kaynağı değiştir]
Petrol en genel itibarıyla deniz kökenli (marine) organik maddelerin çökelmesi sonucu meydana gelen organik içerikçe zengin sedimanter kayaların jeolojik zaman süreci içinde gömülmesiyle ısı ve basınç etkisi altında meydana gelen bir organik üründür. Öncelikle bu organik maddeler diyajenez süreciyle (ki erken gömülme şartlarını içerir görece düşük basınç ve sıcaklık) hacimsel küçülmeye uğrar ve tetiklenen birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucu kerojen oluşturur. Çökeller içinde sıkışma sonucu su da ortaya çıkar ve organik maddeye doygun tortul kayaçlar elde edilmiş olur. Bu noktada en önemli 3 eleman sıcaklık, basın ve uzun zamandır, zira jeolojik olarak anlaşılması gereken bir zaman dilimi kastedilir. Oluşan kerojen mumsu yapıda, büyük bir organik moleküldür ve suda ve organik çözücülerde çözünmez. Gömülme devam ettikçe sıcaklık ve basınç artar (yerin derinlerine inildikçe bu iki değer artış gösterir) bir yerden sonra katajenez aşamasına gelinir, bu aşamada kerojenden hidrokarbon zincirleri oluşumu başlar ve katajenez şartları oluşacak hidrokarbonu belirler. Petrol oluşumu için gereken sıcaklık santigrad derece arasındaki petrol penceresi sıcaklığıdır, bu değerlerin üstünde kerojen bütünüyle çatlamaya ve ufak hidrokarbon zincirleri oluşturmaya başlar ve ürün olarak gaz elde edilir.[9]
Petrolün yeraltından çıkartılmasından tutun, benzin pompalarına kadar uzanan büyüleyici yolculuğunu merak ediyorsanız okumaya devam edin. YazımızdaPetrol nedir? Petrol nasıl oluşur? Petrol nasıl çıkarılır? Petrol nasıl işlenir? Petrol sondajı nasıl yapılır? Neden petrol kuyularından devamlı yanan bir ateş görünür? Petrol rafinerisi nasıl çalışır? Ham Petrolün işlenmesi nasıl olur? Dünyada petrol kaynakları biter mi? Dünyada en çok hangi ülkenin petrol rezervi var? Petrol pompaları kaç türlüdür?sorularının cevaplarını bulabileceksiniz.
Petrol, yalnızca hidrojen ve karbondan oluşan hidrokarbon moleküllerinin bir karışımıdır. Aynı zamanda az miktarda oksijen, nitrojen, kükürt, tuz ve su içerir.Karbon ve hidrojen atomları arasındaki kovalent bağlar, petrol yakılınca açığa çıkan kimyasal enerji rezervlerini oluşturur. Her molekül, yapısına ve uzunluğuna bağlı olarak farklı özelliklere sahiptir. Bu da petrolü çok yönlü bir madde haline getirir. Metan (CH4) gibi kısa bir molekül yüzey koşullarında gaz halindeyken daha uzun zincirli hidrokarbonlar sıvı veya katı olur. Hidrokarbonları seçip çapraz bağlayarak plastikten kayganlaştırıcıya kadar birçok farklı ürün üretilebilir.
Petrole bağımlıyız. Arabalarımızı çalıştıran yakıtlar, aldığımız ilaçlar ve her gün kullandığımız plastikler ham petrolden elde ediliyor. Ham petrolü çok az insan gözleriyle görse de onun varlığı, modern toplumun temellerini oluşturuyor.
Petrol endüstrisi ilk adımlarını yüzyılda gazyağıyla çalışan lambaların yaygınlaşmasıyla attı ama asıl talep patlaması, içten yanmalı motorun icat edilmesiyle yaşandı. Şu sıralar dünyanın dört bir yanındaki insanlar her gün 90 milyon varil (14,3 milyar litre)siyah altın tüketiyor.
Dünya genelindeki petrol rezervleri (varil) hesabı yapıldığında ilk 6 sıralama şöyle;
Böylesine devasa kaynakları olmasına rağmen ilk sıradaki Venezuella olmasına rağmen en kötü ek0nomisi de olması sizcede şaşırtıcı değil mi? Yazımızı okuduğunuzda petrolü çıkarmanın o kadar da basit ve ucuz bir yöntem olmadığını göreceksiniz.
Ama önce gelin petrolün öyküsünü en baştan alalım. Öykü çok çok uzun zaman önce başladı.
Milyonlarca yılda oluşan fosil yakıtlar listesindeki ilk sıradaki doğal kaynak Ham petroldür. Süreç, milyon yıl önce tarih öncesi denizlerde başladı. Plankton gibi mikroorganizmalar öldükçe kalıntıları deniz dibinde birikerek yavaş yavaş kayaçlar oluşturdu. Artan basınç ve sıcaklığın da etkisiyle bakteriler ve kimyasal tepkimeler, tortul tabakalarının altına gömülen organik maddeleri önce kerojene sonra da petrole dönüştürdü. Rezervuar kayaçlarda biriken bu petrol bazen katı kayaçların arasına sıkışarak günümüzde kullandığımız petrol sahalarını oluşturuyor.
Petrolün oluşması için kaynak kayacın gömülü olduğu derinlikteki sıcaklık çok önemli. 80 derecenin altında organik maddeler kerojen halinde kalıyor, derecenin üzerinde ise Doğalgaz hidrokarbonları gelişiyor. Sıcaklık, hangi hidrokarbonların oluşacağını belirliyor ve her petrol sahasından çıkarılan petrole o konuma has bir parmak izi kazandırıyor.
Bir petrol sahasının oluşması için üç koşul gerekli. İlk olarak, organik madde açısından zengin bir kaynak kayaç doğru derinliğe gömülmüş olmalı. İkinci olarak, petrolün birikmesi için gözenekli bir rezervuar kayacı gerekli. Son olarak, sızdırmaz bir örtü kayaç, petrolün yüzeye kaçmasını önlemeli.
Jeologlar bu üç koşulu sağlayan yerleri tahmin ederek olası petrol sahası konumlarını belirleyebiliyor.
