Nüzul Sebebi (Arapça: اسباب النزول), Tefsir biliminin ayet veya surelerin iniş sebeplerini araştıran dalıdır. “Esbab-ı Nüzul”, “iniş sebepleri” anlamına gelen bu tabir, Hz. Peygamber’in (s.a.a) risâlet döneminde vuku bulan ve Kur’an’ın bir veya birkaç ayetinin yahut bir suresinin inmesine yol açan olayı, durumu ya da soruyu ifade etmek üzere kullanılır. Nüzul sebepleri (Esbab-ı Nüzul) sadece ayetlerle ilgili bir tabirdir.
“Esbab”, her hangi bir amaca ulaşmak için bir objeye tutunmak anlamına gelen sebep kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ve türevleri şu anlamlara gelir: İlişki, bağ, neden, araç, bahane ve bağıl.[1]
“Sebep ve esbab” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de de yukarıdaki anlamlarında kullanılmıştır:
“Esbab-ı Nüzul” (Nüzul ve iniş sebebi), Kur’an araştırmalarında zarf, şartlar, sebep ve durumlara göre ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Allah beşerle (Peygamberi ile) vasıtalı veya vasıtasız olarak konuşmakta, açıklamalarda bulunarak belirsizlikleri gidermektedir. Vahyin inişine neden olan olaylar silsilesi yaklaşık olarak kadardır.[2]
Kur’an’ın sure ve ayetlerinin birçoğu herhangi bir neden ve gerekçe olmadan nazil olmuş ve hiçbir hadise, olay yahut sual ve soruyla ilintili olmadan inmiştir. Dolayısıyla her ayet ve surenin hangi neden ve sebeple indiğini araştırmanın bir anlamı yoktur. Sure ve ayetlerin birçoğu sadece insanların genel ihtiyaçlarını bertaraf etmek, insansal düşünce ve fikirlerin yetersizliğini vahiy ile telafi etmek ve ilahi hidayeti insanlara ulaştırmak için genel olarak inmiştir. İnsan, bu şekilde yaşantısında hak ve batılı ayırabilmektedir.[3]
Özel bir nüzul sebebi olmayan ayet ve sureler, Kur’an-ı Kerim’in önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Aşağıda bunlardan bazılarına değinilecektir:
Bazı Kur’an ayetlerinin özel nüzul sebepleri vardır. Bu sure ve ayetler, yaşanan o olay ve hadiseden sonra Hz. Peygamber’e (s.a.a) nazil olan vahiy ile o olay ve hadise aydınlatılmıştır. Nüzul sebebi belli olan ayet ve sureler tefsir kitaplarında belirtilmiş veya “Esbab-ı Nüzul” adı altında bağımsız kitaplarda yazılmıştır. Dolayısıyla “Esbab-ı Nüzul”un (nüzul sebebi) terminolojik anlamı hakkında şöyle diyebiliriz: “Hz. Peygamber’in (s.a.a) risâlet döneminde yaşanan ve Kur’an’ın bir veya birkaç ayetinin yahut bir suresinin inmesine yol açan olayı, durumu ya da soruyu ifade etmek üzere kullanılır.”[6] Başka bir ifadeyle:
Bu tür gelişmelerden sonra ayet, ayetler ve yerine göre sure nazil olmuştur. Bu sure ve ayetler, o olay hakkında veya insanların sordukları sorunun cevabı ya da Müslümanların atması gereken adımların gösterilmesi için gerçekleşmiştir.[7]
Bir olayın nüzul sebebinin kabul edilebilmesi için, onun nakledildiği rivayette hadis usulü açısından aranan şartlar yanında, olayın Hz. Peygamber (s.a.a) döneminde gerçekleştiğinin tespit edilmiş olması ve ilgili ayet veya surenin içeriği ile bir ilişkisi bulunması gerekir. Tefsir âlimleri, nüzul sebepleriyle ilgili rivayetlerin sıhhatini tespitte oldukça titiz davranmışlardır. Her şeyden önce esbab-ı nüzul tamamen rivayetle alâkalı bir disiplin olduğundan, hadis usulünde hadislerin sıhhati için aranan genel şartlar bu konuda da geçerlidir. Zira herhangi bir ayetin nüzul sebebi, ya Ehlibeyt yoluyla ya da ayetin iniş hadisesine şahit olmuş ve buna sebep olan durumu tespit etmiş bir sahabenin rivayetiyle bilinebilir. Bundan dolayı müfessirler doğru bir rivayete dayanmadan muhakeme, istidlâl ve içtihat gibi yollarla nüzul sebepleri aramaya kalkışmayı doğru bulmamışlardır.[8]
Lua hatası 80 satırında seafoodplus.info: module 'Module:HtmlBuilder' not found.
Lua hatası 80 satırında seafoodplus.info: module 'Module:HtmlBuilder' not found.
Tefsir ilmi, Kur’ân’ın nâzil olmaya başlaması ile birlikte ve Hz. Peygam-ber’in kendisine vahyedilen ayetleri insanlara tebliği ve gerekli yerleri açıkla-ması suretiyle tatbiki olarak başlamıştır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabîler Kur’ân’a dair Hz. Peygamber’den öğrendikleri bilgileri gerek sadece naklederek gerekse yorumlamak suretiyle kendilerinden sonraki nesil olan tâbiîlere aktarmışlardır. Tâbiîn dönemi, İslam topraklarının genişlemesi, farklı ırk ve kültürden olan insanların da İslam’ı kabul etmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni soru ve sorunların Kur’ân ışığında anlaşılması ve yorumlanmasına dair farklı yaklaşımların tezahür ettiği bir dönemdir. Bu dönemde Mekke, Medine ve Kûfe’de oluşan tefsir medreselerinde yetişen tâbiîler, sahabîlerden aldıkları bilgiler ışığında Kur’ân’ın anlaşılması ve uygulanması hususunda yöntem olarak birbirlerinden ayrışmaya başlamışlardır. Ayrıca bu dönem, tefsire dair bilgilerin müstakil risaleler halinde telif edilmeye başlandığı bir zaman dilimidir. Süddî el-Kebîr de Hicaz’da doğmuş Kûfe’de yaşamış ve tefsire dair naklettiği pek çok rivayetle sonraki dönem müfessirlerine kaynaklık etmiş tâbiînin önde gelen şahsiyetlerinden birisidir. Bilhassa İbn Abbas ve İbn Mes‘ûd’dan nakil-lerde bulunan Süddî’nin kendisine atfedilen tam bir tefsirinden kaynaklarda bahsedilse de günümüze ulaşan bu vasıfta bir eser bulunmamaktadır. Süddî’den gelen tefsir rivayetleri, bilhassa rivayet tefsirleri içerisinde dağınık olarak yer almaktadır. Bu rivayetler incelendiğinde onun, Kur’ân’ı Kur’ân ve sünnet ile tefsir yöntemlerini kullandığı, nüzul sebepleri ve tarihî bilgilerden istifade ettiği, yer yer şer‘i hükümler çıkardığı, nesh ve müteşabih gibi konu-larda fikir beyan ettiği görülmektedir. Naklettiği rivayetlerde Süddî’nin en çok eleştiri aldığı nokta ise isrâiliyyâta yoğun bir şekilde yer vermesidir. Bu çalış-mada Süddî’nin hayatı, ilmî yönü ve hakkındaki Şîilik iddiaları değerlendirile-cek, kendisinden gelen tefsir rivayetleri ekseninde onun tefsir yöntemi ve mü-fessir yönü ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar sözcükler- Tefsir, rivayet tefsiri, yöntem, Süddî