Farsça’dan Türk diline intikal etmiş olan “MÜHÜR” kelimesinin lügat manası şudur: Bir şahıs veya müessesenin adı, sıfatı ve alameti, hakkedilen yazı veya evrak altına basılan damga. Ayrıca kıymetli taşlar gibi sert cisimler üzerine, kazınmış imza yerine geçen yazı, arma, simge veya bir varlığın şahsiyetini ifade eden “iz” manasına da gelmektedir.
Arapça’sı “Hâtem” yani mühür, yüzük: Genelde yazıların altına basılıp sözü bitirdiğini ve son sözün söylendiği mektupları, belgeleri sahih ve geçerli olduğunu beyan eden ve bahis konusu meselenin sonuçlandığını bildiren “ALAMET” demektir.[1]
Konumuz ile ilgili Hadis-i şeriflerde bahsedilen “ YÜZÜK” Lafzı: “Bir şeyi sona erdirmek, mühür, damga” anlamına gelen “HATEM” kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelimeye yüzük anlamının verilmesi ise Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ve Hulefa-i Râşidîn efendilerimizin mektup ve yazılarını mühürlemek üzere kullandıkları yüzüğün kaşındaki mühre nispetledir. Zamanla bu kelime şöhret kazanmış ve mühürlü ya da mühürsüz bütün yüzüklere “hâtem” denilmiştir. “YÜZÜK” kelimesinin Arapça karşılığı “halka/halaka” veya “fetha/fetaha” dır.[2]
Asr-ı Saadet döneminde Hicaz ehli yüzük kullanmaktaydı, fakat yüzüğün kaşına mühür nakşedilmesi mutat bir uygulama değildi. Hicretin altıncı veya yedinci senesinde Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Dine ve yeni kurulan İslam Devletini tanımaya davet mektuplarını yazmışlar ve Kisra, Kayser ve Necaşi gibi acem krallarına göndermeyi murad etmişlerdir. Bu esnada ashâbdan bazıları: Hazreti Peygamber’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)“Acem devlet reislerinin kendilerine gönderilen mühürsüz mektupları ve yazıları kabul etmeyeceklerini ve resmi muameleye tabi tutmayacaklarını” hatırlatmışlardır. Bu durum üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) halka şeklinde yuvarlak ve kaşlı, gümüşten bir mühür (yüzük) yaptırmışlardır. Böylelikle Kureyş ve Hicaz ehli arasında ilk mektup mühürleyen kişi olarak da tarihe geçmişlerdir.[3]
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mühür vazifesini görmesi için gümüşten ve kaşlı bir yüzük yaptırmışlar ve bu yüzüğün kaşına, hem imza anlamına gelen hem de İslâm devletinin sembolü olacak “Muhammed Rasulullah” ibaresini nakşettirmişlerdir. Bu Mühr-ü şerîf’te nakşedilmiş ibare üç satır halinde olup, alt kısmında “Muhammed” adı, ortasında “Rasül” ve üst tarafında “Lafza-i Celal” (Allah) lafzı bulunacak şekilde istiflenmiştir. “Allah’ın Elçisi Muhammed” manasını ifade etmektedir.[4]
Mutemed Hadis kaynaklarımızda Mühr-ü Şerîf hakkında nakledilen rivayetler, farklılık arz etmektedir. Bize ulaşan bazı rivayetlerde Mühr-ü Şerîfin kaşının Habeşistan’dan gelen siyah Akik taşından yapılmış olduğunu söylemektedir. Diğer rivayetlerin ekserisinde ise Mühr-ü Şerîfin kaşı, kendisi gibi bizzat gümüşten imal edildiği ifade edilmektedir. Hadis şarihlerinden bazıları bu rivayetlerde çelişki olmadığını Hazreti Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) iki tane mühr-ü şerîf yaptırdıklarını ve birisinin kaşının akik taşından, diğerinin ise gümüşten olduğunu söylemişlerse de asıl olan ve tercih edilen; Mühr-ü Şerîfin hem kendisinin hem de kaşının gümüşten olduğudur.[5]
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ismi zikredilen mühr-ü şerîf yüzüklerini yaptırıp mübarek parmaklarına takınca, ashab’tan bazıları da aynı ibareyi taşıyan bir yüzük yaptırmak istemişledir. Bu durumdan haberdar olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hemen müdahale ederek: “Hiç kimse, benim mührümün ibaresini taşıyan yüzük yaptırmasın!..” buyurmuşlardır.[6] Zira sözü edilen mühr-ü şerîf, İslâm Devletinin sembolü ve müslümanların devletlerarası siyasi ilişkilerinde kullanılan bir araç idi. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu yasaklamalarıyla, hem devlet olma hassasiyetini sağlamış hem de resmi ve özel eşyayı birbirinden ayırmış bulunuyorlardı.
Peygamber Efendimizin (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra mühr-ü şerîf, Hazreti Ebu Bekir’e, (Radıyallâhu Anh) ondan Hazreti Ömer’e (Radıyallâhu Anh) ondan da Hazreti Osman’a (Radıyallâhu Anh) intikal etmiştir. Fakat Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh), halifeliğinin altıncı yıllarında, Mescid-i Kuba yakınlarında bulunan Eris adlı kuyunun etrafında toplanıp bir devlet işini müzakere ediyorlar idi. Bu sırada bir evrakın mühürlenmesi gerekmişti. Hazreti Osmanın (Radıyallâhu Anh) Muaykıb isminde bir hazinedarı var idi. Evraklar Muaykıb’da, mühür ise Hazreti Osman’da idi. İşte bu esnada mühür elden ele intikal eder iken, Eris Kuyusu’na düşürülerek kaybolmuştur. Üç gün ısrarla aranmasına rağmen bulunamamıştır. Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh) aynı ibareyi taşıyan yeni bir mühür yaptırmıştır. Bu sebepledir ki bazı rivayetlerde Hazreti Osman’ın bazılarında ise Muaykıbın elinden düştüğü nakledilmektedir.
Hulefa-i Raşidin Efendilerimiz, Hazreti Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mührünü kullanmakla beraber kendileri de şahsi mühür yaptırmışlardır. Hazreti Ebu Bekir’in mühründe “Ni’me’l-kadiru Allah” (Allah ne güzel kudret sahibidir.) Hazreti Ömer’in mühründe “kefa bi’l-mevti vaizen,” (Nasihatçı olarak ölüm yeter) Hazreti Osman’ın mühründe “Amentü billahi’l-azim,” (Azîm olan Allah’a iman ettim,) “Amentü billahi muhlisan,”(Allah’a halisane şekilde iman ettim) ve Hazreti Ali’nin mühründe ise “el-Mülkü lillahi” (Mülk Allah Teâlâ’ya mahsustur,) ibarelerinin yazılı olduğunu bildirilmektedir.[7]
Muteber hadis kaynaklarımızdan bize ulaşan sahih rivayetlerde, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yüzüğünü hem sağ hem de sol ellerine taktıklarını ifade etmektedir. Her iki ele de yüzük takılabileceğini ifâde eden başka sahîh rivâyetler de vardır. Ulemâ, rivâyetlerden hareketle yüzüğün her iki ele de takılabileceğine hükmetmişlerdir. Fakat hangi elin tercih edilmesi ve daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak sağ elle ilgili rivâyetler, daha fazladır. Hadis şarihlerinden İbni Hacer bu konuyu şöyle izah etmektedir: “Tezeyyün bir (süs) eşyası olarak kullanan sağ, Mühür olarak kullanan ise sol eline takmalıdır” dedikten sonra sağ ele takmanın tercih edilmesinin sebebini şöyle beyan eder: “Çünkü sol el istincada kullanıldığı için, necaset’e değmekten korunmuş olur.” (Yani mühür sol elde olunca, sağ el yardımı ile kolayca çıkarılmış olur ve bu sebeple de necasetten korunmuş olur.[8]
Altından imal edilen yüzükler, Müslüman erkeklere yasaklanmıştır, bu sebeple takamazlar. Eğer takarlar ise haram işlemiş olurlar. Kadınlar için zinet (süs) eşyası kılınmıştır, bu sebeple onlara takabilirler. Zira Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir hadis- şerifinde; “İpek ve altın, ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helal edilmiştir” buyurmuşlardır.[9]
Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir. Kadı, sultan ve benzeri kimselerin, yüzük kullanmaya ihtiyacı var ise sünnettir. (Zira yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı.) İhtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlidir. Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olmasıdır ve erkeklerin kaşını avuç içlerine çevirmeleridir. Kadınların ise avuç içlerine çevirmelerine gerek yoktur. Zira yüzük onlar için ziynettir; erkekler içinse süs değildir. Yüzüğün kaşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi adını veya Allah’ın ismini nakşetmek caizdir. Ancak Allah’ın ismi yazıldığı olduğunda, helaya girerken yüzüğün ya çıkarılması veya sağ ele takılması gerekir.[10]
Demir, bakır, kurşun ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzükler, hem erkeklere hem de kadınlara mekruhtur. Akik ve yeşim gibi kıymetli taşlardan yapılanlar ise kadın-erkek herkes için caizdir.[11]
Yüzüğün kaşına Allah’ın, Peygamber’in ya da kişinin kendi adının nakşedilmesinde bir sakınca yoktur. Fakat insan ve hayvan gibi bir canlının resminin konulması günahtır. Kaşında Allah’ın ismi veya Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in adının yazılı olduğu bir yüzükle helaya giren kişi, yüzüğünü gizlemelidir. Eğer yüzük sol elinde ise taharetleneceğinde parmağından çıkarmalıdır.[12]
Yüzük, her iki elin herhangi bir parmağına takılabilir. Ancak, küçük parmağa takılması sünnettir.[13]
Muhaddis Tirmizi Şemail-i Muhammediyye adlı eserinde konumuzla ilgili on yedi hadis-i şerif nakletmişlerdir.
Enes ibni Malik (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Rasûlullâh’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Mühr-ü Şerîfleri gümüşten yapılmış idi. Kaşı ise Habeşi taşından idi.”[14]
Abdullah ibni Ömer anlatıyor: “Muhakkak Nebi (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gümüşten bir mühr-ü şerif edindiler. Bunun ile (yazdırdığı mektupları) mühürler idi. O’nu (süs amaçlı olarak) takınmazlardı.”[15]
Enes ibni Malik naklediyor: “Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), hem halkası hem de kaşı gümüşten yapılmış bir mühr-ü şerîfleri var idi.”[16]
Enes ibni Malik anlatıyor: Hazreti Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) acem kralları (yabancı devlet başkanları)’na “İslam’a davet için” mektup yazmayı murad edince, kendilerine: “Hiç şüphesiz acem hükümdarları mühürsüz mektupları kabul etmezler” denildi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mühür-yüzük yapmalarını talep etti.[17]
Enes ibni Malik sözüne şöyle devam eder: “Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) parmağındaki yüzüğün parıltısını görür gibiyim.”[18]
Enes ibni Malik anlatıyor: “Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mühr-ü şerîflerinin kaşında, ilk satırda “Muhammed” ikinci satırda “Rasûl” üçüncü satırda ise “Allah” kelimeleri nakşedilmiş idi.”[19]
Enes ibni Malik anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) (İran hükümdarı) Kisra’ya, (Bizans hükümdarı) Kayser’e ve (Habeş hükümdarı) Necaşi’ye “İslam’a davet etmek için” mektuplar yazmıştı. Bunun akabinde Peygamber Efendimiz’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) denildi ki: “Şüphesiz O hükümdarlar, mühürsüz mektupları kabul etmezler.” Bu durum üzerine Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) halkası gümüşten bir mühür-yüzük yaptırdı. Kaşına ise “Muhammed Rasûlullâh” yazdırdı.[20]
Enes ibni Malik naklediyor: “Muhakkak Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), helâya girecekleri vakit, mühr-ü şerîflerini (kaşında “Muhammed Rasulullah” yazan yüzüğünü) mübarek parmaklarından çıkarırlar idi.”[21]
Abdullah ibni Ömer naklediyor: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gümüşten yüzük edindi, onu rûh-u şerîfleri kabzedilinceye kadar mübarek parmaklarına taktılar. Bu yüzük, Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra Hazreti Ebu Bekr’e, ondan sonra Hazreti Ömer’e, ondan da Hazreti Osman’a intikal etti. Nihayet bu yüzük Hazreti Osman’ın (Radıyallâhu Anh) elinden Eris Kuyusuna (Eris adı verilen su kuyusu) düşüp kayboldu. Bu yüzüğün kaşında “Muhammed Rasulullah” cümlesi var idi.[22]
Hazreti Ali ibni Ebi Talib naklediyor: “Muhakak Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yüzüklerini sağ ellerine takarlar idi.”[23]
Hammad ibni Seleme anlatıyor: Ebu Rafi’nin (Radıyallâhu Anh) oğlu Ubeydullah’ın yüzüğü sağ eline taktığını gördüm ve kendilerine: “neden sağ elinize taktınız” diye sordum. Şöyle cevap verdiler: “Abdullah ibni Cafer’in yüzüğü sağ eline taktığını gördüm ve bunu hikmetini kendilerine sorduğumda O, Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), yüzüklerini sağ ellerine taktıklarını gördüğünü ifade ettiler.”[24]
Abdulla ibni Cafer rivayet ediyor: “Şüphesiz ki Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), yüzüklerini sağ ellerine takarlar idi.”[25]
Cabir ibni Abdullah anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), yüzüklerini sağ ellerine takarlar idi.”[26]
Salt ibni Abdullah rivayet ediyor: İbni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) yüzüğünü sağ eline takar idi. Onun sağ eline takışının sebebi -öyle zannediyorum ki- Hazreti Peygamber’e ittiba içindi. Zira o: “Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yüzüklerini sağ ellerine takarlar idi” buyurmuşlardı.”[27]
Abdullah ibni Ömer naklediyor: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gümüşten yüzük edinmişler ve Onun kaşını avuç içlerine gelecek şekilde yaptırmışlar, “Muhammed Rasulullah” ibaresini nakşettirmişler idi. Başkalarının şahsi yüzüklerine bu ibareyi yazdırmalarını yasakladı. Bu mühür, Muaykıb’ın Eris Kuyusu’na düşürdüğü Mühr-ü Şerîftir.[28]
Muhammed el-Bakır rivayet ediyor: Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, yüzüklerini sol ellerine takarlar idi.[29]
Enes ibni Malik anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), yüzüklerini sağ ellerine takarlar idi.”[30]
Abdullah ibni Ömer rivayet ediyor: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) altın yüzük edinmiş ve sağ ellerine takmışlar idi. Ashab da, Hazreti Peygamber’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ittiba etmek için altın yüzük edindiler. Bu manzarayı gören Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), onu parmağından çıkarıp attılar ve söyle buyurdular: “Ebediyyen onu takmayacağım.” Ashab’ı Kiram Efendilerimiz de Peygamber Efendimiz’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ittiba ederek yüzüklerini çıkarıp attılar.[31]
[1] Büyük Türkçe sözlük, D.İ.A MÜHÜR. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab. HTM
[2] İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab. HTM
[3] Mevahibu-l leduniyye fi şerhi-l şemaili muhammediyye. S. 193, Buhari libas no.5661.-suyuti el-Vesa’il fi Müsamereti’l-eva’il, s. 114
[4] Buhârî, Libâs, No:5661
[5] Mevahibu-l leduniyye fi şerhi-l şemaili muhammediyye. S. 192/193
[6] Buhari Libas no:5666, , İbni hacer Fethu’l-Bari cilt.13 s. 369
[7] Buhari Libas no:5662,İbni hacer Fethu’l-Bari cilt.13 s.359, Mevahibu-l leduniyye fi şerhi-l şemaili muhammediyye. S. 196, Mes’ûdî, et-Tenbih, s. 286, 289, 293, 297, 320
[8] İbni hacer Fethu’l-Bari cilt. 13 s.372
[9] el-İhtiyar fi Ta’lili’l-Muhtar, 4 cilt, s.224: Merginani, el-Hidaye, 4cilt, s.82; İbn Abidin, Reddü’lMuhtar, , 5cilt, s.216. Tirmizi libas no:1760
[10] el-İhtiyar,4cilt,s.159; Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, 9cilt, s.457
[11] el-İhtiyar fi Ta’lili’l-Muhtar cilt 4, s.224, Abidin, Reddü’l muhtar cilt5 s.315
[12] İbn Abidin Reddü’l muhtar cilt5, s.317
[13] İbn Abidin Reddü’l muhtar cilt5, s.317
[14] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:82
[15] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:83
[16] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:84
[17] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:85
[18] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:86
[19] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:87
[20] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:87
[21] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:88
[22] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:89
[23] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:90
[24] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:91
[25] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:92
[26] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:93
[27] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:94
[28] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:95
[29] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:96
[30] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:97
[31] Tirmizî, Şemâil, 11.bab no:98
Etiketler: Altın Yüzük Haram mıAltın Yüzük HükmüGümüş Yüzük Haram mıMührü ŞerifPeygamber EfendimizŞemail NedirŞemâil-i MuhammediyyeŞemaili Şerif
Efendimiz’in (sas) iki kürek kemiği arasında peygamberliğine işaret eden bir mühür var mıydı? Varsa mahiyeti nasıldı?
Resûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kütüb-ü semaviyede hâtem-i nübüvvet ile anlatıldığı, Ehl-i Kitab arasında da âhir zaman peygamberinin Peygamberlik mührü ile maruf olduğu bilinen bir gerçektir. Sadece Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait olduğu için de bir mucizedir.
Sâib ibn Yezid’in rivayet ettiği bir hadis şöyledir: Sâib diyor ki: “Teyzem beni Allah Resûlü’ne götürdü. Efendimiz’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! Benim kız kardeşimin oğlunda ağrılı bir rahatsızlık var, dedi.
Efendimiz, mübarek elleriyle benim başımı ovdu. Bana bereketle dua etti. Abdest aldı; ben de onun abdest suyundan içtim. Arkasında namaza durdum. Sırtındaki mühür kırmızı, tümsekçe bir et parçası gibi görünüyordu.”1
Kurtubi, bu mührün herkes tarafından görülebilecek büyüklükte olduğunu söyler.2
Bu konuda Câbir ibn Semüre şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Hazreti Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) omuzlarının arasındaki mührü gördüm. Güvercin yumurtası kadar kırmızı bir et parçasıydı.”3
Yine Rümeyse’nin (radıyallahu anhâ) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir:
“Ben Resûl-u Ekrem Efendimiz’e öyle yakındım ki, isteseydim mübarek mühr-ü nübüvveti öperdim. Ama kemâl-i mehabetinden öpemedim. O sırada Sa’d ibn Muaz’nin vefat haberi geldi. Efendimiz:
– Sa’d’ın ölümü sebebiyle arş titredi, buyurdu.”4
Daha önce ifade etiğimiz gibi edyân-ı sâlife mensupları arasında ahir zaman peygamberinin hâssalarından biri olarak nübüvvet mührünün olduğu konuşulan bir konuydu. Anadolu’nun Eskişehir bölgesinde de yaşadığı bilinen Selman-ı Fârisi’nin Müslüman olmasıyla alâkalı rivayetlerde bunu görmekteyiz:
Selman-ı Fârisî’nin Vâdi’l-Kurâ’da bir Yahudi’ye satılarak başlayan kölelik hayatı, on kadar sahip değiştirdikten sonra kendisini en son satın alan Medineli Yahudi’nin yanında Medine’de devam etmektedir. Selmân-ı Fârisî, Medine’yi görür görmez; Amuriye Râhibi’nin Tevrat ve İncil’deki bilgilere dayanarak tasvir ettiği yerin tam burası olduğu kanaatine varır. Selmân-ı Fârisî, artık aradığı yeri bulmuştur. Sıra, kendisine kavuşmayı çok arzuladığı O yüce şahsı bulmaya gelmiştir… Selman, sabırsızlıkla aradığı Peygamber’i beklerken, bir gün Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret ettiği ve bu kutsal şehre giriş yolu üzerindeki Kuba köyünde bulunduğu haberini alır. Onun hayatındaki bu en heyecanlı kesiti kendisinden dinleyelim:
“Bir gün sahibim ile hurmalıkta çalışıyordum. Bir Yahudi koşarak yanımıza gelip Allah Resûlü’nün Medine’ye gelişinden duyduğu rahatsızlığı ifade ederken:
– Allah, Kayleoğullarının belâsını versin, diyerek Müslümanların Kuba’da Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) etrafında toplandıklarını haber verdi. Ben de, bu sözleri duyunca çok heyecanlanmıştım. Hurma toplamak üzere çıktığım ağaçtan neredeyse düşecektim. O Yahudi’ye:
– Ne dedin? Ne dedin, diye sorunca, sahibim bana kızıp şiddetli bir yumruk vurarak:
– Bundan sana ne? Sen işine bak, dedi. Ben de:
– Bir şey yok. Sadece ne dediğini anlamak istedim, cevabını verdim.”
Nihayet, o gün akşam Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kuba’da Müslümanlarla birlikte bulundukları eve giden Selman-ı Fârisî, Allah Resûlü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) görünce hayatı boyunca arkasından koştuğu O yüce zâtın huzurunda olduğunu anlamıştı. Allah Resûlü hakkında Sivrihisar’da rahipten öğrendiği, ‘Son Peygamberin vasıflarını’ tespit etmek için yanında bulunan hurmaları Hazreti Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) takdim ederek:
– Senin iyi bir kimse olduğunu öğrendim. Yanında fakir kimseler de var. Bu hurmaları sadaka olarak size takdim ediyorum. Buna, buradakilerden en lâyık olarak sizi görüyorum, der.
Peygamberimiz, kendisine arz edilen hurmaları yemeyerek arkadaşlarına verir. Selman, kendi kendine:
– Bu, Son Peygamber’in bana öğretilen vasıflarından biridir, diyerek, Efendimiz’in huzurundan ayrılır.
Peygamber Efendimiz Kuba’dan Medine’ye gidince, Selman tekrar bir miktar hurma hazırlayıp O’nun yanına giderek:
– Sadakadan yemediğinizi gördüm. Bu ise, size ikram olarak hazırlanmış hediyedir, diye hurmaları arz eder. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), arkadaşlarını da davet ederek bu hediyeden onlarla birlikte yer. Selman-ı Fârisî, kendi kendine bu defa: “Bu da, bana öğretilen peygamberlik alâmetlerinin ikincisidir.” der.
Sivrihisar Râhibi’nin haber verdiği ‘Son Peygamber’deki vasıflarından üçüncüsünü tespit etmek için Allah Resûlü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) takip eden Selman-ı Fârisî, bir gün sahabeden birinin cenazesi münasebetiyle O’nun Cennetü’l-Bakî’ Mezarlığı’nda ashabı ile birlikte olduğunu görünce, iki kürek kemiği arasındaki Peygamberlik mührünü görmek ister.
Peygamberimiz, onun niyetini anlayıp gömleğini açınca Selman-ı Farîsî, Allah Resûlü’nün iki omuz küreği arasında parlayan güvercin yumurtası büyüklüğündeki peygamberlik mührünü görür ve Efendimiz’e sarılarak büyük bir heyecanla mührü öper.5
Yine mühr-ü nübüvvet ile ilgili olarak Abdullah ibn Sercis (radıyallahu teâlâ anh) şu rivayeti yapar: “Bir gün huzur-u saadete Allah Resûlü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ziyarete geldim. Ashabının arasında onlarla beraber oturuyorlardı. Arkasına doğru şöylece bir dolandım. Benim gayemin ve isteğimin ne olduğunu anlamıştı. Cübbesini geriye doğru biraz bıraktı. Avuç ayası büyüklüğünde hatem-i nübüvveti gördüm. Hatem-i nübüvvetin etrafında inciler gibi benler vardı. Döndüm, tam karşısına gelip:
– Allah sana mağfiret etsin, Yâ Resûlallah, dedim. Bana:
– Sana da, buyurdu. Orada bulunan arkadaşlarım:
– Allah Resûlü senin için istiğfarda bulundu, dediler. Ben de:
– Evet, hem sizin için hem de benim için istiğfarda bulundu, dedim. Sonra Kur’ân-ı Kerim’den şu ayeti okudular: ‘O halde şu gerçeği hiç unutma ki: Allah’tan başka ilah yoktur. Sen hem kendi günahın, hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahı için Allah’tan af dile.’ (Muhammed, 19)”6
İmam Beyhaki’nin rivayetinde ise şu vardır:
“Efendimiz irtihal-i dar-ı beka eyleyince mübarek yüzlerinde bir değişme görülmediğinden ashab-ı kiram onun vefat edip etmediği konusunda ihtilaf etmişler, şüpheye düşmüşlerdi. Esma bint-i Ümeys, Efendimiz’in mübarek sırtlarına elini götürdü. Hatem-i nübüvveti bulamayınca anladı ki Allah Resûlü vefat etmişti. Zira mühr-ü nübüvvet ref’ olunmuştu.”7