osmanlı neden çöktü ilber ortaylı / Osmanlı İmparatorluğu - Vikipedi

Osmanlı Neden Çöktü Ilber Ortaylı

osmanlı neden çöktü ilber ortaylı

Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı İmparatorluğu'nun yılındaki durumunu gösteren ayrıntılı bir harita

Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı Devleti (Osmanlıca:&#;دَوْلَتِ عَلِيَّهٔ عُثْمَانِیَّه, romanize:&#;Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye)[1][2] veya Batı kroniklerindeki kullanımlarca Türk İmparatorluğu, [3][4][dn 2] yılında Oğuz Türklerinden[5]Osman Gazi'nin kurduğu Osmanoğlu Hanedanı'nın hükümdarlığındaOrta Çağ'dan Yakın Çağ'a kadar varlığını sürdürmüş bir imparatorluktur. Bugünkü Türkiye'nin Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuş bir beylik iken, yılında II. Mehmed'in Konstantinopolis'i fethedipBizans İmparatorluğu'na son vermesiyle imparatorluk hâline gelmiştir. yılında, I. Selim'in Büyük Mısır Seferi ile Ridaniye savaşı sonucu İslamhilâfetiOsmanlı Hanedanı'na geçmiş ve bu tarihten sonra gelen her padişah, aynı zamanda halife olmuştur.[6] En geniş sınırlarına yılında ulaşmış;[7]Orta Avrupa'nın bir bölümü ile Balkanlar'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın bir bölümü, Hicaz, Mezopotamya, Kafkasya'nın bir bölümü ve Anadolu üzerinde hâkimiyet kurmuştur. yılında Karlofça Antlaşması sonrası gerileme dönemine girmiş ve yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte yıkılmıştır.

Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması, yaygın kabule göre yılında olmuştur. Ancak Prof. Dr. Halil İnalcık ve bazı diğer akademisyenler, Osmanlı Devleti'nin 'da Söğüt'te değil, 'de Yalova'da, Bizans'a karşı yapılan Koyunhisar Muharebesi sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia etmektedirler.[8][9] Osmanlılar, yılında Konstantinopolis ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nu yıkmış ve bazı tarihçilere göre bu olay, Orta Çağ'ı sona erdirip Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu gücünün doruğunda olduğu ve yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı, doğuda Hazar Denizi ile Basra Körfezi'ne; kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde ise Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e kadar uzanmaktaydı.[10]

Osmanlı İmparatorluğu 29 eyaletten ve özerklik tanınmış olan Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Osmanlı Devleti, zaman zaman deniz aşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote[11] (), Madeira (), Vestmannaeyjar[12] () ve Lundy[13] () bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Gaza ve cihat anlayışıyla sürekli genişleme eyleminde bulunan devletin hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan halklar, zaman zaman toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır.[14] Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi yapısında ve hukuk kurallarının oluşumunda İslam dininin belirleyici bir rol oynaması, devletin bir "İslam devleti", dolayısıyla da bir "din devleti" olarak nitelendirilmesine neden olmuştur.[15]

Osmanlı İmparatorluğu dönemi; Osmanlı Hanedanı'nın[16] ve saray erkanının, Rum kadınlarla ve SlavHristiyan halklardan (Sırplar, Bulgarlar, Ukraynalılar gibi) kadınlarla evlilik yapması,[17][18]iskan politikası sebebiyle devşirilenHristiyan çocukların Türk-İslam örf ve gelenekleri ile yetiştirilip yeniçeri ordusuna ve devlet kurumlarına alınmasıyla beraber,[19][20][21]Türk tarihininRoma-Doğu Roma tarihi ile kaynaştığı dönem olarak görülür.[22][23][24][25]

Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçiler, Türkiye'nin Osmanlı Devleti'nin tek ardıl devleti sayılması gerektiğini savunurlar.[26]

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım tarihinde yıllık Osmanlı saltanatını kaldırdı ve 3 Mart tarihinde de, hem Muhammed'in 'deki ölümünden sonra oluşturulan ve yaklaşık yıldır süregelen halifelik makamını kaldırdı, hem de Osmanlı Hanedanı'nın Türkiye'den sürgün edilmesi kararını aldı. Günümüzde hanedan ile soy bağı olanların bir kısmı Türkiye'de, bir kısmı ise yurt dışında farklı ülkelerde yaşamaktadır.[27][28]

İsim

Ana madde: Osmanlı İmparatorluğu'nun isimleri

Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olan Osman Gazi zamanında Anadolu'da yer alan tüm beyliklerde iktidarın babadan oğula geçtiği ataerkil bir yönetim biçimi hakimdi. Bu tip yönetim anlayışını benimseyen beylikler de ülke ve halk tabakasını hanedanın kurucusunun mirası şeklinde kabul görmekte ve beylikler, hanedanın kurucusunun ismini almaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu da hanedanın kurucusu olan Osman'ın ismini aldı ve Osmanlı Devleti şeklinde anıldı.[29] Osman'ın ismi, Arapça عثمان (Othman) kelimesinin Türkçe formudur. Bazı kimselere göre hanedanın ismi "Ataman" (İngilizcede Ottoman) adından aldığı söylenir.

Devlet, Osmanlı Türkçesinde "imparatorluk", günümüz Türkçesinde "yüce devlet" anlamına gelen Devlet-i Aliyye (Osmanlıca:&#;دولت عليه) ve devleti yöneten hanedanı belirtmek için "Osmanlı Hanedanı" anlamına gelen Hanedan-ı Âl-i Osman isimlerini kullandı. Tanzimat Fermanı ilanının sonrasında ise ismin sonuna eklenen Osmānīye (Osmanlıca:&#;عثمانیه) kelimesiyle beraber "Yüce Osmanlı Devleti" anlamına gelen Devlet-i Alīyye-i ʿOsmānīye (Osmanlıca:&#;دولت عليه عثمانیه)[1][30] olarak isimlendirildi. Bu isimlendirme, yüzyılın Türkçe belgelerinde de geçmektedir.[31]Cumhuriyet sonrasında kullanılan Türkçede ise Osmanlı İmparatorluğu ya da Osmanlı Devleti isimleri de kullanıldı.

yüzyıldan önceki İngilizce kaynaklarda Turkey,[32]Turkish Empire[33] ve Ottoman Turkey[34][35] şeklindeki kullanımlara da rastlanır.

Batı Avrupa'da ise, Osmanlı İmparatorluğu (İngilizce:&#;Ottoman Empire) ve Türkiye (İngilizce:&#;Turkey) olmak üzere iki isim birbirinin yerine kullanıldı. "Türkiye" adı, hem resmî hem de resmî olmayan ortamlarda gitgide daha çok yaygınlaştı. Bu ikilem, Ankara merkezli yeni kurulan Türk hükûmetinin Türkiye'yi ülkenin resmî adı olarak seçtiği yıllarında sona erdi. Günümüzde bazı tarihçiler, imparatorluğun çok uluslu karakterinden dolayı, Osmanlı'dan bahsederken Türkiye, Türkler ve Türk terimlerini kullanmazlar.[36]

Günümüzde modern Türkiye için de Turkey kullanımının yaygın olmasının yanı sıra Republic of Turkey kullanımıyla, Osmanlı İmparatorluğu dönemi (Ottoman Turkey) ile Cumhuriyet dönemi birbirinden ayrılır.

Kayı boyu ve Osmanlı ailesi

Ayrıca bakınız: Kayı boyu ve Osmanlı Hanedanı

Kayı boyu damgaları

Genel görüşe göre Osmanlı ailesinin, OğuzlarınBozok kolunun Gün Han soyuna mensup olan Kayı boyundan geldiği kabul edilmektedir.[37][38] Osmanlıların etnik kökenleri hakkında bilgi veren ilk dönem Osmanlı kronikleri, genel anlamda aynı görüşü paylaşmaktadırlar.[39] İlk dönem kroniklerinde verilen bilgiler, Oğuz Kağan Destanı ile aynıdır. Destana göre Oğuz Han'ın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han olmak üzere altı oğlundan ilk doğan üç tanesi (Gün Han, Ay Han, Yıldız Han) Oğuz boylarının sağ kolunu, diğer üçü ise sol kolunu oluşturuyorlardı.[37]Oğuz Han'ın her bir oğlunun dört boyu mevcuttu. Oğuz boyları ise toplamda yirmi dört boydan meydana gelmekteydi.[dn 3] Oğuz Han'ın altı çocuğunun oluşturduğu bu boyların Gün, Ay ve Yıldız kollarına Bozoklar (ya da Bozoklu); Gök, Dağ ve Deniz kollarına ise Üçoklar (ya da Üçoklu) denmekteydi.[37] Orduda ve şölen adı verilen ziyafetlerde Bozoklar Han'ın sağ tarafında, Üçoklar ise sol tarafında yer alırlardı. Bozoklar'da en başta Gün Han'a mensup olan boylar, Üçoklar'da ise Gök Han'a ait boylar gelirlerdi.[37] En başta yer alan Gün Han'ın derecelerine göre sırasıyla Kayı, Bayat, Alkaevli ve Karaevli adlı dört boyu gelirdi.[40]

Kayı, kelime anlamı olarak "muhkem, kuvvet ve kudret sahibi" demektir. Damgaları seafoodplus.info ya da KAYI BOYU seafoodplus.info şeklinde olup, bunlar "iki ok arası bir yaylı ok"u temsil etmektedir.[40][41]

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu hakkındaki bilgilerin büyük çoğunluğu, geç yüzyıl ve erken yüzyılda yazılmış Türkçe eserlere dayanmaktadır.[39] Türk şair Ahmedî'nin İskendernâme isimli eseri, bu konuda yazılan ilk Osmanlı kaynağı olarak kabul edilmektedir.[39] Yazıcızâde Ali'nin Tevârih-i Âl-i Selçuk isimli eserinde de Osmanlılar'ın Kayı boyundan geldiği kabul edilmektedir.[39] Ahmedî'nin İskendernâme isimli eserinin Âğâz-ı Dâsitân bölümünde, Ertuğrul Gazi'nin Oğuzlardan Gök Han'ın soyundan geldiği yazmaktadır.[42] Osmanlı tarihçisi Enverî ise, Osmanlıların Oğuz soyundan geldiğinden bahsederek Kayıların soyunu Nuh'a kadar götürdüğünü söylemiştir.[43] yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Şükrullâh ise Behcetü't Tevârîh isimli eserinde, Kayıları Nuh, Yafes, Kayı Han, Kara Han, Oğuz Han, Gök Alp, Kızıl Buğa, Kaya Alp, Süleyman Şah, Ertuğrul, Osman, Orhan, Murad, Bayezid, Murad ve Mehmed olarak sıralamıştır.[44] II. Mehmed devrinde yaşayan Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde ise, Osmanlıların tarihini anlattığı Tevârîh-i Âl-i Osman isimli eserinde, Şükrullâh gibi Osmanlıları Nuh'a kadar götürmüştür. Ancak Şükrullâh'tan daha fazla isme yer vermiştir.[45] Bunların dışında İbn-i Kemal[46], Naîmâ[47], Mahmûd el-Bayâtî[48], Oruç Bey[49], Neşrî[50], Kâtip Çelebi[51] ve Mustafa Nuri Paşa[52] gibi kronik yazarlarının kaynaklarında da bu silsileler hemen hemen benzerdir.

yüzyılın ilk yıllarından itibaren Herbert Adams Gibbons'un Osmanlıların gayrimüslim tebaadan geldiği iddiasıyla, Osmanlıların kuruluş ve etnik kökenleriyle ilgili yeni bir tartışma başladı. Gibbons'un iddiasına göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olan Osman Gazi, daha sonra kayınpederi olacak olan Şeyh Edebali'nin evinde onun verdiği Kur'an'ı sabaha kadar ayakta okur ve bir rüya görür. Rüyasında melek ona; bu ebedi sözleri büyük bir saygıyla okuduğundan dolayı, çocuklarının ve çocuklarının çocuklarının neslinin büyük bir onura sahip olacağını söyler. Osman bu sayede Müslüman olur.[53] Gibbons'a göre Osman, Moğol istilasından kaçarak Söğüt'e gelen küçük bir aşiretin beyidir. Yine yazara göre Osmanlılar, özellikle İslam dinini kabul eden Rumlar ile birlikte Türk ırkının dışında yeni bir ırk oluşturmuşlardır.[53] Gibbons bu düşüncesiyle Osmanlıların Oğuz ve Kayı soyundan geldikleri görüşünü kabul etmemiştir.

Alman tarihçi Josef Markwart, Dîvânü Lugati't-Türk'te geçen Kayları Kayı olarak kabul etmiştir ve bununla birlikte Osmanlıların Moğolların Kay kabilesinden geldiklerini ve Türkleşmiş bir Moğol olduklarını iddia etmiştir. Mehmet Fuad Köprülü ise Dîvânü Lugati't-Türk'te hem Kaylardan hem de Kayılardan (Kayığ) bahsedilmesi nedeniyle Markwart'ın bu tespitinin yanlış olduğunu belirtmiştir.[54]

Tarihçi Paul Wittek ise, Osmanlıların şecerelerinin Oğuzların Kayı boyuna bağlı olmadığını savunmuştur. Wittek'e göre Kayı boyu ile ilgili şecereler, devletin kuruluşundan yıl sonra yazılmaya başlanan Osmanlı kroniklerine dayanan efsaneleştirilmiş öykülerdir. Paul Wittek çalışmalarında Osmanlı kroniklerini sık kullanan tarihçilerden bir tanesi olsa da, Osmanlı'nın etnik geçmişi hakkında kroniklere güvenmemiştir. Osmanlı'nın toplama bir kabile olduğunu ve devleti Anadolu'nun uçlarında yaşayan gazilerin kurduğunu savunmuştur.[55][56] Ayrıca II. Murad devrinden sonra Kayı ve Oğuz unsurlarının diğer beylikleri kontrol altına almak ve üstünlük kurmak amacıyla çokça vurgulandığı görüşünü belirtmiştir.[57]Rudi Paul Lindner da Kayı boyu şecerelerinin II. Murad devrinde diğer beyliklere karşı üstünlük sağlamak için uydurulduğunu iddia etmiştir.[58] Lindner, yüzyıl kroniklerine dayanarak Osmanlıların soyunu Oğuzlara çıkarmanın inandırıcı olmayacağını söylemiştir. Lindner, Osman'ın devleti yanındaki göçebelerle birlikte kurduğunu iddia etmiştir.[59]

Türk tarihçi Prof. Dr. Feridun Emecen, ve yüzyıla ait bazı tahrir defterlerinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Kayıların mevcut olduğunu belirtmiştir. O yıllarda Kayı boyuna mensubiyetin çok cazip olmadığı için, Osmanlıların diğer Anadolu Türkmen beyliklerine karşı üstünlük kurmak amacıyla böyle bir iddiada bulunmayacaklarını söylemiştir.[60]Mehmet Fuad Köprülü de Feridun Emecen ile hemen hemen aynı görüşleri paylaşmıştır. Köprülü, Osmanlıların meşruiyet kazanmak amacıyla sonradan bir silsile uydurmadığını söylemiştir. Köprülü, böyle uydurma bir iddiada saray tarihçilerinin de ortak bir anlatıyı yazacaklarını savunarak, günümüzdeki kroniklerde bu konuyla ilgili farklılıkların olduğunu ve bunun sonucunda Kayı boyu görüşünün uydurma olmadığını belirtmiştir.[61]

İsmail Hakkı Uzunçarşılı da Kayıların varlığını kesin olarak kabul eden tarihçilerdendir. Uzunçarşılı'ya göre Osman Gazi'nin ele geçirdiği toprakları Oğuz geleneğine göre yakınlarına ve silah arkadaşlarına dirlik olarak pay etmesi, Kayı görüşünün gerçek olabileceğinin en önemli işaretlerinden birisidir.[62]

Prof. Dr. Halil İnalcık ise II. Murad zamanında, Timur'un Cengiz Han'ın soyundan gelmesini üstünlük unsuru sayarak Osmanlılar'a karşı egemen olmak istediğini ve buna karşı ise Osmanlıların Kayı boyu ve Oğuz hikâyesini uydurduklarını söylemiştir. Bu tarihten sonra ise dünyaya gelen şehzadelere Oğuz ismi konulmaya başlanmış, çeşitli silah ve topların üzerine de Kayı damgası işlenmiştir.[63][64] Mehmet Ali Kılıçbay'a göre, I. Murad zamanında Osmanlıların Anadolu beyliklerinin üzerine gitmeye başlamasıyla ortaya çıkan soylu-soysuz tartışmaları sonucunda, Osmanlılar Kayı boyunu ortaya atarak diğer beyliklere üstünlük sağlamak istemiştir.[65]

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Oğuz Han

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Gün Han

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Kayı

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Saçıkaralılar

&#;

&#;

Kurtlu

&#;

&#;

Kızılkeçili

&#;

&#;

Karakeçili

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Atçekenler (Tanrıdağı Türkmenleri)

&#;

Sarıkeçili

&#;

Haculu

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

İlber Ortaylı isyan etti

Turkish Forum UK adlı vakfın konuğu olan İlber Ortaylı, isyan etti: Türkler tarih bilmiyor

Yayınlanma:

İlber Ortaylı isyan etti

Turkish Forum UK adlı vakfın konuğu olarak, “Birinci Dünya Savaşı’nın ’üncü Yıldönümünde İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyet’in Kuruluş Öyküsüne” başlıklı konferansta konuşan Prof. Ortaylı, hiçbir ülkenin aslında savaşa hazır olmadığını vurgularken, Türklerin tarihi okumayı sevmediğini ve tarih bilmediğini belirtti.

Türkiye’nin yeni sanayi dallarına girmek zorunda olduğunu, eğitime yeni impetus verilmesi gerekliliğini vurgulayan Prof. İlber Ortaylı, “Her yere üniversite açıp, kandırmakla olmaz. Bugünkü liseler olsa ne Süleyman Demirel Başbakan, ne de Necmettin Erbekan Profesör olurdu” dedi.

Londra’nın merkezindeki Hyatt Regency The Churchill Hotel’de düzenlenen geceye sefire Emel Çeviköz, Başkonsolos Emirhan Yorulmazlar, Elçi Müsteşar Fatih Ulusoy’un da aralarında bulunduğu ’e yakın konuk katıldı. Prof. Ortaylı yeni Osmanlıcılık konusunda Dışişleri Bakanı’nın ciddi bir bilgi birikimi olmadığını kaydetti. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmemesi halinde, en büyük zenginliği olan nüfusunun kendisine kalacağını, Kudüs, Hicaz ‘ın Türklerin elinde bulunacağını söyledi.

Konukların  büyük ilgi gösterdiği ve fotoğraf çektirmek, kitap imzalatmak için kuyruk oluşturduğu gecede, Prof. Ortaylı iki saat  süren konuşmasında, Birinci Dünya Savaşında Avrupa ülkeleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu irdeledi. Esprili konuşmaları ile sıcak bir ortamda gerçekleşen konferansta, konuklar tarih profesörüne yakın ilgi gösterdi.

Turkish Forum UK Başkanı Zeren Safa, Prof. İlber Ortaylı’yı üç yıl sonra yeniden ağırlamaktan büyük gurur ve mutluluk duyduklarını söyledi.

‘ATATÜRK’Ü, SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE’DEKİ KALİTE DÜŞÜŞÜ, YAVANLIK HASTA ETTİ’

Birinci Dünya Savaşı sonunda, Britanya , Avusturya-Macaristan imparatorlukları, Rusya, Fransa’nn durumunu ele alan Prof. Ortaylı, savaşların bazı ülke ordularının, donanmalarının işe yaramadığını ortaya koyduğunu, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın bağımsızlık isteğini ortaya çıkarttığını söyledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordularının muhteşem şeyler yarattığını, Kurtuluş Savaşı başarılarının onlardan çıktığını kaydeden Ortaylı, “Türk ordusu İngiliz ordusunu 4 yıl tuttu ve İngiliz ordusunu 4 yıl tutan başka ordu yok. İngilizler bunu beklemiyordu. Savaş sonunda , daha önce kaybedilen Kars, Ardahan, Artvin bize kalsa da, ham hayallerimizin hiçbiri gerçekleşmedi. Çiftçilerimiz, askerlerimizi, zanaatkarlarımızı tamamen kaybetti ve Türkiye bunu ancak 50 yılda telafi edebildi. Birden bir kalite düşüşü oldu. Türkiye bu yavanlığından kurtulmak için çok uğraştı, Atatürk’ü de bu yavanlığımız hasta etti” dedi.

‘MİKRO MİLLİYETÇİLİKLERİN SONU YOK’
Birinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın küçüldüğünü, etnik parçalanmaların olduğunu ve bugün hala devam ettiğini belirten Prof. Ortaylı, “Dünyada 5 bin adet dil konuşuluyor. Mikro milliyetçiliklerin sonu yok. Bunların üzerinde durulması gerekiyor. Avusturya-Macaristan imparatorluğu kalmadı, Britanta İmparatorluğu eskisi gibi olmadı. Kuvvetli demokrasi, özgün parlamenter sistemi kuvvetli olduğu için devam etti. Ancak birçok müttefiği bu vasfını koruyamadı. Osmanlı imparatorluğunun gücü tükendi. Para sistemi çöktü. Kadınlar çalışma hayatına girdi, Osmanlı imparatorluğu kadın memur almaya başladı. Feminist hareketçilik, sosyalist harekete eskisi gibi kötülük yapamadılar. Arap dünyası 3 günde dağıldı, manda idareleri kuruldu. Osmanlı eğer sene dayanabilseydi, coğrafyaları da bugünkü gibi zayıf olmazdı” dedi.

‘ALMANYA’NIN POLİTİKASI DİKKATLE İZLENMELİDİR’

Konuşmasında Birinci Dünya Savaşına niye girildiğinin muamma olduğunu, 2.Dünya Savaşına girişin ise ortada olduğunu belirten Prof. İlber Ortaylı, “ Bu gibi ülkelerin tekrar tekrar dünya idaresine el atmaları tehlikelidir. Şimdi ortaya Çin çıktı. Almanya’nın politikası dikkatle izlenmesi gereken bir politikadır. Avrupa’Nın iktisadi entegrasyonunu kendi politikaları ile engelliyorlar” dedi.

İlgiyle dinlenen konuşması bitiminde soru ve cevap bölümünde ise Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunun savaşa hazırlığın olduğunu, hem Galiçya, hem Afrika, Mezopotamya, hem Suriye, Kafkaslarda imparatorluğu ordunun savunduğunu söyledi.  “Ancak hiçbir devlet aslında  savaşa hazır değildir. Savaşların sonunda para el değiştirdi, ülkeler tarihi bilmiyorlardı.. Maalesef Türkler tarih okumuyor, tarih okumayı da sevmiyor. Osmanlı düşmanlığı deyimi boş şeyler, gülünç” diye devam etti.

‘EN BÜYÜK ZENGİNLİĞİMİZ NÜFUSUMUZ BİLE KALIRDI’

Bir başka soruda ise Prof. İlber Ortaylı, Osmanlı savaşa girmeseydi veya geç girseydi, kimsenin bizi kolay kolay rahatsız edemeyeceğini belirterek, “En büyük zenginliğimiz nüfusumuz bize kalırdı Arap dünyası daha iyi olurdu, Kudüs, Hicaz Türklerin elinde kalırdı” yanıtını verdi.
Son yıllarda Yeni Osmanlıcılık akımının çıktığına ilişkin soruya ise, “Dışişleri bakanının ciddi bir tarih bilgisi birikimi olduğunu zannetmiyorum” şeklinde cevap verdi.

‘TÜRKİYE’DE EN TAZE KONUŞMA KONUSU MUHTEŞEM SÜLEYMAN’

Son zamanlarda birçok yemeğe davet edildiğini ve en taze konuşma konusunun Muhteşem Yüzyıl olduğunu kaydeden Prof. Ortaylı, dizide çok tarihsel hataların yapıldığını, Venedik’te prenseslerin, kontların olmadığını belirterek, ölçüsüzlükler olduğunu söyledi.  Osmanlı’nın sıtma ve frengi ile savaşı becerdiğini, Rumeli’den gelen göçlerle de ırkların güzelleştiğine dikkati çeken Ortaylı, dinleyicilere Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” kitabını mutlaka okumalarını önerdi.

‘TÜRKİYE İŞLEYEN BİR MAKİNEDİR, HER YERE ÜNİVERSİTE AÇIP, ÇOCUKLARI KANDIRMAKLA OLMAZ’
Türkiye’nin sanayi rotasını değiştirirse gelişebileceğini kaydeden Ortaylı, “Türkiye işleyen bir makinedir, buna böyle bakılmalıdır. Sanayi rotamızı değiştirirsen Türkiye gelişebilir.  Yeni sanayi dallarına girmek zorundasınız. Eğitime yeni impetus vermek zorundasınız. Her yere üniversite açıp, çocukları kandırmakla olmaz. Doğru dürüst insan yetiştireceksiniz. Toplantılarla bunlar olmaz. Bugünkü liselerle ne Süleyman Demirel başbakan, ne de Necmettin Erbekan Profesör olurdu” diyerek konuşmasını alkışlarla bitirdi.

İki saat sonunda izleyiciler Prof. İlber Ortaylı’yı kutlayarak, en son kitabı “İmparatorluğun Son Nefesi” ve diğer eserlerini imzalatmak ve fotoğraf çektirmek  için uzun kuyruklar oluşturdular. Ortaylı da gördüğü ilgiden memnunluğunu dile getirdi.
Turkish Forum UK Başkanı Zeren Safa, ikinci defa davetlerine katılan Prof. İlber Ortaylı’ya teşekkür ederek, kendisini yeniden aralarında görmekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi.

AfrikaAlmanyaAtatürkAvrupaAvustralyaAvusturyaBaşbakanÇinDışişleri BakanıFransaKudüsMacaristanRusyaSanayiSuriyeTürkiye

Osmanlı’da Çok Evlilik

                                Doç. Dr. Said Öztürk *

 Taaddüd-i zevcaat konusu, Müslümanlara yöneltilen eleştiriler içerisinde yer alır. Art niyetli oryantalist bakış bir tarafa Müslümanlar da Kuran’da geçen taaddüd-i zevcaat ayetine farklı yaklaşımlar sergilemektedir[1]. Bu çalışmada taaddüd-i zevcaat ayetinin yorumlanmasını ve işin fıkhi cephesini Kuran yorumcularına ve fukahaya bırakarak Osmanlı toplumunda taaddüd-i zevcaat konusu üzerinde durulacaktır.

 Osmanlı aile hukuku İslam aile hukukunun vaz ettiği ilkeler çerçevesinde oluşmuş olup[2], bu ilkelere ters düşmeyen bazı örf ve adetten kaynaklanan uygulamalara müsaade edilmiştir[3]. Bir erkeğin aynı anda evli bulun­abileceği eş sayısını da bu ilkeler belirlemiştir. İslam dini toplumda ancak dörde kadar evliliğe müsaade ederek sınırlama getirmiş ve bu müsaadeyi de bazı şartlara bağlamıştır[4]. Nisa Suresi, Ayet 3’de;

 &#;Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur&#;.

 Çok evlilik sadece zaruret halinde müsaade edilen bir çıkış yolu olmuş, bu müsaade de kadınlar arasında adalet etme şartına bağlanmıştır. Ancak diğer bir ayet ise eşler arasında adil davranılamayacağını belirterek tek eşle hayatın sürdürülmesini kuvvetle tavsiye etmektedir[5]. Adalet meselesinin önemi Hz. Peygamber’in bir hadisinde şu ifadelerle yer almaktadır;

“Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da aralarında adalet gözetmezse, Kıyamet Günü’nde bir tarafı felçli olarak dirilir.”[6].

 Bu evrensel ilkelerin nazil olduğu ve ifade edildiği toplumun İslam ile şereflenmeden önceki durumuna bakarsak bir erkeğin istediği kadar kadın ile evlenme hakkına sahip olduğu görülür. Nikahın Arap toplumunda fazla bir değeri yok idi. Zira evlilik ve nikah bir cinsel birleşmeden öte anlam taşımıyordu. Kadın hor ve hakir görülüyordu. Erkek serveti ve kudreti nisbetinde istediği kadar karı alıyordu. Kız için kim münasip fiyat verirse ona satılması bilhassa riayet edilen bir kaide idi. İslam geldiği zaman diğer pek çok toplumlarda da görülen bu sınırsız sayıda kadın ile evliliği sınırlamış ve şarta bağlamıştır. En fazla dörde kadar müsaade etmiş, bazı hallerde toplumun huzur ve selameti için birden fazla kadınla evlenme kapısını açık tutmuştur[7]. İslam’ın ilk yıllarında savaşlar sebebiyle bir çok kadının dul ve korunmaya muhtaç kaldığı gözden uzak tutulmamalıdır.

 Ne varki, Medeniyet-i İslamiye Tarihi adlı eserin Lübnanlı gayrımüslim müellifi Corci Zeydan’ın tesbitlerinde de görüldüğü üzere birden fazla evliliğin oranı bütün müslüman toplumlarda %5&#;i geçmemektedir[8]. Muasır bazı araştırma sonuçlarına bakılırsa Mısır’da ’de % , Irak’da ’de % , Suriye’de ’da % olduğu görülmektedir[9]. Hindli müslümanlarda ise ve yılına ait raporlara göre şehirli evli erkekde bu oran % ’dır[10]. Bir başka araştırmaya göre Arap ülkelerinde çok kadınla evlenme oranı % 2 ile % 8 arasındadır[11]. Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalar Irak, İran, Mısır ve Hindistan gibi ülkelerde çok evliliğe bakışın son derece olumsuz olduğunu belirtiyor[12].

İlgili ayette geçen şartlı izne bağlı olarak diğer müslüman toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da birden fazla evliliklere rastlanılmaktadır. Ancak çok evlilik açısından Osmanlıya baktığımızda bu tür evliliğin yaygın olmadığı, belirli oranlarda kaldığı görülmektedir. Yabancı seyyahlar da bu durumu teyid edici açıklamalarda bulunmuşlardır. XVI. yüzyıl sonunda Türkiye ile ilgili gözlemlerini anlatan Alman protestan papazı Salomon Schweigger:

“Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok karılık yoktur. Her halde bu işi denemiş, det ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor” diyor[13]. XVI. asırda başka bir batılı seyyah, &#;Türk­lerde çokeşliliğe karşı bir tiksinmeyle birlikte temiz bir aile yaşamı&#;ndan söz etmektedir[14].

 ’de Osmanlı devletinde seyahat eden bir Amerikalı seyyah da değerlendirmelerinde “..Türkiye’de çok eşlilik genel olarak sanılandan çok daha az yaygın. Kur’an erkeklerle dört kadın alma izni veriyor&#; ancak çok eşlilik pahalı bir kurum.. bir Türk erkeği ancak çocuk sahibi olma isteği çok güçlüyse bu masrafa girişecek ve evinin huzurunu tehlikeye atacaktır”[15]. diyor. seafoodplus.infoi de eserinde Türkiye’de çok kadınla evliliğin son derece nâdir olduğunu belirtir[16].

 Osmanlı’da çok evliliğe değinen yerli veya yabancı hiçbir yazar veya seyyah bunun yaygın bir uygulama olduğunu söylemiyor. Burada kesin bir görüş birliği vardır. Ama ne var ki özellikle batılı seyyah, araştırmacı, politikacı için taaddüd-i zevcât heyecan verici bir konu olarak görülüyor. Her seyyahın notlarında buna atıflar yapılır, açıklamalar bulunur. Ancak bu atıflar ve açıklamalar Cem Behar-Alan Duben&#;in dediği gibi, Türkiye’deki gerçekliğin tasvirinden çok Batı’daki Şarkiyatçı geleneğin taleplerini tatmine yönelikti. Toplumda istisnai özellik de taşısa çok eşliliğin gerek yabancı Osmanlı gözlemciler gerekse Osmanlılar açısından sembolik anlamı büyüktü[17].

 Batılı için taaddüd-i zevcat ne anlama geliyordu? ’da basılan Taaddüd-i Zevcaat adlı eserde Mahmud Esad bu konuda şöyle diyordu; Taaddüd-i zevcaat onların nazarında cürmdür, cinayetdir, hem de a’zam seafoodplus.infoânib nezdinde taaddüd-i zevcât İslamiyet içün bir kusurdur&#;”[18].

 Taaddüd-i zevcât konusunda tartışmalar son döneme aittir. Zira on dokuzuncu asrın ilk yarısına gelinceye kadar, taaddüd-i zevcat toplumda önemli bir problem olarak da görülmüyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında çok eşliliğe karşı uyanan tepki ise, Batılı bir hayat yönünde verilen ideolojik mücadelenin bir parçası idi.

 Osmanlı toplumunda çok evliliğin sebepleri
Osmanlı toplumu içerisinde kişileri çok evliliğe iten sebepler kadını istismar üzerine kurulu gayrı ahlakî gerekçelere dayanmıyordu. Sebep ve gerekçeler bir bakıma şu şekilde sıralanabilir;

 1-En başta nesebin devamlılığını sağlama ve çocuk sahibi olma isteği kişileri ikinci evliliğe iten sebeplerdendir[19]. Mesela son yüzyılın paşalarından Hüseyin Galip Paşa çocuk sahibi olmak için ikinci bir hanımla evlenmişti. Mithat Paşa da aynı sebeplerle ikinci evliliğini yapmıştı[20]. Muasır bazı çalışmalar, mesela Hindli müslümanlarda çok evliliğin sebebleri olarak çocuk sahibi olma ya da erkek evlat sahibi olma arzusunu belirtmektedir[21].

 2-Osmanlı tıbbı muasırlarına göre oldukça gelişmiş olduğunu tıp tarihi araştırmaları göstermekle birlikte çağdaş dünyamızın gelişmiş sağlık sektörünün varlığından yoksun çağlarda ailelerin çocuk sahibi olmalarını engelleyen kadından veya erkekten kaynaklanan hastalık ve rahatsızlıkların önüne de geçildiği söylenemez. Dolayısıyla bu gün kadın veya erkekten kaynaklanan hastalıklara tıbbi müdahaleler yapılarak aileler çocuk sahibi yapılırken Osmanlı çağlarında çocuk sahibi olmak isteyen bir erkeğin bir çıkış yolu olması itibariyle ikinci evliliğe müracaat ettiği söylenebilir.

 3-Üretimin kol gücüne bağlı olarak yapıldığı dönemlerde fazla nüfusun üretim artışına katkıda bulunacağı düşüncesini de etkileyici faktör olarak görmek gerekir. Özellikle zirai üretim gibi emek yoğun faaliyet alanlarında fazla nüfusa duyulan ihtiyaç açıktır.

 4-Yine bu gerekçeler arasında erkek çocuğa sahip olma isteğinden söz edilebilir. Bilindiği gibi, sanayi öncesi ekonomilerde iktisadi faaliyetlerin hakim niteliği emek yoğun özellikler taşımasıdır. Osmanlı ekonomisi dediğimiz zaman da böyle bir özellik karşımıza çıkıyor. İşte emek yoğun iktisadi faaliyetlerin sürdürülmesinde daima artı emeğe ihtiyaç vardır. Bir debbağ ustasının atölyesinde çalıştıracak erkek çocuğu yoksa mutlaka dışardan emek satın alacaktır. Manifaktür düzeyinde işletmelerin yoğun olduğu Osmanlı iktisadi hayatında işletmecilerin, kazandıkları cüzi kârların emek satın almak suretiyle dışarıya akmasını mümkün olduğunca önleme arzuları ön plana çıkacağı tahmin edilebilir.

 Böyle bir durum kuşkusuz şehir toplumlarında görülür. Ancak Osmanlı kırsalında bu temayülün daha da yoğunlaştığından söz etmek lazımdır. Günümüz Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde görülen çok evliliklerin taşıdığı gerekçeleri Osmanlı asırları için de pekâla düşünebiliriz.

 Erkek çocuk sahibi olma arzusunu sadece iş ve zenaat ehlinin talepleri arasında görmemek gerek. Mesela İşkodralı Mustafa Paşa’nın iki kızı ve bir oğlu bulunuyordu. Oğlu vefat edince evlenmek isteyen paşaya hanımı karşı çıkar. Bunun üzerine paşa cariye alır ve bu cariyeden iki erkek çocuğu doğar. Mithat Paşa’nın da 20 yıldır evli karısı Fatma Naime’den bir kızı bulunuyordu. Fakat paşa erkek çocuk istiyordu. Üstelik kendi Bağdad Valisi olması dolayısıyla Bağdad’da, karısı İstanbul’da bulunuyordu. Paşa Çerkes bir hanımla ikinci evliliğini yapar ve bu evlilikten 1 oğlu iki kızı dünyaya gelir[22].

 5-Özellikle devletin kuruluş döneminde gazaların ortaya çıkardığı diğer bir olgudan da söz etmek lazımdır. Mağlup ettikleri Bizanslılar’ın geride kalan dullları ve kızları muzaffer Osmanlı askerleri için sadece ikinci bir eş değil aynı zamanda mamur bir evin sahibi olmak anlamı da taşıyordu. Bu durumu Aşıkpaşazâde Orhan Gazi’nin İznik’e girişini anlattığı kısımda “hazır ev ve kadın ola, kim kabul etmeye” diye açıklıyordu. Aşıkpaşazâde’nin açıklamaları şöyle;

 (Gazilerin şehre girişlerinde) kâfirler karşıladılar. Sanki pa­dişahları ölmüş de oğlıınıı tahta geçirir gibi oldılar. Bilhassa kadınlar çok geldiler. Orhan Gazi: &#;Bıınların erkekleri ha­ni?&#; diye sordıı. &#;Kırıldılar, kimi savaştan kimi açlıktan&#; di­ye cevap verdiler. Aralarında (pek güzel olanları çoktu. Orhan Gazi bıınları gazilere paylaştırdı. Emretti: &#;Bıı dul kadınla­rı nikâh edin alın&#; dedi. Öyle yaptılar. Şehrin mamur evleri vardı. Evlenen gazilere verdiler: Hazır ev ve kadın ola, kim kabul etmeye[23].

 6- Evlilik yaşında kadın nüfusun fazlalığı. Geleneksel hayat tarzının evliliği teşvik ettiği, bekarlığı ise uygun bulmaması nedeniyle özellikle dulların evlenmesi öngörülüyordu.

 7- Kadının gebelik, doğum ve doğumdan sonra çocuğun sütten kesilmesine kadar erkeğin karısından çekinmek zorunda kalması erkeği birden fazla kadınla evliliğe ittiği söylenebilir.

 8- Kadınların erkeğe göre daha genç yaşta evlenmesi, doğum, çocuk büyütme ve geleneksel aile yükünün ağırlığı gibi nedenlerle güzelliklerini kaybetmeleri, zevcelik vazifesini yerine getirememeleri.

Osmanlı aydınları ne düşünüyordu ?

 Batı dünyası ile etkileşimin en üst düzeye eriştiği yüzyılın sonlarında genelde İslam toplumları, özelde Osmanlı toplumu üzerinde eleştirilerini yoğunlaştıran batılıların da etkisiyle çok evlilik konusu tartışılmaya başlar. Bu tartışmalar klasik İslam alimlerinin Kuran’da geçen taaddüd-i zevcât ayetlerini yorum tarzlarından farklı bir düzeyde yapılıyordu. Taaddüd-i zevcâtı reddedenler, müdafaaa edenler ve objektif değerlendirmelerde bulunanlar bu tartışmada yer alıyordu. Tartışmaların genel çerçevesi Kuran mantalitesinin dışına taşmıyor, tek eşle evlilik üzerinde konsensüs oluşuyordu. Fatma Aliye hanım Taaddüd-i zevcât konusunda Mahmud Esad’a cevab mahiyetinde yazdığı makalenin başında şöyle diyordu;

“Biliyorsunuz ki bu mebâhis ile ecânib çok iştiğal ediyor, Buna dair çok şeyler yazılub söyleniyor. Pek çok i’tirazlar oluyor sualler irad ediliyor. O derece ki susmak sükutla mukabele etmek etmek imkan haricinde kalub suallere cevab mecburiyet hükmüne giriyor. ..”[24].

Şeyhülislam Musa Kazım /’de Sırat-ı Müstakim’de yayınladığı Hürriyet-Müsavat adlı makalesinde “&#;şeriat- Ahmediye’nin emir buyurduğu tesettür-i nisvan, ta’addüd-i zevcat ve talak gibi meselelerine karşı ötedenberi Avrupa mehafil-i edebiye ve felsefiyesinde gösterilen hücumlara ve bu babda aleyhimizde edilen muahezelere ve hatta bu üç meseleden dolayı biz müslümanları bütün alem-i medeniyete karşı ‘vahşi bir kavim, zalim bir millet’ diye tenıtmak üzere sarfedilen gayretleri, yazılan sözleri müdafaa etmek..”[25].

 Mahmud Esad “.. taaddüd-i zevcaat İslamiyet’de en mühim mesâil-i ictimaiyeden, pek yanlış anlaşılan mebahisdendir” diyor[26]. Mahmud Esad bu konuda kaleme aldığı eserin “Taaddüd-i zevcaat aleyhinde bulunan Avrupalıların ef’ali ve akvâlini cerh etdiğini hakikat-i halde ve fiiliyatda anların dahi taaddüd-ü zevcaat erbabından olduklarını kâbil-i inkar olmayacak derecede vek’ayi’ ile isbat” ettiğini söylüyor[27].

 Türkçü görüşleriyle bilinen Şemseddin Sami (), “Kadınlar” isimli eserinde tek eşle yetinmenin gerekçeleri üzerinde durur. Şemseddin Sami sevgi, saygı ve aşk bağlamında konuya yaklaşarak tekeşle yetinmenin daha hayırlı olacağını, ancak özel durumlarda çok evliliğe müracaat edileceğini söyler. Kadın eşlik vazifesini ifaaya güç yetiremiyorsa erkeğin taşkınlığa ve gayrımeşru yollara düşmesinin önüne geçmek için ruhsat verilmiştir. Ona göre bu bir ruhsattır tavsiye değildir[28].

  tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi komisyonuna başkanlık yapan Mahmııd Es&#;ad () ile Cevdet Paşa&#;nın kızı Fatma Aliye Hanım () arasında geçen poligami tartışmasında Mahmud Esad, bu tür evliliğin fuhşu önleyen iki özelliği üzerinde durur. Bunlardan birincisi ka­dınların, erken yaşlarda menopoza (son âdet kanaması) girerek fonksiyonlarının bir kısmını yitirmesi, kocaları­nı başka kadınlarla nikâhsız yaşamalarına yol açabilir. İkincisi, kadınların erkeklerden genellikle daha er­ken yaşlarda ergenliğe ulaşması nedeniyle evlilik çağın­daki kadın adedinin erkeklerden fazlalığı dengesizlik oluşturmaktadır. Bu da, müellife göre çokeşliliğin geçer­siz olduğu toplumlarda fuhuşu artırmaktadır[29].

 Taaddüd-i zevcaat konusunun tartışıldığı dönemlerde bu konuda geniş tahlillere giren Mahmud Esad’a göre;

“seafoodplus.info dürlü iktidarı kendinde görmeyenler bir zevce ile iktifa etsünler, lakin esbab-ı ma’kule ve meşru’aya mebni kendüsünde ihtiyaç ve zaruret his etmekle beraber iktidar-ı bedeni ve malisini kafi addeden kimse de alem-i fuhş ve sefahatde imrar-ı vakt edeceğine varsun suret-i meşru’ada bir zevce daha alsun kemal-i saadet ve iffet ile imrar-ı hayat eylesün..”[30] .

 Mahmud Esad’a göre taaddüd-i zevcaat tabii, cibillî, fıtridir. Hem hal u vahşet ve bidayetde hem medeniyetde zaruri velâbüd(gerekli) ve cârîdir[31].

 Mahmud Esad’ın görüşlerine karşı, Fatma Aliye, &#;İslâmiyette taaddüd-i zevcât emr olmayub mesağ gösterildiği cihetle bu müsaadenin ne gibi mecburiyetlerde işe yaradığı ibraz olunmalı. Buna alem-i medeniyetde dahi ne suretlerde lüzumı bulındığı isbat olınmalı&#; diyordu[32]. Fatma Aliye makalesinde Hz. Ömer&#;in çok eşliliği yasaklayıcı bir uygulamasını anlatır;

“İslâm ordusuyla Akka taraflarında bulunan Ebu Ubey­de&#;nin izin mektubuna cevaben Hz. Ömer “Asâkir-i İslâmiye&#;den bazılarının Rum kızlarıyla tezevvüc etmek iste­diklerini söylüyorsun. Hicazda haremi (eşi) olmayanlara bunun için müsaade edebilirsin. Hicazda haremi bulu­nanların odalık almalarına gayret etmelisin diye yazmış­tı”[33].

 Fatma Aliye bu misalden sonra seçkin şahsiyetlerin çok evliliklerine dair düşün­celerini şöyle dile getirir:

“Hz.Ömer&#;in birkaç zevcesi vardı, zira o halife idi. Herkes onun gibi olamazdı. Kadınlar kendileri, o kadar büyük bir şerefi yalnız bir kadına çok görürlerdi. Onlar kendi hüsn-ü rı­zalarıyla o hususda taaddüd-ü zevcatı arzu ederlerdi. seafoodplus.info­gamber gibi o da kimseyi zor ile almadı. Hazret-i Resııl, gençliğini bir zevce ile imrar eyleyüb sonra dokuz haremi bu­lınması, ezvacı mutahharanın o şerefe nail edilmeleri için değil midir. Şayân-ı mükâfat olan o muhedderât-ı İslâm&#;ı (İslâm&#;ın temiz kadınlarını) nail-i mükâfat içün oldığından elbet şüp­he yoktıır, Hz. Fatıma&#;nın üzerine Hz. Ali&#;ye kız vermeye kal­kışdıklarında Cenab-ı Resul&#;ün, “Fatıma benden bir lâhm-ı paredir. Onu gücendiren beni gücendirir” diye buyurması, Hazret-i Ali&#;nin, Hazret-i Fatıma hayatta iken hiçbir ka­dın almayub onun vefatından sonra birkaç haremler alması da Hazret-i Fatıma’nın Peygamber kızı bulunduğu ve sair kadınlara kıyas olı­namayacağı için değil midir? Hazret-i Ömer&#;in o kadar haremi varken pek küçük sinde (yaşta) bulınan Hazret-i Fatıma&#;nın keri­mesi Hazret-i Zeyneb&#;i, Hazret-i Ali’den istediğinde, “pek küçükdür ya Ömer” cevabına karşı: “maksadım Beyt-i Resûl&#;e karışmakdır ya Ali” diyerek Hazret-i Zeyneb&#;i tezevvüç eylemesi gibi şeyler hep o dür­lü büyüklere mahsus olan şeylerdendir ki herkes bunlarla bir olamaz. Bunlarda, taaddüd-i zevcatdan maksad başkadır.”[34].

 Fatma Aliye, ço­keşliliği kabullenmiş görünüyor ancak “İslâmiyette taaddüd-i zevcata karşı talak da bulunduğundan taaddüd-i zevcâtın kadınlara cebri bir zulüm olamayacağını ve kadın ortak istemediği halde oturmayıp diğer bi­riyle tezevvüç edebileceğini” ileri sürerek kadınların isteği üze­rine gerçekleştirilen muhalâaya atıfta bulunuyor[35]. Fatma Aliye hanım bu zamanda tek eşliliğin lüzumuna değiniyor;

“İslamiyetde vahdet-i zevce usûlü haram olmadığı ve idare edilemeyeceği halde bir zevce ile iktifa kılınmak hakkındaki ayet-i kerime işte bu alem-i medeniyet için pek muvafık bulundığını söyler isek hak kazanabilürüz. Zira bu alem-i medeniyetde bir zevceden ziyadesini idare ne kadar müşkül ve belki de gayr-ı mümkün oldığı görülüyor[36].

 Taaddüd-i zevcaat ile ilgili tartışmaların yaşandığı dönemin şahitlerinden bir olan Bediüzzaman da batı medeniyetinin çok evliliğe bakış açısını şu şekilde tahlil ediyor. Bu tahliller taaddüd-i zevcaat müdafilerinin görüşlerine mümasil görüşlerdir;

“Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur&#;anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz&#;iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev&#;in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye&#;se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.

 Batılı fı­kirlere sahip Celal Nuri () tarafından / yılında kaleme alınan Kadın­larımız&#;da İslâmiyetin tekeşli aile yapısını öner­diğini ileri sürer. Çokeşliliği kıyasıya eleştiren Celâl Nuri yi­ne de gerçek ihtiyaç durumunda bir başka kadın almaya izin verilmesi konusunda açık kapı bırakır. Ona göre bir kimse karısından memnun olur, ama bu kadın zevcelik görevini yerine getiremezse, o zaman onun hatırı kırılmamak ve kocanın da haklarını korumak için izin verilebilir[37].

 Hukuk-ı Aile Kararnamesi&#;nin düzenlen­mesinden önce, İslâmcılar, Batıcılar ve Türkçüler arasın­da konuyla ilgili yoğun tartışmalar geçmiştir. Komis­yonda yer alan Türkçülerden Mansurizade Said sultanın poliga­miyi yasaklamasının veya birinci hanımın rızasına bağla­mak gibi bazı kayıtlarla sınırlamasının mümkün olduğu­nu ileri sürüyordu. Sonuçta, Mahmud Esad, ve Ahmed Naim&#;in ısrarıyla taaddüd-i zevcat yasaklanmıyor ama önemli ölçüde sınırlandırılıyordu. tarihli Ka­rarnamesi, poligamiye makul bir sınır getirebilmek gaye­siyle, Hanbeli mezhebinin kabul ettiği bir imkândan ya­rarlanarak kadının, nikâh akdi esnasında kocasının evli­lik boyunca tek eşli kalması şartını ileri sürebileceğini benimsemiştir; “üzerine evlenmek ve evlendiği suretde kendisi veya ikinci kadın boş olmak şartıyla bir kadını tezevvüc ve şart muteberdir. Madde 38”. Böyle bir şart Hanefılere göre geçerli sayılmadığı halde, Hanbelilerde bağlayıcı kabul edil­mektedir.

 Bu tip bir akit yapan ilk çift Halide Edip Adıvar ve Salih Zeki Bey’dir. Salih Zeki Bey gül üstüne gül koklayınca yani ikinci evliliğin yapınca Halide Edip hanım boşanma hakkını kullanmıştır[38]. Muhammed Hamidullah bu gö­rüşün, tüm Müslümanlar için bağlayıcı olduğunu belirtir[39].

 Bu maddenin kabulünde her ne kadar kamuoyu baskısının etkisi olmuşsa da İslam hukukunun çerçevesi içerisinde kalınmış ve çok evliliğe engeller oluşturma yönünde atılan bir adım sayılmıştır. Sosyolog Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu bu kanuni engelin doğrudan yasaklama ile aynı etkiyi yapmak üzere tasarlandığı kanaatini taşır.

 Çok evliliğe karşı kamuoyu baskısı giderek artıyordu. Nitekim bu kanun çok az bir zaman yürürlükte kalabildi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan düzenlemede ’de çok kadınla evlenmek için hakimden özel izin alınması gerekiyordu. Medeni Kanunun ’daki değişikliğinde çok kadınla evlenmek yasaklanmıştı[40].

 ’de Vakit Gazetesi’nin bir anketi toplumun çok evlilik konusundaki eğilimlerini bize aktarıyor. Gazete şu soruları sormuştu:

 Çok eşlilik yasaklanmalı mı ?

İlk eşin çocuk sahibi olamama durumunda çok eşliliğe izin verilmeli mi ?

 Çok eşlilik nüfusun artışı için bir yol olarak değerlendirilebilir mi ?

İstanbul ve taşrada çok eşlilik konusunda farklı hukuk sistemlerine tabi kılınabilir mi ?

 Bu ankete verilen cevaplarda son iki soruya olumsuz cevap verilmişti. İlk soruya verilen cevapların ekserisi çok eşliliğe karşıydı. İkinci soruya verilen cevaplarda ise üçte birinden azı çok evlilik konusunda istisna kabul etmiyordu. Üçte ikisinden fazlası kadını kısır olduğu tıbbi muayene ile tesbit edildiğinde ikinci kadınla evlenmeyi kabulleniyordu[41].

 Osmanlı aile araştırmaları için mühim bir kaynak: Tereke defterleri
Osmanlı aile yapısının niceliğine yani, Osmanlı ailesinde birden fazla evliliğin oranı, çocuk sayısı, kız-erkek çocuk sayısı oranı, mirasçıların durumu ve birden fazla evliliğin hangi amaçlarla yapıldığına dair suallere cevap veren önemli bir kaynak, özellikle Osmanlı mahkemelerinde kadıların tuttuğu ve adına &#;Kadı Sicilleri&#; denilen defter kolleksiyonları içinde bulunan &#;Tereke Defterleri&#;dir[42]. Tereke Defterleri Osmanlı aile yapısı ile ilgili en önemli ve güvenilir kaynağı oluşturmaktadır. Çünkü bu defterlerde aile nüfusu, ailenin niteliği ve niceliği konularında bilginin verilmesinde hukuki zorunluluk vardır. Ancak Tereke Defterleri’nde yaşayan çocukların yer aldığını, vefat eden çocukların yer almadığını belirtelim. Dolayısıyla bu defterlerden aile büyüklüğünü çıkarmak her zaman mümkün olamaz[43]. Ne var ki bu konularda en mühim bir kaynaktır. Demografik yapının nicelik ve niteliğinin analizine ışık tutan Tereke Defterleri’nden -bu eksikliğine rağmen- elde edilen verilerle Osmanlı aile yapısı bulunduğu dönem çerçevesinde izaha kavuşmaktadır.

 Osmanlı toplumunda çok evlilik rakamları

Onyedinci yüzyıl İstanbul&#;una ait 20 şeriye sicili üzerinde yaptığımız araştırmada kişiden &#;inin vefatları anında evli olduklarını tesbit ediyoruz. Bunlardan &#;sını kadınlar, &#;sini erkekler oluşturmaktadır. Erkekler içerisinde kişinin 1&#;er, 84 kişinin 2&#;şer, 7 kişinin 3&#;er, 4 kişinin ise 4 eşi bulunmaktadır. kişinin (%) birer eş sahibi olması, askeri sınıf (kısa bir tanımla ile bütün kamu kesimi için kullanılan bir terim) içinde tek evliliğin hakim bir durumda olduğunu gösteriyor.

 Öseafoodplus.info&#;ın benzer kaynaklar üzerinde yaptığı incelemelerde de aynı sonuçlara ulaşılmıştır; erkekten (%92,8)&#;sinin tek kadınla evli olduğu tesbit edilmiştir. Aynı incelemede erkeğin 2&#;şer, sadece 6&#;sının 3&#;er eşle evli oldukları görülmektedir[44].

 Bursa, Ankara ve Anadolu&#;nun muhtelif şehirlerine ait tereke kayıtları incelenerek varılan sonuçlar da birbirine yakındır[45]. Şer’iye sicilleri kullanılarak yapılan bir araştırmada yüzyılda Bursa’da evli erkekten 22 kişi (%) iki evli, 2 kişi (%) üç kadınla evlidir. Dört kadınla evli yoktur. Dolayısıyla geriye kalan kişi 1 kadınla evlidir (%)[46]. 17 yüzyılda ise bu oran yine Bursa için şöyledir; evli erkekten 49’u 2 evli (%), 2’si 3 evli (%)[47]. H. Gerber Bursa Şer’iye sicillerinde ’in üzerinde erkeğin mirasçıları üzerinde yapılan bir araştırmasında ise yüzyılda Bursa’da iki veya daha fazla kadınla evlilik yapan 20 kişiyi tesbit etmiştir. Çok evlilik oranı % 1’dir[48]. Daniel Bates’in tesbitlerine göre Güneydoğu Türkmen aşiretlerinde bu oran % 3’dür[49].

 Adana, Amasya, Ankara, Antep, Diyarbakır, Edirne, Kayseri, Konya, Manisa, Sivas, Trabzon tereke defterleri üzerinde sondaj usulü ile yapılan bir araştırmaya göre kişiden ’u tek eşlidir(%). Bunlardan 84’ü 2 kadınla (% ), 10’u 3 kadınla (% ) aynı anda evlilik yapmıştır. Aynı araştırma sonuçlarına göre şehirlerde birden fazla evlilik oranı % , köylerde ise bu oran % ’dür. Aynı kaynak gurubunda üzerinde incelenen tereke kayıtlarında sadece iki terekede aynı anda 4 kadınla evli kişilere rastlanılmıştır[50]. yüzyılın başlarında Kayseri’de ailelerin durumu ile alakalı bir incelemede müslüman erkeğin sadece 10’u birden fazla evli olup, bunlar içerisinde bir kişi 3, diğerleri ise 2 eşle evlidir. Bu durumda birden fazla evliliğin oranı % ’dir[51]. yüzyılda Kayseri’de birden fazla eşle evliliğin oranı yine aynı seviyelerde kalmıştır[52]. Tokat’ta ise aile nüfusu ile alakalı kısmi bir çalışmada (18 tereke üzerinde) birden fazla eşle evlilik oranı yüksek gösterilmiştir[53].

İstanbul ve Edirne&#;de bulunan askeri sınıf mensupları arasında tek eşliliğin aynı oranlarda olduğu görülürken, Ankara ve Anadolu&#;nun bir kısım şehirlerinde tek eşlilik daha düşük oranda seyretmiştir. Dolayısıyla Anadolu&#;da çok evliliğe daha fazla meyledildiği söylenebilir. Bursa&#;da ise çoğunluğu halk kesimine ait tereke defterlerine göre tek eşliliğin oranı oldukça yüksektir.

 Benzer özellikler Arap nü­fusun yoğun olarak yaşadığı bölgeler için de geçerli olduğu söylenebilir. Zira, XIX. yüzyıl Şam ve Halep tereke defterleri incelenerek varılan sonuçlar, Şam şehir toplumu içinde monogaminin % 90 olduğunu göstermektedir[54].

 Osmanlı demografi araştırmalarından tanıdığımız Cem Behar ile Alan Duben&#;in yıllarını kapsayan çalışmalarında bu istisnai özelliğin devam ettiği görülmektedir. Bu araştırma sonuçlarına göre İstanbul’da ’de çok evlilik oranı %, ’de % ’dır. Enterasandır bu oran Eminönü ve Fatih’de % iken, Beşiktaş semtinde % ’e çıkmaktadır[55]. Cem Behar’ın İstanbul’a ait diğer bir çalışmasında tarihleri arasında muhtelif senelere ait verilerden kullandığı evli kişinin ’ü (% ) tek evli, ’i (%) birden fazla kadınla evlidir[56].

 Tanzimat dönemini kapsayan Bursa ve civarına ait bir araştırmada birden faz­la kadınla evlilik yapanların oranının önceki dönemlerden pek farklı olmadığına işaret edilmektedir yılları arasında Bursa&#;da ölen evli erkeğin mirasçıları üzerinde yapılan bu araştırma sonucuna göre; evli erkekten &#;ü tek (%97,8), 7&#;si 2 (%0,5); bir tanesi de 4 eşli evlilik gerçek­leştirmiştir. Bu araştırmaya göre poligam oranı oldukça düşüktür (%2,2)[57].

 Osmanlılarda çok kadınla evliliğin nadir olduğunu Tanzimat yazarları da ifade etmektedir. Bu tür evliliği bir bakıma savunan Ahmet Midhat, Osmanlı ailelerinin % 95&#;inin tek eşli, iki eşlilerin nadir ve daha çok evlilik yapanların büsbütün ender olduğunu yazar. Fatma Ali­ye de Nisvan-ı İslam adlı eserinde ortağı olan kadın sayısının “parmak ile gösterilecek kadar az” olduğunu belirtir[58]. Mahmud Esad “İstanbul’da evvelkine nisbetle mükerrer olan ekall-ü kalildir. Hatta ta’dâd bile mümkündür[59]. En büyük şehirlerimizde bile mükerrer olanlara nâdir tesadüf” edildiğini söylüyor[60].

  Tablo: Şehirlere Göre Eş Sayısının Dağılımı

Tabloyu büyültmek için üzerine tıklayınız.

Tek eşlilik oranı neden düşüktür ?

 Osmanlı toplumunda çok eşliliğin düşük oranlarda gerçekleşmesinin sebepleri üzerinde durabiliriz. Öncelikle İslam’ın aileye ilişkin düzenlemeleri çok eşliliği sınırlamıştır. Kuran-ı Kerim’de eşler arasında adalet sağlanması, yoksa tek kadınla aile hayatının sürdürülmesi tavsiye edilmektedir. Nafaka mükellefiyetinin erkeğe ait olması erkeği sınırlayan bir başka husustur. seafoodplus.infoi bu konuya şöyle değinmektedir;

“Bir yandan Kuran-ı Kerim’in açık tavsiyeleri, diğer yandan kanunun kadınlara iyi muamele etmesi ve onların geçimini tek başına sağlaması konusunda kocaya yüklediği mecburiyet müslüman ferdler arasında çok kadınla evlenme vakalarının oldukça ender görünmesine büyük katkıda bulunmaktadırlar”[61].

 Toplumda çok eşliliğin hoş karşılanmaması kişilerin tek kadınla aile hayatlarını sürmelerinde etkili olmuştur. Çok eşlilik Osmanlı toplumunda saygıyla karşılanmıyordu. Kabul edilen bir yaşam biçim değildi. Zira Osmanlı’da toplumun esas unsuru olarak kadının algılanması söz konusuydu[62]. Şemseddin Sami Kadınlar’da “kadın cemiyet-i beşeriyenin esasıdır” diyor[63]. Üstelik ikinci evliliğin de kolay gerçekleşmediğini belirtelim. Zengin kadınlar üzerlerine kuma getirilmesine şiddetle karşı çıkarken, genç kızların da “bir avreti daha vardur, kuma üzerine varmazam”diye evli erkeklerle evlenmeyi hiç düşünmediklerini de belirtmek gerekir. Anne babalar da mümkün olduğunca kızlarını evli erkeklere evlendirme konusunda titiz davranıyorlardı.

Diğer taraftan ailenin huzur ve saadetini zedeleme korkusu kişileri ikinci evlilik konusunda daha dikkatli davranmalarını gerekli kılıyordu. yüzyıl şairi Nabi bu durumu şöyle dile getirir; “Rahat bulur mu avret alan avret üstüne”. Ahlak bilgini Kınalızâde “çok evlenmeye atılan kimselerin evlerinde mücadele, husumet, kötü yaşayış ve düzensizlik mevcuttur” der[64]. Kınalızâde’nin etkilendiği Nasireddin Tûsî Ahlak-ı Nasırî adlı eserinde “erkek evde bedendeki kalbe benzer. Nasıl ki, iki bedene bir kalp hayat vermezse, iki evin düzenini de bir erkek sağlayamaz”[65].

 ’de Osmanlı ülkesini gezen Amerikalı seyyah değerlendirmelerinde “&#;bir Türk erkeği ancak çocuk sahibi olma isteği çok güçlüyse bu masrafa girişecek ve evinin huzurunu tehlikeye atacaktır”[66]. diyordu.

 Çocuksuz ailelerin geçici evlatlık ve icar-ı sağir ile çocuk edinmelerinin mümkün olması dolayısıyla ikinci evliliğe gidilmediği söylenebilir.

 Demografik açıdan bakıldığında çok eşli evliliğin bozulma tehlikesi tek eşli olanlara göre daha yüksektir. Ortalama olarak tek eşli evlilikler çok eşli olanlardan daha uzun sürmektedirler. Cem Behar-Alan Duben’in araştırma sonuçlarına göre çok eşli evliliklerin çoğu her iki kadının çocuk sahibi olma dönemi bitiminden önce şekil değiştiriyordu. Yani çok evlilik sona eriyordu[67].

Çok eşli kişilerin çocukları

 İncelediğimiz çok eşli 95 kişiyi çocuk sayısı açısından değerlendirdiğimizde genel oranın altında kaldığı görülmektedir. Toplam erkek ve kız çocukları bulunmaktadır. Kişi başına düşen çocuk sayısı ise &#;dir. Yukarda kaydettiğimiz gibi çok eşliliğe kişileri iten en büyük saikin çocuk sahibi olma isteği gelmektedir. Çok evlilerde kişinin ya hiç çocuğu veya erkek çocuğu bulunmamaktadır. Eşin kısır olabileceği düşüncesi erkeği ikinci ve üçüncü evliliğe itmektedir.

Çok eşli kişilerin statüleri

 Çok eşli kişileri cemiyet içerisindeki statü, ünvan ve görevleri açısından değer­lendirdiğimizde; 95 kişi içerisinde on altısının İbn-i Abdullah yani köle menşeli kişilerden oluştuklarını tesbit ediyoruz. Bunlar içerisinde en fazla sırasıyla el-hac, ağa, efendi, çavuş, beşe, çelebi, bey ünvan sahipleri yer almaktadır. Meslek olarak altıncı, sandalcı, kaldırımcı, aşçı, sabuncu sarraç, çizmeci, çörekçi, simkeş gibi zenatkarlar yanında zabit, katip, imam, kadı, çorbacı, pazarbaşı, odabaşı, kapucu, kapucubaşı, kethuda gibi resmî görevliler bulunmaktadır.

 Üç ve dört evliler incelendiğinde toplam evli erkekten sadece on birinin bu tür evlilik yaptığı tesbit edilmektedir. Sırasıyla 4 el-Hac, 2 Çavuş, 1 Ağa, 1 Çelebi, 1 Paşa, 1 Çorbacı, 1 Pazarbaşı bulunmaktadır. Ekonomik durumlarına baktığımızda, çok yüksek meblağlarda servet bırakanların yanında düşük seviyede servet bırakanlar da bu­lunmaktadır. Çocuk sayısı oranı açısından bakıldığında bu oranın yüksek olduğu görülmektedir. Kişi başına 5 çocuk düşmektedir. Ancak bunlar içerisinde bir kişinin bir kızı, diğer bir kişinin de hiç çocuğu olmadığı görülmektedir.

 Gerek bu çalışmamızda, gerekse belgelere dayalı olarak yapılan diğer çalış­malarda Osmanlı toplumunun seçkin zümresi sayılabilecek bir konumda olan askeri sınıf içinde bile poligaminin tercih edilen bir durum olmadığı, ancak istisnai olarak birden fazla evliliğin toplumun değişik kesimlerinde görüldüğü, ekonomik durum ve sosyal statü ile direkt irtibatlı olmadığı, özellikle ikinci evliliği yapanlarda çocuklarının ya hiç olmadığı veya erkek çocuklarının olmadığı açığa kavuşmak­tadır[68].

 Osmanlı ailesi üzerine yapılan pek çok çalışmada çok eşliler ile ilgili analizlerde, belirli statü ve unvanlara sahip varlıklı kimselerde, toplumun üst kesimlerinde birden fazla evliliğin diğerlerine göre daha fazla olduğu, refah seviyesi yüksek kesimlerde bu eğilimin arttığı daima vurgulanır. Burada şu izahı yapmak lazımdır; gerek statü, gerekse refah seviyesinin yüksekliği çok evlilik için bir araç değildir. Bu her iki durum çok evlilik için lazım şartları içinde barındırdığı için bu kesimlerde diğerlerine göre bir fazlalıktan söz edilebilir. Yoksa birden fazla evliliklere toplumun muhtelif kesimlerinde ve muhtelif gelir ve servet gruplarında rastlanıldığını gözden uzak tutmamak gereklidir. II. Abdulhamid dönemini inceleyen Sir Edwin Pears poligaminin alt gelir gurupları arasında da görüldüğünü belirtir[69]. Yine Osmanlı toplumunda çok evliliği hacı, efendi, seyyid, şerif, ağa, gibi sosyal zümrelerin, nüfuz sahiplerinin, bürokratların, zengin kişilerin bir melabagahı (eğlence alanı) olarak tasavvur etme hatasına düşmemelidir. Özellikle Osmanlı İstanbul’unda taaddüd-i zevcâta iten sebepler salt olarak ne refah ne de dindir. Ne de Osmanlı sultanlarını taklit kaygısıdır[70].

 Uzun yıllar üzerinde durduğumuz bir araştırmanın aile yapımıza ilişkin bölümünün sadece eş sayısı ile ilgili sonuçlarını vermeye çalıştık. Görülüyor ki, tarihimiz belgelere bağlı olarak gerçekten araştırıldığında bu gün bize empoze edilen görüş ve düşüncelerin yanlış olduğu açığa çıkmaktadır. Osmanlı arşivinde araştırmalarımız sırasında zaman zaman karşılaştığımız M. Kiel adındaki batılı bir tarihçiye de tesbitlerimi aktardığımda; &#;doğru doğru, bu konu hep yanlış biliniyor, bu tesbitler doğru&#; demiş idi.

 Yukardaki rakamlar bize Osmanlı toplumunda poligaminin (çok evliliğin) yaygın olduğu şeklindeki kanaat ve düşüncenin ne kadar isabetsiz ve kasıtlı olduğunu göstermektedir. Bugün, Osmanlı insanının ve yöneticilerinin zevkü sefa peşinde koşan, kadını bir zevk ve eğlence metaı olarak kullanan hedonist insanlar olarak lanse edilmesini şaşkınlıkla karşılıyoruz. Maalesef Osmanlı haremiyle ilgili yazılan pek çok makalenin ve eserin muhtevası, Osmanlı saraylarında on yıl boyunca &#;Muallime-i Selâtîn&#; olarak görev yapmış rahmetli Safiye Ünüvar&#;ın da ifadesiyle &#;hayal mahsulu romantik maceraları&#; ihtiva etmektedir[71]. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz&#;ün yayınladığı ve kısa adıyla Osmanlı&#;da Harem adlı eserinde de bütün genişliğiyle gördüğümüz gibi Os­manlı sultanlarının aile hayatlarını geçirdikleri harem bir zevkü sefa mahalli değil, bir terbiyegahtır, bir mekteptir. Aynı şekilde vezirlerin, paşaların ve diğer rical-i devlet&#;in konakları da birer küçük harem mesabesinde benzer fonksiyonları görmektedir.

Şu gerçeği önemle belirtmek gerekir ki, Osmanlı aile yapısı İslam aile yapısının bir yansıması olarak tarihe mal olmuştur. Kadını bir zevk aracı, meta olarak değil, cennetin kendileri vasıtasıyla kazanılacağı üstün değerler olarak gör­müştür. Kadın toplumun esası olarak kabul görmüştür. İnsanlık tarihi boyunca süregelen köleliğin suistimalden uzak bir şekilde icra edilmesi için esir ticaretiyle meşgul kimselerin fesad ile müttehem olanlar ihrac olunub salah ü diyaneti ve nevan gınası ihbar olunan ricalden[72] olması bir kaide olarak vaz edilmiştir. Değil, resmi olarak fahişelik vesikası verilmesi, bir mahallede ahlaksızlığı görülen kadın ve erkeğin mahallenin ahlaki yapısını bozduğu, ahaliyi rencide ettiği için mahalle halkının talebi veya devlet ricalinin tesbitiyle bulunduk­ları yerden sürüldükleri, cezaya çarptırıldıklarına ilişkin pek çok karara &#;Mühimme Defterleri&#; adı verilen divan kararlarının yazıldığı defter koleksiyonlarında rastla­mak mümkündür.

 Osmanlı ailesi batı ailesinin geçirdiği süreçleri yaşamadığı gibi, batı ailesinin maruz kaldığı krizleri de hiç bir zaman yaşamamıştır. Daha yüzyılın başlarında bu konuda kalem oynatan Osmanlı aydınlarının eserlerinde de ifade edildiği gibi Batı’da fiili bir ta’addüd-ü zevcat vardı. yüzyılın sonlarında Hans Bart “Le droit du Croissant” adlı eserinde “garbda üçden ziyade kadınlar ile münasebetde bulunmayan kim vardır ?” diyor[73]. Mustafa Sabri bir batılıya atfen “müslümanlar dörde kadar ve kendilerini daha medeni addeden garblıların istediği kadar kadın istifraş” ettiklerinden söz etmektedir. Haşim Nahid’in dediği gibi “Bir tek zevceye malik olan Avrupalıların çoğu gayr-ı meşru surette müteaddid zevcelere maliktir”[74].

 Batıda evlilik dışı doğan çocukların oranına ilişkin aşağıda vereceğimiz rakamlar hiç bir zaman ve hiç bir İslam toplumu içerisinde görülmemiş rakamlardır. Newsweek dergisinin yaptığı bir araştırma bu konuda batının ne denli bir çıkmaz ve çöküş ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Evlilik dışı çocukların oranı İsveç&#;te % 50, Danimarka&#;da % 47, Norveç&#;de % 46, Fransa&#;da % 35, İngiltere&#;de % 32, Avusturya&#;da % Bu rakamlar sadece çocukların oranını vermektedir. Evlilik dışı yaşayanların oranı bundan daha yüksektir. Şu acı tablo batıda evliliğin bir bakıma rafa kaldırıldığının bir resmidir[75].

 Bundan yüz yıl öncesinin beyanlarında da görüldüğü üzere Batı’da fiili bir taaddüd-i zevcaat var. Meşruiyyet şemsiyesi dışındaki bu fiili durum ailenin çöküşünü hızlandırmıştır. Bu çöküşe dur diyenler de yok değil şüphesiz. Modern dünyada aileye verilen önem de gün geçtikçe artmaktadır. Zira sağlıklı bir toplumun oluşturulması yolunda onca çabalar içinde ailenin ihmal edilmiş ol­ması, insanı ve toplumu ayakta tutan temel dinamiklerden birinin göz ardı edilme­siyle eş anlamlı olsa gerektir. Bunun farkına varan düşünür, bilim adamları, kurum ve kuru­luşlar gün aşırı değişik platformlarda ve değişik vesilelerle aile kurumunun önem­ine işaret etmektedirler. yılı içerisinde gerçekleştirilen uluslararası verimlilik kongresine uydu aracılığıyla katılan nobel sahibi bir bilim adamından iktisadi tahliller beklenirken, verimliliğin artırılmasında aile müessesesinin ehemmiyetini vurgulamış olması dikkatlerden kaçmamaktadır.

 Amerikan başkanlık seçimlerine Cumhuriyetçi Parti’den başkan adayları arasında adı geçmiş olan Garry Bauer, Amerika’da bazı eyaletlerde eşcinsellerin evlenmelerine yol açılınca; “eşcinsel evliliklerin yasallaşması, toplumumuzun temel taşı olan ahlâka tarihteki en büyük darbeyi indirir. Hiçbir terörüst saldırı bize bunun kadar zarar veremez” diyordu[76]. Diğer taraftan aşırı Rus milliyetçisi Jirinovski çok eşliliğin Rusya’da meşru olması için bir kanun teklifi vereceği dönemin gazetelerinde yer almıştı[77].

 Maalesef bizde de bir kırılmadan söz edilebilir. Hürriyet gazetesinin 13 Temmuz tarihli nüshasında &#;Türkiyede Cinsellik&#; adlı bir araştırmanın sonuçları ülkemizde aile yapısının ciddi bir çözülme ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. kişinin katıldığı bu araştırmaya göre; &#;ilk cinsel deneyim yasal eşle olmadığı gibi, düzenli cinsel ilişkiyi evli oldukları eşleriyle sürdürenlerin oranı ise % 23&#;tür. Bu anket kimlerle yapıldı bilemiyoruz ama, Türk toplumunun bu kadar da dejenerasyona uğra­madığını düşünerek iyimser bakış açımızı yitirmiyoruz.

 Hülasa, bütün İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı toplumunda da taaddüd-i zevcât yani birden fazla evlilik, temel gerekçesi itibariyle kadını istismar üzerine kurulan bir düzenleme değil, bir çıkış yolu ve bir ruhsattır. Aslolan tek eşle aile hayatının sürdürülmesidir.

 &#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;&#;

 * Osmanlı Araştırmaları Vakfı-İstanbul.

 [1] yılı içerisinde Kanal 7’de yayınlanan İskele Sancak programında İslam’da taaddüd-i zevcaat konusunda yer alan görüşlere ilave olarak Dücane Cündioğlu’nun Yeni Şafak’da çıkan yazısı bu farklı yaklaşımların en canlı örneklerini oluşturmaktadır. Dücane Cündioğlu, “Kuran çokevliliğe izin vermez, emreder”, Yeni Şafak, 12 Aralık tarihli nüsha.

 [2] Genişbilgi için bkz. M. Akif Aydın, İslam Osmanlı Aile Hukuku , İstanbul , aynı yazar, &#;Osmanlılarda Aile Hukukunun Tarihi Tekamülü &#;, Sosyo &#; Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi I-III, Ankara , c. 2, s. vd.

 [3] Geniş bilgi için bkz. İlber Ortaylı, &#;Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf &#; , Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi , c. 2, s.

 [4] &#; Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur. &#;Nisa Suresi, Ayet 3, Yaşar Kutluay, Hüseyin Atay; Kur&#;an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Ankara

 [5] &#;Nisa Suresi, Ayet

 [6] İbn-i Mace, Nikah,

 [7] &#;Arap&#;, DVİA, c.3, s; Süleyman Ateş, Yüce Kuran&#;ın Çağdaş Tefsiri, c.2, s, ; Şemsettin Günaltay, “İslamdan Önce Arablarda Kadının Durumu”, Belleten, C. XV, s. ,

 [8] Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, Terc.; Zeki Megamiz, Sadeleştiren; Mümin Çevik, c.5, s

 [9] Aktaran; Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s.

 [10] seafoodplus.info, Family Planning Among Muslims in India, Delhi , s.

 [11] seafoodplus.info, World Revolution and Family Patterns, New York , s. ’den Feridun Merter, Köy Ailesinde Meydana Gelen Değişmeler, Ankara , s.

 [12] Nur Öznel, “ İslam ülkelerinde Aile”, Aile Politikaları, Ankara , s.

 [13] Aktaran; İlber Ortaylı, &#;Anadoluda XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerine Bazı Gözlemler &#;, Osmanlı Araştırmaları , İstanbul , c. 1,s. 37; Aynı Yazar, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul , s. 67; Aynı yazar, &#;Osmanlı Aile Hukuku. . . &#;, s.

 [14] J. Palerne, Peregrinations, Lyon, , s. 96’dan naklen Caporal, Bernard, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını (), Ankara , s.

 [15] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s

 [16] seafoodplus.infoi, Türkiye I-II, Çev. Cemal Karaağaçlı, Tercüman Yay. c. 2, s.

 [17] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s. ,

 [18] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s. 27,

 [19] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, seafoodplus.infoı, İstanbul , s. , Ömer Demirel, &#; Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı&#;, Belleten LIV / s.

 [20] Fanny Davis, The Ottoman Lady- A Social History From to New York , s.

 [21] seafoodplus.info, Family Planning Among Muslims in India, Delhi , s.

 [22] Fanny Davis, The Ottoman Lady- A Social History From to New York , s.

 [23] Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. seafoodplus.infoız, İstanbul , s. 66

 [24] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [25] Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi içinde, c. 3,

 [26] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [27] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [28] Aktaran Abdurrahman Kurt, , “Osmanlı Toplumunda Poligami”,Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s.

 [29] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s. ; Abdurrahman Kurt, , “Osmanlı Toplumunda Poligami”,Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s.

 [30] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [31] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [32] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [33] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [34] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [35] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [36] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [37] Aktaran Abdurrahman Kurt, , “Osmanlı Toplumunda Poligami”,Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s.

 [38] İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s.

 [39] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c. 2, s.

 [40] Aktaran; Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s.

 [41] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s.

 [42] Adı geçen kaynak ile ilgili olarak &#;Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil)&#; adlı eserimize bakılabilir.

 [43] İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s.

 [44] Öseafoodplus.info; &#;Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri ()&#;, TTK- Belgeler Serisi, III/, s.

 [45] Hüseyin Özdeğer, Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul , s. 50; Ömer Demirel, agm. s. , Ömer Demirel, Muhiddin Tuş, Adnan Gürbüz, &#;Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı&#; , Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi I-III, c.1, s.

 [46] Klaus Liebe- Harkort aus Hagen; &#;Beitrage zur sozialen und wirtschaftlichen Lage Bursas am Anfang des Jahrhunderts&#; (Hamburg, ), s.

 [47] Hüseyin Özdeğer, Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul , s.

 [48] Abdurrahman Kurt, “Osmanlı’da Kadının Sosyo-Ekonomik Durumu”, Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s.

 [49] Nakleden Cem Behar, “Polygyny in Istanbul, ”, Middle Eastern Studies, Volume 27, Number 3, July , s.

 [50] Ömer Demirel, Muhiddin Tuş, Adnan Gürbüz, &#; Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı&#; , Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi I-III, c.1, s.

 [51] Muhiddin Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma ()”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 4, Konya , s.

 [52] Said Öztürk, “ Asrın Başlarında Kayseri’de Ailelerin Sosyal Ve Ekonomik Durumu Üzerine Bazı Gözlemler”, İÜ, Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a Hatıra Sayısı, İstanbul , s.

 [53] Rıfat Özdemir, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (), “Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu ( Temmuz ), Ankara , s.

 [54] Abdul-Karım Rafeq,&#; Registers of Succession (Mukhallafât) and Their Importance For Socio-Economic History: Two Samples From Damascus And Aleppo, / &#;, Cıepo Osmanlı Öncesi Ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri , TTK Yay. Ankara , s

 [55] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s. , ,

 [56] Cem Behar, “Polygyny in Istanbul, ”, Middle Eastern Studies, Volume 27, Number 3, July , s.

 [57] Abdurrahman Kurt, Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi (), Bursa , s. 87; Aynı yazar, “Osmanlı Toplumunda Poligami”,Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s.

 [58] Fatma Aliye Hanım, Nisvan-ı İslam, Yay. Haz. Mübeccel Kızıltan, Ankara 84, s. 88; Abdurrahman Kurt, Age, s.

 [59] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [60] Fatıma Aliye- Mahmud Es’ad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [61] seafoodplus.infoi, age, s.

 [62] İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 87, 93,

 [63] Şemseddin Sami, Kadınlar, İstanbul , s. 2; Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi , c. 3, s.

 [64] Kınalızâde Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, Hazırlayan Ahmet Kahraman, Tercüman yay. s. 48; Hüseyin Öztürk, Kınalızâde Ali Çelebi’de Aile, Ankara , s.

 [65] Hüseyin Öztürk, age, s.

 [66] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s

 [67] Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s.

 [68] Bu veriler çerçevesinde; Osmanlı yönetici tabakasında çok evliliğin revaçta olduğu, sayısız köle,cariye,odalık ve büyük servetleriyle saray hayatını taklit ettikleri şeklindeki iddianın birden fazla evliliğin revaçta olduğu yönü geçersiz kalmaktadır. İddia ile ilgili bkz. Hasan Yüksel,&#; Vakfiyelere Göre Osmanlı Toplumunda Aile&#;, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi I-III, Ankara , c 2, s. Diğer taraftan Tabakoğlu ise klasik dönemde padişah saraylarında bile şatafat ve lükse kaçılmadığını, paşaların basit konaklarda hayat sürerek insan-eşya ilişkileri değil, insan-insan ilişkileri ön planda tutulduğunu kaydeder. Bkz. Tabakoğlu, age, s Tabakoğlu’nun fikirlerine mutbakat eden İlber Ortaylı da Osmanlı Toplumunda Aile kitabında Osmanlı ülkesinin mütevazi bir memleket olduğunu, İstanbul’a gösterişci zenginliği Mısır’ın Hidiv hanedanının getirdiğini söyler, Ortaylı devamla, mevcut binaların son derece mütevazi hayatın yaşandığı küçük konaklar olduğunu belirtir. Age, s.

 [69] Fanny Davis, The Ottoman Lady- A Social History From to New York , s.

 [70] Bazı değerlendirmeler için bkz. Feriha Karadeniz, “XVI ve XVII. Yüzyıllarda Farklı Sınıflardaki Osmanlı Kadınına Genel Bir Bakış”, Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, c. 5, s. Yine, Cem Behar &#; Alan Duben, İstanbul Hâneleri, İstanbul , s. , Fanny Davis, eserinde bir çok batılı yazardan iktibasda bulunur. Hemen hemen hepsi çok evliliğin toplumun üst kesimlerinde görüldüğünü belirtir. The Ottoman Lady, s.

 [71] Safiye Ünüvar, Saray Hatıralarım, İstanbul , s

 [72] Mübahak S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve Tarihli Narh Defteri, İstanbul , s

 [73] Aktaran Mahmud Esad, Taaddüd-i Zevcât, Kostantınıyye , s.

 [74] Şeyhülislam Mustafa Sabri, Aile Hayatı, Tesettür Meselesi, Kadın Hukuku, Yay. Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi , c. 3, s. ,

 [75] Ahmet Selim, &#;Batı Medeniyetinin Son Virajı&#;, 18 Ocak tarihli Zaman Gazetesi.

 [76] 29 Aralık tarihli Akit Gazetesi.

 [77] 8 Ekim tarihli Akit Gazetesi.

Bookmark.

İlber Ortaylı: Osmanlı'yı anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur

seafoodplus.info

İlber Ortaylı: Osmanlı'yı anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur

İlber Ortaylı: Osmanlı'yı anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur

Prof. Dr. İlber Ortaylı, kendisinin Osmanlı İmparatorluğu'nun bir çocuğu olduğunu belirterek "İstediği kadar Fransızca bilsin, İngilizce bilsin. Onu , Sputnik Türkiye

T+

T+

T+

/html/head/meta[@name='og:title']/@content

/html/head/meta[@name='og:description']/@content

seafoodplus.info

iskenderiye

Sputnik Türkiye

[email protected]

+

MIA „Rosiya Segodnya“

Sputnik Türkiye

[email protected]

+

MIA „Rosiya Segodnya“

SON HABERLER

tr_TR

Sputnik Türkiye

[email protected]

+

MIA „Rosiya Segodnya“

seafoodplus.info

Sputnik Türkiye

[email protected]

+

MIA „Rosiya Segodnya“

Sputnik Türkiye

türkiye, haberler, ilber ortaylı, iskenderiye, ingilizce, celal şengör

türkiye, haberler, ilber ortaylı, iskenderiye, ingilizce, celal şengör

(güncellendi: )

Abone olTelegramTwitter

Prof. Dr. İlber Ortaylı, kendisinin Osmanlı İmparatorluğu'nun bir çocuğu olduğunu belirterek "İstediği kadar Fransızca bilsin, İngilizce bilsin. Onu anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur" dedi.

Prof. Dr. İlber Ortaylı, katıldığı bir konferansta Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olarak açıklamalarda bulundu. "Ben Osmanlı İmparatorluğu'nun çocuğuyum ve benim için Osmanlılık her şeyden daha temeldir" diyen Ortaylı şöyle devam etti:

"Yani onu inkar etmem mümkün değildir. Biz onun sayesinde varız. Onun sayesinde kültürel kişiliğimiz oluşuyor. Onu anlamayanın kültürel kişiliği kopuktur. İstediği kadar Fransızca bilsin, İngilizce bilsin. Onu anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur."

Şengör'e tepki mi?

Prof. Dr. Celal Şengör ise geçen günlerde Azerbaycan'da bir grup öğrenciyle gerçekleştirdiği sohbetinde, En cahil Türklerin, Müslüman Türkler olduğunu söylemişti. Şengör, şunları kaydetmişti:

"Türkler cahil bırakılmadı, Türkler cahil kaldılar, kendi kendilerini cahil ettiler. En cahil Türkler Müslüman olan Türklerdir. Osmanlılar ne eğitime önem verdiler ne bir şeye önem verdiler. Kendi dinlerini bile adam gibi öğrenmediler."

Ortaylı'nın bu açıklaması, sosyal medya kullanıcıları ve bazı haber siteleri tarafından 'Celal Şengör'e tepki' olarak yorumlandı.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir