neden sabah namazına kalkamıyorum / Sabah Namazına Uyanmak İçin Okunacak Dua - Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? - Yaşam Haberleri

Neden Sabah Namazına Kalkamıyorum

neden sabah namazına kalkamıyorum

SOHBETİN ADI: SABAH NAMAZI

TARİHİ:

 

SORU: Eûzubillâhimineşşeytanirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.  

Efendi Hazretleri, gençlerimiz genelde olan bir sorunlarını dile getiriyorlar. Sabah namazına kalkmakta güçlük çekiyorlarmış. Hatta anneleri babaları gelip kaldırsa da bir süre sonra tekrar uykuya dalıyorlarmış ve sabah namazını kaçırıyorlarmış. İnşaallah sizden bunu yenmek için ne yapabileceklerini himmetinizle istiyorlar. Ne yapmaları gerektiğini inşaallah anlatır mısınız? Allah razı olsun.


CEVAP: Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın zikir sohbetini yapmak üzere Yüce Rabbimiz bizleri bir araya getirdi. Uyku vücudumuzun bir ihtiyacıdır. Kendisiyle mutlaka mücadele edilmesi lâzımgelen, Allah’tan ayırıcı bir faktör olarak devreye giriyor uyku ama insan vücudunun da dinlenmeye mutlak olarak ihtiyacı var. Zaman içerisinde uyku saatlerinin yavaş yavaş azaltılması en güzel metot olur. Uykuyla Allah arasındaki ilişkiye dikkatle bakın ki siz uyumamak isterseniz, Allahû Tealâ’dan bunu dilerseniz; hacet namazını kılıp Allah’tan isterseniz, akşam yemeğini az yemeyi usul haline getirirseniz daha kolay şartlarda uykuyu yenebileceğinizi düşünüyorum. Gerçekten fizik vücudumuz için bir ihtiyaç olan uyku, nefsimizin hürriyetine kavuşması için de mutlak başvurulması gereken bir vasıtadır.

Allahû Tealâ diyor ki: “Biz, onu uykuya daldığınız zaman alırız. Uyandığı zaman tekrar iade ederiz ama öldüğünüz zaman iade etmeyiz.” Bu, nefsiniz. Nefsiniz fizik vücudunuzun içinde bir esirdir. Siz uyumadıkça (1), bayılmadıkça (2), ölmedikçe (3) nefsiniz, vücudunuzdan ayrılmak imkânının sahibi değildir. Tayyi mekân yaptığınız zaman da nefsiniz vücudunuzdan ayrılır ve fizik vücudunuz mutlaka uykuya geçer. Yani nefsinizin vücudunuzdan ayrılmasının kesin işareti sizin mutlak uykuya girmenizdir.

 
Nefsiniz bir vücuttur; fizik vücudunuz gibi. Onu hepiniz çok iyi tanıyorsunuz. Rüyalarınızdaki siz; işte o nefsiniz. Rüyanızda aynaya baktığınız zaman kendinizi görürsünüz. Nefsiniz oradaki aynaya bakıyor ve beraber olduğunuz kişiler, tanıdığınız kişilerse onlar uykudadır. Eğer değillerse o zaman onların nefsleriyle karşı karşıya değilsiniz. Onların ruhlarıyla karşı karşıyasınız.

 

Öyleyse rüyanız, nefsinizin serbest olduğu bir devreyi ifade eder. Nasıl bu dünyada şuurlu olarak yaşantınız, yataktan kalktığınız, uyandığınız an başlar, tekrar uykuya daldığınız ana kadar devam eder; nefsinizin de hayatı, sizin fizik vücudunuzun uykuya daldığı zamanda başlar ve uyandığı ana kadar devam eder. Nerede kalmışsa nefsiniz, tekrar uyuduğunuz zaman o oradan hayatına devam eder. İki ayrı âlemde iki tane hayatınız var; birisi, fizik vücudunuzun hayatı; bu âlemde şuurlu bir hayat. İkincisi, nefsinizin hayatı; berzah âleminde, bu âlemde, gayb âleminde, Emr âlemi hariç her âlemde nefsinizin hayatı var. Bir kısımda fiziktir, bir kısımda değildir. Ne zaman nefsiniz fizikse berzah âlemindesiniz yani ölmüş bulunan nefslerle berabersiniz. Onların âlemindesiniz. Yüzlerce defa o âlemi gördünüz. Gördünüz ki bu dünyadan hiçbir farkı yok. Görüntü öyle ama bilin ki oradakiler ölemezler. Bu dünyada olan herkes fanidir. Bir gün mutlaka ölecektir ve berzah âlemine nefsleri gidecektir; ama berzah âlemine gittikleri zaman göreceklerdir ki orada ölüm yok. Hiç kimse berzah âleminde ölemez. Orada da görürsünüz; insanlar vardır; tabancaları vardır, ateş ederler. Uçurumdan aşağı atarlar insanları. Okyanusların dibine gömerler ama hiç kimse ölmez ve yaşlanmazsınız. Ama zaman içerisinde yolculuk etmek de berzah âleminde mümkündür. Çocukluğunuza da dönebilirsiniz. En yaşlı olacağınız devreye kadar gidebilirsiniz. Yaşasaydınız, nereye kadar ulaşacaktınız? İki standart da mümkündür ama tekrar eski halinize mutlaka dönersiniz; hangi standartlardaysanız o hale.

 

Öyleyse nefsiniz bir hayat yaşayacak. Bu hayatı yaşayabilmesi için sizin uyumanız lâzım. Nefsiniz için kesintisiz bir hayat var mı? Var. Siz öldükten sonra kıyâmete kadar geçecek olan devrede nefsiniz kesintisiz bir hayat yaşar.
Bazen rüyanızda uyuduğunuzu ve rüya gördüğünüzü görürsünüz. Doğrudur. Nefsiniz iç dünyasında onu görüyor. Allahû Tealâ, onun rüya gördüğünü ifade eden başka bir sistem koymuş. Öyleyse her şey birbirinin içinde. Birçok bulmaca art arda geliyor. Nefsiniz de fizik vücudunuz gibi bir hayat yaşıyorsa o zaman onun hayatı da bir bütün. Gerçekten her seferinde aynı noktadan başlar. Mesela birisini uyandırın. Uyandırmasını söyleyin sizi; uyandırsın. Orada, rüyanızın nerede kaldığını hatırlarsınız mutlaka başkası tarafından uyandırıldığınız için. Tekrar uyuduğunuz zaman mesela merdivenleri çıkarken uyandınız, tekrar uyuduğunuz zaman aynı merdivenleri çıkmaya devam ettiğinizi göreceksiniz. Hayatınız bir bütündür; orada da burada da. Nerede uyursanız oradan uyanırsınız. Nerede bayılırsanız oradan uyanırsınız.

 

Öyleyse bir defa fizik vücut normal standartlarda mutlaka bir dinlenme zamanına muhtaçtır. Bir gün içinde milyonlarca hücresi aynı gün ölen bir insan, o hücrelerin yenilenmesi için istirahat etmek mecburiyetindedir. Her açıdan vücudun organları istirahate ihtiyaç gösterirler.

Öyleyse bunu yapmak mecburiyetindesiniz. Hiç kimse devamlı olarak uykusuz kalamaz; ama az uyumak dediğiniz zaman orada durun. Allah’ın yardımıyla bunun başarılabildiğini göreceksiniz. Neden Allah’ın yardımıyla diyorum? Çünkü fizik şartlarla Allah’ın yardım ettiği standartlar birbirine eşit olamaz. O yardım ettiği zaman fizik standartlarda bunu ölçmeniz mümkün değil. Bu sebepten Allah’a hayranlık duyarsınız. O’nun yardımını hissetmeye başladıkça onu daha çok seveceksiniz.

 
Öyleyse sadece Allahû Tealâ’ya; “Yarabbi! Ben sabah namazını kılmak istiyorum. Bana yardım et.” demek yeterli mi? Hayır, yeterli değil. Bunu kalpten istemeniz lâzım. Yani hem uykuyu isteyeceksiniz; “Ben rahatımdan fedakârlık edemem.” diyeceksiniz. Hem de Allahû Tealâ’ya diyeceksiniz ki: “Yarabbi! Beni kaldır.” İçinizden geçen şey uyuma konusundaki keyfinizin, rahatınızın bozulmamasıysa Allahû Tealâ’dan böyle bir yardımı alamazsınız.

 

Öyleyse samimiyetle bu konuya baş koymanız lâzım. Öyle olduğunuzu ne zaman öğreneceksiniz? Allah’a yalvarıp da siz gerçekten sabah namazına mutlaka kalkmayı istiyorsanız, kalbinize bunu gerçekten koyduysanız o zaman Allahû Tealâ yalvarışınızdaki hakikati derhal bilir, işitir ve görür. O zaman yardım gelir ama kendi kendinizi aldatırsanız; hem kalkmayı istemiyorsunuz hem de Allahû Tealâ’ya yalvarıyorsunuz: “Yarabbi! Beni kaldır. Ben sabah namazını kılayım.” Bu yalvarmanız bir gösteridir sadece. Allahû Tealâ da onu çok iyi bilir.


Allah ile olan ilişkilerinizde samimi olmak mecburiyetindesiniz. Hani Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ne diyor? “Göründüğün gibi ol.” diyor. Öyleyse Allah’a göründüğünüz gibi olmadıkça O’ndan yardımı alamazsınız; ama yardımı aldığınızı düşünelim. Yardım alırsanız o zaman hayret edeceksiniz ki siz çok şeyler başarabilirmişsiniz. Allah’ın yardımı gelince her şey en güzele dönüşür. İşte bütün güzellikler sizin iç dünyanızdaki çağrıya bağlıdır. Sizlere evvelce söylemiştim ki kiramen kâtibîn melekleri sadece fiillerinizi değil; yaptıklarınızı değil, düşüncelerinizi de filme alırlar. Hayat filminiz 3 boyutludur. Düşüncelerinizin de hayat filmi 3 boyutludur ve ikisi beraber çekilir. Hep kiramen kâtibîn melekleri düşüncelerinizle yaptıklarınız arasındaki karşılaştırmayı yaparlar. Negatif ve pozitif derecelerin dağıtılmasındaki, verilmesindeki temel imtihan burada kendisini gösterir.

Yani? Yani düşünceleriyle başkalarını aldatmayı düşünen ama davranışı aldatmıyormuş gibi bir davranış olan bir kişi kaybetmiştir. Dış görünüşü ile kafasından geçenler aynı olmadığı için kaybetmiştir. İşte burada kişi, başkalarını aldatmaya dönük bir yönelimin içerisinde olduğu zaman (Allahû Tealâ onunla olan ilişkisinde en üstün dizayna ulaştırmak ister onu; ama düşüncesiyle yapmak istediği şeyin sonucu aynı ise), Allahû Tealâ’yı değil kendinizi aldatırsınız.

Öyleyse Allahû Tealâ’ya bir insan: “Yarabbi! Ben sabah namazına mutlaka kalkmak istiyorum. Bana yardım et.” dediği zaman kendisine dikkatle baksın. O andaki eğilimi daha çok uyuma ihtiyacına mı dayalı yoksa gerçekten sabah namazını kılmak mı istiyor? Sonucunu zaten görecektir. Samimiyse Allahû Tealâ ertesi sabah mutlaka onu kaldırır. Bir sebep halk eder, telefonu çaldırır, kişi gözüne sıkılan projektörler görür. Öyle bir projektör görür ki öylesine güçlüdür ki gözleri açılır. Otomatik olarak uyanır. Binlerce kişinin böyle uyandırıldığını bilirim. Bir kısmı ses duyarlar. Başka hiç kimse o sesi duymamıştır ama o kişi duymuş ve zamanında kalkmıştır veya dışarıdan tesir alır. Başının ucundaki telefonu birisi çalar, telefonu açarsınız; hiç kimse cevap vermez. Öyleyse Allahû Tealâ’nın çeşitli metotları var. Ama düşünün ki bu metotların hangisi olursa olsun her şey, sizin hüsnü niyetinize dayalı. Sizin Allah’a olan talebiniz. Buna dikkatle bakın. Bu talep acaba samimi mi?


Ne var? Sadece 2 tane alternatif. Ya yatakta yatıp rahatına bakmak veya sabah namazına kalkmak. Şeytan sizi sabah namazına kaldırmamak için her şeyi yapar. “Şimdi kalkıp da ne yapacaksın? Sabah namazı öğleye kadar kılınabilir.” Üstelik öğleye kadar kılarsan, sabah namazı güneş doğduktan sonra öğleye kadar geçen zaman içinde kılınırsa kaza yapmaya gerek yoktur. “Vaktinde yetişemediğim sabah namazının edasına” diye dua edersiniz. Yani hâlâ öğle namazı girmediği cihetle sabah namazı hâlâ kılınabilir ama güneş doğmadan evvel kılınması lâzımgelen namazı, güneş doğduktan sonra kıldığınız için “Vaktinde yetişip kılamadığım sabah namazının edasına” dersiniz. Yoksa öğlenin vakti girdikten sonra sabah namazını kılmaya kalkarsanız; “Vaktinde kılamadığım sabah namazının kazasına.” demeniz lâzım.


Öyleyse şeytanın burada çok kurnazca bir davranışı var. “Nasıl olsa öğleye kadar kılabilirsin. Rahatını feda edip de ne işin var şimdi sabahın bu saatinde, 5’inde kalkacaksın.” diyor. Eskiden olsaydı, “Soğuk sularla falan yıkanacaksın.” diyecekti ama burada soğuk su meselesi yok. Çünkü musluğu açtığın zaman sıcak su akıyor. Öyleyse güçlükleri birer birer kaldırmışız ama belki bu, rahatımızın daha çok ihtiyaç haline gelmesini icap ettirmiş.


Şimdi sabah namazına kalkmak veya kalkmamak; tercihinizi yapın. Önem verdiğiniz; sizlere soruyorum, önem verdiğiniz siz misiniz yoksa Allah mı? Önde siz mi varsınız yoksa Allah mı var? Evvelâ buna karar verin. Önde siz varsanız zaten tasavvufu yaşamıyorsunuz; tamam. Kalkmanıza filan gerek yok. Yatın, rahatınıza bakın. Ama eğer önde Allah varsa o zaman orada durun bakalım. Sizinle işimiz var. Önde Allah varsa o zaman önde siz yoksunuz. Sizin her şeyiniz Allah’a ait, rahatınız da. O sizi sabah namazına kaldırmak istiyorsa demek ki rahat etmenizi istemiyor sabah namazı vaktinde. Üzerinize hiçbir zaman güneşi doğdurmamalısınız; hiçbir zaman. Bu emri veren Allah olduğuna göre sizi uyandırmanın ipleri Allahû Tealâ’nın elinde ama siz istemedikçe bunu asla yapmaz. Öyle bir serbest irade vermiş ki size, sizi o kadar çok seviyor ki serbest iradenize dokunulmaz bir serbest irade olarak bakıyor. Siz istemedikçe Allahû Tealâ size yapacağı yardımı yapmaz. O emrini açık bir şekilde vermiş. Ne vermiş? “Sabah namazına kalkacaksın.” diyor. “Sabah namazını kılacaksın.” diyor. Kılıp kılmamak sizin elinizde. İşte milyonlarca insan, İslâm’ın ne olduğunu unutmuşlar ve sabah namazına kalkmıyorlar.

 
Aklıma bir imam geldi. Emekli olduğu zaman arkadaşına söylediği şey: “Artık emekli oldum. Gecenin üçlerinde, dörtlerinde kalkıp sabah namazı kılmak diye bir şey artık yok.” Düşünebiliyor musunuz? Başkalarına namaz kıldırarak hayatının geçimini sağlayan bu kişi, namazın ona vermesi lâzımgelen zevkten hiç mi hiç nasibini alamamış yoksa siz de öyle misiniz? Sabah namazının o huşûsunu, o zevkini alamıyor musunuz?

 
Evvelâ formüllere beraberce bakalım. İstiyor musunuz sabah namazını kılmayı? Samimi misiniz? Eğer samimiyseniz ben size mutlaka kalkmanızı sağlayan reçeteyi veririm; ama istemiyorsanız o reçeteyi de yok edersiniz. Uyandırıldınız. Uyandırıldığınız zaman kendinizi yataktan aşağı atacaksınız. Eğer uyuyabilirseniz yerde uyuyun; yorgan almak yok. Bu, 1. madde. 2. madde; uyanıp da yataktan atladığınız zaman orada da yatmak yerine çeşmeye giderseniz ve yüzünüzü yıkarken sıcak su kullanmazsanız, göreceksiniz ki hemen ayarsınız. Ne kadar uykusuz olursanız olun, o soğuk su sizi kendinize getirecektir. Şeytan mütemadiyen sizi yatağa çağıracaktır. Ve o aşağı atın dedim ya kendinizi. Onun da şartları var, odanızı fazla ısıtmayın. Gece yattığınız odayı soğuk bırakın ki yataktan atladığınız zaman orasının yatılamaz bir yer olduğunu fark edin. Yorganı aşağı çekmek de kesinlikle yok.

 
Öyleyse kim uyandırıyorsa uyandırdığı zaman acele kendinizi yataktan demek ki aşağı atacaksınız ve de uyku sersemi falan da olsanız hemen koşacaksınız lavaboya. Yüzünüzü bir soğuk suyla böyle bir çarpacaksınız. Çarpılırsınız. Ondan sonra abdestinizi normal standartlarda alın. Göreceksiniz ki artık namazı kılabilecek pozisyondasınız. Daha ön şartlarla ulaşmak isterseniz akşam yemeğini çok yememeye çalışın. Eğer akşam yemeğini az yerseniz göreceksiniz ki ne kadar az yerseniz uykunuz da o kadar hafifler. Bu da sizin elinizde olan bir şey. Bakın akşam yemeğini fazla kaçırırsanız yemekten sonra uyuklamaya başlarsınız. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygun bir şey. Her şeyin bir ölçüsü var. Eğer erken uyumak istemiyorsanız o zaman akşam yemeğini az yemeye çalışın. Öyle yaparsanız eğer bu işi, belki daha kolay halletmiş olacaksınız.

 
Ayrıca başkalarına bakın ve kendinize sorun: “Neden onlar yapsınlar da ben yapamayayım?” Bu konunun başlangıcında asıl unsur var. Onu hiç unutmayacaksınız: Siz mi öndesiniz, Allah mı önde? Eğer siz kendinizi önde görüyorsanız, tamam. Tasavvufu zaten yaşamanıza gerek yok; o zaman uyuyun gece gündüz. Ama eğer tasavvufun içinde addediyorsanız kendinizi, “Allah öndedir.” diyorsanız, o zaman bileceksiniz ki hayatınızın hiçbir kıymeti olamaz; bizim hayatımızın kıymeti olmadığı gibi.


Öyleyse kim Allah’a ne kadar çok şeyini vermişse o, Allah katındaki en sevilendir. Siz de Allah’ı ön plana aldığınız zaman uyuyamazsınız. Sabah namazına kalktığınız anda uyuyamazsınız. Çünkü bu Allah’a ihanet gibi gelir size. Sizi Yaratan’ın size olan sevgisini kaybetmenin korkusu başlar. Bu yola girdikten sonra Allah’ın sizi cehenneme atması söz konusu değildir; irşad makamından şüpheye düşmediğiniz sürece. Mutlaka Allah’ın cennetine girersiniz. Öyleyse korkunuz cehennem korkusu değil. Bizim sevgili imam kardeşlerimiz bütün insanları cehennem korkusuyla korkutmaya çalışırlar: “Allah sizi çarpar. Allah sizi cehenneme atar.” Allah hiç kimseyi çarpmaz, cehenneme de atmaz. Bütün insanlar kendilerini cehenneme atarlar. Yaptıkları şeyler ya derecat kazanmak ya da kaybetmekle noktalanır. Kaybettikleri dereceler fazla olanlar mutlaka cehenneme giderler ve hiç kimsenin, mürşidine ulaşamayan hiç kimsenin kazandığı derecelerin kaybettiklerinden fazla olması şeytan ve nefs yüzünden mümkün değildir.


Öyleyse evvelâ tartıya koyun bakalım. Terazinin bir tarafına Allahû Tealâ’yı, öbür tarafına kendinizi koyun; hanginiz daha önemlisiniz? Buradan başlarsak eğer meselemizin aydınlanmasına; hepimiz netice itibariyle sadece bir kuluz, mahlûkuz. Allahû Tealâ’nın bir yaratığıyız. Eğer dileseydi bizi yaratmazdı ama yaratmayı dilemiş. Yani? Yani sevmiş bizi. Seviyor; sevdiği için varız. Yoksa olmazdık. Mademki Allahû Tealâ bizi seviyor; biz onun sevgisine mukabele etmeyecek miyiz? O bizi sevsin. Biz onu sevmeyiz, diyebilir miyiz? Zaten Allah’ı sevmeyenin tasavvufta ne işi var ki? Eğer mutlu olmak söz konusuysa o zaman bunun arkasında yatan şey Allah’ın sevgisinden geçer. İşte bu sevgi; onu ait olduğu yere oturtmaya çalışalım. Öyle bir sevgi ki bizim de mutlaka mukabele etmemiz lâzım O’nun sevgisine. Ve içimizde bir korku olmalı; “Acaba Allahû Tealâ’nın bize olan sevgisi azalır mı?” Herkes Allah’tan korkar ama farklı şekilde korkar. Bizim dîn adamlarımız insanları cehennem korkusuyla korkutmaya çalışıyorlar. Oysaki Allahû Tealâ korkulan bir Allah olmak istemiyor. İnsanları cehenneme atmak imajıyla insanların baktığı bir Tanrı olmak istemiyor Allahû Tealâ. Allah sevilen olmak istiyor. İşte Allahû Tealâ’nın bizleri sevmesi; buraya dikkatle bakın ve emin olun ki kesinlikle bilin ki seviliyorsunuz. Kesin işareti bunun; çünkü varsınız. Eğer Allahû Tealâ sizi sevmeseydi, şuanda dünya üzerinde siz olmazdınız.


Öyleyse O’nun sevgisine lâyık olmaya çalışmak mecburiyetinde değil miyiz? Câsiye Suresinin âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

45/CÂSİYE E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

“Habibim! O nefslerini, hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görmüyor musun?”

 

Ne demek istiyor Allahû Tealâ? O insanlar Allahû Tealâ’yı emir ve kumanda mevkiinden indirmişler. Nefslerini koymuşlar oraya. Allah diyor ki: “Sabah namazına kalkacaksın.” Nefsleri diyor ki: “Hayır.” Şeytanla iş birliği etmişler; “Kalkmayacaksın.” Ve kişi kalkmıyor. Kalkmadığı zaman ne yapmıştır? Gizli şirke düşmüştür yani Allah’ı; emir ve kumanda mevkiinde olması lâzımgelen Allah’ı oradan indirmiştir. Oraya emreden olarak nefsini ve şeytanı koymuştur ve şeytanın emrine itaat etmiştir. Yatıyor. Allahû Tealâ; “Uyan” demiş ama uyanmıyor kişi. Allah’ı dinlemiyor. Düşünün bir defa. Allah’ı dinlemediğiniz her pozisyonda şeytan ve nefsiniz size hâkimdir. Yani Allah’ı Rab mevkiinden aldınız, Rab mevkiine nefsinizi koydunuz. İster misiniz böyle bir şey; şeytanın ve nefsinizin Allah’ın yerine geçmesini? Hani tasavvuftaydınız? Hani Allah’ın evliyası olmak için gelmiştiniz buraya? O zaman sizin dışarıdaki insanlardan bir farkınız kalıyor mu? Bir gündeki 5 vakit namazın en önemlisi sabah namazıdır bu sebepten. Kim sabah namazına kalkmışsa o her sabah Allah’a ispat eder ki önde kendisi; nefsi ve şeytan yoktur. Önde Allah vardır. Bu ispattır. Kim sabah namazına kalkmışsa sabah namazına kalkan kişi uykusunu yenmiş kişidir.

 
Öyleyse “Ben çok istiyorum sabah namazına kalkmayı ama ah kalkamıyorum.” Ah, kalkabilirsin. Eğer sabah namazına uyandırıldığın zaman kendini yataktan aşağı atarsan orasının yatılamayacak bir yer olduğunu çabuk fark edersin. Hele hele yataktan atladıktan sonra lavaboya kadar ulaşmayı başarırsan ve de sıcak suyu açmazsan ilk etapta ve de yüzüne o soğuk suyu çarptığın anda mutlaka açılırsın. Sonra diğer ihtiyaçlarını gör. Ondan sonra gel istersen sıcak suyla abdest al. Ama ilk etapta yüzüne bir soğuk suyu şöyle bir çarpmayı usul haline getir. Ve de sabah namazına kalktıktan sonra yatağa baktığın zaman orada şeytanın olduğunu unutma. Seni oraya çağıran, kendisiyle beraber olmaya çağıran iblistir.


Öyleyse tercihini yap. Bir tarafta Allah var: “Kalk” diyor. Kalkmışsın. Asla tekrar yatağa dönmemelisin namazı kılmadıkça. Öyleyse yapabilir misiniz? Biz mutlaka yapacağınızı biliyoruz. Ayrıca bu konu için dua da ederiz; ama siz buna teşne olmalısınız. İstekli olmalısınız ve kendinizi “Ben zaten istiyorum ama olmuyor.” diye aldatmamalısınız. Bunu herkese yutturabilirsiniz ama bize hayır.

 
Allahû Tealâ’nın sizi ne kadar çok sevdiğinden başlayın. Hedefiniz Allah’a lâyık olmak mı? Yoksa O’nun gözünde her gün biraz daha küçülmek mi? Evvelâ düşünün. Neden tasavvuftasınız? Allah’ın bir sevgilisi olmak için değil mi? Öyleyse sevgili olmanın bir açıdan sabah namazını ihtiva ettiğini hiç unutmayacaksınız. Sabah namazı, her sabah bir ayıraçtır; sizin için bir imtihandır. Bir nefs imtihanıdır. Acaba kimi önde tutuyorsunuz? Kendinizi mi yoksa Allah’ı mı? Bir kere kendinizi önde tuttuğunuz an hemen bilin ki sadece kendinizi önde tutmuyorsunuz. Siz, nefsiniz ve şeytan; 3’ünüz bir aradasınız. Bu, Allah’a karşı bir ittifaktır; bir beraberliktir. Her sabah, sabah namazına kalkamayan kişi Allah’a karşı şeytanın, nefsinin ve kendisinin kurduğu bir ittifakta Allah’a meydan okumuş ve Allah’ı devre dışı bırakmıştır.

Öyleyse yaptığınızı dikkatle düşünün. Ne uğruna? Yarım saat daha fazla uyumak uğruna. Oysaki namazınızı kıldıktan sonra da dönüp tekrar yatabilirsiniz. Hiçbir engel yok. İşte şeytan uykunun o rahatlığı içinde sizi kontrolü altına alıyor ve siz Allahû Tealâ’yı bırakıyorsunuz. Allahû Tealâ’yı devre dışı bırakıyorsunuz. Allahû Tealâ’yı ikinci planda bırakıyorsunuz. Şeytanı ve nefsinizi ön plana geçirip onun emrini yerine getiriyorsunuz. Allahû Tealâ’nın buradaki emri, mutlaka sabah namazına kalkmaktır; nehyi, uykuyu yenmenizdir.

 
Uyku adı verilen hastalığın, şeytan ve nefsiniz tarafından sizi Allah’ın gözünde küçük düşürmesine ve yenmesine müsaade etmemek mecburiyetindesiniz. O zaman ilk hacet namazını bu Perşembe kılın. Bu Perşembe gecesi Allahû Tealâ’dan talepte bulunun. Ve bu talebiniz samimiyse Allahû Tealâ çok şeyler yapar. Bazen bizim geldiğimizi görürsünüz sizi uyandırmak için. Bazen gözünüzü kamaştıracak bir ışık gelir. Hatta iki gözünüze iki ışık gelir ve uyuyamazsınız. Bazen bir sesle, bazen dürtülerek ama siz uyanmayı istiyorsanız, samimiyseniz mutlaka uyandırılırsınız. Kaldı ki etrafınızda zaten sabah namazına kalkanlar var. Onlar sizi zaten uyandırırlar. Bundan sonraki probleminiz ise kendinizi acele yataktan aşağı atarak namaz kılmadan evvel tekrar uyumamak üzere harekete geçmektir.


Öyleyse dizaynınızı ona göre yapın. Siz Allah’ı ve O’nun emirlerini ne kadar ciddiye alıyorsunuz. Nereye kadar siz varsınız, nereye kadar Allah var. İşte bunu bir ölçüye vurduğunuz zaman Allah’ın kendinizle olan karşılaştırmasında, sabah namazına kalkmadığınız her gün Allah yok ortalıkta. Şeytan, nefsiniz ve siz varsınız. Bir 3’lü var. Allah’a karşı 3’lü bir ittifak kurmuşsunuz. Nefsiniz, şeytan ve siz; her sabah namazına kalkmayışınızda galipsiniz. Bu, aleyhinize yazılan rakamların devamlı büyümesini gerektirir. Aslında eğer isterseniz kalkmamanız zaten mümkün değildir. İşte Allahû Tealâ’dan ne zaman yardım isterseniz Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).

Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

ucîbu da’veted dâi izâ deâni: Beni davet ettikleri zaman, kullarım Beni davet ettikleri zaman onların davetine mutlaka icabet ederiz.”

Şimdi bundan sonrasını dinleyin.

 

“fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn: Ama onlar da Bizim davetimize icabet etsinler.” diyor Allahû Tealâ.

 

Bu davetin, sizin şuandaki durumunuz itibariyle sabah namazına kalkış daveti olduğunu düşünün. Âyet-i kerimenin devamında bütün bu sabah namazlarının toplamının neticesi var; irşada ulaşmak. “Ve böylece mü’min olsunlar.” diyor Allahû Tealâ, “Ve Allah’a ulaşsınlar.”

 

Dikkat edin, mü’min olmadan evvel bir kişinin sabah namazını talep etmesiyle elde edebileceği sonuçla mü’min olduktan sonra sabah namazını kılmak konusunda elde edebileceği sonuç, birbirinden Everest Dağı’yla buradaki tepeler kadar farklıdır. Neden? Çünkü bir tanesinde mürşidin; zamanın imamının yardımı gelir. Allahû Tealâ hep aynı Allah’tır; mü’min olmayan kişiye de mü’min olan kişiye de. Allah hep aynı Allah’tır; ikisine de yardım eder. Ama eğer kişi mü’min olmuşsa bunun mânâsı, o kişi mürşidine ulaşmıştır. Kişi mü’min olmuşsa bunun mânâsı, o kişinin kalbine Allah îmânı yazmıştır. Eğer kişi mü’min olmuşsa başının üzerinde mürşidinin ruhu vardır. Ne diyor Allahû Tealâ Ra’d Suresinin âyet-i kerimesinde?

13/RA'D Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde lehu, ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).

Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takip edenler (devrin imamlarını koruyan muhafız melekler) vardır. Allah’ın emrinden olup, onları korurlar. Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (hidayette kalma konusundaki niyetlerini) bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz (devrin imamının ruhunu başlarının üzerinden almaz). Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse) yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.


“Onların başlarının üzerinde önden arkaya uzanan muhafız vardır; onları korur.” diyor.

Ve arkasından bir şey daha söylüyor: “Onlar vasıflarını bozmadıkça Allah da onların üzerindeki mürşidin ruhunu üzerlerinden almaz.” diyor.


İnsan tabiatına dikkatle bakın. Her zaman söylerim ki insan tabiatı dejenerasyona dönüktür; yozlaşmaya dönüktür. Bütün tabiat bu faktör üzere yaratılmıştır. Kendi haline bırakılan her şey yozlaşır. Hani size hep gül bahçesini misal veririm. Neden bir başka bahçe değil? Çünkü bu kâinattaki en güzel koku gül kokusu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kokusu. Allahû Tealâ’nın bize de ihsan buyurduğu koku. Bir sene gayret ettiniz. Budadınız, suladınız, ektiniz. Elinizden gelen bütün ihtimamla gül bahçesini vücuda getirdiniz. Ama ertesi sene hiç bakmıyorsunuz gül bahçesine. Bakarsınız ki yabani otlar gül bahçesini kaplamaya başlamış. Eğer bir sene daha ona hiç bakmazsanız, yabani otların duruma bütünüyle hâkim olduğunu görürsünüz. Belki daha sonraki bir sene yabani otlar, gül bahçesinin bütün istihkakını ellerine geçirirler.

 

Öyleyse ne olur? Yabani otlar yozlaşmanın temel fonksiyonunu eda etmişlerdir. Ne olmuştur? Yabani otlar güllerin yaşama hakkını elinden almışlardır. İşte bunun adı, yozlaşmadır. Siz de her sabah davranışınızla acaba bir yozlaşmayı mı davet ediyorsunuz yoksa tekâmülü mü? Onu da düşünün. Sabah namazına kalkmadığınız sürece davetiniz yozlaşmadır. Şeytanın ve nefsinizin sizi ulaştıracağı yer, sadece yozlaşmanın neticelerini verir. Allah’ın ve irşad makamının sizi ulaştıracağı yer tekâmülün safhalarıdır. Öyleyse her ikisi de elinizde. İsterseniz Allah’ı Rab mevkiine koyarsınız ve “Sabah namazını Rabbim bana emretti. Benim hayatımın hiçbir kıymeti olamaz. Ben Allah içinim. Eğer ben gerçekten sözde değil de gerçekten Allah içinsem, o zaman mutlaka Allahû Tealâ, emri mutlaka yerine getirilmesi lâzımgelen bir Allah’tır.” diye düşünmeniz lâzım.

 

Her hâlükârda sizin için Allah’tan bu yardımı istemek meseleyi zaten çözer. Ama şeytan ve nefsiniz, Allah’a bu talebi yapmamanız için ellerinden gelen bütün gayreti gösterirler. Çünkü Allahû Tealâ’nın yardıma geleceğini biliyorlar. Allahû Tealâ nefsinizi bir ahsen-i takvim içinde yaratmıştır. Bu ahsen-i takvim, ne demek ahsen-i takvim? Bir zaman parçası içinde, bir takvim içinde ahsene dönme özelliği. Ahsen nedir? Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği hiçbir şeyi asla yapmayan bir hüviyete kavuşması.

 

Öyleyse sabah namazına kalkamadığınız sürece ahsen olmaktan ne kadar uzakta olduğunuzu fark ediyor musunuz? Allah resmen size farz kılmış; “Sabah namazına kalkın.” diyor. “Hayatınızın en önemli namazı sabah namazıdır. Çünkü bu namaz bir ayıraçtır; Allah’ı veya kendinizi tercih ettiğiniz bir ayıraçtır.” diyor Allahû Tealâ. Ve o ayıraca dikkatle bakın ki her gün kendinizi tercih ediyorsunuz. O zaman tasavvufun dışında yaşayan insanlar onu yapabilirler. Çünkü dîn kültürleri Allah’ın emirlerini yerine getirmekten onları men eden bir düzeyde ve bu cahiliyet düzeni. Böyle bir düzey, cahiliyet düzeninin sonucudur. İlim ve irfan arttıkça Allah’ın emirlerinin üst boyutta gerçekleştiği, yasak ettiği fiillerin adım adım azaldığı görülecektir.

 

Öyleyse bir mücâdele içindesiniz. Hayatın her safhası her gün savaşla noktalanır. Sabah namazına kalkmak bir savaştır. Bütün namazları kılmak ayrı bir savaştır. Bütün bunların içinde asıl savaş zikrinizi yapma savaşıdır. Unutmayın, bir hedefiniz var. Siz, daimî zikre ulaşmak için yaratıldınız ve hepiniz için daimî zikir asıl.
Bu akşamki konumuz sadece sabah namazı ama aslında bilin ki bunun arkasında, sizi Allah’ın bütün sevdiği hedeflere götürecek olan zikrinizdir. Zikrinizi daimî zikre ulaştırmak gibi bir temel hedefin sahibisiniz. Öyleyse Allahû Tealâ’yı çok zikredin. Zikriniz arttıkça göreceksiniz ki sabah namazlarını asla kaçırmaz bir hedefe ulaşacaksınız. Sabah namazı kıldığınız zaman büyük bir huzur ve mutluluk duyduğunuz en büyük namazdır. En kısa süreli namaz ama en büyük iki tane düşmana mücâdele vererek her gün savaşı kazandığınız bir namaz. Vücudunuzun uyku ihtiyacı, iblis ve nefsiniz. 3’ü el birliğiyle sizi Allah’ın emrini yerine getirmekten men etmeye çalışır. Düşünün ki bundan 14 asır evvel sahâbe ve yıl () Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün tebaası bu savaşı vermişler ve gâlip gelmişler. İşte onlar Allah’ı ön plana almışlar, kendileri ikinci planda kalmışlar.

 

Öyleyse tercihinizi yapın. Siz mi önemlisiniz yoksa sizin hayatınızda Allah mı önemli? Biz diyoruz ki neyiniz varsa hepsi zaten Allah’a aittir. Unutmayın, İmam-ı Şafî Hazretlerine soruyorlar. “Zekât nedir? Zekâtın nisabı nedir?” İmam-ı Şafî Hazretleri soruyor: “Bana göre mi, Allah’a göre mi?” diyor. “Allah’a göre.” diyorlar. “%10’dur.” diyor. Şafî mezhebinde % “Yahu!” diyorlar, “Bir de sana göre ayrı bir zekât mı var? Sana göre olan zekâtı söyle bakalım?” “Ben zaten kendim zekâtım. Her şeyim Allah’ın.” diyor. İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bunu söylerdi. Her şeyinin Allah’a ait olduğunu, her şeyini O’na teslim etmiş olduğunu, kendisine hiçbir şeyi bırakmadığını. Bir gün siz de size ait olan her şeyin Allah’a ait olduğunu, O’na onların hepsini teslim ederek kendinize ispat edeceksiniz.

 

Öyleyse her şeyinizin bir emanet olduğunu unutmayın. Fizik vücudunuz emanettir. Ruhunuz emanettir. Nefsiniz, o da emanettir. Geriye aklınız kalıyor. Öldükten sonra ne fizik vücudunuzun ne nefsinizin ne ruhunuzun zaten size ait olmadığını, Allah’a ait olduğunu idrak edeceksiniz. Marifet, ölmeden evvel bunları idrak etmek ve en güzel standartlarda yaşamak. Kendinize ispat etmek istemez misiniz? Allah’ı önde tuttuğunuzu, Allah’ın sizden önce geldiğini kendinize ispat etmek istemez misiniz? İstiyorsanız her sabah bunu ispatlayabilirsiniz. Unutmuyorsunuz değil mi? Sabah namazına kalkamadığınız zaman huzursuzluk duyuyorsunuz ama kalktığınız zaman da bir mutluluk kaplıyor içinizi.

 

Hâl böyle olduğuna göre hepimiz için söz konusu olan şey her sabah bu mutluluğu yaşamak olmamalı mı? Her sabah Allahû Tealâ size sabah namazını Allah için yaptığınız bir fedakârlıkla kıldığınızın mutluluğunu yaşatmak istiyor. O saadeti yaşamaktan neden mahrum ediyorsunuz kendinizi? Hep müsaade mi edeceksiniz şeytan ve nefsinize, sizi zehir etmelerine, her seferinde sizi yenmelerine, sizin üzerinizden Allah’a karşı zafer kazanmalarına; “İşte Senin tasavvuftaki kulun bu. Sabah namazına bile kalkmıyor.” Böyle mi demesini istiyorsunuz Allahû Tealâ’ya iblisin ve nefsinizin? Ve onları yenmek elinizdeyken.

 

Unutmayın! Siz dünyadaki en kuvvetli insanlarsınız. Neden? Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Bütün dünya düşmanınız olsa Ben sizinle berabersem Ben yeterim.” Aksini de söylüyor. Birincisinde Allahû Tealâ diyor ki: “Bütün dünya düşmanınız olsa, Ben dostunuzsam yeterim, onların hepsini yenerim.” İkincisinde de diyor ki: “Bütün dünya dostunuz olsa ama ben düşmanınızsam gene Ben yenerim.”

 

Öyleyse bu kâinatın sahibi olan Allah size yardım elini uzatmış, diyor ki: “Sabah namazına kalkmak için de Benden yardım isteyin. Ben size mutlaka yardımımı ulaştırırım.”

 

İşte bütün bir kâinat ikiye ayrılıyor: Allah’ın dostları, Allah’ın düşmanları. Hadi karar verin. Hangi taraftansınız? Eğer Allah’ın dostları arasındaysanız bunu ispat etmekle kendinizi mükellef saymalısınız. “Ben” demelisiniz, “Mademki Allah’ınım, öyleyse Allah’ın üzerimdeki emrini yerine getirmeliyim.”

 

İşte Bakara Suresi âyet-i kerime, Allahû Tealâ diyor ki:

 

2/BAKARA Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.


“Onlar, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Muhakkak ki biz Allah içiniz. Allah için yaratıldık. Mutlaka Allah’a ulaşacağız.’ İşte hidayete erecek olanlar onlardır.” diyor Allahû Tealâ.

 

Allah için yaratıldınız. Unutmayın! Allah içinseniz o zaman hayatınızın sizin Allah ile olan mukayesenizde; karşılaştırmada Allah’ın üstün olması gerekmez mi? Neden kendinizi Allah’tan daha üstün sayıp da sabah namazına iblisin ve nefsinizin tesiri altında kalkmıyorsunuz diye bir düşünün bakalım.

 

Öyleyse hepiniz Allah’a lâyık olmak mecburiyetindesiniz. Boşuna yaratılmadınız. Allahû Tealâ diyor ki: “Biz abesle iştigal etmeyiz. Her yarattığımızı bir maksatla yaratırız.” Öyleyse siz de yaratıldınız ve tercihinizi yerli yerince yapın. Allah içinseniz Allah için olduğunuzu her sabah Allah’a ispat edin. Zor bir şeyden bahsetmiyorum değil mi? Uyandırıldığınız zaman kendinizi yataktan atmakla birinci adımı, yüzünüze soğuk suyu çarpmakla ikinci adımı atacaksınız. Söylediklerimizi unutmayın. Gene probleminiz olursa gene haber verin. Çaresine bakarız. Allah her şeye kaadirdir.

 

Allahû Tealâ’nın hepinizi sabah namazlarını kılan, Allah’ın cennetine giren, dünya saadetinin sahibi olanlardan kılmasını temenni eder, niyaz eder ve dua ederiz.

 

İmam İskender Ali M İ H R

 

Sabah Namazına Kalkmayı Kolaylaştıracak 6 Tavsiye

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Sabah Namazına Uyanmak İçin Okunacak Dua - Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?

Beş vakit namaz içerisinde en zor olanı sabah namazıdır. Her ne kadar zor ve diğer vakit namazlarına göre daha zahmetli olsa da faziletleri de bir o kadar büyüktür. Hadis kaynaklarında sabah namazını kılmanın ne kadar önemli olduğuna vurgular yapılmıştır. Beş vakit namaz kılanlar için sabah namazı kılmak Allah'a (C.C) karşı olan samimiyeti de göstermektir. Sabah namazına uyanmak için okunacak dua ile bu namazını vaktinde eda etmek isteyenler ayrıntıları inceleyebilirler. Sabah namazına uyanmak için okunacak dua, Sabah namazına nasıl kalkılır ve sabah namazına kalkmak için neler yapılır sorularının cevabına haberimizde yer verdik.

Sabah Namazına Uyanmak İçin Okunacak Dua

Sabah namazına uyanamayanlar ve uyanmak için çaba sarf edenler sabah namazına nasıl kalkılır sorusu hakkında da araştırma yapıyor. Sabah namazına uyanmak için aşağıdaki duayı okuyabilirsiniz.

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. O'nu ne uyuklama tutar ne de uyku! Allah'ım, gözümü uyanık kıl, kalbimi nurlandır, benden çok uyumayı ve gaflet ağırlığını gider!"

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-'dan rivayet olunduğuna göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden herhangi biriniz uykuda iken şeytan ense kökünüze üç düğüm atar. Her bir düğümü bağladıkça: ''Sen yat yat, daha gece uzundur'' diyerek attığı düğümün üzerine eliyle vurur. Eğer bir kimse uykudan uyanır da Allah'ı zikreder, hatırlarsa bu düğümlerden biri çözülür, abdest alırsa biri daha çözülür, namaz kılarsa birisi daha çözülür ve zinde ve neş'eli olarak tertemiz bulunarak, sıklet ve tenbellik gibi şeylerden uzak olarak sabaha çıkmış olur. Böyle yapmayıp da güneş doğuncaya kadar gaflet üzere yatarsa vücûdu habîs ve tenbel olarak sabaha çıkmış olur." (Buhârî, Teheccüd, 12; Müslim, Müsâfirîn, ; Ebû Dâvud, Tatavvu', 18)

Sabah Namazı Kılmanın Fazileti

Sabah namazı diğer vakit namazlarına göre daha zahmetlidir. İnsanın uykusunun en tatlı yerinde kalkarak bu namazı eda etmesi ise oldukça mühimdir. Sabah namazının diğer vakit namazlara göre daha faziletli olduğu çeşitli hadislerle vurgulanmıştır. İşte o hadislerden bazıları;

Cündeb el-Kasri'den nakledildiğine göre, Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Her kim sabah namazını kılarsa o kimse Allah'ın koruması altındadır." (Müslim, Mesacid, )

"Sizi atlılar kovalayacak bile olsa sabah namazının iki rekât sünnetini terk etmeyin.",

"O, dünyanın tamamından hayırlıdır." buyrulmuştur. (Kütüb-i Sitte, 8/)

Peygamber Efendimiz sabah namazının sünnetine diğer sünnetlerden daha çok önem vermiş ve bunun terkedilmemesini istemiştir: Düşman süvarisi kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin." (Sünen-i Ebû Davud)

Resulullah Efendimiz (Sav) şöyle bildirmiştir;

"Kim sabah namazını cemaatle kılarsa, bütün gece namaz kılmış gibidir." (Müslim)

Hz. Peygamber'in (s.a.s) belirttiğine göre en faziletli namazlardan biri olmaktadır;

"Allah'ın indinde en faziletli namaz cuma gününün cemaatle kılınan sabah namazıdır." (Ebu Nuaym El-Hilye)

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir