mürciye nedir / MÜRCİE - TDV İslâm Ansiklopedisi

Mürciye Nedir

mürciye nedir

Mendeley
Özet:

Mürcie, İslâm'ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan, ılımlı ve uzlaşmacı fikirleriyle tanınan itikadî ve siyâsî bir fırkadır. İslâm düşünce tarihinde olumlu ve olumsuz izler bırakmış olmasına rağmen, son zamanlara kadar hakkında çok az şey bilinmekteydi. İslâm Mezhepleri Tarihi'nin klasik kaynaklarının ve özellikle Mürcie'nin teşekkül dönemine ait bazı dökümanların yayınlanmasıyla birlikte, bu konu çağdaş araştırmacıların dikkatlerini üzerine çekmeye başladı. Özellikle Batı'da ve az da olsa Doğu'da bu mezhebi farklı açılardan ele alan pek çok akademik çalışma yapıldı ve yapılmaya devam etmektedir. Bunlardan bazıları yayınlanırken bazıları hala tez olarak basılmayı beklemektedir. Gerek Türklerin İslâmlaşma sürecinde ve din anlayışlarının teşekkülünde, gerekse Maturîdîliğin teşekkülünde önemli rol oynayan mezheplerden biri olduğu halde, bu mezhep hakkında dilimizde yapılan araştırmalar, maalesef, yok denecek kadar azdır. Bu sebeple konuyu genel hatlarıyla bir makale olarak ele almayı uygun gördük.

Anahtar Kelimeler:

Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri

seafoodplus.infoSönmez KUTLU, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara , ss. 

Mürcie, başta Hz. Osman ve Ali olmak üzere bütün büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah'a bırakarak onların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda kesin bir fikir beyan etmeyen kimseler ve topluluklar için kullanılan müşterek bir seafoodplus.info nüvelerini Abdullah b. Ömer'in başını çektiği tarafsızlar grubuna kadar geriye götürebileceğimiz Mürcie, Ümeyyeoğulları-Haşimoğulları çekişmesi, Emevî zulmü ve Haricî tekfir zihniyetine bir tepki olarak hicrî 60 yılından itibaren Mekke ve Medine'de ortaya çıkan ve 75 yılına kadar teşekkülünü tamamlayan,İslam toplumunun birlik ve beraberliğinin her şeyin üstünde tutulmasını savunan ve İslam düşüncesine önemli katkılarda bulunan ilk mezheplerdenbirisidir. 

Mürcie, İman ve amel konusunda Hariciler ve Ehl-i Hadis'e; İmamet konusunda Şia'ya; va'd ve vaîd'le büyük günah sahibinin ne mümin ne kafir olarak isimlendirilmesindeMutezile'ye karşı çıkarak fikir özgürlüğü, adalet ve hoşgörü esasına dayalı bir iman nazariyesi geliştirmiştir. Mürcie, bu nazariyede, bütün müslümanlarıniman bakımından eşitliğini ve hiç bir müslümanın, Allah'a iman ettiğini açıkça belirttiği müddetçe, İslam'ın dışında kabul edilemeyeceğini ve ona gayr-ı müslim muamelesi yapılarak kendisinden harac ve cizye alınamayacağını iddia etmiştir. Mürcie, teorik olarak, birbirine muhalif müslüman mezhep ve kabilelerin, Allah'a inandıkları müddetçe, birbirini öldürmeyi ve tekfir etmeyi bırakarak birarada yaşamak zorunda olduklarını iddia etmesi dolayısıyla, mezhep kavgalarının ve kabile çekişmelerinin yoğun olarak yaşandığı Kufe ve diğer büyük şehirlerde, özellikle yerleşik hayata alışkın Arap olmayan müslümanlar arasında büyük ilgi gördü. Ayrıca müslümanların eşitliğini ve onlardan cizye ve haracın kaldırılmasını savunduğu için Horasan ve Mâverâünnehir'de yeni müslaman olanlar(mevâli) arasında da, çok sayıda taraftar kazandı. 

Mürcie'ninitikadî vefıkhî konularda ileri sürdükleri görüşlerinde, daima dinde kolaylık ilkesine önem vermeleri ve mensuplarının özellikle mevali kesiminden olması gibi sebepler,Mürcie'yi yeni fethedilen bölgelerde ortaya çıkan sosyal, ekonomik ve siyasî pek çok problemle ilgilenmeye ve bunlara çözüm üretmeye sevketti. Böylece Mürcie, ileri sürdüğü bu görüşleri sayesinde, Horasan ve Mâverâünnehir'de yaşamakta olan çeşitli milletlerin, özellikle Türklerin topluca müslüman olmasını kolaylaştırdı. Hatta Mürcie'nin iman nazariyesi, Horasan ve Mâverâünnehir'de yeni müslüman olanların Arap müslümanlarlaeşit haklara sahip olabilmek için Emevî zulmüne karşı sürdürdükleri mücadalenin temelinin oluşturdu. 

Mürcie, Şia ve Hariciler gibi, Emevîler'i devirmeyi hedeflemedikleri için siyasî yönetim tarafından, zaman zaman, askerî ve eğitim faaliyetlerinde önemli mevkilere getirildiler. Onlar iç çekişmelere karışmak istemediğinden, Horasan ve Mâverâünnehir'deki fütuhat hareketlerine katılmayı tercih ettiler. Diğer fırkalar Horasan ve Mâverâünnehir'de daha çok siyasî otoritenin zayıf olduğu yerlerde, Mürcie ise, tam tersineEmevî veya daha sonra Abbasî iktidarının güçlü olduğu bölgelerde nüfuzunu artırdı. Ancak onlar, genel olarak,ne bu yönetimlerin haksız ve adaletsiz uygulamaları karşısında sustular; ne deonları bütünüyle desteklediler. Diğer taraftan onlar, zaman zaman Arap olmayan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören yeni müslümanlarla birlikte devletten bazı reformları gerçekleştirmesini istediler. Hatta bu isteklerini gerçekleştirmek için, Haris b. Süreyc önderliğinde bizzat isyan ettiler. İtikadî görüşleriyle kendi içerisinde tutarlı bir gelişme gösterenMürcie,Kufe'de Re'y Taraftarları ile aynileşmesiyle, hem fıkhî hem itikadî yönü ağır basan bir mezhep hüviyeti kazandı. Ancak Mürcie ismi, bu fikri benimseyenlere Hariciler tarafından verildiği için, onunlaanılmak istemediler. Emeviler döneminde Kufe; Abbasiler'in ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise,Mâverâünnehir'de Semerkand şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler haline geldi. Bu merkezler arasında Belh, İslam düşünce tarihinde,bir mezhebin adıyla yani Mürcie'nin kalesi (Mürciabâd) adıyla meşhur olan ilk şehirdir. 

Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir. Bu yüzden, bu bölgelerde Mürcie denince,Ebû Hanîfe ve taraftarları olarak bilinen Re'y Taraftarları akla geliyordu. Ebû Hanîfe'nin ölümünden sonra, Irak'taki öğrencileri, onun daha çok fıkha dair görüşlerini sürdürürken Belh, Rey, Nisabur ve Semerkant'taki Mürciîler, hem fıkhî, hem de itikadî görüşlerini devam ettirdiler. Bölgede temelde Mürciî akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da Kerrâmilik, Semerkant'ta Mâtürîdilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı. Hem itikadî, hem de fıkhî konularda Ebû Hanîfe'yi manevî otorite kabul eden bu üç ekol arasında, sadece Mâtürîdilik, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat içerisinde devam edebildi. 

Horasan ve Mâverâünnehir'de, merkezi idarenin genelde güçlü olması dolayısıyla, Hariciler, Şia ve Mutezile bu bölgelerde fazla tutunamadı. Bu yüzden Mürcie'nin, bu bölgede kendisiyle en çok tartıştığı muhalif grup, Hadis Taraftarları idi. Kufe'de var olan bu iki ekol arasındaki anlaşmazlıklar, bu bölgelerde de devam etti. Hadis Taraftarları , İslam düşüncesinde birisi Hariciler'in, diğeri Mürcie'nin olmak üzeri iki ayrı İman nazariyesinde, Hariciler'e daha yakın bir tavır seafoodplus.info Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in otorite kabul edilmesi veKütüb-i Sitte'nin yazılmasıyla , İslam dünyasında, fikir planında bu ekolgalip seafoodplus.info asrın başlarından itibaren Re'y Taraftarları'nın devam ettiricisi olarak görülen kimseler bile,her konuda, özellikle itikadî konularda, görüşlerini hadislere dayandırmayı bir ilke olarak benimseyen Hadis Taraftarları gibi hareket etmeye başladılar. İslam düşüncesi, Hadis Taraftarları karşısında alternatif görüşler üretenRe'y Taraftarları'nın yenik düşmesindendolayı hem fıkhî hem itikadî konulardabüyük zarar gördü. 

Hadis Taraftarları, Kitabü'l-Îmân adını taşıyan çalışmalarla iman tartışmasını sürdürmek istedilerse de, hicrî II. ve III. asırdaki gibi güçlü Mürciî muhalifler bulamadılar. Neticede Mürcie'nin görüşleri, Kelam'ın Sem'iyyat kısmında el-Esmâ ve'l-Ahkâm başlığı altında Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in görüşleri olarak, Kitabü'l-Îmân'larda da Mürcie'nin görüşleri olarak ele alınmaya devam edildi. Mâtürîdî geleneğini sürdüren eserler, Eş'arîler'e nisbeten, bu fikirleri daha çok savundular ve bu tartışmalara daha fazla yer ayırdılar. Böylece Mürciî akidenin izleri, Mâtürîdîlik çizgisinde yazılan eserlerde etkisini uzun süre devam ettirdi.

Baştan beri, diğer mezhepler kadar bizzat siyasetin içerisine girmeyen Mürcie, Abbasiler döneminde resmi kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasiler'in her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akide konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları yüzünden eski başarılarını sürdüremediler. Diğer taraftan,Mihnedöneminde, bazı Mürciîler, devletin bu resmi politikasına bizzat destek vermelerinden dolayı, gerek Bağdad, gerekse Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mutezile ile aynı muameleye tabi tutuldular.

Mürcie'ninkardeşlik ve eşitlik, birlik ve beraberlik, barış ve adalet anlayışı üzerine kurulu İman nazariyesinin, günümüz müslümanlarının vahye uygun, daha sağlıklı bir din anlayışına ulaşmalarına yardımcı olacak bir takım önemli ilkeler ihtiva ettiği kanaatindeyiz.


Yorumlar- Yorum Yaz

MÜRCİE

Günahın imana zarar vermediği tezini savunarak, büyük günah işleyene ümit veren ve onun hakkındaki nihai kararı Allah'a havale edip tehir eden akaid fırkası. Mürcie kelimesi, "tehir etmek, ümit vermek"anlamlarına gelen "irca" kökünden türetilmiş çoğul bir isimdir. İrca kelimesi, çeşitli şekillerde Kur'an-ı Kerim'de de geçmektedir: "Onu ve kardeşini te'hir et, dediler" (el-A'râf, 8/; ayrıca bk. et-Tevbe, 9/16; eş-Şuara, 26/36).

Mürcie isminin menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yaygın olan görüşe göre, Mürcie mezhebi, mürtekib-i kebire* (büyük günah işleyen) meselesinin tartışıldığı bir ortamda ortaya çıkmıştır (seafoodplus.info Zehra, İslam'da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul , s. ). Ameli imanın ayrılmaz bir cüzü (parçası) olarak gören Haricilere göre, büyük günah işleyen kimse kâfir ve cehennemliktir. Biraz daha yumuşak olmakla beraber, Mutezile de Haricilerle hemen hemen aynı görüşü paylaşmaktadır. Bu tartışmaların yapıldığı sıralarda yeni bir görüş ortaya atıldı. İyi amelin kâfire fayda vermeyeceği gibi, günahın da mü'mine zarar vermeyeceğini savunan bu görüşe göre, mürtekib-i kebîrenin durumunu Allah'a havale etmek (irca etmek) en doğru yoldur. Mürtekib-i kebîre hakkındaki son kararı Allah'a ve âhiret gününe bırakan bu gruba, "tehir edenler, erteleyenler" anlamında "Mürcie" denmiştir (eş-Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut , I/).

Bazı âlimlere göre irca görüşü, mürtekib-i kebîre meselesinden önce siyâsî bir tutum olarak mevcuttu. Daha Sahabe döneminde, Hz. Osman ile Hz. Ali taraftarları arasında meydana gelen ve neticede tekfire kadar varan görüş ayrılıklarının yaygın olduğu sıralarda bir grup vardı ki, bunlar, her ikisi de mü'min olan bu iki taraf hakkında herhangi bir hüküm belirtmeyip susmayı tercih etmişlerdi. Bu grup, İslâm dünyasında çok acı hatıralar bırakan bu tartışmalara, Hz. Peygamber'in şu hadîsini göz önünde bulundurarak katılmamışlardır:

"İlerde bir sürü fitne kopacaktır, Bu fitneler esnasında oturan yürüyenden, yürüyen de koşandan daha hayırlıdır"(Müslim, Fiten 12, bab, 3). Fitne ve fesada yol açar endişesiyle, hüküm belirtmekten çekinerek bir kenara çekilen ve son kararı Allah'a havale eden bu gruba, bu tutumlarından dolayı "Mürcie" denmiştir (seafoodplus.info Zehra, a.g.e., s. ; Subhi es-Salih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, Çev. İbrahim Sarmış, İstanbul , s. ). Bu görüşü savunanlara göre, başlangıçta siyasî alanda bir tarafsızlığın ifadesi olan Mürcie, daha sonra akaid sahasındaki bir tarafsızlığın da adı oldu.

Bir görüşe göre de, Mürcie ismi, "irca"nın lügat anlamlarından birisi olan "ümit verme"den gelmektedir. Bunlara göre, mürcie, "taatın kâfire bir faydası olmadığı gibi, günahında imana bir zararı yoktur" şeklindeki ilkeyi kabul etmek suretiyle büyük günah işleyen kimseye ümit vermiştir. Bu nedenle onlara "ümit verenler"anlamında Mürcie denmiştir.

Diğer bir görüşe göre ise, imamet konusunda, Hz. Ali'yi birinci sıradan dördüncü sıraya geçirdikleri için onlara bu ad verilmiştir (eş-Şehristânî, a.g.e., s. ).

Mürcie mezhebini, iman -ameli ilişkileri çerçevesinde değerlendiren diğer bir görüşe göre de, iman karşısında ameli ikinci plana itip ona fazla önem vermedikler için onlara Mürcie denmiştir (Abdülkahir el-Bağdâdî, el-Fark Beyne'l-Fırak, Çev. E. Ruhi Fığlalı, İstanbul, , s. ).

Başlangıçta müsbet bir yaklaşımın ifadesi olarak ortaya çıkan irca görüşü, zaman geçtikçe Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaşarak bid'at ve sapıklık haline gelmiştir. Mezhepler tarihinde "Mürcie" ismi ile daha çok bu grup anılmaktadır. Bunlar, yani sapık ve bid'atçi Mürcie, mürtekib-i kebîre hakkında benimsemiş oldukları mu'tedil kanaatle yetinmeyip, "bu konuda verilmiş hükmü aşarak imanla beraber günahın da bir zarar vermeyeceğini kabule gitmişlerdir" (M. Ebu Zehra, a.g.e., s. ). Onların temel prensipleri şudur: Nasıl taat küfre fayda vermezse günah da imana zarar vermez. Bu prensipten hareket eden Mürcie, imanı sadece ikrar, tasdik, sevgi ve bilgiden ibaret sayarak kuru bir iman anlayışına sahip olmuştur. Mürcie'nin kollarından birisi olan el-Yûnusiyyeye göre iman Allah'ı bilmek, sevmek ve ona karşı kibirlenmemektir. Bu özellikleri kendisinde toplayan kişi mü'min olur. Bunların dışında kalan diğer temel taat ve ibadetler imandan değildir. Bu nedenle onların terkedilmesi imana bir zarar vermez. Halis iman sahibi bir kimseye günah işlemesi zarar vermez. Mü'min Cennet'e ameli ve taati ile değil ihlâsı ve sevgisi sayesinde girer.

Mürcie'nin Ubeydiyye kolu bağlılarına göre ise, şirkin dışında kalan bütün günahlar kesinlikle affedilir. Tevhid üzere ölen kimseye işlemiş olduğu günah ve kötülükler zarar vermez (eş-Şehristani, a.g.e., I, ).

Mürcienin bütün kolları, iman-amel ilişkisinde hemen hemen aynı görüşte birleşmişlerdir. Onlar imanla amel arasını kesin hatlarla ayırıp kötü fiilin imana zarar vermeyeceğini; çünkü imanın sadece bilgi, sevgi ve saireden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir. "Bu mantıksız ve bozuk sözler ortasında bu mezhebe bağlı kimselerden bir kısmının, imanın hakikatlerini ve taat amellerini küçümsediği, bazılarının da faziletlerini basitleştirdiği görülmektedir. Zaten her bozguncu kimse, bu yolu kendisine mezhep olarak seçmiştir. O kadar ki, bu mezhep içindeki bozguncuların sayısı arttıkça artmış ve onlar da bu mezhebi günahlarına bir vesile, bozgunculuklarına bir sebep ve kötü niyetlerine de bir kolaylık vasıtası saymışlardır (seafoodplus.info Zehra, a.g.e., s. ).

İmam-ı Azam ve Mürcie

Büyük günah işleyenin nihaî kaderi hakkındaki hükmü Allah'a havale etme şeklindeki irca görüşü, temelde Ehl-i Sünnetin anlayışına yakın bir görüştür. Ehl-i Sünnet alimlerinin önemli bir kısmına göre de, büyük günah işleyen kimse hakkındaki son karar ahirette belli olacaktır. Allah onu isterse affeder, isterse cezalandırır. Eğer bir mü'min büyük günah işlerse bu davranışıyla imandan çıkmış sayılmaz. O sadece günahkâr bir mü'min olur. Onun cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğu meselesi Allah'ın iradesine kalmıştır. Allah onu isterse affeder isterse cezalandırır. İşte, Ehli Sünnetin ircası budur.

İmanı, "Allah'ı bilme ve Allah'ı ikrar ile Hz. Muhammed(s.a.s.)'i bilme ve onun Allah'tan getirdiği vahyi ikrar etme" şeklinde tanımlayan İmam Ebu Hanife de imana getirmiş olduğu bu tanım ve iman amel ilişkisi konusunda ortaya koymuş olduğu görüşlerden dolayı Mürcie arasında zikredilmiştir (Subhi es-Salih, a.g.e., s. ; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara , s. ). Gerçekten de, İmam Ebu Hanife ve onun görüşünü benimseyen el-Pezdevî (öl. /). es-Serahsî (öl. /) ve daha bir çok Ehl-i Sünnet âlimine göre iman, kalbin tasdiki ve dilin ikrarıdır. Amel imanın bir cüzü değildir (A. Saim Kılavuz, İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, İstanbul , s. 23). Bu görüşte olanlara göre, büyük günahı işleyen kimse kâfir değil; günahkâr mü'mindir. Onun hakkındaki son hüküm Allah'a aittir. Onu isterse affeder, isterse cezalandırır. İşte bu görüşlerinden dolayı Ebu Hanife de yanlış olarak Mürcie arasında zikredilmiştir. İmamı Azam'ın Mürcieden sayılıp sayılmayacağı hususunda şu noktaları gözönünde bulundurmak gerekir:

İmam-ı Azam, amelin imanın zorunlu bir parçası olmadığı noktasında ilk Mürcielerle ittifak halindedir. Mürciede olduğu gibi, İmam-ı Azam'a göre de iman, değer bakımından amelden üstündür. Amel, imanın yanında ikinci sırada yer alır. Ameli imandan sonraya bıraktığı (irca ettiği) için, Ebu Hanife'nin bu görüşünde bir irca unsuru mevcuttur. Fakat, burada, sadece, amel ile iman arasında bir derecelendirme söz konusudur. İyi amellerin taat ve ibadetlerin hafife alınması söz konusu değildir. Ayrıca günah işleyen kimsenin mutlaka affolacağı muhakkak değildir. Cenabı Allah'ın iradesine kalmış bir husustur. İsterse günah işlemiş olan bu mü'min kulunu azap eder isterse etmez. Buna göre ibadetler zaruri olup haramlardan da kaçınılması gerekir. Halis Mürcie'ye gelince Onların, "günah imana zarar vermez" şeklindeki görüşü itaat ve ibadetlerin zaruri olmadığı şeklindeki bir düşünceyi ifade etmektedir. Mürcie, "imanın yanında günahın zarar vermeyeceğini söylemekle günahı hiçe saymış ve iman edenin ne kadar günah işlerse işlesin kendisine ahirette sorgu ve sual sorulmayacağını ve diğer din sahiplerinin de aynı olacağını iddia etmiştir" (Hüseyin Atay, a.g.e., s. ).

Şunu da belirtmek gerekir ki: Ebu Hanife "mürciî" vasfını kesinlikle kabul etmemektedir. "Mürcie" ifadesinin, bir Kelâm ve Mezhepler Tarihi kavramı olarak ilk etapta çağrıştırdığı anlam gözönünde bulundurulursa, İmam-ı Azam'a mürcie demenin doğru olmayacağı açıktır. Fakat, ameli imandan bir parça kabul etmediğinden dolayı onda da irca görüşünün bulunduğu bir gerçektir. Bununla beraber, bazı alimler bu ismin İmam-ı Azam'a muarızları tarafından, özellikle de Mutezile tarafından verildiğini ifade etmektedirler. Kendi düşüncelerini kabul etmeyen herkesi mürciîlikle itham eden Mutezile, mürtekib-i kebirenin kâfir olmadığını söyleyen İmam-ı Azam'ı da bu isimle vasıflandırmıştır (seafoodplus.info Zehra, a.g.e., s. ; Subhi es-Salih, a.g.e., s. ).

Mürcie, tam anlamıyla istikrar kazanmış bir mezhep olma hüviyetinde değildir. İrca görüşü, sadece bir mezhebe has olmayıp, çeşitli mezheplerce kullanılan bir görüştür. Bu anlamda, halis Mürcienin yanında, Cebriyyenin, Kaderiyyenin ve Haricilerin Mürciesinden de sözedilmektedir (eş-Şehristani, a.g.e., l, ).

Bazı alimlere göre Mürcie ismi iki şıkta toplanabilir:

A- Bid'atçı Mürcie: Mürcie ismiyle, özellikle bu grup dile getirilmektedir. Mürtekib-i kebîrenin hükmünü Allah'a havale eden bu grup, imanın yanında günahın bir zarar vermeyeceğini iddia edip, taat ve ibadetlerin gereksizliğine inanmıştır.

B- Sünnî Mürcie: Mürtekib-i kebireyi kâfir saymayıp, günahkâr mü'min olarak telakki edenlere de, birincisinden daha özel bir anlamda mürcie denmiştir. Bazı sahabiler, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu Hanife ve takipçileri, sünnî mürcie mensupları olarak vasıflandırılmıştır (M. Ebu Zehra, a.g.e., s. ; eş-Şehristanî, a.g.e., I, ).

Yağar K. AYDINLI

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir