orman bakanlığı annemin ağacı / Wherever you go, there you are. » Kincaid Gölü’nde kamp ve yürüyüş

Orman Bakanlığı Annemin Ağacı

orman bakanlığı annemin ağacı

ABD, doğa sporlarını seven bir insan için tam anlamıyla bir cennet. Üstelik geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz ki, Avrupa’dan çok çok ucuz. Kamp yapmayı eskiden beri çok seven bir biyolokum kişisiyim. Küçükken ailecek çadır kampına giderdik. Hatta rahmetli Salih Dayımın horlamasını “ayı” olarak algılayıp korkudan ağlayarak annemle babamı uyandırdığım kampı hala hatırlar güleriz.

Bu kamp sevdasını ortaokulda kardeşimle Yenimahalle İzci Grubu’na katılarak daha profesyonel bir platforma taşıdığımız söylenebilir :)  Bu izci grubunun lideri, hala çok severek hatırladığım Besim liderdi ve onunla çıktığımız izci kampları benim doğa içinde olma saplantımı daha da artırmakla kalmadı, Fi Fiflayfo Fişka gibi anlamını halen bilmediğim bir takım izci şarkılarını gelecek nesillere (minik kuzenlerime) aktarmama da sebep oldu.

ABD’ye geldiğimden beri her fırsatta kampa gitme planları yapıyorum, fakat bilgisayarına göbek deliğinden çıkan bir kablo ile bağlı yaşayan, bilgisayarı başındaki koltuğa o kadar yapışmış olan ki koltuğu ancak ameliyat ile vücudundan ayırabileceğimiz Meren kişisi bu planlarımı “napıcaz iki gün oralarda, sıkılırız, İnternet yok bişi yok” diyerek geçiştiriyor.

Yani, sevgili okuyucu, beni tanıyanlar bilir, kadınsı “triplerim” yok denecek kadar azdır ama utanarak itiraf ediyorum, bu adamı kampa çıkmaya ikna etmek için en sonunda duygu sömürüsü yöntemine başvurmak zorunda kaldım.

Öykünün bu noktasında iki hafta öncesine dönelim, hemen geri geleceğiz söz. Laboratuvarda, embriyoların fotoğrafını çekerken derinin şeffaf hale gelmesini ve kemiğin ön plana çıkmasını sağlayan bir bitki yağı kullanıyoruz: bilimsel ismi Metil Salisilat, halk dilinde keklik üzümü yağı (oil of wintergreen) diye geçiyor sanırım. Bu yağın kesif bir kokusu var, kötü kokmuyor ama kuvvetli ve ne zaman kullansam migrenim tutuyor. Ama hayatımı o kadar bilime adamışım ki sayın seyirciler, iki hafta önce 20-30 tane embriyoyu bu bitkisel yağa batırmış, mikroskopta incelemeye kendimi o kadar kaptırmışım ki, tutan migrenime aldırmadan saatlerce metil salisilatı soluyup durunca, benim bünye “dur bi zehirleniyim de görsün gününü” demiş. O akşam “kafam çatlarcasına migren” “şıp şıp su damlası sesinin kafaya çekiçle vuruluyor gibi etki yaratması” “eğiliyon bat dabanca, doğruluyon bat dabanca”* gibi deyişlerin gerçek anlamına nail olmak bir yana dursun, metil salisilat zehirlenmesinin diğer etkileri olan kusma, ciğerlerin tahriş olması gibi eğlencelerden de nasibimi aldım. (Dikkatsiz bir bilim insanıyım ve bu yaptığıma düpedüz enayilik denir, bir maske takabilir, bu işi lab aspiratörünün altında yapabilirdim, hiç durma söyle sevgili okurum, haklısın, diyecek bir şeyim yok).

Her neyse günlerce öksürdüm ve en sonunda, bir öksürük krizimin arasında nemli gözlerle Meren’e bakıp “Bu zavallı ciğerlerin temiz havaya ihtiyacı var, öhhhhhöööööö, kampa bile götürmüyosun beni, nasıl kocasın sen” diyerek tipik kadınsı bu naz cümlesini evrenin iyi ve kötü karmalarının eline bıraktım. Bir tavşan ürkekliği ile Meren’den gelecek cevabı bekledim. Halime acımış olacak, “Tamam karıcım, hadi bul biyer gidelim.” dedi.

Araştırmalarım sonucu Arkansas (Amerikalılar “Arkansağ” diye telaffuz ediyor) bize yakın en harika doğa sporu eyaletlerimizden biriymiş onu öğrendim, fakat hava bu aralar o enlemlerde soğuk olacağından, bir de iyi kamp yerleri arabayla en azından 9 saat sürdüğünden, Louisiana içinde 3,5 saat uzağımızda, Ulusal Kisatchie Ormanı’nın (mihteşem mi mihteşem) Kincaid Gölü’nde karar kıldım.

Kamp etkinliğimizin ayrıntılarını Meren yazmış. Ben işin doğa yürüyüşü kısmına odaklanmak istiyorum. İngilizcesi “hiking” olan bu etkinlik için, ABD’de çeşitli uzunluklarda patikalar mevcut (trail). Patikalar çoğunlukla ABD Tarım Bakanlığı Orman Müdürlüğü (USDA Forest Service) tarafından belirlenen ulusal doğa alanlarında bulunuyor. Yaşadığınız eyalette bulunan orman, kamp alanı, piknik alanı, patika vesaire bilgilerine bu kurumun hazırladığı web sitelerinden ulaşabiliyorsunuz. Mesela bizim gittiğimiz yerin sitesi burada.

Kamp alanının girişine vardığımızda, yol ortasında küçük bir kulübe vardı ve kulübede bir görevli yoktu. Fakat kamp için tarifeler (karavan ve çadır için ayrı) yazıyor, ödemeyi orada bulunan zarflar ile nasıl yapabileceğimiz anlatılıyordu. Burada ayrıca kamp alanının ve patikaların bir haritası da vardı.

Biz “primitive camping” yapacağımızdan (yani su ve elektrik kullanmayıp sadece küçük bir açık alanı çadırımızla işgal edeceğimizden) bir günlük ücret 5 dolardı (bunun Avrupa’nın turistik yerlerinde 20 Euro’lara kadar ulaşabildiğini belirteyim).

Çadırımızı kurduk, ilk gün dinlenip bir şeyler okuduk. Ertesi gün öğlene doğru Kincaid patikasına çıktık. Bu benim bir grupla yapmadığım ilk uzun “hiking” deneyimim olacaktı; aslında o yüzden görece kısa bir patika seçtim zaten – 15 kilometre. Daha ileride çadırı da sırtlanıp birkaç gün süren patikaları denemeye niyetliyim. Mutluluktan delirecek gibi oldum. Yer yer gölün kenarından giden patika o kadar güzeldi ve kendimi o kadar hafiflemiş, dertlerden arınmış hissettim ki, bunu daha sık yapmak için gelecekte her türlü tribi atmaya hazır bir kıvama geldim (neyse ki Meren de keyif alıyordu). İlk seferde patikanın yarısını tamamladık, zira hem Meren’in bacağı ağrıyordu, hem de günün kalanını bir şeyler okuyup dinlenerek geçirelim, kalan kısmı da ertesi gün yürüyelim dedik.

Patikayla ilgili ayrıntılar: Patikayı işaretlemek için belli aralıklarla bazı ağaçlara o patika için belirlenen renkte çizgiler boyamışlar.

Aynı zamanda yer yer ne kadar yol aldığınızı gösteren ya da diğer patikalarla kesişen kısımlarda patikaları belirten işaretler var. Bunlar sayesinde bu işin tahminimden kat kat kolay olduğunu anlamış oldum (zira yolumuzu nasıl bulacağımız konusunda hiç fikrim yoktu).

Ertesi gün, güneşin doğuşuyla başlayan cıvıl cıvıl kuş sesleri ve rüzgarla hışırdayan yaprakların yarattığı doğal çalar saat bizi uyandırdığında, evde beni korkunç bir hiphop kanalıyla uyanmak zorunda bırakan radyolu çalar saatimi hatırlayıp içlendim.  Acaba ormanın ortasında uyanınca evrimsel bir nostalji mi yaşıyor insan? Her neyse, Meren bacağından dolayı pek iyi hissetmediğinden bana “hadi sen kalan kısmı kendin yürü” dedi. Ben de bir keçi gibi zıplaya zıplaya kalan kısmı yürüdüm (sadece 6 kilometre). Duraklamadan tempolu yürüyünce 1,5 saatte bitti.

Bu ilk patika yürüyüşünün amacı çantanın ağırlığı ne kadar olursa rahat oluyor, ne kadar hızlı yol alabiliyoruz onu belirlemekti. Daha sonra çok daha uzun patikaları yürümek için bize güzel bir deneyim oldu.

ABD’de kamp malzemeleri çok çeşitli ve ucuz. Propan tüple çalışan minik bir ocak, iç içe geçen küçük tavalar, hatta hatta bir de kahve demliği aldık. Hepsi de çok hafif ve çok işe yarar imişler. Çok memnun kaldık.

Bu arada İnternet’te araştırırken gördüm. İnsanların bu yürüyüşlerde çanta ağırlığını en aza indirebilmek için neler yaptıklarına bir örnek şu hamaklar:

Çadır+mat yerine bunu yanınızda taşıyorsunuz, ve akşam uyku vakti gelince iki ağaç arasına gerip içinde uyuyorsunuz.

Son olarak, bu doğa yürüyüşlerinin ve patikaların ne kadar çılgın boyutlara ulaşabileceğine bir örnek, ABD’nin ünlü Appalachian yolu – 3500 kilometre! Tabi ki tamamlamak aylar sürüyormuş.

“Kim bilir belki bir gün” diyorum :)

* Annanemin kulak iltihabı geçirdiği bir zaman kulağındaki ağrıyı tarif etmek için sarfettiği tarihi cümle.

  • Share/Bookmark

Permalink

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir