam öğrenmek isteyenlerin, ilmihâl kitaplarını okumaları lazımdır.

İlmihâl farzdır
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Her Müslüman erkek ve kadının ilmihâl öğrenmesinin farz olduğunu, âlimler sözbirliği ile bildirdi. Her Müslüman kadının hayz ve nifas bilgilerini öğrenmesi farzdır. Erkeğin de evleneceği zaman, hayz ve nifas bilgilerini öğrenmeleri lazımdır. (Menhel-ül-varidin)

Bir mezhebe tâbi olmak ve mezhepsizlikten kurtulmak için, bir mezhebin fıkıh bilgilerini iyi öğrenmek lazımdır. Bu da ilmihâl kitaplarından öğrenilir.

Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan bilgiler, ancak ilmihâl kitaplarından öğrenilir. Dinini seven ve kayıran insanların ilmihâl kitaplarını alıp, çoluk çocuğuna öğretmesi birinci vazifesidir. İlmihâlini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Resulullah efendimiz, (İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz) buyurdu.

Ecdadımız, her zaman toplanıp, ilmihâl kitaplarını okurlar; dinlerini öğrenirlerdi. Ancak, böyle Müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını, bizlere doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de Müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlara kaptırmamamız için, ilk ve en lüzumlu çare, her şeyden önce hakiki âlimlerin hazırladığı ilmihâl kitaplarını okumak ve öğrenmektir. İbadetlerin teferruatını, şartlarını ve doğru olarak nasıl eda edileceklerini öğrenmek için, ilmihâl kitaplarını okuyup öğrenmek gerekir.

Kıymetli ilmihâller
Mızraklı İlmihâl’in asıl adı Miftâh-ul Cennet, yani, Cennet Kapısının Anahtarı’dır. ’de Edirne’de vefat etmiş olan Muhammed İzniki yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Efendi, (Miftâh-ul Cennet ilmihâlinin yazarı salih bir zattır. Okuyanlara faydalı olur) buyuruyor. Bu kitap kıymetli kitaplardan toplanmıştır. Kitapta genellikle Hanefi mezhebinde en kuvvetli hükümler toplanmış ve ihtilâflı meselelere yer verilmemiştir. Bu bakımdan, halkın çok rahat anladığı bir ilmihâl kitabı olmuştur. Böyle olması sebebiyle senelerce halkın çok rağbetine mazhar olmuştur.

Kitabın başında önce iman ve doğru itikada yer verilmiş; sonra ibadet bahisleri ve ahlak, 54 ve 32 farz yer almıştır. Kitap zamanın Türkçesine göre yazılmış ve halkın kolay anlayacağı bir dil kullanılmıştır. Bu bakımdan da çok önemli bir eserdir. Miftâh-ul Cennet ilmihâli, Hakikat Kitabevi tarafından, İslam Ahlakı kitabının içinde neşredilmiştir.

En kıymetli ilmihâllerden biri de, Kâdı-zadenin Birgivi Vasiyetnamesi şerhidir.

Fıkhi meseleleri detaylı ve vesikalı olarak anlatan bir eser de Tam İlmihâl Seadet-i Ebediyye’dir. Bu eseri okuyanlar ise, dedelerinin dinini şuurlu olarak öğrenip, bölücülerin iftiralarına aldanmaz; cahillerin, münafıkların ve gençliği zehirleyen maddi ve manevi din soyguncularının zararlarından kurtulur. Hak yolda birleşir. [seafoodplus.info adresinden okunabilir ve temin edilebilir.]

Şair diyor ki:
Okuyalım her daim,
Doğru bilgiyle kaim,
Evimizde bir âlim,
Mızraklı İlmihâl’im.

Başlar
ve dahi diye,
İnce lisan zevkiyle,
Ecdadımdan hediye,
Mızraklı İlmihâl’im.

Miftâh-ul Cennet adın,
Ruhlara gıda tadın,
Doğru imanı yaydın,
Mızraklı İlmihâl’im.

Âlimlerin hitabı,
Gönüllerin mehtabı,
Evimizin kitabı,
Mızraklı İlmihâl’im.

Miftahul  Cennet duası, en güçlü ve en büyük dilek duasıdır.  Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v.) bir gün ashabıyla mescitte bulunurken, Cebrail a.s. yanına gelerek, "Ya Muhammed!  Hak Teala sana selam gönderdi. Bu duayı sadece sana gönderdi. Senden önce hiç bir peygambere bu dua verilmedi. Ey Muhammed! Bu duayı her kim okursa kıyamet günü geldiğinde yerinden kalkacak, burağa binecek (burak peygamberimizin (s.a.v.) Miraç'ta bindiği binektir.) mahşer halkı "Bu hangi peygamber?" diyerek hayrete düşecekler. O anda nida edilene göre; "Bu bir peygamber değildir, sadece dünyada Miftahul cennet duasını okumuştur.

Hak Teala kendisine bunu bahşetti. Rıdvan cennetlerinin kapısını ona açtı." Bu duayı okuyan herkes nurdan tahtların üzerinde oturur, akrabalarına şefaat eder. Üzerinde taşıyanlar borçluysa gayb kapıları açılır, hastaysa şifa bulur, her türlü kazadan ve eladan korunur. Bu duayı okuyanın dilekleri kabul olur, halkın yanında aziz olur.  

Miftahul Cennet duası

  • "Bismillahirrahmanirrahim
  • Ve ilahüküm ilahün vahıd la ilahe illa hüver rahmanür rahiym.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Ve kul Rabbi euzü bike minhemezatiş şeyatiyni ve euzü bike rabbi en yahdurun.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Kul rabbi enzilni münzelen mübareken ve ente hayrul münzilin.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbic'alni mükıymes salati ve min zürriyeti Rabbena ve tekabbel düa.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbena tekabbel minna inneke entes semiy'ul alim.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbena heb lena min ezvacina ve zürriyyatina kurrate a'yünin vec'alna lil müttekıyne imama.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbişrah li sadri ve yessir li emri vahlül ukdeten min lisani yefkahü kavli.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbena zalemna enfüsena ve in lem tağfir lena ve terhamna le nekunenne minel hasirin.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbena etmim lena nurana vağfir lena inneke ala külli şey'in kadir.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbena efrığ Aleyna hayran ve teveffena müslimin.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbenağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve teveffena meal ebrar.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbi la tezerni ferden ve ente hayrül varisin.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbenağfir lena ve li ıhvaninellezine sebekuna bil iman.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Rabbenasrif anna azabe cehenneme inne azabeha kane ğarama.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Ve kul rabbirhamhüma kema rabbeyani sağıyra.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Fe se yakfikelhümüllahü ve hüves semiy'ul alim.
  • Allahümme edhılil cennete la ilahe illellah, Muhammedün Rasullullah.
  • Ya Hayyü Ya Kayyumü Ya Zel celali vel ikram
  • Bi rahmetike Ya Erhame'r rahimiyn."
DUA&#;NIN ANLAMI
Sizin ilahınız, tek bir ilahtır. O&#;ndan başka gerçek ilah yoktur. O dünyada herkese, ahirette sadece mü&#;minlere rahmet eden tek Allah&#;tır. BAKARA
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
De ki: &#;Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Mü&#;minun 97
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin&#; de. Mü&#;minun 29
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!İbrahim 40
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
&#;Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve soylarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler ihsan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl!&#; derler. Furkan 74
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ey Rabbim! Benim göğsümü geniş let. işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü seafoodplus.info
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizleri affetmezsen ve bizlere acımazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz A&#;raf,
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ey Rabbimiz. Üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldüseafoodplus.info
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ya Rabbi! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür. Al-i İmran,
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
&#;Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın
Enbiya 89
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
. &#;Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır; çünkü onun azabı gerçekten pek korkunç ve süreklidir!&#; derler. Furkan 65
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
&#;Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı. İsra 24
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Allah yeter ve o, her şeyi duyandır, bilendir. Bakara
Allahım bizi cennetine koy. Allah&#;tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah&#;ın Resulüdür
Ey daima diri (Hayy) olan ve her şeyin varlığı elinde olan (Kayyum) olan Allahım!
Ey azamet ve ikram sahbi olan Allahım!
Bize merhamet et,Ey merhametlilerin en merhametlisi!

Arapçası

Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

1 Hakîkat Kitâbevi Yayınları CENNET YOLU İLMİHÂLİ (Miftâh-ul Cennet) Hâzırlayan Hüseyn Hilmi I ık Yazarı Muhammed bin Kutbüddîn-i İznikî Hakîkat Kitâbevi Darü e fe ka Cad. No: 53 P.K.: Fâtih- STANBUL Tel: Fax: [email protected] TEMMUZ

2 CENNET YOLU İLMİHÂLİ ÖNSÖZ Allahü teâlâ, insanların dünyâda ve âhıretde mes ûd olmaları, râhat ve huzûr içinde bulunmaları ve gönüllerini birleşdirip, kardeşçe yaşamaları ve kendine kulluk vazîfelerini nasıl yapacaklarını bildirmek için, onlara Peygamberler gönderdi aleyhimüsselâm. İnsanların, her bakımdan en üstünleri olan bu seçilmiş zâtlar vâsıtası ile kullarına en iyi yaşama yollarını bildirdi. Peygamberlerinin aleyhimüssalevâtü vetteslîmât en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmın, dünyânın her yerinde, kıyâmete kadar gelecek olan bütün insanların Peygamberi olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, çok sevdiği bu Peygamberine melek ile, yirmiüç senede gönderdiği (Kur ân-ı kerîm) adındaki büyük kitâbında, emrlerini ve yasaklarını bildirdi. Kur ân-ı kerîm, arabca olduğu için ve çok ince bilgileri ve aklın eremiyeceği şeyleri anlatdığı için, Muhammed aleyhisselâm, bu kitâbın hepsini, başından sonuna kadar, Eshâbına aleyhimürrıdvân açıkladı. (Kur ân-ı kerîmi benim anlatdığımdan başka dürlü açıklayan kâfir olur) dedi. İslâm âlimleri rahime-hümullahü teâlâ, Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem yapdığı açıklamaları, Eshâb-ı kirâmdan işitip, herkesin anlıyabileceği gibi genişletdiler ve Tefsîr kitâblarına yazdılar. Bu âlimlere, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin rahime-hümullahü teâlâ, Kur ân-ı kerîmin açıklamalarından ve ayrıca Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem (Hadîs-i şerîf) denilen sözlerinden derliyerek yazdıkları din kitâblarına (ilm-i hâl) kitâbları denir. Allahü teâlânın, Kur ân-ı kerîmde bildirdiği (İslâm dîni)ni doğru, sağlam öğrenmek istiyenlerin, bu ilmihâl kitâblarını okumaları lâzımdır. Şimdi sunduğumuz (Cennet Yolu) ilmihâlinin asl ismi (Miftâhul Cennet), ya nî, Cennet kapısının anahtarıdır. Hicrî kamerî [m. ] senesinde Edirnede vefât etmiş olan Muhammed bin Kutbüddîn-i İznikî rahime-hullahü teâlâ yazmışdır. Derin İslâm âlimi, seyyid Abdülhakîm Efendi rahime-hullahü teâlâ, ((Miftâh-ul Cennet) ilm-i hâlinin yazarı sâlih bir zât imiş. Okuyanlara fâideli olur) buyurmuşdur. Bunun için, bu ki-

3 tâbı neşr ediyoruz. Birkaç yerine yapılan açıklamalar bir köşeli parantez [ ] içine konuldu. Bu açıklamalar, başka kitâblardan seçerek eklenmişdir. Bunların hiçbiri şahsî düşünceler değildir. Allahü teâlâ, hepimizi, pusuda bekliyen islâm düşmanlarının ve müslimân ismini taşıyan, hattâ din adamı geçinen sapıkların, mezhebsizlerin, dinde reformcuların tuzaklarına düşerek, bölünmekden, parçalanmakdan korusun! Hepimizi, sevgili Peygamberinin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem yolunda, izinde bulunan (Ehl-i sünnet) mezhebinde birleşdirsin! Birbirlerimiz ile sevişmemizi, yardımlaşmamızı nasîb eylesin! Âmîn. [İnsan, bir iş yapacağı zemân, evvelâ kalbine bir hatara [fikr, düşünce] gelir. Bunu yapmak ister. Bu isteğine (Niyyet) denir. Bu işi yapmaları için uzvlarına [organlarına] emr eder. Emr vermesine (Kasd, teşebbüs) denir. Uzvların iş yapmalarına (Kesb) denir. Kalbin yapdığı işlere (ahlâk) [huy] denir. Kalbe hatara altı yerden gelir: Allahü teâlâdan gelen hataralara (Vahy) denir. Vahy, yalnız Peygamberlerin kalblerine gelir. Meleklerin getirdikleri hataralara (İlhâm) denir. İlhâm Peygamberlerin aleyhimüssalevâtü vetteslîmât ve sâlih müslimânların kalblerine gelir. Sâlih müslimânların verdikleri hataralara (Nasîhat) denir. Vahy, ilhâm ve nasîhat, dâimâ iyi ve fâidelidir. Şeytândan gelen hataralara (Vesvese), insanın kendi nefsinden gelen hataralara (Hevâ), kötü arkadaşın telkîn etdiği [aşıladığı] hataralara (İgfâl) denir. Nasîhat her insana verilir. Vesvese ve hevâ, kâfirlerin ve fâsık müslimânların kalblerine gelir. İkisi de, fenâ [kötü] ve zararlıdır. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylere (İyi) denir. Beğenmediklerine (Fenâ) denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, iyi ve fenâ şeyleri (Kur ân-ı kerîm)de bildirmişdir. İyileri yapmağı emr etmiş, fenâları yasaklamışdır. Bu emr ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlarına ve akla tâbi olup, ahkâm-ı islâmiyyeye uyarsa, nûrlanır, temiz olur. Dünyâda ve âhıretde se âdete, huzûra kavuşur. Fenâ kimselerin, zındıkların igfâl edici, aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytâna uyup, ahkâm-ı islâmiyyeye uymayan kalb, kararır, bozulur. Nûrlu, temiz kalb, ahkâm-ı islâmiyyeye uymağı sever. Kararmış kalb, kötü arkadaşa, nefse, şeytâna uymağı sever. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, dünyânın her yerinde yeni doğan çocukların kalblerini temiz olarak yaratmakdadır. Bunları, sonra anaları, babaları ve fenâ arkadaşları karartmakda, kendileri gibi yapmakdadır.]

4 CENNET YOLU İLMİHÂLİ El-hamdü lillâhillezî cealenâ minet-tâlibîne ve lil-ilmi minerrâgıbîne ves-salâtü ves-selâmü alâ Muhammedinil lezî erselehü rahmeten lil-âlemîne ve alâ Âlihi ve Eshâbihi ecma în. İSLÂMİYYET ALLAH VARDIR VE BİRDİR [Allahü teâlâ, bütün varlıkları yaratdı. Herşey yok idi. Yalnız Allahü teâlâ var idi. O hep vardır. Sonradan var olmuş değildir. Önceden yok olsaydı, Onu var eden bir kuvvetin bulunması lâzım olurdu. Çünki, var olmayan bir şeyi yaratacak kuvvet olmazsa, o şey hep yok olur, var olamaz. Onu yaratan kuvvet sâhibi hep var idi ise, işte Allahü teâlâ bu kuvvet sâhibi olan sonsuz varlıkdır. Yok eğer, bu yaratıcı kuvvet sâhibi de, sonradan var olmuşdur denirse, bunu da var edenin bulunması lâzım olur. Böylece, sonsuz sayıda var edicilerin bulunması lâzım olur. Bu ise, var edicilerin bir başlangıcının bulunmaması demekdir. İlk var edicinin bulunmaması, bunun var edeceklerinin de bulunmaması demek olur. Var edici var olmayınca, yokdan var edilmiş olan bu gördüğümüz veyâ işitdiğimiz madde ve rûh âleminin de bulunmaması lâzım olur. Maddeler ve rûhlar var oldukları için, bunların yalnız bir yaratıcılarının da bulunması ve hep var olması lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyin yapı maddesi olan basît cismleri ve rûhları ve melekleri önce yaratdı. Basît cismlere şimdi element deniyor. Bugün, yüzbeş çeşid elementin var olduğu biliniyor. Allahü teâlâ, her maddeyi, her cismi bu yüzbeş elementden yaratmış ve hep yaratmakdadır. Demir, kükürt, karbon, oksigen gazı, klor gazı birer elementdir. Allahü teâlâ bu elementleri kaç milyon sene önce yaratmış olduğunu bildirmedi. Bunlardan meydâna gelen, yerleri, gökleri ve canlıları da, ne zemân yaratmağa başladığını bildirmedi. Canlı, cansız herşeyin belli bir ömrü vardır. Zemânı gelince yaratmakda, ömrü bitince yok etmekdedir. Birşeyi yokdan var etdiği gibi, birşeyden, yavaş yavaş veyâ birden bire başka birşeyi yapmakda, birincisi yok olmakda, yenisi var olmakdadır. Allahü teâlâ, ilk insanı, cansız maddelerden ve rûhdan mey-

5 dâna getirdi. Bundan önce, hiç insan yokdu. Hayvânlar, otlar, cin ve melekler, bu ilk insandan dahâ önce yaratıldı. Bu ilk insanın ismi, Âdem aleyhissalâtü vesselâm idi. Bundan, Havvâ isminde bir kadın da yaratdı. Bütün insanlar, bu ikisinden üredi. Her hayvândan da kendi cinsleri türedi. Canlı ve cansız herşeyin her zemân değişdiğini görüyoruz. Kadîm olan şey ise, hiç değişmez. Fizik olaylarında, maddelerin hâlleri, şeklleri değişiyor. Kimyâ reaksiyonlarında özü, yapıları değişiyor. Cismler yok olup, başka cismler hâsıl oluyor. Çekirdek olaylarında, element de yok oluyor, enerjiye dönüyor. Herşeyin birbirinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Yokdan var edilmiş olan ilk maddelerden hâsıl olmaları lâzımdır. Çünki sonsuz, başlangıcı yok demekdir. İslâm düşmanları, müslimânların çocuklarını aldatmak için, fen adamı şekline giriyorlar. İnsanlar maymundan yaratıldı diyorlar. Darwin ismindeki İngiliz doktoru böyle söyledi diyorlar. Bunlar yalan söylüyorlar. Darwin böyle birşey söylemedi. Canlılar arasında hayât mücâdelesini anlatdı. (Nev lerin menşei) ismindeki kitâbında, canlıların muhîte uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. Bir cins, başka cinse döner demedi. İngiliz ilm birliğinin senesinde Salfordda düzenlediği toplantıda Swansea Üniversitesi öğretim üyesi Prof. John Durant: Darwinin insanın menşei ile ilgili görüşleri, modern bir efsâne oldu. Bu efsâne ilmî ve içtimâî gelişmemize zarardan başka birşey vermedi. Tekâmül masalları, ilmî araştırmalar üzerinde tahrîb edici te sîr yapdı. Tahrîfâta, lüzûmsuz münâkaşalara ve ilmin büyük ölçüde sûistimâllerine yol açdı. Şimdi Darwinin teorisi, dikiş yerlerinden patlamış, geriye perîşân ve bozuk bir düşünce yığını bırakmışdır dedi. Prof. Durantın vatandaşı hakkında söylediği bu sözler, Darwincilere ilm adına verilen en enteresan cevâblardan biridir. Günümüzde tekâmül teorisinin değişik kültür seviyesindeki insanlara anlatılmak istenmesinin asıl sebebi ideolojikdir. İlmî değildir. Bu teori materyalist felsefenin telkîni için bir vâsıta olarak kullanılmakdadır. İnsan, maymundan oldu sözü, ilmî bir söz değildir. Fennî bir söz de hiç değildir. Darwinin sözü de değildir. İlmden, fenden haberi olmıyan câhil islâm düşmanlarının yalanlarıdır. İlm adamı, fen adamı, böyle câhilce, saçma söz söyliyemez. Üniversiteden diploma alan bir kimse, sefâhete ya nî zevk ve eğlenceye başlayıp, bulunduğu ilm dalında çalışmaz, okuduklarını da unutursa, bu kimse ilm adamı, fen adamı olamaz. İslâm düşmanlığı da yaparak, yalan ve yanlış sözlerini, yazılarını, ilm ve fen olarak saçmağa kalkışırsa, cem ıyyet için zararlı, alçak, hâin bir mikrop olur. Onun diploması, etike-

6 ti, mevkı i, bir gösteriş, gençleri avlıyan bir tuzak olur. Yalanlarını, iftirâlarını, ilm ve fen olarak saçan fen taklîdcilerine, (Fen yobazı) denir. Bu fen yobazlarına aldanmamalıdır. Allahü teâlâ, insanların dünyâda râhat, huzûr içinde yaşamalarını, âhıretde de sonsuz se âdete kavuşmalarını istiyor. Bunun için, se âdete sebeb olan fâideli şeyleri emr etdi. Felâkete sebeb olan, zararlı şeyleri yasak etdi. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın, inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmiyerek, ahkâm-ı islâmiyyeye, ya nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Fâideli ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, îmânsız, çok kimsenin ve milletlerin, birçok işlerinde muvaffak olmaları, Kur ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalışdıkları içindir. Kur ân-ı kerîme uyarak, âhıretde sonsuz se âdete kavuşabilmek için ise, buna, inanarak, uymak lâzımdır. Allahü teâlânın birinci emri (Îmân) etmekdir. Birinci yasak etdiği şey de (Küfr)dür. Îmân demek, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna inanmakdır. Allahü teâlâ, Ona emrlerini ve yasaklarını arabî olarak (Vahy) etmişdir. Ya nî bir melek vâsıtası ile bildirmiş, O da bunların hepsini insanlara anlatmışdır. Allahü teâlânın arabî olarak, bir melek ile bildirdiklerine (Kur ân-ı kerîm) denir. Kur ân-ı kerîmin hepsi yazılı kitâba (Mıshaf) denir. Kur ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelâmıdır. Hiç bir insan öyle düzgün söyliyemez. Kur ân-ı kerîmde bildirilenlerin hepsine (İslâmiyyet) denir. Hepsine kalb ile inanan insana (Mü min) ve (Müslimân) denir. Birini bile beğenmemeğe, îmânsızlık, ya nî (Küfr) [Allaha düşman olmak] denir. Kıyâmete, cinnin, meleklerin var olduklarına, Âdem Peygamberin aleyhissalâtü vesselâm, bütün insanların babası olduğuna ve ilk Peygamber olduğuna inanmak, yalnız kalb ile olur. Bunlara, (Îmân), (İ tikâd) ve (Akâid) bilgileri denir. Beden ile ve kalb ile yapılacak ve sakınılacak şeylere ise, hem inanmak, hem de yapmak veyâ sakınmak lâzımdır. Bunlara (Ahkâm-ı islâmiyye) bilgileri denir. Bunlara inanmak da, îmân olur. Bunları yapmak ve sakınmak, (İbâdet) olur. Niyyet ederek ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet) yapmak denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emr edilenlere (Farz), yasak edilenlere (Harâm) denir. Görülüyor ki, ibâdetlerin, vazîfe olduğuna inanmıyan, ehemmiyyet vermiyen (Kâfir) [Allaha düşman] olur. Bunlara inanıp da, yapmıyan kâfir olmaz. Buna (Fâsık) denir. İslâm bilgilerine îmân edip de, elinden geldiği kadar yapan mü mine, (Sâlih müslimân) [iyi insan] denir. Alla-

7 hü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için, islâmiyyete uyan ve bir mürşidi seven müslimâna (Sâlih) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmış olana (Ârif) veyâ (Velî) denir. Başkalarının da, bu sevgiyi kazanmalarına vâsıta olan Velîye (Mürşid) denir. Bu mubârek, seçilmiş insanların hepsine (Sâdık) denir. Bunların hepsi sâlihdir. Sâlih mü min Cehenneme hiç gitmiyecekdir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Cehennemden hiç çıkmıyacak, sonsuz azâb görecekdir. Kâfir îmân ederse, bütün günâhları hemen afv olur. Fâsık, tevbe edip, ibâdetleri yapmağa başlarsa, Cehenneme girmiyecek, sâlih mü min gibi, doğru Cennete gidecekdir. Tevbe etmezse, yâ şefâ at ile veyâ sebebsiz afv olup, doğru Cennete gidecek, yâhud Cehennemde günâhları kadar yandıkdan sonra, Cennete girecekdir. Kur ân-ı kerîm, o zemânki insanların konuşduğu arabî gramere uygun olarak gelmişdir ve nazm hâlindedir. Ya nî, şi r gibi, düzgündür. Arabî lisânının incelikleri ile doludur. Bedi, Beyân, Me ânî ve Belâgat ilmlerinin bütün inceliklerine uygundur. Bunun için anlaması çok güçdür. Arabî lisânının inceliklerini bilmiyen kimse, arabî okuyup yazsa bile, Kur ân-ı kerîmi iyi anlıyamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlıyamamış, çok yerlerini, Peygamber efendimiz açıklamışdır. Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem bu açıklamalarına (Hadîs-i şerîf) denir. Eshâb-ı kirâm rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma în, Peygamberimizden sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem işitip öğrendiklerini, gençlere bildirmişlerdir. Zemân geçdikce kalbler kararmış, hele yeni müslimân olanlar, Kur ân-ı kerîmden, kendi noksan aklları ve kısa görüşleri ile ma nâ çıkarmağa kalkışmışlar, Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymıyan şeyler anlamışlardır. İslâm düşmanları da, bu bölünmeyi, parçalanmağı körüklemiş, böylece, yetmişiki dürlü bozuk, sapık inanış meydâna gelmişdir. Böyle sapık inanan müslimânlara (Bid at ehli) veyâ (Dalâlet ehli) denir. Yetmişiki bid at fırkasından olanların hepsi, muhakkak Cehenneme girecek, fekat mü min oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmıyacaklar, çıkıp Cennete gireceklerdir. İnanışı, Kur ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık olarak bildirilmiş bir bilgiye uymaz ise, bunun îmânı gider. Buna (Mülhid) denir. Mülhid, kendini müslimân sanır. İ tikâd bilgilerini, ya nî inanılması lâzım olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma în doğru olarak öğrenip, kitâblara yazan islâm âlimlerine, (Ehl-i sünnet) âlimleri denir rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma în. Bunlar, dört mezhebin birinde ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimlerdir. Bu âlimler, Kur ân-ı kerîmin ma nâsını, kendi aklları ile,

8 kendi görüşleri ile anlamağa kalkışmamış, yalnız Eshâb-ı kirâmdan öğrendiklerine inanmışlardır. Kendi anladıklarına uymamışlar, Peygamberimizin bildirdiği doğru yolu yaymışlardır. Osmânlı devleti müslimân idi ve Ehl-i sünnet i tikâdında idi. Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ve birçok kıymetli kitâblar yazıyor ki, dünyâda ve âhıretde felâketlerden kurtulmak ve râhat, mes ûd yaşamak için önce Ehl-i sünnet âlimlerinin rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma în bildirdikleri gibi îmân etmek, ya nî öğrenmek ve hepsine inanmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i tikâdında olmıyan kimse, yâ (Bid at ehli), ya nî sapık müslimân olur. Yâhud (Mülhid), ya nî kâfir olur. Îmânı, ya nî i tikâdı doğru olan mü minin ikinci vazîfesi, sâlih olmakdır. Ya nî, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmakdır. Bunun için, kalb ile ve beden ile yapılması ve sakınılması emr olunan islâm bilgilerini öğrenip, bunlara uygun yaşamak lâzımdır. Ya nî ibâdet yapmakdır. Ehl-i sünnet âlimleri rahime-hümullahü teâlâ, ibâdet bilgilerini anlatırken dörde ayrıldılar. Dört (Mezheb) meydâna geldi. Ayrılıkları az ve mühim olmıyan işlerde olduğu için ve îmânlarında birleşdikleri için, birbirlerini sever ve sayarlar. Her müslimânın bu dört mezhebden birine göre ibâdet yapması lâzımdır. Bu dört mezhebden birine uymıyan kimsenin Ehl-i sünnetden ayrılmış olacağı Tahtâvînin (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesi Zebâyıh kısmında yazılıdır. Harbde esîr alınan herhangi bir kâfir veyâ sulh zemânında, bir kâfir, ben müslimân oldum deyince, buna inanılır. Fekat, bunun (Îmânın altı şartı)nı hemen öğrenmesi ve inanması lâzımdır. Sonra farzları ve harâmları, sırası gelince ve imkân bulunca, hemen öğrenmesi ve öğrendiklerine uyması lâzımdır. Öğrenmezse veyâ öğrendiklerinden birine dahî ehemmiyyet vermeyip, yapmazsa, Allahü teâlânın dînine ehemmiyyet vermemiş olur. Îmânı yok olur. Böyle îmânı giden kimseye (Mürted) denir. Mürtedlerden din adamı şekline girip, müslimânları aldatanlara (Zındık) denir. Zındıklara, bunların yalanlarına aldanmamalıdır. Bir kimse, dünyâ çıkarlarında aldanmayıp, lâkin islâmı vasf ve te akkul etmiyerek, müslimânlığı bilmiyerek bâliğ olmuş ise, bunun mürted hükmünde olacağı, (Siyer-i Kebîr şerhi) tercemesinin yüzonaltıncı sahîfesinde ve (Dürr-ül-muhtâr)da, kâfirin nikâhı sonunda yazılıdır. (Dürr-ül-muhtâr)da, kâfirin nikâhı sonunda diyor ki, nikâhlı müslimân bir kız, bâliga olduğu zemân, müslimânlığı bilmezse, nikâhı bozulur. [Ya nî mürted olur.] Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrâr etmeli ve bunlara inandım demelidir. İbni Âbidîn rahime-hullahü teâlâ, bunu

9 açıklarken diyor ki, (Kız küçük iken, anasına babasına tâbi olarak müslimândır. Bâliga olunca, anasının babasının dînine tâbi olması devâm etmez. İslâmiyyeti bilmeyerek bâliga olunca, mürted olur. Îmân edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhîd söylese, ya nî (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) dese, müslimân olmaz. (Âmentü billâhi) de bulunan altı şeye inanan ve Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını kabûl etdim diyen kimse, müslimân olur). Buradan anlaşılıyor ki, her müslimânın, çocuklarına (Âmentü billâhi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-âhiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-bâ sü ba delmevti hakkun Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühu) ezberletmeli, ma nâsını iyice öğretmelidir. Çocuk bu altı şeyi ve islâmiyyetin emrlerinden ve yasaklarından birisini öğrenmez ve inandığını söylemezse, bâlig olduğu zemân müslimân olmaz, mürted olur. Bu altı şey üzerinde, (Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbında geniş bilgi vardır. Her müslimânın bu kitâbı okuyup ve çocuklarına okutup, îmânlarını kuvvetlendirmeleri ve bütün tanıdıklarının okumaları için çok gayret etmesi lâzımdır. Bunun için, çocuklarımızın mürted yetişmemesi için çok dikkat etmeliyiz. Onlara, dahâ küçük yaşda, îmânı, islâmı, abdesti, guslü, nemâzı öğretmeliyiz! Ananın babanın birinci vazîfesi, evlâdını müslimân olarak yetişdirmekdir. (Dürer ve Gurer)de diyor ki, (Mürted olan erkeğe müslimân ol denir. Şübhe etdiği şey anlatılır. Zemân isterse, üç gün habs olunur. Tevbe ederse kabûl edilir. Tevbe etmezse, hâkim tarafından öldürülür. Mürted olan kadın öldürülmez. Müslimân oluncaya kadar habs olunur. Dâr-ül-harbe kaçarsa, Dâr-ül-harbde câriye olmaz. Esîr alınırsa câriye olur. Mürted olunca, nikâh fesh olur. Bütün malları mülkünden çıkar. Tekrâr müslimân olursa, tekrâr mülkü olurlar. Ölünce veyâ Dar-ül-harbe kaçınca [veyâ Dâr-ül-harbde mürted olunca] müslimân vârisine kalır. [Vârisi yoksa, Beyt-ül-mâldan hakkı olanların olur.] Mürted mürtede vâris olamaz. Mürted iken kazandıkları mülkü olmaz. Müslimânlara fey olur. Alış veriş ve kirâ sözleşmeleri ve hediyye vermesi bâtıl olur. Tekrâr müslimân olursa, sahîh hâle dönerler. Evvelki ibâdetlerini kazâ etmez. Yalnız, tekrâr hac yapması lâzım olur). Îmândan sonra, ilk öğrenilecek şey, abdest almak, gusl abdesti ve nemâzdır. Îmânın altı şartı: Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olduğuna ve sıfatlarına inanmak, Meleklere, Peygamberlere, Kitâblara, Âhıretde olan şeylere, Kazâ ve Kadere îmândır. İleride bunları

10 ayrı ayrı açıklıyacağız. Sözün kısası, kalb ile ve beden ile, islâmiyyetin emrlerine ve yasaklarına uymalı ve kalb, gafletden uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan [ya nî Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet ni metlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hâtırlamayan, düşünmiyen] kimsenin bedeninin islâmiyyete uyması güç olur. Fıkh âlimleri fetvâları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaşdırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin islâmiyyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lâzımdır. Fekat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlâkın güzel olmasına ehemmiyyet verip, bedenin islâmiyyete uymasına ehemmiyyet vermiyen kimse, (Mülhid)dir. Bunun nefsinin parlaması ile hâsıl olan [gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek] gibi âdet dışı başarıları (İstidrâc) olup, kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alâmeti, bedenin islâmiyyete seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini islâmiyyete uydurmıyanların (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak!) demeleri boş lâfdır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrâfındakileri aldatmakdadırlar.] ÎMÂNIN SIFATLARI Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki, îmânın sıfatları altıdır: ÂMENTÜ BİLLÂHİ: Ben Allahü azîm-üş-şânın varlığına ve birliğine inandım, îmân etdim. Allahü azîm-üş-şân, vardır ve birdir. Şerîki ve nazîri yokdur. (Ortağı ve benzeri yokdur). Mekândan münezzehdir. (Bir yerde değildir). Kemâl sıfatlariyle muttasıfdır. Kemâl sıfatları vardır. Ve noksan sıfatlardan berîdir. Onda bulunmaz. Kemâl sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulunur. Noksan sıfatlar, bizlerde bulunur. Bizlerde bulunan noksan sıfatlar, elsizlik ve ayaksızlık ve gözsüzlük ve hastalık ve sağlık, yimek ve içmek ve bunlara benzeyen bir çok şeylerdir. Allahü azîm-üş-şânda bulunan sıfatlar, yer ve gökleri ve -havada, sularda, yer yüzünde ve toprak altında yaşamakda olan- dürlü mahlûkatı yaratması ve aklımızın erdiği ve -aczimiz sebebiyle- birçoklarına ermediği, pek çok mahlûkları [yaratıkları] her an varlıkda durdurması ve cümle mahlûkatın rızkını vermesi ve diğer kemâl sıfatlardır. Kâdir-i mutlakdır. Her varlık, Allahü azîm- İslâm Ahlâkı - F

11 üş-şânın kemâl sıfatlarından bir eserdir. Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar, yirmiikidir. Ve yirmiiki de, muhâl sıfatları vardır. Vâcib, lâzım demekdir. Bu sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulunur. Muhâl olanlar bulunmaz. Muhâl, vâcibin zıddıdır. Var olamaz demekdir. Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı nefsiyye birdir: Vücûd, ya nî var olmakdır. Allahü azîm-üş-şânın var olmasının, naklen delîli, Allahü teâlânın, (İnnenî enellâhü) kavl-i şerîfidir. Aklen delîl ise, bu âlemleri halk eden [yokdan var eden], bir hâlık [yaratıcı], elbet mevcûddur, elbette vardır. Mevcûd olmamak muhâldir. Sıfât-ı nefsiyye demek; zât, Onsuz ve O, zâtsız tasavvur olunmaz, düşünülemez demekdir. SIFÂT-I ZÂTİYYE Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı zâtiyye beşdir: Bunlara (Ülûhiyyet sıfatları) denir. 1- Kıdem, Allahü azîm-üş-şânın varlığının evveli olmamak. 2- Bekâ, Allahü azîm-üş-şânın varlığının âhırı olmamak, buna vâcib-ül-vücûd derler. Naklen delîl, Allahü teâlânın Hadîd sûresinde, üçüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl varlığının evveli ve âhırı olsa, sonradan var olmuş olup, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olan, başkasını yaratamaz. Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 3- Kıyâm bi-nefsihi, Allahü azîm-üş-şân, zâtında ve sıfatlarında ve ef âlinde, kimseye muhtâc olmamak. Naklen delîl, Muhammed aleyhisselâm sûresinin son âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, bu sıfatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 4- Muhâlefetün lil-havâdis, Allahü azîm-üş-şân zâtında ve sıfatında, kimseye benzememek. Naklen delîl, Allahü teâlânın Şûrâ sûresindeki onbirinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl bu sıfatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 5- Vahdâniyyet, Allahü azîm-üş-şânın, zâtında ve sıfatında ve ef âlinde şerîki ve nazîri yokdur. Naklen delîl, Allahü teâlânın İhlâs sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer ortağı olsa, âlem fenâ bulur, yok olurdu. Biri, birşeyin yaratmasını ve diğeri yaratmamasını dilerdi.

12 [Âlimlerin çoğuna göre, (Vücûd) ya nî var olmak da, ayrıca bir sıfatdır. Böylece, (Sıfât-ı zâtiyye) altı olmakdadır]. SIFÂT-I SÜBÛTİYYE Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı sübûtiyye sekizdir: Hayât, ilm, sem, basar, irâde, kudret, kelâm, tekvîn. Bu sıfatların ma nâları budur ki: 1- Hayât, Allahü azîm-üş-şân, diri olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Bekara sûresindeki ikiyüzellibeşinci âyet-i kerîmesinin baş kısmıdır. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şân, diri olmasa, bu mahlûkat vücûda gelmezdi. 2- İlm, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Haşr sûresindeki yirmiikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Onun hakkında muhâldir. 3- Sem, Allahü azîm-üş-şânın işitmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, işitmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 4- Basar, Allahü azîm-üş-şânın görmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın yine İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, görmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 5- İrâde, Allahü azîm-üş-şânın dilemesi olmak. Onun dilediği olur. O dilemezse, hiçbir şey olmaz. Varlıkları dilemiş, yaratmışdır. Naklen delîl, Allahü teâlânın İbrâhîm sûresindeki yirmiyedinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer dilemesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 6- Kudret, Allahü azîm-üş-şânın herşeye gücünün yetmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Âl-i İmrân sûresindeki yüzaltmışbeşinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer gücü yetmese, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 7- Kelâm, Allahü azîm-üş-şânın söylemesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Nisâ sûresindeki yüzaltmışdördüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer söylemesi olmasa âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir. 8- Tekvîn, Allahü azîm-üş-şân hâlıkdır, yaratıcıdır. Her şeyi yaratan, yokdan var eden Odur. Ondan gayri yaratıcı yokdur. Nak-

13 len delîl, Allahü teâlânın Zümer sûresindeki altmışikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, yerlerde ve göklerde acâib-i mahlûkatı vardır ve cümlesini yaratan Odur. Ondan başkası için (yaratdı) demek küfr olur. İnsan birşey yaratamaz. Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilmesi vâcib olan sıfât-ı ma neviyye, sekizdir. Hayyün, Alîmün, Semî un, Basîrün, Mürîdün, Kadîrün, Mütekellimün, Mükevvinün. Bu sıfât-ı şerîflerin ma nâları budur ki: 1- Hayyün, Allahü azîm-üş-şân, diri olucudur. 2- Semî un, Allahü azîm-üş-şân, sem ı kadîmi ile işiticidir. 3- Basîrün, Allahü azîm-üş-şân, görücüdür. 4- Mürîdün, Allahü azîm-üş-şân, irâde-i kadîmi ile dileyicidir. 5- Alîmün, Allahü azîm-üş-şân, ilm-i kadîmi ile bilicidir. 6- Kadîrün, Allahü azîm-üş-şân, kudret-i kadîmesi ile gücü yeticidir. 7- Mütekellimün, Allahü azîm-üş-şân, kelâm-ı kadîmi ile söyleyicidir. 8- Mükevvinün, Allahü teâlâ, herşeyi halk edicidir. Allahü teâlâ hakkında, muhâl olan sıfatlar, bunların zıddıdır. VE MELÂİKETİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın meleklerine inandım, îmân eyledim. Allahü azîm-üş-şânın melekleri vardır. Onları nûrdan halk etmişdir. Cismdirler. [Burada cism demek, fizik kitâblarında bildirilen cism değildir.] Yimezler ve içmezler. Onlarda erkeklik, dişilik olmaz. Gökden yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Ve bir hâlden bir hâle girerler. Göz açıp yumacak kadar, Allahü azîm-üş-şâna âsî olmazlar ve bizim gibi günâh işlemezler. Onların içinde mukarrebler ve Peygamberler vardır. Ve cümlesinin efdali, Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl, Azrâîl aleyhimüsselâm dır. Bu dördü cümle meleklerin Peygamberleridir. Ve onların her birisini, Allahü azîm-üş-şân, bir hizmete koymuşdur. Kıyâmete kadar, başka bir hizmete nevbet gelmez. VE KÜTÜBİHİ: Dahî, Allahü azîm-üş-şânın kitâblarına inandım, îmân eyledim. Allahü azîm-üş-şânın kitâbları vardır. Kur ân-ı kerîmde bildirilen, yüzdört kitâbdır. Yüzü küçük kitâbdır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitâbdır. Tevrât, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm a, Zebûr, hazret-i Dâvüd aleyhisselâm a, İncîl, hazret-i Îsâ aleyhisselâm a, Kur ân-ı kerîm, bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm a nâzil olmuşdur. Bugün yehûdîlerin ve

14 hıristiyanların okudukları (Tevrât) ve (İncîl) hakkında (Cevâb Veremedi) kitâbımızda geniş bilgi vardır. Yüz suhufdan, on suhufu, hazret-i Âdem aleyhisselâm a, elli suhufu, Şit aleyhisselâm a, otuz suhufu, İdrîs aleyhisselâm a, on suhufu, İbrâhîm aleyhisselâm a inmişdir. Bunların cümlesini, Cebrâîl aleyhisselâm indirmişdir. Cümlesinden sonra, Kur ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuşdur. Kur ân-ı azîm-üş-şânın nüzûlü -az az, âyet âyet- yirmiüç senede temâm olmuşdur. Ve hükmü, kıyâmete değin bâkîdir. Nesh olmakdan [geçersiz olmakdan] ve tebdîl ile tahrîfden [insanların değişdirmelerinden] mahfûzdur. VE RÜSÜLİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın Peygamberlerine aleyhimüssalevâtü vetteslîmât îmân eyledim. Allahü teâlânın Peygamberleri aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vardır. Peygamberlerin hepsi insandır. Evveli Âdem aleyhisselâm ve âhırı, bizim Peygamberimiz hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem dir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber aleyhimüssalevâtü vetteslîmât gelmiş ve geçmişdir. Onların sayısını Allahü azîm-üş-şân bilir. Peygamberler aleyhimüssalevâtü vetteslîmât hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar beşdir: Sıdk, Emânet, Teblîg, İsmet, Fetânet. 1- Sıdk, cümle Peygamberler aleyhimüssalevâtü vetteslîmât, sözlerinde sâdık olurlar. Her sözleri doğrudur. 2- Emânet, Onlar emânete hıyânet etmezler. 3- Teblîg, Onlar, Allahü azîm-üş-şânın emrinin ve nehyinin hepsini bilip, ümmetlerine bildirir ve ulaşdırırlar. 4- İsmet, büyük ve küçük bütün günâhlardan berî olmakdır. Hiç günâh işlemezler. İnsanlardan ma sûm olan, yalnız Peygamberlerdir aleyhimüsselâm [Bunlardan başkasına ma sûm diyenler, Şî îlerdir]. 5- Fetânet, Cümle Peygamberler aleyhimüssalevâtü vetteslîmât, sâir insanlardan dahâ akllı olmakdır. Peygamberler aleyhimüssalevâtü vetteslîmât için câiz olan sıfatlar beşdir: Onlar, yirler, içerler, hasta olurlar, ölür, dünyâlarını değişdirirler. Dünyâya muhabbet etmezler. Kur ân-ı azîm-üş-şânda, ism-i şerîfleri bildirilen yirmisekiz Peygamberdir. Bunları bilmek, herkese vâcibdir dediler. Peygamberlerin ismleri aleyhimüssalâtü vesselâm : Âdem, İdrîs, Nûh, Şis [Şit], Hûd, Sâlih, Lût, İbrâhîm, İsmâ îl,

15 İshak, Ya kûb, Yûsüf, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, Dâvüd, Süleymân, Yûnüs, İlyâs, Elyesa, Zül-kifl, Eyyûb, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, Muhammed salevâtullahi alâ nebiyyinâ ve aleyhim dir. Üzeyr ve Lokmân ve Zülkarneyn için, ihtilâf olundu. Bunlara ve Hıdır aleyhisselâma âlimlerden kimisi nebîdir, kimisi velîdir, dediler. Mektûbât-ı Ma sûmiyye C.2, cı mektûbda, Hıdırın Peygamber olduğunu bildiren haberin kuvvetli olduğu yazılıdır. ci mektûbda, Hıdır aleyhisselâmın, insan şeklinde görülmesi ve ba zı işler yapması, Onun hayâtda olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, Onun ve birçok peygamberin ve velînin rûhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermişdir. Onları görmek hayâtda olduklarını göstermez demekdedir. Ve dahî, sana gereken, ilk Peygamber olan hazret-i Âdem aleyhisselâm zürriyyetindenim ve âhır zemân Peygamberi Muhammed aleyhissalâtü vesselâm dîninden ve ümmetindenim, elhamdülillah, demekdir. Vehhâbîler, Âdem aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanmıyorlar. Bunun için ve müslimânlara müşrik dedikleri için, kâfir oluyorlar. VEL-YEVMİL-ÂHIRI: Dahî ben, kıyâmet gününe inandım. Îmân etdim. Çünki, Allahü teâlâ haber vermişdir. Kıyâmet günü, kabrden kalkınca başlar. Cennete veyâ Cehenneme gidinceye kadar devâm eder. Cümlemiz ölüp yine dirilsek gerekdir. Cennet ve Cehennem ve mîzân [Terâzî] ve sırât köprüsü, haşr [toplanmak] ve neşr [Cennete ve Cehenneme dağılmak], kabr azâbı, münker ve nekîr adındaki iki meleğin kabrde süâli hakdır. Ve olacakdır. VE BİL-KADER-İ HAYRİHİ VE ŞERRİHİ MİNALLAHİ TEÂLÂ: Dahî hayr ve şer, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi, Allahü azîm-üş-şânın takdîriyle, ya nî ezelde bilmesi ve dilemesi ve vaktleri gelince yaratması ile ve levh-il mahfûza yazmasiyle olduğuna inandım, îmân eyledim. Kalbimde, aslâ şek ve şübhe yokdur. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh. Ve dahî, i tikâdda [ya nî inanılacak şeylerde] mezhebim, (Ehl-i sünnet ve cemâ at) mezhebidir. Ben bu mezhebdenim. Diğer yetmişiki fırkanın inançları yanlışdır, bozukdur. Cehenneme gideceklerdir. [Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvân hepsini sevenlere (Ehl-i sünnet) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi âlim ve âdil idi. İnsanların efendisinin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetinde, hizmetinde bulunmuşlar ve Ona yardımcı olmuşlardır. En az sohbetde bulunanı bile, Eshâb-ı kirâmdan olmıyan en yüksek Velîden dahâ yüksekdir. O islâm güneşinin, O Allahü teâlânın habîbinin bir soh-

16 betinde, bir teveccühünde hâsıl olan hâller, o mubârek nefesleri ve nazarları te sîri ile zuhûr eden kemâller, o huzûra, o yakınlık se âdetine kavuşamıyanlara nasîb olmamışdır. Eshâb-ı kirâmın hepsi rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma în dahâ ilk sohbetde, nefslerine uymakdan kurtulmuşlardır. Hepsini sevmekle emr olunduk. (Şir atül İslâm) şerhinin ilk sahîfelerinde: (Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvân hepsinin hakkında, mümkin olduğu kadar, iyi söyleyiniz, onların hiç birine sakın dil uzatmayınız) diye yazıyor. Yetmişiki fırkaya gelince: Kimi ifrâta vararak, taşkınlık yapdı, kimi tefrîte düşerek haklarını vermedi, kimi akla güvendi, kimi felsefeye ve eski yunan felsefecilerine aldandı. Böylece dîn-i islâmda olmıyan, hattâ yasak olan şeyleri yapdılar. Bid ate sarıldılar. Sünneti, ya nî islâmiyyeti bırakdılar. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer radıyallahü anhümâ gibi, Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvân icmâ ile en üstünü olanlarını, hattâ Peygamber efendimizi aleyhisselâm çekemiyenler zuhûr etdi. Peygamber efendimizin mi râca, cesedi ve rûhu birlikde olarak götürüldüğünü inkâr edenler türedi. Çok şaşılır ki, zemânımızda da islâm âlimi olarak tanınan, fekat yetmişiki fırkanın en zararlısı (İsmâ îliyye) ağzı ile konuşan zevallılar görülmekdedir. Peygamber efendimizin aleyhisselâm annelerinin ve babalarının kâfir olduğunu ve Peygamber efendimizin aleyhisselâm nübüvveti teblîgden önce putlara kurban kesdiğini söyleyerek, vesîka olarak da ba zı şî î kitâblarını göstererek ve bunlar gibi nice yıkıcı yazılarla temiz gençleri aldatmağa, zehrlemeğe çalışmakdadırlar. Böylece bozguncuların maksadı; islâm dînini baltalamak, gençlerin îmânını çalmak, onlara küfrü bulaşdırmak olduğu açıkça anlaşılmakdadır. Hadîs-i şerîfde: (Kur ân-ı kerîme kendi aklı ile ma nâ veren kâfir olur), buyuruldu. Din âlimleri edebli idi. Dikkatli konuşurlardı ve yazarlardı. Yanlış bir şey söylemiyeyim diye, çok düşünürlerdi. Ulu orta konuşmak, islâmiyyeti (Edille-i şer ıyye)den, ya nî dört ana kaynakdan alarak değil de, kendi yanlış görüşleri ile ve bozuk düşünceleri ile anlatmağa kalkışmak, değil bir islâm âliminin, herhangi bir müslimânın bile yapacağı şey değildir. Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmın rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma în büyüklüğünü anlamayan câhillerin, i tikâdı zedeliyen yıkıcı sözlerini ve yazılarını öldürücü zehr bilmeliyiz. Fârisî mısra tercemesi: Îmânıma saldıracaklarından söğüt yaprağı gibi titriyorum. Allahü teâlâ, kalblerimizde, sevdiklerinin sevgisini artdırsın.

17 Düşmanlarını sevmek felâketine düşürmesin! Bir kalbde îmân bulunduğuna alâmet, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemekdir.] Amelde mezheb dörtdür: İmâm-ı a zam, imâm-ı Şâfi î, imâm-ı Mâlik, imâm-ı Ahmed bin Hanbelin rahmetullahi aleyhim mezhebleri. Bu dört mezhebden, her hangi birini taklîd etmek lâzımdır. Dördünün mezhebi de hakdır, doğrudur. Dördü de Ehl-i sünnetdir. Biz, İmâm-ı a zam mezhebindeniz. Bu mezhebde olanlara (Hanefî) denir. İmâm-ı a zam mezhebi savâbdır, doğrudur. Hatâ olmak ihtimâli de vardır. Diğer üç mezheb hatâdır. Savâb olmak ihtimâli de vardır deriz. Ve dahî, îmânın, bizde bâkî kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır: 1- Biz gâibe îmân eyledik. Bizim îmânımız gâibedir, zâhire değildir. Zîrâ biz, Allahü azîm-üş-şânı, gözümüzle göremedik. Lâkin görmüş gibi inandık, îmân etdik. Bundan aslâ şübhemiz yokdur. 2- Yerde ve gökde, insanda ve cinde ve meleklerde ve Peygamberlerde aleyhimüssalevâtü vetteslîmât, gâibi bilen yokdur. Gâibi ancak Allahü azîm-üş-şân bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. [Gâib demek, duygu organları ile veyâ hesâb, tecribe ile anlaşılmıyan demekdir. Gâibi ancak Onun bildirdikleri bilir.] 3- Harâmı harâm bilip, i tikâd etmek. 4- Halâlı halâl bilip, böyle i tikâd etmek. 5- Allahü azîm-üş-şânın azâbından emîn olmayıp, dâimâ korkmak. 6- Her ne kadar günâhkâr olsa da, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden ümmîd kesmemek. Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yâhud birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin îmânı ve islâmı sahîh değildir. Şimdi îmânı olduğu hâlde, ileride îmânının gitmesine sebeb olan şeyler kırk [40] kadardır: 1- Bid at sâhibi olmak. Ya nî i tikâdı bozuk olmak. [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru i tikâddan çok az da olsa ayrılan, sapık veyâ kâfir olur. İnanması zarûrî olan şeye inanmazsa, hemen kâfir olur. İnanması zarûrî olmayan şeyi inkâr etmek (Bid at) veyâ (Dalâlet) olur. Son nefesde îmânsız gitmeğe sebeb olur.] 2- Za îf îmân, ya nî amelsiz îmân.

18 3- Dokuz a zâsını doğru yoldan çıkarmak. 4- Büyük günâh işlemeğe devâm etmek. [Bunun için, içki içmemeli, müslimân hanımları ve kızları, baş, saç, baldır ve bileklerini yabancı erkeklere göstermemelidir.] 5- Ni met-i islâma şükrünü kesmek. 6- Âhırete îmânsız gitmekden korkmamak. 7- Zulm etmek. 8- Sünnet üzere okunan ezân-ı Muhammedîyi dinlememek. [Böyle okunan ezâna kıymet vermezse hemen kâfir olur.] 9- Anaya babaya âsî olmak. Onların islâmiyyete uygun olan, mubâh olan emrlerini sert sözle red etmek. Doğru olsa bile, çok yemîn etmek. Nemâzda, rükû da, kavmede, iki secdede ve celsede, ta dîl-i erkânı terk etmek. Ta dîl-i erkân, tumânînet ile, ya nî hiç hareket etmeden sübhânallah diyecek kadar durmakdır. Nemâzı ehemmiyyetsiz sanıp, öğrenmesine ve çoluk çocuğuna öğretmeğe ehemmiyyet [önem] vermemek ve nemâz kılanlara mâni olmak. Hamr [şerâb] ve fazlası serhoş eden her içkiyi, az da olsa, içmek. [Bira içmek de harâmdır.] Mü minlere eziyyet etmek. Yalan yere evliyâlık ve din bilgisi satmak. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeyip, kendini din adamı, vâiz olarak tanıtmak. [Böyle yalancıların yazdıkları uydurma din kitâblarını okumamalıdır. Va z ve nutklarını dinlememelidir.] Günâhını unutmak, küçük görmek. Kibrli olmak, ya nî kendisini beğenmek. Ucb, ya nî ilm ve amelim çokdur demek. Münâfıklık, iki yüzlülük. Hased etmek, din kardeşini çekememek. Hükûmetin ve üstâdının islâmiyyete muhâlif olmayan sözünü yapmamak. Muhâlif olan emrlerine karşı gelmek. Bir kimseyi tecribe etmeden, iyi demek. Yalanda ısrâr etmek. Ulemâdan kaçmak. [Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumamak.] Bıyıklarını sünnet mikdârından ziyâde fazla uzatmak. Erkekler ipek giymek. Sun î ipek ve atkısı ipek, çözgüsü pamuk olan câizdir.

19 Gîbet etmekde ısrâr etmek. Kâfir de olsa, komşusuna eziyyet etmek. Dünyâ umûru için, çok gazaba gelmek, sinirlenmek. Ribâ, fâiz almak ve vermek. Öğünmek için elbisesinin kollarını ve eteklerini fazla uzatmak. Sihrbazlık, büyü yapmak. Müslimân ve sâlih olan mahrem akrabâyı ziyâreti terk etmek. Allahü teâlânın sevdiği kimseyi sevmemek ve islâmiyyeti bozmak için uğraşanları sevmek. Mü min kardeşine üç günden fazla kin tutmak. Zinâya devâm etmek. Livâtada bulunup, tevbe etmemek. Livâta, zekeri başkasının dübürüne sokmakdır. Erkeklerin idrâr çıkan yerine zeker, kadınların yerine ferc denir. Ezânı fıkh kitâblarının bildirdikleri vaktlerde ve sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezânı işitince saygı göstermemek. Münkeri (harâm) işliyeni görüp de, gücü yetdiği hâlde, tatlı dil ile nehy [ya nî men ] etmemek. Karısının, kızının ve nasîhat vermek hakkına sâhib olduğu kadınların başı, kolları, bacakları açık, süslü, kokulu sokağa çıkmasına ve kötülerle görüşmesine râzı olmak. Peygamberlerin Allahü azîm-üş-şândan getirdiği şeyleri, dil ile ikrâr ve kalb ile tasdîk etmeğe (îmân) denir. Muhammed aleyhisselâma îmân etmeğe ve bildirdikleri ile amel etmeğe (İslâmiyyet) denir. Ve dahî, Din ve Millet, ikisi birdir. Peygamberlerin Allahü azîm-üş-şândan i tikâda, ya nî inanmağa müteallik getirdiği şeylere din ve millet denir. Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Hak teâlâdan amele, işe müteallik getirdiği şeylere, (İslâmiyyet) veyâ (ahkâm-ı islâmiyye) denir. Ve dahî, îmân-ı icmâlî, ya nî kısaca inanmak kâfîdir. Tafsîl etmek, îmânı uzun bilmek lâzım değildir. Mukallidin, anlamadan inananın îmânı sahîhdir. Ve ba zı yerlerde, tafsîl dahî gereklidir. Îmân üç kısmdır: Îmân-ı taklîdi, îmân-ı istidlâlî, îmân-ı hakîkî. Îmân-ı taklîdî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı bilmez. Anasından, babasından işitdiği gibi, inanır ve gördüğü gibi ibâdet

20 yapar. Bu gibilerin îmânından korkulur. Îmân-ı istidlâlî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı ve harâmı hem bilir ve hem islâmiyyete uyar. İnanılacak şeyleri hem bilir, hem bildirir. Üstaddan, ilmihâl kitâbından öğrenmiş, bu gibilerin îmânı kuvvetlidir. Îmân-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse, hepsi Rabbi inkâr etseler, o etmez. Ve kalbine aslâ şek ve şübhe gelmez. Onun îmânı, enbiyâ îmânı gibidir. Böyle îmân, diğer iki îmândan a lâdır. Ve dahî, islâmiyyet ahkâmı, amele müteallikdir. Îmâna müteallik değildir. Yalnız îmân ile Cennete girilir. Fekat, yalnız amel ile, Cennete girilmez. Amelsiz îmân makbûldür. Ammâ, îmânsız amel makbûl değildir. Îmânı olmıyanların yapdıkları ibâdetler, hayrlı işler, sadakalar, kıyâmetde hiç bir işe yaramaz. Îmân başkasına hediyye verilmez, ammâ amelin sevâbı verilir. Îmân vasiyyet edilmez. Ammâ, kendi için amel yapılması, vasıyyet edilir. Ameli terk eden, kâfir olmaz, lâkin îmânı terk eden ve amele kıymet vermiyen kâfir olur. Özrü olandan, âciz olandan amel afv olunur. Îmân, kimseden afv olunmaz. Cemî Nebîlerin ümmetlerine bildirdikleri îmân birdir. Ancak, ahkâmlarında, dinlerinde, amellerinde ihtilâf, ayrılık vardır. Ve dahî, îmân iki nev dir. Biri, îmân-ı hılkî ve biri de, îmân-ı kesbî. Îmân-ı hılkî, ahd-i mîsâk vaktinde, kulların BELÂ (Evet) demeleridir. Îmân-ı kesbî, bulûğdan sonra edilen îmândır. Cemî mü minlerin îmânı birdir. Amelleri bir değildir. Îmân, farz-ı dâimdir. Amel, vakti gelince farz olur. Îmân, kâfire ve müslime farzdır. Amel yalnız müslime farzdır. Ve dahî, îmân sekiz nev dir: Îmân-ı metbû, melekler îmânıdır. Îmân-ı ma sûm, Nebîler îmânıdır. Îmân-ı makbûl, mü minler îmânıdır. Îmân-ı mevkûf, ehl-i bid atin bozuk îmânıdır. Îmân-ı merdûd, münâfıkların izhâr etdikleri yalan îmândır. Îmân-ı taklîdî, anasından ve babasından işitip, üstâddan öğrenmemiş olan kimsenin îmânıdır. Bu gibilerin îmânından korkulur. Îmân-ı istidlâlî, Mevlâ-ı müteâliyi, delîl ile anlayarak bilendir. Onun îmânı kuvvetlidir. Îmân-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse ve Rabbini inkâr etseler, o inkâr etmez ve kalbine aslâ şek ve şübhe gelmez. İşte bunun, cümleden a lâ olduğunu yukarıda bildirmişdik.

21 Îmânın hükmü üçdür: Evvelkisi, boynu kılıncdan kurtulur. İkincisi, malı cizyeden ve harâcdan kurtulur. Üçüncüsü, cesedi Cehennemde -muhalled- (devâmlı olarak) yanmakdan kurtulur. (Âmentü billâhi) buna, sıfât-ı îmân ve mü menün bih ve zât-i îmân ve asl-ı îmân da denilir. Ululuğuna binâen ve şerefine binâen. Ve dahî, îmânın medârı, ya nî îmân etmenin lâzım olduğu zemân ikidir: Âkıl olmak ve bâliğ olmak. Ve îmânın sebebi ikidir: Âlemin yaratılması ve Kur ân-ı azîmüş-şânın inmesi. Ve dahî, delîl ikidir: Delîl-i aklî ve delîl-i naklî. Ve dahî, îmânın rüknü, aslı ikidir: İkrârün bil-lisân ve tasdîkun bil-cenândır. Bunların da şartı ikidir: Kalbin şartı, şek olmamak, dilin şartı, ne söylediğini bilmekdir. Ve dahî, îmân mahlûk mudur? Allahü azîm-üş-şânın hidâyeti olması haysiyyetinden, gayr-ı mahlûkdur. Ammâ, kulun tasdîk ve ikrâr etmesi ciheti ile mahlûkdur. Îmân; cemî midir, bir bütün müdür, tefrîk, dağınık mıdır? Kalbde cemî dir ve a zâda tefrîkdir. Yakîn, Allahü azîm-üş-şânın zâtını, kemâliyle bilmekdir. Havf, Allahü azîm-üş-şândan korkmakdır. Recâ, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden ümmîdini kesmemekdir. Muhabbetullah, Allaha ve Resûlüne sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ve dîn-i islâma ve mü minlere muhabbet etmekdir. Hayâ, Allahdan ve Resûlünden sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem utanmakdır. Tevekkül, cemî işlerini Allahü teâlâya ısmarlamakdır. Bir işe başlarken Ona güvenmekdir. Ve dahî, îmân ve islâm ve ihsân neye derler? Îmân, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine inanmağa derler. İslâm, Allahü azîm-üş-şânın emrlerini tutmağa ve nehyinden ictinâb etmeğe, sakınmağa derler. İhsân, Allahü azîm-üş-şânı görür gibi, ibâdet etmeğe derler. Îmân, lügatda mutlak tasdîk etmeğe derler. İslâmiyyetde al-

22 tı şeyi tasdîk etmeğe, inanmağa derler. Ma rifet, Allahü azîm-üş-şânı, kemâl sıfatlariyle muttasıf ve noksan sıfatlardan berî bilmekdir. Tevhîd, Allahü azîm-üş-şânı birlemekdir. Ona kimseyi ortak etmemekdir. İslâmiyyet, (Ahkâm-ı islâmiyye), ya nî Allahü azîm-üş-şânın emrleri ve nehyleri [yasakları] demekdir. Din ve millet, inanılması lâzım olan şeylerde ölünceye kadar sebât etmekdir. Ve dahî, îmân beş kal anın içinde hıfz olunur. 1- Yakîn. 2- İhlâs. 3- Farzları edâ ve harâmlardan ictinâb. 4- Sünnete yapışmak. 5- Edebi hıfz etmek, gözetmekdir. Her kim, bu beş şeyi hıfz ederse, îmânını hıfz etmiş olur. Bunlardan, velev birini terk ederse, düşman gâlib olur. Îmânın düşmanı dörtdür: Sağda kötü arkadaş, solda nefsin hevâsı [istekleri], önde dünyâya düşkün olmak ve arkada şeytân, îmânı almak dilerler. Kötü arkadaş, yalnız insanın malını, parasını çalmak, dünyâsını almak için aldatanlar değildir. Arkadaşların en kötüsü, en zararlısı insanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını, ahlâkını bozmağa uğraşanlar, böylece dünyâsına ve âhıretine, ebedî se âdetine saldıranlardır. Îmânımızı, Allahü teâlâ bu düşmanların şerrinden ve islâm düşmanlarının aldatmalarından emîn eyleye. (Kelime-i Tevhîd)in, ya nî Lâ ilâhe illallah demenin ma nây-ı şerîfi, ibâdete lâyık ve müstehak, Allahü azîm-üş-şândan gayri, bir zât yokdur. Ancak, Allahü azîm-üş-şândır. O, hep vardır ve birdir. Şerîki [ortağı] ve nazîri [benzeri] yokdur. Zemânsız ve mekânsızdır. Muhammedün resûlullah, demenin ma nâsı, hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Allahü azîm-üş-şânın kulu ve hak resûlüdür. Biz dahî Onun ümmetiyiz, elhamdülillah. Ve dahî, kelime-i tevhîdin sekiz ismi vardır. 1- Kelime-i şehâdetdir. 2- Kelime-i tevhîd. 3- Kelime-i ihlâsdır. 4- Kelime-i takvâ.

23 5- Kelime-i tayyibe. 6- Da vetül-hak. 7- Urvetülvüskâ. 8- Kelime-i semeret-ül-cennetdir. Ve dahî, ihlâsın şartı, niyyet etmek ve ma nâsını bilmek ve ta zîm ile okumakdır. Ve zikr eden kimsenin dört şeye ihtiyâcı vardır: Tasdîk, ta zîm, halâvet, hurmet. Tasdîki terk eden, münâfıkdır. Ta zîmi terk eden, bid at sâhibidir. Halâveti terk eden, mürâîdir, gösteriş yapar. Hurmeti terk eden fâsıkdır. Eğer, inkâr ederse, kâfir olur. Ve dahî, zikr üç nev dir: 1- Zikr-i avâm. 2- Zikr-i havâs. 3- Zikr-i ehasdır. Zikr-i avâm, câhillerin zikri. Zikr-i havâs âlimlerin zikri ve zikr-i ehas, enbiyâ zikridir. Ve dahî, zikr edecek a zâ üçdür: 1- Lisan ile zikr ki, kelime-i şehâdet söylemekdir. 2- Tevhîd ve tesbîh ve Kur ân-ı kerîm okumakdır. 3- Kalb ile zikrdir. Kalbin zikri üç nev dir: 1- Allahü azîm-üş-şânın sıfatlarına delâlet eden delîlleri, alâmetleri tefekkür etmek. 2- Ahkâm-ı islâmiyyenin delîllerini tefekkür etmek. 3- Mahlûkların sırrını tefekkür etmek. Tefsîr âlimleri, Bekara sûresinin yüzelliikinci âyet-i kerîmesini tefsîr ederek, Allahü azîm-üş-şân, (Kullarım! Siz beni tâ at ile zikr ederseniz, ben de sizi rahmet ile zikr ederim. Ve eğer siz beni düâ ile zikr ederseniz, ben de sizi icâbet ile zikr ederim. Ve eğer siz beni tâ at ile zikr ederseniz, ben de sizi na îmim [Cennetim] ile zikr ederim. Ve eğer siz beni, tenhâlarda zikr ederseniz, ben de sizi Cem ıyyet-i kübrâda [mahşerde] zikr ederim. Ve eğer siz beni, yoklukda zikr ederseniz, ben de sizi yardımım ile zikr ederim. Ve eğer siz beni icâbetle zikr ederseniz, ben de sizi hidâyetle zikr ederim. Ve eğer siz beni, sıdk ve ihlâs ile zikr ederseniz, ben de sizi halâs ve necât [kurtulmak] ile zikr ederim. Ve eğer siz beni, fâtiha-i şerîfe ile ve fâtiha-i şerîfenin içindeki rübûbiyyet ile zikr ederseniz, ben de sizi rahmetim ile zikr ederim) buyurur dediler.

24 Ve dahî, zikr etmenin yüz kadar fâidesini, ulemâ beyân etmişdir. Biz ba zısını bildirelim: Zikr edenden, Allahü azîm-üş-şân râzı olur. Melekler râzı olur. Şeytân, gamlanır. Kalbi rakîk ve yumuşak olur. İbâdete istekli ve gayretli olur. Kalbinden gamı giderir. Kalbini ferahlandırır. Yüzünü nûrlandırır. Şecâ at sâhibi olur. Muhabbetullaha vâsıl olur. Ona ma rifetullahdan bir kapı açılır. Evliyâdan feyz alır. Seksen kadar ahlâk-ı hamîdeyi cem etmiş olur. (Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) demenin ma nây-ı şerîfi dahî budur ki, âhır zemân Peygamberi Muhammed Mustafâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri Allahü azîmüş-şânın hem kulu, hem Resûlüdür. Yidi ve içdi ve hâtunları nikâhladı. Oğulları ve kızları oldu. Cümlesi hazret-i Hadîceden radıyallahü anhâ olmuşdur. Yalnız İbrâhîm, Mâriye adlı câriyeden olmuşdur. Ve memeden kesilmeden vefât etmişdir. Fâtıma radıyallahü anhâ dan gayri cümle evlâdları kendinden evvel vefât etmişdir. Onu hazret-i Alîye kerremallahü vecheh tezvîc etmişdir. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn, hazret-i Alînin ve hazret-i Fâtımanın radıyallahü anhüm çocuklarıdır. Ve cümle kızlarının içinde, hazret-i Fâtıma efdaldir. Ve Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin sevgilisidir. Resûl-i ekremin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem onbir hâtunu vardır: Hazret-i Hadîce, Sevde, Âişe, Hafsa, Ümm-i Seleme, Ümm-ı Habîbe, Zeyneb bint-i Cahş, Zeyneb bint-i Huzeyme, Meymûne, Cüveyriyye, Safiyye radıyallahü anhünne. İnsanla cinne, hak ile bâtılı ve harâm ile halâli, dünyânın fânî ve âhıretin bâkî olduğunu, dînin ilmihâlini ta lîm için gelmiş, hak Peygamberdir sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem. (Edille-i şer ıyye) dörtdür: Kitâb, Sünnet, İcmâ-i ümmet, Kıyâs-ı müctehid. Âlimler din bilgilerini bu dört kaynakdan almışdır. Kitâb, Allahü azîm-üş-şânın kelâmına denir. Sünnet, kavl-i Resûl, fi l-i Resûl, takrîr-i Resûldür. İcmâ-i Ümmet, bir asrda bulunan müctehidlerin, meselâ Eshâb-ı kirâmın radıyallahü teâlâ anhüm veyâ dört mezhebin bir konuda sözbirliği yapmasıdır. Kıyâs, Müctehidlerin, bir şeyi, başka bir şeye benzetmesine denir. Ve dahî, mezheb, lügatda yola derler. Bizim iki yolumuz vardır: Biri, i tikâd yolu ve biri de, amel (iş) yolu. İ tikâd yolunda imâmımız, ya nî kılavuzumuz, Ebû Mansûr

Daha göster

ÖNSÖZ

Allahü teâlâ, insanların dünyada ve ahirette mesut olmaları, rahat ve huzur içinde bulunmaları ve gönüllerini birleştirip, kardeşçe yaşamaları ve kendine kulluk vazifelerini nasıl yapacaklarını bildirmek için, onlara Peygamberler gönderdi. İnsanların, her bakımdan en üstünleri olan bu seçilmiş zatlar vasıtası ile kullarına en iyi yaşama yollarını bildirdi. Peygamberlerinin en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmın, dünyanın her yerinde, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların Peygamberi olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, çok sevdiği bu Peygamberine melek ile 23 senede gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm adındaki büyük kitabında, emirlerini ve yasaklarını bildirdi. Kur’ân-ı Kerîm, Arapça olduğu için ve çok ince bilgileri ve aklın eremeyeceği şeyleri anlattığı için, Muhammed aleyhisselâm, bu kitabın hepsini, başından sonuna kadar, Ashâbına açıkladı. &#;Kur’ân-ı Kerîmi benim anlattığımdan başka türlü açıklayan kâfir olur&#; dedi. İslam âlimleri, Peygamberimizin yaptığı açıklamaları, Ashâb-ı kiramdan işitip, herkesin anlayabileceği gibi genişlettiler ve Tefsir kitaplarına yazdılar. Bu âlimlere, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’ân-ı Kerîmin açıklamalarından ve ayrıca Peygamberimizin Hadis-i şerif denilen sözlerinden derliyerek yazdıkları din kitaplarına ilm-i hal kitapları denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı Kerîmde bildirdiği İslam dinini doğru, sağlam öğrenmek isteyenlerin, bu ilmihal kitaplarını okumaları lazımdır.

Şimdi sunduğumuz (Cennet Yolu) ilmihalinin asıl ismi (Miftah-ul Cennet), yani, Cennet kapısının anahtarıdır. senesinde Edirne&#;de vefat etmiş olan Muhammed bin Kutubüddin-i İzniki “rahime-hullahü teâlâ” yazmıştır. [Mızraklı İlmihal kitabı İngilizceye Miftah-ul-Janna (Booklet for way to Paradise) ismiyle tercüme edilmiştir. İngilizcesinin pdfini indirmek için tıklayınız]

Derin İslam alimi, Seyyid Abdülhakim Efendi, ((Miftah-ul Cennet) ilim-i halinin yazarı salih bir Zât imiş. Okuyanlara faydalı olur) buyurmuştur. Bunun için, bu kitabı neşrediyoruz. Birkaç yerine yapılan açıklamalar bir köşeli parantez [ ] içine konuldu. Bu açıklamalar, başka kitaplardan seçerek eklenmiştir. Bunların hiçbiri şahsi düşünceler değildir. Allahü teâlâ, hepimizi, pusuda bekleyen İslam düşmanlarının ve müslüman ismini taşıyan, hatta din adamı geçinen sapıkların, mezhepsizlerin, dinde reformcuların tuzaklarına düşerek, bölünmekten, parçalanmaktan korusun! Hepimizi, sevgili Peygamberinin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yolunda, izinde bulunan (Ehl-i sünnet) mezhebinde birleştirsin! Birbirlerimiz ile sevişmemizi, yardımlaşmamızı nasip eylesin! Âmin.

[İnsan, bir iş yapacağı zaman, evvela kalbine bir hatara [fikir, düşünce] gelir. Bunu yapmak ister. Bu isteğine (Niyet) denir. Bu işi yapmaları için uzuvlarına [organlarına] emreder. Emir vermesine (Kasıt, teşebbüs) denir. Uzuvların iş yapmalarına (Kesb) denir. Kalbin yaptığı işlere (ahlak) [huy] denir. Kalbe hatara altı yerden gelir: Allahü teâlâdan gelen hataralara (Vahiy) denir. Vahiy, yalnız Peygamberlerin kalplerine gelir. Meleklerin getirdikleri hataralara (İlham) denir. İlham Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve salih müslümanların kalplerine gelir. Salih müslümanların verdikleri hataralara (Nasihat) denir. Vahiy, ilham ve nasihat, daima iyi ve faydalıdır. Şeytandan gelen hataralara (Vesvese), insanın kendi nefsinden gelen hataralara (Heva), kötü arkadaşın telkin ettiği [aşıladığı] hataralara (İgfal) denir. Nasihat her insana verilir. Vesvese ve heva, kâfirlerin ve fasık müslümanların kalplerine gelir. İkisi de, fenâ [kötü] ve zararlıdır. Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği şeylere (İyi) denir. Beğenmediklerine (Fenâ) denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, iyi ve fenâ şeyleri (Kur’ân-ı Kerîm) de bildirmiştir. İyileri yapmayı emretmiş, fenaları yasaklamıştır. Bu emir ve yasaklara (Ahkâm-ı İslâmiyye) denir. Bir kalp, iyi arkadaşların nasihatlarına ve akla tabi olup ahkâm-ı İslamiyeye uyarsa, nurlanır, temiz olur. Dünyada ve ahirette saadete, huzura kavuşur. Fenâ kimselerin, zındıkların igfal edici, aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, ahkâm-ı İslamiyeye uymayan kalp, kararır, bozulur. Nurlu, temiz kalp, ahkâm-ı İslamiyeye uymayı sever. Kararmış kalp, kötü arkadaşa, nefse, şeytana uymayı sever. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, dünyanın her yerinde yeni doğan çocukların kalplerini temiz olarak yaratmaktadır. Bunları, sonra anaları, babaları ve fenâ arkadaşları karartmakta, kendileri gibi yapmaktadır.]

 

CENNET YOLU İLMİHALİ

El-hamdü lillahillezi cealena minet-talibine ve lil-ilmi minerragıbine ves-salatü ves-selamü alâ Muhammedinil lezi erselehü rahmeten lil-alemine ve alâ Âlihi ve Ashâbihi ecma’în.

 

ALLAH VARDIR VE BİRDİR

[Allahü teâlâ, bütün varlıkları yarattı. Her şey yok idi. Yalnız Allahü teâlâ var idi. O hep vardır. Sonradan var olmuş değildir. Önceden yok olsaydı, Onu var eden bir kuvvetin bulunması lazım olurdu. Çünkü, var olmayan bir şeyi yaratacak kuvvet olmazsa, o şey hep yok olur, var olamaz. Onu yaratan kuvvet sahibi hep var idi ise, işte Allahü teâlâ bu kuvvet sahibi olan sonsuz varlıktır. Yok eğer, bu yaratıcı kuvvet sahibi de, sonradan var olmuştur denirse, bunu da var edenin bulunması lazım olur. Böylece, sonsuz sayıda var edicilerin bulunması lazım olur. Bu ise, var edicilerin bir başlangıcının bulunmaması demektir. İlk var edicinin bulunmaması, bunun var edeceklerinin de bulunmaması demek olur. Var edici var olmayınca, yoktan var edilmiş olan bu gördüğümüz veya işittiğimiz madde ve ruh aleminin de bulunmaması lazım olur. Maddeler ve ruhlar var oldukları için, bunların yalnız bir yaratıcılarının da bulunması ve hep var olması lazımdır.

Allahü teâlâ, her şeyin yapı maddesi olan basit cisimleri ve ruhları ve melekleri önce yarattı. Basit cisimlere şimdi element deniyor. Bugün, çeşit elementin var olduğu biliniyor. Allahü teâlâ, her maddeyi, her cismi bu elementten yaratmış ve hep yaratmaktadır. Demir, kükürt, karbon, oksigen gazı, klor gazı birer elementtir. Allahü teâlâ bu elementleri kaç milyon sene önce yaratmış olduğunu bildirmedi. Bunlardan meydana gelen, yerleri, gökleri ve canlıları da, ne zaman yaratmaya başladığını bildirmedi. Canlı, cansız her şeyin belli bir ömrü vardır. Zamanı gelince yaratmakta, ömrü bitince yok etmektedir. Bir şeyi yoktan var ettiği gibi, bir şeyden, yavaş yavaş veya birden bire başka bir şeyi yapmakta, birincisi yok olmakta, yenisi var olmaktadır.

Allahü teâlâ, ilk insanı, cansız maddelerden ve ruhtan meydana getirdi. Bundan önce, hiç insan yoktu. Hayvanlar, otlar, cin ve melekler, bu ilk insandan daha önce yaratıldı. Bu ilk insanın ismi, Adem “aleyhissalatü vesselâm” idi. Bundan, Havva isminde bir kadın da yarattı. Bütün insanlar, bu ikisinden üredi. Her hayvandan da kendi cinsleri türedi. Canlı ve cansız her şeyin her zaman değiştiğini görüyoruz. Kadım olan şey ise, hiç değişmez. Fizik olaylarında, maddelerin halleri, şekilleri değişiyor. Kimya reaksiyonlarında özü, yapıları değişiyor. Cisimler yok olup başka cisimler hâsıl oluyor. Çekirdek olaylarında, element de yok oluyor, enerjiye dönüyor. Her şeyin birbirinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden hâsıl olmaları lazımdır. Çünkü sonsuz, başlangıcı yok demektir.

İslam düşmanları, müslümanların çocuklarını aldatmak için, fen adamı şekline giriyorlar. İnsanlar maymundan yaratıldı diyorlar. Darwin ismindeki İngiliz doktoru böyle söyledi diyorlar. Bunlar yalan söylüyorlar. Darwin böyle bir şey söylemedi. Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Nev’lerin menşei)  ismindeki kitabında, canlıların muhite uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. Bir cins, başka cinse döner demedi. İngiliz ilim birliğinin senesinde Salfortta düzenlediği toplantıda Swansea Üniversitesi öğretim üyesi Prof. John Durant: “Darwinin insanın menşei ile ilgili görüşleri, modern bir efsane oldu. Bu efsane ilmi ve içtimai gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Tekamül masalları, ilmi araştırmalar üzerinde tahrib edici tesir yaptı. Tahrifata, lüzumsuz münakaşalara ve ilmin büyük ölçüde suistimallerine yol açtı. Şimdi Darwinin teorisi, dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce yığını bırakmıştır” dedi. Prof. Durantın vatandaşı hakkında söylediği bu sözler, Darwincilere ilim adına verilen en enteresan cevaplardan biridir. Günümüzde tekamül teorisinin değişik kültür seviyesindeki insanlara anlatılmak istenmesinin asıl sebebi ideolojiktir. İlmi değildir. Bu teori materyalist felsefenin telkini için bir vasıta olarak kullanılmaktadır. İnsan, maymundan oldu sözü, ilmi bir söz değildir. Fenni bir söz de hiç değildir. Darwin&#;in sözü de değildir. İlimden, fenden haberi olmayan cahil İslam düşmanlarının yalanlarıdır. İlim adamı, fen adamı, böyle cahilce, saçma söz söyleyemez. Üniversiteden diploma alan bir kimse, sefahete yani zevk ve eğlenceye başlayıp, bulunduğu ilim dalında çalışmaz, okuduklarını da unutursa, bu kimse ilim adamı, fen adamı olamaz. İslam düşmanlığı da yaparak, yalan ve yanlış sözlerini, yazılarını, ilim ve fen olarak saçmaya kalkışırsa, cemiyet için zararlı, alçak, hain bir mikrop olur. Onun diploması, etiketi, mevkii, bir gösteriş, gençleri avlıyan bir tuzak olur. Yalanlarını, iftiralarını, ilim ve fen olarak saçan fen taklitçilerine, (Fen yobazı) denir. Bu fen yobazlarına aldanmamalıdır.

Allahü teâlâ, insanların dünyada rahat, huzur içinde yaşamalarını, ahirette de sonsuz saadete kavuşmalarını istiyor. Bunun için, saadete sebep olan faydalı şeyleri emretti. Felakete sebep olan, zararlı şeyleri yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın, inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, ahkâm-ı İslamiyyeye, yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Faydalı ilacı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, imansız, çok kimsenin ve milletlerin, birçok işlerinde muvaffak olmaları, Kur’ân-ı Kerîmin ahkamına uygun olarak çalıştıkları içindir. Kur’ân-ı Kerîme uyarak, ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, buna, inanarak, uymak lazımdır.

Allahü teâlânın birinci emri (İman) etmektir. Birinci yasak ettiği şey de (Küfür) dür. İman demek, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna inanmaktır. Allahü teâlâ, Ona emirlerini ve yasaklarını Arabî olarak (Vahiy) etmiştir. Yani bir melek vasıtası ile bildirmiş, O da bunların hepsini insanlara anlatmıştır. Allahü teâlânın Arabî olarak, bir melek ile bildirdiklerine (Kur’ân-ı Kerîm) denir. Kur’ân-ı Kerîmin hepsi yazılı kitaba (Mıshaf) denir. Kur’ân-ı Kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelamıdır. Hiç bir insan öyle düzgün söyleyemez. Kur’ân-ı Kerîmde bildirilenlerin hepsine (İslamiyet) denir. Hepsine kalp ile inanan insana (Mümin) ve (Müslüman) denir. Birini bile beğenmemeye, imansızlık, yani (Küfür) [Allaha düşman olmak] denir. Kıyamete, cinnin, meleklerin var olduklarına, Adem Peygamberin “aleyhissalatü vesselâm”, bütün insanların babası olduğuna ve ilk Peygamber olduğuna inanmak, yalnız kalp ile olur. Bunlara, (İman), (İtikad) ve (Akaid) bilgileri denir. Beden ile ve kalp ile yapılacak ve sakınilacak şeylere ise, hem inanmak, hem de yapmak veya sakınmak lazımdır. Bunlara (Ahkâm-ı İslâmiyye) bilgileri denir. Bunlara inanmak da, iman olur. Bunları yapmak ve sakınmak, (İbadet) olur. Niyet ederek ahkâm-ı İslamiyeye uymaya (İbadet)  yapmak denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı İslâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiye) denir. Emredilenlere (Farz), yasak edilenlere (Haram) denir. Görülüyor ki ibadetlerin, vazife olduğuna inanmayan, ehemmiyet vermeyen (Kâfir) [Allaha düşman] olur. Bunlara inanıp da, yapmayan kâfir olmaz. Buna (Fasık) denir. İslam bilgilerine iman edip de, elinden geldiği kadar yapan mümine, (Salih müslüman) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmak için, İslamiyete uyan ve bir mürşidi seven müslümana (Salih) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmış olana (Arif) veya (Velî) denir. Başkalarının da, bu sevgiyi kazanmalarına vasıta olan Veliye (Mürşid) denir. Bu mübarek, seçilmiş insanların hepsine (Sâdık) denir. Bunların hepsi salihtir. Salih mümin Cehenneme hiç gitmiyecektir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecektir. Cehennemden hiç çıkmayacak, sonsuz azap görecektir. Kâfir iman ederse, bütün günahları hemen affolur. Fasık, tövbe edip, ibadetleri yapmaya başlarsa, Cehenneme girmiyecek, salih mümin gibi, doğru Cennete gidecektir. Tövbe etmezse, ya şefaat ile veya sebepsiz affolup doğru Cennete gidecek, yahut Cehennemde günahları kadar yandıktan sonra, Cennete girecektir.

Kur’ân-ı Kerîm, o zamanki insanların konuştuğu Arabî gramere uygun olarak gelmiştir ve nazım halindedir. Yani, şiir gibi, düzgündür. Arabî lisanının incelikleri ile doludur. Bedi, Beyan, Meani ve Belâgat ilimlerinin bütün inceliklerine uygundur. Bunun için anlaması çok güçtür. Arabî lisanının inceliklerini bilmeyen kimse, Arabî okuyup yazsa bile Kur’ân-ı Kerîmi iyi anlayamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlayamamış, çok yerlerini, Peygamber efendimiz açıklamıştır. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu açıklamalarına (Hadis-i şerif) denir. Ashâb-ı kirâm “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în, Peygamberimizden “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” işitip öğrendiklerini, gençlere bildirmişlerdir. Zaman geçtikçe kalpler kararmış, hele yeni müslüman olanlar, Kur’ân-ı Kerîmden, kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çıkarmaya kalkışmışlar, Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anlamışlardır. İslam düşmanları da, bu bölünmeyi, parçalanmayı körüklemiş, böylece, 72 türlü bozuk, sapık inanış meydana gelmiştir. Böyle sapık inanan müslümanlara bidat ehli veya dalalet ehli denir. 72 bidat fırkasından olanların hepsi, muhakkak Cehenneme girecek, fakat mümin oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmayacaklar, çıkıp Cennete gireceklerdir. İnanışı, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açık olarak bildirilmiş bir bilgiye uymaz ise, bunun imanı gider. Buna mülhid denir. Mülhid, kendini müslüman sanır.

İtikad bilgilerini, yani inanılması lazım olan din bilgilerini, Ashâb-ı kiramdan doğru olarak öğrenip, kitaplara yazan İslam âlimlerine, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Bunlar, 4 mezhebin birinde ictihad derecesine yükselmiş olan alimlerdir. Bu âlimler, Kur’ân-ı Kerîmin mânâsını, kendi akılları ile kendi görüşleri ile anlamaya kalkışmamış, yalnız Ashâb-ı kiramdan öğrendiklerine inanmışlardır. Kendi anladıklarına uymamışlar, Peygamberimizin bildirdiği doğru yolu yaymışlardır. Osmanlı devleti müslüman idi ve Ehl-i sünnet itikadında idi.

Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ve birçok kıymetli kitaplar yazıyor ki dünyada ve ahirette felaketlerden kurtulmak ve rahat, mesut yaşamak için önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, yani öğrenmek ve hepsine inanmak lazımdır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan kimse, ya (Bidat ehli), yani sapık müslüman olur. Yahut (Mülhid), yani kâfir olur. İmanı, yani itikadı doğru olan müminin 2. vazifesi, salih olmaktır. Yani, Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmaktır. Bunun için, kalp ile ve beden ile yapılması ve sakınılması emrolunan İslam bilgilerini öğrenip, bunlara uygun yaşamak lazımdır. Yani ibadet yapmaktır. Ehl-i sünnet âlimleri, ibadet bilgilerini anlatırken dörde ayrıldılar. 4 (Mezhep) meydana geldi. Ayrılıkları az ve mühim olmayan işlerde olduğu için ve imanlarında birleştikleri için, birbirlerini sever ve sayarlar. Her müslümanın bu dört mezhepten birine göre ibadet yapması lazımdır. Bu dört mezhepten birine uymayan kimsenin Ehl-i sünnetten ayrılmış olacağı Tahtavi&#;nin (Dürrü&#;l-muhtar) haşiyesi Zebayıh kısmında yazılıdır.

Harpte esir alınan herhangi bir kâfir veya sulh zamanında, bir kâfir, ben müslüman oldum deyince, buna inanılır. Fakat, bunun (İmanın 6 şartı) nı hemen öğrenmesi ve inanması lazımdır. Sonra farzları ve haramları, sırası gelince ve imkan bulunca, hemen öğrenmesi ve öğrendiklerine uyması lazımdır. Öğrenmezse veya öğrendiklerinden birine dahi ehemmiyet vermeyip, yapmazsa, Allahü teâlânın dinine ehemmiyet vermemiş olur. İmanı yok olur. Böyle imanı giden kimseye (Mürted) denir. Mürtedlerden din adamı şekline girip, müslümanları aldatanlara (Zındık) denir. Zındıklara, bunların yalanlarına aldanmamalıdır. Bir kimse, dünya çıkarlarında aldanmayıp, lakin İslamı vasıf ve teakkul etmeyerek, müslümanlığı bilmeyerek baliğ olmuş ise, bunun mürted hükmünde olacağı, (Siyer-i Kebir şerhi) tercümesinin sayfasında ve (Dürrü&#;l-muhtar) da, kâfirin nikahı sonunda yazılıdır. (Dürrü&#;l-muhtar) da, kâfirin nikahı sonunda diyor ki nikahlı müslüman bir kız, baliğa olduğu zaman, müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur. [Yani mürted olur.] Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli ve bunlara inandım demelidir. İbni Abidin, bunu açıklarken diyor ki (Kız küçük iken, anasına babasına tabi olarak müslümandır. Baliğa olunca, anasının babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek baliğa olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) derse, müslüman olmaz. (Amentü billahi&#;) de bulunan altı şeye inanan ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim diyen kimse, müslüman olur). Buradan anlaşılıyor ki her müslümanın, çocuklarına (Amentü billahi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-ahiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-basü badelmevti hakkun Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühu) ezberletmeli, mânâsını iyice öğretmelidir. Çocuk bu altı şeyi ve İslamiyetin emirlerinden ve yasaklarından birisini öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslüman olmaz, mürted olur. Çocuklarımızın mürted yetişmemesi için çok dikkat etmeliyiz. Onlara, daha küçük yaşta, imanı, İslamı, abdesti, gusülü, namazı öğretmeliyiz! Ananın babanın birinci vazifesi, evladını müslüman olarak yetiştirmektir.

(Dürer ve Gurer) de diyor ki (Mürted olan erkeğe müslüman ol denir. Şüphe ettiği şey anlatılır. Zaman isterse, 3 gün hapis olunur. Tövbe ederse kabul edilir. Tövbe etmezse, hakim tarafından öldürülür. Mürted olan kadın öldürülmez. Müslüman oluncaya kadar habs olunur. Darülharbe kaçarsa, Darülharpte cariye olmaz. Esir alınırsa cariye olur. Mürted olunca, nikah fesh olur. Bütün malları mülkünden çıkar. Tekrar müslüman olursa, tekrar mülkü olurlar. Ölünce veya Darülharbe kaçınca [veya Darülharpte mürted olunca] müslüman varisine kalır. [Varisi yoksa, Beytülmaldan hakkı olanların olur.] Mürted mürtede varis olamaz. Mürted iken kazandıkları mülkü olmaz. Müslümanlara fey olur. Alış veriş ve kira sözleşmeleri ve hediye vermesi batıl olur. Tekrar müslüman olursa, sahih hâle dönerler. Evvelki ibadetlerini kaza etmez. Yalnız, tekrar hac yapması lazım olur). İmandan sonra, ilk öğrenilecek şey, abdest almak, gusül abdesti ve namazdır.

İmanın 6 şartı: Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olduğuna ve sıfatlarına inanmak, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara, Ahirette olan şeylere, Kaza ve Kadere imandır. İleride bunları ayrı ayrı açıklıyacağız.

Sözün kısası, kalp ile ve beden ile İslamiyetin emirlerine ve yasaklarına uymalı ve kalp, gafletten uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan [yani Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet nimetlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayan, düşünmeyen] kimsenin bedeninin İslamiyete uyması güç olur. Fıkıh âlimleri fetvaları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaştırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin İslamiyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Fakat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlakın güzel olmasına ehemmiyet verip, bedenin İslamiyete uymasına ehemmiyet vermeyen kimse, (Mülhid) dir. Bunun nefsinin parlaması ile hâsıl olan [gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek] gibi adet dışı başarıları (İstidrac)  olup kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alâmeti, bedenin İslamiyete seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini İslamiyete uydurmayanların (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak!) demeleri boş laftır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrafındakileri aldatmaktadırlar.]

 

İMANIN SIFATLARI

ZEVCAT VE GAZEVAT-İ PEYGAMBERİ

İMANIN TAFSİLİNE DAİR

KÜFRE SEBEP OLAN ŞEYLER

AHKÂM-I İSLAMİYYE

İSLAMIN BİNASI

NAMAZ BABI

GUSÜL BABI

HAYIZ VE NİFAS BAHSİ

ABDEST BAHSİ

TEYEMMÜM BABI

İSTİNCA, İSTİBRA, İSTİNKA

NAMAZ NASIL KILINIR

EZAN-I MUHAMMEDİ

NAMAZIN VACİBLERİ: 

NAMAZIN SÜNNETLERİ:  

NAMAZIN MÜSTEHAPLARI: 

NAMAZIN ADABI:

NAMAZDAN SONRA DUÂ :  

NAMAZIN MEKRUHLARI:

NAMAZI BOZAN ŞEYLER: 

CEMAAT İLE NAMAZIN FAZİLETİ

NAMAZDA İMAMET

NAMAZDA TADİL-İ ERKAN

YOLCULUKTA NAMAZ

İFTİTAH TEKBİRİNİN FEZAİLİ

Cennât-ı Aliyyat Hakkında

KAZA NAMAZLARI

MEYYİT İÇİN NAMAZ İSKATI

CUMAYA DAİR

NAMAZ KILMAK

(Nimet-i İslam) da diyor ki akıl ve baliğ olan her müslümanın her gün 5 vakitte namaz kılması farzdır. Kimse, kimsenin yerine namaz kılamaz. Bir kimse kıldığı namazın ve başka ibadetlerinin sevâbını [diri veya ölü] başkalarına hediye edebilir. [Kendine verilen sevap kadar onların her birine de sevap verilir. Kendi sevâbı hiç azalmaz.] Hasmının yani alacaklısının hakkını affetmesi için, namaz kılıp sevâbını ona bağışlamak caiz değildir. Namazın farz olduğuna inanıp da, özrü olmadığı hâlde tembellik ederek kılmayan kâfir olmaz. Fasık olur. [Bir namaz için, Cehennemde sene yanacağı bildirildi.] Namaz kılmaya başlayıncıya kadar habs olunur. Çocuk, yedi yaşına gelince namaz kılması emrolunur. 10 yaşına gelince, namaz kılmazsa, el ile dövülür. 3&#;ten ziyade vurulmaz. Değnek ile vurulmaz. Değnek ile vurmak, ancak cinayet işliyen büyük insana hakim kararı ile vurulur. Zevc de, zevcesini sopa ile dövemez. [Hiçbir canlının başına, yüzüne, göğsüne ve önüne, karnına vurmak caiz değildir.] Hastanın da kudreti, gücü yettiği kadar namaz kılması farzdır.

 

ÖZÜR SAHİBİ OLMAK

HASTALIKTA NAMAZ

Fakirliğe sebep olan 24 şey

Namazın Ehmmiyetine Dair

ZEKAT VERMEK

ORUÇ BABI

KURBANIN ŞARTI ÜÇTÜR:

HAC BABI

54 Farz Nelerdir?

Büyük Günahlar Nelerdir?

Avret Mahalli Ve Kadınların Örtünmeleri

MÜMİNİN EVSAFI

AHLAK-I HAMİDENİN BEYANI

FEZAİL-İ ASHÂB BAHSİ

TAAM BAHSİ

EVLENMEYE DAİR

CENAZENİN, TECHİZ, TEKFİN VE TEDFİNİNE DAİR

 

Ve dahi, Ehl-i sünnet olanların, 10 alâmeti vardır:

1) O kimse cemaate müdavemet eder.

2) [İtikadı veya fıskı, küfre varmayan] imama uyar.

3) Mest üzerine meshi caiz görür.

4) Ashâb-ı kiramdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hiç birine kötü söz söylemez.

5) Devlete isyan etmez.

6) Dinde [bigayri hakkın] mücadele, münakaşa etmez.

7) Dinde, şek etmez.

8) Hayrı ve şerri, Allahü teâlâdan bilir.

9) [İlhadı belli olmadıkça] ehl-i kıbleyi tekfir etmez.

10) Dört halifeyi sair Ashâb üzerine tercih eder.

 

 

MASUMLARIN ÖLÜMÜNE DAİR

MÜSLÜMAN KADINLARIN ÖLÜMÜNE DAİR

MAZLUM, SABIRLI VE GARİB OLANLARIN ÖLÜMÜNE DAİR, ŞEHİDLER

KAFİRLERİN ÖLÜMÜNE DAİR

KABİR ZİYARETİ VE KURÂN-I KERİM OKUMAK

CENNET YOLU İLMİHALİ KİTABININ SON SÖZÜ

Canlı cansız bütün varlıkların bir düzen içinde olduklarını görüyoruz. Her maddenin yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen nizam, matematik bağlantılar olduğunu öğreniyoruz. Bu düzenleri, bağlantıları, fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diye isimlendiriyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, sanayi, fabrikalar kuruyor, ilaçlar yapıyor, aya gidiyor, yıldızlarla, atomlarla bağlantı kuruyoruz. Radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler ve İnternetler yapıyoruz. Mahluklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbirini yapamazdık. Her şey çarpışır, bozulur, felaketler olurdu. Her şey yok olurdu.

Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları, bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını, her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini yapan bir varlık tarafından var edildiklerini göstermektedir. O, dilediklerini var etmekte ve yok etmektedir. Her şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Sebepsiz yaratsaydı, varlıkların birbiri arasında bu düzen olmazdı. Her şey karma-karışık olurdu. Onun varlığı da belli olmazdı. Hem de, fen, medeniyet hâsıl olamazdı.

O, varlığını bu düzen ile belli ettiği gibi, kullarına çok acıyarak, var olduğunu ayrıca da bildirmiştir. Âdem aleyhisselâmdan başlıyarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melek ile haber göndererek, kendini ve kendi isimlerini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lazım olduğunu açıklamıştır. Böyle, seçilmiş, üstün insanlara (Peygamber) denir. Bunların bildirdikleri emirlere ve yasaklara (Din) ve (Ahkâm-ı diniyye) denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.

Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir Peygamber ve yeni bir din göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.

Allahü teâlâya şükürler olsun ki daha küçük iken, bir olan yaratıcıya inanmış bulunuyoruz. Onun isminin (Allah) olduğunu ve son Peygamberinin (Muhammed) aleyhisselâm olduğunu ve bunun bildirdiği dinin (İslamiyet) olduğunu öğrenmek saadetine kavuştuk. Bu İslam dinini doğru olarak anlamak istedik. Lisede, üniversitede okurken, onu öğretecek bir kaynak aradık. Fakat, masonlara, komünistlere satılmış fen taklitçileri ile vehhâbîlere satılmış, mezhepsiz olmuş kimseler, gençliğin etrafını sarmış idi. Dinlerini, dünyaya satmış olan bu mürtedler ve sapıklar, öyle kurnaz çalışmışlar ki doğru yolu seçip ayırabilmek imkansız olmuştu. Allahü teâlâya yalvarmaktan başka çare yoktu. Yüce Allahımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitaplarını okumak nasip etti. Fakat, ilerici geçinen (Fen yobazları) nın, fen bilgisi diyerek ve dini dünya çıkarlarına alet eden (Din yobazları) nın Kuran tercümesi diyerek aşılamış oldukları bozuk fikirler, ruhumuza işlemişti. Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun ki hakiki din adamlarının uyarması ile iyiyi kötüden ayırmaya başladık. Kafamıza yerleştirilmiş olanların ilim değil, yaldızlanmış zehr olduklarını, bunların tesiri ile kalbimizin kararmış olduğunu anlayabildik. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını görmeseydik, dostu düşmandan ayıramayacak, nefslerimizin ve din düşmanlarının hilelerine, yalanlarına aldanacaktık. Dinsizliği, ahlaksızlığı ilericilik olarak tanıtan, sinsi düşmanların tuzaklarından kurtulamayacaktık. Halis, temiz müslüman olan anamızla, babamızla ve onlardan edindiğimiz İslam bilgileri ile alay edecektik. Sevgili Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, İslam düşmanlarının tuzaklarına düşmememiz için, bizi ikaz ediyor: (Dininizi ricalin ağızlarından öğreniniz!) buyuruyor. Rical, yani hakiki din alimi bulamayınca, bunların kitaplarından öğreneceğiz. Bidat sahiplerinin, mezhepsiz, cahil din adamlarının din kitapları, kâfirlerin kitapları gibi çok zararlıdır.

Kadınların, kızların başları, saçları, kolları, bacakları açık, erkeklerin de dizleri ile göbek arası açık olarak başkasının yanına çıkmaları haramdır. Yani, Allahü teâlâ, bunları yasak etmiştir. Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren dört hak mezhep, erkeklerin avret yerlerini, yani bakması ve başkasına göstermesi yasak edilmiş olan uzuvlarını farklı olarak bildirmişlerdir. Her müslümanın, bulunduğu mezhebin bildirdiği avret yerini örtmesi farzdır. Buraları açık olanlara, başkalarının bakmaları haramdır. (Kimya-i saadet) de diyor ki (Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile örtünerek çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan, beğenen anası, babası, zevci ve kardeşi de, onun günahına ve azâbına ortak olurlar). Yani, Cehennemde birlikte yanacaklardır. Eğer tövbe ederlerse, affolunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever. Akıl, baliğ olan kızların ve kadınların, yabancı erkeklere görünmemeleri, hicretin üçüncü senesinde emrolundu. İngiliz casuslarının ve bunların tuzaklarına düşmüş olan cahillerin, Hicab ayeti gelmeden evvel olan örtünmemeyi ileri sürerek, örtünmeyi sonradan fıkıhcılar uydurdu demelerine aldanmamalıdır.

Tekrar bildirelim ki bir çocuk akıl ve baliğ olunca, yani iyiyi fenadan ayıracak ve evlenecek yaşa gelince, hemen imanın altı şartını öğrenmesi, sonra (Ahkâm-ı İslâmiyye) yi, yani farzları, helal ve haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara uyması, buna farz olur. Bir kız 9 yaşına, bir oğlan 12 yaşına gelince (Akıl ve baliğ) olur. Bunları, anasına, babasına, akrabasına, ahbabına sorup öğrenmesi farz olur. Müslüman olan bir kâfirin de, hemen bir din adamına, müftüye gidip, bunları öğrenmesi, bunların da öğretmeleri veya hakiki bir din kitabı hediye edip buradan okuyup öğrenmesini tenbih etmeleri farz olur. Aferin, aferin deyip, öğretmezlerse veya kitap vermezlerse, farzı yapmamış olurlar. Farzı yapmayan, Cehennemde yanacaktır. Din adamını ve kitabı arayıp da, buluncıya kadar öğrenmemesi özür olur.

Okuduğumuz doğru İslam bilgilerini gençlere duyurmak için ve herkesin dünyada rahata, huzura ve ahirette sonsuz nimetlere kavuşmalarına hizmet etmek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçme, kıymetli yazıları neşreylemeye inşaallah devam edeceğiz.

Muradlara nail olmak için, (Salaten tüncina) okumalıdır: (Allahümme salli alâ seyedina Muhammedin ve alâ al-i seyedina Muhammedin salaten tüncina biha min cemiil ehval-i vel-afat ve takti lena biha cemial hacat ve tütahhirüna biha min cemiisseyiat ve terfeuna biha aletterecat ve tübelliguna biha akselgayat min cemiil hayrat-i fiil hayati ve badel-memat).

Her türlü sıkıntıdan ve tehlikeden korunmak ve şeytanların ve düşmanların zarar ve hücumlarından kurtulmak için, (İstigfar)  okumanın çok faydalı olduğu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.

Gelip geçti ömrüm çabuk, bir yel esip geçmiş gibi,
hele, bana şöyle gelir, gözüm yumup, açmış gibi.
İşbu söze Hak tanıktır, canlar gövdeye konuktur.
bir gün ola, çıka, gide, kafesten kuş uçmuş gibi .

 

Osmanlıca Mızraklı İlmihal PDF

 

Tavsiye yazı &#;> İsbatü&#;n-nübüvve kitabı

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf TerbiyesiSultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir