onurum filo lastik bayrampaşa / İTO | Motorlu Araçlar Tamir, Bakım ve İmalatı

Onurum Filo Lastik Bayrampaşa

onurum filo lastik bayrampaşa

How to get to Dassault Systemes Turkiye in Şişli by Bus, Metro or Cable Car?

Public Transit to Dassault Systemes Turkiye in Şişli

Wondering how to get to Dassault Systemes Turkiye in Şişli, Turkey? Moovit helps you find the best way to get to Dassault Systemes Turkiye with step-by-step directions from the nearest public transit station.

Moovit provides free maps and live directions to help you navigate through your city. View schedules, routes, timetables, and find out how long does it take to get to Dassault Systemes Turkiye in real time.

Looking for the nearest stop or station to Dassault Systemes Turkiye? Check out this list of stops closest to your destination: Mecidiyeköy Metrobus; Mecidiyeköy Metrobüs - 92s-Emtm Yönü; Mecidiyeköy Metrobüs - 97mmkmamm Yönü; Mecidiyeköy Metrobüs - Hmbeemmbm Yönü; Kuştepe Yolu; Kuştepe Muhtarliği - Son Durak Yönü; Mecidiyeköy Metrobüs - Çaglayan Yönü; Karkuyusu - Mecidiyeköy Yönü; Karkuyusu - Çaglayan Yönü.

BusŞ34AS34G49AŞ93MMetro:M2M7Cable Car:MİNİBÜS: B

Want to see if there’s another route that gets you there at an earlier time? Moovit helps you find alternative routes or times. Get directions from and directions to Dassault Systemes Turkiye easily from the Moovit App or Website.

We make riding to Dassault Systemes Turkiye easy, which is why over million users, including users in Şişli, trust Moovit as the best app for public transit. You don’t need to download an individual bus app or train app, Moovit is your all-in-one transit app that helps you find the best bus time or train time available.

For information on prices of Bus, Metro and Cable Car, costs and ride fares to Dassault Systemes Turkiye, please check the Moovit app.

Use the app to navigate to popular places including to the airport, hospital, stadium, grocery store, mall, coffee shop, school, college, and university.

Dassault Systemes Turkiye Address: Mecidiyekoy Yolu Caddesi street in Şişli

Pierce Brown - Sabah Yıldızı Kızıl İsyan Serisi 3

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages

düşmanları ona savaş getirmiştir. Altın


yöneticiler karısını asmış, halkını köle-
leştirmiştir. Darrovv ise karşı koymaya
kararlıdır ve Altınların arasına sızmak
için her şeyini riske atmıştır. Toplum ’un
en güçlü savaşçılarını yenip rütbesini
yükseltm iştir. Ancak hiyerarşiyi içeriden
çökertecek devrim e adım adım yaklaşır­
ken aniden sırtından vurulm uştur.

Tüm hayatının birikmiş öfkesine ihanetin


acısı eklenmişken karanlığa kapılmama-
ya çalışan, bu süreçte Altın dostlarına sa­
dakati ve özgürlük arzusu arasında hırpa­
lanan Darrovv, Güneş Sistemi’nin kaderi
omuzlarındayken her zamankinden daha
savunmasızdır. Onun gerçek kimliğini bi­
len eski müttefikleri, sadakatlerini koru­
yacak mıdır? Altınlara karşı ayaklanması
başarıya ulaşabilecek midir? Darrovv baş­
lattığı iç savaşı mutlak zafere taşımaya
çabalarken Altın tiranlara karşı direnen
milyonlarca insanın hayatını değiştirecek
seçim ler yapacaktır.

"M ükem m el Yıldızlararası iç savaşı


çok tatmin edici bir sona ulaştırırken
coşkulu nutukları, parçalanan ailelerin
hikâyelerini ve çarpıcı çatışma
sahnelerini okura ön sıradan izletiyor.”
Publishers Weekly

“ Yıldız S avaşlarinda J e d i’ın Dönüşü


neyse, Kızıl İsyan üçlemesinde de
Sabah Yıldızı o”
seafoodplus.info
SABAH Y IL D IZ I
K IZ IL İS Y A N - 3
Pegasus Yayınları:
Bestseller Roman:

Sabah Yıldızı
Kızıl İsyan - 3
Pierce Brovvn
Özgün Adı: Morning Star

Yayın Koordinatörü: Berna Sirman


Editör: Begüm Berkman Padar
Düzelti: Çiçek Eriş
Sayfa Tasarımı: Ezgi Gültekin

Baskı-Cilt: Alioâlu Matbaacılık


Sertifika No:
Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A
Bayrampaşa/İstanbul
Tel: 95 59

1. Baskı: İstanbul, Ekim - Ciltli


ISBN:

Türkçe Yayın Hakları © PEGASUS YAYINLARI,


Copyright © Pierce Brovvn,
Harita ©Joel Daniel Phillips,

Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akçalı Telif Hakları Ajansı


aracılığıyla alınmıştır.

Bu kitap bir hayal ürünüdür. Eserde geçen isimler, yerler ve olaylar yazarın
hayal gücünün ürünüdür ya da hayalî olarak tasarlanmıştır. Hayatta ya da
ölmüş kişilerle, olaylarla ya da yerlerle ilgili benzerlikler tamamen tesadüfidir.

Tüm hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler


Pegasus YayıncılıkTic. San. Ltd. Şti.'den izin alınmadan fotokopi dâhil,
optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz,
çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz.

Yayıncı Sertifika No:

Pegasus YayıncılıkTic. San. Ltd. Şti.


Gümüşsüyü Mah. Osmanlı Sk. Alara Han
No: 11/9 Taksim/İSTANBUL
Tel: 23 50 (pbx) Faks: 23 46
seafoodplus.info / [email protected]
Pierce Brown

SABAH
Y IL D IZ I
K I Z I L İS Y A N - 3

İngilizceden çeviren:
Selim Yeniçeri

PEGASUS YAYINLARI
Bana dinlemeyi öğreten ablama
GUflEŞ SİSTEMİ
İkinci Uydu Lo rdl ar ı
İsyanı dönemi
G e z e g e n ö lç ü le r i v e y ö r ü n g e k o n u m la n t a s v ir a m a ç lıd ır .

TİTAN

IA P ETU S

UYDU L O R D L A R I İ S Y A n i
/Çekirdek’ten b ağ ım sızlığ ın ı
ilan ed en dünyalar.
K I Z IL İS Y A N ’I N T A R İH Ç E S İ

Kıztl Yükseliş
Darrow, Mars’ın yüzeyinin derinliklerinde madencilik yapan dü­
şük seviyeli bir köledir. Gezegeninin yüzeyini gelecek kuşaklar için
yaşanabilir hale getirmek amacıyla çalışmaktadır fakat o ve halkı
kandırılmıştır: Yüzey yaşanabilir haldedir ve acımasız Altınların
hâkimiyetindedir. isyankâr fikirlerini dile getirdiği için karısını
astıklarında, Darrovv, Ares’in Oğulları olarak bilinen bir devrimci
gruba katılır. Oğullar, Darrow’u fiziksel açıdan bir Altın’a dönüş­
türür ve Toplum’u içeriden çökertmekle görevlendirir.
Darrow, şımarık ergenleri Toplum’un en iyi savaşçıları haline
getiren seçkin Altın kurumu Enstitü’ye katılır. Burada savaş sanatını,
sık sık ihanetlerle dolu -ama bazen samimi- arkadaşlıklar arasında
yolunu çizmeyi ve Altınların karmaşık siyasi ortamını öğrenir. Dar­
rovv ancak paradigmayı değiştirerek ve yeni dostlarına güvenerek
Enstitü’yü ve bütün tehlikelerini aşmayı başarır.

Altın Oğul
Darrovv, Enstitü’deki zaferinden sonra Mars BaşValisi Nero au
Augustus’un yanında prestij ve unvan kazanır. Ne var ki, Altınların
uzayda çatışmayı öğrendiği Akademi’de başarısız olunca kendi
efsanesine uyum sağlamakta zorlanır, işvereninin ailesinin rakiple­
rinden biri tarafından yenilince BaşVali’nin gözünden hızla düşer
fakat sonunda güce susamış Altın’a istediğini verir: Bir iç savaş.
Augustus klanını Bellonalarla birbirine düşürerek Toplum’un
dengesini bozar ve gittiği her yere kargaşa tohumları eker. Etkileyici
bir ordu ve şüpheli birtakım müttefikler kazandıktan sonra, Dar-
10 I S A B A H Y I L D I Z I

row, Mars’a başarılı bir saldırı düzenleyerek Bellonaları gezegenden


püskürtür. Ancak askeri zaferinin onuruna düzenlenen Zafer’de,
ihanet çirkin başını bir kez daha gösterir ve uğrunda çabaladığı
her şey paramparça olur. Dostları ve müttefikleri öldürülür ya da
kaybolurken, Darrow yakalanıp gizli kimliği deşifre edilir ve isyanın
yazgısı artık bıçak sırtındadır
D R A M A TIS P E R S O N J ]

Altmlar

OCTAVIA AU LUNE Toplum’un Hükümdarı


LYSANDER AU LUNE Octavia’nın torunu, Lüne Hanesi’nin vârisi
ADRIU S AU AUGUSTUS/ÇAKAL Mars’ın BaşValisi, Virginia’nın
ikiz kardeşi
V IR G IN IA AU AUGUSTUS/KISRAK Adrius’un ikiz kardeşi
MAGNUS AU GRIM M US/KÜLLER LORDU Hükümdar’ın Baş İm-
peratoru, Aja’nın babası
AJA AU G R IM M U S Değişken Şövalye, Hükümdar’m muhafız
komutanı
CASSIUS AU BELLONA Sabah Şövalyesi, Hükümdar’ın özel muhafızı

R O O JJE AU FABII Kılıç Donanması’nın İmperatoru


A N TO N IA AU SEV ER U S-JU LII Victra’nın üvey kardeşi, Agrip-
pina’nm kızı
V IC TRA AU JULII Antonia’nın üvey ablası, Agrippina’nın kızı
KAVAX AU TELEMANUS Telemanus Hanesi’nin lideri, Daxo’nun
babası
DAXO AU TELEMANUS Kavax’ın vârisi ve oğlu, Pax’ın ağabeyi
ROMULUS AU RAA Raa Hanesi’nin lideri, Io’nun BaşValisi
LILATH AU FARAN Çakal’ın arkadaşı, Kemiksürenlerin lideri
12 I S A B A H Y I L D I Z I

CYRIANA AU TANUS/DEVEDİKENİ Eski bir Uluyan, Kemiksüren-


lerin kurmaylarından biri
VIXUS AU SARNA Eski Mars Hanesi üyesi, Kemiksürenlerin kurmayı

Orta ve AdiRenkler

TR IG G Tl NAKAMURA Lejyoner, Holiday’in kardeşi, Gri


HOLIDAY T l NAKAMURA Lejyoner, Trigg’in ablası, Gri
REGULUS AG SUN/CIVA Toplum’un en zengin adamı, Gümüş
ALLA. KARSERÇESİ Valkyrie Kraliçesi, Ragnar ve Sefi’nin annesi,
Obsidiyen
SESSİZ SEFİ Valkyrie Savaş Lordu, Sefi’nin kızı, Ragnar’ın kız
kardeşi, Obsidiyen
O R IO N XE AQUARII Gemi kaptanı, Mavi

Ares’in Oğullan

LYKOS'LU DARROW/AZRAİL Eski Augustus Hanesi Süvarisi, Kızıl


SEVRO AU BARCA/GOBLİN Uluyan, Altın
RAGNAR VOLARUS Yeni Uluyan, Obsidiyen
DANSÇI Ares’in kurmayı, Kızıl
MICKEY Oymacı, Mor
rkadaşlarımın kanıyla suladıkları bahçeden uzakta, karanlığın
A içinde doğruldum. Karımı öldürmüş olan Altın adamın cesedi
şimdi soğuk metal güvertede yanımda yatıyordu ve cam kendi oğlu
tarafından alınmıştı.
Sonbahar rüzgârı saçlarımı uçuşturuyordu. Geminin uğultusunu
duyuyordum. Uzakta, parça parça alevler geceyi turuncu bir ışıkla
aydınlatıyordu. Telemanuslar beni kurtarmak için yörüngeden ini­
yordu. inmemeleri daha iyi olurdu. Keşke karanlığın beni almasına
ve akbabaların, felç olmuş vücudumu didiklemesine izin verselerdi.
Düşmanlarımın sesleri arkamda yankılanıyordu. Melek yüzlü,
devasa iblisler. En ufak tefek olanı eğildi. Ölmüş babasına bakarken
başımı okşadı.
“İşte, hikâye hep böyle sona erer,” dedi bana. “Çığlıklarınla
değil. Öfkenle değil. Sessizliğinle.”
Bana ihanet eden Roque köşede oturuyordu. Arkadaşımdı. Ren­
gine göre fazla nazik bir kalbi vardı. Başını çevirdiğinde gözlerinin
yaşlı olduğunu gördüm. Ama o gözyaşları benim için değildi. Kendisi
içindi. Kaybettikleri için. Ondan aldıklarım için.
“Seni kurtaracak Ares yok. Seni sevecek Kısrak yok. Yalnızsın,
Darrovv.” Çakal’m gözleri sakince uzaklara bakıyordu. “Tıpkı benim
gibi.” Gözleri olmayan, ağızlıklı, siyah bir maskeyi elinde kaldırıp
yüzüme taktı. Görüşüm kararmıştı. “İşte, böyle sona erer.”
Bana diz çöktürmek için sevdiklerimi katletmişti.
Ancak yaşayanlar için hâlâ umut vardı. Sevro’da. Ragnar’da
ve Dansçı’da. Karanlıkta yaşayan bütün halkımı düşündüm. Bü­
tün dünyalarda Altınlar hükmedebilsin diye zincire vurulmuş tüm
renkleri. Ve onun ruhumda açtığı karanlık boşluğu yakıp kavuran
öfkeyi hissettim. Yalnız değildim. Onun kurbanı değildim.
Bu yüzden elinden geleni yapabilirdi. Ben Azrail’dim.
Acı çekmeyi bilirdim.
Karanlığı bilirdim.
Hikâye böyle sona ermeyecekti.
h KISIM
mııımııııııııımmıı

D İK E N L E R

Per aspera ad astra


1
lllllllllllllllllllllillllilll

S A D E C E K A R A N L IK

ıcaktan, güneşten ve uydulardan uzakta, etrafımı saran taşlar


S kadar sessiz ve korkunç bir mezarda hapsolmuş bedenimle
karanlığın içinde iki büklüm yatıyordum. Ayağa kalkamıyordum.
Vücudumu esnetemiyordum. Sadece, kurumuş bir insan fosiliymiş­
çesine, kıvrılıp bir top gibi büzülebiliyordum. Ellerim arkamdan
kelepçelenmişti. Soğuk taşın üzerinde çırılçıplak yatıyordum.
Karanlıkta yapayalnızdım.
Dizlerimi bükmek zorunda kalmadığım, sırtımı dik tutabildiğim
günlerin üzerinden aylar, yıllar, binyıllar geçmiş gibi geliyordu. Ağrı
delirticiydi. Eklemlerim paslanmış demir gibi kaynamıştı adeta. Altm
arkadaşlarımın çimenlerin üzerinde kanlar içinde yatışını gördü­
ğümden beri ne kadar zaman geçmişti? Roque’un kalbimi kırarken
yanağıma kondurduğu o nazik öpücük ne kadar gerilerde kalmıştı?
Zaman nehir falan değildi.
Burada değildi.
Bu mezarda zaman taştı. Daimi ve sarsılmaz bir karanlıktı ve
tek ölçek, hayatın ikiz sarkacıydı; nefes ve kalp atışlarım.
Nefes al. Güm güm. Güm güm.
Nefes ver. Güm . .. güm. Güm güm.
Nefes al. Güm güm. Güm güm.
Ve sonsuza dek tekrarlanıyordu. Ta ki Ta ki ne? Yaşlanıp ölene
kadar mı? Kafamı taşlarda parçalayana kadar mı? Besinleri zorla
18 I S A B A H Y I L D I Z I

içime sokmak ve dışkıyı çıkartmak için Sarıların karnıma bağladığı


hortumları dişlerimle koparana kadar mı?
Yoksa çıldırana kadar mı?
“Hayır.” Dişlerimi sıktım.
Eeveeet.
“Bu sadece karanlık.” Nefes aldım. Kendimi sakinleştirdim.
Yatıştırıcı düzenimde duvarlara dokundum. Sırtım, parmaklarım,
kuyruksokumum, topuklarım, ayak parmaklarım, dizlerim, başım.
Tekrarla. On kez. Yüz kez. Neden emin olmayasın? Bin olsun.
Evet. Yalnızdım.
Bundan daha kötü yazgılar olabileceğini sanırdım fakat olmadığını
artık biliyordum. İnsan ada gibi değildi. Bizi sevenlere ihtiyacımız
vardı. Bizden nefret edenlere ihtiyacımız vardı. Bizi hayata bağlayan,
yaşama ve hissetme nedeni verenlere ihtiyacımız vardı. Benim sahip
olduğum tek şeyse karanlıktı. Bazen çığlık atıyordum. Bazen gece
ya da gündüz kahkahalarla gülüyordum. Artık gecenin gündüzün
ne zaman olduğunu kim biliyordu ki? Zaman geçirmek, Çakal’ın
bana verdiği kalorileri tüketmek ve vücudumu titreyerek uyutmak
için gülüyordum.
Ağlıyordum da. Mırıldanıyordum. Islık çalıyordum.
Yukarıdan gelen sesleri dinliyordum. Sonsuz karanlık denizinden
bana ulaşan sesleri. Ve onlara zincirlerin ve kemiklerin çıldırtıcı tın­
gırtıları eşlik ediyor, hapishanemin duvarlarında titreşiyordu. Hepsi
çok yakındı ama aynı zamanda da binlerce kilometre uzaktaydı;
sanki karanlığın hemen ötesinde koca bir dünya vardı ama onu
göremiyor, dokunamıyor, tadamıyor, hissedemiyor, o dünyaya ait
olan peçeyi delemiyordum. Tecride mahkûm edilmiştim.
O sesleri yine duyuyordum. Hapishaneme sızan zincir ve kemik
tıngırtıları.
Sesler benim miydi?
Bu fikre güldüm.
Bir küfür savurdum.
Plan yapıyordum. Öldür.
Katlet. Kes. Parçala. Yak.
Yalvarıyordum. Hayaller görüyordum. Pazarlık yapıyordum.
P IE R C E B R O W N I 19

Böyle bir yazgıdan kurtulduğuna sevindiğim Eo’ya dualar


ediyordum.
Dinlemiyor ki.
Çocukluğumdan hatırladığım şarkıları söylüyor; Dying Earth,
The Lamplighter, Ramayana, Odysseia’yı hem Yunanca hem Latince
ezberden okuyor, sonra Arapça, İngilizce, Çince ve Almanca gibi
kayıp dillerde tekrarlıyor, henüz bir oğlan çocuğuyken Matteo’nun
bana verdiği veriYüklemelerden öğrendiklerimi hatırlıyordum. Tek
dileği evine dönmek olan inatçı Argosludan güç almaya çalışıyordum.
Onun ne yaptığını unutuyorsun.
Odysseus bir kahramandı. Tahta atıyla Truva’nın duvarlarını
yıkmıştı. Tıpkı Mars’ın üzerine saldığım Demir Yağmur’la Bellona
ordularım parçaladığım gibi.
Ve sonra
“Hayır,” diye tersliyordum kendimi. “Sessiz ol.”
“adam lar Truva’ya girdiler. Anneleri buldular. Çocukları
buldular. Tahmin et, sonra ne yaptılar?”
“Kapa çeneni!”
Ne yaptıklarım biliyorsun. Kemik. Ter. Et. Kül. Gözyaşları. Kan.
Karanlık neşeyle kıkırdadı.
Azrail, Azrail, Azrail Kalıcı bütün başarılar kanla boyanmıştır.
Uyuyor muydum? Uyanık mıydım? Kendimi kaybetmiştim. Her
şey kana karışıyor, beni görüntülere, fısıltılara ve seslere boğuyordu.
Eo’nun zarif ayak bileklerini tekrar tekrar çekiyordum. Julian’ın
yüzünü parçalıyordum. Pax, Quinn, Tactus, Lorn ve Victra’nın son
nefeslerini duyuyordum. Onca acı. Ne için? Karımı hayal kırıklığına
uğratmak için. Halkımı hayal kırıklığına uğratmak için.
Ve Ares’i yarı yolda bıraktın. Arkadaşlarım da.
Kaçı hâlâ hayattaydı ki?
Sevro? Ragnar?
Kısrak?
Kısrak. Ya burada olduğunu biliyorsa Ya umursamıyorsa
Neden umursasın ki? ihanet eden şendin. Yalan söyleyen şendin.
Onun zihnini kullanan şendin. Vücudunu. Kanını. Ona gerçek
yüzünü gösterdiğinde dönüp kaçtı. Ya oysa? Ya sana ihanet eden
oysa? Onu yine sevebilir misin?
20 I S A B A H Y I L D I Z I

“Kapa çeneni!” diye bağırdım kendime, karanlığın içinde.


Onu düşünmemeliydim. Onu düşünmemeliydim.
Nedenmiş? Onu özlüyorsun!
Daha önce defalarca olduğu gibi, karanlıkta onu gördüm;
yemyeşil bir çayırda at sırtında benden kaçarken eyerinde dönüp
bakan ve kahkahalarla gülerek beni peşine düşmem için kışkırtan
kız. Yaz rüzgârında bir çiftçinin at arabasından uçuşan samanlar
gibi savrulan saçlar.
Onu özlüyorsun. Onu seviyorsun. Altın kız. O Kızıl sürtüğü unut.
“Hayır.” Başımı duvara vurdum. “Bu sadece karanlık,” diye
fısıldadım. Sadece bana zihin oyunları oynayan karanlık. Ama yine
de Kısrak ve Eo’yu unutmaya çalışıyordum. Buranın dışında bir
dünya yoktu. Var olmayan şeyleri özleyemezdim.
Eski yaraların kopan kabuklarından alnıma ılık kan süzülüyor,
burnumdan damlıyordu. Dilimi uzattım ve damlaları bulana kadar
soğuk taşı yokladım. Tuz ve Mars demirinin tadına vardım. Yavaşça.
Yavaşça. Bu yeni hissin keyfini olabildiğince uzun çıkaracaktım. Tat
damağımda kalacak ve bir insan olduğumu hatırlatacaktı. Lykos’lu
bir Kızıl. Bir Cehennemdalgıcı.
Hayır. Değilsin. Sen bir hiçsin. Karm seni terk etti ve çocuğunu
çaldı. Fabişen sana sırt çevirdi. Yeterince iyi değildin. Fazla kibir­
liydin. Fazla aptaldın. Fazla kötüydün. Ve artık unutuldun.
Unutulmuş muydum?
Altın kızı son gördüğümde Lykos’taki tünellerde Ragnar’m
yanında dizlerimin üzerine çökmüş, Kısrak’tan kendi halkına iha­
net edip daha fazlası için yaşamasını istiyordum. Bize katılmayı
seçerse Eo’nun hayalinin gerçekleşebileceğini biliyordum. Daha
iyi bir dünya parmaklarımızın uçundaydı. Oysa o dönüp gitmişti.
Beni unutabilmiş miydi? Bana duyduğu aşk onu terk etmiş miydi?
O sadece maskeni sevmişti.
“Bu sadece karanlık. Sadece karanlık. Sadece karanlık,” diye
giderek daha hızlı mırıldandım.
Burada olmamalıydım.
Ölmüş olmalıydım. Lorn’un ölümünden sonra Oymacıların beni
paramparça edip beni Altın’a dönüştüren sırları keşfedebilmeleri için
Octavia’ya verilecektim. Benim gibi başkalarının da olup olmadığını
P IE R C E B R O W N I 21

anlayabilmeleri için. Ancak Çakal pazarlık yapmış, beni kendine


istemişti. Attika’daki evinde bana işkence yapmış; Ares’in Oğulları,
Lykos ve ailemle ilgili sorular sormuştu. Sırrımı nasıl keşfettiğim
bana asla söylememişti. Beni öldürmesi için ona yalvarmıştım.
Sonunda bana bu taşı vermişti.
“Her şey kaybedildiğinde onur ölümü emreder,” demişti Roque
bir defasında. “Bu asil bir sondur.” Ama zengin bir şair ölümü
nereden bilecekti ki? Ölümü yoksullar bilirdi. Ölümü köleler bi­
lirdi. Oysa ben ölümü çok istememe rağmen ondan korkuyordum
çünkü bu zalim dünyayı daha iyi tanıdıkça, güzel bir kurguyla
sona ereceği konusundaki inancım o kadar azalıyordu.
Vadi gerçekte yoktu.
Annelerin ve babaların, açlıktan ölen çocuklarının dehşete
dayanabilmesi için uydurduğu bir yalandı. Öyle bir şey yoktu. Eo
gitmişti. Hayali için savaştığımı falan görmemişti. Enstitü’de nasıl
bir zafer kazandığım ya da Kısrak’ı sevip sevmediğim umurunda
değildi çünkü öldüğü gün hiçliğe dönüşmüştü. Bu dünyadan başka
bir şey yoktu. Başlangıcımız ve sonumuz buradaydı. Sondan önce
mutlu olmak için tek şansımız
Evet. Ama sen sona ermek zorunda değilsin. Buradan kaçabilirsin,
diye fısıldıyordu karanlık. Sözleri söyle. Söyle onları. Yolu biliyorsun.
Haklıydı. Biliyordum.
“Sadece, ‘Yıkıldım,’ demen yeterli. O zaman bütün bunlar sona
erecek,” demişti Çakal uzun zaman önce, beni bu cehenneme in­
dirirken. “Seni hayatının sonuna kadar yaşayabileceğin güzel bir
yere yerleştireceğim, yanına güzel, sıcakkanlı Pembeler ve Küller
Lordu’ndan daha şişman olmanı sağlayacak güzel yemekler gön­
dereceğim. Ama bu sözlerin bir bedeli var.”
Kullan bunu. Kendini kurtar. Seni başka kimse kurtarmayacak.
“O bedel, sevgili Azrail, ailen.”
Pusucularıyla Lykos’ta yakaladığı ve şimdi Attika kalesinin
derinliklerindeki zindanında tuttuğu aile Onları görmeme asla
izin vermemişti. Onları sevdiğimi söylememe ve hepsini koruyacak
kadar güçlü olamadığım için özür dilememe izin vermemişti.
“Onları bu kaledeki mahkûmlara yedireceğim,” demişti. “Al­
tınların yerine yönetici olması gerektiğine inandığın adamlara ve
22 I S A B A H Y I L D I Z I

kadınlara. İnsanın içindeki hayvanı gördüğünde, benim haklılığımı


ve kendi haksızlığım anlayacaksın. Altınlardan başkası yönetmemeli.”
Bırak onları, diyordu karanlık. Bu gerçekçi ve akıllıca bir
fedakârlık olur.
“Hayır Bunu yapmayacağım ”
Annen yaşamanı isterdi.
Bu bedelle değil.
Hangi erkek anne sevgisini kavrayabilir ki? Yaşa. Onu için. Eo için.
Annem bunu gerçekten ister miydi? Karanlık haklı mıydı? Sonuçta
ben önemliydim. Eo bunu söylemişti. Ares bunu söylemiş ve beni
seçmişti. Bütün Kızıllar arasından beni. Ben zincirleri kırabilirdim.
Daha fazlası için yaşayabilirdim. Bu hapishaneden kaçmam bencillik
olmazdı. Resmin bütünü düşünülürse, özveri sayılırdı.
Evet. Gerçekten özveri
Annem bunu yapmam için bana yalvarırdı. Kieran anlayışla
karşılardı. Leanna da. Halkımızı kurtarabilirdim. Ne pahasına
olursa olsun Eo’nun hayali gerçekleşmeliydi. Direnmek benim
sorumluluğumdu. Hakkımdı.
Sözleri söyle.
Başımı taşa vurdum ve çığlık çığlığa haykırarak karanlığa defolup
gitmesini söyledim. Beni kandıramazdı. Beni yıkamazdı.
Bilmiyor muydun? Her insan yıkılır.
Tiz kahkahaları sonsuza dek yankılanarak benimle alay ediyordu.
Ve haklı olduğunu biliyordum. Her insan yıkılırdı. ÇakaPın
işkencesi altında yıkılmıştım bile. Ona Lykos’lu olduğumu söy­
lemiştim. Ailemi nerede bulabileceğini de. Ancak bir çıkış yolu,
kimliğimi onurlandırmanın bir yolu vardı. Eo’nun sevdiği kişiyi.
Sesleri susturmak için.
“Roque, sen haklıydın,” diye fısıldadım. “Sen haklıydın.” Sadece
evime dönmek istiyordum. Buradan sonsuza dek gitmek istiyordum.
Ama bunu yapamazdım. Geri kalan tek seçenek, benim için onurlu
tek gelecek ölümdü. Benliğime daha fazla ihanet etmeden.
Çıkış yolu ölümdü.
Aptal olma. Dur. Dur.
Başımı taşlara öncekinden daha sert vurdum. Kendimi ceza­
landırmak için değil, öldürmek için. Kendimi sona erdirmek için.
P IE R C E B R O W N I 23

Bu dünyanın güzel bir sonu yoksa o zaman hiçlik yeterli olacaktı.


Ancak bu dünyanın ötesinde bir Vadi varsa, onu bulacaktım. Geli­
yorum, Eo, sonunda geliyorum, diye düşündüm. “Seni seviyorum.”
Hayır. Hayır. Hayır. Hayır. Hayır.
Başımı taşa tekrar çarptım. Yüzüme bir sıcaklık yayıldı. Karan­
lıkta acıdan kaynaklanan kıvılcımlar çaktı. Karanlık bana uluyordu
fakat durmayacaktım.
Sonum buysa, doğruca ona koşacaktım.
Ne var ki son büyük darbeyi indirmek için başımı geri çektiğim
anda bir homurtu duydum. Deprem gibi güçlü bir uğultu. Karan­
lıktan değildi. Onun ötesinde bir şeydi. Taşın kendisinde, tepemde
bir şey giderek yükseliyor, giderek derinleşiyordu; sonunda karanlık
çatladı ve ışık, parlak bir kılıç misali aşağı indi.
2
mtiimıiMiııııımıııııııı

M AHKÛM L 17L

T avan parçalanıyor, ışık gözlerimi yakıyordu. Hücremin zemini


yükselip bir tıkırtıyla durana kadar gözlerimi sımsıkı yumdum ve
sonunda kendimi düz bir taş yüzeyde çırılçıplak yatar halde buldum.
Bacaklarımı uzatırken acıdan neredeyse bayılacaktım. Eklemlerim
çatırdıyordu. Düğüm düğüm olmuş kas bağları çözülüyordu. Işığa
karşı koyarak gözlerimi tekrar açmaya çabaladım. Gözlerim yaşlarla
dolmuştu. O kadar parlaktı ki etrafımdaki dünyayı sadece bulanık
parıltılar halinde görebiliyordum.
Yabancı sesler duyuyordum. “Adrius, nedir bu?”
“bunca zamandır içeride miymiş?”
“Şu koku”
İki tarafımda uzanan taşın üzerinde yatıyordum. Bir Kreon
böceğinin kabuğu gibi mavi ve mor ışıldayan simsiyah bir taştı.
Zemin mi? Hayır. Fincanlar görüyordum. Fincan tabaklan. Bir
servis arabasında kahve. Bir masa. Benim hücremdi. İğrenç bir
boşluk değil. Bir metreye on iki metre ölçülerinde, ortası oyuk bir
mermer kütlesi. Her gece birkaç santim tepemde karınlarını tıka
basa doyurmuşlardı. Sesleri, karanlıkta uzaktan duyduğum mırıltı­
lardı. Tek dostum gümüş takımlarının ve tabaklarının takırtılarıydı.
“Barbarca”
Şimdi hatırlıyordum. Demir Yağmur sırasında aldığım yaralarım
iyileştikten sonra Çakal’ı ziyaret ettiğimde oturduğu masaydı bu.
P IE R C E B R O W N I 25

Beni hapsetmeyi daha o zamandan mı planlamıştı? Beni buraya


getirdiklerinde başımı örtmüşlerdi. Kalesinin derinliklerinde oldu­
ğumu sanmıştım. Ama hayır, ziyafetlerini cehennemimden ayıran
tek şey otuz santimlik taştı sadece.
Başımın yanında duran kahve tepsisine baktım. Biri bana bakı­
yordu. Aslında birkaç kişi. Gözlerimdeki yaşlardan ve kandan onları
iyi göremiyordum. Topraktan ilk kez çıkmış kör bir köstebek gibi
sinerek uzaklaştım. Gururu ya da nefreti hatırlayamayacak kadar
şaşırmış ve korkmuştum. Yine de bana baktığını biliyordum. Ça­
kal. .. İnce yapısı, çocuksu yüzü ve yandan ayrılmış kumral saçları.
Boğazını temizledi.
“Saygıdeğer konuklarım. Size mahkûm L17L’ü takdim
edeyim.”
Yüzü hem cennet hem de cehennemdi.
Başka bir insanı görmek
Yalnız olmadığımı bilmek
Ama sonra bana yaptıklarını hatırlamak ruhumu paramparça
etmişti.
Diğer sesler sağır edici bir güçle yankılanıyordu. Ve büzüşmüş
halde durmama rağmen gürültülerinin ötesinde bir şey hissettim.
Doğal ve nazik bir şey. Karanlığın, beni bir daha asla hissetmeye­
ceğime inandırdığı bir şey. Açık bir pencereden yumuşak bir şekilde
süzülerek tenimi okşuyordu.
Bir kış esintisi leş gibi nemli kokumu keserek bana bir yerlerde
bir çocuğun karların ve ağaçların arasında koşturduğunu, ellerini
ağaç kabuklarında, çam iğnelerinde ve saçlarındaki nemde dolaştır­
dığını düşündürdü. Bu asla yaşamadığımı bildiğim fakat yaşamışım
gibi hissettiğim bir anıydı. Her zaman istediğim hayat oydu. Sahip
olabileceğim çocuk.
Ağlıyordum. Kendimden çok, anne ve babasının dağ gibi iri
ve güçlü olduğuna inanan, güzel bir dünyada yaşadığını sanan o
çocuk için. Keşke yine o kadar masum olabilseydim. Keşke bu anın
bir hile olmadığını bilebilseydim. Ama öyleydi. Çakal ancak geri
almak için verirdi. Çok geçmeden ışık bir anı olacak ve karanlık
geri gelecekti. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve yüzümdeki kanın taşa
damlamasını dinleyerek bekledim.
26 I S A B A H Y I L D I Z I

“Korkunç lanet, Augustus. Bu gerçekten gerekli miydi?” diye


mırladı vahşi bir dişi kedi. Herkesin canlılardan çok eşyalardan
etkilendiği Palatine Tepesi’nde öğrenilmiş o uyuşuk Luna aksanıyla
karışık hırıltılı ses. “Ölüm gibi kokuyor.”
“Manyetik prangaların altında mayalanmış ter ve ölü deri. Şu
önkollardaki sarımsı kabuklan görüyor musun, Aja?” dedi Çakal.
“Yine de Oymacılarınıza yetecek kadar sağlıklı ve hazır. Her şey
düşünülünce ”
“Adamı benden daha iyi tanıyorsun,” dedi Aja, bir başkasına.
“O olduğundan emin olun. Bir sahtekâr olmasın.”
“Sözümden şüphe mi ediyorsun?” diye sordu Çakal. “Beni
incitiyorsun.”
Birinin yaklaştığını hissederek sindim.
“Lütfen ama Bunun için önce bir kalbinin olması gerekir,
BaşVali. Birçok yeteneğine rağmen korkarım o organdan ne yazık
ki yoksunsun.”
“Beni iltifata boğuyorsun.”
Kaşıklar porselenlere çarptı. Boğazlar temizlendi. Kulaklarımı
ellerimle kapamayı arzuluyordum. Çok fazla ses vardı. Çok fazla bilgi.
“içindeki Kızıl artık görülebiliyor.” Kuzey Mars’tan soğuk, kül­
türlü bir kadın sesiydi bu. Luna aksanından daha kabaydı.
“Aynen, Antonia!” diye karşılık verdi Çakal. “Ne duruma
geleceğini merak ediyordum. Bir Gösterişli geni asla bununki gibi
bozulmaz. Biliyor musunuz, onu oraya koymadan önce benden
ölüm dilendi. Hem de ağlayarak. İroni şu ki istediği zaman kendini
öldürebilirdi. Ama bunu yapmadı çünkü benliğinin bir parçası o
delikten zevk alıyordu. Sonuçta, Kızıllar karanlığa uzun zaman
önce alıştılar. Solucanlar gibi. Paslı suratlarında hiç gurur yoktur.
Orası onun için ev gibiydi. Bizimleyken olduğundan daha çok.”
Şimdi nefreti hatırlamaya başlamıştım.
Onları gördüğümü belli etmek için gözlerimi açtım. Onları
duyduğumu göstermek için. Ancak gözlerimi açarken bakışlarım
düşmanlanma değil, Altınların arkasındaki pencerelerden görünen
kış manzarasına döndü. Orada, Attika’nm yedi dağ zirvesinden
altısı sabah ışığında parıldıyordu. Metal ve cam binalar taş ve
karla birleşiyor, masmavi gökyüzüne doğru uzanıyordu. Köprüler
P IE R C B B R O W N I 27

zirveleri birbirine bağlıyordu. Hafif bir kar yağıyordu. Hepsi uzağı


göremeyen mağara gözlerimde bulanık bir seraptı.
“Darrow?” Sesi tanıyordum. Başımı hafifçe çevirdiğimde,
masanın kenarını tutan nasırlı ellerinden birini gördüm. Bana
vuracağını sanarak yüzümü uzaklaştırdım ama vurmadı. Ancak
elin ortaparmağında altın Bellona kartalı vardı. Yok ettiğim aile.
Diğer el, Luna’da son kez dövüştüğümüzde biçtiğim koluna aitti ve
Oymacı Zanzibar tarafından tekrar yapılmıştı. O eldeki parmak­
ları, Mars Hanesi’nin kurt başı yüzükleri süslüyordu. Biri benimdi.
Biri onun. Her biri genç bir Altm’ın hayatına mal olmuştu. “Beni
tanıdın mı?” diye sordu.
Yüzüne bakmak için boynumu uzattım. Ben ne kadar yıkılmış
olsam da, Cassius au Bellona savaştan veya zamandan hiç etkilen­
memişti. Hatırladığımdan çok daha güzeldi ve vücudundan yaşam
fışkırıyordu. Boyu iki metreden uzundu. Sabah Şövalyesi’nin beyaz-
altın renklerinde bir pelerin giymişti ve bukle bukle saçları kayan
bir yıldızın kuyruğu kadar görkemliydi. Tertemiz tıraşlıydı ve burnu
yakın zamanda kırıldığı için hafifçe çarpıktı. Gözlerine baktığımda
hıçkırıklara boğulmamak için bütün gücümü harcamam gerekti.
Bana bakışları hüzünlü, neredeyse nazikti. Böylesine derinden ya­
raladığım bir adamın acımasını hak ettiğime göre, eski halimden
hiçbir şey kalmamış olmalıydı.
“Cassius,” diye mırıldandım, adını söylemek dışında hiçbir
amacım olmadan. Sadece başka bir insanla konuşmak, sadece
duyulmak için.
“Ve?” diye sordu Aja au Grimmus, Cassius’un arkasından.
Hükümdar’ın en güçlü Furia’sının, Luna’daki Hisar’ın kulesinde
ilk karşılaştığımızda, Kısrak’m beni kurtardığı ve Aja’nın Quinn’i
öldüresiye dövdüğü gece giydiğini gördüğüm zırhı artık çiziklerle
doluydu. Savaş izleriyle. Korku nefretime başlan çıktı ve bakışlarımı
koyu tenli kadından bir kez daha kaçırdım.
“Demek yaşıyor,” dedi Cassius, sakince. Çakal’a döndü. “Ona
ne yaptın? Yaralar”
“Bence gayet açık,” dedi Çakal. “Azrail’i eski haline getirdim.”
Sonunda uzun sakallarımın altındaki vücuduma baktım ve ne
demek istediğini anladım. Bir ceset gibiydim. İskelet gibi, solgun.
28 I S A B A H Y I L D I Z I

Kaynatılmış sütün üzerindeki kaymak tabakasından daha ince


derimin altından kaburgalarım görünüyordu. Dizlerim, cılız ba­
caklarımdan çivi gibi çıkmıştı. Ayak tırnaklarım uzayıp kıvrılmıştı.
ÇakaPın işkencesinden kalan yaralar tenimi koyultmuştu. Kaslarım
erimişti. Karanlıkta beni canlı tutan hortumlar, siyah ve incecik
göbek bağları beni hâlâ hücremin zeminine bağlıyordu.
“Orada ne kadar kaldı?” diye sordu Cassius.
“Sorgusu üç ay sürdü; sonra tecritte dokuz ay geçirdi.”
“Dokuz”
“Hak ettiği gibi. Savaş bize metaforları unutturmamalı. Sonuçta
bizler vahşi değiliz, ha, Bellona?”
“Cassius’un duyguları incindi, Adrius,” dedi Antonia, Çakal’ın
yakınında oturduğu yerden. Zehirli elma gibi bir kadındı. Par­
lak, ışıltılı ve davetkâr ama iliklerine kadar çürümüş ve kanserli.
Enstitü’de arkadaşım Lea’yı öldürmüştü. Kendi annesinin başına
bir mermi, sonra da ablası Victra’nm omurgasına iki mermi daha
sıkmıştı. Şimdi Enstitü’de kendisini çarmıha geren bir adamla,
Çakal’la birlikteydi. Ne dünya ama! Antonia’nın arkasında esmer
yüzlü Devedikeni duruyordu; bir zamanlar bir Uluyan’ken şimdi
göğsündeki kuş kafatası kolyesine bakılırsa Çakal’ın Kemiksüren-
lerine katılmıştı. Bana değil, yere bakıyordu. Komutanı, Çakal’ın
sağ tarafında oturan kel kafalı Lilath’tı. Enstitü’den beri en sevdiği
özel katili.
“Yenik bir düşmana işkence yapmanın amacını kavrayamadığım
için beni bağışlayın,” dedi Cassius. “Özellikle de verebileceği bütün
bilgileri zaten vermişken.”
“Amaç mı?” Çakal ona sessizce baktıktan sonra açıkladı: “Amaç
ceza, sevgili dostum. Bu şey, aramıza dahil olduğunu sandı.
Dengimizmişçesine, Cassius. Hatta üstünmüşçesine. Bizimle alay
etti. Kardeşimle yattı. Biz kimliğini keşfedene kadar gülüp hepimizi
aptal yerine koydu. Şans eseri değil, kaçınılmaz olarak kaybettiğini
anlaması gerekiyor. Kızıllar her zaman kurnaz yaratıklar olmuştur.
Ve bu, dostlarım, olmak istedikleri şeyin kanıtıdır; izin verdiğimiz
takdirde olacakları şeyin. Bu yüzden zamanın ve karanlığın onu
gerçekte olduğu şeye geri dönüştürmesine izin verdim. Kurul’a
teklif ettiğim yeni sınıflandırma sistemine uygun olarak, bir Homo
P IE R C E B R O W N I 29

flammeus. Evrim çizgisinde Homo sapiens’ten biraz farklı. Geri


kalanı sadece bir maske.”
“Seni aptal yerine koyduğunu kastediyor olmalısın,” diye kar­
şılık verdi Cassius. “Baban kendi vârisi yerine oyulmuş bir Kızıl’ı
tercih etti. Asıl konu bu, Çakal. Sevilmemiş ve istenmemiş bir oğlun
hırçın utancı.”
Çakal’ın yüzü seğirdi. Aja da genç yoldaşının söylediklerinden
hoşlanmamıştı.
“Darrow, Julian’ı öldürdü,” dedi Antonia. “Sonra aileni katletti.
Cassius, senin soyundan gelen çocuklar Olimpos Dağı’nda gizlenir­
ken onları öldürmeleri için katiller gönderdi. Annen bu tutumunla
ilgili ne düşünürdü acaba?”
Cassius onlara aldırmadan başıyla salonun kenarında duran
Pembeleri işaret etti. “Mahkûma bir battaniye getirin.”
Kıpırdamadılar bile.
“Ne terbiye ama. Sen bile mi, Devedikeni?” Devedikeni cevap
vermedi. Cassius küçümseyen bir tavırla hıhlarken beyaz pelerinini
çıkardı ve titreyen vücudumun üzerine örttü. Bu harekete herkes
benim kadar şaşırdığından bir an sessizlik çöktü.
“Teşekkür e d e r i m dedim, boğuk bir sesle. Ancak başını başka
tarafa çevirdi. Acıma, bağışlama; minnet de tövbe anlamına gel­
miyordu.
Lilath hafif haşlanmış sinekkuşu yumurtalarıyla dolu kâsesinden
başını kaldırmadan güldü. Yumurtaları, şekermiş gibi ağzını şapır­
datarak yiyordu. “Onurun, kişilik kusuru haline geldiği zamanlar
vardır, Sabah Şövalyesi.” Çakal’ın yanında oturan kel kafalı kadın,
Venüs’ün mağara denizlerindeki yılanbalıklarını andıran gözleriyle
Aja’ya baktı. Bir yumurta daha gitti. “İhtiyar Arcos bunu zor yol­
dan öğrendi.”
Aja cevap vermezken tavırları kusursuzdu. Ancak kadının içinde
ölümcül bir sessizlik vardı; Quinn’i öldürmesinden hemen önceki
anlardan hatırladığım bir sessizlik. Ona silahını kullanmayı Lorn
öğretmişti. O isimle alay edildiğini duymak hoşuna gitmezdi. Lilath
hakaret uğruna görgü kurallarından vazgeçerek açgözlü bir tavırla
bir yumurta daha yuttu.
30 I S A B A H Y I L D I Z I

Bu müttefikler arasında düşmanlık vardı. Onların türünde her


zaman olduğu gibi. Ne var ki bu seferki eski Altınlarla Çakal’ın
daha modern türü arasında yeni ve çarpıcı bir uçurumdu.
“Burada hepimiz dostuz,” dedi Çakal, neşeyle. “Tavırlarına dik­
kat et, Lilath. Lorn, sadece yanlış tarafı seçmiş bir Demir Altın’dı.
Pekâlâ, Aja, merak ediyorum da artık Azrail’i iade edeceğime göre,
hâlâ onu parçalara ayırmayı planlıyor musunuz?”
“Evet,” dedi Aja. Cassius’a teşekkür etmekte erken davranmış­
tım. Onuru gerçek değildi. Sadece hijyenikti. “Zanzibar bunun
nasıl yaratıldığını merak ediyor. Bazı teorileri var fakat örneği ele
geçirmek için sabırsızlanıyor. Bu işi yapan Oymacı’yı yakalamayı
umuyoruz ama Acidalia bölgesindeki Kato’ya düşen bir füzeyle
öldüğüne inanıyoruz.”
“Ya da bunu düşünmenizi istiyorlar,” dedi Antonia.
“Bir defasında onu burada alıkoymuştunuz, değil mi?” diye
sordu Aja, iğneleyici bir tavırla.
Çakal başıyla onayladı. “Adı Mickey. Lisanssız bir Gösterişli’nin
doğumuna yardımcı olduktan sonra lisansım kaybetmiş. Aile çocuğu
Teşhir’den korumaya çalışmış. Her neyse, sonrasında karaborsa hava
ve su zevki değişikliklerinde uzmanlaşmış. Oğullar onu özel bir iş
için tutmadan önce Yorkton’da bir laboratuvarı varmış. Darrow
onun benden kaçmasına yardım etti. Bana sorarsanız hâlâ yaşıyor.
Ajanlarım onun Tinos’ta olduğunu düşünüyor.”
Aja ve Cassius birbirine baktı.
“Tinos’ta bir ipucu yakaladıysan bizimle hemen paylaşman
gerek,” dedi Cassius.
“Henüz elimde kesin bir şey yok. Tinos iyi gizleniyor. Ve gemi
kaptanlarından birini yakalamamız gerekiyor canlı olarak.” Çakal
kahvesini yudumladı. “Ama suları ısınıyor ve bir şey çıkarsa önce
sizin haberiniz olacak. Yine de, Uluyanlara önce Kemiksürenlerimin
saldırmasını tercih ederim. Sen ne dersin, Lilath?”
Bu adı duyunca tepki vermemeye çalıştım ama zordu. Yaşıyor­
lardı. En azından bazıları. Ve Ares’in Oğulları’nı Altınlara tercih
etmişlerdi
P IE R C E B R O W N I 31

“Evet, efendim,” dedi Lilath, beni inceleyerek. “Gerçek bir av


hoşumuza gider. Kızıl Lejyon’la ve diğer asilerle savaşmak sıkıcı
bir iş; Griler için bile.”
“Hükümdar zaten bizi yanında istiyor, Cassius,” dedi Aja. Sonra
Çakal’a döndü. “On Üçüncüler, Golan Havzası’ndaki kampı toparlar
toparlamaz gidiyoruz. Muhtemelen sabah.”
“Birliklerini beraberinde Luna’ya mı götürüyorsun?”
“Sadece On Üçüncü’yü. Geri kalanı senin yönetiminde kalacak.”
Çakal şaşırdı. “Benim yönetimimde mi?”
“Ödünç seafoodplus.info ki bu İsyan bastırılana kadar.” Aja kelimeyi
tükürür gibi söylemişti. Ben ilk kez duyuyordum. “Hükümdar’ın
sana güveninin bir göstergesi. Buradaki ilerlemenden memnun
kaldığını biliyorsun.”
“Yöntemlerine rağmen,” diye ekledi Cassius. Aja ona sinirli bir
bakış attı.
“Eh, sabaha gidiyorsanız, bu akşam yemeğinde konuğum olma­
lısınız. Çeper’deki Asilerle ilgili birtakım politikaları tartışmak
istiyordum.” Çakal dinlediğimi bildiği için üstü kapalı konuşuyordu.
Bilgi onun silahıydı. Arkadaşlarımın bana ihanet ettiğini ima etmişti.
Hangisi olduğunu asla söylememişti. İşkencem sırasında, karanlığa
gönderilmeden önce sürekli imalarda bulunup ipuçları vermişti. Bir
Gri ona kız kardeşinin salonda onu beklediğini söylemişti. Yanıma
parmaklarında soğuk baharatlı çay kokusuyla gelmişti; kardeşinin
en sevdiği içecek. O benim burada olduğumu biliyor muydu?
Çakal’ın masasında oturmuş muydu? Çakal hâlâ konuşmasına
devam ediyordu. Sesleri takip etmek zordu. Deşifre edecek çok
fazla şey vardı. Çok fazla.
“.. .Adamlarıma Darrow’u yolculuk için temizletip hazırlatacağım
ve sohbetimizden sonra Trimalkiyen bir ziyafet verebiliriz. Volox
ve Corialusların sizi tekrar görmekten mutluluk duyacağından
eminim. İki Olimpik Şövalye kadar değerli konuklar ağırlamayalı
uzun zaman oldu. Sürekli sahadasınız ve şehirlere yaklaşmadan,
tünellerde, denizlerde ve varoşlarda avlanıyorsunuz. Bir gece baskını
veya intihar bombacısı endişesi taşımadan en son ne zaman güzel
bir yemek yediniz?”
32 I S A B A H Y I L D I Z I

“Biraz oldu,” diye itiraf etti Aja. “Selanik’ten geçerken Rath


Kardeşliği’nin konukseverliğinin tadını çıkardık. Aslan’ın Yağmuru
sırasındaki tavırlarından sonra sadakatlerini göstermeye hevesliydiler.
Çok huzursuz ediciydi.”
Çakal güldü. “Korkarım benim ziyafetim onunla kıyaslandığında
yavan kalacak. Katılanların hepsi politikacılar ve eski askerler. Bu
korkunç lanet savaş, takdir edersiniz ki sosyal takvimimi altüst etti.”
“Sorunun konukseverliğin olmadığından emin misin?” diye
sordu Cassius. “Ya da seçtiğin yemekler?”
Aja eğlendiğini gizlemeye çalışarak iç çekti. “Görgü kuralları,
Bellona.”
“Korkma Hanelerimiz arasındaki düşmanlığı unutmak kolay
değil, Cassius. Ancak böyle zamanlarda bir ortak nokta bulmamız
gerek. Altınların iyiliği için.” Çakal gülümsedi ama içinden ikisinin
de kafasını kör bir bıçakla kestiğini hayal ettiğini biliyordum. “Her
neyse, hepimizin kendi okul bahçesi hikâyelerimiz var. Bundan
utanacak değilim.”
“Konuşmak istediğimiz bir konu daha vardı,” dedi Aja.
İç çekme sırası Antonia’daydı. “Olacağım söylemiştim. Hüküm­
dar yine ne istiyor?”
“Cassius’un daha önce sözünü ettiği şeyle ilgili.”
“Yöntemlerim,” dedi Çakal.
“Evet.”
“Barışı sağlama çabalarımdan Hükümdar’ın memnun kaldığını
sanıyordum.”
“Memnun fakat”
“O düzen istedi, ben de sağladım. Helyum-3 akmaya devam
ediyor; üretimde sadece yüzde üç virgül ikilik bir düşüş oldu. İsyan
nefes almakta zorlanıyor; Ares yakında bulunacak ve Tinos’la bütün
bunlar arkamızda kalacak. Fabii bu arada”
Aja araya girdi. “Ölüm birliği.”
“Ah.”
“Ve asi madenlerinde uyguladığın tasfiye protokolleri. AdiKı-
zıllara karşı kullandığın acımasız yöntemlerin, daha önceki pro­
paganda aksaklıkları gibi geri tepmesinden endişeleniyor. Palatine
Tepesi’nde bombalı saldırılar oldu. Dünya’daki latifundiyalarda
P IE R C E B R O W N I 33

grevlere gidildi. Hisar’ın kapılarının önünde yapılan protestolar bile


ayaklanmanın ruhunun canlı ama paramparça olduğunu gösteriyor.
Öyle de kalmalı.”
“Obsidiyenler gönderildikten sonra başka protesto eylemleri
göreceğimizden şüpheliyim,” dedi Antonia, kibirli bir tavırla.
“Yine de”
“Taktiklerimin kamuoyuna ulaşması gibi bir tehlike yok. Oğul-
lar’ın, mesajlarını yayma kapasiteleri yok edildi,” dedi Çakal. “Artık
mesajı ben kontrol ediyorum, Aja. insanlar bu savaşın çoktan kay­
bedildiğini biliyor. Cesetleri asla görmeyecekler. Tasfiye edilmiş bir
madeni asla duymayacaklar. Görmeye devam edecekleri tek şey, sivil
hedeflere saldıran Kızıllar olacak. Okullarda ortaRenkli ve üstün-
Renkli çocukların öldüğünü görecekler. Kamuoyu bizden yana”
“Peki, ya ne yaptığını anlarlarsa?” diye sordu Cassius.
Çakal hemen cevap vermedi. Bunun yerine, bitişikteki oturma
odasındaki kanepelerden birinde oturan yarı çıplak Pembelerden
birine işaret etti. Eo’dan çok da büyük olmayan kız onun yanma
geldi ve kuzu kuzu yere baktı. Gözleri pembe kuvars renginde,
örgüler halinde çıplak beline kadar dökülen uzun saçları gümüşi
leylak tonundaydı. Bu canavarlara zevk vermek için yetiştirilmişti
ve o yumuşak bakışlı gözlerin gördüklerini öğrenmeye korkardım.
Acım onunkinin yanında aniden minicik kaldı. Zihnimdeki delilik
yatıştı. Çakal kızın yüzünü okşadı ve bana bakmaya devam ederek
parmaklarını kızın ağzına sokup dişlerini ayrılmaya zorladı. Kızın
başını önce bana, sonra da Aja ve Cassius’un görebileceği şekilde
çevirdi.
Kızın dili yoktu.
“Sekiz ay önce onu aldığımızda bunu kendim bizzat yaptım. Agea
İncisi kulübünde Kemiksürenlerimden birine suikast düzenlemeye
kalkışmıştı. Benden nefret ediyor. Bu dünyada çürüyüp gittiğimi
görmekten daha çok istediği bir şey yoktur.” Kızın yüzünü bırak­
tıktan sonra silahını kılıfından çıkarıp kızın ellerine tutuşturdu.
“Beni başımdan vur, Kalliope. Sana ve türüne karşı sergilediğim
bütün acımasızlıklar için. Haydi. Dilini kestim. Kütüphanede sana
ne yaptığımı hatırlıyorsun. Bu tekrar, tekrar, defalarca olacak.” Yine
kızın yüzünü tutup zarif çenesini sıktı. “Defalarca. Çek tetiği, seni
34 I S A B A H Y I L D I Z I

küçük sürtük. Çek haydi!” Pembe, korkuyla titreyerek silahı yere


attı ve dizlerinin üzerine çökerek Çakal’ın ayaklarına sarıldı. Çakal
şefkatli, lütufkâr bir tavırla onun tepesinde dikilerek başına dokundu.
“Geçti, Kalliope. Aferin sana. Aferin.” Çakal, Aja’ya döndü.
“Kamuoyunun gözünde bal her zaman sirkeden daha iyidir. Ancak
zehirle, fahişelerle, kanalizasyonlarda sabotajlarla, sokaklarda terörle
bizimle savaşanlar ve geceleri hamamböcekleri gibi bizi kemirenler
için tek yöntem korkudur.” Bakışlarını gözlerime çevirdi. “Korku
ve katliam.”
3
ıımııımııııııııııııııımı

Y IL A N SO K M A SI

V ızıldayan metal, kafa derimi kazırken kan damlaları süzülü­


yordu. Gri, bir elektrikli tıraş makinesiyle saçlarımı kazımayı
bitirdiğinde beton zeminde kirli sarı saçlar birikmişti. Dostları
ona Danto diyordu. Hepsini kestiğinden emin olmak için başımı
oraya buraya çevirdikten sonra tepesine sert bir tokat indirdi.
“Şimdi bir banyoya ne dersin, dominusl” diye sordu. “Grimmus,
mahkûmlarının güzel ve medeni kokmasını ister, anlıyorsun ya?”
İçlerinden birini ısırmaya kalkıştığım için yüzüme taktıkları ağızlığa
vurdu. Beni buraya getirirken boynuma elektrikli bir tasma geçirip
kollarımı arkamdan bağlayarak hareketsiz bırakmışlardı ve on iki
pusucu tarafından bir çöp poşeti gibi koridorlarda sürüklenmiştim.
Başka bir Gri boyunduruğumdan çekerek beni sandalyemden
kaldırırken Danto duvardan bir tazyikli su hortumu aldı. Hepsi
benden bir baş kısa fakat güçlü ve dayanıklıydı. Yaşadıkları hayat
zordu; asteroit küşağında Eskortları kovalamak, Luna’nın derin­
liklerinde Sendika katillerinin izini sürmek, madenlerde Ares’in
Oğulları’nı avlamak
Bana dokunmalarından nefret ediyordum. Bütün görüntüle­
rinden ve çıkardıkları bütün seslerden. Hepsi çok fazlaydı. Fazla
sert. Fazla kaba. Yaptıkları her şey acıtıyordu. Beni oradan oraya
çekiştiriyorlardı. Arada bir tokatlıyorlardı. Gözyaşlarımı tutmak
36 I S A B A H Y I L D I Z I

için elimden geleni yapıyordum ama bütün bunları nasıl hazme­


deceğimi bilmiyordum.
Danto hortumu nişanlarken on iki asker bir araya toplanarak
izlemeye başladı. Yanlarında üç Obsidiyen de vardı. Çoğu pusucu
birliğinde olurlardı. Su, bir at çiftesi gibi göğsüme çarparak derimi
soydu. Beton zeminde dönerek kaydım ve köşeye mıhlandım. Ka­
fam duvara çarptı. Gözlerimin önünde yıldızlar uçuştu. Su yuttum.
Boğulmamaya çalışırken ellerim hâlâ arkamdan bağlı olduğu için
yüzümü korumak amacıyla öne eğildim.
İşleri bittiğinde, soluklanmaya çalışarak öksürüyordum. Bilekle­
rimi çözdükten sonra bana siyah bir mahkûm tulumu giydirdiler ve
beni tekrar bağladılar. Kalan azıcık insanlığımı da elimden almak
için birazdan başıma bir başlık da geçireceklerdi. Tekrar sandalyeye
fırlatıldım. Hareket etmemem için zincirleri sandalyenin alıcısına
bağlayıp kilitlediler. Her şey abartılıydı. Her hareket izleniyordu.
Beni şimdi olduğum adam gibi değil, eskiden olduğum adam gibi
düşünerek hareket ediyorlardı. Bulanık görüşümle, onlara kısık
gözlerle bakıyordum. Kirpiklerimden su damlıyordu. Burnumu
çekmeye çalıştım fakat ağızlığı takarken burnumu kırdıkları için
burun deliklerimden soluk boruma kadar pıhtılaşmış kan dolmuştu.
Çakal’m kalesinin altındaki zindanı işleten Kalite Kontrol
Kurulu’nun işlem odasmdaydık. Bina her devlet binası gibi beton
bir kutu biçimindeydi. Zehir gibi aydınlatma sistemi, herkesi,
cildinde meteor krateri büyüklüğünde gözenekleri olan, yürüyen
cesetler gibi gösteriyordu. Griler, Obsidiyenler ve tek bir Sarı doktor
dışında, bir sandalye, bir muayene masası ve bir hortum vardı. An­
cak zeminin metal drenajındaki sıvı lekeleri ve metal sandalyedeki
tırnak izleri, bu odanın gerçek yüzü ve ruhuydu. İnsanların sonları
burada başlıyordu.
Cassius bu deliğe asla gelmezdi. Yanlış düşmanlar kazanmadıkları
sürece çok az Altın kendini burada bulurdu. Burası bütün dişlilerin
dönüp gıcırdadığı saatin içiydi. Böylesine insanlık dışı bir yerde kim
cesaretini koruyabilirdi ki?
“Çılgınca, değil mi?” diye sordu Danto, arkasmdakilere. Tekrar
bana döndü. “Bütün hayatım boyunca hiç bu kadar tuhaf bir şey
görmedim.”
P IE R C E B R O W N I 37

“Oymacı ona yüz kilo eklemiş olmalı,” dedi bir diğeri.


“Daha fazla. Onu hiç zırhlı gördünüz mü? Lanet olasıca bir
canavardı.”
Danto dövmeli bir parmağıyla ağızlığıma vurdu. “İki kez doğ­
manın, canını yaktığına eminim. Buna saygı duymak gerekir. Acı
evrensel bir dildir. Değil mi, Pasçı?” Ben cevap vermeyince öne
eğildi ve çıplak ayağımı, çelik topuklu çizmesinin altında ezdi. Baş­
parmağımın tırnağı yarıldı. Açılan etten acı ve kan fışkırdı. Acıyla
inlerken başım iki yana sallandı. Danto, “Değil mi?” diye tekrar­
ladı. Gözlerimden süzülen yaşların kaynağı acı değil, bu adamın
zalimliğinin doğallığıydı. Bana kendimi çok küçük hissettiriyordu.
Canımı böylesine yakmak, neden onun için bu kadar az bir çaba
gerektiriyordu? Neredeyse kutuyu özleyecektim.
“Sadece takım elbise giymiş bir maymun,” dedi bir diğeri. “Rahat
bırak onu. Aptalın teki.”
“Aptalın teki mi?” dedi Danto. “Saçmalama! Efendilerin giy­
silerini giymeyi seviyordu. Bize emirler yağdırmayı seviyordu.”
Danto gözlerime bakabilmek için önümde çömeldi. Canımı tekrar
yakacağından korkarak başımı çevirmeye çalıştım ama başımı tutup
başparmaklarıyla gözlerimi açtı ve beni kendi gözlerine bakmaya
zorladı. “Şu senin Yağmur’un yüzünden iki kız kardeşim öldü,
Pasçı. Bir sürü arkadaşımı kaybettim, duydun mu?” Metal bir şeyle
başımın yan tarafına vurdu. Gözlerimin önünde yıldızlar uçuştu.
Yine kanımın aktığını hissettim. Arkasında yüzbaşısı veri-tabletini
kontrol ediyordu. “Aynı şeyi çocuklarım için de isterdin, değil mi?”
Danto bir cevap bulabilmek için gözlerime baktı. Kabul edebileceği
bir cevabım yoktu.
Diğerleri gibi Danto da kıdemli bir lejyonerdi ve paslı bir ka­
nalizasyon ızgarası kadar sertti. Teknisyen onun siyah savaş zırhını
monte ederken zırhın üzerindeki hafif filigranla birbirinin içinde
kıvrılan mor ejderlerin görüntüsü dikkatimi çekti. Gözlerdeki optik
protezler termal görüş ve savaş haritalarını okumasını sağlıyordu.
Derisinin altında Altınları ve Obsidiyenleri avlamasına yardımcı
olacak daha birçok teknoloji harikası vardı. Hepsinin boyunlarında
XIH rakamı tutan, hareketli bir deniz ejderi ve sayının altında küçük
bir kül yığını dövmesi vardı. Bunlar, Lejyo XIII Drako üyeleriydi;
38 I S A B A H Y I L D I Z I

Küller Lordu ve şimdi kızı olan Aja’nın en gözde Pretoryen birliği.


Sivil halk onlara zorba ejderler diyordu. Kısrak bu fanatiklerden
nefret ederdi. Aja tarafından seçilmiş otuz bin adamdan oluşan,
Luna’dan uzakta Hükümdar’ın eli olmak üzere eğitilmiş bağımsız
bir orduydu.
Benden nefret ediyorlardı.
Altınların bile erişemeyeceği derinlikte bir ırkçılıkla AdiRenk-
lerden nefret ediyorlardı.
“Ona çığlık attırmak istiyorsan kulaklarına çalış, Danto,” diye
önerdi Grilerden biri. Kadın kapının dibinde duruyordu ve ağzın­
daki sakızı çiğnerken geniş çenesi yukarı aşağı hareket ediyordu.
Kül grisi saçları kısa mohikan tarzında kesilmişti. Aksam Dünya-
doğumlu olduğu izlenimini veriyordu. Bir askerinkinden çok bir
Pembe’ninki gibi zarif bir burnu olan ve o sırada esneyen bir erkek
Gri’nin yanında, metale yaslanmıştı. “Avcunun içiyle vurursan
basınçla kulak zarını patlatabilirsin.”
“Teşekkürler, Holi.”
“Ne demek, her zaman”
Danto avuç içini çukurlaştırdı. “Böyle mi?” Başıma vurdu.
“Biraz daha kıvır.”
Yüzbaşı parmaklarını şaklattı. “Danto. Grimmus onu sapasağ­
lam istiyor. Geri çekil de, doktor bir baksın.” Bunu duyunca rahat
bir nefes aldım.
Şişman Sarı doktor boncuk gibi gözleriyle beni incelemek için
yaklaştı. Kel tepesi, tavandan gelen zayıf ışıkta bayat bir elma gibi
parlıyordu. Biyoskobunu göğsümde dolaştırırken gözlerindeki kü­
çük dijital protezlerden görüntüleri izliyordu. “Ee, doktor?” diye
sordu yüzbaşı.
“Şaşırtıcı,” diye fısıldadı Sarı, kısa süre sonra. “Kemik yoğunluğu
ve organlar, düşük kalorili beslenmeye rağmen oldukça sağlıklı.
Laboratuvar ortamında gözlemlediğimize göre, kaslar zayıflamış
fakat doğal bir Altın dokusu kadar kötü değil.”
“Yani bir Altm’dan daha iyi olduğunu mu söylüyorsun?” diye
sordu yüzbaşı.
“Öyle bir şey demedim,” diye tersledi doktor.
P IE R C E B R O W N I 39

“Rahatla. Burada kamera falan yok, doktor. Burası bir işlem


odası. Değerlendirmen nedir?”
“Yaratık yolculuk yapabilir.”
“Yaratık mı?” diye sordum, kısık, hırıltı gibi bir sesle.
Doktor konuşmama şaşırarak geri çekildi.
“Ya uzun süreli sakinleştirici? Buradan Luna’ya gidişimiz üç
hafta sürecek.”
“Sorun olmaz.” Doktor bana korkuyla baktı. “Ancak önlem
olarak dozu günde on miligrama çıkarırdım, Yüzbaşı. Yaratığın
dolaşım sistemi anormal ölçüde güçlü.”
“Pekâlâ.” Yüzbaşı, kadın Gri’ye işaret etti. “Holi, sen onu yatağına
götür. Sonra arabayı alıp gidelim. Senin işin bitti, doktor. Espresso
ve ipeklerinle güvende olduğun küçük dünyana geri dönebilirsin
artık. Biz geri kalanını ”
Patl Yüzbaşının alnının ön yarısı yok oldu. Metal bir şey du­
vara çarptı. Yüzbaşıya bakarken yüzünün bir parçasının neden
yok olduğunu anlayamadım. Pat. Pat. Pat. Pat. Parmak eklemleri
çatırdar gibi. En yakındaki ejderlerin başlarından minik, kırmızı
gayzerler fışkırdı ve yüzüme sıçradı. Başımı eğdim. Arkalarındaki
geniş çeneli kadın rahat bir tavırla aralarından geçerken yakın me­
safeden kafalarının arkasına ateş ediyordu. Geri kalanlar tüfeklerini
kaldırmaya çalışırken daha küfretmeye bile fırsat bulamadan ikinci
bir Gri antika barutlu revolverle, kapının dibinde durduğu yerden
beşini vurdu. Namludaki susturucu sayesinde ne sıcaklık yayıyor
ne de ses çıkarıyordu. Kanlar içinde ilk düşenler Obsidiyenler oldu.
“Temiz,” dedi kadın.
“İki tane daha,” dedi adam. Kapıya doğru emekleyerek kaçmaya
çalışan Sarı doktoru vurduktan sonra bir ayağını Danto’nun göğ­
süne dayadı. Gri ona bakarken çenesinin altından kan süzülüyordu.
“Trigg”
“Ares selamlarını gönderdi, orospuçocuğu.” Gri, Danto’yu tak­
tiksel miğferinin tam altından, gözlerinin arasından vurdu ve
tabancayı elinde hızla döndürdükten sonra dumanım üfleyerek
bacağındaki kılıfa soktu. “Temiz.”
40 I S A B A H Y I L D I Z I

Ağızlığın arkasından dudaklarımı hareket ettirerek mantıklı bir


şey söylemeye çalıştım: “Siz kimsiniz” Gri kadın, bir cesedi
ayağıyla kenara itti.
“Adım Holiday ti Nakamura. Bu da Trigg, kardeşim.” Yara izli
kaşını kaldırdı. Geniş yüzü çillerle doluydu. Burnu ezilip dümdüz
olmuştu. Gözleri koyu gri ve kısıktı. “Soru şu ki, sen kimsin?”
“Ben kim miyim?” diye mırıldandım.
“Biz Azrail için geldik. Ama o sensen, sanırım paramızı geri
istemeliyiz.” Aniden göz kırptı. “Sadece şaka yapıyorum, efendim.”
“Holiday, kes şunu.” Trigg koruyucu bir tavırla ablasını ke­
nara çekti. “Adamın ruhsal çöküntü halinde olduğunu görmüyor
musun?” Ellerini öne uzatarak ve yumuşak bir sesle konuşarak
yaklaştı: “Güvendesiniz, efendim. Sizi kurtarmaya geldik.” Sözleri
Holiday’inkinden daha kabaydı, daha cilasızdı. Bir adım daha
attığını görünce sindim. Ellerinde silah olup olmadığına baktım.
Cammı yakacaktı. “Sadece zincirlerinizi çözeceğim. Hepsi bu. Bunu
istersiniz, değil mi?”
Bu bir yalandı. Çakal’m bir numarası. Adamda XIII dövmesi
vardı. Bunlar Pretoryen’di, Oğullar değil. Yalancılar. Katiller.
“İstemiyorsanız çözmeyebilirim.”
Hayır. Hayır, muhafızları öldürmüştü. Buraya yardıma gelmişti.
Buraya yardıma gelmiş olmalıydı. Temkinli bir tavırla başımla
onayladım ve Trigg arkama geçti. Ona güvenmiyordum. Bir iğne
saplamasını bekliyordum. Bir anda ters köşe yapmasını. Oysa
tek hissettiğim, göze aldığım riskin karşılığını alırken kollarımın
serbest kalmasıydı. Kelepçeler çözülmüştü. Omuz eklemim ağrıyla
çatırdarken inleyerek dokuz aydır ilk kez ellerimi vücudumun
önüne çekebildim. Acı yüzünden titriyorlardı. Tırnaklarım uzayıp
kıvrılmıştı. Ama bu eller bir kez daha bana aitti. Kaçmak için ayağa
fırlamayı denediğimde tekrar yere yığıldım.
“Hop hop,” dedi Holiday, beni sandalyeye doğru iterek. “Yavaş
ol, kahraman. Kasların inanılmaz ölçüde zayıfladı. Yağ değişimine
ihtiyacın olacak.”
Trigg tekrar gelip önümde dururken çocuksu yüzünde çar­
pık bir gülümseme vardı ve sağ gözünden süzülen altın gözyaşı
damlası biçimindeki iki dövmeye rağmen ablası kadar korkutucu
P IE R C E B R O W N I 41

görünmüyordu. Daha çok, sadık bir köpeğe benziyordu. Ağızlığı


nazikçe yüzümden aldı ve aniden irkilerek bir şeyi hatırladı. “Size
bir şey getirdim.”
“Şimdi olmaz, Trigg.” Holiday kapıya baktı. “Saniyelerimiz
bile yok.”
“Buna ihtiyacı var,” dedi Trigg, kısık sesle fakat Holiday’in
başıyla onaylayarak işaret vermesini bekledi. Sonra sert sırt çan­
tasından deri bir bohça çıkararak bana uzattı. “Bu sizin, efendim.
Alın.” Endişeli olduğumu görebiliyordu. “Hey, zincirleri çözmek
konusunda yalan söylemedim, değil mi?”
“Evet”
Ellerimi uzattım ve deri bohçayı avuçlarıma bıraktı. Titreyen
parmaklarımla bohçayı bağlayan ipi çektim ve gücü, daha ölüm­
cül parıltıyı görmeden hissettim. Gözlerimin ışıktan korktuğu gibi
korkan ellerim bohçayı neredeyse yere düşürüyordu.
Bohçanın içindeki şey jiletimdi. Kısrak’ın hediyesi. Şimdiye
dek iki kez kaybetmiştim; bir kez Karnus’a, sonra da Zafer’imde
Çakal’a kaptırmıştım. Bir çocuğun ilk dişi kadar beyaz ve pürüz­
süzdü. Ellerim soğuk metalin ve tuz lekeli dana derisi kabzasının
üzerinde dolaştı. Bu temas bana uzun zaman önce unutulmuş bir
gücün melankolik anılarını hatırlattı. Fındık kokuları burnuma
gelerek beni Lorn’un egzersiz salonlarına geri götürdü; en sevdiği
torunu bitişikteki mutfakta kek yapmayı öğrenirken, o da bana
orada jilet kullanmayı öğretiyordu.
Jilet güzel ve aldatıcı bir güç vaadiyle havada süzülüyordu.
Benden önceki kuşaklara yaptığı gibi, bana da bir tanrı olduğumu
söylüyordu fakat bunun bir yalan olduğunu artık biliyordum,
insanlara gurur karşılığında ödettiği korkunç bedeli.
Onu tekrar elimde tutmak beni korkutuyordu.
Kıvrık bir sapanOrağa dönüşürken bir çıngıraklı-yılamn çift­
leşme çağrısı gibi tiz bir ses çıkardı. Onu son gördüğümde boş ve
pürüzsüzdü fakat şimdi beyaz metalin üzerinde işlenmiş görüntüler
dalgalanıyordu. Kabzanın hemen üzerine işlenmiş deseni daha iyi
görebilmek için kılıcı yana yatırdım ve aptal aptal bakakaldım.
Eo bana bakıyordu. Metalin üzerine yüzü kazınmıştı. Ressam onu
darağacında, onu diğerleri için sonsuza dek tanımlayacak olan anda
42 I S A B A H Y I L D I Z I

değil, sevdiğim kız olarak resmetmişti. Dağınık saçları omuzlarından


dökülürken çömelmiş, yerden bir hemantus koparıyor, bir an sonra
gülümseyecekmiş gibi bakıyordu. Eo’nun üzerinde babam, evimizin
kapısında annemi öpüyordu. Kılıcın ucuna doğru Leanna, Loran ve
ben, Ekim-gecesi maskelerimizle Kieran’ı bir tünelde kovalıyorduk.
Bu benim çocukluğumdu.
Bu resimleri kim yaptıysa, beni tanıyordu.
“Altınlar kılıçlarına başarılarını kazır. Yaptıkları görkemli, kanlı,
şiddet dolu pislikleri. Ama Ares senin sevdiğin insanları görmeyi
tercih edeceğini düşündü,” dedi Holiday, Trigg’in arkasından sakince
konuşarak. Tekrar kapıya bir göz attı.
“Ares öldü.” Yüzlerine bakarak yalanlarını gördüm. Gözlerindeki
kötülüğü. “Sizi Çakal gönderdi. Bu bir hile. Bir tuzak. Sizi Oğullar’ın
üssüne götürmem için.” Jileti daha sıkı kavradım. “Beni kullanmak
için. Yalan söylüyorsunuz.”
Holiday elimdeki kılıca temkinlice bakarak geri çekildi fakat
Trigg bu suçlamaya içerlemiş gibiydi. “Yalan söylemek mi? Size
mi? Sizin için ölürüz, efendim. Persephone Eo için ölürüz.” Trigg
doğru sözleri bulmaya çalışırken, konuşmaları genellikle ablasına
bırakmaya alışkın olduğunu hissettim. “Bu duvarların dışında sizi
bekleyen bir ordu var; anlamıyor musunuz? Bir ordu ruhunun
geri dönmesini bekliyor.” Holiday tekrar kapıya bakarken Trigg
meraklı gözlerle bana doğru eğildi. “Biz Güney Pasifik’ten geliyoruz,
Dünya’nm kıçından. Orada buğday silolarını koruyarak hayatımı
çürüteceğimi sanıyordum ama buradayım. Mars’ta. Ve tek işimiz
sizi eve geri götürmek”
“Sizden daha iyi yalancılar gördüm,” diye hırladım.
“Lanet olsun.” Holiday veri-tabletine uzandı.
Trigg onu durdurmaya çalıştı. “Ares sadece acil durumlar için
demişti. Sinyali bulurlarsa”
“Ona bir baksana. Bu zaten acil durum.” Holiday veri-tabletini
çıkarıp bana attı. Başka bir alete bir arama gidiyordu. Ekranda mavi
bir ışık yanıp sönüyor, karşı tarafın cevap vermesini bekliyordu. Aleti
elimde çevirirken havada aniden yumruğum kadar, çivili bir miğfer
hologramı belirdi. Miğferin kırmızı parlak gözleri bana bakıyordu.
“Fitchner?”
P IE R C E B R O W N I 43

“Bir daha tahmin et, bokkafalt,” dedi ses.


Bu olamazdı.
“Sevro?” diye inledim neredeyse.
“Hey, evlat, bir iskeletin daracık organından fırlamış gibi gö­
rünüyorsun. ”
“Yaşıyorsun” dedim, hologram miğfer kayarak çirkin suratlı
arkadaşımı ortaya çıkarırken. Kazma gibi dişleriyle sırıttı. Görüntü
titreşiyordu.
“Hiçbir dünyada beni öldürebilecek bir Peri yok.” Güldü. “Ar­
tık eve dönme zamanı, Azrail. Ama ben sana gelemem. Sen bana
gelmek zorundasın. Anladın mı?”
“Nasıl?” Gözlerimden süzülen yaşlan sildim.
“Oğullarıma güven. Bunu yapabilir misin?”
İki kardeşe bakarak başımla onayladım. “Çakal Ailem elinde.”
“O yamyam piçin elinde hiçbir şey yok. Ailen bende. Sen ya­
kalandıktan sonra onları Lykos’tan kaptım. Annen seni görmek
için sabırsızlanıyor.” Tekrar ağlamaya başladım. Bütün bunlar
kaldıramayacağım kadar güzeldi.
“Ama silkinmek zorundasın, oğlum. Kıçım kaldırmalısın. ” Yanın­
daki birine baktı. “Bana Holiday’i ver.” Aleti Gri’ye verdim. “Müm­
künse temiz çalışın. Olmazsa ortalığı birbirine katın. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı.”
“Zincirleri kır.”
“Zincirleri kır,” diye tekrarladı Griler, görüntü kaybolurken.
“Rengimize aldırma,” dedi Holiday, bana. Dövmeli ellerinden
birini uzattı. Etine işlenmiş Gri Armalara baktım ve sonra bakış­
larımı çilli yüzüne kaldırdım. Gözlerinden biri biyonikti ve diğeri
gibi kırpışmıyordu. Eo’nun sözlerini onun ağzından duymak çok
tuhaftı fakat o an zihnimin olmasa da ruhumun geri döndüğünü
hissettim. Zihnimdeki çatlakları ise hâlâ hissediyordum. Şüpheci,
sinsi karanlığı. Ama umudum Onun daha küçük eline çaresizce
tutundum.
“Zincirleri kır,” diye tekrarladım, hırıltılı bir sesle. “Beni ta­
şımanız gerekecek.” İşe yaramaz bacaklarıma baktım. “Ayakta
duramıyorum.”
44 I S A B A H Y I L D I Z I

“İşte bu yüzden sana küçük bir kokteyl getirdik.” Holiday bir


şırınga çıkardı.
“Nedir o?” diye sordum.
Trigg güldü. “Yağ değişiminiz. Gerçekten, dostum, bilmek iste­
mezsin.” Sırıttı. “Bu şey bir cesedi bile canlandırır.”
“Ver bana,” dedim, bileğimi uzatarak.
“Acıtacak,” diye uyardı Trigg.
“O kocaman bir adam.” Holiday yaklaştı.
“Efendim” Trigg eldivenlerinden birini bana verdi. “Bunu ısırın.”
Özgüvenim biraz azalarak tuz lekeli deriyi ısırdım ve Holiday’e
başımla işaret verdim. Bileğimin yanından ileri atılarak şırıngayı
doğruca kalbime sapladı. Metal eti delerken şırınganın içindeki
sıvı göğsüme boşaldı.
“Ha siktir!” diye bağırmak istedim fakat sesim gurultu gibi
çıktı. Damarlarımda alevler dolaşıyor, kalbim piston gibi atıyordu.
Kalbimin lanet olasıca göğsümden fırlamasını bekleyerek aşağıya
baktım. Her kasımı hissediyordum. Vücudumun her hücresi patlı­
yor, kinetik enerjiyle doluyordu. İstem dışı öğürüyordum. Ellerimle
göğsümü tırmalarken yere çöktüm. Nefes nefeseydim. Kusmuk
tükürüyordum. Yeri yumrukluyordum. Griler kıvranan vücudum­
dan uzaklaştılar. Sandalyeye vurduğumda neredeyse vidalandığı
yerlerden söküyordum. Birbiri ardına öyle küfürler sıralıyordum
ki Sevro bile kıpkırmızı olurdu. Sonra titreyerek onlara baktım.
“Bu da neydi böyle?”
Holiday gülmemeye çalışıyordu. “Annem yılan ısırığı diyor. Senin
metabolizmanla, etkisi en fazla yarım saat sürer.”
“Bunu anneniz mi yaptı?”
Trigg omuz silkti. “Biz Dünyalıyız.”
4
Hilillllillllllllllllllllllll

2 1 8 7 N O .L U H Ü C R E

B eni koridorlarda bir mahkûm gibi sürüklediler. Başımda başlık


vardı. Ellerim kilitlenmemiş kelepçelerle arkadan bağlanmıştı.
Trigg solumda, Holiday sağımdaydı ve ikisi de beni destekliyordu.
Yılan ısırığı, yürümemi sağlıyordu ama yeterince iyi değildim.
Uyuşturucu etkisindeki vücudum hâlâ ıslak kumaş gibi sarkıyordu.
Ezilmiş ayak parmağımı veya zayıf bacaklarımı zorlukla hissedebi­
liyordum. İnce mahkûm ayakkabılarım yerde sürünüyordu. Başım
dönüyordu ama beynim inanılmaz bir hızla çalışıyordu; odaklanmış
bir manyaklıkla. Fısıldamamak ve daha önceki gibi karanlıkta ol­
madığımı kendime hatırlatmak için dilimi ısırıyordum. Vücudum
beton bir koridorda sürükleniyordu. Özgürlüğe doğru yürüyordu.
Aileme, Sevro’ya doğru.
Burada On Üçüncü’den iki zorba ejderi kimse durdurmazdı;
hele de izinleri varken ve Aja hâlâ buradayken. Çakal’ın ordusunda,
hayatta olduğumu bilen çok kişi olduğundan bile şüpheliydim.
Vücut ölçülerimi, hayalet gibi solgun tenimi görecek ve talihsiz bir
Obsidiyen mahkûm olduğumu sanacaklardı. Yine de, birilerinin bizi
izlediğini hissediyordum. Paranoya benliğimi sarıyordu. Biliyorlar.
Geride cesetler bıraktığınızı biliyorlar. O kapıyı açmaları ne kadar
sürer? Keşfedilmemiz ne kadar sürer? Beynim olası sonuçları gözden
geçirip duruyordu. İşlerin nasıl ters gidebileceğini. İlaç. Hepsinin
nedeni bu ilaçtı.
46 I S A B A H Y I L D I Z I

“Yukarı çıkmamız gerekmiyor mu?” diye sordum, bir çekim-


Kaldıracıyla dağ hisarındaki bu zindanının daha da derinlerine
inerken. “Yoksa aşağıda başka bir hangar mı var?”
“İyi tahmin, efendim,” dedi Trigg, etkilenerek. “Bizi bekleyen
bir gemi var.”
Holiday sakızını balon yapıp patlattı. “Trigg, burnunda kahve­
rengi bir şey var. Tam şurada.”
“Ah, kapa çeneni. O çıplakken kızaran ben değilim.”
“Bundan emin misin, ufaklık? Sessiz.” ÇekimKaldıracı yavaşlar­
ken kardeşler gerildi. Silahlarının emniyetini açarken çıkan tıkırtıyı
duydum. Kapılar açıldı ve biri bize katıldı.
“Do minus,” dedi Holiday, yeni gelene yer açmak için beni kenara
iterken. İçeri giren çizmeler bir Altın ya da Obsidiyen’in olacak
kadar ağırdı fakat Griler bir Obsidiyen’e asla dominus demezdi ve
bir Obsidiyen asla karanfil ve tarçın gibi kokmazdı.
“Çavuş.” Ses kulaklarımı tırmaladı. Bu sesin ait olduğu adam
bir zamanlar kulaklardan kolye yapıyordu. Vixus. Titus’un eski
çetesinden. Zafer’imdeki katliama katılmıştı. ÇekimKaldıracı tekrar
aşağı doğru hareket ederken köşeye büzüldüm. Vixus beni tanırdı.
Kokumu alırdı. Tam olarak bunu yapıyor, bize doğru bakıyordu.
Ceket yakasının hışırtısını duyabiliyordum. “On Üçüncü Lejyon
mu?” diye sordu Vixus, bir süre sonra. Kardeşlerin boyunlarındaki
dövmeleri fark etmiş olmalıydı. “Aja’nm mı, babasının mı?”
“Bu ziyarette Furia’nın, dominus,” diye karşılık verdi Holiday,
serinkanlılıkla. “Ancak Küller Lordu’na da hizmet ettik.”
“Ah, o halde geçen yıl Deimos Savaşandaydınız, değil mi?”
“Evet, dominus. Fabii Telemanusları ve Arcos’un gemilerini ka­
çırmadan önce Telemanusları öldürmeye gönderilen sülükGemide
Grimmus’la birlikteydik. Kardeşim yaşlı Kavax’m omzuna bir
mermi yerleştirdi. Augustus ve Kavax’ın karısı saldırı grubumuzu
dağıtmasa onu öldürecekti.”
“Vay canına.” Vixus onaylarcasma bir ses çıkardı. “Bu muhteşem
bir ödül olurdu. Yüzüne bir damla daha ekleyebilirdin, lejyoner. Ben
de Yedincilerle birlikte Obsidiyen itinin peşindeyim. Küller Lordu,
kölesinin iadesi için büyük bir ödül teklif etti.” Burnuna bir şey
çekti. Tactus’un çok sevdiği uyarıcıdan olmalıydı. “Bu kim peki?”
P IE R C E B R O W N I 47

Beni kastediyordu.
Kalp atışlarımı kulaklarımda duyuyordum.
“Pretor Grimmus’tan bir hediye eve götürdüğü paket karşı­
lığında,” dedi Holiday. “Ne demek istediğimi anlarsınız, efendim.”
“Paket Daha çok yarım paket.” Vixus kendi şakasına güldü.
“Tanıdığım biri mi?” Eli başlığımın kenarına uzandı. Sinerek uzak­
laştım. “Bir Uluyan içimi ısıtırdı. Çakıl? Ot? Hayır, bu fazla uzun.”
“Bir Obsidiyen,” dedi Trigg çabucak. “Keşke bir Uluyan olsaydı.”
“Iyy.” Vixus elini kirlenmiş gibi aniden geri çekti. “Bir dakika.”
Aklına bir fikir gelmişti. “Onu şu Julü kaltağıyla aynı hücreye ko­
yalım. Yemek için kapışsınlar. Ne dersiniz, On Üç? Biraz eğlenmek
ister misiniz?”
“Trigg, kamerayı kapa,” dedim sertçe, başlığın altından.
“Ne?” diye sordu Vixus, dönerek.
Pat! Bir bozucuAlan açıldı.
Sarsakça ama hızlı hareket ettim. Ellerimi kelepçelerden kurtararak
tek elimle gizli jiletimi çektim ve diğer elimle başlığımı çıkardım.
Jiletimi Vixus’un omzuna saplayarak onu duvara mıhladım ve
yüzüne bir kafa attım. Yine de aldığım ilaca rağmen eski gücümde
değildim. Gözlerim bulandı ve sendeledim. Vixus ise sarsılmadı
bile ve ben daha tepki veremeden, görüşümü bile netleştiremeden
kendi jiletini çekti.
Holiday önüme geçmek için beni ittiğinde yere düştüm. Trigg
daha da hızlıydı; mermi tabancasını doğruca Vixus’un açık ağzına
tıktı. Altın donup kalarak silahın metaline bakarken dili soğuk nam­
luya değiyordu. Jileti, Holiday’in başına santimetreler kala durdu.
“Şişşşt,” diye fısıldadı Trigg. “Jileti indir.” Vixus söyleneni yaptı.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu Holiday bana, öfkeyle.
Kalkmama yardım ederken nefes nefeseydi. Başım hâlâ dönüyordu.
Özür diledim. Aptalca davranmıştım. Kendimi toparlayarak Vboıs’a
baktım; o da bana dehşetle bakıyordu. Bacaklarım titriyordu ve
ayakta kalabilmek için çekimKaldıracının tırabzanına tutunmak
zorunda kaldım. Sistemimdeki ilacın etkisiyle kalbim deli gibi atı­
yordu. Dövüşmeye kalkışmak aptalca olmuştu. Bozucu kullanmak
da öyle. Kameraları izleyen Yeşiller parçaları birleştirecekti. İşlem
odasına Grileri gönderecek ve orada cesetleri bulacaklardı.
48 I S A B A H Y I L D I Z I

Paramparça düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Odaklanmalıy-


dım. “Victra yaşıyor mu?” diye sordum, zorlukla. Vixus’un cevap
verebilmesi için Trigg silahı onun ağzından çıkarıp dudaklarının
arasında tuttu. Altın cevap vermiyordu. Henüz. “Bana ne yaptığını
biliyor musun?” diye sordum. Vixus inatçı bir andan sonra başıyla
onayladı. “V e” Güldüm. Kahkaham buzdaki bir çatlak gibi ya­
yılarak genişlerken bin farklı yönde titredi; ta ki kısa kesmek için
dilimi ısırana kadar. “Ve Ve hâlâ bana sorumu tekrarlatacak
cesaretin var mı?”
“Yaşıyor.”
“Azrail Peşimizden gelecekler. Kameraların bozulduğunu an­
layacaklar,” dedi Holiday, asansörün tavanındaki minik kameraya
bakarak. “Planı değiştirenleyiz.”
“Nerede o?” Omzundaki jiletimi çevirdim. “O nerede?”
Vixus acıyla tısladı. “ kat. seafoodplus.info hücre. Beni öldürmemen
akıllıca olur. Beni onun hücresine koyabilirsiniz. Kaçabilirsiniz. Sana
doğru yolu gösteririm, Darrovv.” Boynundaki kaslar ve damarlar,
kumların altında ilerleyen yılanlar gibi hareket ediyordu. Vücudunda
hiç yağ yoktu. “İki hain Pretoryen seni uzağa götüremez. Bu dağda
bir ordu var. Şehirde ve yörüngede birlikler var. Otuz Eşsiz Yaralı.
Güney Attika’da Kemiksürenler.” Başıyla, üniformasının yakasındaki
küçük kuş kafatasım işaret etti. “Onları hatırlıyor musun?”
“Ona ihtiyacımız yok,” diye tersledi Trigg, silahının tetiğine
dokunurken.
“Öyle mi?” Vixus güldü ve zayıflığımı fark ederken güveni geri
geldi. “Peki, bir Olimpik Şövalye’ye karşı ne yapacaksın, Teneke?
Ah, bir dakika. Burada onlardan iki tane var, değil mi?”
Holiday sadece güldü. “Senin yapacağın şeyi yapacağız, sarışı­
nım. Kaçacağız.”
“ kat,” dedim, Trigg’e.
Trigg çekimKaldıracmın kumanda panosuna müdahale ederek
bizi kaçış yolumuzdan uzaklaştırdı. Veri-tabletinde bir harita aça­
rak Holiday’le birlikte kısa bir süre inceledi. “ seafoodplus.info hücre
burada. Bir şifre gerekecek. Kameralar olacak.”
“Çıkış noktasından çok uzak.” Holiday dudaklarını birbirine
bastırdı. “O tarafa gidersek işimiz biter.”
P IE R C E B R O W N I 49

“Victra benim arkadaşım,” dedim. Ve öldüğünü sanıyordum


fakat her nasılsa kardeşinin silahından kurtulmuştu. “Onu bırak­
mayacağım.”
“Seçeneğimiz yok,” dedi Holiday.
“Her zaman bir seçenek vardır.” Sözlerim bana bile zayıf geliyordu.
“Kendine bir baksana, ahbap. Döküntü durumdasın! ”
“Onu rahat bırak, Holi,” dedi Trigg.
“O Altın sürtük bizden biri değil! Onun uğruna ölmeyeceğim.”
Ancak Victra benim için ölürdü. Karanlıkta sık sık onu dü­
şünmüştüm. ÇakaPın çalışma odasında, ona yağmurdan sonraki
toprak kokusunu verdiğimde gözlerinde beliren çocuksu mutluluk.
“Bilmiyordum. Darrow, bilmiyordum,” demişti en son, Roque bize
ihanet ettikten sonra. Her yerde ölüm, sırtında mermiler vardı ve
tek isteği, ölürken onunla ilgili kötü düşünmememdi.
“Arkadaşımı geride bırakmayacağım,” diye tekrarladım, inatla.
“Ben seninleyim,” dedi Trigg. “Sen ne dersen o, Azrail. Emrin­
deyim.”
“Trigg,” diye fısıldadı Holiday. “Ares dedi ki ”
“Her şeyi değiştiren Ares değildi.” Trigg başıyla beni işaret etti.
“O yapabilir. O nereye giderse biz de peşinden gidiyoruz.”
“Ya kazandığımız avantajı kaybedersek?”
“O zaman yenisini yaratırız.”
Holiday’in gözleri cam gibi oldu ve iri çenesi düşünceyle gerildi.
Bu bakışı biliyordum. Kardeşini benim gördüğüm gibi görmüyordu.
Onun gözünde Trigg bir pusucu, bir katil değildi; birlikte büyüdüğü
çocuktu.
“Pekâlâ. Varım,” dedi sonunda, isteksizce.
“Ya Eşsiz?” diye sordu Trigg.
“Şifreyi girerse yaşar,” dedim. “Bir numaraya kalkışırsa vurun.”

katta asansörden indik. Yine başlığı takarak Holiday’in bana


rehberlik etmesine izin verdim; Vixus bizi bir hücreye götürüyormuş
gibi önümüzden yürüyor, Trigg de silahı hazır şekilde hemen arkasın­
dan gidiyordu. Koridorlar sessizdi. Ayak seslerimiz yankılanıyordu.
Başlığın kumaşından, hiçbir şey göremiyordum.
“Burası,” dedi Vixus, kapıya ulaştığımızda.
50 I S A B A H Y I L D I Z I

“Şifreyi gir, göt herif,” diye emretti Holiday.


Vixus şifreyi girdi ve kapı tıslayarak açıldı. Etrafımızda gürültü
vardı. Hoparlörlerden korkunç bir parazit sesi geliyordu. Hücrenin
içi buz gibiydi ve her şey bembeyazdı. Tavanda o kadar parlak bir
ışık vardı ki doğrudan bakamıyordum. Hücredeki cılız mahkûm bir
köşede dizlerini göğsüne çekmiş, cenin pozisyonunda yatıyordu ve
işkencelerden kalan eski yanıklarla, kırbaç izleriyle dolu sırtı bana
dönüktü. Kadını parlak ışıktan koruyan tek şey, dağınık bir şekilde
gözlerinin önüne dökülen beyazımsı sarı saçlarıydı. Omurgasının
üzerinde, kürekkemiklerinin arasında iki mermi yarası izi olmasa,
kim olduğunu anlayamazdım.
“Victra!” diye bağırdım, gürültünün arasında. Beni duyamıyordu.
“Victra!” diye tekrar bağırdım. Hoparlörlerdeki gürültü dinip yerini
bir kalp atışı sesine bıraktı. Ona ışık ve sesle işkence ediyorlardı.
Duyularım mahvediyorlardı. Benim yaşadığım işkencenin tam
tersiydi. Beni nihayet duydu ve başını hemen bana doğru çevirdi.
Altın sarısı gözleri dağınık saçların arasından vahşice bakıyordu.
Beni tanıyıp tanımadığından bile emin değildim. Victra’nm eski
cüretkâr çıplaklığından iz yoktu. Dehşet içinde, savunmasız bir
tavırla kendini örtmeye çalışıyordu.
“Onu ayağa kaldır,” dedi Holiday, Vixus’u yüzüstü yere iterken.
“Gitmemiz gerek.”
“Felç olmuş” dedi Trigg. “Değil mi?”
“Lanet olsun. O halde onu taşıyacağız.”
Trigg hemen Victra’ya doğru bir hamle yaptı. Elimi göğsüne
indirerek onu durdurdum. Victra bu haldeyken bile onun kollarım
gövdesinden ayırabilirdi. Bulunduğum çukurdan çekilip alındığımda
hissettiğim korkuyu hatırladığımdan, ona yavaşça yaklaştım. Kendi
korkum zihnimin derinliklerine çekilirken yerini, kendi kız karde­
şinin ona yaptıklarından kaynaklı öfke aldı. Bütün bunların benim
hatam olduğunu biliyordum.
“Victra, benim. Darrow.” Beni duymuş gibi görünmüyordu.
Yanma çömeldim. “Seni buradan çıkaracağız. Seni kal”
Bana doğru atıldı. Kollarım ileri uzatıp üzerime saldırdı. “ Yü­
zünü çıkar” diye çığlık attı. “Yüzünü çıkar.” Holiday ileri atılıp
P IE R C E B R O W N I 51

çarpıcıyı belinin arkasına bastırırken Victra sarsıldı. Ancak elektrik


yeterli değildi.
“Sakin ol!” diye bağırdı Holiday. Victra onun dayan-plastik gö­
ğüslüğünün tam ortasına vurarak Gri’yi metrelerce gerideki duvara
fırlattı. Trigg çok amaçlı tüfeğini ateşleyerek Victra’nın bacağına iki
doz sakinleştirici sapladı. Victra hemen olduğu yere yığıldı. Ancak
bilincini tamamen kaybedene kadar yerde nefes nefese yatarak kısık
gözlerle beni izlemeye devam etti.
“Holiday ” diye başladım.
“Altın gibiyim, sorun yok.” Holiday homurdanarak ayağa kalktı.
Göğüs zırhının ortasında yumruk büyüklüğünde bir göçük vardı.
“Peri sağlam vuruyormuş,” dedi Holiday, göçüğe hayranlıkla ba­
karak. “Bu zırh raylı silahlara bile dayanacak şekilde tasarlandı.”
“Julü genetiği,” diye mırıldandı Trigg. Victra’yı omuzlarına aldı ve
bana acele etmemizi haykıran Holiday’in peşinden koridora fırladı.
Vixus’u yüzükoyun halde hücrenin içinde bıraktık. Söz verdiğim
gibi hâlâ yaşıyordu.
“Seni bulacağız,” dedi, ben kapıyı kaparken doğrulup oturarak.
“Bunu biliyorsun. Küçük Sevro’ya geleceğimizi söyle. Bir Barca
düştü. Geriye bir tane kaldı.”
“Ne dedin sen?” diye sordum.
Aniden hücreye geri döndüm. Gözleri korkuyla açıldı. Yıllar
önce Antonia ve Vixus beni gizlendiğim karanlıktan dışarı çıkarmak
için Lea’ya işkence ettiklerinde arkadaşımın hissettiği korkuyla aynı
olmalıydı. Kızın kanı yosunların üzerine akarken Vixus kahkahalarla
gülmüştü. Arkadaşlarım bahçede ölürken de Şimdi onun canını
bağışlamamı istemesinin tek nedeni, öldürmeye devam edebilmekti.
Kötülük merhametten beslenirdi.
Jiletim bir sapanOrağa dönüştü.
Vixus, “Lütfen,” diye yalvardı. İnce dudakları titrerken, hata
yaptığını anlamıştı, bense içindeki çocuğu gördüm. Bir yerlerde
onu seven birileri vardı hâlâ. Onu yaramaz bir çocuk olarak ya da
beşiğinde uyurken hatırlıyorlardı. Keşke o çocuk olarak kalsaydı.
Keşke hepimiz öyle kalsaydık. “Merhamet et. Darrow, sen katil
değilsin. Sen Titus değilsin.”
52 I S A B A H Y I L D I Z I

Odadaki kalp atışı sesi derinleşti. Beyaz ışık onu siluet gibi
gösteriyordu.
Merhamet istiyordu.
Benimse merhametim karanlıkta kaybolmuştu.
Kızılların şarkılarındaki kahramanlar merhametli, onurlu in­
sanlardı. Tıpkı Çakal’ın yaşamasına izin vermem gibi, insanların
yaşamasına izin verir, böylece günahla kirlenmezlerdi. Esas zalim,
kötü karakter olmalıydı. Siyahları zalimler giymeli ve sırtımı döner
dönmez beni bıçaklamaya kalkışmak, böylece olduğum yerde hızla
dönüp suçluluk duymadan onu öldürebilmeliydim. Oysa bu bir
şarkı değildi. Bu bir savaştı.
“Darrovv ”
“Çakal’a bir mesaj iletmeni istiyorum.”
Vixus’un boğazını jiletimle yardım. Yarıktan boşalan kanla yere
devrildiğinde, diğer tarafta onu bekleyen hiçbir şey olmadığı için
korktuğunu biliyordum. Gırtlağından gurultular yükseliyordu. Öl­
meden hemen önce inlemeye başladı. Bense hiçbir şey hissetmedim.
Kalp atışıyla dolu odanın ötesinde, alarm sirenleri çalmaya
başlamıştı.
5
ıııııııııııııııııiiiıııııııııı

C PLA N I

44 T anet olsun,” dedi Holiday. “Zamanımız olmadığım söy-


JLilemiştim.”
“Sorun yok,” dedi Trigg.
Asansörde birlikteydik. Victra yerdeydi. Trigg ona biraz daha
saygın bir görüntü kazandırabilmek için kendi siyah yağmurlu­
ğunu giydiriyordu. Yumruklarımı sıkmaktan eklemlerim bembeyaz
kesilmişti. Vixus’un kanı, jiletimde tünellerde oynayan çocukların
üzerine bulaşmıştı. Ailemin ve Eo’nun saçlarının üzerine kıpkırmızı
akmaya devam etti. O sırada mahkûm tulumumla kanı jiletimden
sildim. Bir can almanın ne kadar kolay olduğunu unutmuştum.
“Kendin için yaşarsan tek başına ölürsün,” dedi Trigg, sakince.
“Öyle akıllı beyinlere sahipken bu kadar hödük olmayacaklarını
sanırsın.” Acımasız gözlerine düşen saçlarım kenara iterek bana
baktı. “Böyle konuştuğum için özür dilerim, efendim. Eğer eskiden
dostunuzsa”
“Dost mu?” Başımı iki yana salladım. “Onun asla dostu olmadı.”
Eğildim ve Victra’nın saçlarını yüzünden çektim. Duvara yas­
lanmış halde, huzurla uyuyordu. Açlıktan yanakları çökmüştü.
Dudakları ince ve hüzünlüydü. Şimdi bile yüz hatlarında trajik
bir güzellik vardı. Ona ne yaptıklarını merak ediyordum. Zavallı
kadın; daima güçlü, daima sertti ama bu daima içindeki nezaketi
gizlemek içindi Acaba o nezaketten geriye bir şey kalmış mıydı?
54 I S A B A H Y I L D I Z I

“İyi inisiniz?” diye sordu Trigg. Cevap vermedim. “Sevgiliniz


miydi?”
“Hayır,” dedim. Uzamış sakalıma dokundum. Kaşındırmasından
ve leş gibi kokmasından nefret ediyordum. Keşke Danto onu da
tıraş etseydi. “İyi değilim.”
Umudum yoktu. Sevgi duymuyordum.
Victra’ya ve bana yaptıklarına bakarken bunları hissetmiyordum.
Beni yöneten, nefretti.
Dönüştüğüm şey için de. Trigg’in bana baktığını hissettim.
Hayal kırıklığına uğradığını biliyordum. O Azrail’i istiyordu. Ve
ben sadece bir insan kalıntısıydım. Parmaklarımı göğüs kafesimde
dolaştırdım. Kaburgalarım incecik şeylerdi. Bu Grilere çok fazla şey
vaat etmiştim. Herkese, özellikle Victra’ya çok şey vaat etmiştim.
O daima bana sadık kalmıştı. Oysa ben onu kullanmak isteyen
insanlardan başka neydim ki? Annesinin onu hazırlıklı olması için
eğittiği biri daha.
“Neye ihtiyacımız var, biliyor musunuz?” diye sordu Trigg.
Dikkatle ona baktım. “Adalet mi?”
“Soğuk bir bira.”
Bir kahkaha patlattım. Fazla yüksek sesle. Kendimi bile korkuttum.
“Lanet olsun,” diye mırıldandı Holiday, elleri kontrol panelinin
üzerinde uçarken. “Lanet olsun. Lanet olsun. Lanet olsun.”
“Ne oldu?” diye sordum.
ve katlar arasında sıkışıp kalmıştık. Düğmelere hırsla
bastı ama asansör aniden sarsılarak yukarı doğru hareket etti.
“Kontrolleri ele geçirdiler. Hangara ulaşamayacağız. Bizi yönlendi­
riyorlar” Bana bakarken nefesini uzun uzun verdi. “Birinci kata.
Lanet olsun. Lanet. Lanet. Pusucularla, hatta belki Obsidiyenlerle
bekliyor olacaklar Belki de Altınlarla.” Duraksadı. “Burada ol­
duğunuzu biliyorlar.”
Karnımdan yükselen umutsuzluğa direnmeye çalıştım. Geri
dönmeyecektim. Ne olursa olsun. Bizi ele geçirmelerine izin ver­
mektense Victra’yı ve kendimi öldürürdüm.
Trigg ablasına doğru eğildi. “Sisteme giremez misin?”
“Bunu yapmayı ne zaman öğrendiğimi sanıyorsun ki?”
“Keşke Ephraim burada olsaydı. O yapabilirdi.”
P IE R C E B R O W N I 55

“Eh, ben Ephraim değilim.”


“Tırmanmaya ne dersin?”
“Bir fren izi olmak istiyorsan, tabii.”
“O halde geriye tek seçenek kalıyor, ha?” Trigg cebine uzandı.
“C Planı.”
“C Planı’ndan nefret ediyorum.”
“Evet, eh. İstenmeyenle yüzleşme zamanı geldi, bebekyüz. Şey­
tanı çıkar.”
“C Planı nedir?” diye sordum, sakince.
“Ortalığı birbirine katmak.” Trigg iletişim bağlantısını açtı.
Güvenli bir frekansa bağlanırken ekranında kodlar yanıp söndü.
“Eskort’tan Gazapkemiği’ne, duyuyor musun? Eskort’tan”
“Burası Gazap kemiği, seni duyuyorum, ” diye yankılandı hayalet
gibi bir ses. “Parolayı söyle. Tamam.”
Trigg veri-tabletine baktı. “ Tamam.”
“Parola onaylandı.”
“Beş dakika içinde ikinci bir çıkışa ihtiyacımız var. Prenses artı
birle ikinci aşamadayız.”
Hattın diğer ucunda bir duraksama oldu; sesteki rahatlama,
parazite rağmen belirgindi. “Geç bildin.”
“Cinayet pek dakik olmuyor.”
“On dakikada oradayız. Onu koruyun.” Bağlantı kesildi.
“Lanet olasıca amatörler,” diye homurdandı Trigg.
“On dakika,” diye tekrarladı Holiday.
“Daha kötüsünü de atlattık.”
“Ne zaman?” Trigg bu soruya cevap vermedi. “Doğruca lanet
olasıca hangara gitmeliydik.”
“Ben ne yapabilirim?” diye sordum, korkularını hissederek.
“Yardım edebilir miyim?”
“Ölme, yeter,” dedi Holiday, sırt çantasını çıkarırken. “Yoksa
bunların hepsi bir hiç uğruna olur.”
“Arkadaşınızı sürüklemeniz gerekecek,” dedi Trigg, zırhı dışında
vücudundaki bütün teknik aletleri çıkarırken. Sırt çantasından
iki antika silah daha çıkardı; yüksek kalibreli otomatik tüfeğe ek
olarak iki revolver. Birini bana verdi. Elim titriyordu. On altı ya­
şımda Oğullarla birlikte eğitim yaptığım günlerden beri elimde hiç
56 I S A B A H Y I L D I Z I

barutlu silah tutmamıştım. Son derece etkisiz ve ağırdılar; üstelik


geri tepmeleri onları büyük ölçüde tutarsızlaştırıyordu.
Holiday çantasından büyük bir plastik kutu çıkardı ve parmakları
mandalların üzerinde duraksadı.
Kutuyu açtığında içinden, ortasında dönen bir cıva topu olan
metal bir silindir çıktı. Alete baktım. Toplum onu o şeyle yakalasa,
Holiday bir daha gün ışığını göremezdi. Son derece yasadışıydı.
ÇekimKaldıracının duvardaki ekranına baktım. On kat kalmıştı.
Holiday silindir için bir uzaktan kumanda çıkardı. Sekiz kat.
Bizi bekleyenler arasında Cassius da var mıydı? Aja? Çakal?
Hayır. Onlar kendi gemilerinde akşam yemeğine hazırlanıyor ol­
malıydı. Çakal hayatını yaşıyordu. Alarmın benim için olduğunu
anlamayacaklardı. Anlasalar bile gecikeceklerdi. Ancak onlardan
biri gelmese bile korkmak için yeterince neden vardı. Bir Obsidi-
yen, bu ikisini çıplak elleriyle paramparça edebilirdi. Trigg bunu
biliyordu. Gözlerini kapayarak göğsünde dört noktaya dokunup
istavroz çıkardı. Loş ışıkta düğün kurdelesi hafifçe parıldıyordu.
Holiday onun hareketini fark etti ama aynı şeyi yapmadı.
“Bu bizim mesleğimiz,” dedi, sakince bana dönerek. “Bu yüzden
gurur yapmaya kalkışma. Geride kal ve işi Trigg ile bana bırak.”
Trigg boynunu kütürdetti ve eldivenli sol elinin yüzükparmağını
öptü. “Yakınımda kalın. Temastan çekinmeyin. Utanacak bir şey
yok, efendim.”
Üç kat kalmıştı.
Holiday sağ elinde bir otomatik tüfeği hazırlarken sakızını hızla
çiğniyordu ve sol başparmağı uzaktan kumandanın üzerindeydi. Bir
kat kalmıştı. Yavaşlıyorduk. Çift kanatlı kapıları izlerken Victra’nın
bacaklarını koltukaltlarıma geçirdim.
“Seni seviyorum, ufaklık,” dedi Holiday.
“Ben de seni seviyorum, bebekyüz,” diye mırıldanarak karşılık
verdi Trigg, gergin ve mekanik bir sesle.
Yağmurumdan önce bir fırlatmaTüpünün içinde yıldızKabuğumla
yatarkenkinden daha çok korkmuştum. Sadece kendim için değil,
Victra ve bu iki kardeş için de. Yaşamalarını istiyordum. Güney
Pasifik hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum. Annelerine, ne
P IE R C E B R O W N i 57

tür şakalar yaptıklarını bilmek istiyordum. Bir köpekleri, şehirde


bir evleri olup olmadığını
ÇekimKaldıracı iyice yavaşlayarak durdu.
Kapımn ışığı yanıp söndü. Ve ÇakaPın seçkin askerlerinden bir
müfrezeyle bizi ayıran kalın metal kapılar tıslayarak açıldı. Parıl­
dayan iki şokBombası içeri uçarak duvarlara yapıştı. Bip. Bip. Aynı
anda Holiday aletin düğmesine bastı. Ayaklarımızın dibindeki küre
biçimindeki EMD’den görünmez bir elektromanyetik şok dalgası
yayılırken derin bir patlama sesiyle asansörün sessizliği bozuldu.
Elbombaları anında etkisiz hale geldi. Hem asansörün içindeki hem
de dışarıdaki ışıklar karardı. Kapının dışında ileri teknolojili akım
silahlarıyla bekleyen bütün Griler ve elektronik eklemli, miğferli ve
havalandırma birimli ağır zırhlarını kuşanmış bütün Obsidiyenler
aniden kendilerini ortaçağda buluverdiler.
Ancak Holiday ve Trigg’in antikaları hâlâ çalışıyordu. Asansörden
taş koridora çıkarken silahlarının üzerine kötücül gargoyllar gibi
eğilmişlerdi. Tam bir katliamdı. Geniş koridordaki savunmasız Griler,
iki uzman nişancının yakın mesafeden açtığı yaylım ateşine maruz
kalıyordu. Gizlenebilecekleri bir yer yoktu. Koridorda parıltılar yanıp
sönüyordu. Yüksek kalibreli tüfeklerin kulakları sağır eden sesleri
dişlerimi takırdatıyordu. Donup kalmıştım. Holiday bana bağırdığı
anda Victra’yı peşimden sürükleyerek Trigg’in arkasından koştum.
Holiday antika bir elbombasım salladığında üç Obsidiyen daha
devrildi. BAM! Tavanda bir delik açıldı, tepemizden sıva yağdı
ve bir toz bulutu yayıldı. Zemini delinen odadaki sandalyeler ve
Bakırlar aşağı yuvarlanarak kargaşanın tam ortasına düştü. Nefes
nefeseydim. Bir adamın başı geri savruldu. Bedeni yere yuvarlandı.
Bir Gri taş bir koridora sığınmak için kaçmaya çalıştı ama Holiday
onu omurgasından vurunca kadın, buzda kayan bir çocuk gibi
yere yapıştı. Her yerde hareket vardı. Bir Obsidiyen yan taraftan
saldırıya geçti.
Tabancayı ateşledim ama doğru nişanlayamadım. Mermiler
Obsidiyen’in zırhından sekti. İki yüz kiloluk adam iyonBaltasını
kaldırdı; baltanın enerjisi yoktu fakat kenarı hâlâ keskindi. Adam
Obsidiyenlere has savaş şarkısını mırıldandığı sırada miğferinden
kırmızı bir gayzer fışkırdı. Miğferin göz çukuruna bir mermi saplan­
58 I S A B A H Y I L D I Z I

mıştı. Vücudu ileri düşüp yerde kaydı. Neredeyse beni de deviriyordu.


Trigg çoktan sıradaki hedefe yönelmiş, bir marangozun tahtaya
çivi çakışı gibi sabırla, silahındaki metalleri adamlara saplıyordu.
Tutku yoktu. Sanat yoktu. Sadece eğitim ve fizik kanunları hâkimdi.
“Azrail, kıçını kaldır!” diye bağırdı Holiday. Beni bir koridora
çekerek kargaşadan uzaklaştırırken Trigg arkamızdaydı ve dört el
tüfek ateşinden kaçmış zırhsız bir Altın’ın bacağına yapışkan bir
elbombası fırlatmıştı. BAM/ Kemik ve etten bir bulut yükseldi.
Kardeşler kaçarken silahlarını tekrar doldurdular. Bense düşmemeye
veya bayılmamaya çalışıyordum. “Tam elli adım sonra sağa dönüp
merdivenden çıkacağız!” dedi Holiday. “Yedi dakikamız kaldı.”
Koridorlarda ürkütücü bir sessizlik vardı. Sirenler çalmıyordu.
Işıklar yanmıyordu. Havalandırmadan sıcak hava gelmiyordu. Sadece
uzaktan gelen bağırışlar, çizmelerimizin takırtıları, eklemlerimin
kütürdemeleri ve ciğerlerimdeki hırıltı. Bir pencerenin önünden
geçtik. Gökyüzünden simsiyah gemiler düşüyordu. Diğerlerinin
indiği yerlerde küçük ateşler yanıyordu. Trenler manyetik raylarının
üzerinde yavaşlayarak duruyordu. Hâlâ yanan ışıklar, sadece en
uzaktaki iki zirveden geliyordu. Teknolojik donanıma sahip destek
birlikleri çok geçmeden cevap verecekti fakat bunlara yol açanın ne
olduğunu bilemeyeceklerdi. Nereye bakacakları konusunda hiçbir
fikirleri olmayacaktı. Kamera sistemleri ve biyometrik tarayıcılar
etkisiz hale geldiğinden, Cassius ve Aja bizi bulamayacaktı. Bu,
hayatlarımızı kurtarabilirdi.
Merdivenden yukarı koştuk. Sağ baldırıma bir kramp girdi.
Homurdanarak neredeyse yere yuvarlanıyordum. Holiday ağırlığımı
büyük ölçüde destekledi. Güçlü boynunu koltukaltıma sokmuştu.
Üç Gri, arkamızdaki uzun mermer merdivenin dibinden bizi gördü.
Holiday beni kenara iterek tüfeğiyle ikisini indirdi fakat üçüncüsü
karşılık verdi. Mermileri mermere saplandı.
“Otomatik desteklerini getirmişler,” diye bağırdı Holiday. “Git­
memiz gerek. Gitmemiz gerek.”
İki kez daha sağa döndük, bana açık ağızlarıyla şaşkın şaşkın
bakan birkaç adiRengin yanından geçtik, Yunan heykelleriyle
süslenmiş yüksek tavanlı mermer koridorlardan ilerledik, ÇakaPın
değerli çalıntı eşyaları -bir defasında burada bana Hancock’ın Öz­
P IE R C E B R O W N I 59

gürlük Bildirgesi’ni göstermişti- ve Amerikan İmparatorluğu’nun


son hükümdarının kellesini tuttuğu galerilerden devam ettik.
Kaslarım yanıyordu, dalağım patlamak üzereydi.
“İşte!” diye bağırdı Holiday sonunda.
Yan koridorlardan birindeki bir servis kapısına ulaştık ve soğuk
gün ışığına çıktık. Rüzgâr beni yutuverdi. Dördümüz Çakal’m ka­
lesinin yan tarafındaki metal bir iskeleye çıkarken buz gibi rüzgâr,
tulumumdan vücudumu yakıyordu. Sağ tarafımızda dağın kayalık
yüzeyi yukarıdaki modern metal-cam yapıya teslim oluyordu. Solu­
muzda ise bin metrelik bir uçurum vardı. Dağın yüzeyinde karlar
savruluyor, rüzgâr uğulduyordu. Kalenin etrafını kısmen dolaştık
ve karla kaplı beton bir servis tabağı tutan bir iskelet kolu gibi,
dağdan uzanıp terk edilmiş bir iniş platformuna bağlanan taş bir
köprüye varana kadar iskelede ilerledik.
“Dört dakika,” dedi Holiday, köprüde iniş platformuna doğru
ilerlememe yardım ederken. Sonunda beni yere bıraktı. Victra’yı
yavaşça sırtımdan indirdim. Sert bir buz tabakası, betonu kaygan­
laştırmış, duman grisi bir renge bürümüştü. Daire biçimindeki iniş
platformunu bin metrelik uçurumdan ayıran bel yüksekliğindeki
beton duvarın etrafında kar toplanmıştı.
“Uzun şarjörde seksen, antikada da altı mermim kaldı,” dedi
Trigg, ablasına. “Sonra cephanem bitiyor.”
“Bende on iki tane var,” dedi Holiday, küçük bir teneke kutuyu
yere atarken. Kutu patladı ve yeşil bir duman kıvrılarak havaya
yükseldi. “Köprüyü tutmamız gerek.”
“Bende altı mayın var.”
“Hemen yerleştir.”
Trigg köprüden geri koştu. Köprünün ucunda bizim yan ta­
raftan çıkmak için kullandığımız servis kapısından daha geniş,
patlamaya dayanıklı kapılar vardı. Kardan göremez hale gelerek
titrerken, rüzgârdan korumak için Victra’yı kendime çektim. Kar,
siyah yağmurluğunun üzerinde birikiyor; Cassius, Sevro ve ben
Minerva’nın hisarını yakıp aşçılarını çaldığımızda dökülen küller
gibi yağıyordu. “Kurtulacağız,” dedim, Victra’ya. “Başaracağız.”
Alçak beton duvarın üzerinden aşağıdaki şehre baktım. Tuhaf bir
şekilde sakin görünüyordu. Bütün sesleri, bütün sıkıntıları EMD
60 I S A B A H Y I L D I Z I

sayesinde susmuştu. Diğerlerinden daha büyük bir kar tanesinin


rüzgârda sürüklenerek parmak boğumuma konuşunu izledim.
Buraya nasıl gelmiştim? Bir zamanlar madenlerde çalışan bir
çocuk, şimdi aşağıdaki kararmış şehre bakarken eve dönebilmeyi
her şeyden çok isteyen, yenilmiş, soğuktan titreyen bir savaş lorduna
dönüşmüştü. Gözlerimi kapayarak dostlarımla ve ailemle birlikte
olmayı diledim.
“Üç dakika,” dedi Holiday, arkamdan. Yukarıdan gelebilecek
düşmanlara karşı gökyüzünü tararken, eldivenli eli koruyucu bir
tavırla omzuma dokundu. “Üç dakika sonra buradan gitmiş ola­
cağız. Sadece üç dakika.”
Keşke ona inanabilseydim fakat kar durmuştu.
6
ıımıııııııınmıımııımı

KURBAN LAR

ttika’nın yedi zirvesinin üzerinde yanardöner bir savunma


A kalkanı belirerek bulutları ve ötesindeki gökyüzünü bizden
ayırırken gözlerimi kısarak Holiday’in arkasına baktım. Kalkan
jeneratörü EMD’nin patlama menzilinin dışında kalmış olmalıydı.
Oradan bize hiçbir yardım gelemezdi.
“Trigg! Buraya dön! ” diye bağırdı Holiday, Trigg köprüye son
mayım yerleştirirken.
Tek bir silah sesi kış sabahını delip geçti. Onu başkaları takip
etti. Çat. Çat. Çat. Trigg’in etrafındaki karlar havalandı. Holiday
onu korumak için tüfeğini omzuna dayayarak eğilirken Trigg bize
doğru koşuyordu. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Güneş ışığında
odaklanmaya çalışırken gözlerim acıyordu. Önümdeki beton patladı
ve parçaları yüzüme çarptı. Korkuyla titreyerek eğildim. Çakal’m
adamları destek silahlarını bulmuştu.
Tekrar bir göz attım. Kısık gözlerle baktığımda, Trigg’in yarı
yolda sıkışmış halde, otomatik tüfek taşıyan bir Gri bölüğünün
ateşine karşılık verdiğini gördüm. Köprünün karşı tarafındaki pat­
lamaya dayanıklı kapılar açılmıştı ve Griler dışarı akın ediyordu.
İkisi düştü. İkisi daha sensörlü mayına yaklaşınca, Trigg’in mayına
ateş etmesiyle onlar da bir duman bulutu içinde yok oldu. Trigg
omzunda bir mermi yarasıyla sendeleyerek geri dönmeye çalışırken
Holiday birini daha vurdu. Trigg bacağına bir uyarıcı sapladı ve
62 I S A B A H Y I L D I Z I

hemen ayağa kalktı. Bir mermi önümdeki betondan sekti, Holiday’in


göğüs zırhını delip koltukaltından etine saplandı.
Holiday dönerek düştü. Mermiler beni de onun yanına çömelmek
zorunda bıraktı. Üzerimize beton yağıyordu. Holiday’in ağzından
kan gelirken nefesindeki balgam hırıltısını duydum.
“Ciğerimde,” dedi, zırhının bacağındaki cepten bir uyarıcı çıkar­
maya çalışırken. Zırhının devreleri yanmış olmasa, ilaç otomatik
olarak vücuduna enjekte edilirdi fakat şimdi kutuyu kendisi açıp bir
doz almak zorundaydı. Mikro-şınngalardan birini çekip boynuna
saplayarak yardım ettim. Uyuşturucu kanma yayılırken Holiday’in
gözbebekleri irileşti ve nefesi yavaşladı. Yanımda yatan Victra’nın
ise gözleri kapalıydı.
Silah sesleri kesildi. Dikkatle bir göz attım. Çakal’ın Grileri
altmış metre kadar ötede, beton duvarların ve köprünün çelik sü­
tunlarının arkasına gizlenmişti. Trigg silahını dolduruyordu. Sadece
rüzgârın sesi duyuluyordu. Bir terslik vardı. Sessizlikten korkarak
gökyüzüne baktım. Bir Altın geliyordu. Bunu savaşın nabzında
hissedebiliyordum.
“Trigg!” diye bağırdım, vücudumu sarsan bir sesle. “Koş!”
Holiday yüz ifademi gördü. Trigg buzlu zeminde ayakları kayarak
gizlendiği yerden çıkarken Holiday acıyla hırıldayarak doğrulmaya
çalıştı. Trigg düşüp tekrar ayağa kalktı ve dehşet içinde bize doğru
koştu. Çok geçti. Arkasında Aja au Grimmus kalenin kapısından
fırladı, gölgelerde gizlenen Grileri ve Obsidiyenleri geçerek hızla
yaklaştı. Üzerinde siyah üniforma ceketi vardı. Uzun bacaklarıyla
Trigg’e yaklaşıyordu. Bu hayatımda gördüğüm en üzücü manza­
ralardan biriydi.
Silahımı ateşledim. Holiday tüfeğinin bütün şarjörünü boşalttı.
Havadan başka bir şeyi vuramadık. Aja yana çekiliyor, dönüyor,
mermilerden sıyrılıyordu ve Trigg’le aramızda on adım kaldığında,
jiletini onun göğsüne sapladı. Karnından çıkan metal, ıslak ıslak
parıldıyordu. Trigg’in gözleri şaşkınlıkla açıldı ve dudakları sessiz
bir nefesle aralandı. Havaya kaldırılırken uludu. Bir çocuğun uy­
durma mızrağının ucunda seğiren bir kurbağa gibi, Aja’nm jiletinin
ucunda havaya yükseldi.
“Trigg” diye fısıldadı Holiday.
P IE R C E B R O W N I 63

Jiletimi çıkararak Aja’ya doğru sendeledim fakat Holiday beni


tekrar duvarın arkasına çekerken uzaktaki Grilerden gelen mermi­
ler etrafımızdaki betona saplandı. Holiday’in kanı, altındaki karı
eritiyordu. “Aptallık etme,” diye hırladı, beni son gücüyle yere
çekerken. “Ona yardım edemeyiz.”
“O senin kardeşin!”
“Görev o değil. Şensin.”
“Darrovv!” diye seslendi Aja, köprüden. Holiday, bembeyaz
bir yüzle ve sessizce ona doğru baktı. Şövalye, Trigg’i tek eliyle
jiletinin ucunda tutuyordu. Trigg kılıcın ucunda kıvranarak sapa
doğru kayıyordu. “Sevgili beyefendi, başkalarının arkasına gizlenme
zamanı geçti. Çık dışarı.”
“Sakın,” diye mırıldandı Holiday.
“Dışarı çık,” dedi Aja. Kılıcını savurarak Trigg’i köprünün ke­
narından aşağı fırlattı. Trigg iki yüz metre kadar düştükten sonra
vücudu aşağıdaki granit bir çıkıntıda parçalandı.
Holiday boğuk bir ses çıkardı. Boş silahını Aja’ya doğrultup art
arda on kez tetiğe bastı. Furia, Holiday’in silahının boş olduğunu
anlayana kadar gizlendi. Ben Holiday’i aşağı çekerken bir keskin
nişancının, savaşçımın göğsünü hedefleyen mermisi elindeki silaha
çarparak parçaladı ve bir parmağını sakatlarken tüfeği elinden
uçurdu. Soğuktan titreyerek Victra’yı aramıza alıp sırtlarımızı be­
tona dayayarak oturduk.
“Özür dilerim,” dedim, zorlukla. Beni duymadı. Elleri benimki­
lerden daha kötü titriyordu. Uzaklara bakan gözlerinde yaş yoktu.
Yüzünde ise hiç renk kalmamıştı.
“Gelecekler,” dedi, bir an sonra. Yeşil dumanı izliyordu. “Gelmek
zorundalar.” Giysilerinden kan sızıyor, ağzının kenarından süzülen
damlaları boynunda donup kalıyordu. Çizmesindeki bıçağı çekerek
kalkmaya çalıştı fakat vücudu artık cevap vermiyordu. Islak ve
boğuk nefesi bakır kokuyordu. “Gelecekler.”
“Plan nedir?” diye sordum. Gözleri kapandı. Onu sarstım.
“Nasıl gelecekler?”
İniş platformunun kenarını başıyla işaret etti. “Dinle.”
“Darrovv!” Rüzgârın uğultusu arasında Cassius’un sesi duyuldu.
O da Aja’ya katılmıştı. “Lykos’lu Darrovv, dışarı çık!” Hoş sesi, ana
64 I SAB AH Y IL D IZ I

uymuyordu. Bizi saran hüzünden etkilenmemiş, fazlasıyla güçlü


ve soyluydu. Gözlerimdeki yaşları sildim. “Sonunda ne olduğuna
karar vermek zorundasın, Darrow. İnsan gibi dışarı çıkacak mısın?
Yoksa mağaradaki bir fareymişsin gibi seni bizim mi çıkarmamız
gerekecek?”
Göğsüm öfkeyle sıkıştı fakat kalkmak istemiyordum. Eskiden
olsa kalkardım; üzerimde Altın zırhı varken, Eo’nun katilinin tepe­
sinde dikileceğimi ve onların şehirleri yanıp Renkleri yok olurken
gerçek kimliğimi açıklayacağımı düşündüğüm zamanlarda bunu
yapardım. Ama o zırhı kaybetmiştim. O Azrail maskesi şüpheler
ve karanlıkla eriyip gitmişti. Sadece düşmanından titreyerek giz­
lenen bir çocuktum çünkü başarısızlığın bedelini biliyordum ve
çok korkuyordum.
Beni alamayacaklardı. Onların kurbanı olmayacak, Victra’nm
bir kez daha ellerine düşmesine izin vermeyecektim.
“ Cam cehennem e,” dedim. Holiday’i yakasından, Victra’yı
elinden yakaladım ve kardan yansıyan güneş yüzünden kör olmuş
gözlerim, soğuktan uyuşmuş yüzümle, bütün gücümü kullanarak
onları platformdan, rüzgârın uğuldadığı kenara doğru çektim.
Düşmanlarım sessizdi.
Yarattığım görüntü -çökmüş gözleri, açlıktan ölmek üzere olan
yaşlı bir iblisin yüzü, uzun sakalı ve gülünç zayıflığıyla arkadaşlarını
sürükleyen bu adam- çok acıklı olmalıydı. Yirmi metre arkamda
iki Olimpik Şövalye köprünün platformla birleştiği yerde dimdik
duruyor, arkalarındaki hisar kapılarından gelmiş elliden fazla Gri ve
Obsidiyen onların iki yanında duruyordu. Aja’nm gümüşi jiletinden
kan damlıyordu fakat jilet ona ait değildi. Lorn’un ölü ellerinden
aldığı jiletti. Islak ayakkabılarımın içinde parmaklarım zonkluyordu.
Devasa dağ kalesinin önünde adamlar minicik kalıyordu. Metal
silahlan ilkel ve basitti. Sağa, köprüden uzağa baktım. Kilomet­
relerce ötede EM D ’nin ulaşmadığı uzaktaki bir dağ zirvesinden
askerler yükseliyor, alçak bir bulut tabakasından geçip bize doğru
süzülüyorlardı. Arkalarından bir yırtıkKanat geliyordu.
“Darrow,” diye seslendi Cassius, A ja’yla birlikte köprüden
platforma çıkarak yaklaşırken. “Kaçamazsın.” İfadesiz gözlerle beni
izliyordu. “Kalkan kalktı. Gökyüzü kapandı. Gemiler sizi almaya
P IE R C E B R O W N I 65

gelemez.” Platformun zeminindeki kutudan dönerek kış havasına


yükselen yeşil dumana baktı. “Yazgını kabullen.”
Aramızda rüzgâr uğulduyor, dağ yamacından kar bulutlan
savuruyordu.
“Parçalanmak!” dedim. “Hak ettiğimi düşündüğün şey bu mu?”
“Sen bir teröristsin. Sahip olduğun ne hak varsa hepsinden
feragat etmiş durumdasın.”
“Hak mı?” diye hırladım, Victra ve Holiday’in üzerinden. “Ka­
rımın ayaklarını çekme hakkı mı? Babamın ölümünü izleme hakkı
mı?” Tükürmeye çalıştım ama dudaklarıma yapıştı. “Siz nasıl onları
alma hakkını kendinizde görüyorsunuz?”
“Burada tartışılacak bir şey yok. Sen bir teröristsin ve adalete
teslim edilmelisin.”
“O halde neden hâlâ benimle konuşuyorsun, seni lanet olasıca
ikiyüzlü?”
“Çünkü onur hâlâ önemli. Geride yalnızca onur yankılanır.”
Babasının sözleri. Ancak onun dudaklarından çıktığında, kulaklarıma
geldiği kadar sığ kalıyordu. Bu savaş sahip olduğu her şeyi elinden
almıştı. Ne kadar yıkılmış olduğunu gözlerinden görebiliyordum.
Babasına yakışır bir oğul olmaya ne kadar çabaladığını da. Yapa­
bilse, Enstitü’nün tepelerinde yaktığımız kamp ateşinin baştna geri
dönmeyi tercih ederdi. Hayatın basit olduğu, dostların gerçek gibi
göründüğü görkemli günlere geri dönerdi. Ne var ki geçmişe özlem
duymak, ikimizin de ellerindeki kanı temizlemiyordu.
Vadiden gelen iniltili rüzgârı dinledim. Topuklarım iniş platfor­
munun kenarına ulaştı. Arkamda havadan ve boşluktan başka bir
şey yoktu. Hava ve iki bin metre aşağıda vadi tabanına yayılmış
karanlık şehrin topoğrafyasındaki hareketlilik.
“Atlayacak,” dedi Aja kısık sesle, Cassius’a. “Cesedine ihtiya­
cımız var.”
“Darrovv yapma,” dedi Cassius fakat bakışları bana atlamamı,
teslim olmak ve parçalanmak üzere Luna’ya götürülmek yerine bu
yolu seçmemi söylüyordu. Soylu olan buydu. Bir kez daha pelerinini
üzerime örtüyordu.
Bunun için ondan nefret ediyordum.
66 I SA B A H Y IL D IZ I

“Sen onurlu olduğunu mu sanıyorsun?” diye tısladım. “İyi


olduğunu mu sanıyorsun? Sevdiklerinden kim kaldı? Kimin için
savaşıyorsun?” Sözlerimde öfke vardı. “Sen yalnızsın, Cassius.
Bense değilim. Geçiş’te kardeşinle karşılaştığımda yalnız değildim.
Aranıza sızdığımda yalnız değildim. Karanlıkta yatarken yalnız
değildim. Şimdi bile yalnız değilim.” Holiday’in göğüs zırhının
kayışlarından parmaklarımı geçirerek baygın vücudunu sımsıkı
tuttum. Victra’nın elini de sımsıkı kavradım. Topuklarım betonun
kenarındaydı. “Rüzgârı dinle, Cassius. Lanet olasıca rüzgârı dinle.”
İki şövalye başlarını yana yatırdı. Vadi zemininden gelen tuhaf
homurtuyu hâlâ anlamıyorlardı çünkü bir Altın kadını ve erkeği,
kayalıkları deşen bir pençeMatkabın sesini nereden bilecekti ki?
Kurtarıcılarımın gökyüzünden değil, gezegenimizin kalbinden gel­
diğini nereden bileceklerdi?
“Hoşça kal, Cassius,” dedim. “Görüşeceğiz.” Ve Holiday ile
Victra’yı da beraberimde çekerek kendimi platformun kenarından
boşluğa bıraktım.
7
lliillilllllltllllllllllllllll

Y A B A N A R IL A R I

arla kaplı şehrin ortasındaki erimiş bir göze doğru düşüyor­


K duk. Orada, üretim tesislerinin arasında, toprak yukarı doğru
kabarırken binalar sarsılarak yana yatıyordu. Borular çatlıyor, dö­
nerek havaya savruluyordu. Çatlayan asfalttan buhar yükseliyordu.
Gaz ışık haleleri yaratarak patlıyor, bükülüp yükselen sokakların
arasından alevler saçılıyor, sanki Mars’ın kendisi antik bir canavarı
doğurmak için altı kat yukarı yükseliyordu. Sonunda, toprak ve
şehir daha fazla esneyemeyecek hale geldiğinde, bir pençeMatkap
kış havasına doğru fırladı; erimiş parmaklarıyla devasa bir metal el,
buhar püskürterek havaya yükseldi ve tekrar geri çekilip Mars’ın
derinliklerinde gözden kaybolurken bir blokun yansım beraberinde
götürdü.
Çok hızlı düşüyorduk.
Fazla erken atlamıştık. Victra elimden kayıyordu.
Zemin hızla yaklaşıyordu.
Hava aniden sonik bir patlamayla çatırdadı.
Bir tane daha. Ardından bir tane daha. PençeMatkabm açtığı
tünelden küçük bir ordu çıkarken karanlıktan sonik patlamalar
yükseldi. ÇekimBotları giymiş iki, yirmi, elli zırhlı siluet, tünelden
bize doğru fırlamıştı. Solumdan ve sağımdan Kan kırmızısına
boyanmış zırhlar, arkamızdaki gökyüzüne akım-ateşi açmıştı.
Burnuma ozon kokusu gelirken tüylerim diken diken oldu. Aşırı
68 I SAB AH Y IL D IZ I

sıcak mermiler hava moleküllerini yararken sürtünmeden masmavi


oluyordu. Omuzlara yerleştirilmiş mitralyözler ölüm kusuyordu.
Havaya yükselen Ares’in Oğulları’mn arasında babasının çivili
kaskını giyen kırmızı zırhlı bir adam hızla yaklaştı ve Victra’yı bir
gökdelenin çatısına çarpmadan saniyeler önce kaptı. Miğferinin
hoparlörlerinden kurt ulumaları yayılıyordu. Bu bizzat Ares’ti. Tüm
dünyalardaki en iyi dostum beni unutmamıştı. İmparatorlukları
çökerten terörist ve asi birlikleriyle yardımıma gelmişti: Uluyanlar!
Siyah kurt pelerinleri rüzgârda uçuşan bir düzine metal adam ve
kadın onun arkasında süzülüyordu. En irileri, göğsünü ve kolla­
rını kaplayan mavi el izleriyle bembeyaz bir zırh giymişti. Siyah
pelerininin ortasında kırmızı bir şerit vardı. Bir an, Pax’m benim
için dirildiğini sandım ama adam beni ve Holiday’i yakaladığında,
mavi el izlerinin içine çizilmiş sembolleri gördüm. M ars’ın güney
kutbunun süslemeleri. Bu, Valkyrie Kuleleri’nin prensi Ragnar
Volarus’tu. Holiday’i başka bir Uluyan’a attı ve beni arkasına itti;
kollarımı boynuna sarıp parmaklarımı zırhının girintilerine geçirdim.
Dumanı tüten vadi şehrinden tünele doğru dalarken bana bağırdı:
“Sıkı tutun, kardeşim. ”
Ve daldı. Sevro solumuzda Victra’yı taşıyordu ve her yanımızda
Uluyanlar vardı; tünelin ağzındaki karanlığa dalarken çekimBotları
çığlıklar atıyordu. Düşman peşimizdeydi. Sesler korkunçtu. Rüzgârın
uğultusu. Akım-ateşleri arkamızdaki duvarlara çarparken ve silahlar
haykırırken parçalanan kayalar. Çenem Ragnar’m metal omzuna
çarpıyordu. ÇekimBotları tam güçle titriyordu. Zırhın somunları
kaburgalarıma batıyordu. Zifiri karanlıkta bir o yana bir bu yana
savrulup döne döne uçarken kuyruksokumunun üzerindeki batarya
kutusu kasıklarıma çarpıyordu. Metal bir köpekbalığının sırtında,
öfkeli bir denizin derinliklerine doğru ilerliyordum. Tıkanmış ku­
laklarım açılıyordu. Rüzgâr ıslık çalıyordu. Almma bir çakıl taşı
çarptı. Yüzümden süzülen kan, gözlerimi yaktı. Tek ışık botlardan
ve silahlardan geliyordu.
Sağ omzumun derisi acıyla yandı. Peşimizdekilerin akım-ateşi
omzumu santimlerle ıskalamıştı. Yine de tenim kabarmış tütüyordu,
tulumumun kolu alev almıştı. Rüzgâr alevleri söndürdü ama bir
akım-ateşi daha yanımızdan geçerek biraz önümdeki savaşçının
P IE R C E B R O W N I 69

çekimBotlarına çarptı ve adamın bacaklarını erimiş metale dönüş­


türdü. Asker havada savrularak tavana çarptı ve vücudu paramparça
oldu. Miğferi koparak döne döne üzerime geldi.

Gözkapaklarımdan içeri kırmızı ışık süzülüyordu. Havada duman


vardı. Yanık et kokusu. Boğazdaki yanma. Yanıp kızarmış yağ
dokuları. Acıyla yanan göğüs. Her yerde insanlar çığlıklar atıyor,
uluyor, annelerini istiyorlardı. Ve bir şey daha Kulaklarımda
yabanarılarımn vızıltısı. Tepemde birileri duruyordu. Gözlerimi
açarken onları kırmızı ışıkta gördüm. Yüzüme bağırıyor, ağzıma
bir maske bastırıyordu. Bir metal omuzdan sarkan ıslak bir kurt
pelerini boynumu gıdıklıyordu. Dünya sarsılıp titriyordu.
“Sancak tarafı! Sancak tarafı!” diye bağırdı biri, sualtmdaymışız
gibi.
Bir gemideydik. Etrafım ölmek üzere olan insanlarla sarılıydı.
Yanıp bükülmüş zırh kalıntıları. Üzerlerinde, akbaba gibi eğilmiş
daha küçük insanlar; ellerinde parıldayan testerelerle, yanık nedeniyle
ölmek üzere olan askerleri kurtarmak için zırhları parçalamaya
çalışıyordu. Ancak zırhlar eriyip sıkışmıştı. Bir el benimkine değdi.
Yanımda bir çocuk yatıyordu. Gözleri iri iri açılmış, zırhı kararmıştı.
Yanakları, teni gençti; is ve kanın altından pürüzsüz görünüyordu.
Dudaklarının kenarları gülümsemelerle henüz kırışmamıştı. Nefesleri
kısa ve hızlıydı. Sessizce adımı söyledi.
Ve öldü.
8
IIlllllllllimillllllHIIIIII

EV

ehşetten uzakta, tek başıma, ağırlıksız ve temiz bir şekilde,


D yosun ve toprak kokan bir yolda duruyordum. Ayaklarım
yere değiyordu fakat onu hissedemiyordum. İki tarafta rüzgârla
dövülmüş çimenlik bozkır uzanıyordu. Gökyüzünde şimşek çakı­
yordu. Armasız ellerimi iki tarafımda uzanan taşlık duvar boyunca
sürüklüyordum. Ne zaman yürümeye başlamıştım? Uzakta bir yerden
odun dumanı yükseliyordu. Yolu izliyordum fakat seçeneğim de yok
gibi hissediyordum. Bir tepenin ötesinden bir ses beni çağırıyordu.

Ey mezar, ey evlilik odası, bomboş


Nereye gitsem sonsuza dek izleyecek yuva.
Çoğu orada olan kendi insanlarıma;
Persephone onları kendine aldı.
Sonuncusu, hepsinden daha talihsizi,
Ben de düşeceğim yolum bitmeden.
Yine de oraya ulaştığımda umabilirim
Sevgili babama iyi bir dost olmayı
Sana da anne ve sana da kardeşim.
Üçünüz de tanırsınız ölümde elimi
Cesetlerinizi yıkarım
P IE R C E B R O W N I 71

Bu, amcamın sesiydi. Burası Vadi miydi? Bu, ölümden önce yü­
rüdüğüm yol muydu? Olamazdı. Vadi’de hiç acı yoktu ama benim
vücudum sızlıyordu. Bacaklarım yanıyordu. Yine de onun sesini
önümde duyuyor, beni sisin içinde sürüklediğini hissediyordum.
Babam öldükten sonra bana dans etmeyi öğreten, beni koruyan
ve Ares’e gönderen adam. Bir madende ölen ve şimdi Vadi’de
dinlenen adam.
Beni karşılayanın Eo olacağını sanırdım. Ya da babam. Narol
değil.
“Okumaya devam et,” diye fısıldadı başka bir ses. “Doktor
Virany bizi duyabildiğini söyledi. Sadece dönüş yolunu bulması
gerekiyor.” Yürürken bile altımda bir yatak hissediyordum. Ciğer­
lerime dolan hava soğuk ve tazeydi. Çarşaflar yumuşak ve temizdi.
Bacaklarımdaki kaslar seğiriyordu. Sanki küçük arılar tarafından
sokuluyorlardı. Ve her sokmada, rüya dünyası siliniyor, ben vücu­
duma geri çekiliyordum.
“Eh, bir şeyler okuyacaksak en azından Kızıllara ait bir şey
olsun. Bu süslü M or saçmalığı değil.”
“Dansçı bunun onun en sevdiklerinden biri olduğunu söyledi.”
Gözlerim açıldı. Bir yataktaydım. Beyaz çarşaflar, kollarıma
takılı serumlar. Örtülerin altında bacaklarıma sokulmuş karınca
büyüklüğündeki elektrotlara dokundum; kaslarımdaki uyuşmayı
gidermek için elektrik akımı veriyorlardı. Oda bir mağaraydı. Bi­
limsel aletler, makineler ve terraryumlarla doluydu.
Demek rüyamda duyduğum ses gerçekten de Narol amcama aitti
ama Vadi’de falan değildi. Yaşıyordu. Yatağımın kenarında oturmuş,
Mickey’nin eski kitaplarından birine kısık gözlerle bakıyordu. Bir
Kızıl için bile fazla yaşlı ve yıpranmış görünüyordu. Nasırlı elleriyle
kırılgan sayfalara nazikçe dokunmaya çalışıyordu. Şimdi başı keldi
ve önkollarıyla ensesi güneşten iyice yanmıştı. Hâlâ çatlamış eski deri
parçalarından yaratılmış gibi görünüyordu. Şimdi kırk bir yaşında
olmalıydı. Daha yaşlı görünüyordu. Daha vahşi. Belindeki raylı
silahla sessiz bir tehlike havası yayıyordu. Siyah asker ceketinde
yırtılıp ters çevrilmiş bir Toplum logosunun üzerine bir sapanOrak
deseni işlenmişti. Kızıllar üstte. Altınlar temelde.
Adam savaştaydı.
72 I SAB AH Y IL D IZ I

Yanında annem oturuyordu. Geçirdiği felçten sonra kambur,


narin bir kadına dönüşmüştü. Kaç kez Çakal’ı elinde kerpetenle
onun başında dikilirken hayal etmiştim? Oysa bütün bu süre bo­
yunca güvendeydi. Çarpık parmaklarında bir iğne iplikle, delinmiş
çorapları yamıyordu. Elleri eskisi gibi hareket etmiyordu. Yaşlılık ve
hastalık onu yavaşlatmıştı. Ancak çökmüş bedeni, gerçek kişiliğiyle
örtüşmüyordu. Aslında herhangi bir Altın kadar dik, herhangi bir
Obsidiyen kadar güçlüydü.
Orada sessizce oturarak elindeki işe odaklanmış halini izlerken,
onu korumayı her şeyden çok istiyordum. Onu iyileştirmek istiyor­
dum. Ona asla sahip olmadığı şeyleri vermek. Onu o kadar çok
seviyordum ki ne diyeceğimi bilemiyordum. Onu ne kadar sevdiğimi
göstermek için ne yapabilirdim ki? “A nne” diye fısıldadım.
Başlarını kaldırdılar. Narol sandalyesinde donup kalmıştı. An­
nem bir elini onunkinin üzerine koyarak yavaşça kalkıp yatağıma
yaklaştı. Adımları yavaş ve temkinliydi. “Merhaba, çocuğum.”
Tepemde dikilirken gözlerindeki sevgiyle eziliyordum. Elim onun
başından daha büyüktü fakat gerçek olduğunu kendime kanıtlamak
istercesine yüzüne nazikçe dokundum. Gözlerinden şakaklarındaki
beyaz saçlara uzanan kırışıklıkları izledim. Çocukken onu babamı
sevdiğim kadar sevmezdim. Bazen bana vururdu. Tek başına ağlar
ve ters bir şey yokmuş gibi yapardı. Ve şimdi tek isteğim, yemek
yaparken mırıldandığı şarkıları dinleyebilmekti. Tek isteğim, ço­
cukluğumun huzurlu geçen o geceleriydi.
Zamanda geri gitmek istiyordum.
“Özür dilerim ” dedim, elimde olmadan. “Çok üzgünüm”
Beni alnımdan öptü ve başını benimkine yasladı. Pas, ter ve yağ
kokuyordu. Yuvam gibi. Bana oğlu olduğumu ve özür dilenecek
bir şey olmadığını söyledi. Güvendeydim. Seviliyordum. Ailem bu­
radaydı. Kieran, Leanna, çocukları. Beni görmek için bekliyorlardı.
Yalnızlığımın beni biriktirmeye zorladığı bütün acıyı paylaşarak
kontrolsüzce hıçkırıyordum. Gözyaşlarını dudaklarımın yapabi­
leceğinden çok daha derin bir dille konuşuyordu. Annem beni
alnımdan tekrar öpüp geri çekilirken tükenmiş haldeydim. Narol
onun yanına gelerek elini koluma koydu. “N aro l”
P IE R C E B R O W N I 73

“Selam, seni küçük serseri,” dedi kabaca. “Hâlâ babanın oğ­


lusun, ha?”
“Öldüğünü sanıyordum,” dedim.
“Hayır. Ölüm beni biraz çiğneyip rezil kıçımı geri tükürdü.
Öldürülmesi gerekenler olduğunu ve kendi kanımdan bir delinin
kurtarılması gerektiğini söyledi.” Bana bakarak sırıttı. Dudakların­
daki o eski yara izine yeni iki tane daha eklenmişti.
“Uyanmanı bekliyorduk,” dedi annem. “Seni gemiyle getirdik­
lerinden beri iki gün oldu.”
Boğazımın arkasındaki yanmış etten gelen is tadını hâlâ alabi­
liyordum.
“Neredeyiz?” diye sordum.
“Tinos. Ares’in şehri.”
“T inos” diye fısıldadım. Hemen doğrulup oturdum. “Sevro
Ragnar”
“Yaşıyorlar,” diye homurdandı Narol, beni tekrar yatağıma
iterken. “Hortumlarını ve onarDerini yerinden çıkarma. O kanlı
kaçıştan sonra seni toparlamak Dr. Virany’nin saatlerini aldı. Ke-
miksürenlerin EM D menzilinde olması gerekiyordu ama değillerdi.
Tünellerde bizi paramparça ettiler. Hayatını tamamen Ragnar’a
borçlusun.”
“Sen de mi oradaydın?”
“Attika’ya kadar kazan matkap-ekibini kimin yönettiğini sanı­
yorsun? Hepsi Lykos kanıydı; Lambdalar ve Omikronlar.”
“Ya Victra?”
“Sakin ol, evlat.” Tekrar doğrulmamı engellemek için elini
göğsüme dayadı. “Doktorun yanında. Gri de öyle. Yaşıyorlar ve
tedavi oluyorlar.”
“Beni kontrol etmelisin, Narol. Doktorlara beni radyasyon
izleyicileri için kontrol etmelerini söyle, izleyiciler yerleştirmiş
olabilirler. Kaçmama kasıtlı olarak izin vermiş olabilirler, Tinos’u
bulmak için Sevro’yu görmem gerek.”
“Ah! Sakin ol dedim,” dedi Narol, sertçe. “Seni kontrol ettik.
Vücudunda iki izleyici vardı ama ikisi de EMD yüzünden etkisiz hale
gelmişti. İzlenmedin. Ares de burada değil. Hâlâ Uluyanlarla birlikte
dışarıda. Sadece yaralıları teslim etmek ve bir şeyler atıştırmak için
74 I SAB AH Y IL D IZ I

geldi.” Neredeyse bir düzine kurt pelerini vardı. Demek ekibe yeni
elemanlar bulmuştu. Devedikeni bize ihanet etmişti fakat Vbcus,
Çakıl ve Palyaço’dan söz etmişti. Acaba Ekşisurat da onlarla mıydı?
“Ares sürekli hareket halinde,” dedi annem.
“Yapacak çok iş ve sadece bir tane Ares var,” diye karşılık verdi
Narol, savunmacı bir tavırla. “Hâlâ hayatta kalanları arıyorlar.
Yakında dönerler. Şanslıysak sabaha burada olurlar.” Annem ona
sert bir bakış attı ve Narol hemen sustu.
Onlarla konuşmaktan bitkin düşmüş halde kendimi yatağa
bıraktım. Onları görmek beni çok sarsmıştı. Kelimeleri bir araya
getirip cümle kurmakta zorlanıyordum. Söylenecek çok şey vardı,
içimde çok fazla yabancı duygu dolaşıyordu. Sonunda tek yapabil­
diğim orada öylece oturmak ve hızlı hızlı nefes alıp vermek oldu.
Annemin sevgisi odayı dolduruyordu fakat hâlâ bu anın ötesindeki
karanlığı hissediyordum. Kaybettiğimi sandığım ve şimdi koruya­
mayacağımdan korktuğum ailenin üzerine çöken karanlığı. Düş­
manlarım fazla büyüktü. Çok kalabalıklardı. Bense çok zayıftım.
Başparmağımı annemin parmak eklemlerinde dolaştırarak başımı
iki yana salladım.
“Sizi bir daha göremeyeceğimi sandım.”
“Oysa buradasın.” Annem her nasılsa soğuk konuşmuştu. Kar­
şısındaki iki adam konuşmakta zorlanırken gözleri kuru olan tabii
ki annemdi. Enstitü’de nasıl hayatta kaldığımı hep merak etmiştim.
Babam sayesinde olmadığı kesindi çünkü o nazik bir adamdı.
Cesaretimin ve gücümün kaynağı annemdi. Demirden olan oydu.
Böylesine basit bir hareket her şeyi anlatabilirmiş gibi elini tuttum.
Kapı hafifçe vuruldu. Dansçı başını içeri uzattı. Her zamanki gibi
çok yakışıklıydı ve hayatta olup yaşlılığı güzel gösteren az sayıdaki
Kızıl’dan biriydi. Koridorda ayaklarını hafifçe sürüdüğünü duydum.
Annem ve amcam onu saygıyla selamladılar. O yatağımın yanma
yaklaşırken Narol saygıyla kenara çekildi ama annem yerinden
kıpırdamadı. “Görünüşe bakılırsa bu Cehennemdalgıcı’nm işi henüz
bitmemiş.” Dansçı elimi tuttu. “Ama hepimizin ödünü patlattın.”
“Seni görmek lanet güzel, Dansçı.”
“Seni de, evlat. Seni de.”
P IE R C B B R O W N I 75

“Teşekkür ederim. Onlarla ilgilendiğin için.” Başımla annemi ve


amcamı işaret ettim. “Sevro’ya yardım ettiğin için ”
“Aile bunun içindir,” dedi. “Sen nasılsın?”
“Göğsüm acıyor ve diğer her yerim.”
Neşeyle güldü. “Öyle olmalı. Nakamuraların sana verdiği madde
yüzünden neredeyse ölüyormuşsun; Virany öyle dedi. Kalp krizi
geçirmişsin.”
“Dansçı, Çakal bunu nasıl öğrendi? Her gün merak ettim. Her
şeyi gözden geçirdim. Ona bıraktığım ipuçlarını. Kendimi ele mi
verdim?”
“Sen değildin,” dedi Dansçı. “Harmony’nin işiydi.”
“H arm ony” diye fısıldadım. “O Ama o Altınlardan nefret
eder.” Ancak bunu söylerken bile nefretinin ne kadar pervasız
olduğunu biliyordum. Hükümdar’ı ve Luna’daki diğerlerini öldür­
mem için bana verdiği bombayı kullanmadığımda çok öfkelenmiş
olmalıydı.
“İsyanı sattığımızı düşünüyor,” dedi Dansçı. “Çok fazla ödün
verdiğimizi. Çakal’a senin kim olduğunu o söyledi.”
“Yani ben ofisindeyken biliyordu. Ona hediyesini verdiğimde”
Dansçı yorgun bir tavırla başım salladı. “Varlığın Harmony’nin
iddialarını doğruladı. Çakal bu yüzden onu ve diğerlerini kurtarma­
mıza izin verdi. Onu üsse geri getirdik ve Çakal’ın ölüm birlikleri
gelmeden bir saat önce Harmony ortadan kayboldu.”
“Fitchner onun yüzünden öldü. Harmony’ye bir amaç vermişti
Bana ihanet etmesini anlıyorum fakat ona? Ares’e?”
“Fitchner’ın bir Altın olduğunu öğrendiğinde ondan vazgeçti.
Çakal’a üssün koordinatlarını da o vermiş olmalı.” Ares onun kah­
ramanıydı. İlahı. Çocukları madenlerde öldükten sonra Ares ona
yaşaması ve savaşması için bir neden vermişti. Sonra Harmony onun
düşman olduğunu keşfetmişti ve öldürtmüştü. Ares’in bu yüzden
öldüğünü düşünmek beni paramparça ediyordu.
Dansçı sessizce beni süzdü. Beklediği gibi olmadığım açıktı.
Annem ve Narol da onu neredeyse beni izledikleri kadar dikkatle
izlerken aynı sonuca varmışa benziyorlardı.
“Daha önceki gibi olmadığımı biliyorum,” dedim, yavaşça.
“Hayır, oğlum. Cehennemden sağ çıktın. Konu o değil.”
76 I SAB AH Y IL D IZ I

“Ne peki?”
Dansçı anneme bir bakış attı. “Emin misin?”
“Bilmesi gerekiyor. Söyle ona,” dedi annem. Narol da başıyla
onayladı.
Dansçı hâlâ tereddütlüydü. Oturmak için bir sandalye aradı.
Narol hemen atılıp bir sandalye çekti ve yatağın yakınına koydu.
Dansçı başını sallayarak teşekkür etti ve parmak uçlarını birleştirerek
bana doğru eğildi. “Darrovv, çok uzun süredir insanlar senden bir
şeyler gizliyor. Dolayısıyla bundan sonra sana karşı çok açık olmak
istiyorum. Beş gün öncesine kadar senin öldüğünü sanıyorduk.”
“Yeterince yaklaşmıştım.”
“Hayır. Hayır, yani seni aramaktan dokuz ay önce vazgeçmiştik.”
Annem elimi sımsıkı kavradı.
“Sen yakalandıktan üç ay sonra Altınlar seni vatana ihanetten
suçlu bulup idam etti, idamı da holoKutuda gösterdiler. Sana çok
benzeyen bir çocuğu Agea’daki hisarın basamaklarına çıkardılar ve
senin suçlarını okudular. Hâlâ bir Altm’mışsın gibi davranıyorlardı.
Seni kurtarmaya çalıştık ama bir tuzaktı. Binlerce adam kaybettik.”
Bakışları dudaklarımda ve saçlarımda dolaştı. “Senin gözlerine, yara
izlerine ve lanet olasıca yüzüne sahipti. Çakal senin başını keserken
ve Mars’taki dikilitaşını yıkarken hepimiz izlemek zorunda kaldık.”
Hiçbir şey anlayamadan onlara baktım.
“Senin yasını tuttuk, oğlum,” dedi annem, zayıf bir sesle. “Bü­
tün klan, bütün şehir. Solan Ağıt’ı bizzat yönettim ve çizmelerini
Tinos’un dışındaki derin-tünellere gömdük.”
Narol kollarını kavuşturarak kendini bu anıdan korumaya çalıştı.
“Tıpkı sana benziyordu. Aynı yürüyüş. Aynı yüz. Senin ölümünü
tekrar izlediğimi sandım.”
“Muhtemelen bir deriMaskeydi, belki birini Oymuşlardı ya da
dijital efektler kullanmışlardı,” diye açıkladı Dansçı. “Artık fark
etmez. Çakal seni bir Altın olarak öldürdü, bir Kızıl olarak değil.
Kimliğini açıklamaları aptalca olurdu. Bize bir avantaj kazandırır­
lardı. Dolayısıyla, kral olabileceğini sanıp başarısız olan herhangi
bir Altın olarak öldün. Bir uyarı olarak.”
Çakal sevdiklerimi inciteceğine söz vermişti. Bunu ne kadar
derinden başardığını şimdi anlıyordum. Annemin ifadesi değişmişti.
P IE R C E B R O W N I 77

Bana bakarken benim için hissettiği bütün acı gözlerine yansıyordu


ve yüzünde suçluluk ifadesi vardı.
“Senden vazgeçtim,” dedi, çatlayan kısık sesiyle. “Vazgeçtim.”
“Senin hatan değildi,” dedim. “Bilemezdin.”
“Sevro biliyordu,” dedi.
“Seni aramaktan asla vazgeçmedi,” diye açıkladı Dansçı. “De­
lirdiğini sandım. Senin ölmediğini söyleyip duruyordu. Bunu his­
sedebildiğini söylüyordu. Bildiğini. Liderliği başkasına bırakmasını
bile tavsiye ettim. Seni ararken fazlasıyla dikkatsizdi.”
“Ama o hergele sonunda seni buldu,” dedi Narol.
“Evet,” diye karşılık verdi Dansçı. “Buldu. Ben yanılmışım. Sana
inanmalıydım. Ona inanmalıydım.”
“Beni nasıl buldunuz?”
“Theodora bir operasyon planladı.”
“O burada mı?”
“İstihbaratımızda çalışıyor. Kadının bağlantıları var. Bir İnci ku­
lübündeki muhbirleri, Olimpik Şövalyelerin Luna’da Hükümdar’a
teslim edilmek üzere Attika’dan bir paket teslim alacağını duymuş.
Sevro paketin sen olduğuna inanıyordu. Yedek kaynaklarımızın
muazzam bir bölümünü bu saldırıya odakladı ve önemli varlıkla­
rımızdan ikisini harcadı”
O konuşurken annemin tavanda cızırdayan bir ampule dalgın
dalgın bakışını izledim. Bu onun için nasıl bir şeydi? Bir annenin,
oğlunun başka adamlar tarafından bu hale getirildiğini görmek?
Derisindeki yara izlerine yazılmış, sessizlikle ve uzaklara dalan
bakışlarla ifade edilen acıyı görmek? Kaç anne oğullarının ve kız­
larının savaştan dönmesi için dua ederken, sonunda savaşın onları
aldığını, dünyanın onları zehirlediğini ve bir daha asla eskisi gibi
olmayacaklarını anlamıştı?
Annem dokuz ay boyunca benim yasımı tutmuştu. Vazgeçtiği
için suçluluk duyuyordu ve savaşın beni bir kez daha yutacağını
öğrenirken, durdurmak için hiçbir şey yapamayacağını bilmenin
çaresizliğini yaşıyordu. Son yıllarda istediğimi sandığım şeyi elde
etmek için çok kişiyi ezip geçmiştim. Bu, hayattaki son şansımsa,
bu kez doğru yapacaktım. Mecburdum.
78 I SAB AH Y IL D IZ I

“ .. .ama şimdi asıl sorun malzeme değil. Esas ihtiyacımız insan


gücü ”
“Dansçı sus,” dedim.
“Susayım m ı?” Şaşkınlıkla kaşlarını çatarak N arol’a baktı.
“Sorun ne?”
“Sorun yok. Bu konuyu sabah konuşuruz.”
“Sabah mı? Darrow, dünya ayaklarının altından kayıyor. Diğer
Kızıl klikler üzerindeki kontrolümüzü kaybettik. Oğullar bir sene
daha dayanamaz. Sana durumu özetlemek zorundayım. Geri dön­
mene ihtiyacımız”
“Dansçı, ben yaşıyorum,” dedim, sormak istediğim bütün soru­
ları düşünerek; savaşla, arkadaşlarımla, nasıl yıkıldığımla, Kısrakla
ilgili. Ancak bekleyebilirdi. “Ne kadar şanslı olduğumu biliyor mu­
sun? Sizi tekrar karşımda görebildiğim için? Kardeşlerimi yıllardır
görmedim. Dolayısıyla özetini yarın dinleyeceğim. Yarın savaş beni
tekrar alabilir ama bu gece aileme aidim.”

Çocukların sesini daha kapıya ulaşmadan duydum ve kendimi


başka birinin rüyasında konuk gibi hissettim. Çocukların dün­
yasına uygun değildim. Ama annem tekerlekli sandalyemi metal
ranzalarla, çocuklarla, şampuan kokularıyla ve gürültüyle dolu,
sıkışık yatakhaneye sokarken konuyla ilgili pek söz hakkım yoktu.
Çocuklardan beşi benim kanundandı ve saçları ile yerdeki küçük
sandaletlere bakılırsa duştan yeni çıkmışlardı. Daha uzun boylu,
dokuz yaşındaki ikisi, altı yaşındaki diğer ikisine karşı birleşirken
melek yüzlü bir kız çocuğu en büyük çocuğun bacağına kafasını
vurup duruyordu. Çocuk onu henüz fark etmemişti. Odadaki al­
tıncı çocuğu Lykos’ta anneme yaptığım ziyaretten hatırlıyordum.
Uyuyamayan küçük kız. Kieran’ınkilerden biri. Başka bir ranzada
oturmuş, parlak masal kitaplarının üzerinden diğer çocukları izli­
yordu ve beni ilk fark eden o oldu.
“Baba,” diye seslendi, gözlerini iri iri açarak. “B ab a”
Kieran beni görünce Leanna’yla oynadığı zar oyunundan fırladı.
Leanna daha yavaş kaldı. “Darrow,” dedi Kieran ve bana koşarak
sandalyemin hemen önünde durdu. Onun da sakalları uzamıştı.
Yirmili yaşlarındaydı. Omuzları eskiden olduğu gibi çökük değildi.
P IE R C E B R O W N I 79

Gözlerinde eskiden onu biraz aptal gibi gösterdiğini düşündüğüm


ama şimdi delicesine cesur görünen, iyimser bakışlar vardı. Aniden
kendini toparlayarak çocuklara yaklaşmalarını işaret etti. “Reagan,
Iro, çocuklar. Gelin de kardeşimle tanışın. Gelip amcanızı selamlayın.”
Çocuklar mahcup bir tavırla yanında sıralandılar. Odanın arka
tarafında bir bebek güldü ve genç bir anne çocuğunu emzirdiği
ranzadan doğruldu. “E o?” diye fısıldadım. Kadın geçmişten bir
görüntüydü. Küçük, kalp biçiminde yüzü. Gür; darmadağınık saçları.
Nemli günlerde Eo’nunki gibi kabaran saçlar. Ama o Eo değildi.
Gözleri daha küçük, burnu minicikti. Onda ateşten çok zarafet
vardı. Ve o, karım gibi bir kız çocuğu değil, bir kadındı. Yanlış
hatırlamıyorsam artık yirmi yaşında olmalıydı.
Hepsi bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı.
Delirdiğimi düşünüyor olmalıydılar.
Eo’nun kardeşi Dio dışında; onun yüzünde parlak bir gülüm­
seme belirdi.
“Özür dilerim, Dio,” dedim hemen. “O na çok benziyorsun.”
Özürlerimi susturarak mahcubiyetimi engelledi. Söyleyebileceğim
en nazikçe söz olduğunu söyledi. “Peki, bu kim?” diye sordum,
kucağındaki bebeği işaret ederek. Küçük kızın saçları tuhaftı. Pas
kızılıydı ve bir lastikle başının üzerinde bağlandığından, başının
tepesinde küçük bir anten gibi görünüyordu. Koyu kızıl gözleri
heyecanla beni izliyordu.
“Bu küçük şey mi?” diye sordu Dio, sandalyeme yaklaşarak.
“Ah, bu, Deanna bize senin yaşadığını söylediğinden beri seninle
tanıştırmak istediğim biri.” Ağabeyime sevgi dolu gözlerle baktı.
Elimde olmadan kıskandım. “İlk bebeğimiz. Kucağına almak ister
misin?”
“Kucağıma mı?” dedim. “Hayır B en ”
Küçük kızın tombik elleri bana doğru uzandı ve ben daha tepki
veremeden Dio kızını benim kucağıma bıraktı. Küçük kız kazağıma
tutundu ve bacağımın üzerinde rahat edene kadar homurdanıp
kıvrandı, sonra ellerini çırparak güldü. Ne olduğumun kesinlikle
farkında değildi. Ellerimin neden yara izleriyle dolu olduğunu an­
lamıyordu. Sadece büyüklükleri ve Altın Armaları ilgisini çekmişti.
Başparmağımı kaparak dişsiz ağzıyla ısırmaya çalıştı.
80 I SAB AH Y IL D IZ I

Onun dünyasında benim bildiğim dehşetler yoktu. Çocuğun tek


gördüğü, sevgiydi. Teni bembeyaz ve yumuşacıktı. O bulutlardan
yaratılmıştı, bense taştan. Gözleri annesininkiler gibi iri ve parlaktı.
Tavırları ve ince dudakları Kieran’ınkilere benziyordu. Başka bir
hayatta olsak, Eo’yla çocuğumuz böyle bir şey olurdu. Sonunda
birleşenlerin biz değil de, ağabeyim ile onun ablası olduğunu bilse,
karım çok gülerdi. Biz kısa ömürlü, küçük bir fırtınaydık. Belki Dio
ve Kieran uzun ömürlü olurdu.

Jeneratörlerin yükünü azaltmak için tesisin ışıkları kısıldıktan


uzun süre sonra amcam ve ağabeyimle odanın arkasındaki masaya
oturduk ve Kieran bana yeni görevlerini anlattı; Turunculardan
yırtıkKanatlara ve mekiklere bakım yapmayı öğreniyordu. Dio
yatalı çok olmuştu fakat benimle bıraktığı bebeği şimdi kollarımda
uyuyor, rüyaları onu diyardan diyara götürürken zaman zaman
kıpırdanıyordu.
“Burası gerçekten de o kadar kötü değil,” diyordu Kieran. “Aşa­
ğıda istiflenmekten daha iyi. Yemeğimiz var. Su akıtan duşlarımız
var. Artık Sifon’da havayla yıkanmamız gerekmiyor. Tepemizde bir
göl olduğunu söylüyorlar. Şu duşlar baş döndürücü şeyler. Çocuk­
lar bayılıyor.” Loş ışıkta çocuklarını izledi. Yataklarda ikişer ikişer
yatıyor, uyurken sessizce kıpırdanıyorlardı. “Zor olan, onları bekle­
yenin ne olduğunu bilmemek. Madencilik mi yapacaklar? Ağlık’ta
mı çalışacaklar? Ben hep öyle olacağını düşünmüştüm. Onlara bir
görev, bir meslek bırakacağımı. Anlıyor musun?” Başımla onayla­
dım. “Sanırım oğullarımın Cehennemdalgıcı olmalarını istiyordum.
Senin gibi. Babamız gibi. A m a” Omuz silkti.
“Artık gözleriniz açıldığı için bunlar anlamsız geliyoç” dedi Narol.
“Ayaklar altında çiğnendiğini bilirken öyle bir hayat bomboş geliyor.”
“Evet,” diye karşılık verdi Kieran. “O insanlar yüz yaşına kadar
yaşasın diye sen otuz yaşında öl. Kesinlikle doğru değil. Çocukla­
rımın bundan daha fazlasına sahip olmasını istiyorum, kardeşim.”
Bana dikkade baktı ve annemin bana devrimden sonra ne olacağını
sorduğunu hatırladım. Nasıl bir dünya yaratıyorduk? Kısrak da
aynı şeyi sormuştu. Eo’nun ise hiç düşünmediği bir şeydi. “Bundan
daha fazlasına sahip olmalılar. Ares’i diğer herkes kadar ben de
P IE R C E B R O W N I 81

seviyorum. Hayatımı ona borçluyum. Çocuklarımın hayatlarım da.


A ncak” Daha fazlasını söylemek istese de Narol’un bakışlarının
ağırlığını hissederek başmı iki yana sallayıp sustu.
“Devam et,” dedim.
“Onun bundan sonra ne geleceğini bildiğinden emin değilim. Bu
yüzden geri dönmene sevindim, kardeşim. Senin bir planın olduğunu
biliyorum. Bizi kurtarabileceğini biliyorum.”
Bunları çok fazla inanç ve güvenle söylemişti.
“Elbette bir planım var,” dedim çünkü bunu duymaya ihtiyacı
olduğunu biliyordum. Ancak ağabeyim memnuniyetle kupasını
tekrar doldururken amcam gözlerime baktı ve yalanımı gördü;
ikimiz de yaklaşan karanlığı hissediyorduk.
9

A R E S ’İN Ş E H R İ

ahvemi yudumlayıp annemin benim için ikmal subayından


aldığı bir kâse tahıl gevreğini yerken sabahın erken saatle­
riydi. Henüz kalabalığa hazır değildim. Kieran ve Leanna çoktan
işe gitmişti. Ben de çocuklar okula hazırlanırken Dio ve annemle
birlikte oturuyordum. Bu iyiye işaretti, insanlar çocuklarına eğitim
vermeyi bıraktıklarında, vazgeçtiklerini anlardın. Kahvemi bitirdim.
Annem biraz daha koydu.
“Koca bir demlik mi aldın?” diye sordum.
“Aşçı ısrar etti. Aslında iki tane vermeye çalıştı.”
Kahvemi yudumladım. “Neredeyse gerçeği gibi.”
“Gerçeği zaten,” dedi Dio. “Ele geçirdiği ürünleri bize gönderen
bir korsan var. Kahve sanırım Dünya’dan geliyor. Jamaka demişlerdi.”
Hatasını düzeltmedim.
“Hey! ” diye bir ses duyuldu koridordan. Annem sesi duyunca
yerinden fırladı. “Azrail! Azrail! Çık dışarı da oynayalım!” Koridorda
bir gümbürtü koptu ve ağır çizme sesleri duyuldu.
“Unutma, Deanna bize kapıyı vurmamızı söyledi,” dedi, gök
gürültüsü gibi bir ses.
“Çok sinir bozucusun. Tamam.” Kapı kibarca vuruldu. “Selamlar!
Sevro Amca ve Kısmen Dostane Dev geldi.”
Annem heyecanlanan yeğenlerimden birine işaret etti. “Ella,
kapıyı aç.” Ella ileri atıldı ve Sevro’ya kapıyı açtı. Sevro içeri
P IE R C E B R O W N I 83

daldığı anda onu kapıp kucağına aldı. Ella mutlulukla çığlık attı.
Üzerinde askerlerin akımZırhının içine giydikleri siyah ter emici
tulum vardı. Koltukaltları terden ıslanmıştı. Beni görünce gözleri
parladı ve Ella’yı bir yatağın üzerine fırlatıp kollarını öne uzatarak
bana doğru koştu. Balta gibi yüzünde çarpık bir sırıtış ve göğsünün
derinliklerinden gelen bir kahkahayla üzerime atıldı. Mohikan
saçları kirli ve sırılsıklamdı.
“Sevro, dikkat et!” dedi annem.
“Azrail!” Bana çarparak sandalyemi yana çevirdi ve beni ne­
redeyse sandalyeden kaldırdığında dişlerim takırdadı; eskisinden
daha güçlüydü ve tütün, motor yakıtı ve ter kokuyordu. Kucağıma
atlamış heyecanlı bir köpek gibi yarı cıyaklıyor, yarı gülüyordu.
“Yaşadığını biliyordum. Lanet olsun, biliyordum. Peri sürtükler
beni kandıramaz.” Geri çekildi ve çarpık bir sırıtışla yine bana
baktı. “Seni lanet olasıca piç.”
“Kelimelerine dikkat et!” diye tersledi annem.
Yüzümü buruşturdum. “Kaburgalarım.”
“Ah, lanet olsun, affedersin birader.” Beni sandalyeye geri bıra­
kırken göz göze gelebilmemiz için çömeldi. “Bir defa söylemiştim,
şimdi ikinci kez söylüyorum: Bu hayatta öldürülemeyecek iki şey
varsa, biri cevizlerimin altındaki mantarlar, diğeri de lanet olasıca
Marslı Azrail’dir. Ha ha!”
“Sevro!”
“Pardon, Deanna. Pardon.”
Geri çekildim. “Sevro. Berbat kokuyorsun.”
“Beş gündür yıkanmadım,” diyerek ve kasıklarını tutarak
böbürlendi. “Burada bir Sevro çorbası var, evlat.” Ellerini beline
koydu. “Biliyor musun, sen ço k şey,” anneme baktı ve bu kez
diline hâkim olarak, “berbat görünüyorsun,” dedi.
Bir adam içeri girip kapının yanındaki ışığı engelleyince odaya
bir gölge çöktü. Çocuklar sevinçle Ragnar’ın etrafında toplanarak
yürümesini zorlaştırıyorlardı.
“Selam, Azrail,” dedi, çocukların gürültüsünün üzerinden.
Ragnar’ı gülümseyerek karşıladım. Yüzü her zamanki gibi ifade­
sizdi. Dövmeli ve solgun; buzullardaki evinin rüzgârları yüzünden
bir gergedanın kıçı gibi nasırlıydı. Beyaz sakalı dört örgüde top­
84 I SAB AH Y IL D IZ I

lanmıştı ve kırmızı kurdelelerle örülmüş beyaz bir kuyruk dışında


bütün saçını tıraş etmişti. Çocuklar kendilerine hediye getirip
getirmediğini sordular.
“Sevro.” Öne eğildim. “Gözlerin”
Sevro yaklaştı. “Beğendin mi?” O buruşuk, keskin hatlı yüzün­
deki gözleri artık kirli Altın sarısı değil, Mars toprağı kadar kızıldı.
Daha iyi görebilmem için gözkapaklarmı kaldırdı. Lens değillerdi.
Ve sağdaki gözü de artık biyonik değildi.
“Lanet olsun. Kendini mi Oydurdun?”
“Hem de ustasına. Sevdin mi?”
“Muhteşem olmuşlar. Tam senlik olmuş.”
Yumruklarını birleştirdi. “Bunu söylediğine sevindim. Çünkü
sana aitler.”
Kanım çekildi. “Ne?”
“Seninkiler.”
“Benim neyim?”
“Gözlerin!”
“Gözlerim”
“Kısmen Dostane Dev seni kurtarırken kafa üstü falan mı
düştün? İsyan’a destek olarak Tinos’a malzeme getirmek için
M ickey’nin Yorkton’daki yerini yağmaladığımızda ki ürkütücü
bir yer olduğunu söylemeliyim, bir dondurucuda senin gözlerini
buldum. Senin onları kullanmayacağını düşündüm, dolayısıyla”
Mahcup bir tavırla omuz silkti. “Ben de bana takmasını istedim.
Bilirsin. Bizi daha da yakınlaştırması için. Senden bir yadigâr. O
kadar da tuhaf değil, değil m i?”
“Ona tuhaf olduğunu söyledim,” dedi Ragnar. Kızlardan biri
onun bacağına tırmanıyordu.
“Gözlerini geri istiyor musun?” diye sordu Sevro, aniden endi­
şelenerek. “Geri verebilirim.”
“Hayır!” dedim. “Sadece ne kadar deli olduğunu unutmuşum.”
“Ah.” Gülerek omzuma bir şaplak indirdi. “İyi. Ben de ciddi
bir şey olduğunu sandım. Yani onları kullanmaya devam edebilir
miyim?”
“M al bulanındır,” dedim, omuz silkerek.
P IE R C E B R O W N I 85

“Lykos’lu Deanna, oğlunu askeri konular için ödünç alabilir


miyiz?” diye sordu Ragnar, anneme. “Yapacak çok işi var. Öğren­
mesi gereken çok şey.”
“Sağ salim geri getirirseniz olur. Yanınıza biraz kahve alın. Şu
çorapları da çamaşırhaneye bırakın.” Annem yeni yamanmış ço­
raplarla dolu bir torbayı Ragnar’m kollarına bıraktı.
“Nasıl istersen.”
“Ya hediyeler?” diye sordu yeğenlerimden biri. “Hiçbir şey
getirmedin mi?”
“Benim sana bir hediyem v a r” dedi Sevro.
Annem ve Dio aynı anda, “Sevro, hayır! ” diye bağırdılar.
“N e?” Sevro bir poşet çıkardı. “Bu seferki sadece şeker.”

“ o anda Ragnar, Çakıl’a takıldı ve aracın arkasından düştü,”


dedi Sevro, kahkahalar atarak. “Keriz.” Tekerlekli sandalyemi taş
koridorda umursamaz bir hızla iterken tepemde şekerini yiyordu.
Yine hızlandı ve bir duvara çarpana kadar sandalyenin arkasına
bindi. Acıyla irkildim. “Yani doğruca denize düştü. Fırtına vardı,
dostum. Dalgalar şalomaGemisi kadardı. Yardımıma ihtiyacı olacağını
düşünerek ben de peşinden atlamak üzereydim ama tam o anda
devasa bir Ona ne dendiğini bilmiyorum. Oyulmuş bir yaratık”
“iblis,” dedi Ragnar, arkadan. Onun peşimizden geldiğini fark
etmemiştim. “Hel’in üçüncü katından bir deniz iblisiydi.”
“Tabii.” Sevro beni bir köşeden döndürürken sandalyeyi duvara
o kadar sert sürttü ki dilimi ısırdım ve Oğullar’m pilotlarından
birçoğu koşarak kaçıştı. Biz devam ederken arkamdan bakakaldılar.
“Şu deniz,” Sevro, Ragnar’a baktı, “iblisi, galiba Ragnar’m lezzetli
bir midye olduğunu düşündü ve onu neredeyse suya çarpar çarpmaz
tek lokmada yutuverdi. Bunu görünce Ekşisurat’la kahkahalara
boğulduk; kesinlikle çok komikti ve Ekşisurat’ın komediyi ne kadar
sevdiğini bilirsin. Fakat sonra yaratık dalmaya karar verdi. Hemen
aracın arkasından atladım. Lanet olasıca Termik Deniz’in dibine
doğru yüzerken lanet olasıca deniz,” yine Ragnar’a baktı, “iblisini
kovalıyor, akım Yumruğumla ateş ediyordum. Basınç artıyordu.
Tulumumdan ses geliyordu. Öleceğimi sandığım anda Ragnar
86 I SAB AH Y IL D IZ I

aniden pullu sürtüğü keserek içinden çıktı.” Bana doğru eğildi.


“Ama nereden çıktığını tahmin et? Haydi, tahmin et. Tahmin et!”
“Sevro, Ragnar deniz iblisinin kıçından mı çıktı?” diye sordum.
Sevro kahkahalarla sarsıldı. “Evet! Tam kıçından çıktı. Bok gibi
dışarı fırladı” Sandalyem aniden durdu. Sevro’nun sesi kesildi, bir
gümbürtü koptu ve kayma sesi duyuldu. Sandalyem yine hareket
etti. Başımı kaldırdığımda Ragnar’ın sandalyeyi sakince ittiğini
gördüm. Sevro arkamızdaki koridorda değildi. Kaşlarımı çatarak
nereye gittiğini merak ediyordum ki sonunda bir yan koridordan
önümüze fırladı.
“Seni! Ucube!” diye bağırdı Sevro. “Ben bir terörist savaş lordu­
yum! Beni oradan oraya fırlatmaktan vazgeç. Şekerimi düşürdüm!”
Sevro koridorun zeminine baktı. “Bir dakika. Nerede bu? Lanet
olsun, Ragnar. Şekerlemem nerede? Onu almak için kaç kişiyi öl­
dürmek zorunda kaldığımı biliyor musun sen? Altı! Tamı tamına
altı!” Ragnar tepemde sessizce geviş getiriyordu ve muhtemelen
yanılsam da gülümsediğini gördüğümü sandım.
“Ragnar, dişlerini mi fırçaladın? Harika görünüyorlar.”
“Teşekkür ederim,” dedi, iki buçuk metre boyundaki bir adamın
şekerleme dolu ağzıyla yapabileceği kadar böbürlenerek. “Sihirbaz
eski dişlerimi çıkardı. Çok acı verdiler. Bunlar yeni. Güzeller, değil
mi?”
“Sihirbaz Mickey,” diyerek doğruladım.
“O işte. Tinos’tan ayrılmadan önce bana okumayı da öğretti.”
Ragnar on dakika sonra hangara girene kadar yanından geçtiğimiz
bütün tabelaları okuyarak bunu kanıtladı. Sevro arkamızdan geliyor;
hâlâ kaybettiği şekeri için sızlanıyordu. Toplum standartlarına göre
hangar tıkış tıkıştı ama yine de neredeyse otuz metre yüksekliğinde
ve altmış metre genişliğindeydi. Lazer matkaplarıyla kayanın içine
oyulmuştu. Zemin taştı ve motor alevleriyle kapkara olmuştu. Yep­
yeni üç yırtıkKanadın yanında çok sayıda köhne mekik duruyordu.
İki Turuncu, Kızıllara gemi bakımını öğretiyordu ve yanlarından
hızla geçerken dönüp bana baktılar. Burada kendimi yabancı gibi
hissediyordum.
Karışık bir asker grubu hırpalanmış bir mekikten uzaklaşıyordu.
Bazılarının zırhları hâlâ üzerlerindeydi ve omuzlarından kurt pe­
P IE R C E B R O W N f 87

lerinleri sarkıyordu. Diğerlerin ya belden yukarısı çıplaktı ya da iç


tulumlarına kadar soyunmuşlardı.
“Patron!” diye bağırdı Çakıl, Palyaço’nun kolunun altından.
H er zamanki kadar tombuldu. Palyaço’yu kolundan tutarak
çekiştirirken bana sırıtıyordu. Palyaço’nun kabarık saçları terle
matlaşmıştı ve daha kısa boylu olan Çakıl’a yaslanıyordu. Hâlâ
hatırladıkları adammışım gibi, ikisinin de yüzleri neşeliydi. Çakıl,
Palyaço’yu omzundan iterek bana sarıldı. Palyaço da gülünç bir
tavırla reverans yaptı.
“Uluyanlar göreve hazır, Primus,” dedi. “Patırtı için özür dileriz.”
“İşler biraz ters gitti,” diye açıkladı Çakıl, ben konuşamadan.
“Son derece ters gitti. Sende bir farklılık var, Azrail.” Palyaço
ellerini beline koydu. “D aha zayıf görünüyorsun. Saçlarını mı
kestirdin? Sakın söyleme. Sakal insanı feci ince gösterir.”
“Fark ettiğine sevindim,” dedim. “Ve kalmanıza da, olanlar
düşünülürse.”
“Beş yıldır bize yalan söylemeni mi kastediyorsun yoksa?”
“Evet, o da var,” dedim.
Palyaço, içini dökmeye hazırlanarak, “E h ” dedi ama Çakıl
onun omzunu dürttü.
“Elbette kalacaktık, Azrail!” dedi, tatlı bir tavırla. “Bu bizim
ailemiz”
“Ama taleplerimiz v ar” diye devam etti Palyaço, bir parmağını
sallayarak. “Eğer tam hizmetimizi istiyorsan. Ancak şimdilik git­
sek iyi olur. Korkarım kıçımda bir şarapnel var. Bu yüzden izninizi
istiyorum. Haydi, Çakıl. Revire.”
“Hoşça kal, patron!” dedi Çakıl. “Ölmediğine sevindim!”
“Ekip yemeği saat sekizde!” diye seslendi Sevro, arkalarından.
“Gecikmeyin. Kıçındaki şarapnel mazeret değil, Palyaço.”
“Baş üstüne, efendim!”
Sevro sırıtarak bana döndü. “Onlara bir pasçı olduğunu söy­
lediğimde tipler gözlerini bile kırpmadı. Hemen aileni kaçırmamız
için Rag ve benimle geldiler. Yine de onlara neyin ne olduğunu
anlatmak zordu. Bu taraftan.”
Çakıl ve Palyaço’nun indiği geminin yanından geçerken kar­
nına uzanan rampayı gördüm. İki çocuk geminin içinde çalışıyor,
88 I SAB AH Y IL D IZ I

yerleri hortumlarla temizliyorlardı. Kahverengimsi kızıl renkteki su


rampadan hangar zeminine akıyor, bir gidere değil, dar bir oluktan
hangarın kenarına doğru süzülerek gözden kayboluyordu.
“Bazı babalar oğullarına gemiler veya villalar bırakır. Puşt Ares
bana bu iğrenç acı ve sefalet kovanını bıraktı.”
“Lanet olsun” diye fısıldadım, baktığım şeyin ne olduğunu
anlarken.
Hangarın ötesinde sarkıtlardan oluşan, tersine bir yeraltı ormanı
vardı. Yapay yeraltı şafağında parıldıyordu. Sadece kaygan gri yü­
zeylerden süzülen sudan değil, limanlardan, kışlalardan ve Ares’in
en büyük kalesini güçlendiren dizi dizi alıcıların ışıklarından. İkmal
gemileri, çok katlı güvertelerin arasında gidip geliyordu.
“Bir sarkıtın içindeyiz.” Hayretle güldüm. Ancak altımdaki
dehşete bakınca omuzlarımdaki ağırlık ikiye katlandı. Sarkıtın yüz
metre kadar altında bir mülteci kampı vardı. Burası bir zamanlar
M ars’ın kayalıklarına oyulmuş bir yeraltı şehriydi. Binaların ara­
sındaki sokaklar o kadar derindi ki daha çok minyatür kanyonlara
benziyorlardı. Dev mağaranın zeminine yayılmış şehiç kilometrelerce
ötedeki duvarlara kadar uzanıyordu ve o duvarlara da arı kovanı
gibi evler yapılmıştı. Sokaklar kumtaşmda zikzaklar çizerek yukarı
çıkıyordu. Ancak onun üzerinde çatısız yeni bir şehir görünüyordu.
Bir mülteci şehri. Birbirine karışan tenler, kumaşlar ve saçlar, tuhaf
bir deniz gibi dalgalanıyordu. Çatılarda uyuyorlardı. Sokaklarda.
Merdiven basamaklarında. Gama, Omikron, İpsilon’un metalden
gelişigüzel yapılmış sembollerini görüyordum. Halkımı böldükleri
on iki klanın hepsi.
Manzara karşısında nutkum tutulmuştu. “Kaç kişiler?”
“Biliyorsam namerdim. En az yirmi maden. Daha büyük H-3
kaynaklarının yakınındakilere oranla Lykos küçük kalıyordu.”
“Dört yüz altmış beş bin. Kayıtlara göre,” dedi Ragnar.
“Sadece yarım milyon mu?” diye fısıldadım.
“Çok daha fazla gibi görünüyor, değil mi?”
Başımla onayladım. “Neden buradalar?”
“Onlara barınak sağlamalıydık. Zavallıların hepsi Çakal’ın
saldırdığı madenlerden geldi. Oğullar’ın varlığından şüphelendiği
anda havalandırmadan achlys-9 basıyor. Görünmez bir soykırım.”
P IE R C E B R O W N I 89

Bütün vücudum ürperdi. “Tasfiye Protokolü. İfşa olmuş maden­


ler için Kalite Kontrol Kurulu’nun son önlemi. Bütün bunları gizli
tutmayı nasıl başardınız? Sinyal bozucularla mı?”
“Evet. Ve iki kilometreden daha derindeyiz. Benim babalık
Toplum’un veritabanmdaki topoğrafik haritaları değiştirmiş. Altınlar
burayı, helyum-3 kaynağı üç asırdan önce tükenmiş bir kayalık
olarak görüyor. Şimdilik yeterince akıllıca.”
“Herkesin karnını nasıl doyuruyorsunuz?”
“Doyurmuyoruz. Yani, çabalıyoruz ama bir aydır Tinos’ta hiç
fare yok. İnsanlar ayaklı başlı uyuyor. Mültecileri sarkıtlara taşı­
maya başladık fakat hastalıklar yayılmaya başladı bile. Yeterince
ilacımız yok. Ve Oğullarımın hastalanması riskini göze alamam.
Onlar olmazsa gücümüzü kaybederiz. Sadece kesilmeyi bekleyen
hasta bir sığıra döneriz.”
“Ve ayaklandılar,” dedi Ragnar.
“Ayaklandılar mı?”
“Evet, onu neredeyse unutuyordum. Tayınları yarıya indirmek
zorunda kaldık. Zaten çok azdılar. Aşağıdaki o nankör alçaklar
bundan hiç hoşlanmadı.”
“Ben aşağı inmeden birçoğu öldü.”
“Tinos’un Kalkanı,” dedi Sevro. “Benden daha çok sevildiği
kesin. Tayınlar için onu suçlamıyorlar ama en azından Dansçı’dan
daha çok seviliyorum çünkü korkutucu bir miğferim var ve o benim
yapamadığım zorlu işlerden sorumlu. İnsanlar çok aptal. Adam onlar
için didiniyor ama hepsi onun aptal bir pinti olduğunu sanıyor. En
azından Oğullar onu seviyor bir de amcan.”
“Bin yıl geri gitmiş gibiyiz,” dedim, umutsuzca.
“Jeneratörler dışında büyük ölçüde öyle. Taşın altından akan bir
nehir var. Dolayısıyla suyumuz, hijyenimiz ve bazen de elektriğimiz
var. Ve başka şeyler de. Suç. seafoodplus.infoüz. Hırsızlık. Şu Gama­
ları herkesten ayırmak zorunda kaldık. Geçen hafta Omikronlardan
bir grup, küçük bir Gama çocuğunu astı ve göğsüne Altın Arma’yı
oyup kollarındaki Kızıl Armalarını kazıdılar. Altın sevici bir köle
olduğunu söylediler. Daha on dört yaşındaydı.”
Midem bulandı. “Işıklan açık tutuyoruz. Geceleri bile.”
90 I SAB AH Y IL D IZ I

“Evet. Kapatırsak aşağısı cehenneme dönüyor.” Sevro aşağı­


daki şehre bakarken yorgun görünüyordu. Arkadaşım çatışmayı
iyi bilirdi ama bu bambaşka bir savaştı.
Şehre bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi bütün haya­
tım bir duvarı kazarak geçirmiş ama sonunda diğer tarafa çıkmayı
başardığında kendini başka bir hücrede bulmuş bir mahkûm gibi
hissediyordum. Aslında her zaman başka bir hücre olacaktı. Bir
tane daha. Bir tane daha. Bu insanlar yaşamıyordu. Hepsi sadece
sonucu ertelemeye çalışıyordu.
“Eo’nun istediği bu değildi,” dedim.
“Eh evet.” Sevro omuz silkti. “Hayal kurmak kolaydır. Sa­
vaşmak değil.” Düşünceli bir tavırla dudağını ısırdı. “Cassius’u
gördün mü hiç?”
“Son gün, iki kez. Neden?”
“Ah, özel bir nedeni yok.” Gözleri parıldayarak bana döndü.
“Babalığı o öldürdü de.”
10
IIIIIIMIII1IIIIIIIII1III1I1II

SAVAŞ

CC * I 4oplum’umuz savaşta” dedi Dansçı, Ares’in Oğulları’nın


JL komuta odasında. Tesis kubbeliydi, kayalıklara oyulmuştu,
yukarıdan gelen soluk, mavimsi ışıkla ve merkezi holografik ekranların
etrafına dizilmiş bilgisayar terminallerinin haleleriyle aydınlanıyordu.
Dansçı, Mars’ın Termik Deniz’inin mavi ışığına boyanmış halde,
ekranın yanında duruyordu. Ragnar, Oğullar’ın tanımadığım daha
yaşlı birkaç üyesi ve Lima’nın üstünRenk çevrelerinde yaygın olduğu
şekilde beni dudaklarımdan zarifçe öperek karşılayan Theodora da
yammızdaydı. Siyah üniformasıyla bile zarif bir görünüşü vardı ve
otoriter havası hissediliyordu. Uluyanlarım gibi, o da Zafer’den
sonra Augustus tarafından bahçedeki ziyafete davet edilmemişti.
Jüpiter’e şükürler olsun ki, yeterince önemli bulunmamışlardı. Sevro,
ortalık cehenneme döner dönmez Çakıl’ı onu Hisar’dan çıkarması
için göndermişti. O zamandan beri Oğullarla birlikteydi; Dansçı’nm
propagandasına ve istihbarat birimlerine yardım ediyordu.
“Sadece buradaki ve bütün Sistem’deki diğer hücrelerimizle
gerçekleştirdiğimiz Isyan’dan söz etmiyorum. Altınlar kendi ara­
larında da savaşıyorlar. Senin Zafer’inde Roque ve Çakal, Arcos
ve Augustus’u en sadık destekçileriyle birlikte öldürdükten sonra
yörüngedeki donanmayı ele geçirmek için önceden planlanmış bir
oyun oynadılar. Virginia veya Telemanusların bahçede öldürülen
Altınların gemilerini toplamalarından korkuyorlardı. Gerçekten
92 I SABAH Y IL D IZ I

de Virginia sadece babasının gemilerini değil, Arcos’un üç gelini­


nin komutasındakileri de toparladı. Sonunda Deimos’ta çatıştılar.
Roque’un filosu sayıca az olmasına rağmen Kısrak’mkini ezdi ve
onları püskürttü.”
“O halde yaşıyor,” dedim, bu bilgiye nasıl tepki vereceğim ko­
nusunda temkinli olduklarını bilerek.
“Evet,” dedi Sevro, diğerleri gibi beni dikkatle izlerken. “Bildi­
ğimiz kadarıyla yaşıyor.” Ragnar bir şey söyleyecek gibiydi ama
Sevro onun sözünü kesti: “Dansçı, ona Jüpiter’i göster.”
Bakışlarım Ragnar’a takılı kalmışken Dansçı elini salladı ve
holografik ekranda büyük gaz devi Jüpiter belirdi. Gezegenin et­
rafında altmış üç tane asteroitimsi yapay uydu ve Jüpiter’in dört
büyük uydusu -Europa, Io, Ganymede ve Calisto- vardı.
“Çakal ve Hükümdar’ın başlattığı temizlik, sadece bahçedeki
otuz suikastla sınırlı kalmadı; bütün Güneş Sistemi’nde sayısı üç
yüzü aşan suikastla, etkileyici bir operasyondu. Çoğu Olimpik Şö­
valyeler veya Pretoryenler tarafından gerçekleştirildi. Hükümdar’ın
M ars’taki önemli düşmanlarını ortadan kaldırmak için Çakal ta­
sarlayıp önermişti fakat Luna ve bütün Toplum’u kapsadı. İşe de
yaradı; hem de çok iyi. Ancak çok büyük bir hata yaptılar. Bahçede
Revus au Raa ve dokuz yaşındaki torununu öldürdüler.”
“Io’nun BaşValisi,” dedim. “Uydu Lordlarına bir mesaj gön­
dermek için mi?”
“Evet. Ne var ki geri tepti. Zafer’den bir hafta sonra, Hüküm-
dar’m, Uydu Lordlarmın sadakatini garantilemek için Luna’da rehin
tuttuğu çocukları kaçtı. İki gün sonrasında Raa’mn vârisleri Classis
Saturnus’un tamamını çaldı. Calisto’daki limanda duran Sekizinci
filonun tamamı. Ganymede’den Cordovanların yardımıyla.
“Raa’lar, Io’nun Jüpiter’in Uydularından ayrıldığını, bundan böyle
Virginia au Augustus’a ve Arcos’un vârislerine bağlı olduklarını ve
Hükümdar’a savaş açtıklarını ilan etti.”
“İkinci bir Uydu İsyanı. Rhea’nın yakılışından altmış yıl sonra,”
dedim, yavaşça gülümseyerek. Kısrak, kocaman bir gezegen sis­
teminin başındaydı. Beni terk etmesine, onu her düşündüğümde
içimde bir huzursuzluk belirmesine rağmen bu bizim için iyi ha-.
P IE R C E B R O W N I 93

berdi. Hükümdar’m tek düşmanı biz değildik. “Uranüs ve Satürn


de katıldı mı? Neptün kesin katılmıştır.”
“Hepsi katıldı.”
“Hepsi mi? O halde umut v a r” dedim.
“Öyle sanırsın, değil mi?” diye mırıldandı Sevro.
Dansçı açıkladı: “Uydu Lordları da bir hata yaptı. Hükümdar’ın
M ars’la cebelleşeceğini ve Çekirdek’te adiRenklerin isyanıyla uğra­
şacağını sanıyorlardı. Dolayısıyla altı yüz milyon kilometre ötedeki
isyanı bastırmak için yeterince büyük bir filoyu en azından üç yıl
boyunca gönderemeyeceğini düşünüyorlardı.”
“Ve çok yanıldılar,” dedi Sevro. “Aptallar. Hazırlıksız yakalandılar.”
“Bir filo göndermesi ne kadar sürdü?” diye sordum. “Altı ay mı?”
“Altmış üç gün.”
“Bu imkânsız, sadece yakıt lojistiği b ile ” Biz daha M ars’ı
almadan, Küller Lordu’nun gezegen yörüngesinde Bellonaları des­
teklemek için yola çıktığını hatırlayınca lafım yarım kaldı. O zaman
haftalarca ötedeydi. O halde Çeper’e doğru devam edip Kısrak’ı
sonuna kadar izlemiş olmalıydı.
“Toplum Hava Kuvvetleri’nin gücünü herkesten daha iyi biliyor­
sun. Onlar bir savaş makinesi,” dedi Dansçı. “Lojistik ve operasyon
sistemleri mükemmel. Çeper’in hazırlanmak için ne kadar zamana
ihtiyacı olursa, Hükümdar’m bir sefer başlatması o kadar zorlaşırdı.
Hükümdar bunu biliyordu. Dolayısıyla bütün Kılıç Donanması’nı
doğruca Jüpiter’e gönderdi. Yaklaşık on aydır da oradalar.”
“Roque pis bir iş çıkardı,” dedi Sevro. “Ana filonun önüne geçti
ve yaşlı Nero’nun geçen yıl çalmayı denediği uyduKırıcıyı ele geçirdi.”
“Bir uyduKırıcı mı çaldı?”
“Evet ya, inanması zor, biliyorum. Colossus adını verdi ve san­
cak gemisi yaptı. Puşt. Çok acayip bir makine. Pax onun yanında
minicik kalır.”
Yukarıdaki holo, Hükümdar’ın Jüpiter’e gelen filosunu ve onları
karşılayan uyduKırıcıyı gösteriyordu. Savaşla dolu günler, haftalar
ve aylar ekranda hızla akıp geçiyordu.
“Boyutları manyakça,” dedi Sevro. “Her filo, senin Bellona-
lara saldırmak için topladığın ittifakın iki katı büyüklüğünde”
94 I SA B A H Y IL D IZ I

Konuşmaya devam ediyordu ama ben hızla geçen savaş aylarını


izliyor, dünyaların bensiz dönmeye devam ettiğini anlıyordum.
“Octavia, Küller Lordu’nu kullanmazdı,” dedim, dalgın bir
tavırla. “Asteroit kuşağını geçse bile uzlaşma olmazdı. Çeper asla
teslim olmazdı. O halde onlara kim liderlik ediyor? Aja mı?”
“Roque au Götyalayan Fabii,” diye hırladı Sevro.
“Bütün filoya o mu komuta ediyor?” diye sordum, şaşkınlıkla.
“İnanılmaz, değil mi? Mars Kuşatması ve Deimos Savaşı’ndan
sonra adeta Çekirdek’in lanet olasıca evladı haline geldi. Efsane­
lerden çıkmış tam bir Demir Altın. Bunca zaman onu kandırmış
olman ya da Enstitü’deyken alay konusu olmasını geçiyorum. Bu
adam üç şeyde iyi: sızlanmak, insanları sırtından vurmak ve filoları
yok etmek.”
“Ona Deimos’un Şairi diyorlar,” dedi Ragnar. “Savaşta tam
anlamıyla yenilmez. Kısrak ve titanlarına karşı bile. Çok tehlikeli.”
“Kısrak filo savaşından anlamaz ki,” dedim. Kısrak savaşabilirdi.
Ancak o daha siyasi bir yaratıktı. İnsanları birbirine bağlardı. Fakat
konu ham taktik olduğunda, bu Roque’un alanıydı.
İçimdeki savaş lordu, bu kadar uzun süre uzakta kalmanın yasını
tutuyordu. İkinci Uydu İsyanı gibi muhteşem bir olayı kaçırmıştım.
Çoğu askeri açıdan güçlü, sadece dördünün bile toplamda yüz
milyondan fazla nüfusu olan altmış yedi uydu. Filo çatışmaları.
Yörünge bombardımanları. Teknolojik zırhlara bürünmüş ordularla
asteroitler arasında saldırı manevraları. Bu tam benim oyun alanımdı.
Oysa içimdeki adam, o kutuda olmasam, bu odadaki insanların
bir kısmının bugün burada olamayacağını biliyordu.
Her şeyi çok fazla içselleştirdiğimi anladım ve iletişim kurmaya
karar verdim.
“Zamanımız azalıyor, değil mi?”
Dansçı başıyla onayladı. “Roque geçen hafta Calisto’yu aldı.
Artık sadece Ganymede ve Io dayanıyor. Uydu Lordları yenilirse,
o donanma ve beraberindeki Lejyonlar, bize karşı Çakal’a yardım
etmek üzere buraya dönecekler. Toplum’un bütün birleşmiş askeri
gücünün tek hedefi haline geleceğiz ve kökümüzü kazıyacaklar.”
Fitchner’ın bombalardan nefret etmesinin nedeni buydu. Onlar
dikkat çekiyor, uyuyan devi uyandırıyordu.
P IE R C E B R O W N I 95

“Peki, ya Mars? Bizim savaşımız ne durumda? Lanet olsun, biz


neyin savaşını veriyoruz ki?”
“Ne durumda mı? Lanet olasıca bir fiyasko,” dedi Sevro. “Sekiz
ay kadar önce açık savaşa dönüştü. Oğullar dayandı. Orion’un
nerede olduğunu bilmiyorum ama öldüğünü tahmin ediyoruz.
Pax ve gemilerin gitti. Ve şimdi kuzeyde Oğullar’la ilgisi olmayan
milis güçleri ayaklanıyor, sivilleri katlediyor ve Ordu’nun hava
birimleri tarafından yok ediliyor. Onlarca şehirde toplu grevler
ve geniş protestolar var. Hapishaneler siyasi mahkûmlarla dolup
taşıyor, dolayısıyla onları toplu idamlara sürüklediklerini bildiğimiz
uydurma kamplara taşıyorlar.”
Dansçı birkaç holo açtı ve ormanda ya da çölde büyük hapisha­
nelere benzeyen bulanık bina görüntüleri belirdi. Yakınlaştırdığında,
silah tehdidiyle nakliye araçlarından indirilerek beton yapıların
içine doldurulan adiRenkler göründü. Sonra görüntülerde moloza
dönüşmüş sokaklar belirdi. Maskeli ve Kızıl pazıbendi adamlar
şehir trenlerinin kalıntılarından yükselen dumanların arasından ateş
ediyordu. Aralarına bir Altın indi. Görüntüler kesildi.
“Onlara bütün gücümüzle saldırıyoruz,” dedi Sevro. “Ciddi şeyler
başardık. Bir düzine gemi ve iki muhrip çaldık. Termik Komuta
Merkezi’ni yerle bir ettik ”
“Ve şimdi de yeniden inşa ediyorlar,” dedi Dansçı.
“O halde tekrar havaya uçururuz,” diye tersledi Sevro.
“Bir şehri bile idare edemezken mi?”
“Bu Kızıllar savaşçı değil.” Ragnar ikisinin konuşmasını
böldü. “Gemileri uçurabilirler. Silahları ateşleyebilirler. Bomba
döşeyebilirler. Grilerle savaşabilirler. Ama bir Altın geldiğinde
eriyip gidiyorlar.”
Derin bir sessizlik çöktü. Ares’in Oğulları gerillaydı. Sabotajcılar.
Casuslar. Oysa bu savaşta Lorn’un sözleri kulaklarımda çınlıyordu:
Koyun, aslanı nasıl öldürür? Onu kanıyla boğarak.
“M ars’taki bütün sivil ölümleri için bizi suçluyorlar,” dedi
Theodora, bir süre sonra. “Bir cephane üretim tesisini bombaladı­
ğımızda iki kişi ölüyorsa, iki bin kişiyi öldürdüğümüz söyleniyor.
Her protesto gösterisinde Toplum ajanları kalabalığın arasına sızıyor
ve Gri subaylara ateş açıyor ya da intihar yeleklerini ateşliyor. O
96 I SAB AH Y IL D IZ I

görüntüler basma yayılıyor. Kameralar kapandığında ise Griler evlere


baskınlar yapıp taraftarları yok ediyorlar. OrtaRenkler. AdiRenkler.
Fark etmiyor. Huzursuzluğu zapt ediyorlar. Sevro’nun dediği gibi,
kuzeyde açık bir ayaklanma var.”
“Kızıl Lejyon denen bir grup, buldukları bütün üstünRenkleri
katlediyor,” dedi Dansçı, asık yüzle. “Eski dostumuz onların lider­
lerine katıldı. Harmony.”
“Ona yakışır.”
“Onları bize karşı zehirledi. Emirlerimizi dinlemiyorlar, biz de
onlara silah göndermeyi kestik. Ahlaki liderliğimizi kaybediyoruz.”
“Sesi ve şiddeti olan, dünyayı yönetip” diye mırıldandım.
“Arcos mu?” diye sordu Theodora. Başımla onayladım. “Keşke
burada olsaydı.”
“Bize yardım edeceğinden emin değilim.”
“Ne yazık ki ses, şiddetsiz olmuyor gibi görünüyor” dedi Pembe.
Bacak bacak üzerine attı. “Bir isyanın en büyük silahı spiritus'tur.
Değişimin ruhu. Zihinde umut bulan, gelişen ve yayılan o küçük
tohum. Ancak o fikri ekme becerisi, hatta fikrin kendisi bile elimizden
alındı. Mesajımız çalındı. Çakal dillerimizi kesti. Artık sesimiz yok.”
O konuşurken diğerleri dinliyordu. Altınların yapacağı gibi onun
gönlünü hoş tutmak için değil; neredeyse Dansçı’nm dengiymiş gibi.
“Bunların hiçbiri mantıklı değil,” dedim. “Açık savaşı başlatan
neydi? Çakal, Fitchner’ın ölümünü medyaya yaymadı. Oğullar’ı
sessizce tasfiye etmek istediği kesin. Katalizör neydi? Ayrıca, sessiz
olduğumuzu söylüyorsun fakat Fitchner’ın madenlere ve diğer her
yere yayın yapabilen bir iletişim ağı vardı. Eo’nun ölümünü kitle­
lere o gösterdi. Onu İsyan’ın yüzü haline getirdi. Çakal onu da mı
ortadan kaldırdı?” Endişeli yüzlerine baktım. “Bana söylemediğiniz
bir şey mi var?”
“Ona söylemediniz mi daha?” diye sordu Sevro. “Ben yokken
ne halt ediyordunuz, burnunuzu mu karıştırıyordunuz?”
“Darrow ailesiyle birlikte olmak istedi,” dedi Dansçı, sertçe. İç
çekerek bana döndü. “Ares öldürüldükten ve sen yakalandıktan
sonraki bir ayda Çakal’ın saldırılarıyla dijital ağımız büyük ölçüde
yok oldu. Çakal’ın adamları Agea’daki üssümüze saldırmadan önce
Sevro bizi uyarmayı başardı. Yeraltına indik. Malzemeleri kurtardık
P IE R C E B R O W N I 97

fakat çok sayıda insan kaybettik. Binlerce Oğul. Eğitimli operatörler.


Sonraki üç ay boyunca seni bulmaya çalıştık. Luna’ya giden bir
nakliye aracını ele geçirdik ama sen içinde değildin. Hapishaneleri
aradık. Rüşvetler verdik. Ama hiç var olmamış gibi ortadan kay­
bolmuştun. Sonra Çakal seni Agea’daki hisarın basamaklarında
idam etti.”
“Bütün bunları biliyorum.”
“Eh, bilmediğin şey, Sevro’nun bundan sonra ne yaptığı.”
Arkadaşıma baktım. “Ne yaptın?”
“Yapmam gerekeni.” Holonun kontrolünü alarak Jüpiter’i
kaldırdı ve yerine benim görüntümü açtı. On altı yaşındaki halim.
Mickey bir elektrikli testereyle tepemde dikilirken ameliyat masasının
üzerinde yatan cılız, solgun ve çıplak vücudum. Sırtımın ürperdi­
ğini hissettim ama o benim sırtım bile değildi. Sayılmazdı. Aslında
bu insanlara aitti. Devrime. Ne yaptığını anladığımda kendimi
kullanılmış gibi hissettim.
“Ortaya çıkardın.”
“Aynen öyle,” dedi Sevro, kaşlarını çatarak. Bütün bakışların
bana döndüğünü hissederken, Tinos’taki mültecilerin çatılarında
neden benim silahımın resminin olduğunu şimdi anlıyordum. Bir
zamanlar Kızıl olduğumu hepsi biliyordu. İçlerinden birinin, bir
Demir Yağmur’la Mars’ı fethettiğini biliyorlardı.
Savaşı ben başlatmıştım.
“Oyulmanın görüntülerini bütün madenlere gönderdim. Bütün
holoSitelere. Bu lanet olasıca Toplum’un her milimetresine. Altınlar
seni öldürüp kurtulabileceklerini sandılar. Seni yenebileceklerini
ve ölümünü anlamsız kılabileceklerini. Bunun olmasına asla izin
veremezdim.” Elini masaya vurdu. “Annem gibi senin de isimsiz
bir şekilde sisteme kurban gitmene izin vermektense ölmeyi tercih
ederdim. M ars’ta senin adını bilmeyen tek bir Kızıl bile yok, Azrail.
Dijital dünyada, bir Kızıl’ın yükselerek bir Altın prense dönüştü­
ğünü ve M ars’ı fethettiğini bilmeyen tek bir kişi bile yok. Seni bir
efsaneye dönüştürdüm. Ve şimdi ölümden geri döndün. Artık bir
şehit değilsin. Kızılların bütün hayatları boyunca beklediği lanet
olasıca mesihsin.”
1 1
lllllllllllllillilllllllllllll

H A L K IM

H angarın kenarından bacaklarımı sallandırmış, altımdaki şehri


izliyordum. Binlerce kısık ses, dalgalanan bir yaprak denizi gibi
yükseliyordu. Mülteciler yaşadığımı biliyordu. Duvarlara sapanOrak
resimleri çizilmişti. Çatılara. Kaybolmuş bir halkın umutsuz, sessiz
çığlığı. Altı yıl boyunca onların arasına dönmek istemiştim fakat
şimdi onlara bakarken, yaşadıkları zorlukları görürken, Kieran’m
sözlerini hatırlarken, umutlarında boğulduğumu hissediyordum.
Çok fazla şey bekliyorlardı.
Bu savaşı kazanamayacağımızı anlamıyorlardı. Altınlarla kafa
kafaya çarpışamayacağımızı Ares bile biliyordu. O halde onları
nasıl ayağa kaldıracaktım ki? Onlara yolu nasıl gösterecektim?
Tek korkum onlara istediklerini verememek de değildi; Sevro
gerçeği açıkladığında, arkamızda bıraktığımız köprüleri de yakmıştı.
Artık geri dönüşümüz yoktu.
Bu ailem için ne anlama geliyordu? Dostlarım ve bu insanlar
için? Bu soruların, Sevro’nun Oyulmamı kullanmasının altında
öylesine ezilmiştim ki tek kelime etmeden yanlarından ayrılmıştım.
Fevri davranmıştım.
Ragnar arkamdan gelerek tekerlekli sandalyemin yanından geçti
ve yanıma oturdu. Benim gibi o da bacaklarını sarkıttı. Botları gülünç
ölçüde büyüktü. Yakından geçen bir mekiğin rüzgârıyla sakalındaki
kurdeleler salındı. Tek kelime etmedi, sessizlikte rahattı. Onun bu­
P IE R C E B R O W N I 99

rada olduğunu bilmek bana güven veriyordu. Yanımda olduğunu


bilmek. Sevro’nun yanındayken asla böyle hissedemezdim. Ancak
Sevro değişmişti. Ares’in miğferini takmak, omuzlarına çok büyük
bir sorumluluk yüklemişti.
“Çocukken hep hangimizin en cesur olduğunu bilmek ister­
dik,” dedim. “Geceleri evlerimizden kaçar, derin-tünellere iner ve
sırtlarımızı karanlığa dönerek ayakta dururduk. Sessiz olursak
çıngıraklı-yılanları duyabilirdik. Ama ne kadar yakında olduklarını
asla bilemezdik. Çoğu çocuk bir, en fazla beş dakika içinde pes
edip kaçardı. En uzun duran daima ben olurdum. Tabii sonra Eo
oyunumuzu öğrendi.” Başımı iki yana salladım. “Şimdi bir dakika
bile dayanabileceğimi sanmıyorum.”
“Çünkü kaybedecek ne kadar çok şey olduğunu biliyorsun.”
Ragnar’m siyah gözlerinde engin bir tarihin gölgeleri vardı.
Neredeyse kırk yaşındaki bu adam bir buz ve sihir dünyasında
büyümüş, halkına yaşam kazandırmak için Tanrılara satılmış ve
benim ömrümden daha uzun süre boyunca köle olarak hizmet
etmişti. Hayatı benden ne kadar daha iyi anlıyor olabilirdi?
“Evini hâlâ özlüyor musun? Kız kardeşini?” diye sordum.
“Özlüyorum. Yaz sonunda erken yağan karın, N tâbçggr1un
bahar buzlarım yarışım görmesi için Sefi’yi omuzlarımda taşırken
çizmelerinin kürküne yapışmasını özlüyorum.”
Nı'öhçggr, Eski Kuzey toplumlarında, dünya ağacının altında
yaşayan ve günlerini Yggdrasil’in köklerini kemirerek geçiren
bir ejderdi. Birçok Obsidiyen kabilesi onun, limanlarını kapayan
buzları kırmak ve bahar avına çıkacak gemilere kutup damarlarını
açmak için denizlerinin derin sularından geldiğine inanırdı. Onu
onurlandırmak için gerçek bahar ışığının ilk gününde düzenlenen
Ostara bayramında suçluların cesetlerini derin sulara gönderirlerdi.
“Mesajını yaymak için Kuleler’e ve Buz’a dostlarımı gönderdim.
Halkıma tanrılarının sahte olduğunu söylemeleri için. Aslında köle
olduklarını ve yakında onları kurtarmaya geleceğimizi söylemeleri
için. Eo’nun şarkısını onlar da duyacak.”
Eo’nun şarkısı. Şimdi çok kırılgan, zayıf ve gülünç geliyordu.
“Onu artık hissedemiyorum, Ragnar.” Arkama bir göz atınca
hangardaki yırtıkKanatlar üzerinde çalışan Turuncuların ve Kızıl-
1 00 I SAB AH Y IL D IZ I

larm bize baktığını gördüm. “Benim onunla bağlantıları olduğuma


inandıklarını biliyorum. Oysa ben onu karanlıkta kaybettim. Beni
izlediğini düşünürdüm. Onunla konuşurdum. Şimdiyse sadece bir
yabancı gibi geliyor.” Başımı eğdim. “Olanların çoğu benim suçum,
Ragnar. O kadar kibirli olmasaydım, işaretleri görürdüm. Fitchner
hayatta olurdu. Lorn hayatta olurdu.”
“Yazgıyı bildiğini mi sanıyorsun?” Kibrime güldü. “Yaşasalardı
ne olacağım bilmiyorsun ki.”
“Bu insanların ihtiyaç duyduğu şey olamayacağımı biliyorum
ama.”
Kaşlarını çattı. “Onlardan korkarken neye ihtiyaç duydukla­
rını nereden bileceksin? Onlara bakamazken?” Buna nasıl cevap
vereceğimi bilemedim. Aniden ayağa kalktı ve bana elini uzattı.
“Benimle gel.”

Hastane eskiden bir kantindi. Şimdi sarı üniformaları içinde Kızıl,


Pembe ve Sarı hemşireler yatakların arasında dolaşarak hastaları
kontrol ederken sıra sıra sedyeler, uydurma yataklar, öksürükler
ve ciddi fısıltılarla doluydu. Odanın arka tarafı naylon duvarlarla
hastaların diğerlerinden ayrılmış, yanık hastalarını ağırlıyordu.
Naylonun diğer tarafında bir kadın çığlık atıyor, kendisine iğne
yapmaya çalışan bir hemşireyle savaşıyordu. Diğer iki hemşire onu
kontrol altına alabilmek için koştular.
Ortamın steril hüznü beni yuttu. Kan yoktu. Yere damlamıyordu.
Ancak bu benim Attika’dan kaçışımın sonucuydu. Mickey kadar
iyi bir Oymacı’yla bile bu insanları tedavi edecek kaynakları yoktu.
Yaralılar taş tavana bakıyor, bundan sonra hayatlarının nasıl ola­
cağını merak ediyorlardı. Odaya bu his hâkimdi. Travma. Bedende
değil. Parçalanan, hayatlar ve hayallerdi.
Odadan çıkacak gibi oldum fakat Ragnar beni genç bir adamın
yatağına doğru sürükledi. Ben yaklaşırken adam beni izliyordu.
Saçları kısaydı. Yüzü tombuldu ve alt dişleri belirgin ölçüde çıkıktı.
“Nasıl gidiyor?” diye sordum, sesim madenlerin dilini hatırlayarak.
Omuz silkti. “Zamanla dans ediyorum işte, anlarsın ya?”
“Anlarım.” Bir elimi uzattım. “Darrow Lykos’tan.”
P IE R C E B R O W N I

“Biliyoruz.” Elleri o kadar küçüktü ki parmaklarım benimkilere


saramadı bile. Gülünçlüğüne kıkırdayarak tepki verdi. “Karos’lu
Vanno.”
“Gececi mi, gündüzcü mü?”
“Elbette gündüz, seni domuz. Sarkık yüzlü bir gece kazıcısına
mı benziyorum?”
“Eh, bugünlerde anlamak z o r”
“Doğru dedin. Omikron’um. ikinci sıra, üçüncü matkapElemanı.”
“Demek derinlerde senin tozlarından kaçıyormuşum.”
Sırıttı. “Cehennemdalgıçları, daima kendilerine bakarlar.” El­
leriyle müstehcen bir hareket yaptı. “Birinin size yukarı bakmayı
öğretmesi gerek.”
Güldük. “Ne kadar acıttı?” diye sordu, başıyla beni işaret ederek.
Önce ÇakaPın yaptıklarını sorduğunu sandım. Sonra ellerimdeki
Armaları kastettiğini anladım. Kazağımla gizlemeye çalıştıklarım.
Onları açtım. “Manyakça görünüyor.” Parmağıyla fiske attı.
Beni izleyen tek kişinin Vanno olmadığını fark edince etra­
fıma bakındım. Herkes beni izliyordu. Odanın karşı tarafındaki
yanık koğuşunda bile Kızıllar beni görebilmek için yataklarında
doğrulmuştu. içimdeki korkuyu göremezlerdi. Sadece istediklerini
görüyorlardı. Ragnar’a baktım ama yaralı bir kadınla konuşmakla
meşguldü. Holiday. Başıyla beni selamladı. Kaybettiği kardeşinin
acısı hâlâ yüzündeydi. Trigg’in tabancası yatağının yanındaydı ve
tüfeği de duvara yaslanmıştı. Oğullar kurtarma sırasında, gömmek
üzere cesedini bulmuşlardı.
“Ne kadar mı acıttı?” diye tekrarladım. “Eh, bir pençeMatkabm
içine düştüğünü hayal et, Vanno. Santim santim. Önce derin gidiyor.
Sonra etin. Sonra kemiklerin. Kolaydı yani.”
Vanno ıslık çaldı ve kaybettiği bacaklarına neredeyse sıkkın,
yorgun bir ifadeyle baktı. “Ben bunu hissetmedim bile. Tulumum
şu adamı bile bayıltacak kadar hidrofon enjekte etti.” Ragnar’a
bakarak dişlerinin arasından nefes aldı. “En azından kalafatım
hâlâ yerinde.”
“Sorsana,” dedi yanındaki bir adam. “V anno”
“Kapa çeneni.” Vanno iç geçirdi. “Çocuklar merak ediyor. Onu
koruyabildin m i?”
I SA B A H Y IL D IZ I

“Neyi koruyabildim mi?”


“O işte.” Kasıklarımı işaret etti. “Yoksa bilirsin onu da mı
orantıladılar?”
“Gerçekten bilmek istiyor musun?”
“Yani kişisel nedenlerle değil. Ama bahse para yatırdım.”
“Eh.” Ciddiyede öne eğildim. Vanno ve yakındaki yaralı arkadaşları
da aynı şeyi yaptı. “ Gerçekten bilmek istiyorsan anana sormalısın.”
Vanno bana çatık kaşlarla baktı, sonra kahkahalara boğuldu.
Arkadaşları da gülerek şakayı bütün revire yaydılar. O minicik
anda bütün ruh değişti. Boğucu hijyen eğlence ve kaba şakalarla
dağıldı. Fısıldaşmak aniden anlamsız kaldı. Ortamın değiştiğini
görmek beni enerjiyle doldurdu ve hepsinin tek bir kahkahadan
kaynaklandığını fark edince şaşırdım. Bakışlardan ve odadan
kaçmak yerine, Ragnar’dan uzaklaşarak yatakların arasında do­
laşmaya, yaralılarla kaynaşmaya, onlara teşekkür etmeye, nereden
geldiklerini ve isimlerini sormaya başladım. İyi bir hafızam olduğu
için Jüpiter’e şükrettim. Bir adamın adını unutursan seni bağışlardı.
Ama hatırlarsan, seni sonsuza dek savunurdu.
Çoğu bana “efendim” ya da Azrail diyordu. Bunu düzeltmek
ve bana Darrovv demelerini söylemek istiyordum fakat saygının,
lider ile adamları arasındaki mesafenin önemini biliyordum. So­
nuçta onlarla birlikte gülsem de, içimdeki yılgınlığı iyileştirseler de
arkadaşım değillerdi. Ailem değillerdi. Henüz olamazlardı. O lükse
henüz sahip değildik. Şimdilik hepsi de sadece askerimdi. Ve benim
onlara ihtiyaç duyduğum kadar, onların da bana ihtiyaçları vardı.
Ben Azrail’dim. Ragnar’ın bana bunu hatırlatması gerekmişti. Gü­
lümsediğimi ve askerlerle şakalaştığımı gördüğüne sevinerek bana
sırıttı. Asla bir eğlence adamı, bir savaş adamı ya da bir fırtınadaki
ada olmamıştım. Asla Lorn gibi bir mutlak değildim. Sadece öyley­
miş gibi davranmıştım. Ben daima etrafmdakilerle tamamlanan bir
adamdım ve daima öyle olacaktım. İçimde büyüyen gücü hissettim.
Uzun zamandır hissetmediğim bir güçtü. Nedeni sadece sevilmem
değildi. Bana inanmalarıydı. Enstitü’deki askerlerimin inandığı
maskeye değil. Augustus’un hizmetindeyken yarattığım sahte idole
değil; onun altındaki adama. Lykos kaybedilmiş olabilirdi. Eo sessiz
olabilirdi. Kısrak bir dünya ötede olabilirdi. Oğullar yok olmanın,
P IE R C E B R O W N I

eşiğinde olabilirdi. Ancak nihayet yuvama döndüğümü anlarken


ruhumun da içime süzülmeye başladığını hissettim.

Ragnar’la birlikte komuta odasına döndüğümde, Sevro ve Dansçı


bir planın üzerine eğilmişlerdi. Theodora köşede yazışmalarla
uğraşıyordu. Ben içeri girerken yüzümdeki gülümsemeyi ve yürü­
düğümü görünce şaşırdılar. Kendi başıma yürümüyordum elbette,
Ragnar bana yardım ediyordu. Tekerlekli sandalyeyi hastanede
bırakmıştım ve bir saat önce kaçtığım komuta odasına dönerken
bana rehberlik etmesini istemiştim. Kendimi yeni biri gibi hissedi­
yordum. Karanlıktan önceki halime henüz dönememiş olabilirdim
fakat belki de bu yüzden daha iyiydim. Daha önce sahip olmadığım
bir tevazua sahiptim.
“Davranışım için özür dilerim,” dedim, dostlarıma. “Bütün bunlar
çok bunaltıcı oldu. Elinizden geleni yaptığınızı biliyorum. Şartlar
düşünülürse, başkalarının yapabileceğinden daha iyisini yaptınız.
Hepiniz umudu canlı tuttunuz. Ve beni kurtardınız. Ailemi de kur­
tardınız.” Bunun benim için anlamını kavradıklarından emin olmak
için duraksadım. “Bu şekilde geri dönmeme şaşırdığınızı biliyorum.
Gazap ve ateşle geri döneceğimi sandığınızı biliyorum. Ama eskisi
gibi değilim. Değilim işte,” dedim, Sevro itiraz edecek olduğunda.

Servis Türü

Adı

Ürün

Marka

Kullanım Tarzı

Telefon

İl

İlçe

Adres

Özel

 ASONARIM / PANORAMA OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 83

İSTANBUL

PENDİK

YEŞİLBAĞLAR MH BAŞKENT CD BİNA NO : 30/1 PENDİK İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / RS SERVİS OTO HİZ. ( ANKARA )

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 27 47

ANKARA

ETİMESGUT

ŞAŞMAZ GİRİŞİ BAHÇEKAPI MH SANAYİ BULVARI 3/1 VE SK BİNA NO : 7 ETİMESGUT ANKARA Konum

Özel

 ASONARIM / AKİF KAYA OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 05

ANTALYA

KEPEZ

ŞAFAK MH SK BİNA NO : 10 AKDENİZ SAN. SİTESİ KEPEZ ANTALYA Konum

Özel

 ASONARIM / PM OTO SERVİS HİZ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 54 53

İZMİR

KONAK

ÇINARLI MH SK BİNA NO : KONAK İZMİR Konum

Özel

 ASONARIM / RS SERVİS OTO HİZ. ( BURSA )

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 24 42

BURSA

NİLÜFER

YIL MH İZMİR YOLU CD BİNA NO : /B NİLÜFER BURSA Konum

Özel

 ASONARIM / LTS TEKNİK SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 20 26

AFYONKARAHİSAR

MERKEZ

ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ 1. CD 4. SK BİNA NO : 1 DAİRE NO : . MERKEZ AFYONKARAHİSAR Konum

Özel

 ASONARIM / TURGUT KIR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 17 17

ANTALYA

KEPEZ

ŞAFAK MH AHMET HAMDİ AKSEKİ CD TURGUT OTO PLAZASI BİNA NO : 1 KEPEZ ANTALYA Konum

Özel

 ASONARIM / AKAY OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 04 89

ANTALYA

MERKEZ

SK AKDENİZ SAN. SİTESİ NO DAİRE NO . AHATLI MERKEZ ANTALYA Konum

Özel

 ASONARIM / AKSİYON SERVİS/ AUTO KİNG

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 04

ADANA

SEYHAN

ŞAKİRPAŞA ONUR MH seafoodplus.info BERİKER BULVARI BİNA NO : /B SEYHAN ADANA Konum

Özel

 ASONARIM / ALTIN ÇEKİÇ OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 18 70

SAKARYA

ADAPAZARI

E-5 KARAYOLU SK DÖRTYOL SAN. SİTESİ NO 8 DAİRE NO . ARİFİYE-DÖRTYOL ADAPAZARI SAKARYA Konum

Özel

 ASONARIM / ALTINTAŞ OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 23 60

ZONGULDAK

MERKEZ

BÜLENT ECEVİT CD NO DAİRE NO . MERKEZ ZONGULDAK Konum

Özel

 ASONARIM / ALTUNSOY OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 39 28

TRABZON

ORTAHİSAR

DEĞİRMENDERE MH ANADOLU BULVARI DELİKLİTAŞ SK BİNA NO : ORTAHİSAR TRABZON Konum

Özel

 ASONARIM / AUTO KİNG

Kasko

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 84 84

İZMİR

BORNOVA

KAZIM DİRİK MH /1 SK 3. SANAYİ SİTESİ NO 1 DAİRE NO . BORNOVA İZMİR Konum

Özel

 ASONARIM / BAŞARI ELİT SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 01 60

ÇANAKKALE

MERKEZ

İSMETPAŞA MH EMEK CD ONURCAN SK BİNA NO : 6 MERKEZ ÇANAKKALE Konum

Özel

 ASONARIM / BB OTOMOBİL SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 13

İSTANBUL

ÜMRANİYE

ŞERİFALİ MH TÜRKER CD SERDİVAK SK BİNA NO : 29 ÜMRANİYE İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / BİLİM İNŞAAT OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 56

SİİRT

MERKEZ

HÜKÜMET BULVARI BİNA NO : 66 MERKEZ SİİRT Konum

Özel

 ASONARIM / BOZOKLU OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Minibüs, Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 67

AKSARAY

MERKEZ

YENİ SANAYİ SİTESİ SK BİNA NO : 14 MERKEZ AKSARAY Konum

Özel

 ASONARIM / BÜYÜK ÇAMLICA OTO/AUTO KING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 48 08

AYDIN

MERKEZ

ZEYBEK MH SK BİNA NO : 3 İSKARPİN MAĞ. ARKASI MERKEZ AYDIN Konum

Özel

 ASONARIM / CAN OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 27 20

ADANA

KOZAN

VARSAKLAR MH ADANA CD SK BİNA NO : 50 SANAYİ SİTESİ KOZAN ADANA Konum

Özel

 ASONARIM / CANTÜRKLER OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 01 59

İSTANBUL

SARIYER

2. KISIM SK BİNA NO : / ATATÜRK OTO SAN. SİTESİ SARIYER İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / CANTÜRKLER OTOMOTİV_ATAŞEHİR

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 90 10

İSTANBUL

ATAŞEHİR

İÇERENKÖY MH HUZUR HOCA CD BİNA NO : 82 C ATAŞEHİR İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / ÇORUM ŞAHİN OTOMOTİV/ AUTOKING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 05 19

ÇORUM

MERKEZ

1 KM. BİNA NO : ANKARA YOLU MERKEZ ÇORUM Konum

Özel

 ASONARIM / ÇÖZÜM OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 11

KARAMAN

MERKEZ

HAMİDİYE MH SANAYİ CD BİNA NO : 93 MERKEZ KARAMAN Konum

Özel

 ASONARIM / DAĞPEK OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 53 75

ELAZIĞ

MERKEZ

ATAŞEHİR MH ÇAYIRLI SK BİNA NO : 69 MERKEZ ELAZIĞ Konum

Özel

 ASONARIM / EGİS OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 80 67

ZONGULDAK

EREĞLİ

KÜÇÜK BELEN SANAYİ SİTESİ seafoodplus.info BİNA NO : 6 EREĞLİ ZONGULDAK Konum

Özel

 ASONARIM / EREN OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 97 04

İSTANBUL

TUZLA

D KARAYOLU ÜZERİ İSTASYON MV AYDINLI AYDINTEPE MH BİNA NO : TUZLA İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / EREN OTOMOTİV/ ALC

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 90 94

İSTANBUL

KÜÇÜKÇEKMECE

HALKALI MERKEZ MH DEREBOYU CD BİNA NO : 46/1 KÜÇÜKÇEKMECE İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / EROL KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 56 34

MALATYA

YEŞİLYURT

ÇAVUŞOĞLU MH BAHÇELİ SK BİNA NO : 7 YEŞİLYURT MALATYA Konum

Özel

 ASONARIM / ESKON OTOMOTİV/ AUTO KING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 51

KONYA

SELÇUKLU

HOROZLUHAN MH ULUS SK BİNA NO : 14/B ANADOLU SAN. SİTESİ SELÇUKLU KONYA Konum

Özel

 ASONARIM / FİLİZ MOTORLU ARAÇLAR/AUTO KING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 56 56

TEKİRDAĞ

ÇORLU

ZAFER MH M10 BİNA NO : 1 YENİ SAN. SİTESİ A BLOK ÇORLU TEKİRDAĞ Konum

Özel

 ASONARIM / FİTKAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 71 91

BURSA

OSMANGAZİ

ALAŞARKÖY MH İSTANBUL CD BİNA NO : OSMANGAZİ BURSA Konum

Özel

 ASONARIM / GARANTİ OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 25 82

ESKİŞEHİR

ODUNPAZARI

EMKO SANAYİ SİTESİ A7 BLOK BİNA NO : 3 ODUNPAZARI ESKİŞEHİR Konum

Özel

 ASONARIM / GAZİANTEP KARDEŞLER

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 06 04

GAZİANTEP

ŞEHİTKAMİL

AYDINLAR MH seafoodplus.info CD BİNA NO : 11 ŞEHİTKAMİL GAZİANTEP Konum

Özel

 ASONARIM / GOLD GARAGE OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 92 57

İSTANBUL

ZEYTİNBURNU

MALTEPE MH YEDİKULE ÇIRPICI YOL SK BİNA NO : FIRAT OTO SAN. SİTESİ ZEYTİNBURNU İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / GÖBELOĞLU OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 42 37

KAYSERİ

KOCASİNAN

ŞEKER MH MELODİ SK BİNA NO : 4 YENİ SAN. SİTESİ KOCASİNAN KAYSERİ Konum

Özel

 ASONARIM / GÖZDE OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 22 78

MUĞLA

MARMARİS

SK ÇAKIR SANAYİ SİTESİ NO 1 DAİRE NO . MARMARİS MUĞLA Konum

Özel

 ASONARIM / GÖZDE OTOMOTİV(ALC)

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 01 04

AYDIN

EFELER

ZEYBEK MH SK BİNA NO : 65 EFELER AYDIN Konum

Özel

 ASONARIM / GÜLER OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 22 90

KARABÜK

SAFRANBOLU

BİNA NO : 30 TERMİNAL SAN. SİTESİ KARAYOLLARI ALTI SAFRANBOLU KARABÜK Konum

Özel

 ASONARIM / GÜNDAY OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 06 77

ORDU

ALTINORDU

BİNA NO : 13 2. SANAYİ SİTESİ 7. BLOK ALTINORDU ORDU Konum

Özel

 ASONARIM / GÜNEYDOĞU OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 98

BATMAN

MERKEZ

GÜLTEPE BİNA NO : YENİ SANAYİ SİTESİ E BLOK MERKEZ BATMAN Konum

Özel

 ASONARIM / İLHAN OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 76 40

KIRŞEHİR

MERKEZ

KIZILÖZÜ SANAYİ SİTESİ 25B/BLOK BİNA NO : 13/9 MERKEZ KIRŞEHİR Konum

Özel

 ASONARIM / İNCİM OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 91 91

MANİSA

YUNUSEMRE

YIL MH SK 34 BİNA NO : 4 YUNUSEMRE MANİSA Konum

Özel

 ASONARIM / İSKENDERUN OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 29 26

HATAY

İSKENDERUN

MURADİYE MH SK BİNA NO : 8 İSKENDERUN HATAY Konum

Özel

 ASONARIM / İSTANBUL OTO KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 70 51

ELAZIĞ

MERKEZ

8. SK SANAYİ SİTESİ NO 28 DAİRE NO . MERKEZ ELAZIĞ Konum

Özel

 ASONARIM / İŞPAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 21 27

ERZİNCAN

MERKEZ

GÜLALİBEY MH SK BİNA NO : - KAT : 1 KÖY HİZMETLERİ KARŞISI MERKEZ ERZİNCAN Konum

Özel

 ASONARIM / KADİROĞLU ADEM OTOMOTİV/ ALC

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 13 57

VAN

TUŞBA

SEYRANTEPE MH BİNA NO : 1 SANAYİ SİTESİ B-9 BLOK TUŞBA VAN Konum

Özel

 ASONARIM / KARACAN OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 24 23

MERSİN

TOROSLAR

MUSTAFA KEMAL MH CD BİNA NO : 81 B TOROSLAR MERSİN Konum

Özel

 ASONARIM / KEMAL OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 09 76

DİYARBAKIR

KAYAPINAR

BİNA NO : 33 seafoodplus.info SİTESİ T/1 BLOK KAYAPINAR DİYARBAKIR Konum

Özel

 ASONARIM / KILIÇ OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 57 17

ŞANLIURFA

EYYÜBİYE

1. CD SK EVREN SAN. SİTESİ EYYÜBİYE ŞANLIURFA Konum

Özel

 ASONARIM / MBA GLOBAL OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 62 62

AFYONKARAHİSAR

MERKEZ

SELÇUKLU MH ATATÜRK CD BİNA NO : 40H/1 MERKEZ AFYONKARAHİSAR Konum

Özel

 ASONARIM / MERT TURİZM/ AUTOKING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 25 52

MARDİN

KIZILTEPE

TURGUT ÖZAL MH DİREKHANE CD BİNA NO : 3/1 YENİ MARDİN YOLU KIZILTEPE MARDİN Konum

Özel

 ASONARIM / MESSAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 17 00

BALIKESİR

KARESİ

PAŞA ALANI MH SK DAİRE NO : 92 A KARESİ BALIKESİR Konum

Özel

 ASONARIM / MESUT OTO ALC

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 72 72

ERZURUM

YAKUTİYE

KURTULUŞ MH KERESTECİLER seafoodplus.info SK BİNA NO : 3 YAKUTİYE ERZURUM Konum

Özel

 ASONARIM / METİNCAN OTOMOTİV/AUTOKING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 80 61

DÜZCE

KAYNAŞLI

D KARAYOLU ÜZERİ UFUK MEVKİİ SK BİNA NO : 66/1 ÜÇKÖPRÜ KÖYÜ KAYNAŞLI DÜZCE Konum

Özel

 ASONARIM / MODEL OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 67 57

NİĞDE

MERKEZ

4. KM. İLHANLI MH BİNA NO : KAYSERİ YOLU MERKEZ NİĞDE Konum

Özel

 ASONARIM / MSD DOĞAN OTOMOTİV/AUTOKING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 12 00

IĞDIR

MERKEZ

SÖĞÜTLÜ MH ÇEVREYOLU CD BİNA NO : MERKEZ IĞDIR Konum

Özel

 ASONARIM / NUR OTO KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 53 03

ADIYAMAN

MERKEZ

ALTINŞEHİR MH SK 8 MERKEZ ADIYAMAN Konum

Özel

 ASONARIM / OTO CENTER

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 04 41

KAHRAMANMARAŞ

DULKADİROĞLU

YAVUZ SELİM MH BİNA NO : 10 YENİ SANAYİ SİTESİ ÇARŞI DULKADİROĞLU KAHRAMANMARAŞ Konum

Özel

 ASONARIM / OTO KARACA/ AUTOKİNG

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 63

BİTLİS

TATVAN

FATİH MH SK BİNA NO : 15 SANAYİ SİTESİ TATVAN BİTLİS Konum

Özel

 ASONARIM / OTO ÖZLEM OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 50 50

ANKARA

ETİMESGUT

ŞAŞMAZ BAHÇEKAPI MH CD BİNA NO : 17 OTO SANAYİ SİTESİ ETİMESGUT ANKARA Konum

Özel

 ASONARIM / OTO ÜNSAL OTOMOTİV / AUTO KİNG

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 30 00

ISPARTA

MERKEZ

SK BİNA NO : 15 GÜL PETEK SAN. SİTESİ MERKEZ ISPARTA Konum

Özel

 ASONARIM / OTOYİRMİ OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 32 22

DENİZLİ

MERKEZEFENDİ

SÜMER MH ANKARA BULVARI BİNA NO : 77/1 MERKEZEFENDİ DENİZLİ Konum

Özel

 ASONARIM / OTS OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 04 56

İSTANBUL

BÜYÜKÇEKMECE

GÜZELCE MH D KARAYOLU CD BİNA NO : BÜYÜKÇEKMECE İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / ÖVER OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 49 09

HATAY

ANTAKYA

HARAPARASI MH SÜREYYA HALEFOĞLU CD BİNA NO : 41 ANTAKYA HATAY Konum

Özel

 ASONARIM / ÖZ OĞUZHAN OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 10 10

UŞAK

MERKEZ

MEHMET AKİF ERSOY MH NURİ ŞEKER CD BİNA NO : /A MERKEZ UŞAK Konum

Özel

 ASONARIM / ÖZENİR OTO SEVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 63 83

KÜTAHYA

MERKEZ

SK BİNA NO : 2 GALERİCİLER SİTESİ MERKEZ KÜTAHYA Konum

Özel

 ASONARIM / RS BALIKESİR/İLK-SEL OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 50 71

BALIKESİR

MERKEZ

YENİ SAN SİT MH CUMHURİYET CD BİNA NO : 40 MERKEZ BALIKESİR Konum

Özel

 ASONARIM / RS İZMİR

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 46 62

İZMİR

GAZİEMİR

DOKUZ EYLÜL MH AKÇAY CD BİNA NO : GAZİEMİR İZMİR Konum

Özel

 ASONARIM / RS SAMSUN

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 52 04

SAMSUN

MERKEZ

GÜLSAN SAN SİT MH 48 CD BİNA NO : 58 MERKEZ SAMSUN Konum

Özel

 ASONARIM / RS SERVİS OTO HİZ. ( ANADOLU )

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 92 70

İSTANBUL

MALTEPE

CEVİZLİ MH TUGAY YOLU CD BİNA NO : 59 MALTEPE İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / RS TOKAT

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 80 65

TOKAT

MERKEZ

YENİYURT MH AY YILDIZ CD ACENTELAR seafoodplus.info SK BİNA NO : 62 MERKEZ TOKAT Konum

Özel

 ASONARIM / SANTANA OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 12 12

İSTANBUL

SARIYER

1. KISIM BİNA NO : ATATÜRK SAN. SİTESİ B- ÜST BLOK SARIYER İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / SARE BOSCH CAR SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 25 95

İSTANBUL

BEYLİKDÜZÜ

HÜRRİYET CD BİNA NO : 26 DAİRE NO : 2 YAKUPLU YOLU BEYLİKDÜZÜ İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / SİSTEMLİ OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 01 30

ADANA

SEYHAN

ONUR MH SK BİNA NO : 4 SEYHAN ADANA Konum

Özel

 ASONARIM / SUNGER AUTO SERVICE / RS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 92 11

NEVŞEHİR

MERKEZ

seafoodplus.info ERSOY MH FEVZİ ÇAKMAK CD BİNA NO : 89 MERKEZ NEVŞEHİR Konum

Özel

 ASONARIM / SÜNBÜL seafoodplus.infoİV/AUTO KİNG

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 60 02

KAHRAMANMARAŞ

ONİKİŞUBAT

ORUÇ REİS MH SK BİNA NO : 16/A ONİKİŞUBAT KAHRAMANMARAŞ Konum

Özel

 ASONARIM / ŞAHİN OTO KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 27 35

BARTIN

MERKEZ

GÖLBUCAĞI MH SK BİNA NO : YENİ seafoodplus.info SİTESİ MERKEZ BARTIN Konum

Özel

 ASONARIM / TAMSER OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 53 88

SAMSUN

TEKKEKÖY

7. KM. SAMSUN ORDU KARAYOLU ŞABANOĞLU MH ATATÜRK BULVARI BİNA NO : TEKKEKÖY SAMSUN Konum

Özel

 ASONARIM / TAN GRUP

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 37 37

ANKARA

YENİMAHALLE

ŞAŞMAZ KAVŞAĞI- OTTOMAN CENTER ERGAZİ MH CD BİNA NO : 6/4 YENİMAHALLE ANKARA Konum

Özel

 ASONARIM / TERCİH OTOMOTİV/ ALC

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 27 57

MERSİN

AKDENİZ

HAL MAH. MH CAD. CD BİNA NO : 64 DAİRE NO : . AKDENİZ MERSİN Konum

Özel

 ASONARIM / TİA ŞASECİ AHMET

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 04 83

İSTANBUL

BAŞAKŞEHİR

İKİTELLİ BİNA NO : DEMİRCİLER SAN. SİTESİ G/1 BLOK MALL OF KARŞISI BAŞAKŞEHİR İSTANBUL Konum

Özel

 ASONARIM / TOPALOĞULLARI OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 55 66

KASTAMONU

MERKEZ

MEHMET AKİF ERSOY MH RAUF DENKTAŞ CD BİNA NO : MERKEZ KASTAMONU Konum

Özel

 ASONARIM / TOPÇU YATIRIM OTOMOTİV/ AUTOKİNG

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 25 55

GAZİANTEP

ŞEHİTKAMİL

AYDINLAR MH seafoodplus.info CD BİNA NO : 4/1 ŞEHİTKAMİL GAZİANTEP Konum

Özel

 ASONARIM / UYARLAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 83 96

DENİZLİ

MERKEZEFENDİ

SK 3. SANAYİ SİTESİ SİTESİ DAİRE NO : 59 MERKEZEFENDİ DENİZLİ Konum

Özel

 ASONARIM / ÜÇ KARDEŞLER- İLHAMİ ÇAKILCI

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 33 03

YALOVA

MERKEZ

SK BİNA NO : KİRAZLI seafoodplus.info SİTESİ 3. YOLU MERKEZ YALOVA Konum

Özel

 ASONARIM / ÜÇNİL OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 20 25

ERZURUM

MERKEZ

TORTUM YOLU ÜZERİ . SK SANAYİ SİTESİ NO 98 DAİRE NO . MERKEZ ERZURUM Konum

Özel

 ASONARIM / YILSER YILDIZLAR OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 06 96

SAMSUN

TEKKEKÖY

SAMSUN ORDU KARAYOLU ŞABANOĞLU MH ATATÜRK BULVARI BİNA NO : /1 TEKKEKÖY SAMSUN Konum

Özel

 ASONARIM / YÖN MOTORLU ARAÇLAR

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 57 99

KOCAELİ

İZMİT

SANAYİ MH PETROL SK BİNA NO : 22 İZMİT KOCAELİ Konum

Özel

 ASONARIM / 3S OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 13 00

KAYSERİ

KOCASİNAN

SK BİNA NO : 12 YENİ SANAYİ SİTESİ KOCASİNAN KAYSERİ Konum

Özel

 ASONARIM/ BEŞKONAK OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs, Küçük Otobüs()

0 90 36

ANTALYA

MURATPAŞA

ÇEVREYOLU ÜZERİ TOPÇULAR MH GAZİ BULVARI BİNA NO : MURATPAŞA ANTALYA Konum

Özel

 ASONARIM /TÜRKER OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 63 10

ISPARTA

MERKEZ

- SK YENİ SANAYİ SİTESİ NO 32 BLOK KAT - MERKEZ ISPARTA Konum

Yetkili

 ASONARIM / ALİ UĞURLU seafoodplus.info

Kasko

TOFAS-FIAT, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 21 15

ANKARA

MAMAK

GÜLVEREN PLEVNE CD BİNA NO : MAMAK ANKARA Konum

Yetkili

 ASONARIM / BALLAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TATA, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 28 67

SİVAS

MERKEZ

. SK 4 EYLÜL KÜÇÜK SAN SİTESİ NO 21/23/25 DAİRE NO 44 /B BLOK MERKEZ SİVAS Konum

Yetkili

 ASONARIM / POL-SA MOTORLU ARAÇLAR

Kasko ve Trafik

DACIA, RENAULT, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 22 85

AMASYA

MERZİFON

ANKARA CD NO 51 MERZİFON AMASYA Konum

Yetkili

 ASONARIM / SMART OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

MITSUBISHI, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 80 42

KONYA

KARATAY

FEVZİ ÇAKMAK MH DEMİRKAPI CD SK BİNA NO : 8 A KARATAY KONYA Konum

Yetkili

 ASONARIM / ŞAH SERVİS

Kasko ve Trafik

TATA, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 00 45

İSTANBUL

FATİH

KOCAMUSTAFAPAŞA SEYYİD ÖMER MH SİLİVRİKAPI CD BİNA NO : 48 KAT : B FATİH İSTANBUL Konum

Yetkili

 ASONARIM / ŞAMLIOĞLU OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TOYOTA, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 03 75

ÇORUM

MERKEZ

ANKARA YOLU 5. KİLOMETRESİ MERKEZ ÇORUM Konum

Özel

ABAY SERVİS OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 40 41

KOCAELİ

DERİNCE

DENİZ MH MAKASBAŞI SK BİNA NO : 39 DERİNCE KOCAELİ Konum

Özel

ABDULLAH KAYA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 72 24

GİRESUN

MERKEZ

27 SK SANAYİ SİTESİ NO 3 DAİRE NO . 10 BLOK MERKEZ GİRESUN Konum

Özel

ABT OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 44 44

İSTANBUL

BAŞAKŞEHİR

İKİTELLİ OSB MH ATATÜRK BULVARI BİNA NO : 42 E BAŞAKŞEHİR İSTANBUL Konum

Özel

ACAR KAPORTA BOYA ŞASE

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 87 11

BURDUR

BUCAK

OGUSAN SANAYİ SİTESİ 4 BLOK BİNA NO : 3 BUCAK BURDUR Konum

Özel

ACAR OTO SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 22 95

ANTALYA

KEPEZ

AKDENİZ seafoodplus.info SK BİNA NO : KEPEZ ANTALYA Konum

Özel

ACİL HASAR ONARIM MERKEZİ

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 21 20

ERZİNCAN

MERKEZ

ÇEVİK KUVVET ŞUBE MÜD. KARŞISI GÜLABİBEY MH SK BİNA NO : 48 MERKEZ ERZİNCAN Konum

Özel

ACT AUTOCLUB OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 60 10

İSTANBUL

MALTEPE

YALI MH MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK CD BİNA NO : 45 MALTEPE İSTANBUL Konum

Özel

AD OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 15 99

ANTALYA

ALANYA

CİKCİLLİ MH EĞRİ KÖPRÜ CD BİNA NO : 5 ALANYA ANTALYA Konum

Özel

ADALI BAYRAM OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 09 66

ÇORUM

KARGI

BAHÇELİEVLER MH DARI SK BİNA NO : 22 KARGI ÇORUM Konum

Özel

ADEM OTO SERVİS

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 74 06

ANKARA

ETİMESGUT

SK ŞAŞMAZ OTO SANAYİ SİTESİ DAİRE NO : ETİMESGUT ANKARA Konum

Özel

ADEM SERDAR

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs, Kamyon-Tanker-Çekici, Römork Dorse

0 02 23

KARABÜK

MERKEZ

KEMAL OYMAN MV BİNA NO : C-1 ANTEPOĞLU BÜYÜK SAN. SİTESİ K BLOK MERKEZ KARABÜK Konum

Özel

ADNAN OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 73 46

ARTVİN

HOPA

. SK SANAYİ SİTESİ NO 6/7 DAİRE NO . C-3 BLOK HOPA ARTVİN Konum

Özel

ADNAN PAZARLAMA OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

MAZDA, MITSUBISHI, TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 39 61

TRABZON

ORTAHİSAR

HAVA ALANI PİSTİ BİTİMİ ÇİMENLİ MH BİNA NO : 42 ORTAHİSAR TRABZON Konum

Özel

AFC OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 22 32

İSTANBUL

ATAŞEHİR

KARAHAN SK BİNA NO : 5 BOSTANCI SAN. SİTESİ ATAŞEHİR İSTANBUL Konum

Özel

AHMET ONURUM MOTORLU ARAÇLAR TURİZM İNŞAAT SANAYİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 93 94

İSTANBUL

GÜNGÖREN

MERTER MEHMET NESİH ÖZMEN MH FATİH CD AKÇAAĞAÇ SK BİNA NO : 4 GÜNGÖREN İSTANBUL Konum

Özel

AK OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 67 17

MANİSA

YUNUSEMRE

K.E.S.S. YIL MH SK BİNA NO : 55 YUNUSEMRE MANİSA Konum

Özel

AK VOLKSWAGEN OTOMOTİV EMLAK İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET LTD.ŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 26 26

ANKARA

YENİMAHALLE

OSTİM UZAYÇAĞI CD BİNA NO : 1 YENİMAHALLE ANKARA Konum

Özel

AKÇA OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 93 71

ÇORUM

MERKEZ

SK BİNA NO : 1 KÜÇÜK SAN. SİTESİ MERKEZ ÇORUM Konum

Özel

AKÇAAĞILLAR KAPORTA BOYA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 60 73

KIRŞEHİR

MERKEZ

YENİCE BİNA NO : 4 KILIÇ SAN. SİTESİ BLOK MERKEZ KIRŞEHİR Konum

Özel

AKÇİNLER OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 40 28

MANİSA

YUNUSEMRE

GÜZELYURT MH SK BİNA NO : 1/A YUNUSEMRE MANİSA Konum

Özel

AKDAĞ OTO KAPORTA VE BOYA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 55 56

ELAZIĞ

MERKEZ

SANAYİ MH SANTRAL CD NO DAİRE NO . MERKEZ ELAZIĞ Konum

Özel

AKDEMİRLER OTO seafoodplus.infoÇA seafoodplus.info İNŞseafoodplus.info TİC.L

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Minibüs, Kamyon-Tanker-Çekici

0 21 63

MERSİN

AKDENİZ

ÇİLEK MH CD BİNA NO : 12 AKDENİZ MERSİN Konum

Özel

AKIN OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 20 19

ÇORUM

MERKEZ

MİMARSİNAN MH 1. SK BİNA NO : 8 KÜÇÜK SANAYİ SİTESİ MERKEZ ÇORUM Konum

Özel

AKIN OTO SERVİS HİZ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 45 04

İSTANBUL

MALTEPE

CEVİZLİ MH ORHANGAZİ CD GENÇLİK SK BİNA NO : 1 MALTEPE İSTANBUL Konum

Özel

AKIŞIK OTOMOTİV VE SERVİS seafoodplus.infoŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs, Kamyon-Tanker-Çekici

0 30 85

KAYSERİ

KOCASİNAN

ŞEKER MH SK BİNA NO : 21 KOCASİNAN KAYSERİ Konum

Özel

AKKAYA OTOMOTİV VE NAKLİYAT seafoodplus.infoŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs

0 15 24

İSTANBUL

GÜNGÖREN

GENÇ OSMAN MH ÇINÇIN DERE CD BİNA NO : 4 GÜNGÖREN İSTANBUL Konum

Özel

AKKAYALILAR OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari, Minibüs, Küçük Otobüs()

0 44 34

İSTANBUL

KARTAL

ESENTEPE MH İNÖNÜ CD BİNA NO : 16 KARTAL OTO SAN. SİTESİ B6 BLOK KARTAL İSTANBUL Konum

Özel

AKMANLAR DAMPER seafoodplus.infoŞseafoodplus.infoŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Kamyon-Tanker-Çekici, Römork Dorse

0 02 49

İSTANBUL

KARTAL

SAMANDIRA seafoodplus.infoKÖY MH BİNA NO : 34 DAİRE NO : . MEZARLIK YOLU NUH BETON KARŞISI KARTAL İSTANBUL Konum

Özel

AKTAŞ OTO KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 56 40

ANKARA

ETİMESGUT

BAHÇEKAPI MH 2. CD SK BİNA NO : 57 ETİMESGUT ANKARA Konum

Özel

AKTİF ÇAMLICA seafoodplus.infoŞseafoodplus.info seafoodplus.infoŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 57 64

İSTANBUL

ÜSKÜDAR

BULGURLU CD NO 62 DAİRE NO . KÜÇÜK ÇAMLICA ÜSKÜDAR İSTANBUL Konum

Özel

AKTİF OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 31 16

İSTANBUL

ESENYURT

AKŞEMSETTİN MH DOĞAN ARASLI CD SK ESENYURT İSTANBUL Konum

Özel

AKTİF-İRİYIL OTOMOTİV İNŞAAT seafoodplus.infoŞTİ-ÜSKÜDAR ŞUBESİ

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 90 28

İSTANBUL

ÜSKÜDAR

. SK NO 24 DAİRE NO . KASRAN PLAZA YNY ALEMDAĞ ÜSKÜDAR İSTANBUL Konum

Özel

AKTÜRK FKS OTOMOTİV

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 00 12

ANTALYA

MURATPAŞA

YENİGÖL MH SERİK CD NERGİS SK BİNA NO : 90 MURATPAŞA ANTALYA Konum

Özel

seafoodplus.infoUŞ OTO SERVİS SANAYİ VE TİC.A.Ş.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 43 80

BURSA

OSMANGAZİ

NO 8. KİLOMETRESİ YENİ YALOVA YOL OSMANGAZİ BURSA Konum

Özel

AKYÜZLER OTOMOTİV DIŞseafoodplus.infoŞTİ.

Kasko

MITSUBISHI

Binek Oto / Hafif Ticari

0 21 53

İSTANBUL

KARTAL

ÇAVUŞOĞLU MH SANAYİ CD NO 19 KAT - KARTAL İSTANBUL Konum

Özel

ALANYA DÜZGÜN OTO

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 11 33

ANTALYA

ALANYA

CUMHURİYET MH İSMAİL OĞAN CD BİNA NO : 14 SAN. SİTESİ ALANYA ANTALYA Konum

Özel

AL-BAK OTOMOTİV/ AUTO KING

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 09 90

SAKARYA

ADAPAZARI

SK BİNA NO : 13 SAKARYA SANAYİ SİTESİ ADAPAZARI SAKARYA Konum

Özel

ALİ ACAR

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 37 37

DENİZLİ

MERKEZ

SÜMER MH ŞEHİT ER AHMET APAK CD 1. SANAYİ SİTESİ NO 27 DAİRE NO . MERKEZ DENİZLİ Konum

Özel

ALİ İHSAN OTO KAPORTA

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 84 48

BURDUR

MERKEZ

4. SK BİNA NO : YENİ SAN. SİTESİ MERKEZ BURDUR Konum

Özel

ALİ KARABACAK

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 17 80

İZMİR

ÇİĞLİ

ATA SANAYİ SİTESİ MH CD 30 SK NO 33 ÇİĞLİ İZMİR Konum

Özel

ALİ RIZA ALAN

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 67 51

İSTANBUL

KADIKÖY

DOĞANBEY CAD. CD HUZUR HOCA SK BOSTANCI SAN. SİTESİ NO 39 KAT - İÇERENKÖY KADIKÖY İSTANBUL Konum

Özel

ALKAZAK seafoodplus.infoŞ.GIDA NAK.KÖMİŞseafoodplus.infoŞTİ.

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 16 67

IĞDIR

MERKEZ

14 KASIM MH TÜMAY AYDEMİR CD BİNA NO : 63 MERKEZ IĞDIR Konum

Özel

ALPER OTOMOTİV SERVİS HİZ SANVE TİCARETLTD ŞTİ

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 08 38

İSTANBUL

MALTEPE

CEVİZLİ MH ORHANGAZİ CD NO 46 KAT - MALTEPE İSTANBUL Konum

Özel

ALPER TAŞCI

Kasko ve Trafik

TÜM MARKALAR

Binek Oto / Hafif Ticari

0 59 21

GAZİANTEP

ŞEHİTKAMİL

KÜSGET SANAYİ MH 49 NOLU CD NO 5 DAİRE NO . ŞEHİTKAMİL GAZİANTEP Konum

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir