osmanlı mebusan meclisi neden kapatıldı / Abdülhamid Meclisi Mebusanı neden kapattı? - seafoodplus.info

Osmanlı Mebusan Meclisi Neden Kapatıldı

osmanlı mebusan meclisi neden kapatıldı

II. Abdülhamit Mebusan Meclisini süresiz olarak kapattı ve Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu.

Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Tir-i Müjgan Kadın Efendi
Doğum Yeri: İstanbul (Eski Çırağan Sarayı)
Doğum Tarihi: 22 Eylül
Vefat Tarihi: 10 Şubat
Saltanat Tarihi: –
Saltanat Süresi: 33 Yıl
Kabrinin Bulunduğu Yer: İstanbul (Divanyolu, seafoodplus.info Türbesi)

Sultan Abdülmecit’in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecit’in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi Abdülhamid’i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamid’in eğitimiyle de yakından ilgilendi. Abdülaziz yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamid’i de beraberinde götürdü.

Amcası Abdülaziz’in ’da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat’ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla görevden alınarak Çırağan Sarayı’na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos ’da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp’te kılıç kuşandı. Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa’yı sadrazam yaptı.

33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan ’da tahttan indirildi, 3 yıl Selanik’te bir konakta ev hapsinde tutulduktan sonra ’de İstanbul’a Beylerbeyi Sarayına getirildi. 10 Şubat ’de de İstanbul’da vefat etti. Büyükbabası için Divanyolu’nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi’inde yatmaktadır.
Fiziksel Görünümü ve Kişiliği

Sultan Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Güçlü bir zekası vardı ve kültürlü bir padişah olarak yetişti. Çok güçlü bir hafızaya sahiptir. Bir gördüğünü bir daha unutmazdı. Açık ve net bir konuşması vardı. En önemli özelliklerinden biri, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlemesiydi.

Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:

“Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm seafoodplus.info camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı.Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus”i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen,” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi.”

Sultan Abdülhamid çalışkan bir padişahtı. Günde muntazam saat çalıştığı söylenmektedir. Kendisini devlet işlerinde görevli sayıp, çalışma saatleri dışında usta bir marangoz olarak atölyesinde çalışmıştır. Ayrıca Sultan gençliğinde at binme, yüzme, atıcılık gibi sporlara merak duymuştur. Tiyatro ve operaya da büyük ilgi duyardı. Yıldız Sarayı’nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi. En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedric Schiller’in Haydutlar adlı eseridir.. La Traviata, Aida, Karnım, Faust, Maskot en sevdiği operalardandır.
Kitap Koleksiyonu

Abdülhamid matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirtip kaliteli divan eserleri bastırmıştır. Mesela Cem Sultan Divanı’nı mükemmel bir şekilde bastırıp bazı nüshalarını İngiltere’ye, Almanya’ya ve Amerika’ya göndertmiştir.

Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid’in 2 ile 5 bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı ve bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kaybolmuştur. Sherlock Holmes’un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmiştir. Abdülhamid Yıldız Sarayında çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu.
Hakkındaki Beyanlar

Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Sultan Abdülhamid’e karşı olan Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını aşağıdaki şiirleri ile dile getirmişlerdir.

“Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi Padişahına.”

Rıza Tevfik
“Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz.”

Süleyman Nazif

“Dünyanın son hükümdarı , son evrensel imparator seafoodplus.infoülhamid Han’dır.” İlber Ortaylı

“Abdülhamid’in idare tarzı azami müsamahadır.” Atatürk

Beylerbeyi Sarayı’nda hapis olan sabık sultanı ziyaretten dönerken Talat Paşa’ya ağlaya ağlaya şu itirafta bulunur: “Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek.” Enver Paşa,
Saltanatı Dönemi

Tahta Çıkışı

Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı Devleti büyük bir bunalım içindeydi. ’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra Saray ile Babıali arasındaki çekişme alevlenmiş, ’te Devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek Muharrem Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya’nın başını çektiği Pan-Slavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilanı fikri tartışmaya açılıyordu.

Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık ’da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Âyan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart ’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmıştı. Ama egemenliğin kaynağı gene padişahtı.Abdülhamid, Kanun-i Esasi’nin maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı.

Abdülhamid tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusyası Osmanlılara bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da Tersane Konferansı’nı toplayarak Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devletinden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamid siyasal bir manevrayla 23 Aralık ’da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisi’nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılıyor, Mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.

II. Abdülhamid iç ve dış baskılar yüzünden meşrutiyeti ilan etmiş ve Mithat Paşa’yı sadrazam yapmıştı. Bundan dolayı ilk işi de, meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne göndermek oldu. Ardından Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek Haziran ’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını da durdurdu. Ocak ’de meclisi yeniden topladıysa da kendisine mecliste yöneltilen eleştiriler üzerine 13 Şubat ’de meclisi kapattı. Ama hiçbir işlevi olmayan Âyan Meclisi’ne dokunmadı. Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.
93 Harbi

Rusya’nın Balkanlarda ıslahat için verdiği tekliflerin 10 Nisan ’de İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddi üzerine “93 Harbi” olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı çıktı. Osmanlı kamuoyunun zafer bekleyerek girdiği savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi ağır yenilgiye uğratarak, doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile İstanbul surlarına kadar Trakya’yı işgal ettiler. Mebusan Meclisinde hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid meclisi 18 Şubat ’de süresiz olarak kapattı. Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu.

Osmanlı-Rus Savaşı, 3 Mart ’de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos (Yeşilköy)’de karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devletinin fiilen Rusya’nın egemenliğine girmesini öngören bu antlaşmaya, Rusya’nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan öbür Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz ’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya’nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verildi, Bulgaristan’da da Almanya ve Avusturya himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.
Ayastefanos Antlaşması

II. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen Mithat Paşa, Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen Osmanlı-Rus savaşı, Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Rus orduları başkomutanı Grandük Nikolay Nikolayeviç, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart ’de İstanbul’un Yeşilköy semtinde ağır koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre;

– Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacak.
– Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
– Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
– Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya’ya verilecek.
– Teselya Yunanistan’a bırakılacak.
– Girit ve Ermenistan’da ıslahat yapılacak.
– Osmanlı Devleti Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.
Toprakları Elde Tutma Dönemi

Berlin Kongresi Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı Devleti’nden bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. ’de Maraş’a bağlı Zeytun’da, ’de ise Siirt’e yakın Sason’da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. ’te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul’da Ermeni örgütlerinin Kumkapı’da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu’da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi.

yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle “Ermeni katliamı” olarak değerlendirildi; liberal Avrupa basınında Abdülhamid aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu. Fransız Akademisi üyesi tarihçi Albert Vandal, ilk defa Abdülhamid hakkında Le Sultan Rouge (Kızıl Sultan) lakabını kullandı.

yılında, Girit’in Yunanistan’a ilhakını isteyen Yunan hükümetinin Tesalya sınırında ihlallere girişmesi üzerine Osmanlı-Yunan Savaşı çıktı. Mayıs tarihinde Dömeke’de yapılan muharebede Yunan ordusu kesin bir yenilgiye uğradı. Avrupa devletlerinin müdahalesi ile mütareke yapıldı. Tesalya sınırındaki bazı değişiklikler dışında savaştan önceki sınırlara dönüldü. Yunanistan Osmanlı Devleti’ne 4 milyon lira savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

İttihatçılar tarafından Abdülhamid dönemine “İstibdat Dönemi” (devr-i istibdâd) adı verilir.
Sıkıyönetim Dönemi

II. Abdülhamid Meclis’i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. Meraklı olduğu Sherlock Holmes dedektif hikayelerinden ve amcasının esrarengiz bir şekilde ölmüş olmasından da etkilenen Abdülhamid yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu. Çok sayıda hafiye’den oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid’in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid’e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, zaman zaman sıradan insanların veya aydınların hapse atılmalarına veya sürgüne gönderilmelerine neden oluyorlardı.

Abdülhamid’in sıkıyönetim dönemi her ne kadar demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmadıysa da bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti’nin ömrünü yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:

Düvel-i Muazzama’nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür. İcra`yı baskı altında tutan bir meclis vardı. Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya’nın Yunanistan’a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.

üyeden sadece kadarının Türk asıllı olduğu düşünülürse, gayrimüslimlerin bu meclis üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılabilir. Bu meclis ile Berlin Andlaşması imzalansaydı, Balkanlarda kurulan yeni devletler kadar Anadolu’da ve Ortadoğu’da yeni devletler kurulması ihtimali mevcuttu. Almanya Şansölyesi Bismark bu konuda aşağıdaki sözleri ifade etmişti:

“Biz, Berlin Antlaşmasını, Osmanlı Devleti’nin lehine olsun diye yapmıyoruz; sadece Ayastefanos Antlaşması Avrupalı Devletlerin aleyhine olduğu için buradayız.”

II. Abdülhamid, Meclis’in, bağımsız Ermenistan, Pontus ve Kürdistan gibi devletlerin kurulmasını tartıştığını görünce, 13 Şubat ’de Meclisi fesh etti. Bu hareketini, Alman Şansölyesi Bismark şu sözüyle tasvip etmiştir:

“Bir devlet millet-i vâhideden (tek bir milletten) mürekkep olmadıkça (oluşmadıkça), meclis faydadan ziyade zarar verir.”

Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Murat’ı Padişah, Mithat Paşa’yı sadrazambaşbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi ‘yi tahrik ederek tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid’in hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti.
İkinci Meşrutiyet

Abdülhamid’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. ’da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. ’de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bunun üzerine, Abdülhamid 24 Temmuz ’de anayasayı kardeş kanı dökülmesin diye yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık ’de açıldı.

Artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının kışkırtmaları sonucunda, 13 Nisan ’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23/24 Nisan gecesi İstanbul’a girerek ayaklanmayı bastırdı.

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya savaşlarına girdi. Üç savaşta da yenilgiyle ve toprak kayıplarıyla çıktı. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık ’de parlamentoyu kapattı.
31 Mart Ayaklanması ve Tahtan İndirilişi

12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti.

Abdülhamid, olayların başlama sebebini hatıratında şu şekilde anlatır:

“Vekâyi’ın(olayların) ve acemi bir idârenin hergün bir sûretle izhâr ettiği mevâdd-ı müşte-ıle(tahrik edici hususlar) elbette infilâk edecekti. Hatta 31 Mart’a kadar te’hîri bile şâyânı-ı hayrettir. Hiçbir kimseye hesap vermek mecburiyetinde bulunmadığım bir zamanda, ma’a’l-kasem(yemin ederek) te’mîn ederim ki ben bir fenalık olmamasına elimden geldiği kadar çalıştım. Tehlikenin te’ehur-i vuku’unda(gerçekleşmesinin gecikmesinde) bu mesâ’î-i hayır-hâhânenin dahli bulunduğunu zannederim.”

Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul’dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamid yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.

İstanbul’da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi.Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu seafoodplus.infonmacılar 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.

Diğer bir iddiaya göre 31 Mart ayaklanmasını İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid’e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatları tertip ederek Abdulhamid’i tahttan indirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Abdulhamid’in tahttan inmesiyle Yahudiler Filistin’de toprak satın alma izni almışlardır. İttihad Terakki ise hiçbir etkisi olmayan padişah Vahidettin sayesinde yönetime tamamen hakim olmuştur. Abdulhamid’ten sonra imparatorluk hızlı bir parçalanma sürecine giderek İngiltere’de istediğini elde etmiş oldu.

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanıharpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’ın 27 Nisan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed’in geçirilmesini kararlaştırmasıydı.Ayrıca II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik’te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamid’i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.

Abdülhamid, Selanik’ten gelen Hareket ordusuna karşı herhangi bir direniş göstermedi. Kendi hatıratında bunu kardeş kanı dökülmesin diye yaptığını yazar. Oysa Osmanlı Paşaları bu toplama orduyu rahatlıkla geri püskürtebileceklerini padişaha arz etmişlerdi.
II. Abdülhamid’in Projeleri

Gerçekleştirdiği Projeler

Eğitim Alanında

İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir kişi olan Abdüllatif Subhi Paşa’nın ilk defa bir kız sanat okulu açma teşebbüsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenmesi üzerine Abdülhamid, “Sen mektebi aç, ben arkandayım”, diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvik etmiştir.
Ulaşım Alanında

Büyük ölçüde gerçekleşen projelerden birisi Hicaz Demiryolu’dur. Bu proje Almanların finanse edip Haydarpaşa-Ankara arasında gerçekleştirdikleri Bağdat Demiryolu’nun aksine, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam âleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir. Sirkeci ve Haydarpaşa garları Abdülhamid’in yaptırdığı önemli binalardır. Haydarpaşa Garı’nın yapımına 30 Mayıs ’da başlanmıştır.

II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu’yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. yılında getirilen bir sistemle halkın kara yollarının yapımına katılması sağlanmıştı. Buna göre yaş arası erkek nüfus ile her hanenin sahip olduğu yük ve araba hayvanları senede 4 gün yol inşaatında çalışacaktı. Bu sayede inşaatın hızla bitirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Doğubeyazıt-İran kara yolu () haricinde 12 bin kilometrelik bir güzergâha sahip Samsun-Bağdat şosesi yılma kadar tamamlanmıştı. Açılan yollar Samsun’a göçü başlatmış ve bu şehrin önemli ölçüde büyümesi Abdülhamid döneminde olmuştur. Bursa için de durum böyledir. Hem şehir içi, hem de şehirler arası yollarla Bursa, yeniden bölgenin önemli bir kara yolu kavşağı haline gelmiştir.
İletişim Alanında

İlk olarak ’de Posta Telgraf Teşkilatı konuya daha etkenlik kazandırmak amacı ile aynı isimle bakanlık haline getirildi. Ayrıca 27 Haziran ’de Posta Telgraf Teşkilatında ilk defa bir “havale kalemi” devreye sokulmuş, 30 Mayıs ’de Şehir Postaları kurulmuş, 30 Ağustos ’de ise postaların yerine daha hızlı ulaşabilmesi için demiryolları (o zamanki adı Şark Şimendiferleri) şirketiyle özel bir anlaşma yapılmıştır. Telefon ise Avrupa’da kullanılmaya başlandığı tarihten () sadece 5 yıl sonra, yani ’de İstanbul’a getirilmiş ve sınırlı da olsa istifadeye sunulmuştur. Telgraf hatları döşenmesine onun zamanında hız verilmiş, hatta bu hatların her birinde meteorolojik gözlemler yapılması için talimat verilmiştir. Böylece telgraf hatlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, hatların ulaştığı noktalardaki hava durumunun merkeze bildirilmesi imkân dahiline girmekte, böylece bu çabalar çağdaş ‘hava durumu’ raporlarımızın başlangıcını oluşturmaktadır.
Sağlık Alanında

yılında halen faaliyette olan Şişli Etfal hastanesini kurdu.
Sosyal Yardımlaşma

25 Mart tarihli fermanıyla Okmeydanı’ndaki Darulaceze’yi kurdurmuştur.
Gerçekleştiremediği Projeleri

II. Abdülhamid yüzyılın başlarında İstanbul’da Haliç’e, dahası Boğaziçi’ne birer köprü yaptırmayı düşünmüştür ve bunun için de çeşitli projeler hazırlatmıştıseafoodplus.infoan Arnoden adlı Fransız mimarın tarihinde bir, Boğaziçi Demiryolu Kumpanyası’nın iki Boğaz köprüsü projesi, gerçekleştirilememiş olsa da, en azından belgeleri, çizimleri, resimleri bulunmakta ve o devirde İstanbul’un geleceğini öngören yoğun altyapı çalışmalarına girildiğinin işaretleri görülmektedir.

Gerçekleşemeyen ama projesi çizdirilen, fizibilitesi çıkartılan ve ihalesi yapılarak inşasına başlanan projelerden birisi de Yemen Demiryolu’dur. Raporu ’de o zamanlar Yemen Valisi olan (sonradan Sadrazam) Hüseyin Hilmi Paşa vermiş ve yılında inşasına başlanmıştır. Ancak İtalyan kuvvetlerinin Yemen’deki Cibana limanını topa tutmasıyla çalışmalar durmuş ve proje iptal edilmiştir.

Sultan seafoodplus.infoülhamid'in Istanbul Boğaz Köprüsü Projesi - seafoodplus.info

Sultan seafoodplus.infoülhamid’in Yaptırmayı Düşündüğü Boğaz Köprüsü Projesi

Döneminde Yapılan Mimari Eserler

Kültür, sanat ve mimari gibi konulara önem veren bir padişah olan Abdülhamid döneminde, özellikle yabancı mimarların faaliyetleri göze çarpar. II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde yerli ve yabancı mimarların yaptıkları mimari çalışmalardan bazıları şunlardı;

İstanbul Arkeoloji Müzesi
Eski Şark Eserleri Müzesi
Yüksek Ticaret Merkezi
Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi
Düyun-ı Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası
Karaköy Palas İş Hanı
Maçka Palas
Ankara İş Bankası
İstanbul Maçka İtalyan Sefareti
Tarabya İtalyan Sefareti
Haydarpaşa Garı
Sultanahmet’de Alman Çeşmesi
Sirkeci Garı
Kütahya Ulu Camii
İstanbul Yıldız Hamidiye Camii
Cihangir Camii
Beyazıt Devlet Kütüphanesi (Kütübhane-i Umumi-i Osmani)

Sultan seafoodplus.infoülhamid'in Tuğrası - seafoodplus.info

Sultan seafoodplus.infoülhamid’in Tuğrası

İkinci Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Parlamentosu’nun Denetim İşlevi

        Parlamenter yönetim, yasama ile yürütme ilişkilerine uyum ve denge getirme temeline dayanan bir sistemdir. Bu sistemin üç ana unsuru vardır: Birincisi, bir veya iki meclisten oluşan seçilmiş bir parlamento, ikincisi kral veya başkan statüsünü de haiz bulanabilecek sorumsuz bir devlet başkanı, üçüncüsü ise devlet başkanı tarafından meydana getirilen ve siyasî bakımdan parlamentoya karşı sorumlu olan kabinedir.[1]

         

        Kabinenin parlamento üzerindeki yetkileri; meclisi toplantıya çağırmak, gerektiğinde meclisi feshederek yeni seçimlere gitmek, kanun teklifinde bulunmak ve güvenoyu istemek şeklinde özetlenebilir. Buna karşın parlamentonun da kabine üzerinde murakabe hakkı ve görevi vardır. Bu murakabe yaptırımı ise kabinenin veya bakanların parlamento önündeki sorumluluğudur. Parlamento, hükümetin tüm faaliyetlerini ve iktidarı kullanışını denetler, yasal olmayan ve sakıncalı görünen icraat ve kararlarına karşı, hukukî olarak sahip olduğu kontrol ve denetim mekanizmalarını harekete geçirir.

         

        Parlamentoların kabineleri denetleme ve kontrol vasıtaları; soru, gensoru, meclis araştırması, meclis soruşturması ve genel görüşmedir. Bunlar arasında soru önergeleri dolaylı etki eden bir murakabe vasıtasıdır. Daha çok kamuoyunun dikkatini belli bir noktaya çekerek, kabineyi veya kabinenin bir üyesini parlamentonun ve kamuoyunun tenkit nazarı altına almaya matuftur. Netice itibariyle sadece bir parlamento üyesinin, kabineden veya kabinenin bir üyesinden bilgi istemesinden ibaret olan bir denetleme vasıtasıdır. Gensoru ve meclis araştırması ise soru önergesinin aksine, neticeleri itibariyle hükümeti veya üyelerini doğrudan etkileyebilen murakabe vasıtalarıdır. Zira bunların sonucunda verilebilecek bir güvensizlik oyu ile kabine veya bazı üyeleri görevden düşebilmektedir. Meclis soruşturması yoluyla da ilgili bakanın veya başbakanın Yüce Divan’a gönderilmesi mümkündür.[2] Parlamentonun bu denetim mekanizmalarını kullanması karşısında iktidar daha dikkatli, ölçülü ve yasal sınırlar içinde davranmak zorunda kalır. Kısaca parlamenter denetim, iktidarın keyfiliğe kaçması ihtimali önündeki en büyük engeldir. Dolayısıyla parlamenter denetimin sağlıklı işlemesi, parlamenter rejimin ve demokrasinin sağlıklı yürümesiyle doğru bir orantı içindedir.

         

        Makalemizin konusu olan İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde[3] II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat ve VI. Mehmet Vahdettin olmak üzere üç padişah görev yapmış ve 23 hükümet kurulmuştur.[4] Yine bu devirde Mebusan Meclisi dört yasama döneminde faaliyet göstermiştir. Birinci yasama dönemi 17 Aralık tarihinde başlamış ve Mebusan Meclisi’nin feshedildiği 18 Ocak tarihinde sona ermiştir. Bu yasama döneminde toplam birleşim gerçekleştirilmiştir. İkinci yasama dönemi ise yaklaşık dört ay sürebilmiştir. 18 Nisan tarihinde başlayan dönem, 5 Ağustos tarihinde Meclis’in süresiz olarak kapatılmasıyla sona ermiştir. Bu tarihler arasında 47 birleşim gerçekleştirilmiştir.

         

        Üçüncü yasama dönemi, 14 Aralık tarihinde başlamış ve 21 Aralık tarihinde Meclis’in feshedilmesi ile sona ermiştir. Meclis’in Üçüncü Yasama Dönemi en uzun yasama dönemi olmuştur. Bunun sebebi de Kanun-ı Esasi’nin yılında değiştirilen maddesi gereği savaş nedeniyle yasama döneminin bir yasama yılı daha uzatılmış olmasıdır.[5]  Bu dönemde toplam birleşim gerçekleştirilmiştir.

         

        Osmanlı Devleti’nin parlamenter hayatının son ve dördüncü yasama dönemi 12 Ocak tarihinde başlamıştır. Ancak bu dönem fazla sürmemiştir. Mebuslar, işgal kuvvetlerinin İstanbul’a girmesinden dolayı 18 Mart tarihinde, Meclis görüşmelerini erteleme kararı almış ve Mebusan Meclisi bir daha da açılamamıştır. 11 Nisan tarihinde de feshedilmiştir.[6] Böylece, Osmanlı Devleti’nin parlamenter hayatı da fiilen sona ermiştir. Bu dönemde 24 birleşim gerçekleştirilmiştir.[7]

         

         

        İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin birinci yasama döneminde toplam mebus, ikinci yasama döneminde , üçüncü yasama döneminde toplam mebus görev yapmıştır.[8] Dördüncü yasama dönemi için yapılan seçimlerinde mebus seçilmiştir. Ancak 12 Ocak tarihindeki açılışa 72 mebus katılmıştır. [9]

         

        Parlamenter denetimin hukuki dayanağını oluşturan Kanun-ı Esasi’ye bakılacak olursa, 23 Aralık tarihinde ilan edilen Kanun-ı Esasi[10] genel olarak incelendiğinde, Meclis denetimi açısından Kanun-ı Esasisi’ndeki en önemli eksiklik, hükümetin meclise karşı sorumlu olmamasıydı.[11] Kanun-ı Esasi’de Mebusan Meclisi’ne, göreve başlarken ya da görev süresinde gensoru verme ve hükümeti düşürme yetkisi yani güvenoyu yetkisi verilmemiştir. Ayrıca hükümet ile meclis arasında herhangi bir konuda ihtilaf çıktığında padişah isterse kabineyi değiştirebiliyor, isterse Mebusan Meclisi’ni feshedebiliyordu (Madde 35). Her ne kadar hükümeti denetlemek kastıyla mebusların, nazırlardan soru sorma ve bir nazırın cezaî sorumluluğunu harekete geçirme hakkı olduğu görülse de, bu yetkinin de sınırlandırıldığı dikkati çekmektedir. Soruya muhatap olan sadrazam ya da nazır cevabını süresiz erteleyebildiği[12] gibi, Dîvân-ı Âli’ye gönderme kararı da ancak padişahın onayıyla kesinleşiyordu (Madde 31).

         

        Bütün bu olumsuz tablo karşısında meclis denetimi vasıtalarının Birinci Meşrutiyet Dönemi’nde pratik bir yararının olması beklenemezdi. Ayrıca meclisin, hükümeti denetlemesi kavramı muhalefet düzleminde gerçeklik kazanacağı da göz önüne alındığında, Birinci Meşrutiyet Parlamentosu’nda meclis denetim mekanizmalarının pratik bir yararının olmayacağı gayet açıktır.[13]

         

        Bununla birlikte İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde gerçek bir parlamenter sistem oluşturulması için yoğun çabalar harcanmıştır. Bu çabaların en önemlisi 21 Ağustos günü yapılan anayasa değişiklikleridir. Bu tarihte Kanun-ı Esasi’nin 21 maddesi değiştirilmiş, biri kaldırılmış ve üç yeni madde eklenmiştir. Bu yeni değişikliklerle daha meşrutî bir anayasa ortaya çıkmıştır. Hatta Kanun-ı Esasi’nin bu son şeklini Anayasası olarak adlandıran hukukçular bile bulunmaktadır.[14]

         

        ’da yapılan değişikler içinde meclis denetimi açısından en önemli değişiklik hükümet üyelerinin Mebusan Meclisi’ne karşı sorumlu hale getirilmiş olmasıdır. Artık vükelâ, hükümetin umumî siyasetinden müştereken ve kendi nezaretlerindeki işlerden de şahsen Mebusan Meclisi’ne karşı sorumlu olmuşlardır.[15] Bir nazır hakkında mecliste çoğunluğun oyu ile güvensizlik oyu verilirse, nazır görevinden düşecekti. Sadrazam hakkında güvensizlik oyu verilirse kabine iktidardan düşürülmüş olacaktı.[16]

         

        Parlamento denetimi, İkinci Meşrutiyet ve Kanun-ı Esasi hakkında bu genel bilgileri verdikten sonra İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde parlamento denetimine geçebiliriz.

         

        23 Aralık tarihinde ilan edilen Kanun-ı Esasi’nin parlamenter sisteme göre yapılandırılmamış olmasından dolayı, Birinci Meşrutiyet Dönemi’nde parlamenter sistem pek çok yönden eksik kalmış ve parlamento denetimi de hukuki dayanaktan yoksun kalmıştır. Bu olumsuzluğa rağmen Birinci Meşrutiyet Dönemi’nde mebuslar meclis denetimi açısından kendilerinden beklenmeyen bir performans göstermişlerdir. Mebuslar özellikle Meclis’in İkinci Dönemi’nde oldukça dikkate değer bir meclis denetimi gerçekleştirmişlerdir. Hatta Meclis-i Mebusan’ın tatil edilmesinde, mebusların özellikle Osmanlı-Rus Harbi ile ilgili denetimleri hayli etkili olmuştur. Meclis çalışmalarını izlemek için İstanbul’a gelen Times muhabiri White Morris’in 21 Mayıs tarihinde yazdıkları bunu açıkça göstermektedir: “Çoğu büyük şehri ilk defa gören, uzmanlıkları ve yüksek tahsilleri olmayan bu halkın içinden çıkmış vakur, gururlu milletlerine has azametleri olan pervasız adamlar, kürsüde o şekilde eleştiriler yapmaktadırlar ki, hayran olmamak mümkün değildir. Bunları görenler, hayatlarının parlamentoda geçtiğini zan ve tahmin ederler. Manzarayı görenler için eğer Türkiye’de parlamenter sistemin geçmişi olsa, millî iradenin tam ve eksiksiz gerçekleşeceğine hükmetmemek için sebep yoktur”.[17]

         

        Buna rağmen Birinci Meşrutiyet Dönemi’nde sistemli ve istikrarlı bir parlamenter denetimden söz edilemez. Zira Birinci Meşrutiyet’teki parlamenter denetim daha çok mebusların yetenekleri, cesaretleri ve o ana kadar kazandıkları bilgi birikimiyle sınırlı kalmıştır.

         

        Parlamenter denetim açısından, İkinci Meşrutiyet Dönemi daha sistemli ve istikrarlıdır. Zira yılında Kanûn-ı Esâsî’de yapılan değişikliklerle, parlamenter sistem oldukça demokratik bir yapıya kavuşturulmuş, yasamanın önündeki birçok engel kaldırılmış ve yürütme karşısında yasama kuvvetlendirilmiştir. Parlamenter denetim açısından en önemli değişiklik ise hükümetin meclise karşı sorumlu hale getirilmiş olmasıdır. Nazırlar, hükümetin genel siyasetinden müştereken ve kendi nezaretlerindeki işlerden de şahsen sorumlu olacaklardı. Birinci Meşrutiyet deneyiminden yararlanan ve yılındaki anayasal değişikliklerden destek alan mebuslar, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde dikkate değer bir parlamenter denetim gerçekleştirmişlerdir.

         

        Yasama Dönemleri açısından denetim vasıtalarına bakıldığında, İkinci Meşrutiyet’te en çok denetim aracı Birinci Yasama Dönemi’nde () kullanılmıştır. Bunun birinci sebebi, bu dönemde normal yasama süresinin neredeyse tamamlanmış olmasıdır. İkinci olarak, bu dönemde Meclis’in homojen bir yapıya sahip olmamasıdır. Zira bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti, mebusları tam olarak kontrol altına alamamıştır. Birinci Yasama Dönemi Parlamentosu, Türk Siyasî Tarihi’ndeki en demokratik ve özgür parlamentolardan biri olmuştur. Mebuslar yıllardan beri konuşamamanın ve idarecilerden hesap soramamanın hıncını birden çıkarmak istemiş ve bu dönemde sık sık soru ve gensoru önergeleri vermişlerdir.

         

        Birinci Yasama Dönemi’nde () 48 soru önergesi, gensoru önergesi, 16 araştırma önergesi, 4 soruşturma önergesi ve 2 genel görüşme önergesi verilmiştir. Bu dönemde denetim vasıtalarını kullanan mebuslar ağırlıklı olarak, kendi seçim bölgelerine ait konuları gündeme taşımışlardır. Bunlar arasında deprem, hastalıklar, halkın durumu, idarecilerin tayinleri ve yolsuzlukları öne çıkan konulardır. Bunun yanında Balkanların karışık durumu ve özellikle Arnavutluk İsyanı sık sık denetim vasıtalarının konusu olmuştur. Ayrıca bu dönemde Abdülhamit Dönemi idarecileri ile sadrazamlardan Kâmil Paşa, İbrahim Hakkı Paşa ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa hakkında meclis soruşturması açılması için önerge verilmiştir.

         

        İkinci Yasama Dönemi () ise denetim vasıtalarının en az kullanıldığı dönem olmuştur. Zira bu dönem dört ay gibi kısa bir süre devam edebilmiştir. Ayrıca bu dönemden başlayarak, yılına kadar devam edecek olan homojen bir meclis tablosu oluşmuştur. İttihat ve Terakki seçimlerinde baskı kullanarak neredeyse tamamen kendi taraftarlarından oluşan bir meclis meydana getirmiştir. Ayrıca iktidarları da İttihat ve Terakki’nin belirlemesinden dolayı, yürütme ve yasama birlikteliği oluşmuştur. Bu durum ise mebusların denetim vasıtalarını kullanmalarını büyük ölçüde engellemiştir. İkinci Yasama Dönemi’nde 4 soru, 1 gensoru ve 1 araştırma önergesi verilmiştir. Bu dönemde denetim vasıtalarının konusuna bakıldığında ise Arnavutluk İsyanı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan Halaskâr Zabitan Grubu’nun ön plana çıktığı görülmektedir.

         

        Üçüncü Yasama Dönemi’nin () özellikle ilk yılları, parlamenter denetim açısından çok hareketli değildir. Hâlbuki süre açısından Osmanlı Parlamento Tarihi’nde en uzun dönem Üçüncü Yasama Dönemi’dir. Çünkü savaş ortamında seçim yapılamayacağı düşünülerek, bu dönem bir yasama yılı uzatılmıştır. Bu dönemde denetim mekanizmalarının az işlemesinin sebeplerinden biri, yukarıda da değinildiği gibi, yasama-yürütme birlikteliğidir. İkinci sebebi ise bu dönemin Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlamasıdır. Bu dönemde 21 soru, 5 gensoru, 3 araştırma ve 2soruşturma önergesi verilmiştir. Bu dönemdeki denetim vasıtalarında tabii olarak savaş ile ilgili konular ön plana çıkmıştır.

         

        Dördüncü Yasama Dönemi () ise Meclis’in yaklaşık üç ay gibi açık kalmasına rağmen, denetim açısından oldukça hareketli bir dönem olmuştur. Bu dönemde 21 soru ve 2 soruşturma önergesi verilmiştir. Bu dönemdeki denetim vasıtalarının konularına bakıldığında ise işgal güçlerinin mezalimleri, sansür, idare-i örfiye, Dîvân-ı Harp kurulması gibi konuların ön plana çıktığı dikkati çekmektedir.[18]

         

        Meclislerde en çok kullanılan denetim vasıtası, kısaca bir veya daha fazla milletvekilinin bir konu hakkında hükümetten bilgi istemesi şeklinde tanımlanabilecek olan sorudur. Zira kullanımı en kolay bilgi edinme ve denetim aracıdır. Ancak İkinci Meşrutiyet meclislerinde durum böyle olmamıştır. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde gensoru önergesine karşılık, 94 soru önergesi verilmiştir. Bu durumun en önemli sebebi ise Kanun-ı Esasi’de ve Meclis-i Mebusan İçtüzüğü’nde soru önergesiyle ilgili bir kuralın olmamasıdır.[19] Mebuslar hukukî kayıttan yoksun olduğu için ilk başlarda soru önergesi ile sorulabilecek birçok konuyu, gensoru önergeleriyle sormuşlardır. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ilk soru önergesi 26 Ocak tarihinde verilmiştir. Meclis’in 17 Aralık tarihinde açıldığı düşünüldüğünde, ilk soru önergesinin yaklaşık kırk gün sonra verildiği görülür. Hâlbuki ilk gensoru önergesi Meclis’in açılmasından on bir gün sonra verilmiştir.

         

        Ayrıca hukukî kayıttan yoksun olduğu için soru önergeleri, mecliste aynı gensoru gibi işlem görmüştür. Soru önergelerinin kabul edilmesi için meclis oylamasına gerek olmadığı halde, İkinci Meşrutiyet’in ilk günlerinde soru önergeleri de aynı gensoru gibi Meclis tarafından kabul edilmiştir. Yine soru önergelerinin cevaplanmasından sonra, cevabın yeterliliğinin oylanmasına gerek olmadığı halde, soruya muhatap olan kişinin açıklamalarının yeterliliği oya sunulmuştur. Normal şartlarda şeklî eksikler dışında, soru önergesi reddedilememesine rağmen, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde 6 adet soru önergesi çoğunluğun kararıyla reddedilmiştir.

         

        Soru önergelerinin yasama dönemlerine göre dağılımına bakıldığında ise en çok soru önergesi Birinci Yasama Dönemi’nde verilmiştir. Bu dönemde 48 soru önergesi verilmiştir. Bunların 5’i Birinci Yasama Yılı’nda, 11’i İkinci Yasama Yılı’nda, 22’si Üçüncü Yasama Yılı’nda, 10’u ise Dördüncü Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        İkinci Yasama Dönemi’nde 4 soru önergesi verilmiştir. Bunlar da Birinci Yasama Yılı’nda verilmiştir. Zira birinci yasama yılı devam ederken meclis feshedilmiştir.

         

        Üçüncü Yasama Dönemi’nde 21 soru önergesi verilmiştir. Bunların 1’i İkinci Yasama Yılı’nda, 2’si Üçüncü Yasama Yılı’nda, 2’si Dördüncü Yasama Yılı’nda ve 16’sı da Beşinci Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        Dördüncü Yasama Dönemi’nde ise yine 21 soru önergesi verilmiştir. Bunlar da doğal olarak Birinci Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        Ancak Meclis’in açık olduğu dönem açısından bir karşılaştırma yapıldığında ise Birinci Yasama Dönemi’ndeki soru önergesi sayısının oldukça az olduğu dikkati çekmektedir. yılları arasında yaklaşık dört yıl devam eden Birinci Yasama Dönemi’nde 48 soru önergesi verilirken, sadece üç ay açık kalan Dördüncü Yasama Dönemi’nde 21 soru önergesi verilmiştir. Birinci Yasama Dönemi’nde bu kadar az soru önergesi verilmesinin temel nedeni, daha önce de değinildiği gibi, soru ile ilgili hukukî bir kaydın olmamasıdır. Mebuslar, Meclis’in açıldığı ilk zamanlarda hukukî kayıttan yoksun olduğu için soru yerine gensoruyu kullanmışlardır. Ancak zamanla gensoru ile soru arasındaki fark ortaya çıktıkça teferruata ait konular için soruyu, daha önemli konular için ise gensoruyu kullanmaya başlamışlardır. Nazırlar açısından bakıldığında ise en çok soru önergesi Dâhiliye Nazırları (30)ve hükümetin (23) cevaplandırması istemiyle verilmiştir. Kabineler açısından bakıldığında ise en çok soru önergesi 33 adet olmak üzere İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti () zamanında verilmiştir.[20]

         

        İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde verilmiş olan 94 soru önergesinden 84’ü kabul edilmiş ve 47’si de cevaplandırılmıştır. Bunun yanında soru önergelerinin 6’sı reddedilmiş, 2’sinin görüşülmesi ertelenmiş, 1’i geri alınmış ve 5’i de gensoruya dönüştürülmüştür. Verilen soru önergelerinden sadece iki tanesi yazılı soru, diğerleri sözlü sorudur.[21]

         

        Birinci Yasama Dönemi’nde mebuslar ağırlıklı olarak, kendi seçim mahallerine ait sorular sormuştur. Bunlar arasında deprem, halkın durumu, veba, kolera gibi hastalıklar, idarecilerin tayin ve yolsuzlukları gibi konular sayılabilir. Bunun yanında birçok defa Balkanlardaki karışık durum ve Arnavutluk’ta başlayan isyan hareketi de soru olarak sorulmuştur. Üçüncü Yasama Dönemi’nde ise tabiî olarak askerî konulara ait sorular sorulmuştur. Dördüncü Yasama Dönemi’nde ise işgal güçlerinin mezalimleri, sansür, idare-i örfiye, Dîvân-ı Harp ve azınlıklara ait konuların sorulduğu dikkati çekmektedir.[22]

         

        Parlamentonun denetim mekanizmaları içinde en etkilisi, “bir veya müteaddit milletvekilinin, hükümetten yahut muayyen bir bakandan, genel bir görüşmeye ve bunun neticesinde hükümetin veya ilgili bakanın siyasî mesuliyetini tazammun edebilecek bir karara müncer olacak şekilde, sözlü izahat talep” etmesinden ibaret olan gensorudur.[23] İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde toplam gensoru önergesi verilmiştir. Bu önergelerin ’ı Birinci Yasama Dönemi’nde verilmiştir. Bunların tanesi Birinci Yasama Yılı’nda, 20 tanesi İkinci Yasama Yılı’nda, 5 tanesi Üçüncü Yasama Yılı’nda ve 4 tanesi de Dördüncü Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        İkinci Yasama Dönemi’nde 1 tane gensoru önergesi verilmiştir. O da doğal olarak Birinci Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        Üçüncü Yasama Dönemi’nde ise 5 tane gensoru önergesi verilmiştir. Bu 5 önerge, Beşinci Yasama Yılı’nda verilmiştir.

         

        Dördüncü Yasama Dönemi’nde ise gensoru önergesi verilmemiştir.

         

         

        Görüldüğü gibi en çok gensoru, Birinci Yasama Dönemi’nde verilmiştir. Birinci Yasama Dönemi’nin de en fazla Birinci Yasama Yılı’nda gensoru verilmiştir ki, söz konusu Yasama Yılı’nda gensoru verilmiştir. Birinci Yasama Yılı’nın 17 Aralık tarihinde başlayıp, 21 Ağustos tarihinde sona erdiği düşünülürse, bu sekiz aylık sürede gensoru verilmesi oldukça dikkate değerdir. Ancak bu gensoruların hepsi gensoru mahiyetinde değildir. Daha öncede belirtildiği gibi, bu durum mebusların ilk başlarda soru yerine gensoruyu kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Ancak zaman ilerledikçe mebuslar soru ile gensoru arasındaki farkı anlamışlar ve teferruata ait konular için soruyu, önemli meseleler için ise gensoruyu kullanmışlardır. Zira Dördüncü Yasama Dönemi’nde hiç gensoru önergesi verilmezken 21 soru önergesi verilmiş olması bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunun yanında mebusların yavaş yavaş farklı fırkalara dâhil olması ve fırkaların görüşleri doğrultusunda hareket etmeleri de gensoru sayısını etkileyen faktörlerden birisidir. İttihat ve Terakki mebusları genellikle, destekledikleri hükümetlerin yıpranmasını önlemek için gensoru vermemişler, verilenlerin de kabul edilmesini önlemek istemişlerdir.[24]

         

        Gensoru önergelerinin içeriklerine bakıldığında ise şu başlıkların ön plana çıktığı görülür: Asayiş, isyanlar, memurların özlük hakları, deprem gibi felaketlere karşı alınan önlemler, idarecilerin ve memurların yolsuzlukları ve tayinleri, vergi uygulamaları, çeşitli adlî vakalar, unsurlar arası anlaşmazlıklar, ahalinin durumu, yol, liman, demiryolu, cami ve benzeri şeylerin inşası, insan, hayvan ve bitkilerde görülen çeşitli hastalıklar, ormancılık ve ziraatın durumu ve muhaliflere yapılan muameleler, hükümetlerin çeşitli icraat ve politikaları.[25]

         

        Gensoru önergeleri içinde sonuçları açısından en kayda değeri, Sadrazam Kâmil Paşa’nın kabinede yaptığı değişikliklerle ilgili olanıdır. Zira bu gensoru görüşmelerinde Türk Siyasî Tarihi’nde ilk olmak üzere, bir sadrazama güvensizlik oyu verilmiş ve sadrazam istifa etmek zorunda kalmıştır.[26] Türk Siyasî Tarihi’nde yılına kadar hiçbir hükümet gensoru neticesi düşürülmemiştir. Bu durum, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde parlamenter denetimin ne kadar sağlıklı işlediğinin en açık göstergesidir.

         

        Nazırlar açısından gensorulara bakıldığında ise en çok gensoruya Dâhiliye Nazırları (36), Maliye Nazırları (28), Sadrazamlar (24) ve Ticaret ve Nafia Nazırları (21) muhatap olmuştur. Kabineler açısından bakıldığında ise en çok gensoru önergesi 74 adet olmak üzere Kâmil Paşa Hükümeti () zamanında verilmiştir.[27]

         

        İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde verilen gensoru önergesinden ’i kabul edilmiş, 35’i reddedilmiş, 8’i çeşitli komisyonlara havale edilmiş, 1’i soruşturmaya dönüştürülerek şubeye havale edilmiş, 2’sinin görüşülmesi ertelenmiş, 2’si soruya çevrilmiş ve 3’de geri alınmıştır. Kabul edilen gensoru önergesinden 90’ı cevaplandırılmıştır.[28]

         

        Denetim vasıtalarından üçüncüsü “yasama organının; kanun koyma, yürütme organını denetleme veya yargısal nitelikteki yetkisi içine giren belirli bir konuda bilgi edinmek için kendi üyelerinden oluşan bir komisyon kanalıyla yaptığı inceleme”[29]şeklinde tanımlanabilecek olan meclis araştırmasıdıseafoodplus.info araştırması, Kanun-ı Esasi’de ve içtüzükte yer almamasından dolayı İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde de bir hayli tartışmaya sebep olmuştur.[30] Birçok araştırma önergesinin müzakeresinde meclis araştırmasının hukukî niteliği tartışılmıştır. Ayrıca hukukî boşluktan dolayı meclis araştırması, zaman zaman meclis soruşturması ile karıştırılmıştır. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde 20 araştırma önergesi verilmiştir. Bunların 16’sı Birinci Yasama Dönemi’nde, 1’i İkinci Yasama Dönemi’nde ve 3’ü de Üçüncü Yasama Dönemi’nde verilmiştir.

         

         

        Birinci Yasama Dönemi’nde verilen 16 araştırma önergesinden 7’si kabul edilmiş, 6’sı reddedilmiş, 2’sinin görüşülmesi ertelenmiştir. 1’nin sonucu ise belirsizdir. Kabul edilen 7 önergeden sadece ikisinin raporu Meclis gündemine gelmiştir. İkinci Yasama Döneminde verilen tek araştırma önergesi de kabul edilmiştir. Üçüncü Yasama Döneminde verilen 3 önergenin 1’nin görüşülmesi ertelenmiş, 2’si de geri alınmıştır.[31] 

         

        Bir diğer denetim vasıtası da hükümet üyelerinin görevlerine ilişkin suçlardan dolayı yargılanıp yargılanmamalarına karar verildiği meclis soruşturmasıdır. Meclis soruşturması Kanun-ı Esasi’de yer aldığı için, meclis araştırmasında olduğu gibi hukukî varlığı açısından bir tartışmaya yol açmamıştır. ’da ilan edilen Kanun-ı Esasi’de meclis soruşturması açık bir şekilde yer almıştır. Kanun-ı Esasi’nin maddeleri meclis soruşturmasına aittir. Bu maddelere göre bir veya daha fazla mebus icraatlarından dolayı vükelâdan (nazırlardan) biri hakkında soruşturma isteğinde bulunursa içtüzük gereğince, istekleri görüşülmek üzere üç gün içinde bir şubeye[32] gönderilir. Bu şubede, soruşturma açılması istenen kişi hakkında gerekli araştırma yapılır ve şikâyet olan nazırın ifadesine başvurulur. Şubece şikâyet kayda değer bulunursa, şubenin bu konuda hazırladığı kararname mecliste okunur, suçlanan nazır meclise davet edilir ve savunması dinlenir. Eğer meclise gelmezse yazılı savunması alınır ve hakkında oylama yapılır. Eğer Meclis’in “sülüsan-ı ekseriyet-i mutlakasıyla”[33] yargılanmasına karar verilirse, bu talebi içeren mazbata sadarete bildirilir ve padişahın iradesi üzerine suçlanan kişi Dîvân-ı Âli’ye (Yüce Divan’a) sevk olunur (Madde 31). Vükelâdan itham olunanların yargılanma usulleri ise özel kanunla tayin edilmektedir (Madde 32). Dîvân-ı Âli tarafından suçlu olduğuna karar verilen vükelâ “tebriye-i zimmet” (temize çıkma) edinceye kadar vekâletten düşmektedir (Madde 34).[34]

         

        Kanun-ı Esasi’nin maddeleri arası ise Dîvân-ı Âli’nin teşkiline aittir. Buna göre Dîvân-ı Âli otuz üyeden oluşmaktadır. Bunların onu Ayan’dan ve Şûra-yı Devlet’ten ve onu Temyiz Mahkemesi (Yargıtay) ve İstinaf Başkanlarından ve üyelerinden kur’a ile seçilerek, Ayan Dairesi’nde Padişahın izniyle toplanmaktadırlar. Divan-ı Âli’nin vazifesi, nazırları, Mahkeme-i Temyiz (Yargıtay) başkan ve üyelerini, padişah aleyhine suç işleyenleri ve devleti anarşiye ve tehlikeye atmaya teşebbüs edenlerin yargılamasını yapmaktır (Madde 92). Dîvân-ı Âli iki kısma ayrılmaktadır: Daire-i İthamiye ve Dîvân-ı Hüküm. Daire-i İthamiye dokuz üyeden ibaret olup, üçü Heyet-i Ayan, üçü Dîvân-ı Temyiz ve İstinaf ve üçü Şûra-yı Devlet üyesinden, Dîvân-ı Âli’ye alınacak üye içinden kur’a ile seçilmektedir (Madde 93). Daire-i İthamiye, şikâyet olunan kişinin suçlu olup olmadığına üçte ikilik bir çoğunlukla karar verir. Daire-i İthamiye’de olan üyeler ise Dîvân-ı Hüküm’de bulunamaz (Madde 94). Dîvân-ı Hüküm, yedisi Heyet-i Ayan ve yedisi Dîvân-ı Temyiz ve İstinaf ve yedisi Şûra-yı Devlet Reis ve üyesinden olmak üzere Dîvân-ı Âli azasının yirmi bir üyesinden oluşur. Bu daire, Daire-i İthamiye tarafından yargılama yapılmasına karar verilmiş davalar hakkında “aza-yı mürettebenin” üçte iki çoğunluğuyla, “kavanin-i mevzuasına” göre hüküm verir. Bu kararı “kabil-i istinaf ve temyiz” değildir (Madde 95).[35]

         

        İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde 8 soruşturma önergesi verilmiştir. Bunlardan 4’ü Birinci Yasama Dönemi’nde, 2’si Üçüncü Yasama Döneminde, yine 2’si de Dördüncü Yasama Dönemi’nde verilmiştir.

         

        Birinci Yasama Döneminde verilen 4 önergeden 3’ü kabul edilmiş, 1’i reddedilmiştir. Üçüncü ve Dördüncü Yasama Dönemlerinde verilen 2’şer soruşturma önergesi de kabul edilmiştir.

         

        Kabul edilen soruşturma önergelerinden sadece ikisi hakkındaki soruşturma tamamlanabilmiştir. Bunlar da Sait Halim ve Talat Paşa’nın Dîvân-ı Âli’ye sevkini içeren soruşturma önergesi[36] ile İstanbul Mebusu Salah Cimcoz Bey ve arkadaşlarının verdiği Ahmet Muhtar ve Kâmil Paşaların Dîvân-ı Âli’ye sevklerine dair soruşturma önergesidir.[37] Ancak her iki soruşturma raporu da Meclis-i Mebusan’da görüşülememiştir. [38]

         

        İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde verilen soruşturma önergelerinin konusuna bakıldığında genel olarak Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarındaki yenilgiler ve başarısızlıkların ön plana çıktığı görülmektedir.

         

        Hükümetin veya bir bakanın siyaset ve icraatı ile ilgili belirli bir konunun Meclis’te görüşülmesi şeklinde tanımlanabilecek olan genel görüşmeye ait Kanun-ı Esasi’de ve Meclis-i Mebusan İçtüzüğü’nde bir kural bulunmamaktadır.[39] Buna rağmen İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Birinci Yasama Dönemi’nde 2 genel görüşme önergesi verilmiştir.[40]

         

         

        Sonuç

         

        İkinci Meşrutiyet Parlamentosu’nun özellikle Birinci Yasama Dönemi’nde, parlamenter denetim oldukça sağlıklı işlemiştir. Mebuslar bütün denetim vasıtalarını hiçbir engel gözetmeden kullanmışlar, hükümet üyelerinden hesap sormuşlar, hatta bir sadrazamı iktidardan düşürmüşlerdir. Mebusların bu dönemde parlamenter denetim mekanizmalarını cesaretle kullanabilmelerindeki temel sebeplerden biri, bu dönemde oldukça özgür bir ortamın olmasıdır. Bu dönemdeki mebuslar, Türk Siyasî Tarihi’nin en bağımsız ve en özgür dönemlerden birini yaşamışlardır. Zira bu dönemde parti politikalarından ziyade bireysel politikalar ön planda olduğu için mebuslar kendilerini baskı altında hissetmemişler ve genellikle özgür iradeleri ile hareket etmişlerdir. İhtilali gerçekleştiren İttihat ve Terakki de bu dönemde mebuslar üzerinde tam bir etki kuramamıştır. Ancak bir süre sonra çeşitli partilerin kurulmasıyla, mebuslar dâhil oldukları partilerin fikirlerine göre hareket etmek zorunda kalmışlar ve nispeten bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Partileşmenin başlamasından sonra yasama ve yürütme ilişkileri, devletin iki organının karşılıklı vasfını büyük ölçüde yitirmiş ve iktidar ve muhalefet parti veya gruplarının mücadelesi haline dönüşmüştür. Dolayısıyla parlamento bir denetim kuvveti değil, denetim vasıtası olarak kullanılmaya başlanmıştır.

         

        Ayrıca 31 Mart Olayı’ndan sonra örfî idare (sıkıyönetim) ilan edilerek, muhalif ses ve fikirlerin sindirilmeye çalışılması da denetim vasıtalarının kullanımına olumsuz etki yapmıştır. Bunun yanında seçimlerde baskı unsurunun devreye girmesiyle İkinci ve Üçüncü Yasama Dönemi’nde parlamenter denetim vasıtalarının kullanımı nispeten durma noktasına gelmiştir. Zira İkinci ve Üçüncü Yasama Dönemlerinde, Meclisler neredeyse tamamen İttihat ve Terakki mebuslarından oluşmuştur. Hükümetlerin de İttihat ve Terakki desteğiyle iktidara geldiği hatırlanırsa, bu yasama-yürütme benzeşikliği denetim mekanizmaları üzerinde olumsuz bir etki yapmıştır. Ayrıca bu dönemlerin savaş yıllarına rast gelmesi parlamenter denetim üzerinde manevî bir baskı unsuru oluşturmuştur. Dördüncü Yasama Dönemi’nin de mütareke dönemine rastlaması dikkate alınırsa bu parlamentodan da parlamenter denetim açısından çok şey beklenemezdi.

         

        Bütün eksikliklerine rağmen Osmanlı Devleti’nde parlamenter rejimin temelleri atılmış ve bunun sonucu olarak da İkinci Meşrutiyet’in özellikle Birinci Yasama Dönemi’nde oldukça sağlıklı bir parlamenter denetim gerçekleştirilmiştir.[41]

         

         


        


        

          [1] Turan Güneş, Parlamenter Rejimin Bugünkü Manası ve İşleyişi, İstanbul , s. ; Bahri Savcı, “Parlamenter Rejimli Hükûmetin Unsurları”, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, IV, Sayı: 1, 2 ve 3, 4, (Ankara ), s. 25; Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilât Hukuku, İstanbul , s. ; Nadir Latif İslâm, Türkiye’de Gensoru ve Meclis Tahkikatı, Ankara , s. 5.


        

        [2] Ahmet Ali Gazel, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Parlamenter Denetim, Konya ,


        

        [3] İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin yılında başlayıp yılında bittiği genel kabul görmüşse de, Türk Parlamento Tarihi açısından bu sınırlama doğru değildir. Zira yılında açılan Son Osmanlı Mebusan Meclisi, Türk Parlamento literatüründe Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Dördüncü Yasama Dönemi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle makalede İkinci Meşrutiyet ile kast edilen dönem tarihleri arasını ihtiva etmektedir.


        

        [4] İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde kurulan hükümetlerin üyeleri ve programları için bk. Türk Parlamento Tarihi, Meşrutiyete Geçiş Süreci: I. Ve II. Meşrutiyet, I, Ankara , s.


        

        [5] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, II, İstanbul , s. Kanun-ı Esasi’nin maddesinde yapılan değişikliğin kabulü için bk. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (MMZC), Devre (Dev.): 3, İctima Senesi (İct. Sen.): 4, İnikad (İ.): 72, III, s.


        

        [6] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet , Ankara ,s.


        

        [7] İkinci Meşrutiyet Dönemi meclislerinin açılış ve kapanış tarihleri için bk. İhsan Ezherli, Türkiye Büyük Millet Meclisi () ve Osmanlı Meclisi Mebusanı (), Ankara , s.


        

        [8] Fevzi Demir, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri, Ankara ,


        

        [9]Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem , I, Ankara , s. Mahmut Goloğlu ise Son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne mebusun seçildiğini belirtmekte ve bunlara ait bir liste vermektedir. Bk. Goloğlu, age., s. ; Ezherli ise olduğunu kaydetmektedir. Ezherli, age., s.


        

        [10] Kanun-ı Esasi’nin maddeleri için bk. Suna Kili; A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, İstanbul , s.


        

        [11] Kanun-ı Esasisi’ndeki madde şöyleydi: “Vükelâ-yı devlet memuriyetine müteallik ahvâl ve icrââttan mesûldür”. Kabinenin meclise karşı manen bir mesuliyet altında olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Bunlardan biri olan İlhan Arsel, Kanun-ı Esasi’nin ve maddelerine göre bakanların manen meclise karşı sorumlu olduğunu savunmaktadır. Arsel, madde mucibince kabinenin düşmesi halinde siyasî mesuliyetin gerçekleşeceği fikrindedir. Buna örnek olarak da, yılında meclisin baskılarından dolayı İbrahim Edhem Paşa Kabinesi’nin düşmesini göstermektedir. Bkz. İlhan Arsel, “Birinci ve İkinci Meşrutiyet Devirlerinde Çift Meclis Sistemi Tecrübesi”, Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi, X, Sayı: , (Ankara ), s.


        

        [12] Kanun-ı Esasi’nin maddesi şöyleydi: “İstizah-ı madde için vükelâdan birinin huzuruna Meclis-i Mebusan’da ekseriyetle karar verilerek davet olundukta ya bizzat bulunarak veyahut maiyetindeki rüesa-yı memurinden birini göndererek irad olunacak suallere cevap verecek veyahut lüzum görür ise mesuliyetini üzerine alarak cevabını tehir etmek salahiyetini haiz olacaktır”. Kili-Gözübüyük, age., s.


        

        [13] Gazel, age., s.


        

        [14] Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul , s. Ancak bu değişikler sonucu dengenin yasama lehine bozulduğunu ve “Devlet içerisinde bir meclis diktatoryasına doğru ilk emarelerin” belirdiğini iddia edenler de bulunmaktadır. Arsel, agm., s.


        

        [15] Kanun-ı Esasi’nin tadil edilen 30 maddesi için bk. Kili-Gözübüyük, age., s.


        

        [16] Gazel, age., s. ; Kanun-ı Esasi’nin tadil edilen maddesi şöyledir: “İstizah-ı madde için vükelâdan birinin huzuruna Meclis-i Mebusanda ekseriyetle karar verilerek davet olundukta ya bizzat bulunarak yahut maiyetindeki rüesa-yı memurinden birini göndererek irad olunacak suallere cevap verecek yahut lüzum görür ise mesuliyeti üzerine alarak cevabının tehirini talep etmek hakkını haiz olacaktır. Netice-i istizahta Heyet-i Mebusanın ekseriyet-i arâsı ile hakkında adem-i itimat beyan olunan nazır sakıt olur. Reis-i vükelâ hakkında adem-i itimat beyan olunduğu halde Heyet-i Vükelâ hep birden sükut eder”. Kili-Gözübüyük, age., s.


        

        [17] Necdet Öklem, Meclisi Mebusanı, İzmir, , s. Benzer türden bir görüşü Enver Ziya Karal da aktarmaktadır. Karal, 14 Nisan tarihli Times gazetesinden şunları aktarmaktadır: “Osmanlı memleketlerinde mebuslar Meclisi kurmanın, istenildiği gibi olmayacağı sanılıyordu. Hâlbuki bunun tam aksi görüldü. Mebuslar görüşülen konularda tam bilgiye sahip görünmekte ve çok eski zamandan beri mevcut bir meclis için iftihar vesilesi olacak surette iş görmektedirler. Medeni cesarete gelince böyle genç bir meclis de az değil belki çoktur”, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VIII, Ankara , s.


        

        [18] Gazel, age., s.


        

        [19] yılında ilan edilen Kanun-ı Esasi’de ve yılında hazırlanan Dâhilî Nizamnamelerde (İçtüzüklerde) soru önergesine (sual takriri) ait bir kural bulunmamaktadır. Dolayısıyla Birinci Meşrutiyet Dönemi’nde soru önergelerine ait hukukî bir kayıt yoktur. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde de soru önergesiyle ilgili olarak Kanun-ı Esasi’ye bir madde eklenmemiştir. Soru önergesi ilk olarak, 12 Aralık tarihinde Meclis gündemine gelen içtüzük taslağında yer almıştır. Ancak bu taslağın soru önergesi ile ilgili kısmı görüşülemeden meclis feshedilmiştir. Soru, bir anayasa kuralı olarak, ilk defa Anayasası’nda yer almıştır. Gazel, age.,


        

        [20] Gazel, age, s.


        

        [21] Gazel, age., s.


        

        [22] Gazel, age., s.


        

        [23] Özbudun, age., s. 72; Gensoru (istizah) hem Kanun-ı Esasi’de ve hem de ilk Meclis-i Mebusan İçtüzüğü’nde (Nizamname-i Dahilisinde) yer almıştır. Kanun-ı Esasi’nin maddesi istizah (gensoru) ile ilgilidir. Bu maddeye göre, mebuslar çoğunlukla bir nazırın gensoru önergesini cevaplamak için meclise gelmesini isterse, nazır ya bizzat mecliste bulunacak ya da maiyetindeki memurlardan birini göndererek sorulacak sorulara cevap verecektir. Bununla beraber, nazır gerekli görürse sorumluluğu üzerine alarak cevabını erteleme hakkına da sahipti. Ayan Meclisi’ne ise gensoru hakkı verilmemiştir. Bkz. Gazel, age., s.


        

        [24] Önde gelen İttihatçılardan Hüseyin Cahit Bey, İttihat ve Terakki mebuslarının durumunu şöyle anlatır: “Fırka azaları Mecliste hükûmeti tenkit etmeyeceklerdi. Nazırlardan veya umumî surette hükûmetten soracakları bir şey varsa bunu evvela bir takrir halinde fırkaya vereceklerdi. Şikâyetlerini evvela Fırkaya anlatacaklardı. Fırka karar verirse bu şikâyet bir istizah takriri şeklinde Meclis-i Mebusana aksedecekti”, Hüseyin Cahit Yalçın, “Meşrutiyet Hatıraları ”, Fikir Hareketleri, Sayı: , (İstanbul ), s. ; İngiliz gazeteci P. Philip Graves de muhalefetin ve iktidarın Meclis’teki tutumlarını şöyle anlatır: “Muhalefet, bir çeşit eleştiri serbestliğine sahipti. İttihat ve Terakki Fırkası’nın Meclis Grubu bu eleştirileri karamsar bir sessizlik içinde dinler, arada sırada protesto eder, sonra liderleri kalkıp çoğunluğun görüşünü bir iki kelimeyle anlatır ve konuya göre ya oturumun kapatılması veya oylama yapılması teklifinde bulunurdu. Oylamaya geçildiğinde Meclis grubu, tek adam gibi hareket eder ve gelecek oturumda muhalefetle aynı komedi oynanıncaya kadar oturum kapatılırdı. Genel politikayı ilgilendiren konularda parti disiplini çok sıkı, yasama konularında ise gevşekti. Cavit Bey bile malî konularda hazırladığı kanun tasarılarının Meclis’te budanmasını engelleyemezdi”. P. Philip Graves,  İngilizler ve Türkler, (Tercüme: Yılmaz Tezcan), Ankara , s. İttihat ve Terakki mensubu Bağdat Mebusu İsmail H


Mebuslar Meclisi ne işe yarar?

İçindekiler:

  1. Mebuslar Meclisi ne işe yarar?
  2. Mebusan Meclisi nedir kısaca tanımı?
  3. Meclis-i Mebusan özellikleri nelerdir?
  4. Meclis-i Mebusan neden kapatılmıştır?
  5. Mebusan Meclisinin toplanmasına nerede karar verildi?
  6. Osmanlının ilk meclisi nedir?
  7. Son Osmanlı Mebusan Meclisi nedir?
  8. Mebusan ve Ayan Meclisi nedir?
  9. Meclis-i Mebusan ın II Abdülhamit tarafından süresiz kapatılmasının nedeni nedir?
  10. 2 Abdülhamit Osmanlı Mebusan Meclisi neden kapatıldı?
  11. Mebusan Meclisinin açılması kararı hangi kongre?
  12. Mebusan Meclisinin açilmasi kararı hangi kongre?
  13. Osmanlı Devletinde ilk meclis ne zaman toplanmıştır?
  14. Son Osmanli Meclis-i Mebusan i nasil toplandi?
  15. Son Osmanlı Mebusan Meclisinde meclis başkanı kim?
  16. Meclisi Ayan ın özellikleri nelerdir?
  17. II Abdülhamid Meclis-i Mebusan ı hangi savaş sonrasında süresiz tatil etmiştir?
  18. Son Osmanlı Mebusan Meclisi nasıl dağıldı?
  19. Mebusan Meclisinin açılması neye önem verildiğini gösterir?
  20. Mebusan Meclisinin açılması neden istendi?

Mebuslar Meclisi ne işe yarar?

Osmanlı Devletinin ilk meclisiolan Mebusan Meclisi23 Aralık tarihinde kuruldu. Yasama görevini ifa eden bu meclissultan tarafından yönetilse de padişahın yetkilerini sınırlıyordu.

Mebusan Meclisi nedir kısaca tanımı?

Meclis-i Mebusan, Osmanlı İmparatorluğu'nda, 23 Aralık tarihli Anayasa'ya (Kanuni Esasi) göre kurulmuş ve I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet dönemlerinde görev yapmış yasama organıdır.

Meclis-i Mebusan özellikleri nelerdir?

İki dereceli seçimler sonucu oluşan “Heyet-i Mebusan” veya bazen ifade edildiği gibi “Meclis-i Mebusan”, 69'u Müslüman ve 46'sı Gayrimüslim üyeden oluşuyordu. Mebusan Meclisi'nin üye sayısı her Osmanlı vatandaşına bir temsilci düşecek şekilde seçiliyordu. Seçim gizli oy ile yapılmaktaydı.

Meclis-i Mebusan neden kapatılmıştır?

Meclis-i Mebûsan ilk kez 13 Aralık 'de toplandı. 93 Harbi'nin getirdiği sorunlar nedeniyle 'de kapatıldı.

Mebusan Meclisinin toplanmasına nerede karar verildi?

Açılması 'de İstanbul'da toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanlığına seçilmedi. Hatta Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine de Felah-ı Vatan Grubu kuruldu.

Osmanlının ilk meclisi nedir?

İlk OsmanlıMebusan MeclisiPazartesi günü Dolmabahçe Sarayında Padişah II. Abdülhamit tarafından açılmıştır. Mebusan Meclisi'nin ilkreisi padişah tarafından atanan Ahmet Vefik Paşa'dır (Armağan, ).

Son Osmanlı Mebusan Meclisi nedir?

Osmanlı Meclis-i Mebusanı ya da VI. Meclis-i Mebusan, 12 Ocak - tarihleri arasında görev yapan son Osmanlı Meclis-i Mebûsanı'dır.

Mebusan ve Ayan Meclisi nedir?

Ayan Meclisiya da Heyet-i Ayan, Osmanlı Devleti'nin Meşrutiyet sistemi içinde bir Senato veya bir Üst Kamara benzeri bir kurum olup, Meclis-i Mebusan(seçilmiş milletvekilleri) ile birlikte Meclis-i Umumî'yi (Genel Meclis) meydana getiren ve 23 Aralık tarihli Kanûn-ı Esâsî'ye (Anayasa) göre kurulmuş yasama

Meclis-i Mebusan ın II Abdülhamit tarafından süresiz kapatılmasının nedeni nedir?

Ardından Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 'de Meclis-i Mebusan'ınçalışmalarını da durdurdu. MebusanMeclisinde hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid meclisi'de süresizolarak kapattı.

2 Abdülhamit Osmanlı Mebusan Meclisi neden kapatıldı?

II. Abdülhamidiç ve dış baskılar yüzünden meşrutiyeti ilan etmiş ve Mithat Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Bundan dolayı ilk işi de, meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa'yı sürgüne göndermek oldu. Ardından Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 'de Meclis-i Mebusan'ın çalışmalarını da durdurdu.

Mebusan Meclisinin açılması kararı hangi kongre?

MİSAK-I MİLLİ KARARLARI()

Mebusan Meclisinin açilmasi kararı hangi kongre?

Erzurum ve Sivas kongreleri kararları Mebusan Meclisitarafından da kabul edilmiştir. Misak-ı Milli'nin kabul edilmesi ile İtilaf Devletleri İstanbul'u işgal etmiş ve Mebusan Meclisibasılmıştır ().

Osmanlı Devletinde ilk meclis ne zaman toplanmıştır?

Ülke genelinde seçilerek İstanbul'a gelen mebusların sayısı 69'u Müslüman ve 46'sı Gayrimüslim olmak üzere 'tir. İlk OsmanlıMebusan MeclisiPazartesi günü Dolmabahçe Sarayında Padişah II. Abdülhamit tarafından açılmıştır.

Son Osmanli Meclis-i Mebusan i nasil toplandi?

Son Osmanlı MeclisiAmasya Görüşmeleri'nde alınan kararlar üzerine 'de İstanbul'da toplandı. Meclisteİstanbul Hükümeti ve Anadolu halkını temsil eden milletvekilleri bulunuyordu.

Son Osmanlı Mebusan Meclisinde meclis başkanı kim?

tarihinde son Osmanlı Mebusan Meclisi çalışmalara başladı. tarihinde yapılan 5. toplantıda İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet Bey Meclis Başkanlığı'na getirildi. tarihli meclis toplantısının ikinci birleşiminde Milli And (Misak-ı Millî) görüşüldü.

Meclisi Ayan ın özellikleri nelerdir?

Âyan(toplumun önde gelenleri) Meclisiüyelerini Padişah seçerdi ve sayıları mebusların (Milletvekili) üçte birini geçmezdi. Âyanın başkan ve üyeleri güvenilir, itibarlı ve 40 yaşını geçmiş kimseler olurdu.

II Abdülhamid Meclis-i Mebusan ı hangi savaş sonrasında süresiz tatil etmiştir?

İkincidönem Meclis-i Mebusanı Osmanlı Rus Savaşının en şiddetli döneminde açılmış ve önemli ülke meseleleri ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Neticede, Sultan II. AbdülhamitKanun-ıEsasî'nin kendisine tanıdığı yetkiye dâyanarak Meclisi süresiz tatil ettive Anayasayı askıya aldı ().

Son Osmanlı Mebusan Meclisi nasıl dağıldı?

Misak-ı Milli kararlarına bozulan İtilaf Devletleri 0'de İstanbul'u resmen işgal ettiler. İtilaf Devletlerinin baskıları sonunda zaten çalışması iyice imkansız hale gelen Meclis-i Mebusanpadişah Vahdettin tarafından 'de kapatıldı.

Mebusan Meclisinin açılması neye önem verildiğini gösterir?

Önemi: Milli mücadelenin planı hazırlanmıştır. Milli mücadelenin kararları Osmanlı meclisindekabul edilince meşruiyet kazanmıştır. Misak-i Milli kararları halk meclisindekabul edildiği için halk iradesinin yansımasıdır.

Mebusan Meclisinin açılması neden istendi?

MEBUSAN MECLİSİNİN AÇILMASI() Çünkü kendi aleyhlerine bir karar beklememişlerdir. Ayrıca yapılacak barış antlaşmasını (sevr) onaylatmayı düşünmüşler.

II. Abdülhamit’in Meclisi Kapatmasına Sebep Olan Telgraf

Doğru bilinen yanlışlar, kanıksanmaktan kaynaklı olarak artık doğrunun yerini almıştır. Tarih içerisinde gerçeği yansıtmayan ancak efsaneleşen hadiseler boldur. Onlardan birinin yıl dönümünde gerçek perdesini birlikte aralayacağız. 

Tam yıl önce ilk Meclis-i Mebusanımız neden kapandı? Esas sebep Osmanlı-Rus savaşı mıydı? Burayı açarken yıllık devrim tarihimizin unutulmak üzere olan isimlerinden birini de gün yüzüne çıkaracağız.

93 HARBİ ÖNCESİ DURUM

30 Mayıs ’da siyasi ayağını Mithat Paşa’nın, askeri ayağını Hüseyin Avni Paşa’nın çektiği bir devrim hareketiyle Sultan Abdülaziz, tahtından alıkonuluyordu. Bu yepyeni bir dönemin başlangıcını getiriyordu. Sultan Aziz artık “Devrik Padişah” olarak anılacaktı. Anayasa yanlılarına karşı en çetin mücadeleler onun zamanında verilmişti.

Geçmiş dönemde vebalı gibi görünen tüm vatanseverler göreve atılıyordu. Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Bey gibi isimler hep eleştirdikleri Bab-ı Ali siyasetlerinin yerine kendilerininkini koyabilecekti. Abdülaziz’in devrilmesinden 7 ay kadar sonra hükümdar krizi çözülmüş ve II. Abdülhamit “Meclis-i Mebusan’ı açmak ve Kanun-i Esasi’yi ilan etmek” koşuluyla padişah olabilmiştir.

23 Aralık , devrim tarihimizin ilk somut başarısını simgelemektedir. Osmanlı Devleti, ilk Anayasasına kavuşmuş ve Meclis açılmıştır. Meclisin ilk ilgileneceği işlerden biri Osmanlı-Rus Savaşı olacaktı.

EZBER BOZUYORUZ: GEREKÇE OSMANLI-RUS SAVAŞI DEĞİL!

İlk Meclis-i Mebusanımız bize tarih kitaplarında öğretildiği gibi 93 Harbi’nden kaynaklı kapatılmadı. İki sene boyunca süren Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitimine 15 gün kala meclisin kapatılmış olması da bu fikri kuvvetlendirir niteliktedir. 3 Mart tarihinde Ayestefanos Antlaşması imzalanmış ve savaş sonlanmıştır.

Osmanlıcılığın en somut iradesi halinde bulunan Meclis-i Mebusan, savaş boyunca ayrılık görüntüsünden ziyade birlik görüntüsü sergilemiştir. Gayrimüslim mebusların hepsi Osmanlı-Rus savaşında safını net şekilde göstermiştir. Çarlık Rusya’nın savaş bahanesi, gayrimüslimlerin Osmanlı’da zulüm altında tutulduğuna dayanıyordu. Suriye mebuslarından Marunî Katoliği olan Nakkaş Efendi Meclisteki ortak iradeyi özetliyordu:

“Şu irad eylediğimiz nutuklar hemen birdenbire söylendi. Bir gün, beş gün evvel malum olub da, düşünülerek, taşınılarak söylenmedi. Herkes hissiyat-ı hazırası ne ise onu arzeyledi; bu isbat eder ki, işin içinde iğva ve teşvik yoktur.”1

O zaman esas gerekçe neydi?

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

Osmanlı-Rus Savaşı, hem Doğuda hem Batıda aldığımız büyük yenilgilerle geçmiştir. Bu yenilgilerin sebeplerinden en etkilisi, ordu komutanlarının savaş meydanından değil de İstanbul’da Abdülhamit tarafından yönetilmesidir. Pek çok komutanın şikayetçi olduğu bu durum, muhabere olmadan muharebe edilmesini beraberinde getirerek ordunun irtibatını koparmıştır.

Adını çoktan tarih sayfalarına yazdırmış olan Müşîr yani Mareşal Süleyman Hüsnü Paşa da savaş boyunca Rumeli’de görevliydi. Savaşın sıkıntılı bir sürecinde Rumeli Harb Orduları Umum Kumandanlığına getirilmiştir. Plevne de bu sırada düşmüştür. Süleyman Paşa, yenilgiler alan Osmanlı ordusundaki son görevini Gelibolu Bolayır Mevki Kumandanlığına getirilerek almıştır. Bu bir görevden ziyade yetki düşürmedir.

Süleyman Paşa emrindeki kuvvetlerle birlikte Gelibolu’ya 30 Ocak ’de varmıştır. Gelir gelmez Rus saldırılarına karşı koyabilmek için Çanakkale’deki sahil bataryalarını güçlendirecek 2 zırhlının İstanbul’dan gönderilmesini istemiştir. Defalarca kez yazdığı yazılardan olumlu dönüş alamayan Süleyman Paşa, ortalığı ayağa kaldıracak telgrafını 7 Şubat tarihinde Mabeyn’e (Padişaha), Sadarete, Seraskerliğe ve Bahriye Nezâreti’ne yollamıştır.

Çanakkale’den İstanbul’a telgrafla yollanan arîzanın (mektubun) tam metni şöyledir:

 “Rusyalıların İnöz’e külliyetli asker sevketmek üzere oldukları suret-i mevsûkada tahkik kılındı. Dün gece Saros Limanında bir ufak vapur dolaştığı dahi görüldü. Rusyalının Saros Körfezi’ne torpil dökmekte olduğunu hissediyorum. Karada bu kadar askerimiz ve İstanbul’da donanmamız durur iken, düşmanın yanı başımızda ve gözümüzün önünde torpil dökmesi ve elimizde bulunan Saros limanına, yani istihkâmımızın sol başına karakol koyacak bir sefinemizin bulunamayışı da tâ be-kıyamet ağlanacak fecâyi’dendir.

Zırhlı istiyorum, göndermiyorsunuz. Bu hal ile bir gün Kale-i Sultâniye’ye (Çanakkale) İnöz’den külliyetli Rus askerinin geçtiği haberini alacaksınız. Bu telgrafnâme-i acizi’nin vusulünden zırhlı göndermez iseniz ben kendimi me’muriyet halimden sâkıt addedeceğimdir. Hâsılı iki güne kadar zırhlı gelmediği halde isti’fa ediyorum. Kumandayı kime verir iseniz verin. Kulları din ve vatan kardeşlerimi gözümün önünde eli bağlı düşmana teslim edemeyeceğimi ve buna razı bulunanlardan olmadığımı arz ve istidâ-yı lütf-ü merhamet eylerim.”2

Tam dokuz gün sonra İstanbul’dan bir Osmanlı zırhlısı gelmiştir. Ancak beklendiği gibi savunmayı kuvvetlendirmek için değil, Süleyman Paşa’yı tutuklama emrini iletmek için.

ÇANAKKALE'DEN BİR SES MECLİS-İ MEBUSAN-I İNLETİYOR

Bu dokuz gün zarfında İstanbul karışmıştır. Savaş boyunca engellemelerle karşılaşan Süleyman Paşa için bu durum ilk değildi ancak sondu. Daha önce, Plevne’deki Osman Paşa’ya yardım götürme isteğini Abdülhamit’in başında bulunduğu Harp Meclisi reddetmişti. Paşa’nın “Savunma hattını Edirne’ye çekelim” önerisi de çok geç uygulamaya sokulmuştu. Ancak iki zırhlı talebine yeterli cevabın verilmemesi bardağı taşıran damlaydı.

Yukarıda aynen aktardığımız arîza, Selanik Mebusu ve aynı zamanda Selanik’te yayımlanan Zaman gazetesinin sahibi Mustafa Bey’in eline geçmiştir. Mustafa Bey, 13 Şubat günü Meclis-i Mebusan’da ayağa kalkıp ağlayarak Süleyman Paşa’nın taleplerini kürsüden duyurmuştur. Mebuslar arasında elli imzalı mazbata hazırlanmış, Serasker Rauf Paşa’nın ve Bahriye Nazırı Said Paşa’nın Meclis’e gelerek duruma ilişkin açıklama yapmaları ve görevlerinden alınıp mahkemeye verilmeleri istenmiştir. Bu isteklerin karşılığı Meclis’in dağıtılması olacaktı.

Hem Meclis-i Mebusan’ın kapatılması kararı hem Süleyman Paşa’nın tutuklanması kararı 14 Şubat tarihinde alınmıştır. Abdülhamit, kurmayı düşlediği istibdat rejimini bu olay vesilesiyle 33 yıl boyunca uygulayacaktı.

İlk Meclis-i Mebusanımız ne gayrimüslim mebusların Ruslara yakın olmasından ne de işlevsiz kalmasından kaynaklı kapatılıyordu. Tek sebep, Meclis’in görevini yerine getirmesiydi.

SÜRGÜN MÜŞİR: SÜLEYMAN PAŞA

Türkiye Cumhuriyeti Devleti boyunca yüz yılda sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Fevzi Çakmak’ın taşıdığı unvanı taşımıştır Süleyman Paşa. Namık Kemallerin çağdaşıdır, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ilk üyelerinden biridir. Katıksız vatanseverlik bilinciyle kuşanmıştır.

Askeri Mektepler Nazırlığı vazifesinde de bulunan Paşa, Abdülaziz’in devrilmesinde en etkin rolü oynayan komutandır. Askeri öğrencilerle birlikte Dolmabahçe Sarayı’ndan Sultan’ı alarak tutuklamıştır.

Aynı zamanda büyük düşünce insanıdır. İlk Türkçülerimizden ve ilk anayasacılarımızdandır. Tarih-i Âlem adlı eseriyle Osmanlı Devleti öncesindeki Türk tarihini bilimsel açıdan incelemeye çalışan bir araştırmacıdır.

Süleyman Hüsnü Paşa’nın yaşamı ve eserleri ayrı bir yazı konusu niteliğindedir. Abdülhamit, amcası Abdülaziz’i deviren bir numaralı ismi yukarıda yazdığımız olaylar neticesinde rahat bırakmayacaktı. Süleyman Paşa, yargılandığı sürecin sonunda Bağdat’a sürgüne gönderilmiştir. Yaşamının geri kalan yıllarını güçlükler içerisinde Bağdat’ta geçirmiştir.

Mezarı hala Bağdat’ta bulunmaktadır. Aziz hatıralarını hak ettikleri gibi yaşatmak dileğiyle…

Dipnot:

1) Akşin Sina, , “Birinci Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 25, Sayı: 2, S.

2) Erol Özbilgen, Osmanlının Balkanlardan Çekilişi – Süleyman Hüsnü Paşa ve Dönemi, İz Yayıncılık, 1. Baskı, , İstanbul, S.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir