mutallaka yazarı kimdir / Hüseyin Rahmi Gürpınar - Vikipedi

Mutallaka Yazarı Kimdir

mutallaka yazarı kimdir

kaynağı değiştir]

Hikâye, oyun ve roman türündeki eserlerinin sayısı 54'tür.

Eserlerinden bazıları:

  • Şık ()
  • Mürebbiye ()
  • İffet ()
  • Mutallaka (boşanmış kadın) ()
  • Bir Muadele-i Sevda ()
  • Metres ()
  • Tesadüf ()
  • Şıpsevdi ()
  • Nimetşinas ()
  • Gönül Ticareti ()
  • Kaderin Cilvesi ()
  • Cadı ()
  • Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç ()
  • Gulyabani ()
  • Hazan Bülbülü (Oyun, )
  • Hakka Sığındık ()
  • Son Arzu ()
  • Efsuncu Baba ()
  • Meyhanede Hanımlar ()
  • Ben Deli Miyim? ()
  • Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu ()
  • Muhabbet Tılsımı ()
  • Namusla Açlık Meselesi (Öykü, )
  • İki Hödüğün Seyahati ()
  • Katil Buse (Öykü, )
  • Kadın Erkekleşince (Oyun, )
  • Şeytan İşi ()
  • Tünelden İlk Çıkış (Öykü, )
  • Utanmaz Adam ()
  • Eşkiya İninde ()
  • Gönül Ticareti ()
  • Kesik Baş ()
  • Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür ()
  • Melek Sanmıştım Şeytanı ()
  • Dirilen İskelet ()
  • Dünyanın Mihveri Kadın Mı? ()
  • Deli Filozof ()
  • Kaderin Cilvesi ()
  • Namuslu Kokotlar ()
  • Ölüler Yaşıyor Mu? ()
  • Shikure Babezu ()
  • Ölümüne Sevgi
  • Namussuz Necdet
  • Fiyasko™
  • Hayattan Sayfalar
  • Kadınlar Vaizi
  • İstanbul'da Bir Frank
  • Can Pazarı
  • İnsan Önce Maymun Muydu?
  • Cadı Çarpıyor

Kaynakça[değiştir

Hüseyin Rahmi Gürpınar ( - ), cumhuriyet dönemi popüler yazarları içinde kendine has bir yerde duruyor. Türkçesinin ulusal miras kabul edilecek düzeydeki güzelliği ve romanlarındaki toplumsal zenginlik bugün bile değerini kaybetmiş değil. Aksine yüzyılın ilk yarısındaki İstanbul hakkında adeta bir sinema filmi veya bir belgesel gibi bugünlere bilgi taşıyor. Meşrutiyet ve mütareke yıllarını, cumhuriyet dönemini ve dünya savaşlarını yaşamış bir Hüseyin Rahmi var karşımızda. Bu zengin biyografiyi çok katmanlı İstanbul antropolojisi ile buluşturan romanlar yazıldığı veya bahsettiği dönemi okura capcanlı bir şekilde yaşatıyor.

Gerçek bir romancı duyarlılığı, noksansız bir okur saadeti. Hüseyin Rahmi Gürpınar metinlerinin hülasası da bu olsa gerek.

Papersense Yayınları, bu büyük yazarın romanlarını ve çevirilerini orijinal metinlerine sadık kalarak, sadeleştirmeden yayınlıyor.

Mutallaka

Mutallaka, Türk edebiyatındaki ilginç denemelerden biri. Bütünüyle mektuplaşmalardan oluşan bu hikâye, gelin-kaynana çekişmelerinden bahsediyor .

“Birkaç mektuptan müterekkib şu hikayeciği teehhülümden sonra doğacak kızımın kayınvalidesi olacak hanıma ithaf ediyorum. Belki bu hayalimi pek ham görenler, şu fikrimi istib’ad görenler bulunur. Onlara verecek cevabım şudur: kaynana gelin hırıltısı, macera-yı hicran gibi bitmek tükenmez dırıltılardandır. Ben bu davayı ta çocukluğumda dinlerdim. Elan işitiyorum”

kaynağı değiştir]

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Heybeliada Mezarlığı'ndaki kabri, İstanbul

Hüseyin Rahmi Gürpınar; İstanbul halkının toplumsal, töresel yaşantılarını, aile geçimsizliklerini, batıl inançlarını, yaşadığı çağdaki Türk toplumunun geçirmekte olduğu krizleri hümuristik bir mizah dehasıyla anlatır. Servet-i Fünûncuların yaşıtı olduğu halde, ayrı bir sanat görüşünü sürdürür. Romanlarındaki kahramanların çoğu yy sonu İstanbul'un canlı, renkli insan, hayat manzaralarıdır. Eserlerinde Anadolu yoktur. Mizahı, güldürücü olduğu kadar, gülünç yönlerimizin yansıtılması, hicvedilmesi için gerekli bir araçtır. Hüseyin Rahmi, seçtiği tipleri seviyelerine uygun, ustaca konuşturur ve olayları gülünçlü, acıklı yönleriyle belirtir. Kuvvetli bir gözlem gücü vardır. Realist, natüralist bir görüşle "toplum için sanat" yapar. Ertem Eğilmez tarafından yılında çekilen Süt Kardeşler sinema filminin konusu Hüseyin Rahmi'nin Gulyabani () isimli romanından uyarlanmıştır. Bağımsız sanatçılardan biri olarak da anılır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanları ve öyküleri yeni nesiller tarafından da kolayca anlaşılabilmesi için sonrasında içinde Mustafa Nihat Özön'ün de yer aldığı bir edebî kurulca sadeleştirilmişti. Bu sadeleştirme kimilerince yerinde bulunurken kimileri de özgün dilin dokunulmadan bırakılması gerektiğini savunmuşlardı[2].

Eserleri[değiştir

Hüseyin Rahmi Gürpınar – hastalık hastası bir büyük yazar!

Fikir Turu · Hüseyin Rahmi Gürpınar – hastalık hastası bir büyük yazar!

Gulyabani’den Şıpsevdi’ye onlarca unutulmaz romanın yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar, R. Ahmet Sevengil’e yazdığı, 22 Ekim tarihli mektubunda şöyle der: “Ben tüfeği kucağında can veren asker gibi kalem elimde iken düşeceğim.” Nitekim öyle oldu; 08 Mart ’te, ardında 60’ı aşan yapıt bırakarak hayata gözlerini yumdu.

Peki, kimdi, İstanbul halkının toplumsal, töresel yaşamını, batıl inançları, batılılaşma ile şarklı kalma arasındaki tereddüdü mizahi bir üslupla işleyen Gürpınar?

Ailesi ve çocukluğu

Yazarımızın ailesiyle ilgili bilgilerimiz sınırlı. Babası, Plevne Savaşı’nda (), Gazi Osman Paşa’nın yanında alay ve tugay komutanı olarak çarpışırken Ruslara esir düşen, daha sonra Sultan Abdülaziz’in yaveri olan, Girit’te, Yanya’da görevler yüklenen, Erzurum Müstahkem Mevki Komutanı iken ölen () Mehmet Sait Paşa.

Annesi, Safranbolulu Ayşe Sıdıka Hanım, Safrancılar Kethüdası Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu İbrahim Efendi’nin kızı. Hüseyin Rahmi Gürpınar, 19 Ağustos tarihinde, İstanbul’da, Ayaspaşa’da Bağodaları denilen semtte dünyaya gelmiş. Çevresini tanıyamadan annesi ölmüş, babası yeniden evlenmiş, öksüzlüğün sıkıntıları içinde büyükannesinin ve teyzesinin yanında büyümüş.

22 yaşında vereme yenilen annesinin yokluğunu sürekli içinde duyan küçük H. Rahmi, o sıralarda sık sık ayaklanmaların olduğu Girit’te görevli olan babasının yanına, Hanya’ya gider. Kendisi 4 yaşında bir paşa çocuğu olduğundan hemen bir mektebe verilir.

Çocukluğunu, annesine, babasına duyduğu özlemle, büyükannenin ve teyzenin yanında geçirir. Çocukluk günlerinin anılarını, yakından tanıyacağı kadınların dünyasıyla kaynaştırarak yapıtlarında kullanır, öksüzlüğün acısını da yılında yazdığı Nimetşinas romanını annesine adayarak çıkartmaya çalışır.

Öğrenimi ve memurluk günleri

Gürpınar, mahalle mektebinde gördüğü kötü muameleden kurtuluşu, okuldan kaçmakta bulmuş; daha sonra Mahmudiye Rüştiyesi’nde ilköğrenimine devam etmiştir. Osmanlı’nın memur gereksinimini karşılayan Mahrec-i Aklâm İdâdîsi adıyla tanınan liseye, sınavla geçmiş, burayı bitirdikten sonra da döneminin en önemli yüksekokulu Mekteb-i Mülkiye’ye, yaşı küçük olmasına karşın tarih öğretmeni Abdurrahman Şeref Bey’in yardımıyla girmiştir ().

Özel Fransızca dersleri de alan Gürpınar, annesi gibi çok genç yaşta verem hastalığına tutulmuş ve Mekteb-i Mülkiye’nin 2’inci sınıfında, ağzından kan geldiği, çok zayıf düştüğü gerekçesiyle öğrenimine ara vermiştir (). Bir yıl bakım görüp iyileşse de bir daha okuluna devam etmemiş, kendi kendine Fransızca çalışmış, Yanya’da görevli babasının yanına giderek hem hastalığın etkisinden hem yaşadığı çevreden kurtulmaya çalışmıştır. Ancak gerek kendi hastalığı, gerek ailesindeki veremliler, H. Rahmi’nin kişiliğini belirlemede oldukça etkili olmuş, onu, mikroptan korkan, temizlik hususunda aşırı titizlik gösteren, eldivensiz gezmeyen, tokalaşmaktan kaçınan bir “hastalık hastası” yapmıştır.

Yaradılış olarak devlet memurluğunun özelliklerine uyum gösteremeyecek yapıdaki Hüseyin Rahmi’nin, zorunlu memurluk yaşamı 25 Temmuz günü son bulur. Milletvekilliği dışında bir daha devlet görevi almayan Gürpınar, yazınımızda, kalemiyle geçinen ilk yazarımızdır.

Yazarlığa İlk Adım: Şık

Hüseyin Rahmi’nin ilk yazısı, 24 Kasım günlü Cerîde-i Havâdis gazetesinde yayınlanır. “Bir Genç Kızın Avâze-i Şikâyeti” adını taşıyan, ağdalı bir dille yazılmış bir öykü taslağıdır bu yazı. Cerîde-i Havâdis gazetesinde, 29 Kasım günü yayımlanan “İstanbul’da Bir Frenk” adlı anlatısı ise, yazarımızın yayın dünyasındaki ilk öyküsüdür.

Öğrendiği Fransızca’yla Fransız yazınını yakından izlemeye başlayan Hüseyin Rahmi, ilk telif yapıtı olarak Şık romanını yazar. Döneminin ünlü yazarı, Tercümân-ı Hakikat gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Midhat Efendi’ye gönderir.

23 Şubat günlü Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmeye başlanan Şık romanı, kendisine hem Ahmet Midhat Efendi’yi, hem gazeteciliği, hem de yazarlığı kazandırmıştır. Şık romanı için 15 altın lira veren Ahmet Midhat Efendi, daha sonra H. Rahmi’yi “evlâd-ı ma’nevi” olarak benimseyerek koruması altına da alacaktır.

Hüseyin Rahmi’nin, “Bülbül Yuvası” (16 Haziran ) başlıklı yazısı, gazeteci olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanan ilk ürünüdür. Bu gazetede yazdığı, çevirdiği yazılardan oluşan, seçki kitabı Müntehabât-ı Hüseyin Rahmi’den (3 cilt, ) sonra yazarımızın roman yazımına yoğunlaştığını görürüz.

Türkçemizin ünlü bir yazarı

Hüseyin Rahmi, yılında, Tercüman-ı Hakikat’ten ayrılıp İkdâm gazetesine yazmaya, çeviriler yapmaya başlar. İkdâm’da da hem telif, hem çeviri romanları çıkan yazarımız, gazeteciliği de ikinci bir meslek olarak sürdürür. Türkçemizin, roman dünyamızın ünlü bir yazarıdır artık. Ancak bu yıllarda, başı sık sık sansürle derde girecek, örneğin Haziran ’de, “Mürebbiye romanının içeriği, İslamî terbiyeye, ahlaka aykırı bulunduğu için kitap olarak basılan nüshaları toplatılacak”, kısacası yazı yazması engellenecektir.

Yazı dünyasından ilk çekiliş

Alafranga adlı romanı İkdâm gazetesinde 18 Temmuz günü tefrika edilmeye başlanır. Ancak tefrika ile birlikte birbiri ardına gelişen olaylar hem Alafranga romanının, hem de yazarının geleceğini belirler.

H. Rahmi, 13 gün tefrika edilen bu romanını, “bir basın haydutu” diye tanımladığı, Malûmât gazetesi sahibi Baba Tahir’in elinden kurtarıp sansür provalarında gördüğü “kırmızı çizgiler” nedeniyle yayından çeker. Çünkü sansür kurulu, romanın ilk bölümünde geçen “haşerât” ve “mikrop” sözcüklerini II. Abdülhamit’in hafiyeleri anlamında algılamış, üstlerini çizmiştir.

Paul de Kock’tan çevirdiği Biçare Bakkal () romanı, yazarımızın Meşrutiyeti öncesi çıkan son yayınıdır. Bütün kalemlerin sustuğu, susturulduğu ya da övgülerin yazılmasına izin verildiği bir ortam içinde, H. Rahmi de Bayındırlık Bakanlığı Çeviri Bölümü’nde suskunluk içinde görevini sürdürmüş, “yazın” dünyasından uzakta yaşayıp bir tek yazı olsun yayınlamamıştır. Fakat içten içe, yeni romanlara kendisini hazırlayarak 24 Temmuz gününü beklemiştir.

Yaşasın Meşrutiyet!

“Yaşasın Hürriyet”, “Yaşasın Meşrutiyet”, “Yaşasın Kanûn-ı Esâsı”, “Yaşasın İttihat ve Terakki” çığlıkları içinde 23 Temmuz ’de, Manastır’da ilan edilen Meşrutiyet, 23/24 Temmuz gecesi, Sultan II. Abdülhamit tarafından da onaylanır, İstanbul’da, 24 Temmuz günü gazetelerde resmi duyuru olarak açıklanır.

32 yıllık bir yönetimin baskısının kalkışının ardından Osmanlı ülkesini ve İstanbul’u büyük bir özgürlük dalgası kaplar. Hemen her tür düşüncenin özgürce paylaşıldığı bir ortam içinde, II. Meşrutiyet’in duyurumunu sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti, gizli bir dernek niteliğinden sıyrılıp iktidar partisi durumuna geçerek Enver, Talat ve Cemal Paşaların yönetiminde ülkenin kaderine yön verir.

Ancak, kısa süre sonra izlenen yönetim politikasının çelişkilerinden beslenip gelişen siyasal, toplumsal olaylar, isyanlar, savaşlar, İttihat ve Terakki yönetimini çok çabuk yıpratır ve çökertir. İttihat ve Terakki Partisi, yıkmak için büyük kavgalar verdikleri II. Abdülhamit’in baskı yöntemlerini, iktidarda kalmak uğruna, kendilerine karşı çıkanlara uygular. İttihat ve Terakki karşısında Hüseyin Rahmi, aydın olmanın sorumluluğu ile eleştiriler yapar, görüşlerini açıklar.

Boşboğaz ile Güllâbî

10 Temmuz (23/24 Temmuz ) II. Meşrûtiyet’in duyurum tarihi olarak siyasi tarihimizde belirirken, Gürpınar’ın da yaşamında yeni bir dönemin habercisi olur. Devlet memurluğundan hemen istifa eden yazarımız, yine gazeteciliğe döner. Yanında, yazarlık anlayışları birbirine çok yakın, arkadaşı Ahmet Rasim vardır.

II. Meşrûtiyet’in coşkusu içinde 14 gün geçmiştir. “Sahibi Hüseyin Rahmi, Nâşiri Tüccarzâde İbrahim Hilmi” olan Boşboğaz İle Güllâbî adlı gülmece gazetesi, Meşrutiyet’in yayın sarhoşluğu içine basın dünyamıza katılır. İlk dört sayısını Ahmet Rasim ile birlikte çıkardığı Boşboğaz İle Güllâbî’yi, yayınına son verdiği sayıya (1 Kânûn-ı evvel [Aralık] /) dek H. Rahmi tek başına yönetir.

Kalemiyle geçinen ilk yazarımız

Bir paşa çocuğu olan yazarımız, ailesinden gelen ekonomik rahatlığın yanında, yazınımızda, yapıtlarından en çok para kazanan ve kalemiyle geçinen ilk yazar örneğini oluşturur. Şık romanına karşılık aldığı 15 altın liranın ardından Şıpsevdi romanından altın lira, İkdâm’da yayınlanan romanlarından da altın lira kazanmıştır. Cumhuriyet döneminde de romanlarından tefrika başına lira almıştır. Bu rakamlar yaşadığı yıllar içinde kalemiyle geçinen yazarımız için oldukça yüksek bir gelir olmuş ve yılında Heybeliada’daki köşkünü yaptırarak refah içinde yaşamıştır. Yapıtlarını yayınlayan yayıncısı ve en yakın arkadaşı İbrahim Hilmi’den yakınsa da yazarımız, hem yaşadığı yıllarda, hem ölümünden sonra, ’li yıllara değin, edebiyatımızın kalemiyle geçinip en çok para kazanan yazarı olmuştur. Bu sonuç, ülkemizde bir yazarın kalemiyle geçinmesinin çok uç bir örneğini oluştururken bugün de ilginç bir örnek olarak değerlendirilmelidir.

Heybeliada günleri

Aksaray’da, Erenköy’de, Sarıyer’de oturan yazarımızın, yılından yılına dek sessizliğini, doğal güzelliğini sevdiği Heybeliada’daki köşkünde, dış çevreyle bağlantılarını her geçen gün azaltarak yaşadığını gözleriz. Bir perili köşk yalnızlığı içinde, “müzmin bekâr” olarak ihtiyar ve dul yengesi Aliye Hanım, yengesinin kızı Safter Hanım ve çocukluk arkadaşı Hulusi Bey ile birlikte yaşayan Gürpınar’ın dünyasını hizmetçisi ve kedileri tamamlar. Çocukluktan gelen bir alışkanlıkla, örgü ören, oya işleyen, dantela yapan sanatçımız, söyleşilerinde, böylece sıkıntılarını unuttuğunu, dinlendiğini belirtir.

Heybeliada’dan, yılında, Kütahya milletvekili seçilince ayrılan Gürpınar’ı, 5. ve 6. dönemlerde milletvekili olarak T.B.M. Meclisi’nde görürüz. yılında milletvekilliğine atanmayan yazarımız, köşküne çekilmiş ve biraz da hastalıklarla savaşarak yaşamını tamamlamış, 8 Mart , Çarşamba günü ölmüştür.

Bugün, görünüşte müze olan, ancak ilgisizlikten, bakımsızlıktan çürümeye terk edilen köşkünde, ölümüne değin “adalı” olarak yaşamıştır.

Halkın yazarı Gürpınar

Altmışı aşkın yapıta imzasını atan Gürpınar, yaşadığı İstanbul’da gördüğü aksaklıkları, yaptığı gözlemlerle, natüralist/doğalcı bir anlayışla okurlarına aktarmıştır. Kahramanlarının eksikliklerini, kusurlarını, hikâye anlatımından kaçarak, konuşma dilinin canlılığıyla (diyalog düzeninde) tanık olduğu olayları, dönemin İstanbul’unda yaşayan her “millet”ten, ezilen, sömürülen, eğitimden yoksun kalmış, insanları, bütün gerçeklikleriyle yansıtır.

Gürpınar’ın romanları, Doğu-Batı, eski-yeni, alafranga-alaturka, idealist-materyalist, Batıcı-gelenekçi, ezen-ezilen / sömüren-sömürülen / maddî imkân-imkânsızlık vb. karşıtlıklarının doğurduğu, yönlendirdiği olay örgüleri üzerine kuruludur. Roman kişileri /kahramanları, bir karakter özelliğine ulaşmayan, olay örgüsü içinde, bu karşıtlıkların /anlayışların (zihniyetlerin) örneklendiği, hemen herkesin sokağında, mahallesinde, çevresinde görüp tanıdığı, çatışmalardan güç alan “tip” kişilerdir.

Gürpınar’ın anlatımında içten içe gelişen bir alayın, yerginin varlığı, onun yaşadığı çağın huzursuzluklarına, yanlışlıklarına bakışının da ilginç bir göstergesidir. Hüseyin Rahmi’nin yazınımızdaki başarısında, kahramanlarını biyolojik, sosyolojik, psikolojik özellikleriyle boyutlandırırken konuşma dillerinin özelliklerini çok başarılı olarak yansıtmasının büyük payı vardır. Bu anlatım kendisine özgü bir biçem sağlar. Yazarımızın başarısını sağlayan dil ve biçem anlayışını “hayat görüşü”nden ayırmak mümkün değildir. Bir anımsatma, Gürpınar, yazınsal açıdan mektup biçimi ve biçemiyle yazılan ilk romanımız Mutallâka’nın (Boşanmış Kadın, ) da yazarıdır.

Servetifünûn kuşağının genç eleştirmeni olarak ün yapan Şehabettin Süleyman’ın Cadı romanını eleştirmesi nedeniyle ’de yazdığı Cadı Çarpıyor ve Şekâvet-i Edebiyye adlı yapıtlarında, düşüncelerini aktarıp kendisini savunurken yazınımızda ilk kez sanatı üstüne, hayat görüşü üstüne ayrıntılı açıklamalar yapan bir yazarı da tanırız.

İstanbul’un romancısı Gürpınar

H. Rahmi Gürpınar, İstanbul’un yazarıdır. Romanlarının konularını, kahramanlarını, büyük bir gözlem gücüyle, cahil bırakılmış, çoğunluğu geçim sıkıntısı çeken bir halktan ve onların karşıtı, eşdeşi olarak zengin, kültürlü, yarı aydın İstanbul’un dört bucağında yaşayan insanlarından seçmiştir. Bu kahramanların dünyalarını, dillerinden, inanışlarına, geleneklerinden göreneklerine bütün kültürel değerlerini, romanlarında bizlere yansıtır. Bugün etnografyadan sosyolojiye mitolojiden halk edebiyatına, argodan Türkçemizin atasözlerine, deyimlerine, türkülerinden bilmecelerine, yemek kültüründen giyim kültürüne, eğlence kültüründen mahalle kültürüne, çingenelerin yaşamından Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin dünyalarına, bitmeyen İstanbul masallarından halk hikâyelerine, dinsel inanışlardan büyüye, fala, boş inançlara, bağnazlıklara, evlilik yaşamında aile, kadın, erkek algısı, gelin kaynana kavgaları, çocukların eğitimi ve mürebbiye modasından alafranga, züppe tiplere, cadıların, hortlakların gulyabanilerin dünyasından bitmeyen aşk, namus, cinayet öykülerine, halk hekimliğine, Karagöz’den ortaoyununa tükenmeyen bir konu varsıllığı içinde, artık bugün “geçmiş olan” İstanbul’un en önemli bilgi birikimleri Gürpınar’ın roman dünyasında, elimizin altında duruyor…

Sansürlenen (?) ilk Türk filmi: Mürebbiye

Türk sinema tarihinin ilk filmleri olarak Fuat Uzkınay’ın, Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı () adlı, belgesel nitelikli çalışmasıyla, yılında çekilen, konulu / senaryolu, Sedat Simavi’nin Casus ve Pençe ile Şadi Fikret’in Bicân Efendi çalışmalarını biliyoruz.

Hüseyin Rahmi’nin, Mürebbiye () romanı, tiyatro tarihimizin önemli sanatçısı Ahmet Fehim Efendi’nin yönetmenliğinde, yılında filme alınır. Yanlış batılılaşmanın bir örneği olarak çocukların eğitimi için Fransa’dan gelen, ahlak düşkünü bir mürebbiyenin, geleneksel değerleriyle yaşayan bir Osmanlı ailesinde yarattığı trajikomik sonuçların eleştirisinin yapıldığı roman, konusuyla ilgi çekmiş, Ahmet Fehim Efendi tarafından oyunlaştırılarak uzun dönem sahnelenmiş, seyircinin beğenisini kazanan yapıt, bu nedenle sinemamıza da kazandırılmıştır.

Malûl Gaziler Cemiyeti adına Fuat Uzkınay’ın yapımcılığını, Ahmet Fehim Efendi’nin senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini yaptığı, Dehri Efendi rolünü başarıyla canlandırdığı Mürebbiye filmi için ilk önemli değerlendirme yazısını, İ. Galip Arcan, Temâşâ dergisinde yazmıştır. Siyah beyaz, sessiz film olarak çekilen Mürebbiye’nin, ilk özel gösterimi, Mayıs ’da, seyirciyle buluşması da 20 Şubat ’dedir.

Gürpınar sinemanın ilgisini çekmeye devam ediyor

Şimdi, Mürebbiye filminin çekildiği günleri, tarihi düşünelim. I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmış Osmanlı devletini, 15 Mayıs ’da İzmir’den başlayarak Anadolu topraklarının adım adım işgalini, Mustafa Kemal’in 16 Mayıs ’da İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs ’da Samsun’a çıkışını, 16 Mayıs ’de başkent İstanbul’umuzun işgalini ve 10 Ağustos ’de, Sevr Antlaşmasıyla büyük bir imparatorluğun parçalara ayrılıp pay edilişini düşünelim. Yurdumuzun gerçek anlamda alt üst olduğu bu günlerde, ne denli acı da olsa yaşamsal etkinlikler sürmek zorundadır ve Mürebbiye filmi, Şubat ’de İstanbul seyircisiyle buluşur. Bugün, İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı Fransız generali Franchet d’Esperey’in, &#;Bir Fransız kızının, bu şekilde ahlaksızca gösterilemeyeceği, Anjel&#;in şahsında Fransızların küçük düşürüldüğü&#; gerekçesiyle filmi yasakladığı, Mürebbiye’nin sansüre uğrayan ilk Türk filmi olduğu üstüne belgeden yoksun sözel bilgiler, anlatımlar yıllardır sinema dünyasında, sanal ortamda dolaşıyor… Edhem Eldem’in, yıllar sonra, Fransız generali Franchet d’Esperey’in, “İstanbul’a beyaz bir at üstünde, Fatih edasıyla girişine ilişkin efsanenin” yanlışlığını irdelediği yazısında, Mürebbiye filmi ve sansür gerçeği üstüne de tek bir sözcük geçmez…

Hüseyin Rahmi’nin yapıtları, sinemacılarımızın ilgisini çekmeye devam edecektir. Bu konuda yapacağınız küçük bir araştırma sizleri yine Gürpınar’ın ilginç dünyasıyla karşılaştıracaktır.

Mürebbiye’den Nimetşinas’a, Şıpsevdi’den Kuyruklu Yıldız Altında bir İzdivac’a, Gulyabani’den Efsuncu Baba’ya, Ben Deli miyim?’den Utanmaz Adam’a, altmışı aşan sayıdaki romanlarıyla, öyküleriyle, oyunlarıyla, eleştiri yapıtlarıyla, çevirileriyle, gazetelerde derlenmeyi bekleyen ürünleriyle Hüseyin Rahmi Gürpınar tanışmanız için sizleri bekliyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Mart ’de yayımlanmıştır.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir