Tunus sinemasının en tanınan ismi Nacer Khemir, sinemacı kimliğinin yanı sıra öykü ve şiir yazan, resim sanatıyla uğraşan, oldukça donanımlı bir sanatçı. çektiği her filmi bir sonraki çalışması için önemli bir referans verecek düzeyde olmasına rağmen 25 yıllık süreçte maalesef üç film yönetebildi. Maddi kaynaklara ulaşmada yaşadığı sorun yüzünden eserlerini uzun süren beklemeler sonucunda gerçekleştirebilen Khemire göre bunun başlıca iki sebebi var: Yaptığı sinemanın kendi ülke insanları için geçmişe ait olması bir başka deyişle geçmişte kalmış olması gerektiği bu sebeple modern zamanlar hakkında pek bir şey söylememesi ve her ne kadar tüm filmlerinin yapımcıları batılı ülkeler olsa da bu ülkelerde bile yeterince anlaşılamaması. Günümüzün sanat üretimi içinde yaşadığı tüm maddi problemlere rağmen Khemirin sineması, popüler kültür egemenliği altına girmekten bir hayli uzak olan, duyarlı sinema severler için eşsiz birer hazineye dönüşebilecek potansiyele sahip özel filmlerden oluşuyor. Yazının da asıl konusu olan yapımı Les baliseurs du desert ile sinema dünyasına giren Khemir bu ilk filminde, çölün içinde dış dünyadan soyutlanıp unutulmuş bir köyün yazgısını, okulu olmayan bu köye atanan öğretmenin izinde süren bir anlatı oluşturmuştu. İlk filminden altı yıl sonra gelen yapımı Le collier perdu de la colombe ise Hasan isimli bir hattatın, eski yazıtların gizemini çözerek aşkın sırrına ulaşma çabalarını konu edinir. İbniHazmın Güvercin Gerdanlığı isimli kitabındanesinlenerek oluşturduğu bu film, yönetmenin üstün atmosfer yaratım yeteneğini bir kez daha göstermiştir. Şimdilik son filmi olan ve tam on üç yıl aradan sonra gelen yapımı BabAziz ile sinemaya dönen Khemir, yeteneklerinden hiçbir şey kaybetmediğini ve çöle ne denli hakim olduğunu ispatlayan bir yol filmi yönetmişti. Bir derviş toplantısına katılmak için yol alan gözleri görmeyen Azizin ve ona eşlik eden torunu Ishtarın ilişkisini, onlara eklenen yan karakterlerin hikayeleriyle harmanlayarak enfes bir yolculuğu resmediyordu BabAziz.
Bu unutulmuş yerlerde her şeye çok uzak kaldık.
Les baliseurs du desert , çölün ortasında yol alan bir minibüs içerisinde, filmin iki ana karakterinden biri olan Abdusselam ile açılır. Köye öğretmen olarak atandığını söyleyen Abdusselam için bundan sonrasının ne denli tuhaf geçeceğinin ilk ipuçları şoför ile yaptığı konuşmalarla verilir. Abdusselam köyün nerde olduğunu sorarken şoför burada köy diye bir şey olmadığını, buraya gelmiş olmasına kızar bir şekilde söyler. Buna karşılık minibüsteki yaşlı bir adam köyün çok da uzakta olmadığını, ona yolu tarif edebileceğini belirtir. Abdusselam nereye gitmektedir? Minibüsün penceresinden görülen rüzgarda savrulan kumdan başka bir şey değildir. Gideceği yerin varlığı bile şüpheli bir hal almıştır. Abdusselam bilinmeyene doğru yol alırken kalabalık bir grup insanın ilahi söylermişçesine mırıldanarak geçişini görür.
Bu tuhaf açılış sahnesinin ardından Abdusselam nihayet olması gereken yere varır. Onu ilk fark eden kişi ömrü boyunca hazine arayıp durmuş bir adam olan Assamdır. Assamın seslenişiyle köyden kimseler ve Şeyh minik bir kum tepesinin ardından çıkarak gelirler. Görünürde kumdan başka bir şey yokken aslında orada saklı bir köy vardır. Film boyunca da geneline dair net bir algımızın oluşamayacağı bu köyün, kum rengi taştan örülmüş yapıları dışarıdan yıkık dökük görünür. İçerisi ise dar ve uzun tüneller ile birbirine bağlanan, hepsi avlulu ve az pencereli evlerden oluşan eski bir yerleşim yeridir. Yerlileri içinse bu köy unutulmuş bir yerdir, burada her şeyden çok uzak kalınmıştır. üstelik öğretmen atanan bu köyün bir okulu bile yoktur. Abdusselam şeyhin evinde, oğlu Ebubekirin odasında konaklamaya başlar. Ebubekir gezginlerin arasına, öğretmenin minibüsün penceresinden gördüğü o tuhaf kalabalığa katılmıştır. çok geçmeden Abdusselam için bu çöl gezginleri en önemli mevzu olur. Okulu bile olmayan bu köye neden öğretmen olarak atanmıştır? Bu soruya verecek bir yanıtı olmadan yaşamaya başlayan Abdusselam odasından çıktığı sınırlı zamanlarda gezginlerin sırrını öğrenmek için çabalar. öğrenebileceği yegane şey köyün üzerinde olan bir lanetin köyün gençlerini çöle çağırmasıdır. önüne geçilemeyen kaderleri bu gezgin grubunu uçsuz bucaksız bir çölün üzerinde oradan oraya sürüklerken, geriye kalanların var olma nedenleri de evlatlarının bir gün geriye dönebilme ihtimalleridir.
Film bir yandan Abdusselamın anlamlandırmakta zorlandığı bu yazgının peşinde zihninin sürüklenmesini ve gitgide kendi içine dönüşünü aktarırken, bir yandan da köyün çocuklarından olan Hasinin hikayesini anlatır. Babası gezginlerin arasına katılmış Hasin ninesiyle yaşamaktadır. Reisi olmaya çalıştığı bir çocuk grubuyla birlikte tüm gün şehrin içinde ve sınırlarında oradan oraya koşuşturur. Abdusselamın dinginliğinin aksine Hasin, çocukluğun getirdiği merak duygusu ve köyün yaşadıklarının üzerinde biriktirdiği tedirginlik ile birlikte durmadan hareket ederek inandığı ritüelleri gerçekleştirir. çetesiyle birlikte kırdıkları ayna kırıklarıyla oluşturmaya çalıştıkları bir kutsal bahçe inanışına sahiptir. Bir yandan köydeki tüm aynaları kırarken bir yandan da köyde girmediği delik, saklanmadığı köşe bucak bırakmaz. Hasinin köy içi gezginliğini takip ederek diğer insanların yazgılarına, dertlerine ve hiç bitmeyen bekleyişlerine ortak oluruz.
Kumdan başka bir şey görmezler. Tozdan başka bir şeye neden olmazlar.
Gezginlerin sırrını çözmeye çalışan kişi köyün en bilge insanı olan Hacıdır. Yıllardır en büyük derdi laneti kaldırabilmek olan adam bunu ancak dışardan gelen birinin yapabileceğini söyler. Onun için bu kişi Abdusselamdır. Lanetin kalkması için gezginlere kitabın ulaştırılması gerekir. Köyden kimse onlara yaklaşamayacağı için bu görevi öğretmen üstlenmelidir. Köy sakinleri her yıl üç günlüğüne hacca giderken bu sürede gezginler köye uğramaktadır. Bu yüzden köyde beklemesi ve kitabı gezginlere ulaştırması tembih edilir. Bundan sonrası Hacının Abdusselama belirttiği şekliyle ilerlemez. Kitapta müjdelenen ihtiyar bir kadın öğretmenin elinden tutarak onu çöle doğru götürür. İçsel arayışında başka bir eşik geçmiş olan Abdusselam bundan sonra karşımıza çıkmaz. Tam olarak nereye gittiği, gezginlere karışıp karışmadığı muallakta kalmaktadır. Film bize gezginlerin köye gelişiyle ilgili herhangi bir an göstermediği gibi Abdusselamın bundan sonraki akıbetine dair de bir veri sunmaz.
Medeniyeti temsilen köye gelmiş, buranın yazgısıyla kendi iç yolculuğunu gerçekleştirmiş Abdusselamın kayboluşuyla birlikte filme medeniyeti temsil edilen iki yeni karakter katılır. Abdusselamın izini sürmelerine rağmen onu bulamayan köy halkı yetkililere haber vermiştir. Bu vakayı aydınlatmak için gelen subay ve katibinin gelişiyle birlikte köyün karmaşık iç dünyası daha da tuhaf bir hal alır. Kaba ve köylüleri küçümseyen bu subay, bölgenin mistik ruhunu ve yazgısını anlamaktan çok uzak olduğu için Abdusselamın kayboluşunu önce bir hazine ve kitaba bağlar, daha sonra da bunun bir cinayet vakası olduğunu ileri sürer. Uzun bir bekleyişin ardından uçsuz bucaksız çölün içinde ne yapacağını bilemeyen subay, kendi düzeni içinde yol alması gereken bu köyü lanetler okuyarak terk eder, medeniyetin arasına geri döner. Katibi ile de yolları ayrılmıştır. İyice yaşlanmış katip köyde kalmaya devam eder. Bu çöl evreni ölmek için elverişli bir yerdir.
Rabbim! Onlar gibi olmak istemiyorum. Bu kumlarla kaplı çölde sonsuz bir arayış içinde gezerek onların kaderini paylaşmak istemiyorum. Gece gündüz sürekli dolaşıyorlar. Köy sadece onların dönmesini bekliyor.
Les baliseurs du desert, içerdiği tüm dini motiflerin, sembollerin, sürreel karakterlerin, ulvi lafların, gizemli insanların ya da filme eklenen Simbad gibi masal kahramanlarının etkisinden sıyrılarak okunabilecek güçlü bir his barındırıyor. Nacer Khemirin sinemasını beslediğini düşündüğü çocukluğuna ait bir his: Kaybın ve yok oluşun belirsizliği ve hüznü. Film, yapısını oluşturan sembolik katmanlardan sıyrıldığı sürece bu hissin peşinde koşuyor. Evlatlarını bir bir yitiren köylülerin yaşadığı çaresizliği ve küçük çocuklarını büyüyünce kaybedecek olmanın korkusunu hissettirdiği gibi tüm bu olan bitene çocukluğu temsilen, potansiyel bir gezgin adayı Hasinin gözünden bakmayı asla ihmal etmiyor.
Abdusselam ile Hasin arasında geçen bir diyalog tüm yalınlığı ve saflığıyla filmin bıraktığı tortunun en can alıcılarından. Filmin bir sahnesinde Hasin Abdusselama, onlara neler öğreteceğini soruyor. Abdusselamın cevabı oldukça bilindik: Dil bilgisi ve ülkelerin tarihi. Tuhaf olansa bu sıradan cevabın Hasin için bir şey ifade etmemesi. Bugüne kadar medeniyetten soyutlanmış, üzerindeki lanetin kalkacağı günün beklentisiyle yaşayan unutulmuş köyün çocuğu Hasin için bu yanıt muhtemelen dışarıyla kurmaya başlayacağı ilişkinin ilk adımı oluyor. Onun için ülke demek ayna kırıklarıyla kurmaya çalıştığı bahçesi ya da en fazla yaşadığı köy olabilir. Köydeki bu lanetin içinde biriktirdiği korku, ninesini ve hayali arkadaşı Hasanı kaybetmenin acısıyla birlikte Hasin için kurtuluş, hakkında hiçbir şey bilmediği dışarısı oluyor. Hacının Assama anlattığı hikayede duyduğu Kurtuba şehrini takıntı haline getiren Hasin, katibe onu Kurtubaya götürmesi için sorduğu zaman olumsuz yanıt alıyor. Sadece Kurtubanın çok uzakta, denizin öte tarafında olduğunu öğrenebiliyor. çölün içinde yaşayan bu çocuk için deniz ve deniz denen şeyin öte tarafı ne ifade ediyor? Ne olursa olsun kurtulabilmek için kaçacak bir yer olduğunu. Küçük Hasin işte bu kurtuluş umudunun farkındalığıyla yola koyulma kararı alıyor. Geceyi ninesinin mezarının yanı başında kıvrılarak geçiriyor, ninesine onu her zamankinden daha erken uyandırmasını tembihleyerek uykuya dalıyor.
Les baliseurs du desert, çoğunlukla muallakta bırakmayı tercih ettiği arayışların filmi. Köyün yaşamı, medeniyetten gelenin kendi düşünce biçimiyle anlayamayacağı, sadece kendisini teslim ederse vakıf olabileceği bir düzen içeriyor. Modern dünyanın kolay kolay özdeşleşebileceğine inanmadığı çöl dünyası, insanın nerede olursa olsun hislerine kulak tıkamamasını salık veriyor.
Etiketlerarayışçölel-haimounegezginlerkumkurtubalanetmistiknacer khemirsimon sağlamoğlutunus sinemasıwanderers of the desert
Fidan Sanat Vakfı tarafından düzenlenen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğünün desteklediği ve Anadolu Ajansının Global İletişim Ortağı olduğu festival kapsamında Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması'nda ustalık sınıfı etkinliği gerçekleştirildi.
Festivalin uluslararası jüri başkanlığını da üstlenen tecrübeli yönetmen ve yazar Khemir, hayatından kesitler ve sinemaya başlamasını anlatırken henüz 6 yaşındayken yatılı okula verilmesiyle belirli saatlerde yemek yediği, belirli saatlerde uyuyup uyandığı bir hayata mecbur kaldığını ve çocukluğunun askeri bir düzende geçtiğini söyledi.
Sanata adım atmasının da bu yıllar dayandığını ifade eden Khemir, "Yurt hayatı boyunca en sevdiği anlar, cuma günü öğleden sonra film seyrettiğimiz zamanlardı. Sinema salonu kapkaranlık olduğunda özgür hissediyorduk. Çünkü yöneticiler göremedikleri için bize numaralarımızla hitap edemiyorlardı. Sinema her zaman benim için özgürlüğü tatmak ve dünyaya açılmak anlamına geliyordu." dedi.
Khemir, babasının ölümünün kendisinde derin bir üzüntü yarattığını fakat sonradan bu gibi durumların başkaları için aynı derecede önemli olmadığını fark ettiğini belirterek, şunları kaydetti:
"Şunu anladım ki, şahit olmaya gücü yetmeyen aslında yaşamadan ölmüştür. İnsanlara ulaşmak için en aktüel ve en modern vasıta olduğunu düşündüğüm için sinema yapmaya karar verdim. Sinemaya, şahit olmak için, başta babam için şahitlik yapmak için geldim. Babamın ölümüyle aslında ondan çok daha fazlasını, bir toplumu, bir kültürü kaybettiğimin farkına vardım. Sadece babasını kaybetmiş bir yetim değildim, medeniyet ve kültürünü kaybetmiş bir yetimdim."
Babasının vefatından sonra ailesiyle ilgili bir konuya çözüm üretmek için annesinden hikaye anlatmasını kardeşlerinin de bu hikayeleri çizmesini istediğini anlatan usta yönetmen, bu hikayeler sayesinde ilk kitabının çıktığını ve daha sonra kitaptan bahsetmek için hikayeler anlatmasının istendiğini söyledi.
İstemeden kendisini bir hikaye anlatıcısı olarak bulduğuna işaret eden Khemir, "Bin Bir Gece Masalları'nı 30 yıl boyunca Avrupa'nın farklı farklı ülkelerinde anlattım. Sonra da kendimi hikaye anlatıcısı olarak buldum. Bu benim filmlerde anlatma kabiliyeti kazanmak için hedeflediğim bir şeydi. Çünkü hikayesiz kimlik olmaz ve bu öz kimliğimi yeniden keşfetmek, yeniden bulmak için hikaye anlatıyordum. Hikaye anlatıcısı bizim için sinemacının atasıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Yazarlıktan yönetmenliğe nasıl geçtiğinin sorulması üzerine Khemir, hikaye anlatıcılığı ile sinemanın birbirine paralel ilerleyen şeyler olduğunu dile getirerek, "Yanlış bilinen bir şey var. Aslında biz sinema üreterek hayatımızı kazanmıyoruz. Yani sinema bana para kazandırmaktan çok kaybettirdi. Yani Bin Bir Gece Masalarını anlatarak, konferanslara katılarak ve kitaplarla daha fazla para kazandım." dedi.
Filmlerinde yapımcı, senarist, set tasarımcısı ve direktör gibi pek çok işi üstendiğini fakat bunlardan maddi kazanç elde edemediğini anlatan Tunuslu yönetmen, "Hatta bir filmimi kurtarmak için kendi birikimlerinden bin avro harcadım. Çünkü ortak yapımcılar filmi durdurmak istiyorlardı. Buna rağmen biliyorsunuz Bab'Aziz filmi, Avrupa film festivallerinde yer almadı." ifadesini kullandı.
Nacer Khemir, sinema hayatı boyunca yaşadığı zorluklara ilişkin, "Ben küçüklüğümden itibaren kimsenin boyunduruğu altına girmemeyi öğrendim. Kimseyle tartışmak değil amacım ama ne hissediyor ve düşünüyorsam onu ifade etmek için çalışıyorum. Babamın yüzü o filmde İslam'ın ta kendisiydi ve onun kirletilmesine izin vermek istemiyorum. Mesleki bir mesele değil bu daha büyük bir şey. Bu bir şuur ve haysiyet meselesi." değerlendirmesinde bulundu.
"Çöl İşaretçileri", "Kayıp Güvercin Gerdanlığı" ve "Bab'Aziz"den oluşan "Çöl" üçlemesi filmleri bulunan Khemir'in görme engelli bir dervişi konu alan yapımı "Bab'Aziz" filmi de festival kapsamında izleyiciyle buluştu.
8. Alemlere Rahmet Uluslararası Kısa Film Festivali'nin programlarına "seafoodplus.info" adresinden ulaşılabiliyor. Festival, 30 Kasım'a kadar devam edecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.Sinemacıların birinci görevinin tipik ve klasik sinemadan çıkıp farklı argümanlarla hikayeyi anlatmak, ikincisi ise gençlere tarihi ve kültürel bilgiler vermek olduğunu söyleyen usta yönetmen, bu yeni yolun eleştirmenleri bile şaşırttığını aktardı. Khemir, “Benim temennim, çocuklarımız bizimle kalsın, fikirleri, güzellikleri ve bakışlarıyla başka yere gitmesin. En büyük risk, İstanbullu bir gencin New York’ta yaşaması. Bu gerçekten yıkıcı bir şey. Şu anda Tunus hakkında başladığım bir belgeseli tamamlama ümidim var. Bunu bir Türk yapımcıyla yapabiliriz. Bunun üzerine konuşuyoruz. Daha önce de bazı yönetmenlerle görüşme şansım olmuştu ama ortak yapım film işine girmemiştik” şeklinde konuştu.
Bugüne kadar 15 uzun metraj film çektiğini, 40’ı aşkın senaryo yazdığını vurgulayan usta yönetmen, Türkiye’ye birçok kez geldiğini söyleyerek, “Türkiye’yi gerçekten çok seviyorum ve burası İslam medeniyetine can vermek için tohum atma kabiliyetine sahip” ifadelerini kullandı.