müddessir suresi nüzul sebebi / seafoodplus.info | Tefsir | MÜDDESSİR

Müddessir Suresi Nüzul Sebebi

müddessir suresi nüzul sebebi

MÜDDESSİR SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in yetmiş dördüncü sûresi. Elli altı âyet, iki yüz elli beş kelime ve bin on harften ibarettir. Fasılası elif, he, nûn, dal ve ra harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Alâk sûresinden sonra nâzil olmuştur. Kur'an'ın ilk nâzil olan sûresi olduğu rivâyet edildiği gibi, Müzzemmil sûresinden sonra nâzil olduğu da rivayet edilmektedir. Ancak ilk nâzil olan âyetlerin, Alak sûresinin birinci bölümünü oluşturan ayetler olduğu ittifakla kabul edilmiştir (İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul , VIII, ). Adını ilk ayetinde geçen, örtüye bürünen anlamındaki "müddessir" kelimesinden almıştır.

Alak Sûresinin ilk âyetleri nâzil ol duktan sonra vahiy kesilmişti (fetretü'l-vahy)* Rasûlüllah (s.a.s), buna çok üzülmüş ve adeta ne yapacağını şaşırmıştı. Cabir İbn Abdullah (r.a.), vahyin gelmediği o dönemden sözederken Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle söylediğini rivayet eder: "Bir gün yolda yürüyordum. Aniden gökten bir ses işittim. Başımı kaldırdığımda, daha önce Hira mağarasında gördüğüm o meleği, yerle gök arasını dolduran bir kürsüde oturur vaziyette gördüm. Dehşete kapılarak, hemen eve döndüm. "Beni örtün, beni örtün"diye bağırıyordum. Evdekiler beni örttüler. Bunun üzerine Allah tarafından bu; "Ey örtünen" ayetiyle başlayan süre nâzil oldu. "

Mekke müşriklerinin Peygamber (s.a.s)'e karşı tavır koyarken içinde bulundukları açmazı ilginç bir şekilde ortaya koyan diğer bir rivayet de şöyledir:

Hac günleri gelmiş, tüm Arap yarımadasından topluluklar Mekke'ye gelmeye başlamıştı. Mekkeli müşrikler telaş içerisinde, insanları Hz. Peygamber (s.a.s)'den nasıl uzak tutacaklarının yollarını arıyorlardı. Kendileri, Kur'an-ı Kerim'in çarpıcı ilâhî uslubu karşısında çaresiz kaldıkları için, bu ilâhî mesajı duyan insanların etkilenip Peygamber'e uyacaklarından endişe ediyorlardı. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid İbn Muğire, Nadr İbn Haris vb. Daru'n Nedvede toplandılar. Aralarında şu konuşma geçti. "Hac günleri geldi. Arap kabilelerinin elçileri gelmeye başladı. Üstelik onlar, hakkında bir şeyler duydukları Muhammed'in söylediklerini soruşturup duruyorlar. Siz ise, onun hakkında farklı farklı şeyler söylüyorsunuz. Kimi deli, kimi kâhin, kimi de şairdir diyor. Ancak her Arab bilir ki, bunların hepsinin bir tek kimsede bulunması mümkün değildir. Onun için, herkesin kullanacağı tek bir kelime üzerinde karara varalım. Onlardan birisi kalkıp; "şairdir diyelim" dedi. Velid buna itiraz ederek şöyle dedi: "Ben bir çok şâir dinledim. Muhammed'in hiç bir sözü onlara benzemiyor" "Öyleyse kâhindir diyelim" dediler. Velid; "kâhin bazan doğru söyler, bazan da yalan söyler. Muhammed asla yalan konuşamaz" diyerek yine itiraz etti. Bu defa akıl hastasıdır diyelim dediler. Velid tekrar itiraz ederek şöyle dedi: "Akıl hastaları insanlara saldırır. Muhammed asla böyle bir şey yapmadı".

Velid ayrılarak evine gitti. Oradakiler Velid'in şirkten döndüğünü zannettiler. Bunun üzerine Ebu Cehil, doğruca Velid'in evine giderek ona; "Abdu'ş-Şems! Sana neler oluyor! Kureyş bir şeyde ittifak ediyor, sen karşı çıkıyorsun. Onlar da senin, delil getirerek dininden döndüğünü zannettiler" dedi. Velid; "Benim bu iş için delile ihtiyacım yoktur" dedi ve ekledi: "Ben iyice düşündüm, o neden bir sihirbaz olmasın? Çünkü onun, babayla oğlun, kardeşle kardeşin, karıyla kocanın arasını açtığını, onları birbirinden ayırdığını duydum ve onun mutlaka bir sihirbaz olduğuna karar verdim". Bu sözü Mekke'de yaydılar. Bunu duyan halk; "Muhammed sihirbazdır" diye bağırmaya başladı. Rasulullah (s.a.s), bu söylenenleri duyunca üzüntü içerisinde eve döndü ve elbisesinin içine büzülerek yattı. Bunun üzerine; "Ey örtülere bürünen " ayeti nâzil oldu (Bu rivayetler için bk. el-Kurtubi, el-Câmi Li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut , XIX, ).

Bu olay, Mekke müşriklerinin ve sonraki çağlarda hayatlarını İslâm düşmanlığına adamış inkârcıların içinde bulundukları çelişkili ruh yapılarını ortaya koyması açısından ilginçtir. Görüldüğü gibi Velid b. Muğire; "Muhammed asla yalan konuşmaz" dediğinde bunu, oradaki herkes susarak onaylamıştı. Bu aynı zamanda Peygamber (s.a.s)'in getirdiği ilâhî mesajın da tasdik edilmesi anlamını taşır. Bir kimsenin yalan söylemesinin imkansızlığını kabul etmek, söylediklerine inanmayı zorunlu kılar. O halde, müşriklerin inkarlarında ısrar etmelerinin sebebi nedir? Bir kimse, zâhiren ne kadar katı bir şekilde inkarda bulunursa bulunsun; Allah'ın takdir ettiği dünyevî ve uhrevî gerçeklerin somut olarak kuşatması altında olduğu hissinden kendini asla kurtaramaz. Öyleyse o, Allah'a karşı, bir ölçüde bilinçli bir başkaldırı içindedir. Kâfirlerin bir takım dünyevi çıkarlardan dolayı inkar ederek isyanda bulunmaları, onların birer zalim olmalarına sebeb olmuş; bu da İslâm'la aralarına onu anlamalarını engelleyen bir perde oluşturmuştur.

Onların, küfürlerinde ısrar edişlerinin sebebi, İslâm'ın gerçekliği hakkındaki şüphelerinden kaynaklanmıyordu. Riyaset ve zenginlikleri, böbürlenmelerine, kendilerini diğer insanlardan üstün görmelerine sebeb oluyordu. Toplumun akıllarınca en şereflileri kendileri olduğuna göre, Allah Teâlâ'nın peygamberlik gibi yüce bir görevi kendilerinden birine vermesi gerekirdi.

Câhiliyye yaşamının pisliklerinin körelttiği akılları, Muhammed (s.a.s) gibi zenginliği ve riyaset iddiası olmayan mütevâzi birine risâletin verilmesini idrak edemiyordu. Ona karşı olan hased ve kıskançlıkları, sapıklıklarında inad etmelerine sebeb oluyordu. Bu, Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilir: "Hayır! (Onların inanmaları anlamadıklarından değil) her biri kendilerine ayrı ayrı sahifeler verilmesini ister" (52).

Sûre daha başlangıçta, insanları şirkin ve zulmün karanlığından, zorbaların tahakkûmünden kurtarıp hidayete ulaştırmak için Cenab-ı Allah'ın peygamber olarak seçtiği o nezih kulun şahsında bütün mü'minlere sesleniyor: "Kalk ve insanları uyar" (2). Bu hitap kıyamete kadar mü'minlerin kulağında çınlayacaktır. Allah Teâlâ, müslümana daldığı derin uykudan, büründüğü örtüden sıyrılıp, cehenneme doğru sürüklenen insanları Allah'ın dinine döndürmek için cihada ve mücadeleye girişmeyi, bu yolda karşılaşılacak meşakkatlere hazır olmayı emrediyor.

Bu işe başlamadan önce, bedenî ve ruhî bir ön hazırlığın olması gereklidir. Allah Teâlâ, bu terbiyeyi ihtiva eden emirleri verirken vurguladığı noktalar, bir müslümanın cihad yolculuğunda yaşaması gereken hayatın üzerine bina edileceği temel unsurları da bize sunmaktadır: "Rabbini yücelt! Elbiseni temizle! Azaba götürecek şeylerden sakın! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin(in rızası) için (müşriklerin eziyet ve sıkıntılarına şimdilik) sabret!" ().

Daha sonra, inkarcıların Allah Teâlâ'nın verdiği nimetlere karşılık nankörlük göstererek, açık delillere inadla direnmeleri zikredilip kâfirler için çok çetin bir gün olan diriliş gününde yaptıkları herşeyin hesabının kendilerinden sorulacağı haber veriliyor: "Ben onu sarp yokuşa (cehennemdeki saûd azabına) sardıracağım" (17).

Bundan sonra gelen ayetlerde, kafirler, Peygamber (s.a.s)'i yalanlarken yapmış oldukları akıl dışı hesaplar kınanarak, ilâhi lânetle lânetlenmektedirler. Onlar, Peygamber (s.a.s)'e akıllarınca bir sıfat yakıştırıp Kur'an-ı Kerim'i de insan sözü olarak nitelediler. Bu tipler için öteki kâfirlerden farklı olarak özel bir cehennem hazırlanmıştır: "Ben onu Sekar'a sokacağım"(26). Allah Teâlâ, kasem ederek onun azabını kimsenin yalanlayamayacağını cehennemin, yaşayışında geri kalan veya ileri gidip azgınlaşan kimseler için bir uyarı aracı olduğu vurgulanarak, Âhirette cennetle ödüllendirilenlerin, cehennemliklere, bu duruma düşmelerine neyin sebeb olduğu yolundaki sorusuna verilen cevaplar gözler önüne serilmek suretiyle gaflet içerisinde olanlar uyarılmak isteniyor. Onlar bu soruya şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksullara bir şey yedirmezdik" (Muhammed hakkında kötü sözler söylemeyi) dalanlarla birlikte dalardık. Ta ki ölüm bize gelinceye kadar (bu halde kaldık)"().

İnkarcıların İslâm'a karşı cinneti andıran davranış biçimlerinin tutarsızlığı anlatılır ve onlar için hiç bir kurtuluş ümidinin olmadığı belirtilerek, Kur'an'ın, aklını kullanabilenler için bir öğüt olduğu ve insanların ondan öğüt alıp almamakta serbest davranabilecekleri bildirilir: "Kim dilerse ondan öğüt alsın" (55). Sûreyi, Allah Teâlâ, insanın kaderinin kendi elinde olduğunu, İslâm'a karşı büyük cürümler işleyenlerin hidayet olunmayacakları; doğru yola iletilenlerin ise buna layık oldukları için, İslâm'la nimetlendirildikleri gerçeğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyan şu ayet-i kerime ile bitiriyor: "Allah dilemedikçe de öğüt al(a)mazlar. İşte o (öğüt alan, Allah tarafından) korunmaya da layık olandır" (56).

Ömer TELLİOĞLU

MÜDDESSİR SURESİ

Müddessir Suresinin Meali, Arapça okunuşu, Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

1.

Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)

يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ

Ya eyyuhel muddessir.

2.

Kalk da uyar.

قُمْ فَأَنذِرْ

Kum fe enzir.

3.

Rabbini yücelt.

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ

Ve rabbeke fe kebbir.

4.

Nefsini arındır.

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ

Ve siyabeke fe tahhir.

5.

Şirkten uzak dur.

وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ

Verrucze fehcur.

6.

İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.

وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ

Ve la temnun testeksir.

7.

Rabbinin rızasına ermek için sabret.

وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ

Ve li rabbike fasbir.

8.

() Sur'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ

Fe iza nukıre fin naku.

9.

() Sur'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ

Fe zalike yevme izin yevmun asi.

Kafirler için hiç kolay değildir.

عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ

Alel kafirine gayru yesir.

Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak.

ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا

Zerni ve men halaktu vahida.

() Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَّمْدُودًا

Ve ce'altu lehu malen memduda.

() Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَبَنِينَ شُهُودًا

Ve benine şuhuda.

Kendisine alabildiğine imkanlar sağladım.

وَمَهَّدتُّ لَهُ تَمْهِيدًا

Ve mehhedtu lehu temhida.

Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar.

ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ

Summe yatmau en ezid.

Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı inatçıdır.

كَلَّا إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيدًا

Kella, innehu kane li ayatina anida.

Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا

Se urhikuhu sauda.

Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.

إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ

İnnehu fekkere ve kadder.

Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!

فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ

Fe kutile keyfe kadder.

Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!

ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ

Summe kutile keyfe kadder.

Sonra (Kur'an hakkında) derin derin düşündü.

ثُمَّ نَظَرَ

Summe nazar.

Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.

ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ

Summe abese ve beser.

() Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir."

ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ

Summe edbere vestekber.

() Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir."

فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ

Fe kale in haza illa sihrun yu'ser.

"Bu, ancak insan sözüdür."

إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ

İn haza illa kavlul beşer.

Ben onu "Sekar"a (cehenneme) sokacağım.

سَأُصْلِيهِ سَقَرَ

Se uslihi sekar.

Sekar'ın ne olduğunu sen ne bileceksin?

وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ

Ve ma edrake ma sekar.

Geride bir şey koymaz, bırakmaz.

لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ

La tubki ve la tezer.

Derileri kavurur.

لَوَّاحَةٌ لِّلْبَشَرِ

Levvahatun lil beşer.

Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.

عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ

Aleyha tis'ate aşer.

Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkar edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kafirler, "Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ

Ve ma cealna ashaben nari illa melaiketen ve ma cealna ıddetehum illa fitneten lillezine keferu li yesteykınellezine utul kitabe ve yezdadellezine amenu imanen ve la yertabellezine utul kitabe vel mu'minune, ve li yekulellezine fi kulubihim maradun vel kafirune maza eradallahu bi haza mesela, kezalike yudıllullahu men yeşau ve yehdi men yeşa, ve ma ya'lemu cunude rabbike illa hu, ve ma hiye illa zikra lil beşer.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

كَلَّا وَالْقَمَرِ

Kella vel kamer.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ

Vel leyli iz edber.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ

Ves subhı iza esfer.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ

İnneha le ıhdel kuber.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

نَذِيرًا لِّلْبَشَرِ

Neziren lil beşer.

() Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ

Li men şae minkum en yetekaddeme ev yeteahhar.

Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ

Kullu nefsin bima kesebet rehineh.

Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.

إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ

İlla ashabel yemin.

() Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ

Fi cennat, yetesaelun.

() Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

عَنِ الْمُجْرِمِينَ

Anil mucrimin.

() Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ

Ma selekekum fi sekar.

Onlar şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik."

قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ

Kalu lem neku minel musallin.

"Yoksula yedirmezdik."

وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ

Ve lem neku nut'ımul miskin.

"Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık."

وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ

Ve kunna nehudu maal haidin.

"Ceza gününü de yalanlıyorduk."

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ

Ve kunna nukezzibu bi yevmid din.

"Nihayet ölüm bize gelip çattı."

حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ

Hatta etanel yakin.

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ

Fe ma tenfeuhum şefaatuş şafiin.

Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ

Fe ma lehum anit tezkireti mu'rıdin.

() Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُّسْتَنفِرَةٌ

Ke ennehum humurun mustenfireth.

() Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍ

Ferret min kasvereh.

Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.

بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَى صُحُفًا مُّنَشَّرَةً

Bel yuridu kullumriin minhum en yu'ta suhufen muneşşereh .

Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.

كَلَّا بَل لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ

Kella, bel la yuhafunel ahıreh.

Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur'an) bir uyarıdır.

كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ

Kella innehu tezkireh.

Artık kim dilerse ondan öğüt alır.

فَمَن شَاء ذَكَرَهُ

Fe men şae zekereh.

ayete git

Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.

وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ

Ve ma yezkurune illa en yeşaallah, huve ehlut takva ve ehlul magfireh.

Kaynak: Diyanet İşleri  Başkanlığı / Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali

Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

M&#;ddessir Suresi

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 56 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMüddessir”kelimesinden almıştır. Müddessir, tıpkı bir önceki sûrenin adıolan müzzemmil gibi, örtünüp bürünen demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamberintebliğ ve davetle görevlendirilmesi, müşriklerin ona karşı çıkmasıve onların cehennemle uyarılması konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fâtiha sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Müzzemmil sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, ).

Konusu

Sûrede Hz. Peygamber’e, ilk vahyi aldığında yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkârcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur’an’a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkârcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkârcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona ermiştir.

Fazileti

M&#;ddessir Suresi 1. Ayet Tefsiri


Ayet


  • يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ

    ﴿١﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾1﴿

Ey &#;rt&#;s&#;ne b&#;r&#;nen!

Tefsir (Kur'an Yolu)


Hz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Bunun ardından, “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan Müddessir sûresinin ilk beş âyeti inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 74/). Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak “peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen” anlamları da verilmiştir (Râzî, XXX, ; Şevkânî, V, ; İbn Âşûr, XXIX, ).

“Kalk, uyar” emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid dinini ve Allah’ın mesajlarını insanlığa tebliğ etmekle görevlendirilişinin ilânıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. “Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir” emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan “Allah’ın birliğine iman ve O’na kulluk” esasını ortaya koymaktadır. İslâm’ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen “Elbiseni temiz tut” emri ise Hz. Peygamber’in maddî olarak elbisesini necâset vb. pisliklerden temiz tutması, mânevî olarak da güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır (Zemahşerî, IV, ). Âyetteki siyâb (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye “amel, kalp, nefis, beden, aile, din, ahlâk” gibi farklı mânalar veren başka müfessirler de olmuştur (bk. Şevkânî, V, ). Buradaki temizlik maddî mânada alındığında “elbise” bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, kezâ ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanların temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette “Her türlü pislikten uzak dur” diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son derece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de mânevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber’i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlıdır.

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir