peygamber efendimizin atının ismi / 2 - 5 Peygamber Efendimizin Atları, Develeri ve Diğer Davarları

Peygamber Efendimizin Atının Ismi

peygamber efendimizin atının ismi


Eshâb-ı kirâmın süvârilerinden.

Peygamber efendimize, Peygamberliğinin bildirildiğinin senesinde, Kureyş müşrikleri, Peygamber efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kesin karar almışlardı. Bu hususta ısrarlı idiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Habîbine hicret etmesi için izin verdi.

Beraber hicret edecekler
Resûlullah efendimiz Hazret-i Ebû Bekir’e, beraber hicret edeceklerini bildirince, Hazret-i Ebû Bekir’in gözlerinden sevinç yaşları aktı. Çünkü Kâinatin efendisiyle böyle bir yolculuk yapmak, herkese nasip olmazdı. Hazret-i Âişe vâlidemiz buyurmuştur ki:
- O güne kadar, bir kimsenin, sevincinden dolayı bu derece ağladığına şâhit olmamıştım.

Resûlullah efendimiz ile Hazret-i Ebû Bekir hicret için yola çıktıktan sonra, müşrikler arzularını yerine getirmek için, Peygamberimizin hâne-i saadetlerine uğramışlardı. Fakat, Peygamberimizi evde bulamayınca, şaşkına döndüler. Derhal her tarafı aramaya başladılar. Ancak Mekke’de olmadığını anlayınca, dışarıda aramaya karar verdiler. Bunun için herşeylerini ortaya koydular.

Peygamber efendimizle, Hazret-i Ebû Bekir’i öldürene veya esir edene çok miktarda mal, para vereceklerini vâdettiler. Miktarını da deve olarak bildirdiler.

Bu haber, Sürâka bin Mâlik’in bağlı olduğu Müdlicoğulları arasında da yayıldı. Sürâka bin Mâlik iyi iz takibi yapan biriydi. Bu yüzden bu haberle yakından ilgilendi.

Bir salı günü Sürâka bin Mâlik’in oturduğu bölge olan Kudeyd’de, Müdlicoğulları toplantıda bulunuyorlardı. Bu toplantıya Sürâka bin Mâlik de katılmıştı. O sırada Kureyş’in adamlarından biri gelip, Sürâka’ya dedi ki:
- Ey Sürâka! Vallahi ben az önce, sâhile doğru giden üç kişilik bir yolcu kâfilesi gördüm. Onlar herhalde Muhammed ile arkadaşıdır.

Sürâka, durumu anladı. Ancak, ortada çok fazla miktarda mükâfat vardı. Bunu kendisi elde etmek istiyordu. Onun için başkasının bundan haberdar olmasını istemiyordu. Bu yüzden, ortada önemli bir şey yokmuş gibi konuştu:
- Hayır, o senin gördüğün kimseler, filân kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi. Onları biz de gördük.

Fal oklarına baktı
Sürâka bin Mâlik biraz daha orada kaldı. Dikkat çekmeden evine geldi. Hizmetçisine, atını ve silâhını alıp vâdinin arkasında kendisini beklemesini söyledi. Kendisi de kargısını almış, ucunun parlaklığının, başkalarının dikkatlerini çekmesini önlemek için de, kargının ucunu aşağıya çevirmişti.

Müşriklerin bâtıl bir âdetleri vardı. Bir işi yapmadan evvel, oklarla fala bakarlardı. Sürâka da yanına aldığı çantadan fal oklarını çıkardı. Peygamber efendimiz ile arkadaşına zarar verip veremeyeceğini, fal oklarından anlayacaktı.

Sürâka oklarla fala baktığında, oklar, Hazret-i Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyeceğini gösteriyordu. Sürâka’nın buna çok canı sıkıldı. Fakat bütün düşüncesi vadedilen yüz deveyi almaktı.

Yüz deveyi almak aşkıyla yanan Sürâka, başka bir şeye aldırmadan atına bindi. Falının ters göstermesi bile, onu bu takibinden vazgeçiremedi. Atını koşturmaya başladı. Fakat Sürâka’nın atı tökezlenerek yere düştü ve kendisi de yuvarlandı. Acaba yanlış mı fala baktığını öğrenmek için, tekrar birkaç defa daha aynı işi yaptı.

Netice hep aynı çıkıyordu. Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyecekti. Buna rağmen, yine yoluna devamda ısrar etti. Aldığı bir haber üzerine Resûlullahın ve Hazret-i Ebû Bekir’in izlerini yine buldu.

Telâşa kapıldı
Nihayet Sürâka yaklaşmıştı. Artık onları iyice görebiliyordu. Hatta, o sırada Resûlullahın okuduğu Kur’an-ı kerimi dahî işitiyordu. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz arkalarına hiç bakmıyorlardı.

Hazret-i Ebû Bekir arkasına bakınca, Sürâka’yi görüp, telâşa kapılmıştı. Peygamber efendimiz ona, mağaradaki gibi buyurdu ki:
- Üzülme, Allahü teâlâ bizimle beraberdir!

Sürâka yanlarına iyice yaklaşınca, Hazret-i Ebû Bekir, ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz, ona niçin ağladığını sordu. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:
- Vallahi kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelirse diye ağlıyorum.

Sürâka, Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaşmıştı ki, seslendi:
- Yâ Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak?

Resûl-i Ekrem efendimiz de buyurdu ki:
- Beni Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur.

O sırada Sürâka’nın atının iki ön ayakları, dizlerine kadar yere battı. Bundan kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Atını bu durumdan bir türlü kurtaramadı. Başka yapacağı hiçbir şey yoktu.

Bunun üzerine çâresiz kalan Sürâka, âlemlere rahmet olarak gönderilen şefkat ve merhamet sahibi Resûlullaha yalvardı:
- Yâ Muhammed! Bu işin, senin sebebinle olduğunu anladım. Duâ et de kurtulayım. Bundan sonra sana asla zarar vermem. Senin peşine düşenlere de senden hiç bahsetmeyeceğim.

Bütün olgunlukları ve iyi ahlâkı kendisinde toplayan, üstün ahlâk ve yaratılış üzere olan Peygamber efendimiz, onun bu dileğini kabûl etti ve Allahü teâlâya şöyle duâ etti:

Onun atını kurtar!
Yâ Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmî ise, onun atını kurtar.

Allahü teâlâ bu duâyı kabûl buyurdu. Sürâka bin Mâlik’in atı bir hayli çaba sarfettikten sonra ayağını çukurdan çıkarabilmişti. Bu sırada atın ayağının çıktığı yerden, ateş dumanı gibi bir şey göğe doğru yükseliyordu. Bu manzarayı gören Sürâka hayretler içerisinde kaldı.

Resûlullah efendimiz ile arkadaşları, Sürâka’nın atını kurtarmasını beklediler. Sürâka, bütün bu olup bitenleri dikkatle düşünüyordu. Anladı ki, Hazret-i Muhammed bu hâdiselerde dâima korunuyordu. Bütün bunları gördükten sonra Sürâka dedi ki:
- Yâ Muhammed, ben Sürâka bin Mâlik’im, benden asla şüpheniz olmasın! Size söz veriyorum. Bundan sonra beğenmediğiniz hiçbir işi yapmayacağım.

Bunları söyledikten sonra, Kureyş müşriklerinin, kendilerini yakalayanlara çok mükâfat vereceklerini ve yapmak istedikleri şeyleri tek tek haber verdi.

Yetişmesine meydan verme!
Bu sırada Sürâka, onlara yol azığı ve binek deve vermek istediyse de, Peygamberimiz kabûl etmedi ve buyurdu ki:
- Ey Sürâka! Sen İslâm dînini kabûl etmedikçe, ben de senin deveni ve sığırını arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü gizli tut, hiç kimsenin bize yetişmesine meydan verme yeter.

Allahü teâlâ dileyince herşey oluyordu. O’na hâlis bir şekilde güvenilip, rızâsı yolunda yürüyünce, akıllara durgunluk veren hâdiseler meydana geliyordu. Resûlullahı öldürüp, büyük mükâfatlara kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan misâli yola çıkan Sürâka, şimdi munis, uysal, bir çocuk oluvermişti.

Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Habîbine zarar vermemesi için Sürâka’nın kalbini iyiliğe doğru çevirmişti. Elbette Allahü teâlâ, Habîbini yalnız bırakmayacaktı. Çünkü O, insanlara merhamet için, onların dünyada ve âhirette ebedî saadet ve mutluluğa kavuşması için gönderdiği Peygamberiydi.

Peygamber efendimiz, ayrılmadan önce, Hazret-i Ebû Bekir’e, Sürâka’nın bir isteği olup olmadığını sormasını emir buyurdular. Hazret-i Ebû Bekir sorunca, Sürâka dedi ki:
- Sizinle benim aramda emannâme olacak bir yazı verir misiniz?

Peygamberimiz emannâmenin verilmesini emretti. Hazret-i Ebû Bekir, hicrette yanlarında bulunan Âmir bin Füheyre’ye bu emannâme’yi yazdırıp, Sürâka’ya verdi. O da alıp çantasına koydu.

Peygamber olduğunu anlardın
Sürâka bundan sonra izini takip ederek geri döndü. Karşılaştığı bu durumları yolda kimseye anlatmadı. Ebû Cehil, onun eli boş döndüğünü görünce, Müslüman olduğunu zannetti. Söylediği şiirlerle onu kötüleyip herkesin gözünden düşürmeye çalıştı.

Sürâka şâir biriydi. Onun için Ebû Cehil’e şiirle şöyle cevap verdi:
- Ey Ebû Cehil! Ben Muhammed’e iyice yaklaşmış, saldırmak üzereyken, atımın ayakları birdenbire yere batıverdi. Sen eğer bu hâli görmüş olsaydın şüphesiz, Muhammed’in apaçık Peygamber olduğunu anlardın.

Sen söyle, artık buna kim dayanabilir? Senin yapacağın, Kureyşlileri ona saldırmaya teşvik değil, bilâkis buna mâni olmandır. Ben inanıyorum ki, Onun dâvet ettiği İslâmiyet bir gün yerleşip, her tarafa yayılacaktır. Öyle olacak ki, herkes ona karşı gelmeyi değil, Onunla sulh içerisinde yaşamayı isteyecektir.

Sürâka, bundan sonraki senelerde, İslâmiyetin hızla ilerlediğine, karşısına çıkan küfür ve şirk engellerini bir bir aştığına şahit oluyordu. Sürâka anlatır:
“Tâif’ten Cirâne’ye indiği sırada, Resulullah efendimizle buluştum. Müslümanlar; Resulullahın önünde, aralıklı olarak; birbirlerinin ardınca, takım takım gidiyorlardı. Ensardan, otuz-kırk kişilik bir süvari birliğinin arasına girince, onlar, mızraklarını bana dürtmeye ve, "Sen, ne istiyorsun?" demeye başladılar. Beni, tanımadılar.

Ben Sürâka bin Mâlik’im
Ben, Resulullah efendimizi görünce, tanıdım. Sesimi işiteceği kadar, yanına yaklaştım. Hicret sırasında, Hazret-i Ebû Bekir’in, benim için yazmış olduğu emannâmeyi, iki parmağımın arasında tutarak kaldırdım ve dedim ki:
- Ya Resulallah! Bu, benim için yazdırdığın yazıdır! Ben, Sürâka bin Mâlik’im. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Bugün, verilen sözde durma ve sözü yerine getirme günüdür. Yanıma, yaklaş!

Hemen, yanına yaklaştım ve Müslüman oldum. Resulullah efendimize soracağım bir şeyi, hatırlamaya çalıştımsa da, hatırlayamadım. Onun yerine başka bir meseleyi sual ettim:
- Ya Resulallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın etrafını, yitik develer sararlar. Havuzumdan, onları da sularsam, bana ecir ve sevap var mı?

Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet! Her susamış canlıyı sulamakta, ecir ve sevap vardır!

Sonra Peygamber efendimiz tekrar bana buyurdular ki:
- Ey Sürâka! Kisrânın bileziklerini kollarında görür gibi oluyorum.

Ben, “Krallar kralı Kisrâ bin Hürmüz’ün mü?” diye hayretle sordum. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet, Kisrânın!”

Aradan uzun zaman geçmişti. Hazret-i Ömer devrinde, ülkesi fethedilen Kisrânın kürk ve bilezikleri Medine’ye getirilmişti. O sırada Hazret-i Sürâka bin Mâlik de Medine’de idi.

Bilezikler Sürâka'ya verildi
Hazret-i Ömer bu gümüş bilezikleri Sürâka bin Mâlik’e verdi.

Sürâka, bu bilezikleri bileğine takmış çok geniş olduğu için, bilezikler dirseklerine kadar uzanmıştı.

Sürâka bu sırada Resul-i ekremin seneler önce buyurduğu mübârek sözü hatırlayıp, bu mucize karşısında ağladı.

Sürâka’nin bileğinde bu bilezikleri gören Hazret-i Ömer de buyurdu ki:
- Kisrânın iki bileziğinin, Müdlicoğullarından biri olan Sürâka bin Mâlik’in bileklerine takıldığı günü bize gösterdiği için, Allahü teâlâya şükürler olsun.

Sürâka’nın künyesi Ebû Süfyân’dır. Doğumu kesin olarak bilinmiyor. senesinde, Hazret-i Osman zamanında vefat etti.

Peygamber Efendimizin Atının İsmi Nedir

   Hz Muhammedin atının adı , Hz Muhammedin atlarının isimleri , seafoodplus.info , Peygamber Efendimizin Atının İsmi Nedir , Peygamber efendimizin atlarının adları , Peygamberimizin kaç tane atı vardı    Comment   


Mısır Hükümdarı Mukavkıs'in, hicretin 6. yılında () Hz. Peygamber (asv)'e gönderdiği kıymetli hediyeler arasında bulunan katıra hızlı yürüyüşü ve çevikliği dolayısıyla " kirpi"anlamına gelen "düldül"adı verilmiştir. Bu boz renkli katırın erkek veya dişi oluşu hususunda kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Konuyla ilgili Türkçe literatürün hemen hepsinde "beyaz renkli dişi katır" ifadesi kullanılmışsa da Arapça kaynaklardaki rivayetlerde onun erkek olduğu belirtilmiştir.

Hz. Peygamber (asv), hem savaşlarda hem de diğer zamanlarda bindiği düldülün idaresini, ileride Mısır valiliği de yapacak olan Ukbe b. Âmir el-Cühenî'ye vermişti. Daha sonra Hz. Ali (ra)'e bağışladığı düldül, ondan oğulları Hasan ve Hüseyin'e, ardından da diğer oğlu Muhammed b. Hanefıyye'ye intikal etmiştir. Hz. Ali (ra)'in Hâricîler'le çarpışırken düldüle bindiği yolundaki rivayetlere hem Şiî hem de Sünnî kaynaklarında yer verilmiştir.

Diğer atları
Essekb - Murteciz - Lizaz - Lehif - Zarib - Verd - Eddars - Mulavih - Sebha - Bahr - Fidde - Eyliyye

Daha fazla veya daha az olduklarına yönelik ihtilafların mevcut olmasıyla beraber Peygamber Efendimiz'in on adet atı vardır (), onların adı şöyledir:

Essekb; Peygamber Efendimiz Uhud savaşında bu ata binmiştir, bu atın alnında aklık vardı, üç ayağı sekili ve sağ ayağı sekisizdi.

Murteciz. Bu ata Huzeyme bin Sabit de şahid olmuştu ().

Lizaz. Bu atı Peygamber Efendimiz'e Mukavkıs hediye etmişti.

Lehif (): Bu atı Peygamber Efendimiz'e Rebia bin Ebi Bera () hediye etmişti.

Zarib: Bu atı Peygamber Efendimiz'e Fervatü'l Cüzami hediye etmişti.

Verd: Bu atı, Peygamberimize, Temim-i Dari, hediye etmişti

Eddars ().

Mulavih ().

Sebha (), Peygamber Efendimiz bu atla yarışma müsabakalarına girer, bu at kazanınca da peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, mutlu olurlardı.

[Bahr]: Bu atı Peygamber Efendimiz yemenli bir tüccardan satın almışlardı. Peygamberimiz bu atla üç kez yarış müsabakasını kazanmıştı. Peygamberimiz bu atın başını okşayarak şöyle demişti: "Senin adın Bahr-Deniz'dir"().

Ayrıca şu üç katırı da vardı: 

Düldül, Mukavkıs'ın Peygamber Efendimize hediye ettiği ve müslümanların bindiği ilk katır idi.

Fidde, Hz. Ebu Bekir tarafından kendisine hibe edilmiştir ().

Eyliyye, bunu da peygamber efendimize Eyle meliki hediyye etmiştir.

Peygamber Efendimizin Ya'fur adlı bir eşeği de vardı.

Neam'a gelince, o cüssesinden dolayı nakil için kullanılmamıştır.

Peygamber Efendimizin otlağa yayılan yirmi adet sağmal devesi () bulunmaktaydı.

Sa'd bin Ubade de Peygamber Efendimiz'e Ne'am beni Ukayl'dan bir at-eşek yavrusu göndermiştir.

#Hz Muhammedin atının adı #Hz Muhammedin atlarının isimleri #seafoodplus.info #Peygamber Efendimizin Atının İsmi Nedir #Peygamber efendimizin atlarının adları #Peygamberimizin kaç tane atı vardı

Benzer Yayınlar

Peygamberimizin kaç tane atı vardı

").addClass("theiaStickySidebar").append(seafoodplus.infoen()),seafoodplus.info(seafoodplus.infoSidebar)),seafoodplus.infoTop=parseInt(seafoodplus.info("margin-top")),seafoodplus.infoBottom=parseInt(seafoodplus.info("margin-bottom")),seafoodplus.infogTop=parseInt(seafoodplus.info("padding-top")),seafoodplus.infogBottom=parseInt(seafoodplus.info("padding-bottom"));var n=seafoodplus.info().top,d=seafoodplus.infoeight();seafoodplus.info("padding-top",1),seafoodplus.info("padding-bottom",1),n-=seafoodplus.info().top,d=seafoodplus.infoeight()-d-n,0==n?(seafoodplus.info("padding-top",0),seafoodplus.infoSidebarPaddingTop=0):seafoodplus.infoSidebarPaddingTop=1,0==d?(seafoodplus.info("padding-bottom",0),seafoodplus.infoSidebarPaddingBottom=0):seafoodplus.infoSidebarPaddingBottom=1,seafoodplus.infousScrollTop=null,seafoodplus.infocrollTop=0,o(),seafoodplus.infoll=function(a){if(seafoodplus.info(":visible")){if(i("body").width()

 

Hadîs ve Siyer kaynaklarında Hz. Peygamber’in (sav.) kullandığı çeşitli eşyalarla ilgili bize ulaşan nakillerin var olduğu görülmektedir. Efendimiz’in (asm.) en küçük bir hal ve tavrını bile emanet şuuruyla ihmal etmeyip nakleden Sahâbe-i Kirâm, O’nun eşyaları hakkında da merakımızı giderecek bilgileri aktarmıştır. Dahası, söz konusu nakillere göz attığımız zaman, bu eşyaların büyük bir kısmının muayyen birer isimle anıldığını görüyoruz. Kullandığı eşyaları bile, adeta onlara birer şahsiyet atfederek isimlendiren Hz. Peygamber’in (sav.), mucizevî vefâ ve nezâketine on dört asır sonra yeniden hep beraber şahit olalım.

 

Hz. Peygamber’in elbiseleri ve eşyaları:

Hz. Peygamber (sav.) vefat ettiği zaman O’ndan geriye elbise türünden: Yemânî bir izar (peştemal, iki parçalı takım elbisenin alt kısmı) ve onun ridâsı (geniş dış elbise, omuz atkısı, iki parçalı elbisenin üst kısmı); iki adet sahhârî elbise; bir adet sahhârî gömlek; yemenî bir cübbe; bir adet hamîsa (dörtgen siyah kumaştan mamul bir tür giysi veya örtü); bir adet beyaz elbise; üzerine sarık sardığı birkaç külah veya başlık; üç veya dört adet (battaniye görevi gören) örtü kalmıştı.

Hz. Peygamber (sav.) en çok beyazı severdi. Üstte bahsi geçen elbiselerin başta beyaz, siyah ve yeşil olmakla beraber rivayetlerden kırmızıyı da kullandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bunların genellikle pamuklu, bazen de yünlü kumaştan mamul olduğu da bilinmektedir. Necâşî, O’na (sav.) ‘Sehâb’ denilen siyah bir elbise ve siyah bir sarık hediye etmiş, Hz. Peygamber de onları daha sonra Hz. Ali’ye vermişti. Yeşil sündüsten (bir tür ipekli kumaş) bir cübbeyi, tayâlis denen yün kumaştan bir cübbeyi ve üçüncü diğer bir cübbeyi, savaşlarda da giymiştir. Ayrıca sadece Cuma günleri giymek için ayırdığı iki esvabı vardı.

İçi hurma lifiyle dolu, dışı dabaklanmış deriden olan bir yatağı; Esad b. Zürâre tarafından hediye edilmiş bir döşeği; içinde aynasının, fil dişinden mamul tarağının, ‘Câmi’ adlı makasının ve misvağının bulunduğu küçük bir sandığı; ‘Reyyân’ ve ‘Muğnî’ (veya ‘Muğaysâ’) isimli iki bardağı, gümüş zincir takılmış diğer bir kadehi; içinde kına yaptığı bakır bir kabı; gusül abdesti alırken kullandığı sarı madenî alaşımdan mamul su kabı (kova veya leğen türünden); abdest alırken kullandığı ‘Mihdab’ isimli taştan bir ibriği; ‘Sâdıre’ adlı küçük bakır kabı; ‘Tâsûme’ isimli nalını; bir adet cam bardağı; ‘Ğarrâ’ adında büyük metal bir leğeni (dört tarafında dört halkası bulunan Ğarrâ, araya alınmak suretiyle dört kişi tarafından taşınırdı); fıtır sadakası ölçmek için kullanılan ‘Sâ’ ve ‘Müdd’ denen ölçü kapları; yağdanlığı; sürmedanlığı; üzerinde “Lâ ilâhe illallah Muhammed Resûlullah” nakşı bulunan gümüş yüzüğü (bu yüzüğün gümüş renginde demir olduğu da söylenir) vardı.

Hz. Peygamber’in (sav.) ‘el-Kinn’ denen çadırı ve ata binerken kullandığı ‘Dâc’ isimli eğeri vardı. Çoğu zaman yanında taşıdığı ve deveye bindiğinde önüne astığı ‘Mihcen’ adlı bir zira (dirsekten parmak uçlarına kadar olan uzunluk) boyunda bir değneği; ‘Mihsara’ da denilen ‘Urcûn’ isimli bastonu ve ‘Memşûk’ adlı uzun ve ince diğer bir asâsı daha bulunmaktaydı (Halîfeler arasında el değiştiren asânın bu olduğu söylenir.)

 

Hz. Peygamber'in binekleri:

Develer: ‘Kasvâ’ (Hicret esnasında bindiği devedir); ‘Adbâ’ ve ‘Ced’â’ (Adbâ ile Ced’â’nın aynı deve olduğuna dair rivayetler de bulunmaktadır.)

Atlar: ‘Sekb’ (Uhud Savaşı’nda bindiği, alnı parlak beyaz olan at); ‘Mürtecez’ (Hz. Peygamber’in, satın aldığına Ebû Hüzeyme’yi şahit tuttuğu at); ‘Lezâz’ (Mukavkıs’ın hediye ettiği at); ‘Lühayf’ (Rebîa b. Ebî’l-Berâ’nın hediyesi olan at); ‘Zarib’ (Ferve el-Cüzâmî’nin hediyesi olan at); ‘Verd’ (Temîm ed-Dârî’nin hediyesi olan at); ‘Mirvâh’; ‘Sebha’; ‘Bahr’ (Hz. Peygamber’in Yemenli tacirlerden satın aldığı at. Efendimiz onun alnını okşar ve ‘sen muhakkak bahrsin’ yani ‘hakiki ve hızlı koşan bir atsın’ derdi); ‘Mendûb’; ‘Necîb’; ‘Ya’sûb’ ve ‘Serhân.’

Katırlar: ‘Düldül,’ (Hz. Peygamber’in İslam Dini geldikten sonra ilk bindiği bu katır, Mukavkıs’ın ona hediye ettiği beyaz katırdır. Daha sonra Hz. Ali’nin bindiği bu mübarek hayvan, Efendimiz’in vefatından sonra uzun zaman, hatta dişleri dökülene kadar yaşamıştır. Sahâbe-i Kirâm, Efendimiz’in hatırası olan Düldül’ü besler ve bakımını yaparlardı.); ‘Eyle’ (Eyle Meliki’nin hediye ettiği katır); ‘Fidda’ (Hz. Ebû Bekir’in hediye ettiği katır); Bunların dışında Hz. Peygember’in (sav.) Dûmetü’l-Cendel Sahibi’nin hediyesi olarak gelen bir katırı; Necaşî’nin hediye ettiği bir katırı ve Huneyn Savaşı’nda bindiği beyaz bir katırı daha vardı (Bunu da keza Ferve el-Cüzâmî hediye etmiştir).

Merkepler: Hz. Peygamber’in (sav.) bindiği iki merkep vardı birinin adı ‘Ufeyr’ (Kıbt Meliki Mukavkıs’ın hediyesiydi), ötekinin adı ise ‘Ya’fûr’dur. Sa’d b. Ubâde’nin hediye ettiği diğer bir merkepten daha söz edilmektedir.

 

Hz. Peygamber’in silahları:

Kılıçları: Hz. Peyganber’in (sav.) değişik zamanlarda kullandığı dokuz adet kılıcının olduğu nakledilmiştir. Bunlar; ‘Me’sûr’ (Sahip olduğu ilk kılıçtır); ‘Zülfikar’ (Bedir Savaşı ganimetlerindendir); ‘Tebbâr’ (Kesen, koparan demektir); ‘Hetf’ (Ölüm anlamındadır); ‘Mihzem’; ‘Resûb’ (Vuran demektir); ‘Adb’ (Bu kılıç Sa’d b. Ubâde’nin hediyesidir); ‘Kadîb’ (Hz. Peygamber’in savaş için ilk kuşandığı kılıçtır, kılıçların latîfi anlamındadır); ‘Kal’î’ (Bâdiyede Kal’ Bölgesi’nden geldiği için bu isim verilmiştir.)

Mızrakları ve kargıları: Mızrakları dört adettir. Bunlardan birinin adı gömülen, yaralayan anlamında ‘Müsvî,’ diğerinin adı ise ‘Müsnî’ veya ‘Mütesennî’dir. Kalan iki mızrağının adıyla ilgili bilgiye sahip değiliz. İki kargısından büyük olanın ismi ‘Beydâ’ (Beyaz) idi. ‘Anze’ de denilen ‘Kumre’ isimli küçük kargısını ise bayramlarda elinde taşır, namaz kılarken sütre görevi görsün diye önüne dikerdi. (Bu kargı küçük bir asâ gibiydi ve ucunda, okun ucundaki sivri kısma benzer demir bir kısım vardı. Bu haliyle küçük bir mızrağı anımsatıyordu.)

Zırhları ve miğferleri:  Yedi adet zırhı vardır, bunlar; “Zâtu’l-Fudûl” (Bedir ve Huneyn Savaşları’nda giydiği zırhtır. Bu zırhın onun için, tıpkı Câlut ile savaşan Hz. Dâvud’un zırhı gibi olduğu söylenir); “Zâtu’l-Vüşah”; “Zâtu’l-Havâşî”; ‘Sağdiyye’; ‘Fidda’; ‘Betrâ’ ve ‘Hırnık.’

Miğferleri ise ‘Sübûğ’ (vaya ‘Sübbûğ’; demirden yapılmış bir miğferdi) ve ‘Mevşeh’ olmak üzere iki tanedir.

Yayları ve sadağı: Kullandığı yaylar altı adettir; ‘Zevrâ’; ‘Revhâ’; ‘Safrâ’; ‘Şevhat’; ‘Ketûm’ ve ‘Sedâd.’ Okları yerleştirdiği sadağının adı ise ‘Kâfûr’ idi.

Kalkanları: ‘Zelûk’ (Silah işlemez anlamındadır); ‘Fetûk’ (veya ‘Fütak’) ve O’na hediye edilmiş diğer bir kalkan daha olmak üzere üç adettir. ‘Mûcez’ adında beyaz bir kalkandan da söz edilmektedir.

Sancağı: Hz. Peyganber’in (sav.) siyah renkli bir sancağı vardı ve adı ‘Ukâb’ idi (değişik rivayetlerde sarı ve beyaz sancaklardan da bahsedilmektedir.)

Kâinatın zerrâtı adedince salât-u selâm O’nun, ailesinin, güzîde ashâbının üzerine olsun. Âmin.

 

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir