Bronte de öyle yaptı ve yere yığıldı. Düşerken bacağı merdi vene sürttü ve nefesini kesecek bir gümbürtüyle yere yapıştı. Ama asansörden çıkmışlardı. Tanrı'ya şükür, asansörden çıkmışlardı. "İyi misin?" Logan yanına gelerek kırık çıkık var mı diye kontrol etmek için ellerini hafifçe kızın çıplak kollarıyla ba caklarında dolaştırdı. "Kanıyor." "Sadece bir sıyrık. Kayarken bir şey derimi çizdi. İyileşirim." Yüzünü buruşturarak oturdu ve genç adamın ayağa kalkma sına yardım etmesine izin verdi. Hava rutubetli ve sıcaktı. "Kasırgadan ne haber?" "Kötüye gidiyor gibi." "Bodruma inmeli miyiz? Ya da öyle bir şey?" "Bodrum olmaz. Ön lobi suyla dolmuş bile. Güvenli bir yere ihtiyacımız var." Logan etrafa bakındı. "Yerden uzakta ve penceresiz bir yer." "Bir merdiven boşluğu?" diye önerdi Bronte. Logan başıyla onayladı ve genç kadının elini tutup onu ken disiyle birlikte çekti. "Hadi, gel. Sanırım merdivenler şu tarafta." Adamın elini tutmasına şaşıran Bronte onu takip etti. Ko şarlarken etraflarındakilere dehşet içinde bakıyordu. Otel, altı üstüne getirilmiş gibi görünüyordu. Mobilyalar ters dön müş, her tarafa kâğıtlar ve broşürler saçılmıştı. Kapılar, çı kanlar panikten kapatmayı unutmuş gibi açık duruyorlardı. Koşarak lobiyi geçerken Bronte nefesini tutup yavaşladı. Lobiyi su basmıştı. Yerde iki-üç santimetre su vardı ve ge niş cam kapılardan daha da fazlası sel gibi içeri doluyordu. Büyük, kırık cam kapılardan. Dışarıya kısa bir bakış attığında 43 *$< Milyoner
gökyüzünün mide bulandırıcı bir gri-yeşil renkte olduğunu
ve en yakındaki ağacın rüzgârdan neredeyse yan yattığını gördü. Korku boğazını düğümledi. Logan sertçe, "Etrafına sonra bakınırsın," diyerek eline asıldı. "Hadi." Bir koridordan aşağı doğru koştular, sonra da bir diğerin den. Dışarıdan duyduğu her çatırtı Bronte'nin kalbinin daha da hızlanmasına neden oluyordu ve merdiven boşluğuna varana kadar neredeyse paniğe kapılmak üzereydi. Logan kapıları savu rarak açtı ve onu içeri itti, Bronte bir kat merdiveni uçarcasına çıkarak sahanlıkta durup nefeslendi ve sonra dönerek bir kata daha çıktılar. Burası loş ve gölgeliydi, tek ışık merdiven boşluğu nun kapısındaki küçük kare pencereden geliyordu. "Burada dur," dedi Logan. Genç kadın itiraz etmeye baş- lıyorken elini kaldırdı. "Hemen döneceğim. Yalnızca bir şeyi kontrol etmeye gidiyorum." Bronte çantasını sımsıkı kavrayarak yere çöktü. Şimdi kı yafetlerini giymekle uğraşamayacak kadar soluksuz kalmış, gözlerini kapıya dikip durmaktan başka bir şey yapamaya cak kadar da korkmuştu. Ya Logan orada kısılıp kalırsa? Ya onun için geri dönmezse? Ya burada, bu kasırganın içinde tek başına kalırsa? Tepesinde ani bir rüzgâr gümbürdedi ve bir palmiye ağacı öyle yüksek bir çatırtıyla kırıldı ki Bronte yerinden sıçradı. Karanlıkta yalnız olmaktan hiç hoşlanmamıştı. Birazcık bile. Ya merdiven boşluğu bu fırtınada çökerse? Birkaç dakika sonra Logan, elinde battaniyeler, yastıklar ve küçük bir çöp torbasıyla dönerek onu rahatlattı. Bronte biraz şoka girmiş gibi görünüyor olmalıydı ki genç adam hemen her şeyi bırakarak merdivenleri tırmanıp onun yanında diz çöktü. 44 Jessica Clare ufc>
"İyi misin?" Sesi yumuşak ve korumacıydı. Parmakları
genç kadının yanağını okşadı. Bronte başını sallayarak titrek bir şekilde gülümsemeyi başardı. "Gürültü kafamı bulandırıyor sanırım. Biliyorum, Marcus Aurelius, 'Bir adamın korkması gereken ölüm değil dir, asla yaşamaya başlayamayacağından korkması gerekir/ der. Ama onun hiç kasırgayla karşı karşıya kalmadığını düşü nüyorum. Neredeyse asansörü tercih edeceğim." "Ben etmem," dedi Logan. "Burada bekle. Bizim için bir kaç şey aldım." Yeniden merdivenlerden aşağıya, yükünü bıraktığı yere yöneldi, sonra da hepsini sahanlığa taşıdı. Bronte'nin hisset tiği saf tükenmişlikten eser bile yoktu onda. Genç kadın loş ışıkta izlerken Logan ona bir yastıkla bir battaniye uzattı. "Tüm bunlar ne için?" "Sadece hava soğursa diye. Hazırlıklı olsak iyi ederiz. Bu hiddetli fırtınayla uzun bir gece olacak. Şu anda bu binada gidebileceğimiz tek güvenli yer de muhtemelen burası." Bronte başıyla onaylayarak yastığı inceledi, sonra da onu sırtına doğru ittirdi. Sert duvara karşı biraz rahatlık sağlamış tı bu. "Teşekkür ederim." Logan onun yanında yere oturdu ve o da kendi yastığıyla aynı şeyi yaptı. İkisi de battaniyeyi şimdilik görmezden gelmişti. Üzerlerini örtmeyi düşünmek için bile fazla sıcak, fazla nemliy di. Bronte kendini yapış yapış ve fazlasıyla sıcaklamış hissettiğin den, yalnızca sutyen ve külotuyla olduğuna şükrediyordu. O izlerken Logan çöp torbasını yanına çekip içinden iki şişe su çıkardı. Bronte'nin gözleri büyüdü, ağzı kupkuru kesildi. Suyu gördüğü an susuzluk ona bir yük treni gibi çarpmıştı, genç kadın dudaklarını yaladı. "Onlardan biri benim için mi?" 45 Milyoner
Logan başıyla onaylayıp birini ona uzattı. Su oda sıcacığın
daydı ama Bronte umursamadı. Kapağı çevirerek açıp içmeye başladı, su kavrulmuş dili üzerinde hoş ve nefis bir tat bıraktı. Bronte tüm şişeyi bir anda midesine indirebilirdi ama yalnızca yarısını içip kalanını sonraya saklamak için kendini zorladı. Yanındaki Logan torbanın içini karıştırmaya devam etti. "En yakındaki mini-barı yağmalamak zorunda kaldım. Çok fazla seçenek yok ama fırtınanın en kötü kısmı üzerimiz den geçene kadar bizi idare edecektir." Ve sonra ona bir gofret uzattı. Bronte bunu gülümseyerek aldı. "Bunun için seni öpebi- lirdim." "Öpebilirdin," dedi genç adam basitçe. Bronte nefesi boğazında kalarak ona baktı. Adam onunla flört mü ediyordu? Bu Rüzgâr tepelerinde öyle yüksek bir sesle uğuldadı ki şid detiyle duvarlar sarsılıyormuş gibi oldu. Bronte inleyerek tepki verdi ve bacaklarını göğsüne çekerek sımsıkı sarıldı. Logan yumuşak bir sesle, "Şşişt," diyerek kolunu genç ka dının omzuna doladı ve onu kendine çekip bir elini sanki ba şını korurmuş gibi saçının üzerine koydu. "Ben buradayım. Güvendeyiz." Bronte, adamın göğsünün baharatımsı kokusunu içine çekti ve korkak bir kedi gibi yavaşça kucağına doğru ilerleme arzusuna direnerek sokuldu. İşin garibi onu sakinleştiren ada mın yanındayken işler o kadar da kötü görünmüyordu ve bir dakika sonra Bronte rahatlamıştı bile. Adamın, bedenine yas lanan geniş vücudunu hissetmek sakinleşmesi için yetmiş ve fırtınanın biraz uzaklaşmış gibi görünmesini sağlamıştı. 46 Jessica Clare ulu
Midesi gürültülü bir biçimde guruldadı.
Genç adamın göğsünde hafif bir gürültü başladı ve Bronte onun güldüğünü fark etti. "Gofretini ye." Bronte titreyen parmaklarla paketini açtı. "Sadece gele cekte bil diye söylüyorum, ben M&M's tercih ederim. Yerfıs- tıklı olanı, sadesi değil." "Bunu aklımda tutacağım. Felsefe ve yerfıstıklı M&M's." Bronte, "Aynen," diyerek gofretinden büyük bir ısırık aldı ve hoş tat diline çarptığında zevkle inledi. "Bu gerçekten çok iyi. Teşekkür ederim." Genç adam kendi paketini açarken Bronte ambalajın hı şırtısını duydu. Merdiven boşluğunda birbirlerine sokularak gofretlerini atıştırdılar ve fırtınanın bitmesini beklediler. "Peki, nasıl oluyor da felsefe hakkında bu kadar çok şey biliyorsun, Bronte?" Bronte omuzlarını silkti. "Annem kitapları çok severdi, ama klasikleri ayrı bir ilgisi vardı: Bronte, Austen ve Gaskell. Roman tik olanlar." Bir an durup annesini düşündü. "UMKC'den* felse fe lisans derecesiyle mezun oldum. Ana dalım buydu, yan dalım ise tarih. Antik felsefecileri severim. Sanki modern yaşama uygulanabilecek birçok bilgelik öğretmişler gibi his sediyorum." "İlginç. Yani sen bir öğretmensin?" Bronte sırıttı. "Pek sayılmaz. Birgel-al lokantada garsonum." "Bir garson." Genç adam kelimeleri sanki tatlarına bakı yormuş gibi söyledi. "Kariyerini biraz değiştirmişsin." "Tam olarak değil. Okul süresince faturaları ödemek için garsonluğa başladım, mezun olduktan sonra iş ararken de * University of Missouri-Kansas City, (ç.n.)
47 4*^ Milyoner
garsonluk yapmaya devam ettim ve işte, iki yıl sonra hâlâ
garsonum." Bronte yüzünü buruşturdu. Bu kulağa çok ya van geliyordu. "Yani yirmi dört yaşındasın?" "Öyleyim. Ya sen?" "Yirmi dokuzuma yeni bastım." Bronte şakacı bir ifadeyle ona dirsek attı. "Vay canına, resmen antika." Adam homurdandı. "Şaka bir yana, iyi iş çıkartmışsın," dedi Bronte ona. "Yir mi dokuz yaşında böyle büyük bir yerde müdür olmak mı? Annenle baban seninle gurur uyuyor olmalı." Genç adam o kadar uzun süre sessiz kalmıştı ki Bronte onu gücendirdiğinden endişelendi. Sonra Logan çok alçak bir sesle, "Teşekkür ederim," dedi. Bronte gofretinden bir ısırık daha aldı ve adamın cevabı nı düşündü.
48 9^: t ^ o n iki yılda ne şanslı bir çizgi tutturmuştu. Once Dani- ca'nın ihaneti, sonra babasının ölümü, şimdi de bu. Boktan hayat pastasının üzerindeki krema. Babası olsaydı bütün bunlara Logan'ın kendisinin sebep olduğunu söylerdi. Çünkü babası her zaman tam bir piçti. Logan'ın elinin değdiği hiçbir şeyi onaylamazdı. O yüzden son yatırımına da karşı çıkacağını düşünmek abartı değildi. Bu basit bir iş gibi görünmüştü. Tatil köyünü satın aldığı için mülkte biraz dolaşmak ve mekânla ilgili bir şey hisset mek istemişti. Mimarın yenilikler için yaptığı öneriler elin deydi ama işleri bir de kendisi kontrol etmek istemişti. İşle yişi kendi gözüyle görmeden asla kesin bir yatırım yapmazdı. Satın almadan önce tatil köyündeki ilk turu nasıl mıydı? Ona beklediği her şeyi göstermişti. Bu yer ümit vaat ediyor du, ada güzel ve merkeziydi. Otelin kendisi eskiydi ve yıp ranma belirtileri gösteriyordu ve yakındaki tatil köyleri do lup taşarken buradaki odaların sadece yarısı doluydu. Fakat 49 4^ Milyoner
bu tatil köyünün başarısızlığının nedeni, diğer her şeyden
öte kötü yönetimiydi ve Logan, bir ekip kurarak başarıyı ya kalamak adına tam da burada devreye giriyordu. Logan bu gayrimenkulü beş yıl içinde para basan bir yere çevirebilirdi. Bu yerin kasırga sigortasını kontrol etmeyi aklına not etti. Başını eğerek, yanına kıvrılmış kadına baktı; yüzü loş ışıkta zar zor görülüyordu. Kadın uyuyordu, Logan'ın kolu da koruyucu bir tavırla ona sarılmıştı. Genç kadın sıra dışı biriydi. Asansöre adım attığında Logan onu neredeyse fark etmemişti bile. Sahildeki tatil köyleri seksi kadınlarla dolu olurdu ve asansörde kalıp da genç kadın konuşmaya baş layana kadar onun dikkatini çekmemişti. Özellikle de antik dönemlerden alıntılar yapıp ona ders vermeye başladığında Logan bunu hem eğlenceli hem de etkileyici bulmuştu. Fel sefe alıntıları yapan ve gergin olduğunda kıkırdayan bir gar son. Logan, daha kötüsü de olabilirdi, diye düşündü. Komik bir şekilde gülmek yerine çığlık atıp dehşete de düşebilirdi. Logan kadını asansöre binerken fark etmemiş olsa da çı karken kesinlikle dikkatini çekmişti. Bayağı bir şey görmüş tü, özellikle de o gösterişli poposunu yüzünün önüne doğru kaydırırken ve asansörden zarif bir şekilde çıkmak için -ki becerememişti- o uzun bacaklarını sallandırırken. Bronte; ona adının bu olduğunu söylemişti. Klasiklerdeki gibi. Tam bu sırada, bu kadınla birlikte merdiven boşluğunda otururken, ona karşı bu kadar korumacı hissetmesi çok garip ti. Fakat genç kadın tüm bu koşullara göre cesur davranmıştı ve tuhaf bir şekilde merak uyandırıcıydı. Ayrıca Logan'ın zen gin olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ve bu da genç adama karşı tepkilerinin samimi olduğu anlamına geliyordu. Logan'a, yal 50 Jessica Clare u t1
nızca ona hediyeler alırsa ya da onu paraya boğarsa bir şey
ler vaat eden mahcup ama şehvet dolu bakışlar atmıyordu. Gülüyor ve onunla şakalaşıyordu. Suratını buruşturup gof ret yerine yerfıstıklı M&M's istiyor ve genç adamın davra nışlarına göre Platon'dan alıntı yaparak ona ders veriyordu. Logan bundan da hoşlanmıştı. Bronte her kim olursa ol sun, akıllı ve ilgi çekiciydi, sadece bir garson olsa bile. Tepelerindeki yağmur, daha öncekine göre daha azalmış gibi görünse de bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyordu. Birkaç saat boyunca dışarıyı kasıp kavurmuştu. Öyle şiddetliydi ki Logan merdiven boşluğunun yeterli koru mayı sağlamayacağına ikna olmuştu. Fırtına süresince bir çok parçalanma sesi duymuşlardı ve Bronte dehşete düşe rek ona daha da sokulmuştu. Logan sakin ve metin durmuş tu çünkü Havvkings erkeklerinin baskı altındayken yaptıkları buydu işte. Kendilerini kapatıp sessiz konuma geçerlerdi. Babası bu konuda harikaydı. Bronte uykusunda kımıldandı, kolunu genç adamın beli ne dolayarak kendini ona doğru çekti. Ağzını onun boynu nun kıvrımına yerleştirerek içini çekti ve sanki genç adam mükemmel bir yastıkmış gibi uykusuna geri döndü. Logan onu uyandırabilirdi, o zaman genç kadın hareketlerinden utanarak otomatik olarak birkaç adım öteye çekilirdi. Oysa Logan onun kendisine yaslanmasından hoşlanıyor du. Onun sıcak, kavisli vücudunun kendi bedenine sokulma sı hoşuna gitmişti. Kollarının arasına cuk oturuyordu. Ve şu anda da bir kaya gibi sertleşmişti. Bunun için ya pabileceği hiçbir şey yoktu. Bencil bir piç olsaydı genç kadı na servetinden bahsedeceğini ve onun kendisini kucağına 51 Milyoner
atmasını bekleyeceğini varsaydı. Bu asla fazla zamanını al
mazdı. Fakat nedense Bronte'nin farklı olacağını seziyordu. Peki ya birkaç gün için? Herhangi bir adam olmak yepyeni bir şeydi. Genç kadına sıkıca sarıldı. Uyumasına izin vermek en iyi siydi. Fırtına bir süre daha bitmeyecekti.
"Bronte," diye fısıldadı hafif bir ses kulağına. "Elini çek."
Genç kadın içini çekti, dudaklarını yaladı ve sesi duymaz dan geldi. "Bronte," dedi ses yeniden. "Şu anda biraz kişisel bir tutuşun var." Bronte hâlâ uykulu olarak aklından nerede olduğunun değerlendirmesini yaptı. Kalçası beton basamaklarda otur maktan ağrıyordu ve bir adamın sıcak bacağının yanına uzanmıştı, bacaklarının etrafına bir battaniye yayılmıştı. Bir eli adamın yanına sıkışmıştı, diğerinin üzerinde durduğu ka lın bir gidon Rezil olarak elini kaçırdı. "Ah, Tanrım." Bu bir gidon değildi. "Ben de aynı şeyi düşünüyordum," dedi genç adam alaycı bir ifadeyle. En azından sesi eğleniyor gibi çıkıyordu. Bronte dehşete düşmüştü. Logan onu bir omzuyla dürttü. "Nasılsın?" Kasıklarına yapışmış olarak uyanmaktan dolayı küçük düş menin dışında mı? Fevkalade. Bronte gözlerini ovuşturdu ve loş merdiven boşluğuna doğru baktı. Öncesinden bile daha karanlık görünüyordu. Vay be, karanlıktan bıkmaya başladığı kesindi. Karnı guruldadı ve mesanesi de patlamaya hazırmış gibi hissetti. "Ben iyiyim. Yağmur hâlâ yağıyor mu?" 52 Jessica Clare tifc
"Kulağa daha sakin gibi geliyor. Fırtınanın en kötü kısmı
nın geçtiğini düşünüyorum. Muhtemelen dışarı çıkıp etrafa bir bakmalıyız." Bronte betondaki yerini değiştirdi. "Bir tuvalet bulabilir miyiz?" "Muhtemelen çalışmıyor olacaklardır." "Evet, ama çalışmayan bir tuvalet merdiven boşluğuna galip gelir." Logan homurdanarak onayladı ve ayağa kalktı. "Hadi." Bronte ayakta durduğunda ağrıyan kaslarının itirazlarını görmezden gelerek onu takip etti. Tüm vücudu kaskatıydı ve ağrıyordu. Elbette ki şikâyet edemezdi, kasırganın en kötü kısmından tek parça halinde çıkmıştı. Şimdi yalnızca kurtar ma ekibini beklemeleri gerekiyordu. Logan, Bronte'nin tutması için elini uzattı, o da tuttu. Garip ama elini Logan'ın büyük avcunun içine kaydırması rahatlatı cıydı. Bronte bir adamın onu değerli hissettirmesine ihtiyaç duyan bir tip değildi. Fakat burada, onunla köşeye sıkışıp kal mış bir başkasının daha olması Bu nedense işleri biraz daha katlanılır, onu da biraz daha az sinirli hale getirmişti. Logan yarı karanlıkta onu merdivenlerden aşağı yönlen dirdi. En alt basamağa ulaştıklarında ayakları birkaç santim lik suya girdi. "Bu iyi bir işaret değil," dedi Logan. "Bana yakın dur. Su bu kadar uzağa gelmişse binanın geri kalanının nasıl gözük tüğünü bilmiyoruz." "Ya da adanın," diye katıldı Bronte ona doğru bir adım atarak. Omzu onunkine sürtündü ve nasıl uyandığını hatır layarak kıpkırmızı kesildi. Eli adamın aletinin üzerindeydi. Ve adam sertleşmişti. 53 4» Milyoner
Ve genç kadın bundan rahatsız olmamıştı. O bir yaban
cıydı ama alıntılar yaparak nutuk çekmesiyle dalga geçmeyen ve ona karşı korumacı olan, konuşması kolay, yakışıklı, boylu boslu bir yabancıydı. Bronte adamın cazibesine kapılmıştı. Onu tanımıyordu bile ama kapıldığını hissedebiliyordu. Bu çok nadirdi. Tanıştığı erkeklerin çoğu ya çok toydu ya da evliydiler. İpsiz sapsız bir düşünce, geri çekilmesine sebep oldu. "Evli değilsin, öyle değil mi?" "Hı?" "Boş ver. Ben sadece, bilirsin işte, evli bir adamı okşamak istemedim." "Yani bekârsa bir adamı okşamak uygun mu?" "Demek istediğim bu değildi ve sen de bunu biliyorsun. Ben yalnızca" "Evli değilim." "Oh." Bronte derin bir nefes verdi. Bunun bir önemi ol maması gerekiyordu ama nedense vardı. Başlarından geçen bu küçük olay onu adama oldukça yaklaştırmıştı ve evli bir erkekle yakınlaştığını düşünmek garip ve rahatsız edici olur du. "Tanrı'ya şükür." "Bir ilişki de aramıyorum." Kibirli ahmak. Bronte onu dirseğiyle dürttü. Tamam, bu daha çok itmekti. "Ben bunun için sormuyordum. Yalnızca bir karın olsaydı bu tuhaf olurdu." "Biz yatmıyoruz, Bronte." "Şey, teknik olarak, daha demin yatıyorduk." Eğer kasır gayı dikkate almazsan hiç de heyecanlı değildi. Genç adam önünde öyle aniden durdu ki Bronte onun sır tına çarpıp sular sıçratarak geriye adım attı. Merdiven boşlu 54 Jessica Clare mJu
ğunun loş ışığında adamın yüz ifadesini zar zor seçebiliyordu.
"Tüm bu sorular neden?" "Yalnızca merak ettim. Bilirsin. Bekâr bir süprüntüye mi dokundum, yoksa evli bir herife mi diye. Bunun makul bir soru olduğunu düşünüyorum." Genç adamın yüzü sanki gözlerini ona dikmiş gibi yana yatmıştı ve Bronte tenine değen nefesinin sıcaklığını zar zor hissediyordu. Merdiven boşluğunun daha iyi aydınlatılmış ol masını isterdi, böylece adamın yüzündeki ifadeyi görebilirdi. "Bunun yalnızca onu yeniden tutmayı planlıyorsan bi; önemi olur, Bronte." Şimdi, aklında oradan asla çıkaramayacağı bir görüntü vardı. "Ah. Şey. Hayır, bunu tekrar yapmanın planlarını ku ruyor değilim." Genç adamın göğsü hafif bir kahkahayla gürledi. "Peki, işte şimdi hayal kırıklığına uğradım. Hadi. Elektrikleri yeni den açmaya çalışmamızın güvenli olduğundan emin deği lim, bu yüzden ateş yakabileceğimiz bir şey arayalım." Logan koridorun kapısını açtı ve merdiven boşluğundan ayrıldılar. Bronte sessizdi. Aklında az önce yaptıkları konuş ma vızıldıyordu. Bunun yalnızca onu yeniden tutmayı planlıyorsan bir önemi olur, Bronte. Ah. Şey. Hayır, bunu tekrar yapmanın planlarını kuruyor değilim. Peki, işte şimdi hayal kırıklığına uğradım. Genç adam onunla flört ediyordu ve Bronte az önce onu durdurmuş muydu? Logan normalde o kadar kontrollüydü ki bu çok yersiz görünmüştü. Ancak yine de Bronte onun 55 4^ Milyoner
sözlerini başka herhangi bir şekilde anlayamazdı. Bir ilişki
aramadığını söylemişti ve Bronte de bir ilişki başlatmak için bundan daha kötü bir yol düşünemiyordu. Belki de basit bir şakadan fazla anlam çıkarmaya çalışıyordu. Yine de genç adamın eli kendi elinde sıcacıktı ve Bronte onun tutuşunun güçlü olmasından hoşlanmıştı. Yeniden lobiye doğru yürürlerken otelin çöplüğe dön düğü apaçık belli oldu. Merdiven boşluğunda bileğe kadar gelen su vardı ama koridora adım attıklarında baldırlarının yarısına kadar yükseldi. Sular sıçratarak koridordan aşağı ilerlerken, konferans salonlarının işe yaramaz hale gelmiş kapılarının önünden geçtiler. Etrafı görebilmelerini sağla yan hafif morumsu bir ışık vardı ve Bronte ışığın kaynağını merak etti ta ki tavanı görene dek. Lobi gittikçe yükselen, birkaç kat yüksekliğinde bir orta avlu şeklinde inşa edilmişti, tavanı camdandı ve besbelli kasırgadan sağlam çıkamamıştı. Gökyüzüne açılan çatının parçaları İsviçre peyniri gibi görü nüyordu. Yağmur binanın içine yağmıştı ve Bronte'nin aya ğının etrafındaki su kumlu gibiydi. "Vay canına. Sanırım temizlik ekibin epey fazla mesai ya pacak." Logan ona bakarken dudaklarında gizli bir gülümseme vardı. "Nasıl olsa ben de burayı yenilemeyi planlıyordum. Birisi bana daha kalın duvarlara ihtiyacım olduğunu söylemişti." Bronte buna gülerken genç adamın bakışıyla ısındığını hissetti. "Güzel bahane." "Açlıktan ölüyorum," dedi Logan. "Hediyelik eşya dükkâ nına gitmeliyiz. Orada muhtemelen biraz erzak bulabiliriz. Çok fazla zarar görmemişse su şişeleri, yiyecek ve belki bir kaç kuru giysi diye düşünüyorum." 56 Jessica Clare uİm
Tüm bunlar Bronte'nin kulağına iyi gelmişti. Bir an dü
şündü, sonra ileriyi işaret etti. "Sanırım lobiyi geçtikten son ra sol tarafta. Restoranın yanında." Sonra kendini aptal gibi hissetti. Logan zaten burada çalışıyordu, ona bunları neden söylüyordu ki? "Tabii sen bunu zaten biliyorsun." "Tabii." Logan'ın eli genç kadının beline gitti, sonra lobiyi işaret etti. "Önden buyur." Bronte vücudunun ısındığını hissetti. Genç adam ona öyle ilgili ve büyülenmiş gözlerle bakıyordu ki şey, Bronte kendiyle ne yapacağını bilemiyordu. Bu yüzden genç adama elini uzattı. Logan kadının elini tuttu ve parmaklan onunkilerin et rafına dolanırken buna karşılık Bronte'nin teni karıncalandı. Logan'a dokunmak midesini kıpır kıpır etmişti. En azından, diye düşündü Bronte kendi kendine, kıpır kı pır olan sadece midesiydi. Bata çıka ilerlediler ve lobiye doğru giderlerken Bronte, Logan'ın büyük adımlarına yetişebilmek için çabalıyordu. Sanki fırtınayla birlikte otelin yarısı buraya yığılmış gibi bir görüntü vardı. Ve çok daha fazla su, tabii ki. Mobilyalar ters dönmüş ve etrafa saçılmıştı, her yerde valizler vardı ve içle- rindekiler odanın her yerine savrulmuş vaziyetteydi. Tava nın parçaları cam kapıların üzerine yıkılmış, tüm camlar yok olmuştu. Bronte bu kadar camın nereye gittiğini merak ede rek ayak parmaklarını içeri kıvırdı. Islanıp şişmiş bir yastık suyun üzerinde yüzerek yanına gelince Bronte'nin aklında korkunç bir düşüncenin belirmesine sebep oldu. "Hiç ceset göreceğimizi düşünmüyorsun, öyle değil mi?" "Umarım görmeyiz." Genç adamın sesi nemrut geliyor du. "Şansımız varsa diğer herkes tahliye edilmiştir." 57 tk* Milyoner
"Otelin geri kalanını kontrol etmeli miyiz? Başka birisi de
sıkışıp kaldıysa diye?" Logan, "Edeceğiz," dedi ve eline asılarak onu aceleyle ile ri doğru çekti. "Kendimize gerekenleri temin ettikten sonra. Açlıktan bayılırsan bu hiçbir işimize yaramaz." "Ben mi? Sonu çok yakın, güçsüz bir çiçekmişim gibi gös teriyorsun beni. Peki ya sen?" "Ben bayılmam." Bronte öfkeyle homurdandı. "'Hiçbir şey şiddetli ihtiyaç tan daha güçlü olamaz/ değil mi?" "Platon'dan bir başka meşhur inci daha mı?" "Aslında Euripides." "Elbette. İkinci tahminim de o olacaktı." "Tabii. Euripides'in büyük bir hayranı mısın?" "Kim değil ki?" Bronte gülerek adamın verdiği karşılığa başını salladı. Otelin heybetli lobisinde ağır ağır yürüdüler, ayın zayıf ışığı vurdukça gördükleri yıkım da artıyordu. Lobi karanlıktı ama asansörün zindan gibi koyuluğuyla kıyaslandığında pırıl pırıl gibi geliyordu. Yürürlerken Logan tavanı inceledi, onla rı daha tehlikeli bölgelerden uzak tutarak ilerliyordu. "Tüm tavan çökebilir" dedi Bronte'ye. "Dikkatli olmamız gerek." Bronte, "Bayan Günışığı şimdi kimmiş bakalım?" diye ta kıldı ama yakın durmaya da devam ediyordu. Mavimsi karanlıkta hediyelik eşya dükkânını seçebildiler ve Bronte hayal kırıklığıyla içini çekti. Büyük güvenlik kapı sı dükkânın önüne yıkılmıştı. Kapının arkasındaki cam pa ramparça olmuştu ama kapı sapasağlamdı. Metalin üzerine dalları kırılmış bitkilerin parçalarıyla, başka ufak tefek şeyler 58 Jessica Clare tıfu
yapışmıştı. Sağ tarafta devrilmiş mayolu mankenlerin sergi
lendiği daha büyük bir vitrin vardı ve tabii ki o da sağlamdı. "Şansımıza bak," dedi Bronte, Logan'a. "Büyük kapının anahtarı var mı sende?" Genç adam kesin bir tavırla, "Hayır," dedi ve onun elini bırakıp yürüyerek uzaklaştı. "Orada kal." Bronte sabırlı olmaya çalışarak, tükenmiş bir şekilde kol larını göğsünde kavuşturdu. "Ne yapıyorsun?" Logan bir dakika sonra geri döndü, kırık bir lobi koltuğu taşıyordu. "Anahtardan daha iyi bir şey getiriyorum." "Alarm ne olacak?" "Ya çalışmıyordur ya da hediyelik eşya dükkânında kulak tıkacı olmasını ummamız gerekecek," dedikten sonra onun olduğu tarafı işaret etti. "Geri çekil." Genç kadın suları şapırdatarak birkaç adım geri çekilip bekledi. Logan koltuğu zorlukla havaya kaldırdı ve onun kaslarının hareket edişini gören Bronte, karnında yine o garip titreşimi hissetti. Genç adamın ay ışığında kuvvetle dalgalanıyor gibi görünen büyük, geniş omuzları vardı. Ve Tanrı merhamet etsin ki Bronte ona bakmaktan hoşlanmıştı. Logan koltuğu sopasını sallayan bir beyzbol oyuncusu gibi cama doğru savurdu. Bronte'nin bir yanı, kasırgadan sağ çık mayı başaran bu camın aptal bir koltukla kırılmayacak kadar kalın olmasını bekleyerek koltuğun çarpıp geri geleceğini dü şündü ama cam kırılıp ışıldayan parçalar halinde suya yağdı. Bronte içgüdüsel olarak gözlerini korudu ve ardından oluşan hasara baktı. Logan orada durmuş, kendisiyle oldukça gurur du yuyor gibi görünüyordu. Vücudu ay ışığıyla parıldıyordu. Çok 59 Milyoner
göz kamaştırıcı gözüküyordu. Karmakarışık olmuş saçları alnına
düşmüştü ve uzun bedeni bu açıdan sadece kas ve gölgeden oluşuyor gibiydi. Kesinlikle göz alıcı biriydi. Çok göz alıcı. Ona küçük bir oğlan çocuğu gibi sırıttığında Bronte nabzının hızlan dığını hissetti. "Alarmın işi bitmiş. Hadi, gel." Fakat Bronte onun gururlu ifadesi karşısında gülüm semesini bastırmaya çalışarak duraksadı. "Peki ya tüm bu camlar? Ayaklarımızı keseceğiz." Logan başını eğip pırıl pırıl parçalara baktı. "Haklısın. Ora da dur." Yine mi? Bronte onun söylediğini yaptı ve Logan kırık kol tuğu bırakıp mankenleri dağınık bir köprü şeklinde ittikten sonra içeride gözden kaybolurken sabırsızlıkla bekledi. Adam kısa bir süre sonra geri döndü ve strafordan sörf tahtasını vit rinin önünde yere koyarak bir elini ona uzattı. "Gel, hadi." Bronte baldırına kadar yükselen suya doğru dikkatle adım atarak elini genç adamın sıcak avcuna koydu ve onun dokunuşuyla her yanını kaplayan o küçük ve tuhaf sarsıntıyı görmezden geldi. Yalnızca kibar davranıyor, dedi kendine. Bunda heyecanlanacak bir şey yoktu. Sörf tahtası ayakları nın altında kayıp hareket ettiğinde tehlikeli şekilde bocaladı. "Ben galiba" Ayağı kayınca öne doğru yalpaladı. Güçlü kollar onu yakalamak için oradaydı. Logan onu sımsıkı tuttuğunda, genç kadının göğüsleri adamınkine bas kı yapıyordu. " düşeceğim," diye tamamladı Bronte zayıfça. Başını yukarı çevirseydi öpüşme mesafesinde olacaktı ve bunu düşünmek bile hararetten kızarmasına neden oldu. 60 Jessica Clare ufu
Logan onun doğrulmasına yardım etti. "İyi misin?"
"Yalnızca aptal gibi hissediyorum, hepsi bu." Ondan uzaklaştı, kendine çekidüzen verdi ve umursamaz görünme ye çalıştı. Hediyelik eşya dükkânının içine bakınarak, "Ayak kabılar? Kendimizinkileri yanımızda getirmeliydik." Logan etrafına baktı, sonra uzaktaki bir duvarı gösterdi. "Gördüm. Sen burada kal. Yalnızca birimiz ayağını kesmeyi göze almalı." O bata çıka ilerlerken Bronte de etrafı inceledi. Hediyelik eşya dükkânı çeşit çeşit eşyayla tepeleme doluydu, bunla rın yarısı da yerdeydi. Raflar dolusu tişört yere düşmüştü ve şimdi de ayaklarının yanında su çekiyorlardı. Biraz uzakta aynı şekilde sudan şişmiş plaj havluları vardı ve hemen ya nında da mahvolmuş hasır şapkalar yüzüyordu. Harika. "Birkaç deniz ayakkabısı buldum. Ayağın kaç numara?" "Otuz yedi." "Bu otuz yedi olabilir. Karanlıkta söylemek zor." Duvar dan bir çift kaptı ve genç kadına doğru döndü. Bronte ellerini uzatınca Logan ayakkabıları ona doğru attı. Düşmüş raflardan birini destek olarak kullanan Bronte ayakkabıları birbirine bağlayan ipi kopardı ve onları ayağına geçirdi. Fazla büyüklerdi. Önemli değildi, şimdilik ayaklarını korurlardı. Biraz ışıkları olduğunda daha uygun bir numara alırdı. İleri atıldı. "Nelere ihtiyacımız var?" "Bulabilirsek el fenerleri. Yoksa meşale olarak kullana bileceğimiz kuru bir şey. Çakmak. Yiyecek ve su. İstediğin başka ne olursa." Logan bir çift deniz ayakkabısı giydi ve tez gâhın arkasına doğru ilerledi. Kıyafet değiştirmek güzel olurdu. Bronte yanındaki sırılsık lam tişört yığınına baktı. Aklında olan şey tam olarak bu değildi. 61 *4* Milyoner
Tezgâhların üzerine saçılmış dağınıklığı karıştırarak naylona
sarılmış birkaç gömlek bulabildi ve beşini de kaptı. Mükem mel. "Birkaç kuru gömlek buldum." "İyi, getir onları. Ben de birkaç çakmak buldum." Bronte küçük koridorlardaki dağınıklığın etrafından ona doğru ilerledi. Genç adam onun elindeki gömleklerden biri ni aldı, paketini yırtarak çıkartıp kırık sandalye ayaklarından birinin etrafına sardı. Sonra bunu bir ayakkabı bağcığıyla bağ ladı ve çakmağı çaktı. Çakmak cızırdayarak yanıp sönünce bir küfür savurdu ve başka bir çakmağı açarak içindeki sıvıyı me şalenin üzerine döküp yeniden yaktı. İşte bu, işe yaramıştı. Meşalenin titrek alevinde genç kadına neredeyse ahlak sız bir bakış attı. "İşte şimdi birbirimize iyice bakabiliriz." Bronte'nin midesinde yine titreşimler başladı. Logan yakışıklıydı, Bronte bunu fark etti. Düzgün hatlı ve uzun boylu olduğunu önceden de biliyordu ve genç kadın asansöre bindiğinde üzerinde bir takım elbise vardı. Yine de Bronte daha fazlasını hatırlamıyordu. Genç adam orada bura da biraz gözüne çarpmıştı ama onu hiç tamamen görmemişti. Ateş titreşerek yüzünün ana hatlarına gölgeler düşürdü ama adam gerçekten muhteşemdi. Mükemmel, düz bir burnu ve belli belirsiz uzamış kirli bir sakalla çevrili harika ve dolgun du dakları vardı. Çenesi köşeli ve güçlüydü; koyu renkli gözlerinin üzerinde kavis yapan, aynı koyulukta kaşları vardı. Ve o bü yük, geniş omuzlar. Pantolonundan dışarı çıkmış beyaz takım elbise gömleğinin ıslak kumaşından görünen koyu renkli, da iresel bir dövme bir kolunun üst tarafındaki tenini lekeliyor du. Yolda bir yerlerde ceketini kaybetmişti. Bu önemli değildi, dağınık görüntü onun üzerinde harikalar yaratıyordu. 62 Jessica Clare <4u
Logan yakışıklıydı, tamam. Bronte ona zayıf bir gülüm
seme bahşedip parmaklarını salladı. "Selam. Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu.” Titreşen ışık genç adamın karşılık olarak attığı gülümseme nin gizemli görünmesine neden oldu. "Merhaba, Bronte." Logan'ın onun adını söyleme şekli genç kadının biraz ür permesine neden oldu. "Bana daha önce de bakmış olabilir din. Tamamen karanlık değildi." "Evet, ama şimdi her şeyi görebiliyorum," dedi adam onu uzun uzun tepeden tırnağa inceleyerek. "Yalnızca gölgeler ve tahmin olarak değil." Bu son derece pervasız bakış, Bronte'nin yine baştan aşa ğı titremesine sebep oldu. Biraz bocalamış, huzursuz hisse derek kaşlarını çattı ve arkasındaki rafların olduğu tarafı işa ret ederek, "Ben biraz daha eşya aramaya gidiyorum," dedi. Erzak bulabilmek için dağınıklığı altüst ederek dükkânı yağmalamaya devam ettiler. Bronte vitrinde duran bir soğu tucuyu alıp içini kırılmış soğuk içecek dolabından bulduğu su şişeleri ve gazlı içeceklerle doldurmaya başladı. Bazıları yere saçılmıştı ve genç kadın ayağının yanındaki bir tanesi ni yakalayıp sudan çıkarırken üzerini kaplayan kumu görüp yüzünü buruşturdu. "Kendimi yağmacı gibi hissediyorum." Logan tezgâhın arkasında bir şeyler eşeliyordu. "Sen bir yağ macısın. Şu anda bir yağma eylemi gerçekleştirmektesin." "Ya, teşekkürler. Bunun için başımız belaya girer mi?" "Bronte, ben müdürüm. Faturayı bana yazdığını say." Bronte bir avuç gofret kaptı ve soğutucunun içine attı. "Buraya gelip bizi kurtarmaları ne kadar sürecek sence?" "Bilmiyorum. Daha önce hiç kasırgaya yakalanmamıştım." 63 ^ Milyoner
Bronte de yakalanmamıştı. Soğutucudaki su şişelerine
bakarak dudağını ısırdı. Şişeleri saydı. Orada on iki tane var dı, hâlâ dolapta duran yirmi tane daha. Avuç avuç gofret. Peki ya tüm bunlar yeterli olmazsa? "Ya burada bir hafta ka lırsak? Ya da daha uzun?" Logan birkaç çakmağı tezgâha attı, sonra ellerini kalçalarına koyup arkasını dönerek erzak için arka taraftaki duvarı kontrol etti. "O zaman birbirimizi gerçekten iyice tanımaya başlarız." Bu sözler her nedense Bronte'nin yine tepeden tırnağa kızarmasına neden oldu. Tek bir yorumla bütün aklı müs tehcen bir yöne kayıvermişti. Bir yanı bir an önce kurtarılmalarını, diğer yanı ise bu nefis, yarı çıplak adamın etrafında biraz daha kalmaya mecbur olsun diye kurtarıcıların bol bol zaman öldürmelerini umuyordu. Vitrinlerden birinde bir şey parladı ve Bronte merakına yenilerek oraya doğru yöneldi. Cam kutulardan birinin için de mücevherler vardı, Bronte bunun tişört ya da kartpos tallarla yetinmeyecek tipte turistler için olduğunu varsay dı. Teşhirdeki kolyeler oldukça güzeldi ama içlerinden biri özellikle dikkatini çekti. Bu, takan kişinin boynunun etrafına sanki görünmez bir zincir gibi zarifçe yayılacak bir sıra el mastı. Tam ortasında genç kadının tanıyamadığı, koyu renkli değerli bir taş ve ona uygun küpeleri vardı. Bronte, Logan meşaleyle yanına geldiğinde, "Güzel parça," dedi. "Beğendin mi?" diye sordu genç adam. Bronte ona sırıttı. "Hangi kadın beğenmez ki? Gerçekten muhteşem ama muhtemelen bir servet değerindedir." "Onu senin için yağmalamamı ister misin?" 64 Jessica Clare
Bronte midesinin çekildiğini hissetti. Geriye doğru bir
adım atarak başını iki yana salladı. "Kesinlikle hayır." "Neden ki?" "Bu çok pahalı, Logan. Saçmalama." Logan homurdandı. "Elmaslar muhtemelen iyi kalite de ğillerdir ve üzerindeki fiyata değeceğinden şüpheliyim ama onu istiyorsan senin için alırım." "Hayır. Başımız belaya girer." "Bronte, burada kimse yok. Ve ben de müdürüm." Sanki alışkın değilmiş gibi kelimenin üzerinde duraksar gibi oldu. Bronte endişelenerek, "İstemiyorum, Logan," diye uyar dı. "Yağmalamak yanlış ve böyle bir şey için işten atılma ris kini göze alarak delilik etmiş olursun." Genç adam güldü. "Beni işten atamazlar ama nasıl istersen." Kolyeyi bırakarak Bronte'yi rahatlattı ve genç kadın mü cevher tezgâhından dikkatle uzaklaştı. Bronte'nin tecrübe lerine göre pahalı hediyeler yalanların ve ihanetin kaçınıl maz bir sonucuydu. Bu ona çocukluğunu düşündürttü, gez gin bir tüccar olan babasının uzakta olduğu o uzun haftaları, annesinin endişeli bekleyişlerini. Babası haftalarca uzakta kaldıktan sonra, hızla uydurulmuş bahaneler ve karısı ile kızı için bir hediye yağmuruyla yeniden şehre dönerdi. Hediye mücevherlerle hayalperest annesinin gururu okşanır ve içi ne kocasının döndüğünü görmenin heyecanı dolardı. Şimdi bir yetişkin olarak Bronte bunu daha iyi anlıyordu. Babasının seyahatlerinin iş için değil de başka bir kadını, bir sevgiliyi görmek için olduğunu biliyordu. Eve getirdiği hedi yeler armağandan çok telafiydi. Bronte etkileyici hediyelere güvenilmeyeceğini öğrenmişti çünkü bunlar onun gözünde 65 >4'-’ Milyoner
gerçeği saklamanın bir yolu, bir dikkat dağıtma yöntemiydi.
Ve nedense, Logan'ı gülümseyen ve yalan söyleyen babasıy la aynı kefeye koymak istemiyordu. Bir torba gofret, su soğutucu ve muhtelif erzaktan oluşan birkaç torbayı, şimdilik suyun üzerinde bulabildikleri tek yer olduğundan, operasyon merkezi olarak belirledikleri merdi ven boşluğuna sürüklediler. Oraya döndüklerinde Bronte bir su şişesi kaparak birkaç basamak çıktı ve oturup doyana ka dar içti. Logan da yanına oturduğunda su şişesini ona verip o içerken meşaleyi tuttu. Genç kadın izlerken meşale titreşip kıvılcımlar saçtı. "Bu nun ne kadar dayanacağını düşünüyorsun?" "Fazla uzun değil. Daha iyi bir şey bulmamız lazım." "Tatil köyünün geri kalanını kontrol etmemiz de gerek. Birinin asansörde kaldığını ve kurtarılmayı beklediğini dü şünmekten nefret ediyorum." Düşünceli bir şekilde dudağı nı ısırdı. Güçsüz ve yorgun hissediyordu ama hâlâ asansörde kalan biri çok, çok daha kötü hissederdi ve birinin, o kısacık bir mesafede otururken ölmesini istemiyordu. Adam su şişesini bitirirken başıyla onayladı. "İkinci katı kontrol etmeli miyiz?" Logan, "Bunun akıllıca olduğundan emin değilim," dedi. "Lobideki çatının nasıl harap olduğunu gördün. Diğer katla rın yıkılmak üzere olup olmadıklarını bilemeyiz. Yarın dışarı dan bir bakıp öyle karar verelim." "Peki," diye onayladı Bronte ve ardından kendi mide gurul tusundan ürktü. "Sanırım bu çikolatalı gofretleri açmalıyız?" Logan gözucuyla ona bakarak, "Ya da mutfaklara gidebi liriz," dedi. "Kurtarılmaya değer bir şey kalmış mı diye bir bakarız, elektrikler yok ya." 66 Jessica Clare ufu
"Gerçek yiyecek mi? Beni de listeye yaz." Bronte bu dü
şünceyle bir enerji patlaması hissederek ayağa kalktı. Otelde her biri bir restorana bağlı iki mutfak vardı. Biri sinden güçlü bir şekilde ölü balık kokusu yayılıyordu ve çatı da sanki içeri yıkılmış gibi görünüyordu. Bu yüzden diğerini kontrol etmeye gittiler. İkinci restoran bu kadar harap değil di ama mutfaktaki seçenekler zayıftı. Devasa buzdolapları çabuk bozulacak -şimdiye kadar bozulmamışlarsa tabii— marine etlerle doluydu. Bir de soğuk hava deposu vardı ve onu açtıklarında, ikisi de kavrulan tenlerine çarpan serin ha vayla inlediler. Logan, Bronte'ye, "Hâlâ soğuk," diyerek peşinden gelme sini işaret etti. "Kapıyı kapalı tutarsak biraz daha uzun süre soğuk kalabilir." Soğuk hava deposu akşam yemeğine uygun parçalarla doluydu: Donmuş tavuk, donmuş balık ve hazırlanmayı bek leyen sayısız yan yemek ve tatlı paketi. "Bunların bazılarını yemeliyiz," dedi Bronte genç adama. "Bir yerde bir ateş yakıp birazını pişirebilir miyiz?" "Ocak çalışmıyorsa, evet. Ne yemek istiyorsan al." Soğuk hava deposundan birkaç paket tavuk ile kilerden büyük bir şeftali konservesi kaptılar ve yemek yapmaya koyuldular. Logan ocakları kontrol etti, gazlı fırınlardan biri çalışıyordu. Bir tava aldılar ve hiç konuşmadan tavuğu pişir meye başladılar. Beklerlerken Bronte bir konserve açacağı buldu, şeftalileri açıp Logan'a bir çatal verdi. Genç adam çatalı alarak bir şeftaliye sapladı, sonra ça bucak ağzına doğru götürerek sular damlayan dilimi içeri atıverdi. 67 »4^ Milyoner
Bu görüntü karşısında karnı guruldayan Bronte çatalını
hemen bir şeftali dilimine batırıp ağzına götürdü. Akan suyu yakalamak için elini çenesinin altına tutuyordu. İlk ısırık cennet gibiydi; ağzı hoş, şekerli bir suyla doldu. Açlık çeken duyuları için şeftalilerin tadı karşı konulmazdı. Parmaklarını yaladı ve arkasındaki tezgâha yaslandı. "Sanırım bu şimdiye kadar yediğim en güzel şey. Şu ana dek ne kadar acıktığımı fark etmemiştim." "Aklımız başka şeylerle meşguldü." Tavuğu beklerken şeftali konservesinin keyfini çıkardılar. Logan'ın hareketleri özenli olsa da Bronte kendini aç bir kurt gibi hırsla yerken buldu. Ellerinin yapış yapış olmasını ya da şeftalilerin biraz fazla şekerli olmalarını umursamadı. Bu, yemekti ve çok lezzetliydi. Konservenin dibine geldiklerinde üzüntüyle içini çekti. "Bunu yalamak görgüsüzlük olacak sanırım, öyle değil mi?" "Başka konserveler de olduğuna eminim." "Evet, ama bu zaten burada," diye gösterdi sırıtarak. Logan bir an onu izledikten sonra öne eğildi. Parmaklan genç kadının yanağına uzandı. "Ağzının kenarında biraz şef tali suyu var." Otomatik olarak Bronte de öne eğildi. Logan'ın parmakları onun dudaklarının köşesine sürtün dü. Bu hafif temas karşısında donup kalan Bronte'nin ba kışları genç adamın yüzüne döndü ve aniden tüm bedenini doldurup tir tir titreten bir gerilimle onu izledi. Birdenbire, omuzları hafifçe birbirine değerken ve bacaklarının arasın da yalnızca birkaç santim varken onu, yerde yattıkları zaman elini götürdüğü büyük varlığını, tüm yoğunluğuyla idrak et mişti. Ayrıca üzerinde hâlâ sutyeniyle külotu vardı. 68 Jessica Clare 4w
Ve genç adam öne eğiliyordu.
Bronte donakalmış bir hâlde orada otururken Logan'ın başparmağı altdudağını okşadı. Genç adamın bakışları ağ- zındaydı ve Bronte odayı dolduran elektrikli gerilimle bir ne fes aldı. Logan ondan büyülenmiş gibi görünüyordu. Fazla kısa bir sürenin ardından Logan parmağını çekti ve sanki onun tadına bakar gibi yaladı ya da şeftalilerin. Bronte kalbi hızlanırken yüzünün de kızardığını hissede biliyordu. Bu şefkatli, mahrem hareket karşısında ne yapa cağından pek emin değildi. Logan onun tadına bakmıştı. Ve bu, aralarındaki her şeyi değiştirmişti.
Bronte pişen yemeğe bakarken Logan da diğer katlarla
asansörlerde başka insanları aradı ama boşunaydı; sıkışıp kalanlar yalnızca ikisiydi. Bronte, sadece bizim şansımıza, diye düşündü, ama pişen yemek ve Logan'ın eşliğiyle çok da fazla umursamadı. Logan bir depo dolabında, karanlık oteli keşfetmesine büyük yardımı dokunan el fenerleri de bulmuştu. Az sonra yeniden küçük mutfakta oturuyorlardı. Akşam yemeği hazırdı ve tavuğu hırsla yerlerken, şeftaliler üzerine yaşanan cinsel gerilim de unutulmuştu. Karınlarını doyurur larken mutfağa sessizlik çöktü.
Logan yemek yerken ara sıra Bronte'ye baktı. O iri gözlerin
de öyle açık ve güven dolu bir şey vardı ki kadın o bakışlarıyla ona her döndüğünde, Logan kendini anında karşılık verirken 69 4» Milyoner
buluyordu. Etrafında dolaşan kadınların çoğu, kafalarında
sessizce mücevherlere fiyat biçerek ya da başka bir kadının üzerindeki tasarımcı etiketleri üstüne yorumlar yaparak sinsi ve müsamahakâr görünüyordu. Her şey, kimin en zengin ada mı tuzağa düşüreceğine dair bir yarışa benziyordu. İşte Logan'ın midesini kaldıran da bu davranış türüydü, özel likle de bir tanesi yüzünden dili yandıktan sonra. Danica'ya gü venmişti ve o da onu aptal yerine koymaya çalışmıştı. O zaman dan beri de kimseyle ciddi bir şekilde çıkmamıştı. İş onun banka hesabına geldiğinde, hiçbir kadının aldatıcı olmadığına güveni- lemezdi. Yüzleri zihninde bulanık bir halde bir araya toplanırken hepsi de aynı şeyi istiyor gibi görünüyordu. Yine de kendini Bronte'nin içten gülümsemelerine kar şılık verirken bulmuştu. Genç kadının elinin artık otomatik bir hareketle kendi avcuna uzanış tarzına, kucağına kıvrılış şekline, hiçliğin ortasından bulup çıakrttığı aşırı -ama yerin de- alıntılarına Üstelik onu müdür sanıyordu. Köle gibi -tamam, Logan'a göre köle gibi- bir maaşla çalışan bir beyaz yakalı. Bronte bunu umursamamıştı. Logan yaşamak için ne yaptığını söy lediğinde tutumu değişmemişti ve ona güvenmişti. Ondan hoşlanmıştı bile. Logan elini uzatıp başparmağını onun yu muşacık altdudağına sürmekten kendini alamazken genç kadının vücudunun hafifçe titrediğini fark etmişti. Gözleri yumuşamış, nefesi hızlanmıştı. Arkasını da dön memişti. O, müdür Logan'dan hoşlanmıştı. Onun servetini didikliyor olamazdı çünkü bir serveti olduğunun farkında değildi. Genç adam onunla herhangi normal bir erkek gibi flört edebilirdi. 70 Jessica Clare
Yalnız o pek flört insanı değildi. Banka hesabınız onunki
kadar büyükse denemenize gerek yoktu. Tek yapmanız ge reken, bir kadına bakıp giysilerini çıkarmasını teklif etmekti ve o ayaklarınızın dibinde çırılçıplak kalırdı. Utangaç olmak veya durmadan rica etmek adamın do ğasında yoktu. Eğilip onu aklını başından alırcasına öpmek? Evet. Zalim bir zapt ediş? Kesinlikle. Fakat flört etmek ve ri cacı olmak? Bunlar onun dağarcığında yoktu. Tavuğun son lokmasını bitirirken bunları düşünen Logan kendine surat astı. Adaya bir kadın bulmaya gelmemişti. Kasırga olmasaydı bu aklındaki son düşünce olurdu. Ama Bronte burada, yanında, sımsıcak ve hoşken, ikisi insanlığın geri kalanından tamamen ayrı düşmüşken Logan ona do kunmak istemişti. Genç kadının onun dokunuşu altında eri diğini hissetmek istemişti. Bronte kesinlikle çekiciydi. Normalde Logan'ın tipi değil di, o daha çok gösterişli ve özgüvenli tipleri tercih ediyordu. Modeller, balerinler ve gelip geçici oyuncular. Atılgan ve ne istediklerini bilen kadınlar. Bronte üniversiteden beri sabit bir işi olmayan bir garsondu ama neşeli tavrı ve açıklığı genç adamı hemen kazanmıştı. O külotun içini nasıl doldurduğunun da katkısı olmuştu tabii. Logan'ın dikkatle ilerlemesi gerekiyordu. Fazla atılgan davranmamalıydı, yoksa Bronte onun ilgisinden korkup uzaklaşabilirdi. Yeterince güçlü ve emin olmalıydı ki genç kadın onun niyetini yanlış anlamasın. "Kaşlarını çatıyorsun," dedi Bronte yumuşak bir sesle. "Her şey yolunda mı?" "Sadece düşünüyordum." 71 Milyoner
Logan bundan fazla bir şey söylemeyince Bronte onu bü
yüleyen bir hareketle hafifçe başparmağını yaladı ve genç adamın aletinin sertleşmesine neden oldu. "Daha fazla ta vuğa ihtiyacımız olduğunu mu düşünüyorsun?" Logan başını iki yana salladı. "Kurtarma hakkında düşü nüyordum," diye yalan söyledi. Yiyecekleri vardı, barınacak yerleri vardı ve onun, bu yer için tüm tamiratları karşılayacak çelik gibi bir sigorta poliçesi de mevcuttu. Kurtarma biraz daha bekleyebilirdi. "Biri bizi bulana kadar günler geçebilir." Bronte başıyla onayladı ve bu haberden rahatsız olmaksı zın bir su şişesine uzanırken genç adama hafifçe omuz silkti. "Bu iş bitene kadar gerçekten çok yakın arkadaş olacağımızı düşünüyorum." Arkadaş ya da Logan başarılı olabilirse daha fazlası. An cak genç adam başıyla çabucak onayladı ve bir mutfak ma şasıyla ateşi karıştırarak onu yeniden canlandırdı. "Birbiri mizi arkadaş olacak kadar tanımıyoruz," dedi. Genç kadının oltaya gelip gelmeyeceğini görmek için bu ifadeyi havada bırakmıştı. Bronte dizlerini kendine çekerek kremamsı kalçalarını gözlerinin önüne serdi. "O halde öğrenebileceğimizi sanıyo rum, öyle değil mi?" "Öyle." Bronte başını yana eğerek ona baktı. "Peki, ne kadardır bu adada yaşıyorsun?" Ah. Kahretsin. Bir sürü yalandan biri daha. "Bir yıl," dedi kısaca. "Buradaki bir işi kabul etmeye karar vermene ne sebep oldu? Daha önce bu adada mı yaşadın?" 72 Jessica Clare 4 ^
"Hayır. Beni buranın sahibine bir arkadaşım önerdi." Bu bir
yalan değildi, tam olarak değildi. "İşi aldığımda buraya geldim." "Buraya nereden taşındın?" "New York." Bu kadar gerçek zararsız gibi görünüyordu. Bir milyarder olmasına rağmen, adı tüm eğlence dergilerine yayılmış değildi ve haberlere de yalnızca bir hayır işine yüklü bir bağış yaptığında çıkıyordu. Bronte'nin onun kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. "Sen nerelisin?" "Orta Batı. Kansas City. Oraya hiç gittin mi?" "Bir-iki kez. İş için." "Öyleyse bir-sıfır öndesin. Ben hiç NevvYork'a gitmedim." "Bir ara gitmelisin. Sana etrafı gezdiririm." Doğrudan ve tam hedefe; böylece niyeti de yanlış anlaşılmayacaktı. Bronte hafifçe gülümsedi. "Bu hoşuma gider. Çok eğlen ceye gittin mi? Özgürlük Anıtı'nı gezdin mi?" "Hayır ve hayır." Eğlencelerden uzak kalmıştı çünkü şarkı söylemeyi sevmezdi. Ve her gün penceresinden baktığında Öz gürlük Anıtı'nı görüyordu. Gezmeye gitmesine gerek yoktu. Bronte kollarını bacaklarına sarıp biraz sallanarak, "Bu çok yazık," dedi. "Ben New York'a gitseydim gezmek isterdim. Orada fotoğraf çektirmek ve bütün turistik şeyleri yapmak." "Sen ve bir milyon turist daha." "Doğru. Sanırım orada yaşarken farklıdır. Kansas City'de turistlerin son noktası burası, Seaturtle Cay oluyor," diye dalga geçti. " Pop Ateşi'nin inceliği." "Pop Ateşi mi?" "Radyo istasyonu. Bir seyahat kazandım. Normalde her hangi bir yere gitmek benim fiyat yelpazemin dışında. Bir sürü kişiyle tanışmak ve tüm bunlar için fazla meşgulüm." 73 Milyoner
Bu seyahat için mi? Logan, Seaturtle Cay'in keseye uygun
bir otel olduğunu düşünmüştü. Bu yeri almasının bir nedeni buydu: Burayı lüks bir Bahama tatil köyüne çevirmek. "Fiyat yelpazenin dışında mı?" Bronte sanki kendinden rahatsızmış gibi hayal kırıklığıyla içini çekti. "Bir garson olduğumu unutma. Neredeyse her şey benim fiyat yelpazemin dışında." "Sen akıllı kızsın. Garsonluktan başka bir şey yapabilirsin." Bronte güldü. "Aslında, garsonluk yapmayı seviyorum. İnsanlarla çalışmak hoşuma gidiyor da maaşı berbat. Fatu raları karşılıyor ama ucu ucuna. İşte bu yüzden gerçekten bu seyahatin keyfini çıkarmayı umuyordum. Bu mezun ol duğumdan beri, iki senedir ilk tatilim." "Ben de pek tatile çıkmıyorum," dedi Logan ona şartları eşitlemeye çalışarak. "Burada her gün tatil gibi değil mi zaten? Güneş, kum ve palmiye ağaçları" "Ve kasırgalar." Bronte yine güldü. "Doğru. Bu senin ilk kasırgan mı?" Logan bir anda hatırlayamadı. Seaturtle Cay'i vuran ilk kasırga bu muydu? Yoksa uzun kasırga dizisinin en sonuncu su muydu? "Her biri ilki gibi hissettiriyor," dedi sorulardan kaçınarak. "Bu yeterince doğru sanırım." Bronte yüzünü buruştur du. "Hâlâ Sharon'ın buradan bensiz ayrıldığına inanamıyo rum. Aslında şaşırmamam gerek ama yine de şaşırdım." "Oda arkadaşın mı?" Bronte başıyla onayladı. "Beni kaybettiği pasaportunu ara mam için yukarıdaki odasına yolladı. Asansörde böyle kaldım 74 Jessica Clare 4»)
işte. Pasaportu hiç bulamadım, bu yüzden onun hâlâ Sha-
ron'da olduğunu ve böylece adadan çıkabildiğini varsayıyo rum." Bronte bu düşünceyle biraz hüzünlenmiş göründü. "O olmasaydı burada sıkışıp kalmazdım." "Öyleyse ona teşekkür etmem gerekecek," dedi Logan kartlarını masaya sererek. "Bir kasırgada sıkışıp kalacaksam, bunun seninle olmasına sevindim." Onun bu cüretkâr ifadesi karşısında genç kadının ağzı açık kaldı ve ateşten yayılan ışıkta kızararak başını hafifçe eğdi. "Ben teşekkür ederim. Bu çok tatlıydı." "Ben tatlı bir adam değilim." Birçok insan ondan soğuk bir piç olarak bahsederdi, özellikle de konu ticari işlere gel diğinde. Danica onu son kez gördüğünde gaddar bir pislik olduğunu söylemişti ve Logan da itiraz etmemişti. "Ah, bilmiyorum," dedi Bronte yumuşak bir sesle. "Bana karşı iyi davrandın." "Bunun nedeni senden hoşlanmış olmam. Çoğu insan bu ka dar şanslı değil. Neredeyse kimseye tahammül edemiyorum." Bronte, gerçekten çok komik bir şey söylemiş gibi güldü. "Öyleyse benden hoşlanmana sevindim." Logan'ı yine o dostça tavırla dürttü. "Bunu yalnızca burada benimle sapla nıp kaldığın için söylüyorsun." "Hayır, bunu söylüyorum çünkü sen akıllısın, eğlencelisin ve güzelsin. Seninle sıkışıp kalmış olmamın bununla hiçbir ilgisi yok." Bronte yine güldü ama sesi gergindi ve bakışlarını uzak lara çevirdi. "Çalışmanın seni meşgul ettiğini tahmin ediyo rum," dedi bir an sonra. "Bu yer çok büyük." Logan buna hiçbir şey eklemeyerek başıyla onayladı. 75 4^ Milyoner
Genç kadın elinin arkasına saklanarak esnedi, sonra yine ba
caklarını kendine doğru çekti. "Büyük bir ailen mi var, Logan?" "Hayır," dedi genç adam alçak bir sesle. Aile hakkında ko nuşmayı kesinlikle istemiyordu. "Yorgun musun?" "Daha çok halsizlik." Bronte bir kez daha esnedi, sonra sırıt tı. "Tamam, belki biraz yorgunluk. Yine de merdiven boşluğuna dönmeyi iple çekmiyorum. Pek konforlu bir yer sayılmaz." Logan, "Bunu nasıl düzeltebileceğimizle ilgili bazı fikirle rim var," diyerek ayağa kalktı ve yine ona bir elini uzattı. Bronte elini onun avcuna koydu ve ocakta hâlâ yanmakta olan ateşe baktı. "Bunun için bir şey yapmamız gerekmez mi?" Logan elini uzattı ve fırının kapağını kapattı. "İcabına bakıldı." Genç kadın gülünce, Logan onu öpmek için şiddetli bir istek duydu. Neşesi öyle keyif vericiydi ki. O, hayatında kar şılaştığı en mutlu insandı ve bu, genç adamı hem rahatsız ediyor hem de büyülüyordu. Yine de onu öpme isteğine teslim olmadı. Tam yatağa git meden önce onu öperse, genç kadının hareketlerini yanlış anlayacağından çekiniyordu. Gerçi, lanet olsun, yanlış anla mış sayılmazdı: Logan, Bronte'yi yatağa atmayı planlıyordu. Fakat genç kadının, baskı altında değil, adamla olmak iste diği için yanında kalmasını istiyordu. Bu noktadaki niyeti ni apaçık ortaya koymuştu, şimdi yönetimi ele alma sırası Bronte'deydi. Tekrar merdiven boşluğuna yöneldiler, Bronte yorgun luktan ayaklarını sürüklüyordu. Logan da yorgundu ama Bronte'nin göründüğü kadar değil. Genç kadını bekleterek ikinci katın basamaklarını tırmandı ve ilk odaya daldı. Yandaki oda fena darbe almışsa da burası sanki el değmemiş gibiydi. 76 Jessica Clare mam
Yine de Logan ikinci katın sağlamlığına güvenmiyordu. O ne
denle, burada atıldığı ilk ve son macerası bu olacaktı. Sonuç olarak bir şilte ile iki yastığı merdivenlerden aşağı sürükleme yi ve Bronte'yle ev dedikleri yere kaydırmayı başardı. Genç kadın bir yatak ve daha fazla yastığın karşısında mutlulukla içini çekip yatağın üzerine kıvrıldı ve adam daha oturmadan uykuya daldı. Logan şiltenin üzerine uzandığın da, Bronte'nin anında yuvarlanarak ona sokulmasına ve bir elini göğsüne koyarken mutlu bir ses çıkarmasına sevindi.
77 c=>^xogan şiddetli bir sertleşme ve Bronte'nin göğsüne dolaşmış saçlarıyla uyandı. Bacakları onun bacaklarına do lanan genç kadın, uyurken boğazından alçak ve hafif sesler çıkarıyordu. Bronte'yi üzerine çekip ne kadar seksi ve çekici bulduğunu göstermek çok kolay olurdu. Onu öpmek ve iste diklerini yapmaya ikna etmek de. Fakat Logan, genç kadına ne kadar güzel olduğunu söyle diği zamanki gergin gülüşünü hatırlayarak duraksadı. Bronte sadece ona ayak mı uyduruyordu? Belki de her şeye rağmen bir müdürün yakınlığını hoş karşılamıyordu. Lanet olsun. Aletinin biraz daha beklemesi gerekecekti. Logan gözlerini kapattı ve bedenini rahatlatma niyetiyle nefes alıp verişine yoğunlaştı. Kontrolü yeniden ele geçir mesi birkaç dakika sürdü. Artık kalkıp yeni günle yüzleşme zamanları gelmişti. Yeterince uzun süre uyumuşlardı ve ya takta onun yanında uzanmak Logan'ın uyumayı içermeyen şeyler yapmak istemesine neden oluyordu. Bronte'yi nazik çe sarstı. "Uyan." 79 Milyoner
Genç kadın aniden geri çekildi ve fırlayıp dikilirken saçı
yüzüne düştü. "Hı? Ne?" "Sakin ol," dedi Logan ona. "Bir terslik yok." Bronte bir eliyle gözlerini ovuşturdu ve esnedi. "Saat kaç?" "Benim telefonumun işi bitmiş. İçine su girmiş olmalı." Bronte bacaklarını altına topladı ve telefonunu çıkardı. Işığı bir dakikalığına yanarak karanlıkta genç kadının yüzünü aydınlattı sonra söndü. "Kahretsin. Şarjım da böylece bitmiş oldu. Neyse ki saatin on bir olduğunu görebildim." "Öyleyse mutfağa inip öğle yemeği atıştırmalıyız." Aşağıya yönelerek mutfak tezgâhında kalmış taze mey veler ile paketli krakerlerden oluşan hızlı bir yemek yediler. Çok göz kamaştırıcı değildi ama buzdolabı kokmaya başla mıştı. Hatta soğuk hava deposunun içi bile neredeyse oda sıcaklığıyla eşitlenmişti. İkisi de bozuk yiyecekten hastalan ma riskini almak istemiyorlardı. Bronte başka herhangi bir yiyecek bulabilirler mi diye dükkânı kontrol etmeyi önerdi ve o günlük yapacak başka bir şey olmadığından o yöne doğru gittiler. Yine de yürür lerken Bronte yolda durdu ve lobinin pencerelerinin kırık camlarından dışarı baktı. Logan onun bakışını takip etti. Güneş parlıyordu, gök yüzü de masmaviydi. Bir meltem dalga dalga binanın içine yayıldı. Bronte ileri atılarak, "Buraya geldiğimden beri yağmur suz ilk gün bu!" diye haykırdı. Deniz ayakkabıları ayaklarının altındaki kırık camların üzerinde çatırdadı ve Logan lobideki suyun da çekilmiş olduğunu fark etti. Bronte başını dışarı uzatıp yeniden ona baktı. "Plajı kontrol etmeye gitsek mi?" 80 Jessica Clare u ,j
ni kulağının altındaki çukura, oradan da boynuna kaydırdı.
Ağırlığını diğer tarafına verdi ve Bronte adamın aletinin va jinasına baskı yaptığını, sonra da boxer'ının üzerinden aşağı yukarı sürtündüğünü hissetti. Boğazından bir inilti kaçtı ve otomatik olarak kalçalarını kaldırıp külotunu aşağı kaydıra rak bacaklarıyla adamı kilitledi. "Böyle mi?" diye sordu Logan. "Aynen böyle," diye fısıldadı Bronte kalçalarını ona doğ ru sallayarak. Adam çok güzel hissettiriyordu ve Bronte çok uzun zamandır kimseyle sevişmemişti. Yüce Tanrım, plansız seks bu kadar iyiyse, bunu neden daha sık yapmıyordu ki? Logan'ın eli bedenlerinin arasına kaydı ve Bronte onun Baha- malar tişörtüne asıldığını hissetti. "Hadi, şunu çıkaralım." Başıyla onayladı ve Logan tişörtü onun boynuna kadar çekti. Sonra Bronte hâlâ yerde yatarken onu başından çı karabilmek için yaratıcı birtakım kıpırdanmalara başladı. Bu sırada Logan'ın da bedeninde daha aşağılara kaydığını his setti, ağzı meme ucunu kavrayıp yalamaya başlamıştı. Onun dokunuşuyla tüm vücudu zevkle sarsılan Bronte in ledi. Elleri genç adamın omuzlarına giderek ovaladı ve Logan dilini hızla meme ucunda gezdirip sonra diğer göğsüne geçe rek ona sürtünmeye başladığında tırnaklarını omuzlarına ge çirdi. Bacaklarının arasında sıcacık bir sızı filizlenmişti, aldığı zevki bastıramayarak tekrar inledi. Ağzı öyle maharetliydi ki. Onu cesaretlendirerek tırnaklarını omuzlarına batırdı. Logan onun diğer göğüs ucunu da sertçe emip ardın dan duyulabilir bir şlap sesiyle serbest bıraktı. Sersemlemiş Bronte bakışlarını ona çevirdiğinde dilini hafif hafif ıslak gö ğüs ucuna sürttüğünü, sonra başını kaldırıp kendisine baktı- ıoı ^ Milyoner
ğını gördü. "Göğüslerin çok güzel. Tüm öğleden sonra onlarla
oynamayı isteyip durdum." Eli genç kadının göğsünü sıkıca kavradı ve diğer göğsün üzerine eğilirken başparmağı meme ucuna sürtündü. "Onları çıplak ve suyla parlarken görmek beni çıldırtıyordu." Bronte mi onu çıldırtıyordu? Asıl o Bronte'yi çıldırtıyor du. Logan'ın bu sözleriyle birlikte sırtını onun altında yay şeklinde bükerek tamamen erişebilsin diye göğüslerini ha vaya kaldırdı ve genç adam bir göğsünün ucunu hafifçe çim diklerken diğerini yaladığında hayal kırıklığı söz konusu bile değildi. Bir zevk oku tam kadınlığını isabet aldığında bacak ları genç adamın bedenini daha da sıkı sardı. Bağırırken sesi nefes nefeseydi: "Logan." "Adımı söylemene bayılıyorum," diye fısıldadı Logan du dakları genç kadının göğsünün etrafında hareket ederken. Bronte o göğüs ucunu tekrar dişlediğinde, "Oh, Logan," diye inledi. "Tanrım, inanılmaz iyi hissettiriyorsun." "Bakalım," diye fısıldadı Logan göğüslerinin arasına bir öpücük kondurarak. Eli genç kadının göğsünden ayrıldı ve önce karnına, sonra daha aşağıya kayarak küçük tümseğine kadar indi. Sıcak, kalın bir parmak kıvrımlarının arasına so kuldu. "Kesinlikle ıslak." Öyleydi. Herhangi bir erkekle olduğunu hatırladığından çok daha ıslaktı. Ve o kadar azmıştı ki içinde bir yerler acı yordu. Vajinası sanki bir şeyin -ya da birinin- derinliklerine gömülmesine ihtiyacı varmış gibi sıkılaşmıştı. "Oh, Tanrım." "Logan," diye mırıldandı, adam parmağını kadının içine sokup çıkartırken bile bir yandan göğüs uçlarını dişliyordu. "Sana dokunurken benim adımı söylemeni istiyorum."
Jessica Clare m Jj
Bronte, "Logan," diye nefes verdi ve bu kelime, adamın
becerikli parmağı klitorisine ilerleyip ovmaya başladığında bir iniltiye dönüştü. Kalçaları istem dışı sallanmaya başlar ken Logan'ın omuzlarına asılarak tırnaklarını kolunun üst tarafındaki dövmeye geçirdi. Dokunuşu öyle muhteşemdi ki sanki bütün vücudu sinir uçlarından oluşan büyük bir de metti ve her biri genç adamın parmaklarının altında ovup yuvarladığı klitorisine bağlıydı. Vücudunda sıcak bir gerilim yükselmeye başladı ve bacakları adamın etrafında gerginle şirken boğazından alçak bir inilti koptu. "Ben ben" "Geliyorsun." Logan bunun kulağa bir sorudan çok emir gibi gelmesini sağlamıştı ve konuşurken parmakları genç ka dının klitorisi üzerinde daireler çizerek daha da hızlı çalıştı. Boşalırken tüm vücudu kaskatı kesilen Bronte çığlık attı ve Logan orgazmı sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissetti rerek klitorisini okşamaya devam ederken, kendini tutmak için dudağını ısırdı. Sonunda boşaldığında bütün vücudu sarsılıyordu ve tırnaklarının genç adamın omzunda yarımay izleri bıraktığını fark etti. "Oh," diye fısıldadı elini çekerek. "Çok üzgünüm." Logan eğilip sert ve sahiplenici bir şekilde öptü onu. "ISle için?" "O omzun", dedi şaşkın şaşkın. "Seni incitiyorum." Logan, "Beni incitmiyorsun, Bronte," dedi ve onu büyük bir açlıkla öperek karnını yine alevlerin yalayıp geçmesine neden oldu. Eliyle kadının ellerini boynunun etrafına götür dü ve kalçalarını eğerek aleti onun çıplak kadınlığına yas lanana dek kendini yukarı çekti. İnanılmaz derecede sert ve kalındı, boxer'ının altından onu hisseden Bronte alçak
4* Milyoner
sesle inledi. "Bana dokunmaya devam etmeni istiyorum.
Sırtımı tırnaklarınla kazısan da umurumda değil." Dişleriyle genç kadının alt dudağına asılıp ağzının içine doğru fısıldadı. "Tepkilerin hoşuma gidiyor. Bana gerçek hissettiriyorlar." Bronte'nin boğazından başka bir kahkaha kaçtı ve kol larını yine onun boynuna doladı. "Böyle şeylerde numara yapmak konusunda pek iyi değilimdir. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm." Logan, "Hayal kırıklığına uğramadım," dedi. Kalçalarını onunkiler karşısında yavaş ve dairesel hareketlerle sallaya rak, genç kadının bacaklarını yeniden kendi kalçalarına do ladı ve vücudunun onun hareketlerini takip etmesini sağla dı. "Ve numara yapmadığını da biliyorum." Adamın sesindeki bu erkeksi kendinden eminlik genç ka dını meraklandırdı. "Bunu tam olarak nasıl biliyorsun?" Logan başparmağını onun klitorisine bastırdı ve Bronte bir çığlık attı, tırnakları yine adamın omuzlarına batıyordu. "İşte bu yüzden." Logan bir parmağını daha aşağıya kaydır dı. Genç kadının girişinin etrafında daireler çizip yine çok yavaşça içine doğru itti ve bu hareket, Bronte'nin nefesinin ( kesilmesine neden oldu. "Ve bu sebeple," diye mırıldandı genç adam. "Geldiğin sırada bir parmağım derinliklerine dalmış olsaydı, onu sımsıkı kavrardın, değil mi? Parmağım dan tıpkı aletime yapacağın gibi faydalanırdın." Bronte dudağını ısırdı ve cevap veremeyecek kadar uta narak kalçalarını kıpırdattı. "Sen tatlısın ve akıllısın ve seksisin ve çok gerçeksin, Bronte. İşte sende hoşuma giden bu." Öne eğilerek ona hafif bir öpücük daha verirken parmakları vajinasından ayrıldı. Bronte neredey se hayal kırıklığından çığlık atacaktı.
Jessica Clare 4 -f
"Ben de senden hoşlanıyorum, Logan," dedi alçak bir
sesle. Elleri onun tenini okşayarak kollarında ve göğsünde hareket ediyordu. "Sana dokunmak istiyorum." "Ben seni becermek istiyorum," diye fısıldadı Logan onun ağzına doğru ve bu açıksözlülüğü karşısında Bronte nefes nefese kaldı. "Söz veriyorum, o anda içinden çıkacağım." Bronte başıyla onayladı ve genç adamın dili ağzına dalarken vücudunun pozisyonu değişti. Penisinin başını kaygan vajinası nın girişinde hissettiğinde şaşkınlıktan soluğu kesilmişti. Logan kesinlikle sözünü sakınan biri değildi. Ona ne is tediğini söylemiş ve bunun peşinden gitmişti. Bronte bunu o derinliklerine hamle yapmadan hemen önce fark etmişti ve Logan kendini kadının içine yerleştirirken kullanılmayan kasların canını yakmasıyla inledi. Üzerindeki Logan gerildi. "Bakire misin?" Bronte başını iki yana salladı. "Sadece uzun zaman ol muştu, hepsi bu. Bana bir dakika ver." Logan yeniden öne eğilerek onu öperken dili kadının di linin üzerinde dans ediyor, bedenini bedenine neredeyse gömülmüş hissettiriyordu. Bronte kalçalarını hafifçe yaklaş tırınca Logan da ona doğru bastırdı ve ikisini birlikte dairesel hareketlerle sallamaya başladı ki bu da Bronte'nin adamın -ve kendisinin- her bir kasını hissetmesini sağladı. "Oh Bunu tekrar yap," diye fısıldadı Bronte ona sımsıkı sarılarak. Logan da söyleneni yaptı ve hareketi kadının işine gelecek şekilde abartarak tekrar etmeye başladı. Yani kalçaları belli be lirsiz yuvarlaklar çiziyordu. Kadının bedeninin de kendisininkiyle birlikte hareket etmesine yetecek kadar içeri girmişti. İkisinin
4^ Milyoner
kalçalarının yavaşça daireler çizmesi, adamın karnının klitorisi
ne sürtünmesini sağlıyor, Bronte'nin vücudunu zonklatıyordu. Topukları adamı cesaretlendirircesine kalçasına çarparken tek rar tekrar inledi. O, çok da cesaretlendirmeye ihtiyaç duyan bir adam de ğildi. Bu sefer ileri hamle yaptığında, genç kadının tüm be deni battaniyenin üzerinde sarsıldı. Ona zevkten çığlıklar at tırırken, dalga dalga derinliklerine ilerledi. Logan vücudun daki her bir kas, her bir lifle gittikçe daha derine, daha sert ittiriyor, kadının ona yapışmasına neden oluyordu. O anda Bronte'nin tüm dünyası Logan'ın kendisine hücum eden kal çalarından, sırtındaki battaniyenin üzerindeki ince kumdan, adam yeniden derinlerine abandığında vücuduna çarpan teninden ve bedenlerinin her sarsıntısıyla hoplayan göğüs lerinden ibaretti. Gözleri kapanmış, başı arkaya yatmış, his leri içinde kaybolmuştu. Logan üzerinde şiddetle nefes alı yordu. Yaptığı her hamleyle genç kadının boğazından hafif ve keyifli sesler çıkmaya başladığında, nefesleri memnun bir hışırtı halini aldı. Yakalanması zor orgazm hissi yine artıyordu. Bronte her hamle daha derin, daha şiddetli ve daha güçlü olsun diye kalçalarını onunkilerle aynı anda hareket ettirerek buna odaklandı ve adamın aletinin içine her itilişiyle birlikte bo şalmaya biraz daha yaklaştı. Logan ağırlık merkezini değiştirerek genç kadının kalçala rını düzeltti ve bir sonraki dayayışında Bronte'nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu farklıydı. Bilincinin kıyılarında dolaşan neredeyse-ama-tam-değil orgazm hissi ön tarafta birden alevlendi ve Logan kendini yeniden öne ittiğinde aynı şeyi
Jessica Clare ufc*
tekrar yaşadı. Buna karşılık vajinası adamın aletinin etrafını
sardı ve Logan da derin bir nefes alırken inledi. "N neydi bu?" Logan'ın elleri onun kalçalarını kavrayarak aynı açıya ayarladı ve tekrar içine girdi. Bronte buna karşılık feryat etti ğinde ona bakarak sırıttı; bakışı aynı anda hem ahlaksız hem de zafer kazanmış gibiydi. "G noktası." Oh, Tanrım. Bronte daha önce hiç kimsenin bunu buldu ğunu sanmıyordu. Ve, ah Tanrım, bunu gerçekten sevmişti. Tırnakları tekrar genç adamın sırtına battı. "Daha fazlasına ihtiyacım var." Logan vahşice abanarak bedenlerini battaniyelerin üze rinde kaydırdı ve orgazmın yakınlarında dans eden Bronte bir çığlık attı. Ayaklarını adamın kalçalarından çekti ve Logan daha derinlere temas ederken kalçalarını yukarı kaldırabil mek için yere bastı. Kalçaları onunkilerle aynı anda çılgın gibi çalışırken o da genç adama karşı aynı şiddetle hamle yaptı. Bu nokta arkadaydı ve Logan'ın kısa, hızlı saplayışla rı oraya sürterek genç kadının tüm bedeninin olabilecek en inanılmaz zevkle kavis çizmesine neden oluyordu. Bronte çok yaklaşmıştı ve sonra Orgazm her yanını şiddetle etkisi altına aldığında çığlık attı. Kadınlığı genç adamın etrafına sımsıkı kapandı ve onun, geri çekilmeden önce boğuk bir küfür savurduğunu duydu. Bronte kalçalarını yeniden yere bıraktığında Logan da aleti ni eliyle bir-iki kere sıvazladı ve boşalırken fışkıran sıcak to humlar, Bronte'nin tenine saçıldı. İşi bittiğinde derin bir nefes verip yarı baygın ve hülyalı bir şekilde gökyüzüne bakan genç kadının yanına, battani yenin üzerine uzandı.
Milyoner
Bu inanılmazdı. Müthişti. Bronte plajda olduğunu tama
men unutmuştu, gerçi battaniyenin üzerine kaçmış kumla rın bunu ona kısa sürede hatırlatacağını seziyordu. "Teşek kür ederim," dedi alçak bir sesle. "Teşekkür ederim mi?" Logan hâlâ kesik kesik soluyordu. "Geri çekildiğim için mi?" "Hayır," dedi Bronte dalgın dalgın. Gerçi bunu yapmış ol ması da çok nazikti. "Bana G noktasının nerede olduğunu gösterdiğin için. Hiçbir fikrim yoktu. Sanırım artık G noktasız seks yüzünden mahvolacağım." Logan kısa ve güçlü bir sesle güldü. "Bundan o kadar da emin olmazdım." "Peki, tamam, G noktası etkisini yakalayacaksa bundan sonrakiler gerçekten çok iyi sevişmeler olmak zorunda ka lacaklar." Oturdu ve hâlâ onun spermiyle kaplı olan yapış yapış karnına bakarak yüzünü buruşturdu. "Sanırım kısa bir dalış yapıp çıkacağım." "Muhtemelen soğuktur." "'Bu dünyada cesaretin olmadan hiçbir şey yapamaz sın/" diye alıntı yaptı Bronte. "Bu bir meydan okuma mı?" diye sordu Logan sırıtarak. Ayağa kalktı ve avının üstüne atılmak üzere olan bir yırtı cıymış gibi bakarak ellerini kıvırdı. "Soğuk su için yeterince cesur olmadığımı mı söylüyorsun?" Bronte, "Hiç de değil," dedi ve okyanusa doğru döndü. Logan öne doğru bir adım attığında tiz bir feryat kopara rak ondan kaçtı. Birkaç saniye sonra genç adamın bir kolu beline sarılmış, onu soğuk suya daldırıyordu. Bronte çığlık atarak ona yapıştı ve ikisi de tükürükler saçarak kahkahalar atana kadar kadını da kendisiyle birlikte çekti.
Jessica Clare m
Sevgili okur, Milyoner Erkekler Kulübü, iş hayatında her zaman kazanmış altı genç adamdan oluşur, ancak söz konusu aşk olunca şansları pek de yaver gitmez.
Kendisine takılan “Yaralı Yüz” lakabını layıkıyla taşıyan Emlak Simsarı Hunter Buchanan karanlık bir geçmişe ve suratı kadar yaralı bir ruha sahiptir. İş hayatında kimseye pabuç bırakmasa da aslında Hunter, bir kadının gözlerine dahi bakamayacak denli kırılgan bir adamdır. Ancak karşısına yanıtsız bir bilmece kadar esrarlı bir güzel çıktığında, Hunter bu sefer ipleri eline almaya kararlıdır ve bu genç kadının hayatıyla oyunlar oynayacak, esaslı bir plan yapar.
Zar zor geçimini sağlayan “hayalet yazar” Gretchen Petty reddedemeyeceği bir iş teklifi alır, ancak şartları pek de alışılagelmiş sayılmaz. Gretchen bir ay boyunca bir malikânede kapanıp yazmaktan çok, masasına her gün farklı renkte bir gül bırakan ev sahibinin gizemli yaşamı ve vücudundaki mükemmelliğe tezat kusurlarına ilgi duyar.
Yaralı milyoner ile güzeller güzeli kızılın hikâyesi, önyargısız ve gerçek bir aşk masalı anlatır.
“Güzel ve Milyoner başından sonuna dek akıcı bir anlatım sunuyor. Şehvetli olduğu kadar eğlenceli karakterleriyle karşımıza eşsiz bir modern zaman masalı çıkarıyor. “
- Harlequin Junkie
“Karakterlerin karmaşıklığını ve hikâyelerini sevdim. Kitap boyunca hissettiğim bütün duygular ferah bir tat bıraktı ve Bayan Clare’in yazınına bir kez daha hayran kaldım.”
- Open Book Society
“Güzel ve Milyoner şefkat, güven ve gerçek aşkın nelere göğüs gerdiği üzerine, duygusal bir aşk masalı… BASİTÇE MUHTEŞEM!”
- Addicted to Romance
Devamını oku
Devamını gizle
Jessica Clare - Milyoner Billionaire Boys Club 1
0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages
Copyright
Available Formats
PDF, TXT or read online from Scribd
Share this document
Share or Embed Document
Did you find this document useful?
0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages
JESSICA diyarına götüren, bir çırpıda bitireceğiniz; seksi bir okuma deneyimi.” CLARE “Jessiea C laıe'in kalemi eğlenceli, seksi ve heyecanlı Serinin ilk kitabı olan Milyoner zengin roman kahramanlarına sevgimi alevlendirdi.”
“Jessiea C laıe’in Milyoner
romanı okurıın, hatalarına rağmen sevdiği iki ana karakter can alıcı aşk sahneleri ve Bronte’uin tanı yerinde alıntıladığı felsefi öğretilerle her açıdan tatmine ulaştıran bir kitap.”
Bu kitabın Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığıyla
Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
1. Baskı: Şubat
ISBN: Yayınevi Sertifika No:
Yayın Yönetmeni : Şahin Güç
Çeviren : Arzu Şensoy Editör : A. Deniz Topaktaş Sayfa Tasarım : Elif Aydın Yavuz Düzelti : Nihan İşler Kapak Tasarım : Filiz Odabaş Baskı : MY Matbaacılık San. Tic. Ve Ltd. Şti. Maltepe Mah. Yılanlı Ayazma Sok. No: 8F Zeytinburnu / İstanbul SERTİFİKA NO: Tel: 85 28
Novella Yayınlçrı bir Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. markasıdır. JESSICA CLARE MİLYONER . y *.
Çeviren: Arzu Şensoy
Yetişkin okurlar içindir. Kız kardeşime; Beni her zaman yazılarım konusunda destekleyen, en büyük hayranlarımdan biri olan ve bu romanın dünya üzerindeki favori kitabı olduğunu söyleyen İkinci kitabı okumadan önce yüksek müzikle gümbürdüyor ve insanlar omuz omuza duruyor olsa da hiç kimse Logan Havvkings'e yanaş madı. Birbirine karışmış vücutlardan oluşan bir denizin or tasında, tek başına huzurlu bir ada gibi duruyordu. İnsan lara onun bu çevreden olmadığını anlatan şey yüzündeki "defol git" ifadesi de olabilirdi, pahalı özel dikim kıyafetinin düzgün kesimi de. Erkeklerin onun yolundan çekilmelerinin, kadınların da kız arkadaşlarını ilgiyle dürtmelerinin sebebiy se kasılarak yürüyüşündeki kibir olabilirdi. Buraya sosyalleşmeye gelmemişti. Barı geçip arkadaki bir odaya doğru giden dar koridordan aşağı doğru ilerledi. Bir adam -uzun boyu ve kazınmış kafa sıyla-oradaki kapının önünde dikiliyordu. Koruma takım el biseliydi, içeride olmasına rağmen güneş gözlüğü takıyordu ve kulağının arkasından ensesine dolaşan, siyah kordonlu bir kulaklığı vardı. Tetikte bir hal alan duruşuyla yaklaşmak ta olan Logan'ı izledi. 7 ufk Milyoner Logan sağ elinin işaret ve orta parmağını tecrübeli bir ra hatlıkla omzunun üzerinden sürter gibi geçirdi ve pazısının üzerinde, tam da dövmesine denk gelen yerde durdu. Adam başıyla onaylayıp yana çekildi. Logan kapıyı iterek açtı ve uzun adımlarla merdivenler den aşağı, bodruma doğru indi. Odanın ortasına yerleşti rilmiş büyük ve yeşil sekizgen masanın üzerinde şimdiden kalınca bir tabaka puro dumanı birikmişti. Bir kenara büfe koymuşlardı ama kimsenin umurunda değildi. Masanın her yanına bira şişeleri ve poker çipleri saçılmıştı. Ah, Kardeşlik gecesi. Logan'ın bütün hafta boyunca en sevdiği gece. Oda ya şöyle bir göz gezdirdi. Herkes çoktan gelmişti, son teşrif eden oydu. Ortada şaşılacak bir şey yoktu. Masada oturan adamlar aşağı yukarı aynı yaştaydılar. Hepsi oturaklı, fit adamlardı ve adeta pahalı olduğunu bağıran kıyafetler giyi yorlardı. Başarının getirdiği özgüven her hareketlerine işle mişti, gerçi bazılarında bu kasıntılıktan öteye gidemiyordu. Logan'a ayrılmış boş sandalyenin yanında Hunter Buc- hanan oturuyordu; yüzünde yara izi olan, sessiz emlak kralı onun en güvendiği dostuydu. Onun yanında oturan Reese Durham, milyar dolarlık servetinin dönüm noktasına ulaşan genç, atılgan bir adamdı. Yanındaki Griffin Verdi, İngiliz aris- tokrasisindendi ve küçük gruplarının "profesörü"ydü. Onun yanında Jonathan Lyons vardı; Lyon Otomotiv'in sahibi, adı çıkmış bir macera ve heyecan avcısı. Yanındaki de grupları nın hayırseveri Cade Archer'dı. İçeri girdiğinde beş adam gözlerini kartlarından neredey se kaldırmadılar bile. "Geç kaldın," diyen Reese Durham'ın ağzında bir puro sallanıyordu. İfadesiz bir suratla kartlarını inceledi. 8 Jessica Clare
Logan ceketini çıkarıp bir köşeye attıktan sonra masada
ki tek boş sandalyeye doğru ilerledi. Cade selamlamak için bir elini kaldırdı. Logan onun elini sıktı, sonra dönüp Hunter Buchanan'ın sırtına hafifçe vurdu. Adamın yara izleri odanın loşluğunda korkunç görünüyordu. "Tam zamanında geldin" dedi Cade keyifli bir sesle. "Re- ese de tam Gloria'yı soruyordu." Logan iki adamın arasına otururken başını sallayarak kaş larını çattı. "Gloria kim?" Reese masanın diğer tarafından ona sırıttı. "Bilirsin işte. Muhteşem sarı saçları olan, etli butlu Gloria. Artık onu gör müyorsun sanırım? Birkaç ay önce Stevvart bağış gecesine getirmiştin." Öyle mi yapmıştı? Logan hatırlayamıyordu. Şeyden, ee, Danica'dan beri kimseyle ikinci kez buluşmamıştı. Kimse il gisini yeterince çekmemiş, o da bu yüzden zaman yaratma mıştı. "Gloria diye birini hatırlamıyorum." "Onunla çıkarsam sorun olmaz yani? Önceki gece bir partide karşılaştık ve yeniden görüşsem fena olmaz diye düşündüm." "Sorun mu?" diye homurdandı Logan. "Yüzünü bile ha tırlayamıyorum. Al senin olsun." "Onun Danica'yla arkadaş olduğunu biliyor muydun?" diye sordu Reese. "O zaman zaten senin olsun," dedi Logan, soğuk bir ses le. "Danica'nın arkadaşıysa, cehennemde yansa bile umu rumda değil." "Bunu diyeceğini biliyordum," dedi Reese neşeyle. "Sadece bana bir iyilik yap ve bir daha Danica'nın lafını etme," dedi Logan. Sesi dostçaydı ama bir uyarı havası da içeriyordu. 4 Milyoner *^
Yapmak istediği en son şey paragöz bir servet avcısı hakkında
konuşmaktı. Kadın geçmişinde kalmıştı ve Logan'ın onun üze rinde durmaya hiç niyeti yoktu. Babası, Danica'ya âşık olduğu için onunla dalga geçmiş, Logan'ın aptal bir enayi gibi davran dığını söylemişti. Meğer yaşlı akbaba başından beri haklıymış. Ki işin en sinir bozucu kısmı da buydu zaten. "Neden bu kadar geciktin?" Hunter, Logan'a bakarak bir yığın çipi öne sürdü. Yumuşak ve zahmetsiz bir konu değişikliği. Logan, Hunter'a dönerek yara izli adama o gece payına düşen için bir çek verdi. "Yeni bir şoförüm var," dedi Logan. "Yolu kaybetti." Ses tonu bunun bir daha olmayacağını ifade ediyordu. Reese homurdandı ve başını iki yana salladı. "Bahane ler, bahaneler." Masanın ortasındaki çip yığınını işaret etti. "Herkes var mı?" Kartlar dağıtılınca, altı adam da ellerindekileri inceledi ve kartlar açık olarak masaya serilir serilmez Cade bahsi yükselt ti, dördü çekildi. Cade'e bıkkın bir bakış atan Jonathan, "Şu radaki kutsal şövalyenin gösterecek döperi var," dedi. "Onun, kıçını kurtarmak için yalan söyleyemeyeceğini biliyorsun." Cade hariç oyunda kalan son kişi olan Reese, iç çekerek kartlarını bıraktı. "Lanet olsun, haklısın. Ben de çekiliyorum." Cade sırıttı ve parayı kendine doğru çekti. "Blöf yapıyor olabilirdim." Jonathan, "Yapmıyordun," dedi ve birasından bir yudum alıp arkasındaki içecek masasına doğru uzanarak bir tane de Logan'a kaptı. "Nasıl yapılır bilmiyorsun." "Tamam," dedi Logan birayı alıp kapağını açarak. Hızlı bir yudum aldı. "Artık hepimiz burada olduğumuza göre bu ayki Kardeşlik toplantısı resmen açılmıştır." ıo Jessica Clare uf»
Adamlar içkilerini kaldırıp şişelerini tokuşturarak hep bir
ağızdan "Fratres in prosperitatem," dediler, her ay yaptıkları gibi. Bu, onların gizli topluluğunun sloganıydı: "Refah için deki kardeşler." "İlk gündemimiz yuvarlak masa," dedi Logan. "Jonathan'la başlayacağız." "Lynde Otomotiv tüm çeyreklerde güçlü bir satış yapmaya devam ediyor. Elektrikli motoru olan ama Daytona'da yarışma ya yetecek beygir gücünde, üst sınıf, üstü açılabilir bir araba se risi eklemeye uğraşıyoruz." Jonathan sırıttı. "Bir tanesini de ben kullanmayı düşünüyorum. Sizi teknik detaylarla sıkmayacağım." "Evet, lütfen yapma," dedi Griffin, görgülü ve sıkkın sesiyle. Jonathan azimliydi. Kartlarını alarak bir sonraki eli dağıtmaya başladı. "Prototip en erken önümüzdeki çeyrekten sonraya ha zır olur ama arabaları seri üretim için piyasaya sürdüğümüzde hepiniz birer tane alacaksınız; Kardeşlik'ten sevgilerle." El ilerledikçe araba işi hakkında biraz daha konuştu, son ra da Griffin'e döndü. "Sıra sende." Griffin elini inceleyerek omuz silkti. "Para işte. Kendi ken dine çoğalıyor." "Dedi refah içinde büyümüş bir adam," diye belirtti Reese. "Hepimiz bu kadar şanslı değildik." Griffin, boştaki elini havada sallayarak, "Zengin doğmuş olmam benim suçum değil. Ayrıca, Cade'in tıbbi araştırma tesisine de yatırım yaptım," diye belirtti. "En azından param la bir şeyler yapıyorum. Hem vergiden de düşmüş oluyor." "Reese?" diye sordu Logan. "En yeni kazanımım olan Vegas Flush, bu seneki Stanley 11 Milyoner
Kupası'nı* almak için istikrarlı görünüyor. Hepinizin biletleri
memnuniyetle hazır tabii. Sekreterimle iletişime geçin yeter. Bir de Amerikan futbolu takımı almak için bakınıyorum." Re ese sırıttı. "Ya da belki düz futbol takımı. Futbol Birleşik Dev letlerde gelişebilecek bir spor. İnsanları stadyumlara çeke bilecek bir yıldız oyuncu alabilirsem ilgilenmeye değer güçlü bir yatırım olabilir. Hâlâ bunun üzerinde düşünüyorum." Bir süre spor takımları üzerine konuştuktan sonra araştır ma tesisindeki önemli tıbbi gelişmelerden ve yaklaşmakta olan yardım gecelerinden bahseden Cade Archer'la devam ettiler. Cade, onların beyaz atlı şövalyesiydi. Para kazanma sına kazanmıştı ama bunu daha yüce bir amaç için veya in sanlığın iyiliğine odaklanarak yapmakta ısrar etmişti. Ya diğerleri? Onlar sadece para kazanmayı seviyorlardı. Reese, Logan ve Griffin; hepsi işleri hakkında konuştular, sonra sohbet ilerledi. En sona Hunter kalmıştı ve o da her za man yaptığı gibi kısa kesti. Yara izli adam, hiçbir zaman çok konuşan biri olmamıştı. Yalnızca arkasına yaslanarak oturur ve çoğu buluşmada kardeşleriyle birlikte olmanın keyfini çı karırdı. Fakat bu gece paylaşacağı bir şey vardı ve konuşurken karanlık bakışı Logan'a kaydı. "Logan, eğer ilgilenirsen tam yatırımlık bir gayrimenkul havadisi aldım. Bahamalar'daki bir adada nakit akışına ihtiyacı olan büyük bir tatil köyü var. Exuma Bölgesi. Arkadaşım ilgilenecek bir yatırımcıya satmaya hevesli, bana temiz bir anlaşmaymış gibi geldi." Logan dikkatinin sadece yarısını vererek başıyla onayladı. Kulağa, onun gidişatına uygun bir şey gibi geliyordu. Haw- kings Holding'in bütün yaptığı, gücünü kaybetmekte olan * Ulusal Hokey Ligi (NHL) kapsamında oynanan playoff'ları kazanan takıma verilen buz hokeyi kupası. NHL'de 24'ü ABD'den, 6'sı Kanada'dan olmak üzere 30 takım yer almaktadır, (ç.n.)
12 Jessica Clare ufy
işleri ucuza satın alıp bunları kârlı teşkilatlara dönüştürmek,
sonra da bundan kazanç sağlamaktı. "Cazibe merkezi mi?" "Bana söylenene göre öyle. Bir göz atmaya değer. İlgile nen Fransız bir milyarder var ama ben önce Kardeşlik'e sun mak istedim." Logan bunun üzerinde düşünürken homurdandı. Hunter'ın bu konuyu açması için, bunun birinci sınıf bir iş olması gerekirdi. Hunter normalde sessizdi. Diğerlerinden biri nakit akışına ihti yaç duyarsa işinin iyi gittiğinden emin olmak için fon sağlardı ama bunun dışında içine kapanıktı. Logan buna hayranlık duyu yordu. Adam tek başına bir ada gibiydi. Logan onun Kardeşlik dışında pek-hatta hiç-arkadaşı olmadığından şüpheleniyordu. Başıyla onaylayarak, "Şu anda meşgulüm ama progra mımda araya sıkıştırabilir miyim diye bir bakacağım," dedi. "Belki hazır ona bakıyorken tatile de çıkmalısın," dedi Re ese. "Birkaç günlüğüne ofisten uzaklaş. Sorunlarını unut." Logan o el için ortaya koyacağı parayı masaya atarak Reese'e kaşlarını çattı. "Sorunlarımı çoktan ardımda bıraktım." Her şeye rağmen sunağa kadar gitmeden Danica'dan paçasını kurtarmıştı; kıl payı sıyırmış bir kurşunla. Ve şerefsiz babası da aşağı yukarı aynı zamanlarda bu dünyadan göçüp gitmiş ti. Bu ikisi artık boynunda asılı olmayan iki yüktü. Reese, Logan'ın yanıtından sanki ona inanmamış gibi eğ lenmiş görünüyordu. "Ah, gerçekten mi? Çünkü bu benim" "Bu işe karışma," dedi Logan uyaran bir ses tonuyla. Reese sadece sırıtıp omuz silkerek dikkatini yeniden kart larına çevirdi. "Keyfine bak." Yine de Logan, Reese'in sözlerini düşünmeye devam etti ve dikkati, işe yaramaz bir eli olmasına rağmen, oyunda kala 13 4» Milyoner
cak kadar dağıldı. Sonunda farkına bile varmadan Jonathan'a
iki binlik kaybetti. Reese onun bir "tatile" çıkması gerektiğini düşünüyordu. Bunu düşünmek bile kahkaha atmak istemesine sebep olmuştu. Başarılı işadamları izne çıkmayı değil, fırsat yaka lamayı gözlerdi. Yine de bu kulağa ilginç bir yatırım gibi ge liyordu ve Logan da Havvkings Holding'de çeşitlilik olmasın dan hoşlanıyordu. Bir tatil köyü adası da kesinlikle farklıydı. Hunter'ın gözucuyla kendisini izlediğini fark etti. Emlak sektörünün önemli adamı bu mücevheri, Logan'ın iyi bir vu ruş yapabileceğini düşündüğü için mi onun yoluna atmıştı? Yoksa o da Logan'ın dikkatini dağıtacak bir şeye ihtiyacı ol duğunu mu düşünüyordu? Bu düşünce keyfini kaçırdı. Önce Reese onu iğneliyordu ve şimdi Hunter da mı aynı yoldaydı? Bunu Hunter'dan bek lemezdi. Küçük, başarılı gruplarının en sessizi oydu ama ba zen konunun tam kalbini görüyordu. Babası olsa bu tatil fikrine dudak bükerdi. İş hayatında, güçlü ve en tepede olmak için işleri yakından takip edip bir elini sürekli dümende tutmalıydın. Tatil seni zayıf düşürür dü. Yumuşatırdı. Ve Havvkings erkekleri yumuşak değillerdi. Yine de görünüşe göre kadınlar konusundaki zevkleri kötüy dü. Babası annesiyle evlenmişti ve bu iki taraf için de bir hata olmuştu. Logan da Danica'nın tatlı yüzüyle, neredeyse onunla sunağa gitmeye yetecek kadar kandırılmıştı. Logan kaşlarını çatarak kartlarına baktı ve Gloria adlı birinin yüzünü gözünün önüne getirmeye çalıştı. Hiçbir şey yoktu. Zih ni iş toplantıları ve sözleşmeleriyle doluydu. Hiç kadın yoktu. Belki de bir tatil ya da iş gezisi o anda tam da ihtiyacı olan şeydi. "Bir bakayım," dedi Hunter'a. 14 Jessica Clare «t»
İki Ay Sonra
Sharon kendini büyük, çift kişilik yatağının üzerine attı ve
Bronte'ye, "Bunu söylemekten nefret ediyorum, kızım, ama bu, hayatımda kaldığım en boktan tatil köyü," dedi. Bronte hissettiği rahatsızlığı sesine yansıtmamaya çalışa rak, "Bedavaydı," diye karşılık verdi. "Bedava olan bir şeyden gerçekten şikâyet edemezsin. Epikür, 'Zenginliğimizi oluştu ranlar sahip olduklarımız değil, zevk aldıklarımızda,' demiş." Sharon onu dinlemediğini anlatan bir ses tonuyla, "Hı hı," dedi. Bunun yerine kumandayı kapıp televizyona doğru çe virerek tuşlara vurmaya başladı. "İçkileri havuza döküyorlar. Bunu fark ettin mi?" Bronte, Sharon'ı getirdiğine, iki gün içinde dokuzuncu kez pişman oldu. Yerel radyo istasyonu Pop Ateşi saye sinde bu geziyi kazandığında, gitmek için çok heyecanlan mıştı ama Kansas City'deki arkadaşları gelememiş, hiçbiri işten izin alamamıştı. Üniversiteden oda arkadaşlarının da sorumlulukları olan "gerçek" işleri vardı ve ne kadar bedava olursa olsun son dakikada tatile kaçmak üzere işlerini yarıda bırakamamışlardı. Bronte bir lokantada garsonluk yaptığı için kısa bir süre liğine izin almakta sıkıntı yaşamamıştı. Bir başkasından var diyalarını üstlenmesini istemesi yeterliydi. Yine de Sharon, Bronte'nin konuşmalarına kulak misafiri olmuş ve tesadüfen yolculuğu yapabilmek için bir pasaportu ve yeterli zamanı olduğu ortaya çıkmıştı. Erkek arkadaşından yeni ayrılmıştı ve gerçekten uzakta birkaç gün geçirmek işine gelirdi. Hem Bronte de gezide yanında biri olsun istemez miydi? 15 ^ Milyoner
Sharon, Bronte'nin en sevdiği çalışma arkadaşı olmasa
da yeterince iyi geçiniyorlardı. Üstelik Sharon yolculuktan o kadar sık bahseder ve ona üzgün gözlerle bakar olmuştu ki Bronte ikinci biletin ziyan olmasına izin vermekten dolayı suç luluk duymuştu. Böylece sonunda yumuşamış ve Sharon'ı da getirmişti. Büyük bir hata. Sharon'ın sürekli sızlandığı, sallantılı bir uçuştan sonra adaya korkunç bir feribot yolculuğu -Sharon oraya giden tüm yol boyunca da sızlanıp durmuştu-ve şim di de dünyanın en küçük otel odasını paylaşmak mı? Bronte bir dahaki sefer tek başına gitmeyi düşünmeye başlamıştı. Sharon'la geçen kırk sekiz saatten kırk yedisi fazlaydı. Bronte tatilin keyfini çıkarmaya kararlı olsa da Sharon bunu zorlaştırıyordu. Çok pasaklıydı: Giysileri ve ayakkabı ları küçücük odanın her tarafına saçılmıştı. Banyoyu işgal etmiş ve tüm sıcak suyu kullanmış, bütün havluları almıştı. Önceki geceyi, yanında Bronte olmadan, bir partide geçir mişti. Ayrıca daha şimdiden bütün mini-barı neredeyse si lip süpürmüştü; hem de oda Bronte'nin adına olduğundan onun kredi kartından çekileceğini belirtmesine rağmen. Sharon, "Bu yer tam bir bit palas," dedi ve valizini yata ğın üzerine atıp pembe bikinisini bulana kadar giysileri yere fırlattı. "Seni çatı katına yükseltmelerini istemiş olmalıydın." "Bana tatili radyo istasyonu verdi. Hiçbir şey isteyemedim." "Ben olsam bir gardıroptan daha büyük bir oda ister dim." Sharon kolsuz yazlık elbisesini çıkardı ve üzerini değiş tirmeye başladı. Bronte, Sharon'ın bitmek bilmeyen şikâyetlerini duymaz dan gelerek elindeki şehir rehberine geri döndü. Demek ta til köyü biraz köhne kısımdaydı. Bahamalar'daki Seaturtle 16 Jessica Clare ^
Cay*, Bronte'nin gözünde yine de bir zaferdi. Öncelikle be
davaydı. Radyo istasyonu sayesinde yola ya da otele bir ku ruş harcamamıştı ve bu, birbirine sürtmeye iki bozukluğu bile olmadığı düşünüldüğünde iyi bir şeydi. Aslında işten uzaklaşmış olmak bile başlı başına yeterdi. Plajlar harikaydı ve Bronte, deniz paraşütü ve şnorkelle yüzme gibi eğlenceli etkinlikler hakkında birkaç reklam görmüştü. Bir de artık yağmur dursaydı Bronte pencereden gri, kasvetli gökyüzüne ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmura baktı. İçini çekti ve yağmurlu havalar için bir aktivite listesi var mı, diye merak ederek reh berin sayfalarını çevirdi. Sharon bikinisini düzeltmeyi bitirdiğinde pencereden dışarı baktı. "Tek bir güneşli günümüz bile olmayacak, öyle değil mi?" Bronte başını bile kaldırmadan, "Bilmem. Ben hava duru mu sunucusu değilim ki," dedi sesine olabildiğince neşeli bir hava vererek. "Belki de bara gidip oradaki herhangi birinde hava durumu raporu var mı diye bakmalısın." "Kulağa harika bir fikir gibi geliyor." Sharon devasa bir çift halka küpe taktı, sandaletlerini giydi ve Bronte'ye el salladı. "Birazdan dönerim. İstediğin bir şey var mı?" "Böyle iyiyim." O gider gitmez rahat bir nefes alan Bronte, yatağa uzandı ve bir çift kulaklık kaparak-yine- sevişen komşularının se sini bastırmak için müziği açtı. Rehberini alıp sayfaları yeni den başa doğru çevirdi. Lanet olsun, tatil tatildi ve o da bu nun keyfini çıkaracaktı. Bir sayfa çevirdi. Vatozlarla yüzme. Hah. Belki de bunu denerdi. Öfkeli ve bulutlu gökyüzüne tekrar baktı. * Yassı ve kumluk ada. (ç.n.)
17 4^ Milyoner
Güneş açar açmaz tabii.
Bir el onu uykusundan uyandırmak için kabaca sarstı.
"Bronte! Aman Tanrım! Bronte! Uyan!" Sıçrayarak kulaklıklarını çıkardığında yatağının üzerine eğilmiş Sharon'ı gördü. Panik halindeydi. "Hoparlörleri duymadın mı?" "Hımm? Hoparlörler mi?" Gerçekten de tekrar tekrar yankılanan alçak bir ses vardı. Sesi ayırt etmek için başını hafifçe yana yatıran Bronte, bir insan sesinin hoparlördeki çınlamaya karıştığını duydu. Ses, sakin ve yumuşak bir şekilde, "Lütfen otobüs yükleme alanına doğru gidin," dedi. "Bütün misafirler, mümkün olan en kısa zamanda tahliye alanına taşınacaktır. Lütfen sakin olun ve panik yapmayın. Kasırgadan önce bölgeyi tahliye etmek için bolca vakit var. Yapılan ödemeler iade edilmeyecektir. Misafir lere daha sonraki bir ziyaret için bir makbuz verilecektir." "Kasırga mı?" diye alçak sesle tekrarladı Bronte. Sanki kelimenin hafızasına kazınması için uğraşır gibiydi. "Sen cid di misin?" Sharon, "Latonya Kasırgası," dedi ve yatağına doğru gidip valizini şiltenin üzerine attı. "Şu anda üçüncü derece bir ka sırga ve dördüncü ya da beşinci olmaya doğru ilerliyor. Bu aptal adanın tamamını tahliye ediyorlar." Bir kasırga mı? Bu çok saçma görünüyordu. Bronte ha berlerde bununla ilgili bir şey görmüştü. "Bahamalar'ın ya kınındaki herhangi bir yere doğru gitmiyor," gibi bir şey. Belli ki haber kocaman bir yalandı. 18 Jessica Clare u$b
Alarma geçerek yatağa oturdu. "Nereye gidiyoruz?"
"Hepimiz otobüslerle yakındaki bir yolcu gemisine ta şınacağız, oradan da anakaraya geri götürüleceğiz." Stresli görünen Sharon bikinisinin üzerine bir kot şort geçirdi. "Bu, baştan sona talihsiz bir tatildi." Bronte de herkes kadar "hayat sana limon sunuyorsa sen de limonata yap" görüşüne inanırdı ama artık o da Sharon'a katılmaya başlıyordu. "Kasırganın bu yöne geldiğine inana mıyorum." "Evet. Ayrıca büyük bir kasırga olacağı düşünülüyor. Eş yalarını topla. Gitmemiz gerek." Hızla toplandılar ama Bronte işini Sharon'dan çok daha önce bitirdi çünkü valizini zaten giysi ve ayakkabılarla tıka basa doldurmuş olan Sharon, hediyelik eşya dükkânından da bir şeyler aldığı için şimdi her şeyin valize sığmayacağını fark etmişti. Hangi kıyafetleri götürüp hangilerini geride bıra kacağına karar vormeye çalışarak hayıflanmakla yirmi dakika geçirdi. Tam Bronte yatağın üzerinden atlayıp işi ele almak üzereyken, Sharon hazır olduğunu söyledi. Valizlerini alarak odadan çıktılar. Koridorlarda bir insan denizi vardı; ellerinde valizleri olan, küçük çocuklu turistler. İnsanlar ağlıyor ve tartışıyor, herkes öne geçmek için itişip kakışıyordu. Asansör sırası ko ridor boyunca devam ediyordu ve donuk, fazla sakin tahliye mesajı hoparlörden tekrar tekrar yayımlanıyordu. "Merdivenler?" diye sordu Bronte, Sharon'a. "Topuklularla mı? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Asansörü bekleyebiliriz." Bronte sert cevabını yuttu. "Peki. Asansörü bekleyeceğiz." 19 4^ Milyoner
Öyle de yaptılar. Sırf o aptal alete binebilmek için nere
deyse yarım saat beklemek zorunda kalmışlardı. Lobiye in diklerinde içerisi müşterilerle tıklım tıklım doluydu. Sapına kadar karmaşa hâkimdi ve bunu görür görmez Bronte'nin karnına ağrılar girdi. Sharon ittire ittire yolu açıyordu, Bronte de peşine düştü. Park alanında, amansızca yağan yağmurda güçlükle görülebilen bir sıra otobüs ve otelden ayrılmayı bekleyen bir insan güruhu vardı. Elinde duyuru tahtası tutan, hayattan bezmiş bir adam düzeni sağlamaya çalışıyor ve feci şekilde başarısız oluyordu. Bekledikleri sırada, yağmurluğunda Kızıl Haç simgesi olan bir adam içeri yöneldi, "Pekâlâ," diye bağırdı ve tüm salon sessizleşti. "Düzgün bir sıra oluşturmanıza ihtiyacımız var. Kimliklerinizle pasaportlarınızı çıkarıp hazır tutun. Hepini zi, kasırganın yolundan çekilmek ve anakaraya geri dönmek için tekrar denize açılmayı kabul eden, yakındaki bir yolcu gemisine alacağız. Tekrarlıyorum, lütfen kimlik ve pasaport larınızı hazır bulundurun." Kalabalık mırıldandı ve cepler karıştırılıp cüzdanlar çıka rılmaya başlandı. Bronte küçük el çantasını buldu ve pasa portuyla ehliyetini çıkardı. Sharon el çantasını karıştırırken yüzünde bir panik ifadesi vardı. "Sharon," dedi Bronte gergin bir şekilde, "ne oldu?" "Pasaportumu bulamıyorum," diyen Sharon, kalabalık sıra otobüse binmek için dalga dalga ilerlerken kenara çekildi. Bronte yolunu açarak Sharon'ın yanına gitti. Sinirlenme- meye çalışıyordu. "Valizinde olabilir mi?" "Bilmiyorum! El çantamda olmalı." Sharon çantasını açıp rasgele makyaj malzemeleri ve fırçalar çıkarmaya başladı. 20 Jessica Clare m İj
Çantadan düşen bir ruj, ayak denizi içinde yuvarlanıp gitti.
Sharon onun arkasından bakarken gözlerinde özlem dolu bir bakış vardı. "Kahretsin. O renge bayılıyordum." "Yenisini alırsın," dedi Bronte, sabrı tükenmek üzereydi. "Pasaportunu bul." Sharon'ın gözleri irileşti. "Sence barda olabilir mi?" "Ya barda ya da odadadır." Tatil köyüne vardıklarından beri Sharon'ın bu ikisi dışında bir yere gitmediği düşünülürse "İki numaralı otobüs dolduruluyor," diye seslendi adam. "Lütfen tahliye için düzgün bir sıra oluşturun!" Onu duymazdan geldiler. Sharon elinde iki avuç dolusu makyaj malzemesi tutarken hâlâ çantasını karıştırıyordu. "Burada değil. Odaya dönüp kontrol edebilir misin?" Bronte, Sharon'a bakakaldı. "Ciddi misin?" Sharon, "Evet!" diyerek onu tersledi. Artık dostça dav ranma zahmetine girmiyordu. Makyaj malzemelerini geri tıktı ve ona dik dik bakan insan kalabalığını görmezden ge lerek yere oturup valizinin fermuarını açtı. "Ben burada va lizimi kontrol edeceğim, sonra da bara gidip orada mı diye bakacağım. Sen de benim için odaya bakmaya gidersen bi raz zaman kazanabiliriz." "Üçüncü otobüs için sıraya girin!" diye bağırdı adam. "Kaç tane otobüsleri var?" diye sordu Bronte gergin ger gin. "Geride bırakılmak istemiyorum." "Bulursam seni ararım," dedi Sharon. "Valizini burada bı rak, ben senin için göz kulak olurum." Bronte tereddüt etti. Kayıp pasaportun peşine düşmeyi gerçekten istemiyordu. Sharon'la aynı odayı paylaşmak kor kunç olmuştu ve daha sadece iki gün geçmişti. İki uzun, çok 21 4^ Milyoner
uzun gün. Bronte öyle bir noktaya gelmişti ki Sharon kal
mış ya da kalmamış neredeyse umurunda bile değildi. Şim di bir de korkutucu bir kasırga yoldaydı ve bu durum işleri kötüden berbata çevirmişti. "Kasırga var, Sharon. Herkesin pasaportunu kontrol etmekle uğraşmayacaklarına eminim. Onsuz binmene izin vereceklerdir." "Lütfen, Bronte," dedi Sharon. Valizini yırtarcasına açıp karman çorman giysi yığınını karıştırmaya başlarken bile sesi ağlamaklı çıkıyordu. "Bana yardım et, Bronte. Beş daki ka bile sürmez! Sensiz gitmelerine izin vermeyeceğime ye min ederim. Şurada duran tüm o insanlara bir bak. Herkesi tahliye etmek bir saat sürer." Çok insan vardı, Bronte bunu kabul etmeliydi. Ve yuka rıdaki asansörlerde de sıra vardı. Tatil köyünün boşalması biraz zaman alacaktı. Sharon'ın sesindeki o üzgün bocala mayı düşündü. Lanet olsun. İçini çekerek ceptelefonunu çı kardı ve Sharon'ın burnunun dibinde sallarken sert bir sesle, "Onu bulduğun an beni ara," dedi. "Hadi çabuk," dedi Sharon ona. Ne bir "teşekkür ederim," ne bir "minnettarım," ne bir "sen bir tanesin" Sadece "Hadi çabuk." Ne bekliyorduy- sa Valizini Sharon'ın yanına bırakıp arkasını dönerek asan söre doğru koştu. Bir sonraki yolculuğuna kesinlikle yalnız çıkıyordu.
Pasaport odada değildi. En azından, Bronte olmadığın
dan son derece emindi. Sharon'ın eşyalarla yarattığı kargaşa içinde bunu söylemek çok zordu ama Bronte uysalca çöp 22 Jessica Clare ufu
kovasını baş aşağı etti, küçük banyodaki yarı kullanılmış çe
şitli şişelerin arasına baktı, her bir havluyu silkeledi, hatta şiltelerin arasına bile göz attı. Fakat sonra, Sharon'dan telefon gelmeyince ve onun pa saportu olmadan geri gidemeyecekmiş gibi hissettiği için odayı bir kez daha kontrol etti. Kaygıdan sanki midesine düğümler atılmış gibi hissediyordu. Otobüsler hâlâ aşağıda mıydı? Kimseyi arkada bırakmazlardı, öyle değil mi? Bronte, pencereye doğru ilerleyerek dışarı baktı ama yağmur gittikçe şiddetlenmişti, gökyüzü de daha gri ve daha karanlıktı. Daha fazla yağmur dışında herhangi bir şey gör mek imkânsızdı. Yatağın altını bir kez daha kontrol etti ve artık daha fazla da yanamadı. Sadece yenilgiyi kabul etmesi gerekiyordu. Bronte, boş odaya son bir bakış atarak kapıyı arkasından kapattı. Bu kez koridor boştu ama o can sıkıcı ses hâlâ hopar lörlerden yayılmaya devam ediyordu. Kollarını göğsünde kavuşturarak asansöre doğru yöneldi ve düğmeye bastı. Beklerken parmaklarıyla tempo tuttu. Geçen her saniye bir milyon yıl gibi geliyordu. Asansörün kapısı çınladıktan sonra yavaşça açılarak içe rideki tek bir kişiyi gözler önüne serdi. Asansörün arka ta rafında gri, çift düğmeli takım elbise giymiş bir adam duru yordu. Ceketinin bir tarafında, göğsünün üzerinde, otelde çalıştığını gösteren beyaz bir isim kartı vardı. Bronte'yi gör düğünde suratı asıldı, sanki asansörün onun katında durma ya zahmet etmesinden inanılmaz derecede rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Evet, tamam, Bronte'nin de canı sıkılmıştı. İçeri girdi ve 23 Milyoner
ışığı zaten yanıyor olmasına rağmen parmağını lobi düğme
sine bastırdı. İyice emin olmak için birkaç kere daha sertçe bastı. Harika. Asansörde muhtemelen müdür ya da onun gibi biriyle birlikteydi. Odaya dönenin Sharon değil de ken disi olmasının bir şans olduğunu düşündü. Müdürü Sharon görmüş olsaydı adamın kulaklarını otelin ne kadar korkunç olduğuyla ilgili şikâyetleriyle doldururdu. Hani şu bedava olan otelin. Gözlerini düğmelere dikerek asansör aşağı hareket eder ken ışıklarının yanmasını izledi. Beş kat vardı ve onunki dör düncüydü. Asansördeki adam onun üstündeki katta olma lıydı. Çatı katındaki lüks dairede. Bir tahminde bulunması gerekseydi, Bronte, ilk önce bu misafirlerin tahliye edilmiş olduğunu varsayardı. Belki de müdür bornozları ya da öyle bir şeyleri saymaya falan çıkmıştı. Bütün bir adayı tahliye ediyorlardı. Yüce Tanrım. Eğlen celi ve rahatlatıcı tatili buraya kadardı. Bu tatili keyifli hâle getirmek için çok uğraşmıştı ama tatil sanki berbat geçme ye kararlıymış gibi her seferinde onunla mücadele etmişti, hem de şiddetle. "Eğlence" ve hatta "rahatlama" da bit miş bulunmaktaydı. Bronte hayatında kendini hiç bu kadar stresli hissetmemişti. Lanet olası bir kasırga. Dünyanın en korkunç tatiline tuz biber ekmek için mükemmel bir yol. Asansör panelinde ikinin üzerindeki ışık yandı. Bronte parmaklarıyla kolunda tempo tutarak ışığın birin üzerine geçmesi bekledi. Ve bekledi Ve bekledi Asansörün zangırdamasıyla beraber elektrikler kesildi. Ka 24 Jessica Clare ufu
bin karanlığa gömülürken her yanını dehşet kaplayan Bronte
nefessiz kaldı. "Harika" dedi müdür arkasından. "Kahretsin, harika." Bronte'nin boğazından isterik bir kıkırdama yükseldi. Ha yır. Asıl bu dünyanın en korkunç tatiline tuz biber ekmek için mükemmel bir yoldu.
25 t_>^C/ronte'nin vahşi kahkahası küçük asansörde yankılan dı, sükûneti bozan tek ses buydu. Bronte durabilecek gibi gö rünmüyordu. Bu, gerçekten çok saçmaydı. Korkunç bir oda arkadaşı ve bir kasırgayla birlikte cennet olduğu vaat edilmiş bir yerde tıkılıp kalmıştı. Ya şimdi? Şimdi de yabancı biriyle bir asansörde kapana kısılmıştı. Gerçekten de bunların başına gelmesi için cehennemlik bir karmayı hak etmiş olmalıydı. Arkasındaki adam, soğuk ve iğneleyici bir ses tonuyla, "Bunu komik bulmanıza sevindim," dedi. "Sizi temin ederim ki ben öyle bulmuyorum." "O kadar berbat bir durum ki komik," dedi Bronte kıkır damaların arasından. "Bugün hayatımdaki en berbat gün." "Ben hayatım tehlikedeyken gülmem." "Ben gülerim," dedi Bronte ve yeniden kıkırdamaya baş ladı. Tabii bunların bir kısmı isteri, bir kısmı da endişeydi. İçeride sıkışıp kaldığı adam üzerinde bıraktığı etki pek de cazip olmasa gerekti. "Üzgünüm," diye özür diledi ama sesi, sanki daha fazla kahkahayı bastırıyormuş gibi titrekti. "Ben 27 nfe Milyoner
şu gerginken gülen insanlardanım. Durmaya çalışacağım."
"İyi." Bronte tekrar kıkırdadı, sonra da eliyle ağzını kapattı. Adam hiçbir şey söylemedi. Bronte en azından ışık olmasını diledi. Böylece ona bakabilir ve yüz ifadesinden bir anlam çı karabilirdi. Muhtemelen bunu yapamıyor olması daha iyiydi. Adam ona nefretle bakıyor olmalıydı. Bu yüzden onu pek suç layamazdı. Tam bir budala gibi davranıyordu. İsterik bir budala. Sessizlik çöktü, karanlıkla birlikte daha bunaltıcı bir hal aldı. İkisi de hiçbir şey söylemediler ve Bronte kendini ses sizce, çınlayan kasırga uyarısını yapan hoparlörün monoton ve bangır bangır sesini duymayı beklerken buldu. Yalnızca sessizliği bozmak için. Bir şey. Herhangi bir şey. Karanlıkta uzanarak asansörün tam olarak ne kadar bü yük olduğunu hatırlamaya çalıştı. Karşı tarafa on beş adım? Daha mı az? Daha mı çok? Buna dikkat etmemişti. Yine de ileriye doğru bir adım atarsa uzattığı kolunun yabancıya çar pacağından şüphelendi. Samimi. Kapana kısılmış oldukları göz önünde bulundu rulursa biraz fazla samimi. Acaba birisi fark etmeden önce burada ne kadar süre sı kışıp kalabilirlerdi? Ya feribot anakaraya gitmek üzere çoktan adadan ayrıldıysa? Bronte bunu ya da üzerlerine gelen kasır gayı düşünmemeye çalıştı. Birisi onlar için gelecekti. Bronte kurtarıcıların muhtemel seslerini duymak için bekledi. Bekledi Bekledi Karanlık boğucuydu, asansördeki tek ses hızla nan nefesiydi. Onun nefesi ve müdürünki. Elektriğin yakın zamanda geri geleceğinden umudunu 28 Jessica Clare ufb
kesen Bronte asansörün zeminine doğru kaydı. Bacakların
da soğukluğu hissetti. Bu, asansördeki havanın biraz bunal tıcı olmaya başladığı dikkate alınırsa hoş bir değişiklikti. Ne kadar zamandır bu karanlıkta oturuyorlardı? On dakika mı? Yirmi mi? Kasırga buraya ulaşmadan önce ne kadar vakitleri vardı? El çantasına sıkıca sarıldı. Telefonu. Tabii ya. Onu unuttuğu için kendini tam bir aptal gibi hissetti. Sharon'ı arayabilir ve asansörde sıkışıp kaldığını söyleyebilirdi. Çantasının içini karıştırarak parmak uçlarıyla telefonunu buldu ve çıkarıp açma tuşuna bastı. Mavimtırak ışık asansörün dibinde etrafını sardı, parlaklı ğıyla neredeyse onu kör ediyordu. Şarjı en az seviyedeydi; telefonundan kitap okuduğu için elinde kalanın bu olduğu nu düşündü. Önemli olan bu değildi. Ekran bir mesajla ay dınlanmıştı: "Kapsama alanı dışı." Kahretsin. Asansörün karşı tarafında da başka bir ışık canlandı ve Bronte yüz hatları telefonun ışığıyla aydınlanan takım elbiseli adama göz gezdirdi. Yakışıklı. Ondan birkaç yaş büyüktü, güç lü bir çenesi ve burnu vardı. Adam telefonunu hemen yeni den kapalı duruma getirdi. "Sinyal yok." Sesi bezgin çıkıyordu. Tekrar karanlığın içine itildiklerinde Bronte gözünün önün deki kırmızı noktalaryüzünden gözlerini kırpıştırdı. Sanki adam ileri doğru hareket ediyormuş gibi hafif bir hava kendisine sü rünüp geçtiğinde Bronte duvara yapıştı. "Ne yapıyorsunuz?" Tuşlar tıkırdadı. Adam onu umursamıyor gibiydi. "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu tekrar. Alarm zili çalmaya başlayınca Bronte öyle bir ürktü ki yü reği ağzına gelerek oturduğu yerde sarsıldı. "Acil durum alarmı," dedi adam alçak bir sesle. "Birisi onu duyup bizi bulmaya gelmeli." 29 Milyoner
"Tabii hâlâ orada birileri varsa," diye belirtti Bronte.
"Peki ama sen küçük Bayan Günışığı değil miydin?" dedi adam. "En azından ben oturup kıkırdamaktan başka bir şey ler yapıyorum." "'İnsan davranışı üç ana kaynaktan doğar: arzu, duygu ve bilgi/" diye alıntı yaptı Bronte. "Ne?" Karanlıkta çenesini dikleştirerek, "Platon," diye açıkladı. Uzun bir duraksama oldu. Ardından, "Bunu yazarken Platon'un aklındaki şeyin 'kıkırdama' olduğunu düşünmüyorum," diye karşılık geldi. "Hey," dedi Bronte, öfkeden burun delikleri genişleyerek. "Buna sinirden gülmek denir, seni ahmak. Ben kendimi rahat sız hissettiğimde gülerim. Hadi, bunun için beni dava et. Bu arada bir fikir: Burada birlikte sıkışıp kaldığımıza göre neden beş dakikalığına böyle bir pislik olmamayı denemiyorsun?" Adam hiçbir şey söylemedi, yalnızca alarm düğmesine vurmaya devam etti. Onun hiç durmaksızın alarma basarak geçirdiği yaklaşık yirmi dakikanın sonunda Bronte kulaklarını kapatıp bunu kesmesini söylemek istedi ama bu tabii ki aptalca olurdu. Biri alarmı duyarsa buradan çıkabilirlerdi. Fakat yine de kimse gelmiyordu. Elektrikler hâlâ kesikti. Telefonunu açık duruma getirip saate bakarken pilin neredeyse tükenmiş ol duğunu görmezden gelmeye çalıştı. Bir saattir oradaydılar. Otobüsler hâlâ dışarıda olmalıydı, ta bii ki. Tüm bu yağmurun altında, ne tür bir tahliye olursa olsun, biraz zaman alırdı. Asansör de havasız olmaya başlamıştı. Ya 30 Jessica Clare m$u
öyleydi ya da Bronte sadece hiperventilasyonun* ilk safhala-
rındaydı. Bir elini ıslak alnına götürdü ve daha yavaş soluk alıp vermeye niyetlendi. Bu müdür olacak pislikle kapana kısılmış olmasaydı, işi çok daha kolaylaşabilirdi. Bu adamın yönettiği otelden de anca böyle çöplük olurdu zaten. "Yakında birinin seni aramaya gelmesi gerekmez mi?" diye sordu adama. Tahliyeyi koordine etmesi için tabii ki müdürle rine ihtiyaçları olacaktı. "Sen öyle san." Bu sefer bir iğneleme yoktu. İyi, ne güzel. İlerleme kay dediyorlardı. Bronte çantasını karıştırdı ve bir parça sakız çıkararak ağzına atıp sinirle çiğnemeye başladı. Ezici, sabit karanlıkta her hareketin çok büyük bir önemi varmış gibi geliyordu. Eliyle çantasının içindekileri karıştırarak faydalı herhangi bir şey aradı. Bir tükenmezkalem. Çek defteri. Pa saport. Cüzdan. Bozuk para. Doğum kontrol hapları. Eli bu sonuncuya değdiğinde, isterik bir kahkahayı daha bastırdı. Adamın onun kahkahasına karşılık içini çektiğini duydu. Ça resizlikten bunalmış gibiydi. Onun için de kötüydü ki Bronte artık akıl sağlığının sınırlarını zorluyordu. Fakat konuşmaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden, "Sence otobüsler hâlâ dışarıdalar mıdır?" diye sordu. "Bilmiyorum ve umurumda da değil." Tanrım. Daha kaba olunabilir miydi? "Müşteri hizmetleri ya da öyle şeylerde iyi olman gerekmiyor mu senin? Bura dan bakınca başarısız gibi görünüyorsun." Adam eğlenmiş görünüyordu. "Öyle mi?" * Hiperventilasyon, tıpta gerekenden daha hızlı ve/veya daha derin nefes alma durumudur. Genellikle panik atakla birlikte gelen bayılma hissi ve diğer istenmeyen semptomlara yol açar, (ç.n.)
31 4» Milyoner
"Evet, bir müdür olarak sosyal yeteneklerin üzerinde ça
lışmak isteyebilirsin. Benden söylemesi." "Bunu aklımda tutacağım," dedi kuru ses. Bronte esnedi. Şimdi ilk dehşet hissi yavaş yavaş azaldığı için artık adamdan korkmakla değil, ona sinirlenmekle meş guldü. Buna bir de artan rutubet eklenince Uykusu gelmeye başlamıştı. "Öyle mi? Kasırga buraya varmadan önce seni uzaklaştı racak özel bir ulaşım aracın var sanırım?" Bir anlık sessizlik. Sonra: "Bir helikopter." Peki, o zaten üst düzey yönetici değil miydi? "Tamam, hadi şunu bir daha deneyelim. Sence helikopterin hâlâ bu rada mıdır?" Uzun bir duraksama. Sonra adam gönülsüzce kabul etti: "Hava kötüye gidiyorsa, hayır." "Öyleyse sen de biz avam tabakasındakilerle birlikte oto büse binmek zorunda kalabilirsin." Bronte çantasını yastık olarak kullanarak yere uzandı. "İnşaatçıların dedikleri gibi, 'Küçük taşlar olmadan büyükleri düzgün durmaz."' "Biraz daha mı felsefe?" "Sadece üzerinde düşünecek küçük bir şey," dedi ters ters. "Öyle," dedi adam alçak sesle ve Bronte onun iğrenç alarmı bıraktığını fark etti. Belki de pes ediyordu. Bronte'nin ettiği kesindi. Bir an sonra adam, "Seni arayan birileri var mı?" diye sordu. İç çekişi, karanlığın içinde beklediğinden yüksek sesli gel mişti. "Bilmiyorum. Buraya bir arkadaşımla geldim ama o bi raz aklı havada biri. Benim kayıp olduğumu fark edecek mi yoksa başka bir otobüse bindiğimi mi varsayacak bilmiyorum." Bunu düşünmekten nefret ediyordu ama en nihayetinde söz 32 Jessica Clare u$b
konusu şey Bronte'nin güvende olduğundan emin olmak için
arkada kalan Sharon mı, yoksa Dodge'dan inen Sharon mı ol duğunda, Bronte onun hangisini seçeceğini biliyordu. "Biri nin gelip herkes anakaraya kaçmadan önce binanın tamamen boşaltıldığını kontrol edeceğini düşünmek istiyorum." "Hımm." Adamın ses tonu düşündüklerini açık etmiyor du. Sanki durumun böyle olacağından hiç emin değilmiş ama Bronte'yi idare etmek istiyormuş gibiydi. Evet, Bronte de bundan emin değildi ama kulağa hoş geliyordu. 0 yüzden, çantasını düzelterek yanağını üzerine yasladı ve yardımın gelmesini bekledi.
Bronte bir süre sonra uyandığında ağzı kurumuş, vücudu
ağrı içindeydi. Sağır edici bir sessizlik vardı, derin karanlık her yeri kaplıyordu. Hâlâ elektrik yoktu. Hâlâ asansördeydi. Ürkerek gözlerini ovuşturup oturdu. "Merhaba?" "Hâlâ buradayım." Onunla birlikte kapana kısılmış adamın sesi sinirliden ziyade bitkin geliyordu. "Hiçbir şey kaçırmadın." "Uyumuş olmalıyım. Ne ne kadardır kendimde değilim?" "Altı saat kadar." Altı saat mi? Aman Tanrım. Dehşet, genç kadının kalbinin göğsünde hızla çarpmasına neden oldu. "Bizi aramaya gel miyorlar mı?" "Tahminime göre hayır." Bronte derin bir nefes alarak paniğe kapılmamayı diledi. Tah liye edilmiş bir adada asansörde kısılıp kalmak. Kapana kısılmış. Havalandırma da birkaç saattir çalışmadığı için asansör artık iyi ce bunaltıcı bir sıcaklıktaydı. "Bizi nasıl arkada bırakabildiler?" 33 n fc Milyoner
"Yine sadece bir tahmin ama ben olsam, tahliye karmaşa
sı sırasında birinin işi yüzüne gözüne bulaştırdığını söylerdim." Adamın ses tonu çözümleyici ve sıkkındı. Kızgınlığı hâlâ ona mıydı yoksa duruma mı? Bronte bu nun bir önemi olmadığını düşündü. İkisi de yakın bir zaman içinde herhangi bir yere gitmiyorlardı. Vücudunun ne kadar tutulduğundan ve terden nasıl ya pış yapış olduğundan çekinen Bronte doğrularak oturdu. Ah. Cehennemdeymiş gibi susamıştı ve sıcak da bir rahat bırakmıyordu. Tahliye için giydiği kot pantolon ve tişört bo ğucu bir his veriyordu. Sandaletlerini ayağından fırlatıp attı, sonra da bir şey görmemesine rağmen, asansörün adamın durduğu köşesine doğru baktı. Soyunursa adam bunu fark eder miydi? Umurunda olur muydu? Bu tehlikeli miydi? Adam onun üzerine saldırıp ırzına geçecek bir tipe benze miyordu ve Bronte sıcaktan perişan hâldeydi. Bir dakika daha tereddüt ettikten sonra fermuarının çı kardığı yüksek ses karşısında kaşlarını çatıp bedenini yavaş ça titreterek kot pantolonunu çıkarmaya başladı. "Ne yapıyorsun sen?" Adam doğal olarak bu küçük sesi yakalamıştı. Tam da beklendiği gibi. "Soyunuyorum. Burası çok sıcak. Yalnızca asansörde ken di tarafında kal, seni rahatsız etmeyeceğim." Bronte asansörün onun olduğu tarafından da giysi hışır tıları duydu. "İyi fikir." "Bu bir iltifat mıydı? Hayret. Delice kıkırdamalarım için affedildim mi?" diye takıldı. "Henüz değil." Kısa kesmesi sohbeti kapatma belirtisiydi. "'Başkalarında birçok şeyi affet, kendinde hiçbir şeyi.'" 34 Jessica Clare uIm
"Burada oturup tüm öğleden sonra Platon'dan alıntı mı
yapacaksın?" Sesi neredeyse eğleniyor gibi çıkıyordu. "Aslında bu Ausonius'tu. Ve evet. Felsefe diplomasını bo şuna almadım." Tişörtünü çıkarttı ve hararet basmış tenine hava değdiğinde zevkle içini çekti. Üzerinde yalnızca sutyen ve külotuyla kaldığında hemen serinlediğini hissederek rahat ladı ve çıkardığı giysilerini katlayarak çantasının içine tıkıştırdı. "Boxer'la kalana kadar soyunabilirsin, biliyorsun," dedi ada ma. "Seni göremiyorum, üstelik böyle çok daha iyi hissettiriyor." "Sanmam." "Yoksa slip mi?" diye sormaktan kendini alamadı. "Bana bir boxer giyen biri gibi gelmiştin." Aslında adam ona pek bir şey gibi gelmemişti. Elektrikler gitmeden önce ona sadece kısacık bir bakış atabilmişti ama ona takılmak hoşuna gidiyordu. Nedense bu, içinde bulun dukları cehennemden çıkma sınamayı hafifletip daha az bo ğucu hale getiriyordu. "Neden giysilerim hakkında sorular sorup duruyorsun?" Adamın sesi gergin ve tatsız geliyordu. Bronte içini çekti. "Buna sohbet etmek deniyor. Nasıl yapıldığını sen de öğrenmelisin." Elinde telefonuyla -açık konuma getirip pilini bitirmeye cesaret edemiyor olsa da- yere kıvrılarak bir an düşündükten sonra kendini takdim etti: "Benim adım Bronte." "Bronte mi? Charlotte'tan mı Emily'den mi*?" Adam hakkındaki kanısı istemeye istemeye bir derece daha olumlu oldu. Normalde insanlar isminin nereden geldi ğini fark etmektense dinozorlar hakkında espriler yaparlardı. * Jane Eyre romanının yazarı Charlotte Bronte ile kardeşi Uğultulu Tepeler romanının yazarı Emily Bronte'ye atfen, (ç.n.)
35 >1» Milyoner
"İkisinden biri. Sanırım ikisi birden. Bu onu bir yere götürmemiş
olsa da annemin klasik edebiyata karşı bir hayranlığı vardı." "Demek ki annelerimizin ortak bir yönü varmış." "Öyle mi? Seninki de tepeden tırnağa bir hayalperest miydi yani?" "Benimki revü kızıydı" dedi adam açıkça. "Bana söyle nene göre gerçeklerden çok uzak ve fazlasıyla hoppaymış." "Ah. Hımm." Bu pek de Bronte'nin kastettiği şey değildi. Onun annesi, ayakları zerre yere basmasa da tatlı ve ilgili bir kadındı. Ayrıca insanlardaki en iyi yönlerden başka herhan gi bir şeyi görmeyi inatla reddederdi. Bronte'nin çocuklu ğunun bu kadar saf ve bu kadar yanlış geçmesinin sebebi de buydu. Bronte kötü anıları uzaklaştırdı. "Amacım annem hakkında kötü bir imada bulunmak değildi. Yalnızca gerçekçi bir yanı yoktu. Hepsi bu. İyi bir kadındı. Neyse, kitapları se verdi, özellikle de klasik edebiyatı." "Ve sen de onun bu sevgisini miras aldın, anlıyorum. An tik filozoflara karşı bir hayranlığın varmış gibi görünüyor." "Herkesin bir hobisi vardır," dedi Bronte neşeyle. "Peki ya sen?" "Benim yok." "Bir hobin yok mu? Hiç mi?" "Ben çalışırım. Bu bütün vaktimi alıyor. Gerçi sanırım za manımı asansörlerde masum adamları sözlerimle dövebil mek için kısa ve öz alıntılar ezberlemeye harcayabilirim." Tamam, Bronte şimdi kendini aptal gibi hissetmişti. "Ben vay canına. Üzgünüm. Ben sadece" "Sana takılıyordum," dedi adam. Sesi yine genç kadının kabalık olarak algıladığı o kesin, haşin tondaydı. Belki de sa 36 Jessica Clare 4m
dece adamın tarzı buydu ve Bronte yüzünü göremediği için
fark edememişti. "Ah." İşte şimdi kendini süzme salak gibi hissediyordu. "Fark etmemiştim." Aralarında uzun süren bir duraksama oldu, sonra Bronte konuyu değiştirmek için atıldı: "Peki, se nin adın ne?" Adam sanki bunu ona söylemenin faydalarını tartıyor gibi biraz tereddüt etti. "Logan Havvkings." "Güzel bir isim." "Öyle." Şimdi sesinde kesinlikle üstü kapalı bir gülüş vardı. "Bu kadar komik olan ne?" "Hiçbir şey." Bir şeyin onu çok eğlendirdiği kesindi ama Bronte bunun ne olduğunu bilmiyordu. Biraz rahatsız hisseden Bronte, ye niden yere uzanarak yanağını katladığı giysilerinin üzerine dayadı. "Sence burada ne kadar kalacağız?" "Sanırım bu, kasırganın Seaturtle Adası'm ne kadar doğ rudan vuracağına göre değişir. Sonra da kurtarma çalışma larının organizasyonuna göre." Bronte sıcağa bağlı olarak yeniden uykusunun geldiğini hissederek esnedi. "Ben şu ana kadar yaptıkları işten pek etkilenmedim." Genç adam burnundan soludu. "Al benden de o kadar." Konuşma yeniden kesildi ve Bronte, adam bir kez daha sessiz kalmanın iyi olacağına karar vermeden önce bu boşluğu doldur ması gerektiği sonucuna vardı. "Bir ailen var mı, Logan?" "Hayır." Bu kesinlikle kısa ve kesik iki heceydi. Öyleyse adamın istediği bir sohbet değildi. "Benim de yok. Kansas City'de birkaç oda arkadaşım var 37 Milyoner
ama tatilde olacağım sanıldığı için en azından bir hafta bo
yunca yokluğumu hissetmezler." Aklından acı verici bir dü şünce geçti. "Tanrım, umarım bir hafta boyunca burada sı kışıp kalmayız." "Bunun olacağından şüpheliyim." "Nedenmiş o?" "Çünkü ona gelene kadar susuzluktan öleceğiz." Bronte aniden sandaletinin tekini ona fırlatmak için çok güçlü bir istek duydu. "Böyle şeyler söyleme." "Tamam öyleyse, kasırga yüzünden öleceğiz." "Senin için hep bardağın yarısı boş, öyle değil mi? İşleri bu şekilde düşünme. Belki de otel çalışanlarından biri arka da kalmıştır ve seni aramaya gelecektir. Katları kontrol et mesi için birini görevlendirdin mi?" "Birini görevlendirmek mi? Ne diye böyle bir şey yapa yım ki?" Bronte karanlığa doğru kaşlarını çattı. "Bir yaka kartın var. Sen burada müdür değil misin?" "Ah evet. Ve hayır, katları kontrol etmesi için birini gö revlendirmedim." Harika. Yalnızca yıpratıcı bir adam türü olmakla kalmıyor, acil bir durumla baş etmekte de beceriksiz gibi görünüyor du. Bronte yeniden elini ağzına götürerek esnedi. Bu sıcak öyle çok uykusunu getiriyordu ki. Yan odadaki insanlar ve akrobasileri sağ olsun, önceki gece de çok iyi dinlenmemiş ti. Bu arada aklına gelmişken "Müdür olduğuna göre bir öneride bulunabilir miyim?" "Seni durduramam." "Daha kalın duvarlar." 38 Jessica Clare u İ-‘
"Efendim?" "Duvarların daha kalın olmasını isteyeceğine eminim. Bazılarından her şeyi duyabiliyorsun. Benden söylemesi." "Bunu aklımda tutacağım." Sesi yine eğlenmiş gibi çıkıyordu. Rüzgâr uğuldadı ve Bronte uzaktan gelen bir çatırtı du yunca bir anda dikildi. "O neydi?" Adamın ayağa kalktığını duydu. "Kasırga geliyor olmalı," dedi genç adam. "Eyvah." İçini yeniden dehşet kaplamaya başladı. "Bura dan çıkmamız gerek, Logan." "Biliyorum." Bronte, tırnaklarını kemirmeye başladı, kasırgayı duya bilmek için gerinirken ağzı kupkuru olmuştu. Dışarıda neler oluyordu? Acaba Sharon onun hiç geri gelmediğini fark et miş miydi? Bundan şüpheliydi. Muhtemelen pasaportunu barda bulmuş, sonra da en yakındaki adamla flört etmeye başlamıştı. Arkadaş işte. Bronte bir dahaki tatile kesinlikle yalnız çıkacaktı. Acayip bir kazıma sesi duyuldu ve titrek bir ışık belirerek gitgide büyüdü. Bronte hayretle Logan'ın asansörün kapıla rını ayırmaya çalışmasını izledi. İki kat arasında sıkışmışlar dı. Biraz tuğla seçebildi, sonra adam ikinci kapı sırasını itip açtığında içeriye daha fazla ışık doldu. Genç adamın bedeni aydınlanınca, Bronte onun pantolonuna kadar soyunmuş olduğunu görebildi. Göğsü çıplaktı ve terden parlıyordu. Adam ilk kapı sırasını bıraktığında kayarak kapanmaya başladılar, bunun üzerine onları tekrar tutup destekleyerek genç kadına baktı. "Sanırım atlayabiliriz." Bronte giysilerini ve çantası kaptıktan sonra ilerleyerek 39 ^ Milyoner
kenardan aşağı baktı. Elli santimetre kadar bir açıklık vardı,
aşağıya kadar da en azından iki metrelik bir düşüş olacak gibi görünüyordu. "Bu güvenli mi?" "Burada kalmaktan daha güvenli." Dediği doğruydu. "Peki, bunu nasıl yapıyoruz?" Logan kapıları açık tutmaya devam ederek düşündü. Yüzü hafif ışıkta köşeli görünüyordu. "Sen kapıları tutabi lirsen ben kayarak aradan geçerim ve sonra da onları açık tutacak bir şey bulurum." Bu kulağa çok sinir bozucu geliyordu. Bronte'nin onun kendisi için geri döneceğine güvenmesi gerekiyordu. "Ya önden ben gidersem?" "Ben daha güçlüyüm. Kapıları destekleyecek bir şey bu lamazsam sen aşağı sürünürken onları senin için açık tut mam gerekecek. Senin aynı şeyi benim için yapabileceğin den emin değilim." Kahretsin. Dediğinde haklıydı. Bronte dudağını ısırıp ya vaşça başını salladı. "Tamam. Onları tutacağım." Yerlerini değiştirdiler ve Logan giysilerini toplayıp hızla üzerine geçirirken Bronte kapıları tuttu. Genç kadın muhte melen kendisinin de giyinmiş olması gerektiğini, bir asan sörün içinde, üzerinde yalnızca leopar desenli bir sutyen ve parlak pembe şort külotla durduğunu düşünmemeye çalıştı. Daha kötüsü de olabilirdi, diye varsaydı. "Hazır mısın?" Logan yere çömelerek boşluğu inceledi, sonra da genç kadına baktı. "Bacaklarının arasından geçsem seni rahatsız eder mi?" "Ah, hayır," dedi Bronte. "Elbette. Bacaklarım, istila eden varlığını memnuniyetle karşılarlar." 40 Jessica Clare ‘<t»
Bu sefer adam kıkırdadı ve Bronte kıpkırmızı kesildi. "Ben
yalnızca kapıyı tutuşunun gevşememesini istemiştim/' dedi ona. "Hepsi bu. Yukarı bakmayacağıma söz veriyorum." Bronte, "Sadece bizi buradan çıkar," dedi ve adam araların dan kayarak geçebilsin diye bacaklarını çekinerek yanlara açtı. Bu, eve geri dönebilirse anlatacağı bir hikâye olmayacaktı. Eve geri döndüğümde, diye tekrarladı kendi kendine, döndüğümde. Logan vücudunu titretip silkinerek asansörden çıkarken Bronte hava durumuna odaklandı. Ara sıra bardaktan bo şanırcasına yağan yağmurun ve kulağa tehlikeli gelen rüz gârın şiddetle estiğini duyabiliyordu. Asansörün içindeyken en kötüsünden yalıtılmış durumdaydılar ama kapılar açıldı ğında, kasırganın tepelerinde olduğu ve kapana kısıldıkları açıkça ortaya çıkmıştı. Aniden Logan'ın bedeni gözden kayboldu ve Bronte onun birden aşağıdaki yer döşemelerine çarptığını duydu. İrkildi ve neredeyse kapıları bırakıyordu. "Sen iyi misin?" "İyiyim. Yalnızca dengemi kaybettim. Orada dur, emekleye rek dışarı çıkabilmen için kapıları tutacak bir şey bulacağım." "Tamam," dedi Bronte kurumuş dudaklarını yalayarak. Başı nı aşağı uzatıp onun yüzünü iyice görmeye çalıştı ama kapıları tuttuğu açıyla bu imkânsızdı. Yürüyerek uzaklaştığını duydu ve içinde bir panik dalgasının yükseldiğini hissetti. Adam gitmişti. Ya geri gelmezse? "Acele et!" diye ciyaklayarak onun bu son ya karışı duyduğunu umdu. Şimdi asansör biraz bunaltıcı bir his veriyordu ve Bronte'nin kolları da kapıları açık tutmaktan ağrımaya başlamıştı. Onları açık tutmak zor olduğundan değil ama yorgunluktan bitip tü 41 4u Milyoner
kenmiş, susamış ve acıkmıştı. Ve biraz da korkmuştu. Tamam,
çok korkmuştu. Zaman dayanılmaz bir yavaşlıkta akıyor, her saniye ağır çe kimde ilerliyordu. Logan dönene kadar sonsuz zaman geçmiş gibi geldi ve Bronte genç adamı aşağıda gördüğünde rahatla yarak neredeyse hıçkırıklara boğuldu. Logan kısa bir merdi ven kurdu, sonra da kapıları alt taraftan kavrayarak açık tuttu. "Kollarımın arasından kayarak geçmen gerekecek," dedi genç kadına. "Karnının üzerine yat ve önce bacaklarını indir." Bronte başıyla onayladı. "Anladım. Şimdi bırakabilir miyim?" "Bırak." Öyle yaptı ve kapıları serbest bırakırken bir an için ne fesini tuttu. Sonra tereddüt etti. Yalpalayarak aşağı inerse poposunu az çok onun suratına sokacaktı. "Belki önce giyin meliyim" "Gel artık!" "Tamam, o zaman gözlerini kapat!" "Gözlerimi kapatmayacağım, Bronte. Sadece gel artık. Bunu sonsuza kadar tutamam. Kasırga neredeyse tam üze rimizde." Bronte bir an daha tereddüt etti ama dışarıdan gelen bir çatırtı kararını vermesini sağladı. Dudağını ısırarak çantasını ve giysilerini asansörden dışarı attı sonra da bacaklarını de likten sallandırdı. Yarısına kadar dışarı çıkmışken gözlerinin önünden elektriğin geri geldiği ve asansörün onu ikiye böl düğüyle ilgili görüntüler geçmeye başladı ve arkasının ada mın yüzüne sürtünmesini ya da kıpır kıpır ayağının ucunu koyabileceği bir yer bulamamasını umursamadan tamamen dışarı çıkmak için acele etti. 42 Jessica Clare u
nest...