Petrol yataklarını bulmak için çeşitli teknikler kullanılıyor. Önce jeologlar yeraltı kayaç oluşumları hakkında ipucu toplamak için hava fotoğrafçılığından yararlanıyor. Dünyanın yerçekimi kuvvetini ölçmek, kayaçların yoğunluğunu gösteren küçük varyasyonları ortaya çıkarabiliyor. Ardından sismik araştırma yapılıyor. Toprağa akustik dalgaları ateşlenerek yeraltındaki kayaçlardan nasıl sektikleri ölçülüyor ve 3B bir yeraltı haritası oluşturuluyor.
Bilim insanları potansiyel petrol sahalarını bulduktan sonra sondaj hazırlıkları başlıyor.Karada sondaj yapıları kurmak oldukça basit ama denizde şiddetli rüzgârlar, dalgalar ve akıntılarla mücadele etmek gerekiyor. Sığ sularda, deniz tabanına uzanan ayaklarla sabitlenen yükselebilir platformlar kullanılıyor. metreyi aşan derinliklerde ise yarı batık platformlar lemirleme sistemleriyle yerlerine sabitleniyor. Son alarak, en derin yerler için sondaj gemileri kullanılıyor. Karada ise döner sondalar yaygın. Bunlarda sondayı yeraltına indirmek için kule vinç kullanılıyor.
Sondaj çalışmalarının yanıt aradığı sorular belli: Petrol var mı ve çıkarma maliyetlerini karşılayacak kadar bol mu?
Test kuyuları kazıldıkça bilim insanları kayaç oluşumunun yapısını ve ne kadar petrol bulunduğunu ortaya çıkaran örnekler alıyor. Radyoaktivite, rezervuarın direnci, gazların ve sıvıların basıncı ve sıcaklığı gibi özellikleri ölçmek için başka aletler de yeraltına indiriliyor. Yeterince petrol yoksa iş burada bitiyor ama petrol yeterliyse üretime geçiliyor. Petrol sahası açık denizdeyse taşınabilir sondaj ünitelerinin kalıcı bir petrol platformuyla değiştirilmesi gerekiyor.
Sondaj ilerledikçe kuyunun çökmesini önlemek için çimento kaplama yapılıyor. Yüksek basınçlı gaz ve petrol boşlukları aletlere zarar verebilir, atlamalara ve sızıntılara neden olabilir. Bu basıncı dengelemek için kuyuya çamur denilen ağır bir mineral karışımı dökülüyor. Ayrıca, sondaj hattını kapatmak için karadaki kulelerin altına ve deniz tabanına patlama önleyici denilen vanalar yerleştiriliyor.
Petrolün sondajı nihai derinliğine ulaşınca kaplamada delikler açılıyor. Petrol bu deliklerden dar bir boruya geçiyor. Kireçtaşı kayaçta kanallar açmak için asit kullanılıyor. Tortul kayaçtaki çatlakları genişletmek içinse yüksek basınçlı sıvı kullanılabiliyor. İlk başta petrolün basıncı onu yüzeye çıkarmaya yetebilir ama geride kalan her damla başka tekniklerle çıkarılıyor.
İlk olarak, basınç oluşturarak petrolün akmasını sürdürmek için aşağıya atık su pompalanıyor. Ardından, geride hiç petrol kalmadığından emin olmak için buhar, gazlar ve başka kimyasallar enjekte ediliyor.
En zorlu aşama artık sona erdi ama ham petrolün kullanılmadan önce rafine edilmesi gerekiyor.
Açık denizde çıkarılan petrol ya boru hattıyla ya da petrol tankerleriyle karaya taşınmyor. Ham petrol tankerleri dünyanın en büyük gemileri arasında. Bazıları 3 milyon varil ( milyon litre) taşıyabiliyor. Tabii kazalara karşı önlem almak şart. Oksijene maruz kalan petrol buharı oldukça patlayıcı bir karışım meydana getiriyor. Bunu önlemek amacıyla, oksijen seviyesini düşük tutmak için tanklara inen gaz pompalanıyor. Devamlı yanan bir gaz alev topunu kuyularda yada rafinelerde görmenin nedeni bu.
Petrol boru hatları tipik olarak cm çapında, yerin veya suyun üzerine veya altına döşenen plastik veya metal borulardan oluşuyor. Kuyulardan çıkan petrolü toplayan boru hatları genelde birkaç yüz metre oluyor. Petrol ürünlerini tüketicilere ulaştıran iletim hatlarıysa binlerce kilometre uzanabiliyor.
Ham petrol veya rafine ürünler ilk tedarik istasyonunda enjekte ediliyor. Yolun çeşitli noktalarındaki pompa istasyonlarıysa petrolün ilerlemesini sağlıyor. Boru hattında dolaşan otomatik sondalar, ultrason veya elektromanyetik dalgalar kullanarak sızıntıya yol açabilecek hasarları izliyor.
Petrol boru hatları genellikle en ekonomik ulaşım şekli olsa da uzun mesafelerde bazen petrol trenleri kullanılıyor. Raydan çıkmanın neden olduğu bazı kazalar yüzünden bu trenlerle ilgili yasal düzenlemeler sıklaştırıldı. Trenler ve raylar daha sık denetleniyor, fren sistemleri de güçlendirildi.
Ham petrolün benzin pompasına giden yolculuğunun ilk durağı rafineri. Bu haliyle pek bir işe yaramayan ham petrolde yüzlerce farklı hidrokarbon bulunuyor. Önce ana bileşenlerinin damıtılarak ayrılması; sonra da işlenerek petrol, motor yağı veya diğer faydalı kimyasallara dönüştürülmesi lazım.
Rafinasyon süreci damıtmayla başlıyor. Hidrokarbon moleküllerinin boyutlarına ve yapılarına bağlı olarak farklı kaynama noktalarına sahip olmaları damıtmayı mümkün kılıyor. Isıtılan petrol, uzun bir damıtma kolonunda yükselirken soğuyan bir buhar oluşturuyor. Uzun ve ağır moleküller sütunun dibine yakın bir yerde, daha erken yoğuşuyor; kaynama noktası düşük olan hafif moleküllerse tepeye yükseliyor.
Buharların her rafta yoğuşması sayesinde, hafif gazlardan ağır katrana ve mumlara kadar çeşitli petrol fraksiyonları ortaya çıkıyor.
Daha sonra hidrokarbonlar kimyasal işlemlerden geçerek kullanışlı ürünlere dönüştürülüyor. En çok talep gören ürün; otomobilleri ve diğer taşıtları çalıştıran benzin. O yüzden işlemlerin çoğu, üretilen benzin ve dizel miktarını artırmaya odaklanıyor. Kraking işleminde büyük hidrokarbonları küçük ve hafif hidrokarbonlara ayırmak için ısı kullanılıyor. Bunun tersi olan birleşme işlemindeyse küçük moleküller birleştirilerek büyük moleküller oluşturuluyor.
Son olarak, değişme ise moleküllerin yapısını yeniden düzenleyen bir süreç. Örneğin, alkilasyon, bir katalizörün varlığında düşük molekül ağırlıklı iki bileşiği tepkimeye sokarak yüksek oktanh hidrokarbonlar üretiyor. Bunlar benzinle karıştırılarak motor vuruntusunu azaltabiliyor.
Kükürt, nitrojen, oksijen, su gibi yabancı maddeler giderildikten sonra petrol rafineri, fraksiyonları yeniden birleştirerek kullanıma hazır malzemeler haline getiriyor. Benzin ve diğer ürünler, nihayet onları milyonlarca eve ve işletmeye ulaştıracak borulara giriyor.
Giderek azalan petrol kaynakları konusunda ama büyük ihtimalle gezegenimizdeki rezervleri son damlasına kadar tüketemeyeceğiz. Uzmanlara göre önümüzdeki on yıllar içinde petrol fiyatları artmaya devam edecek ve bir noktada diğer enerji kaynakları daha cazip hale gelecek. En ulaşılabilir ve kolay çıkarılabilir petrol rezervlerini çoktan tükettik. Geriye derin deniz yatakları ve katranlı kumlar gibi daha zorlu, petrol çıkarma maliyeti daha yüksek ortamlar kaldı.
Petrol sonrası bir toplumda benzinli veya dizel arabaların yerini elektrikli modeller alabilir. Bunlar rüzgâr, su veya güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrikle şarj edilebilir veya taşınabiliryakıt hücrelerinde: enerji çekebilir. Depolarımızı bitkisel yağlar, hayvansal yağlar ve yosunlardan üretilen biyoyakıtlarla da doldurabiliriz. Bu tür yakıtlar karbon salınımlarını azaltarak iklim değişikliğini yavaşlatabilir.
Bitkisel yağlar, şu anda ham petrolden elde ettiğimiz plastiklerin ve diğer kimyasalların yerini alacak biyopolimerler ve diğer moleküller için de hammadde oluşturabilir.
Petrolsüz bir dünya bugünkünden çok farklı görünecek. Petrolü terk etmemizi sağlayacak teknolojileri şimdi geliştirmek, geçişin daha sorunsuz olmasını sağlayacak.
ETİKETLER:Doğalgaz, fosil yakıtlar, Ham petrol, Hidrokarbon, petrol, petrol kaynakları, Petrol rafinerisi, siyah altın
Petrol, yeryüzündeki çatlaklar ve kırıklardan yer altına sızarak, çeşitli hafif hidrokarbonlar, katran, asfalt veya bitüm olarak kayaçlar arasındaki boşluklarda toplanır. Bu oluşum özelliğinden dolayı, Latince petra (kaya) ve oleum (yağ) sözcüklerinden türetilen petroleum (petrol) adı verilmiştir.
1. Petrolün Kökeni
Petrolün inorganik mi yoksa organik esaslı mı olduğu, kökeninin ne tür maddeler veya bileşiklere dayandığıyla ilgili olarak lü yıllardan buyana çeşitli görüşler ileri sürülmüş, araştırmalar ve deneyler yapılmış, teoriler üretilmiştir. Geçmişten günümüze kadar gelen bu tartışmalar, hala az sayıda da olsa karşıt görüşlerde olanlar bulunmasına rağmen, organik köken teorisinin kabul edilmesiyle sonlanmıştır. Aşağıda bu teorilerin kısa bir özeti verilmiştir.
İnorganik Köken Teorileri
İlk olarak Berthelot () tarafından ortaya atılan ve Mendeleyev ( ve ) tarafından desteklenen bir teoriye göre petrol inorganik kökenlidir. Laboratuarda metan, asetilen ve benzol gibi maddeleri elde eden kimyagerler doğadaki petrolün de yeraltında kimyasal reaksiyonlar ve volkanik olaylarla oluştuğunu ileri sürmüşlerdir.
Yüzyılın başında bazı bilim adamları petrolün magmatik kökenli olduğunu ileri sürdüler. Mendeleyevin teorisine göre mantodaki demir karbür yeraltına sızan sularla etkileşerek metan ve hidrokarbonları oluşturmaktadır.
Peyve () ve Subbottin () büyük ve derin faylardan çıkan hidrokarbon gazlarına dayanarak bu gazların mantodan çıkıp kabuk içerisinde depolandıklarını ve sıvı petrole dönüştüklerini ileri sürdüler. Bu durumda son derece derin sondajlar açarak sonsuz petrol kaynaklarına ulaşmak mümkün olacaktır; ancak petrol çoğunlukla çökel havzalarda bulunmaktadır.
Ancak bazı bilimsel veriler inorganik köken teorisini geçersiz kılmaktadır; örneğin, petroldeki porfirin, piridin ve klorofil gibi maddeler inorganik yolla elde edilemez, büyük molekül ağırlıklı hidrokarbonlar inorganik reaksiyonlarla oluşamaz, petrol bileşiklerinin polarize ışığı saptırma özelliği kuvars ve zinober dışında hiçbir inorganik maddede yoktur.
Petrol yataklarının çoğu magmatik faaliyet alanlarından uzakta ve çökel kayalar içerisinde bulunmaktadır. Yerkabuğunun derinliklerine doğru petrol artmamakta, aksine petrol genç örtü kayaları içerisinde daha yaygın olarak bulunmaktadır: Sonuç olarak petrolün inorganik kökenli olduğu söylenemez.
Organik Köken Teorileri
Bazı araştırıcılar petrolün hem hayvansal hem de bitkisel kökenli (biyomas kökenli) olduğunu kabul etmektedirler; örneğin, balık ve diğer hayvan etlerinin distilasyonuyla petrol bileşenlerine benzer maddeler elde edilmektedir.
Kömürden petrol elde edilmesi ve bataklıklardaki metan gazı nedeniyle petrolün karasal bitki kökenli olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak petrol sahalarında genellikle kömür olmaması, kireçtaşlarında karasal bitkilerden türemiş petrol bulunmaması, linyitten türeyen zift ile petrol arasında kimyasal farklılıkların olması petrolün oluşumunda karasal bitkilerin önemli bir etkisi olmadığını göstermektedir.
Denizsel bitkiler ile denizsel çökeller arasında kökensel bir ilişki kurulabilir. Bunların en önemlileri yosun ve diyatomlardır. Diyatomlar okyanuslar ve göllerin yüzeyinde (derinliği birkaç metre) yüzerler ve zamanla bazı hidrokarbon türleri üretirler. Bu süre boyunca, iskelet yapıları kuma benzeyen (silisyum bileşikleri içeren) çeşitli deniz canlılarının yiyeceği de olurlar. Her iki oluşum da fotosentezle kimyasal enerji depolar ve yüzme yeteneklerini artırırlar.
Ham petrol içerisinde bol miktarda mikro organik madde vardır. Yosun küllerinin I, Br, P ve amonyum tuzu miktarları ile hampetrolün eser elementleri arasında benzerlikler vardır. Bu bulgular petrolün organik kökenli olduğunu kanıtlar.
2. Petrolün Oluşumu
Bir petrol havuzu peşpeşe gerçekleşen olaylar sonucu oluşan hidrokarbonlar topluluğudur. İlk eleman hammaddeler denilebilecek birincil kaynak maddeleridir; bunlar, Petrolün Kökeni kısmında açıklandı. Yer altı tabakalarında tortu veya birikintilerle karışık halde toplanan bu hammaddeler basınç, sıcaklık ve zaman parametrelerine bağlı olarak çok çeşitli ve karmaşık fiziksel, biyokimyasal ve kimyasal reaksiyonlarla transformasyona uğrarlar. Bundan sonra oluşan hidrokarbonların kapanlarda yakalanmasıyla sonuçlanacak göç olayı başlar. Bütün bu aşamalar aşağıdaki kısımlarda anlatılmış olan Petrol Sistemi düzeni içinde gerçekleşir.
Burada kısaca hammaddenin gömülme derinliği ile sıcaklık, basınç ve zaman ilişkisine değinilecektir.
Sıcaklık: Gömülme derinliği arttıkça oluşan en önemli olay sıcaklığın da artmasıdır. Sıcaklığın derinlikle artması jeotermal gradient (yükselme)" olarak tanımlanır. Dünya jeotermal gradient ortalaması 1 kilometre için 0Cdir. Bu değer litolojideki maddelerin ısıl iletkenlikleri ve yer altı sularının miktarları gibi etkenlere bağlı olarak bölgesel olarak farklılıklar gösterir. Herhangi bir derinlikteki sıcaklık aşağıdaki eşitlikle bulunur.
Tf = Ts + (D x G)
Tf = oluşum sıcaklığı, 0C, Ts = ortalama yıllık yüzey sıcaklığı, 0C (yüzey, 3 metre derinliği tanımlar), G = jeotermal gradient, D = derinlik, metre
Basınç: Oluşan petrolün yer değiştirmesinde, yani göç etmesinde basıncın önemi çok fazladır, ancak petrolün oluşumunda da basınç önemli bir parametredir. Derinlik arttıkça basınç da artar; örneğin, metre derinlikteki basınç kg/cm2 (veya psi) dir.
Zaman: Hidrokarbonlar yeryüzüne yakın derinliklerde kısmen kararlıdırlar, oysa moleküler dönüşümlerin tetiklenebilmesi için yeterli derecede yüksek sıcaklıklara ve zamana gereksinim vardı. Kabaca milyon yıl boyunca organik maddelerdeki dönüşüm çok düşük seviyelerde kalır. Sıcaklığın 50 0C ye ulaştığı, yaklaşık metre derinliklerde kerojendeki atomik bağların kırılmaya başlamasıyla oksijen çıkışları, CO2 ve H2O meydana gelerek sülfür, nitrojen ve oksijen içeren yüksek molekül ağırlıklı, özellikle asfaltenler ve reçinelerden oluşan ilk petrol ürünleri ve organik maddelerin yapısına bağlı olarak gaz ürünler oluşmaya başlar.
3. Petrol Sistemi
Toplam petrol sistemi keşfedilmiş ve keşfedilmemiş petrol yataklarından olan her tür hidrokarbon sızıntıları ve birikintilerinin (bunlar aktif kaynak kayaçla ilişkilidir) incelemesini kapsar, birbirinden bağımsız temel elementler (kaynak kayaç, rezervuar kayaç, seal kayaç ve overburden kayaç) ve temel prosesleri (jenerasyon, göç, birikme ve kapan oluşumu) inceler. Sistem ile hidrokarbon birikintilerinin kaynakla olan ilişkileri incelenerek halen veya gelecekte izleyecekleri göç yolları saptanır (Şekil-1).
Şekil Bir petrol sisteminin profili; kaynak ve rezervuar kayaçlar, kapanlar ve göç yolları
Petrol sistemi, en basit şekliyle tanımlanırsa, bir jeneratif petrol kaynak kayacı ve bunun kapanlarda tutulması arasındaki genetik ilişkiyi tanımlar. Petrol sistemi aşağıda belirtilen dört temel proses ve dört temel element içinde gerçekleşir.
Petrol sistemi temel prosesleri,
Jenerasyon: Kaynak kayaçların, organik maddelerin hidrokarbonlara dönüşmesi için yeterli olan sıcaklık ve basınç rejimine kadar gömülmesi,
Göç (migrasyon): Hidrokarbonların kaynak kayaçtan bir kapana doğru göçü,
Birikme (akümülasyon): Bir kapan içine giren hidrokarbonlar hacminin, kapan sızıntısından daha büyük miktarlarda olmasıyla birikmesi,
Kapanlanma (veya korunma ve zamanlama): Korunma, hidrokarbonların rezervuarda kalması, biyodegredasyona uğramaması ve suyla çekilerek kapandan kaçmaması; zamanlama ise hidrokarbonların göçünden önce ve göçü sırasında kapanın şekillenmiş olmasıdır.
Petrol sistemi temel elementleri,
Kaynak kayaç,
Rezervuar kayaç,
Örtü (seal) kayaç (altında veya yanında hidrokarbonların toplandığı geçirimsiz kayaçlardır)
Örtü tabakasıdır (overburden).
Şekil (a) Çökelti (sedimenter) kayaçlar, (b) kaynak kayaç: Bir petrol kaynağı, petrol ve gaz üretebilecek kadar kerojen içeren herhangi bir kayaçtır. Kaynak kayaçların çoğunu, en az %3 organik madde içeren şeyller oluşturur.
Petrol Sistemi Temel Prosesleri
1. Jenerasyon
Organik madde yeraltında gömülmeye başladığında dönüşüm reaksiyonları da başlar; genel reaksiyon ilerleyişi aşağıdaki gibi gösterilebilir.
transformasyon
Organik madde Kerojen + Bitum (yan ürün)
transformasyon
Kerojen + Bitum Petrol
Kerojen
Kerojen, çökel kayaçlar içerisinde bulunan büyük molekül ağırlıklı ve karmaşık yapılı organik bileşiklerdir. Kimyasal olarak kerojen karbon, hidrojen ve oksijenden oluşur; çok az miktarlarda da nitrojen ve sülfür bulunur. Çeşitli kerojen türleri vardır; farklılıkları, içerdikleri orijinal organik maddeler nedeniyle, kimyasal yapılarından kaynaklanır.
I. Tip Kerojen: Alg (Alginite) kökenlidir; hidrojen karbon oranı den daha yüksek, oksijen karbon oranı den daha düşüktür. Bileşiminde siklik ve aromatik yapılar çok azdır, esas olarak protein ve lipit yapılar içerir. Bu tip kerojenler daha çok sıvı hidrokarbonlar üretme eğilimindedirler, ancak oluşumları çok sınırlıdır; göllerdeki alglerden çıkarlar, sadece oksijensiz göller ve az sayıdaki özel denizsel ortamlarda şekillenirler.
II. Tip Kerojen: Bu gruba giren kerojenler birkaç türdür; eksinit (polen ve sporlardan), katinit (karasal bitki parçacıklarından), resinit (karasal bitki reçineleri ve hayvansal parçalanma reçinelerinden) ve liptinit (karasal bitkilerin yağlarından ve deniz alglerinden) kökenli olabilirler. Hidrojen karbon oranı den daha düşük, oksijen karbon oranı aralığında değişir; petrol ve gaz hidrokarbonlar üretirler.
III. Tip Kerojen: Hümik kerojen adı ile de bilinen bu tipteki kerojenler yağlar (lipidler) veya mumsu maddelerden yoksun karasal bitkiler kökenlidir; selüloz (karasal bitkilerin sert yapısını oluşturan karbonhidrat polimerleri) ve lignin (selüloz liflerinin birarada tutan diğer bir karbonhidrat polimer grubu) ile bitkilerdeki terpenler ve fenolik bileşiklerden oluşurlar. Hidrojen karbon oranı 1den daha düşük, oksijen karbon oranı arasındadır. Bileşiminde çok miktarda halkalı ve aromatik yapılar bulunur. Bu gruba giren kerojenler kalındır, odun veya kömüre benzer bir görünümdedir.
Biyokütlenin petrole dönüşmesi, bunların bakteriler ve protistler (tek hücreli hayvanlar veya bitkiler) tarafından parçalanmasıyla gerçekleşir. Ancak bu tip kerojende bulunan lignin parçalanarak bakteriler ve protistleri zehirleyen fenolik bileşikler verirler. Bu ekstra durum dikkate alınmadığında, 3. grup kerojenlerden sadece metan ve kömür üretilir.
Yukarıda kısaca açıklanan ve gruplandırılan kerojen türlerinin dışında kalan diğer bazı kerojen denilebilecek kalıntı oluşumlar da vardır. Bunlar organik maddelerin bozunmalarından sonra geriye kalan kısımlardır ve hidrojen karbon oranı den daha düşük olan polisiklik aromatik hidrokarbon yapılar içerirler. Bu maddelerin herhangi bir hidrokarbon bileşiği üretme potansiyeli yoktur.
Şekil Jenerasyon prosesinde derinlik-sıcaklık ilişkisi
Bu evredeki kimyasal reaksiyonlardan bazıları aşağıda verilmiştir. Ortama ve bakteri türüne göre ortamda bulunan sülfat iyonlarından sülfür ve oksijen meydana gelirken oluşan kükürt Fe(OH2) ile birleşerek FeS2.haline geçer.
SO-24 S + 2O2 + 2e-
Fe (OH)2 +2S FeS2 + H2O
Sülfat iyonları ayrıca organik maddeyle de reaksiyona girerek hidrojen sülfür oluşturabilir.
SO-24 + 2CH2O 2HCO-3 + H2S
Diyajenez esnasında gelişen biyolojik bozunmanın ilk evresi oksidasyondur. Oksidasyon sonucu su, karbondioksit, nitrat ve fosfat oluşur. Basitleştirilmiş reaksiyonlar aşağıdaki gibi yazılabilir.
(CH2O) (NH3)16 H3PO4 + O2 CO2 + 16 NHO3 + H3PO4 + H2O
İkinci evrede nitrat indirgenir
(CH2O) (NH3)16 H3PO4 + NHO3 CO2 + N2 + H2O +H3PO4
Bu işlevi sülfatın indirgenmesi takip eder ve bunun sonucunda hidrojen sülfür ve amonyak meydana gelir
(CH2O) (NH3)16 H3PO4 + 52 SO4-2 HCO3- + 53 H2S + 16 NH3 +H3PO4
Organik madde protein, karbonhidrat, lipit ve ligninden oluşmaktadır. Bu sıralamada protein en dengesiz, lignin ise en dengeli ve duyarlı bileşendir. Diyajenez esnasında bunlar mikropların enzimleri ile başka maddelere dönüştürülürler. Örneğin Karbonhidratlar (selüloz) bozunarak metan ve karbondioksit verir.
(C6H10O5)n CO2 + CH4
Benzer şekillerde diğer organik maddelerin bozunması ile de metan üretilir. Benzer reaksiyonlarla proteinlerden aminoasit ve peptidler, lipitlerden gliserol ve diğer yağ asitleri, ligninden fenol ve aromatik asitler üretilir.
Yukarıda belirtilen değişiklikler çökel birikiminin birkaç metrelik üst kesiminde meydana gelir. Ancak üstte çökel birikip gömülme arttıkça fiziksel ve kimyasal ortam koşulları da değişmeye başlar. Derinlik arttıkça sıkılaşma (kompaksiyon) da artar. m derinlikte killerin porozitesi %80 den % a düşer. İçerisindeki gözenek suyu ve biyojenik su atılır. Bu sular içerisinde karbondioksit, metan, hidrojen sülfür ve diğer bozunmuş organik madde artıkları vardır.
Bunların yanısıra inorganik reaksiyonlar sonucunda pirit, siderit vb gibi diyajenetik mineraller gelişir. Karbonat çimentolanması gözlenir. Derinlik daha da arttıkça sıcaklık önem kazanır. Biyojenik reaksiyonlar durur, inorganik reaksiyonlar hızlanır. Bu reaksiyonlarla kalan su, karbondioksit ve metan da atılarak sonuçta kerojen meydana gelirKatajenez (Parçalanma)
Katajenez fazı oluşan kerojenin daha derinlere ( m) gömülmesiyle artan sıcaklık ( 0C) ve basınç ortamında organik kerojenlerin hidrokarbonlara dönüştüğü parçalanma proseslerini içerir. Sıcaklık arttıkça (ki bu zamanın ve derinliğin artmasıyla orantılıdır) atomlar arasındaki bağların kopması da fazlalaşır. Önceden çıkan S, N, O ve kerojenden (özellikle asfaltik zincirler de dahil) hidrokarbon molekülleri meydana gelir. İlk oluşan hidrokarbonlar C15-C30 karbonlu biyojenik moleküllerdir. Derinlik arttıkça, yani gömülme ilerledikçe sıcaklık da yükseldiğinden karbon-karbon bağlarının kırılması hızlanır. Bağların kırılmasıyla hafif hidrokarbonlar oluşmaya başlar ve bu proses kaynak kayaçtaki hidrokarbonların miktarıyla orantılı olarak hızla ilerleyerek hampetrol depozitlerini meydana gelir. Bu aşmada gerçekleşen transformasyon (katajenesis), bir disproporsinasyon (orantısız sonlanma) prosesine eşdeğerdir. Bir taraftan hidrojen içeriği fazla hidrokarbonlar (Hc) meydana gelirken, diğer yandan kalıntı kerojenin hidrojeni sürekli olarak azalır.
0C sıcaklığın üstünde tüm hidrokarbonlar kararsız hale gelir, parçalanarak metan ve karbon oluşur. Bu nedenle sıcaklık kritik faktörlerden biridir. Diğer kritik faktör zamandır; kerojenin olgunlaşması için uzun zaman kararlı koşullarda kalması gerekir.
Araştırmacılar, bu fazda oluşan kimyasal reaksiyonların zaman, sıcaklık ve basınca bağımlı olduğunu ve prosesin aşağıdaki reaksiyonla özetlenebileceğini ileri sürmektedirler.
X0 Hc + X(t)
X0 başlangıçtaki kerojen konsantrasyonu, X(t) t zamandaki kerojen konsantrasyonudur. Basınca bağlılık ihmal edilir düzeyde olduğundan katajenez prosesi birinci dereceden diferensiyal bir eşitlikle verilir.
dX
= - k X
dt
X = kerojen miktarı, k = reaksiyon hız sabitidir.
Metajenez
Metajenez fazı, yüksek sıcaklıklar ve basınçlarda meydana gelen bir başkalaşım (metamorfizm) aşamasıdır. Metamorfizm, katı haldeki bir kayaçtaki mineralojik, kimyasal ve kristalografik değişiklikler olarak tanımlanabilir; örneğin, erimeksizin kayacın yeni koşullara (basınç, sıcaklık, akışkanların girmesi) göre değişmesi.
Diyajenez ve katajenez fazlarının açıklamalarından anlaşıldığı gibi, petrol ve gaz kaynak kayaçtaki kerojenden peşpeşe kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşmaktadır. Reaksiyonlar kimyasal reaksiyonlar kinetiğince yönlendirilir, dolayısıyla bu transformasyon, doğrudan sıcaklık ve zamana bağlıdır. Basınç, gerekli sıcaklığa erişebilmek için zorunludur, ancak petrolün oluşumundan ziyade, bir yerden başka bir yere göç etmesinde etkilidir.
Örneğin, petrol üretilen bir bölgenin sıcaklığı 22 0Cden azsa, rezervuarın yer yüzeyinden derinliği metredir, ve elde edilen petrol ağırdır. Ağır petrol moleküllerindeki karmaşık karbon-karbon bağlarının parçalanarak hafif ürünlere dönüşebilmesi için sıcaklığın en az 20 0C daha yüksek olması gerekir ki bu sıcaklığa metre daha derinde erişilebilir. Halen yeryüzünün çökelme hızı 1 cm/ yıl olduğuna göre örnekteki petrol rezervuarı metre daha derine ancak 11 milyon yılda çökebilir. Dünyanın bazı bölgelerine Cden yüksek petrol bölgeleri vardır.
2. Göç (Migrasyon)
Olgunlaşmayla (maturasyon) oluşan petrol ve gaz yer yüzeyine doğru göç etmeye başlar. Göçün iki önemli nedeni, basınç ve yoğunluktur. Maturasyon bölgesinin basıncı yüksektir, yukarı doğru çıkıldıkça basınç azaldığından, engellerle karşılaşmaması halinde hidrokarbonlar daha düşük basınçlı katmanlara doğru akarlar; petrol ve doğal gazın yoğunluğu, kayaçlar ve suyla kıyaslandığında daha düşük olduğundan göçü kolaylaştırır.
Şekil Birincil ve ikincil göç yolları
İkincil göç çeşitli fiziksel ve kimyasal parametrelere göre değişik şekillerde yönlenebilir. Fiziksel parametreler arasında basınç farklılığına bağlı yüzdürme kuvveti, rezervuarın petrofiziksel özellikleri, ve geçirgenliği sayılabilir. Ayrıca taşıyıcı tabakanın eğimi, sürekliliği, fay ve çatlaklar göçü etkileyen başlıca faktörlerdir. Kimyasal parametreler petrolün yapısal değişime uğramasına neden olur; bileşimi, taşıyıcı tabakaya ulaştığı halden sapar, örneğin daha ağır veya daha hafif bileşenlerce zenginleşerek göç yolunu değiştirir.
Hidrokarbonların göç türleri kısaca aşağıdaki şekilde tanımlanabilir.
3. Birikme (Akümülasyon)
Şekil Rezervuar kayaç, seal kayaç ve overburden tabakalar arasında petrol birikmesi
4. Kapanlanma
Geçirgen rezervuar kayaçları (karbonatlar, kumtaşları), hidrokarbonların göçmesine engel olan geçirgenlikleri az kayaçlarla (örtü kayaçları) sarıldığı zaman kapanlar meydana gelir. Tipik örtü (seal, cap) kayaçlar sıkı dokulu şeyller, evaporitler, betonlaşmış sert kumtaşları ve karbonat kayaçlarıdır.
Kapanlar stratigrafik ve yapısal oluşumlardır. Yeryüzü ani veya kademe kademe jeolojik hareketler yaratır; depremler, volkanik patlamalar, rüzgar ve suyun neden olduğu erozyonlar gibi. Bu hareketler sonucu bazı yapısal oluşumlar doğar. Örneğin, yukarı doğru itilen kayaçlar dome-şeklini alır veya kemer gibi kıvrılır; buna antiklinal oluşum (kapan) denir. Bunlar çoğu kez hidrokarbonları yakalayıcı oluşumlardır ve bir kaynak kayaç yakınında yer alması halinde o alanda petrol ve gaz bulma olasılığı yükselir.
Şekil Bir antiklinal kapanın şematik görünümü
Çökeltiler içindeki hidrokarbonların büyük bir kısmı uygun bir kapan bulamazlar ve su içeren oluşumlar boyunca hareket ederek yüzeye doğru akarlar.
Şekil-7: Hidrokarbon havuzların bulundukları zamanlar
Petrol Sistemi Temel Elementleri
1. Kaynak Kayaç
Bu tabakalara bazı bölgelerde Devonik periyotta (~ milyon yıl önce) rastlanır. Sedimentler çökelip yeterli derinliklere kadar gömüldükçe ısınır, sıcaklığın etkisiyle oluşan kimyasal reaksiyonlarla petrol oluşur. Organik kalıntıların çökelmeleriyle meydana gelen kayaçların yeterli derinliklere kadar gömülebilmeleri için milyon yıldan fazla zaman geçmesi gerekti.
Kaynak kayaç, organik maddeler içeren. bir çökel kayaçtır (shale gibi). Organik maddeler milyonlarca yıl önce bataklıklar, göller ve sığ denizlerde yaşayan bitki ve hayvancıkların parçalanmış kalıntılarıdır; bunlar yeraltında ısıya maruz kaldığında petrol ve gaz ürünler çıkarırlar. Yeraltına gömülme sürecinde kaynak kayaçtaki bitki ve hayvancıkların kalıntıları (kerojen) artan ısı altında pişerek su, petrol ve gaz üretir; pişme prosesine olgunlaşma (maturasyon) denir.
2. Rezervuar Kayaç
Rezervuar Kayacı (Pay Zone), milyon yıl önce Kresata periyodunda oluşan kayaç tabakalarıdır, yeryüzünden metre derinliklerde bulunur; bu tabakalar kum, shale, kum, tuzlu su, kum, ağır yağ sıralamasında bulunur. Bu sığ derinliklerde petrol, katı halden sıvı hale geçişini tamamlayacak yeterli sıcaklıklara ulaşamamıştır, dolayısıyla bu bölgedeki petrol ağır petrol karakterindedir.
Kaynak kayaçtan yaratılan hidrokarbonlar bir yakalayıcı oluşum tarafından depolanmadıkça kullanıma alınamaz. Bir rezervuar kayaç, göç eden hidrokarbonları yakalayarak tıpkı bir sünger gibi emen bir oluşumdur; kaynak kayaçtan oluşan hidrokarbonların ancak bir rezervuarda toplanan miktarından yararlanılabilir. Rezervuar kayaç hidrokarbonların tanecikleri arasındaki boşluklarda (pore) birikmesine ve bu boşluklar arasındaki geçirgenlik (permeabilite) yollarıyla hareketine olanak verir.
Prensip olarak gözenek, boşluk ve çatlak içeren her kaya rezervuar olabilir. Ancak pratikte rezervuar genellikle kumtaşı ve kireçtaşı veya mermerdir; kalındır ve fazla miktarlarda petrol tutabilecek derecede poroziteye sahiptir. Oldukça sığ bir derinlikte ve diğer petrol sahalarının yakınında olması halinde birkaç feet kalınlığındaki bir rezervuar kayacı ticari anlamda yeterli olabilir. Yine de ekonomik üretim için rezervuarın birkaç yüz feet kalınlıkta olması gerekir.
Bir rezervuar kayacının önemli iki özelliği porozite ve geçirgenliktir Porozite kayaçtaki açıklıkların veya boşlukların bir ölçüsüdür; bir kayacın toplam boşluk hacminin toplam katı hacmine oranı olarak tanımlanır.
Porozite (%) = (boşluk hacmi / toplam kayaç hacmi)X
Çıplak gözle bakıldığında bir rezervuar kayacı sıkı, homojen bir katı gibi görünürse de mikroskobik incelemelerle ince açıklıkları görmek mümkündür. Bu açıklıklara pore (gözenek), kayaca da poröz kayaç denir.
Şekil Rezervuar kayaç
Şekil (a) Porozite, (b) geçirgenlik (permeabilite)
Geçirgenlik Darcy formülüne göre aşağıdaki eşitlikle verilir; Q = akış oranı, K = geçirgenlik, P1 - P2 = geçiş boyunca olan basınç farkı, A = örneğin enine kesit alanı, L = örnek boyu, µ = akışkanın viskozitesidir.Permeabilite birimi Darcydir; 1 cm/sn hızla 1 atm/cm basınç farkı altında geçen 1 sentipoiz (cP) viskozitedeki akışkan miktarı 1 Darcydir. Rezervuarların çoğunda geçirgenlik 1 Darcyden az olduğu için milidarcy (md) kullanılır. Ortalama rezervuar geçirgenliği 5 ile md arasında değişir.
Darcy kanununun geçerli olması için formasyon içerisindeki sıvı ile kaya arasında kimyasal bir reaksiyon olmaması, akışkanın tek bir fazda olması gerekir ki bu doğada çoğu zaman gerçekleşmez. Yani olaylar çok daha kompleks olarak gelişmektedir.
Geçirgenlik ikiye ayrılı; spesifik geçirgenlik (kayacın bütün gözenekleri akışkan ile doygundur) ve etkin geçirgenlik (kayacın tüm gözenekleri akışkan ile doldurulmamıştır).
etkin geçirgenlik
Relatif Geçirgenlik =
spesifik geçirgenlik
Rezervuarların çoğu sürekli ve sabit özellikler göstermezler. Rezervuarın litolojik sürekliliği, geçirgenlik ve porozitesinin sürekliliği ve dağılımı rezervuardan üretilecek petrol miktarının tahmini açısından son derece önemlidir. Bu özellikler gözetilerek rezervuarlarda toplam ve net verim zonları ayrılır; Toplam verim zonu: petrol-su dokanağından itibaren rezervuarın tüm kalınlığını içine alan zondur. Net verim zonu: ise petrolün bizzat üretildiği zonların toplam kalınlığıdır.
Petrolün rezervuardan sondaj kuyusuna akması için doğal üç mekanizma vardır; bunlar su gücü, gaz şapkası gücü ve erimiş gaz gücüdür. Doğal güç bakımından zayıf olan rezervuarlara yapay güç uygulanır. Eğer petrol yeryüzüne gelmiyorsa kuyu dibi pompaları ya da at kafası pompaları kullanılır.
Yapay üretimi zenginleştirme tekniklerinde önemli olan rezervuarın basıncını sürekli kılmak ya da bunu artırmaktır. Bunun için rezervuara;
1-Gaz injekte edilir; bu doğal gaz veya CO2, N gibi yapay gazlar olabilir,
2- Deniz suyu veya formasyon suyu injekte edilir,
3- Bazı özel deterjanlar kuyuya injekte edilebilir.
3. Örtü (Seal) Kayaç
Shale, kireç taşı, kumtaşı, tuz tabakaları veya kil taşı gibi hidrokarbonların geçişine olanak vermeyen kayaç türüdür. Seal kayaçlar, tüm potansiyel petrol havzalarında ve aşırı basınç altındaki alanlarda (overburden) çok yaygındırlar. Bunların çoğu deniz çamur taşlarının çökeltilerinden oluşmuşlardır. Oligosen ve Erken Miyosen kireçtaşları en çok rastlanan seal kayaçlardır.
Kapan kayaç petrolü yüzey altında tutabilecek şekilde oluşmuştur, su ve hava geçirmez, rezervuar kayacının üstünü, altını ve yanlarını kaplayarak petrol ve/veya gazın hareketine engel olur. Seal kayaç-örtü (cap) kayaç da denir, bariyer şeklinde de olabilir ve bir hidrokarbon havuzu oluşması için gerekli koşulları yaratır. Kapan malzemesinin geçirgenliği, hidrokarbonların içinden aktığı kayaç malzemesinden daha düşük olmalıdır.
Şekilda bir seal kayaç görülmektedir. Koyu renkli tanecikler kildir, bunlar birbirlerine çok yakın paketlenmiş haldedirler ve aralarındaki boşluk çok azdır.
4. Örtü Tabakası (Overburden)
Örtü tabakası, pay zone ile yer yüzeyi arasında kalan ve örtü (seal veya cap) kayaçlar ve rezervuar oluşumlar üzerine aşırı yük uygulayan tabakalar bölgesidir. Oluşumları zamanımızdan ~65 yıl öncesine aittir; bunlar, toprak, klay (kil), kum, susuz kalıntılar, kaya parçaları, shale, tatlı su gölleri ve nehirleri, tuzlu su havuzlarıdır.
Yeraltında herhangi bir derinlikteki basınç, hidrostatik basınca kıyasla anormal derecede yüksektir. Akışkanla dolu tortuların gömülü olduğu alanlarda süratle bu çok yüksek gözenek basıncı oluşarak akışkanın kaçmasının engeller; derinlik arttıkça veya örtü tabakası (overburden) yükseldikçe, gözenek akışkanlarının basıncı da yükselir. Aşırı basınçların olduğu katmanlarda sondaj çalışmaları yapılırken yüksek basınçlı akışkan çıkışının tehlikeleri bilinerek gerekli önlemlerin alınmalıdır.
Oluşum (formasyon) basıncı, suyun hidrostatik basınç gradientine ( psi/ft) uygun olarak, derinlikle artar. Bu gradientten sapma durumundaki anormal basınç aşırı basınç (overpressure) olarak tanımlanır.
Alt basınç (underpressure), normal veya hidrostatik basınçtan daha düşük basınçlardır, alt basınç zonu (bölgesi) hidrokarbonların çoğunlukla bulunduğu alanlar veya oluşumlardır (Şekil).
GERİ (hampetrolden petrokimyasallara)