peygamberimizin annesinin babası kimdir / Peygamber Efendimizin (asm) annesi ve babası - YENİ ASYA

Peygamberimizin Annesinin Babası Kimdir

peygamberimizin annesinin babası kimdir

Hz. Peygamber efendimizin babası Abdullah'ın, oğlu Muhammed (s.a.s)'i dünya gözü ile görmeden yani oğlunun doğumundan önce vefat ettiğini hepimiz biliyoruz.

Yetim olarak dünyaya gelen Hz. Muhammed (s.a.s.), dört yaşına kadar sütannesi Halîme’nin yanında, altı yaşına kadar da annesi Âmine’nin yanında kaldı. Anne Hz. Âmine, altı yaşındaki oğlu Muhammed ve evin hizmetçi kızcağızı Bereke bint Sa’lebe (Ümmü Eymen) ile eşi Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek için Medine'ye geldi. Eşi Abdullah'ın kabrini ziyaret etti; oğluna da dünya gözü ile göremediği babasının kabrini gösterdi ve onun da ziyaretini sağladı.

Bilindiği gibi, Abdullah da her Mekkeli gibi ticaretle meşgul oluyordu. Evlendikten kısa bir müddet sonra arkadaşları ile Suriye'ye ticarî bir seyahat yapmış ve oradan dönerken Medine’de vefat etmişti. Abdullah, dönüş yolu üzerindeki Medine'de hastalandı. Babası Abdülmuttalib'in dayıları olan Neccâroğulları’nda misafir olarak kaldı. Bilindiği gibi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ Hâtûn Medinelidir. Abdullah, babasının dayılarında kaldı. Dayıları kendisi ile çok yakından ilgilendiler. Abdullah, yakalandığı hastalıktan kurtulamadı; genç yaşında Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi. İlahî kudret onu oğlundan önce Medine'ye yerleştirdi.

Eşi Abdullah'ın kabrini ziyaretten dönen Hz. Âmine, Medine'den km. uzaklaştıktan sonra Ebvâ köyünde rahatsızlandı ve orada vefat etti. Yetim olarak dünyaya gelen Hz. Muhammed, şimdi de anneden öksüz kaldı. 

Evin hizmetçisi Bereke, altı yaşındaki çocuğu götürüp dedesine teslim etti ve onun bakımını dedesinin evinde devam ettirdi. Bilindiği gibi Hz. Muhammed, sekiz yaşına kadar dedesinin evinde, dedesinin vefatından sonra da yirmi beş yaşına kadar amcası Ebû Tâlib'in evinde kaldı. Yirmi beş yaşına gelince Hz. Hatice ile evlendi ve kendi yuvasını kurdu. Kırk yaşına geldiğinde Yüce Allah tarafından son peygamber olarak görevlendirildi. Elli üç yaşında Mekke'den Medine'ye hicret etti ve babasına kavuştu, annesine de yakın oldu. Altmış üç yaşında da vefat etti.

Hz. Peygamber Efendimiz, Medine'ye hicret ettikten sonra birkaç kere Ebvâ'ya gitti ve annesinin kabrini ziyaret etti. Her işte ve her konuda olduğu gibi bu konuda da biz ümmetine örnek oldu.

Hz. Peygamber'in Annesinin Kabrini Ziyaret Etmesi

Hz. Âmine'nin defnedildiği Ebvâ köyünün, Medine'ye yaklaşık yüz doksan km. uzaklıkta olduğunu söylemiştik. Kabrin bulunduğu yere 'Ümmü'n-Nebi: Nebinin Annesi' diye isim verilmiştir.[1] Kaynaklarımızda, Hz. Peygamber'in, hicretten önce annesinin kabrini ziyaret ettiğine dair bir bilgi bulamadığımı belirtmeliyim.

Hicretten sonra Medine'ye yerleşen Hz. Peygamber, annesinin kabrini birkaç kere ziyaret etmiştir. Hicretin altıncı senesinde Hudeybiye'ye giderken Ebvâ'ya uğramış ve annesinin kabrini ziyaret etmiştir. Bu ziyaret esnasında kabir taşlarını düzelten ve kabrin başında ağlayan Hz. Peygamber'e niçin ağladığı sorulunca, "Annemin şefkat ve merhameti gözümün önüne geldi de onun için ağladım." cevabını vermiştir.[2]

Müslim (/)'in, Hz. Peygamber'in, annesinin kabrini ziyareti konusunda Ebû Hureyre'den olan bir rivayeti şöyledir: "Hz. Peygamber, annesinin kabrini ziyaret etti ve ağladı; etrafındakileri de ağlattı."[3] Rivayet sahibi Ebû Hureyre, bu ziyaretin ne zaman gerçekleştiği konusunda bir bilgi vermiyor.

Yine bir başka rivayet, Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethinden dönerken annesinin kabrine uğradığını, kabrin başında oturarak sanki hayattaki bir insanla konuşur gibi konuşup ağladığını haber vermektedir.[4]

Hz. Âişe (r. anhâz. Amine&'kkka)'dan gelen bir rivayete göre de Hz. Peygamber, Veda haccı dönüşünde annesinin kabrine uğramıştır.[5] Hz. Peygamber'in zaman zaman annesinin kabrini ziyaret etmesinin, Müslümanlar için uyulması gereken güzel bir örnek olduğunu düşünmekteyiz.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in Medine dönemi, Mekke döneminden daha yoğun geçmiştir. On senelik Medine hayatında yirmi yedi gazâya katılmış, elli sekiz de seriyye çıkarmıştır. Yani on senede Medine'den seksen beş askerî birlik çıkmıştır. Hz. Peygamber, bunların yirmi yedisine bilfiil katılmış, elli sekizinin de emrini vermiş ve hazırlığına nezâret etmiştir. Yeni kurulan devletin işleri, yeni oluşan ümmetin problemleri arasında Hz. Peygamber, en azından üç veya dört kere de annesinin kabrini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin ne kadar önemli olduğunu anlamamız ve kavramamız gerekir.

Sevgili okuyucular! Annelerimiz bizim her şeyimizdir. Onlar, her türlü saygı, sevgi ve hürmete layıktırlar. Hayatta oldukları müddetçe başımızın tâcıdırlar, ellerini, ayaklarını öper duâlarını alırız. Vefat ettikten sonra da onları kabirlerinde ziyaret eder ve kendileri için hayırlar yaparak sevabını onlara yollarız. Onların kabirlerinin bulunduğu yerden uzakta yaşıyorsak, zaman zaman oraya giderek kabirlerini ziyaret edelim. Zaten bugün uzak bir yer kalmadı. Arabalar, trenler, uçaklar ve diğer vâsıtalar en uzak yerleri bile yakın hâle getirdi. Şurasını iyi bilelim ki, hiçbirimizin işi Hz. Peygamber efendimizin işinden daha çok ve daha önemli değildir. O, bunca önemli işinin arasında bir fırsat bulup annesinin kabrini ziyaret ediyorsa, bu bizim için bir derstir.



[1] Mustafa Fayda, “Ebvâ”, DİA, X,

[2] Beyhakî, Delâil, I,

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,

[5] Süheylî, er-Ravdu’l-ünüf, I,

kaynağı değiştir]

Ümm-i Eymen


Peygamberimizin dadısı.

Peygamber efendimiz, doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybetmişti. Hem yetim, hem de öksüz olarak büyüdü. Fakat birçok kadın, bir anne şefkatiyle o yüce Peygamberi bağrına bastı. Ona annesizlik acısını hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler.

Ailenin yardımcısıydı
İşte bu kadınlardan biri de Ümm-i Eymen’di. Peygamberimizin ehl-i beytten saydığı ve "Annemden sonra annem" diyerek iltifat ettiği bu büyük İslâm kadınının asıl ismi, Bereke binti Salebe idi. Uzun yıllardan beri Abdülmuttaliboğullarının hizmetlerini görüyordu. Peygamber efendimizin babası Abdullah’ın vefatından sonra da, aynı evde kaldı. Artık, hem Peygamberimizin annesi Amine’nin, hem de Peygamberimizin yardımcısıydı.

Resulullah efendimiz altı yaşına geldiğinde, Hazret-i Amine, yanına Ümm-i Eymen’i de alarak Medine’ye gitti. Niyeti hem oradaki akrabalarını, hem de kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmekti. Bir ay Medine’de kaldılar.

Ümm-i Eymen Medine’deki bir hatırasını şöyle anlatır:
“Birgün yahudî âlimlerinden ikisi yanıma gelerek dediler ki:
- Bize Ahmed’i göster!

Ben de Resulullah efendimizi dışarı çıkardım. İyice incelediler ve dediler ki:
- Bu çocuk, ahir zaman peygamberi olacaktır. Burası da onun hicret edeceği yerdir. Bu memlekette büyük savaşlar olacaktır.”

Ümm-i Eymen onların bu konuşmalarından sonra çok korkmuştu. Sevgili Peygamberimize bir zarar vermelerinden endişe duyuyordu.

Herhangi bir tehlikeye karşı onu korumak için, Peygamberimizin yanından ayrılmamaya gayret gösteriyordu.

Nihayet Mekke’ye hareket günü gelmişti. Ümm-i Eymen buna çok sevindi. Artık yahudîlerin Resulullaha bir zarar veremeyeceklerini düşünüp rahatladı.

Bu üç kişilik kafile Medine’den ayrıldılar. Mekke’ye doğru yola koyuldular. Neşeli bir şekilde yollarına devam ediyorlardı. Fakat biraz sonra beklemedikleri bir şey oldu. Ebva denilen yerde, Hazret-i Amine birdenbire rahatsızlandı. Hazret-i Amine bu hastalıktan kurtulamayıp vefat edeceğini anlamıştı.

Cenab-ı Hak seni koruyacaktır!
Başucunda duran Peygamberimizin yüzüne baktı. Bir rüyasını hatırlayarak şöyle dedi:
- Şayet rüyada gördüklerim doğruysa, sana celal ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından, Âdemoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere, Peygamberliğin bildirilecektir. Sen, teslimiyeti, ceddin İbrahim’in dinini yerleştireceksin. Cenab-ı Hak seni devam edegelen putlardan, putperestlikten koruyacaktır.

Bundan sonra şu şiiri söyledi:

Her yaşayan ölür, eskir her yeni,
Her yaşlanan elbet, oluyor fani.

Ben de öleceğim, birgün elbette,
Lâkin kalacaktır, adım dillerde.

Çünkü senin gibi, hayırlı evlat,
Bıraktım geriye, ne büyük nimet.


Hazret-i Amine, Ebva denilen yerde hastalığının artması üzerine, ciğerparesini Ümm-i Eymen’e emanet etti. Ona iyi bakması ricasında bulundu. Çok geçmeden de ruhunu teslim etti. Peygamberimiz böylece, altı yaşında iken öksüz kalıyordu.

Cenab-ı Hak sevgili Resulüne, küçük yaşından beri her türlü acıyı tattırıyor ve onu kemâle erdiriyordu ki, ümmetine tam örnek olabilsin. Ona iman edenler, Peygamberlerinin çektiği sıkıntıyı hatırlayarak teselli bulsunlar, karşılaştıkları musibetlere sabretsinler.

Can da Onun, mal da
Ümm-i Eymen’in sırtına, artık ağır bir yük yüklenmişti. Ağlamak, hıçkırmak istiyor, fakat Peygamberimizin üzüleceğini düşünerek vazgeçiyordu. Kendini toparladı. Bundan sonra ona, annesinin yokluğunu hissettirmeyecekti. Bunun için de elinden gelen fedakârlığı göstermeye çalışacaktı. Öz evladıymış gibi mübarek yavruyu bağrına bastı. Sonra da onu şöyle teselli etti:
- Üzülme, ağlama! İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da. Hepsi bize emanet. O, emaneti nasıl vermişse, öyle alır.

Sevgili Peygamberimizin gözü yaşlıydı. Artık hem yetim, hem de öksüz kalmıştı. Babasının yüzünü hiç görmemişti. Bundan sonra annesinin de yüzünü göremeyecekti. Gözyaşları arasında dedi ki:
- Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum.

Fakat kendisini toparlamakta gecikmedi. Annesine karşı son vazifesini yerine getirmek istiyordu. Yaşından beklenmeyen bir olgunluk içerisinde dadısına şöyle dedi:
- Haydi! O, emaneti sahibine teslim etti. Biz de onun nâşını toprağa teslim edelim de, rahat etsin.

Biraz sonra annelerin en şereflisini, en bahtiyarını birlikte defnettiler. Artık Resulullahı Mekke’ye götürme vazifesi Ümm-i Eymen’e kalmıştı. Peygamberimizi deveye bindirdi. Birlikte yola çıktılar. Beş günlük meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke’ye ulaştılar.

Dadısını unutmamıştı
Ümm-i Eymen gözyaşları arasında Peygamberimizi, dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti. Fakat gerek dedesinin yanında bulunduğu sıralarda, gerekse onun vefatından sonra amcası Ebu Talib’in himayesinde iken, Peygamberimizin hizmetinde bulunmaktan geri durmadı. Bunu kendisi için büyük bir şeref saydı.

Aradan yıllar geçti. Peygamberimiz, kendisini bir anne şefkatiyle bağrına basan, ancak bir annenin yapabileceği kadar fedakârlık gösteren sevgili dadısını unutmamıştı. Ona her türlü maddî yardımda bulunuyor, bir evladın annesine duyabileceği saygı kadar hürmet gösteriyordu. Bu arada sevgili dadısının bir yuva kurmasını temin etti. Onu Ubeyd bin Zeyd ile evlendirdi. Bu evlilikten Eymen adlı bir oğlu oldu. Ve Ümm-i Eymen diye tanındı.

Peygamber efendimiz Mekkelileri İslâmiyete davete başlayınca, çocukluğundan beri, Onun mühim bir şahsiyet olacağını tahmin eden Ümm-i Eymen, hemen iman etti. Çünkü gerek doğumunda, gerekse doğumundan sonra birçok harika hâllerine şahit olmuştu. Bunun için tereddütsüz iman ederek Resulullahı sevindirdi.

O devirde müslüman olmak, akıl almaz işkenceleri peşinen kabul etmek demekti. Ümm-i Eymen de bu acı işkencelerden hissesini aldı. Fakat imanından zerre kadar taviz vermedi. Çünkü bu yolda ölmeyi büyük bir şeref sayıyordu.

Tevekkül sahibiydi
İşkenceler tahammül edilemeyecek bir duruma geldiğinde, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti. Böylece iki hicret sevabı birden aldı. Ümm-i Eymen Mekke’de olduğu gibi Medine’de de Resulullahı bir an olsun yalnız bırakmadı. Hizmetinden geri durmadı.

Ümm-i Eymen tevekkül sahibi bir hanımdı. En zor durumlarda bile cenab-ı Haktan ümidini kesmez, Ondan yardım beklerdi. Bu teslim ve tevekkülünün mükâfatını hemen görürdü.

Hicret ederken, Revha yakınlarında gecelemişti. Çok susamıştı. Yanında bir damla dahî su yoktu. Hiç telaşlanmadı. Çünkü kullarına karşı son derece merhametli olan Rabbinin, gördüğüne ve yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Susuz ve bîtap düşmeyeceğinden emindi. Nitekim cenab-ı Hakkın yardımı gelmekte gecikmedi.

Gökten beyaz bir urgana bağlanarak sarkıtılmış bir kova gördü. Cenab-ı Hakka hamd ve şükür ederek kalktı, kovanın yanına gitti. İçi tamamiyle, berrak ve buz gibi su ile doluydu. Kana kana içti. Tamamen susuzluğu geçti ve rahatladı.

Bu vakayı nakleden Ümm-i Eymen şöyle der: “Artık bundan sonra bir daha hiç susamadım.”

Ümm-i Eymen çok cesur idi. Bazı savaşlara katılmıştı. Hatta birkaç kadınla birlikte Uhud’da yaralıları tedavi etti. Mücahidlere su dağıttı.

Niçin ağlıyorsun?
Ümm-i Eymen, Peygamberimizi çok severdi. Hayatını Peygamberimize feda edebilecek bir imana sahipti. Resulullahı devamlı sevinçli görmek ister, onun üzülmesine hiç tahammül edemezdi. Resulullahla birlikte sevinir, onunla birlikte üzülürdü.

Birgün Peygamberimiz hasta bir çocuğu kucağına almıştı. Çocuk hastalığın tesiriyle inliyordu. Peygamberimiz şefkatinden ağladı. Resulullahın ağladığını gören Ümm-i Eymen de ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz niçin ağladıklarını sordular. Ümm-i Eymen de, Ona olan sevgisini şöyle ifade etti:
- Resulullah efendimiz ağlarken, ben nasıl olur da ağlamam?

Ümm-i Eymen, oğlu Eymen’in Huneyn gazvesinde şehit olması üzerine çok sabır gösterdi. Şehit annesi olmaktan büyük bir memnuniyet duydu. Bunun gibi her türlü sıkıntılara büyük bir tevekkülle sabretti.

Ümm-i Eymen, kocası Ubeyd bin Zeyd ile mesut bir hayat yaşıyordu. Kocası Ubeyd’in vefatından sonra, Peygamber efendimiz, kendisine annelik yapan, imanı uğrunda her türlü yokluk, çile ve ızdıraplara göğüs geren, hatta bunun için işkencelere maruz kalan fedakâr dadısını tek başına bırakmadı. Birgün eshabına hitaben buyurdu ki:
- Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümm-i Eymen’le evlensin.

Böylece onun Cennetlik bir kadın olduğuna işaret ediyordu.

Zeyd ile evlendi
Ümm-i Eymen Resulullahın kendisi hakkında bu sözünü duyunca, sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Öyle ya! Bir müslüman için, bundan daha büyük bir saadet düşünülebilir miydi?

Resulullahın davetine ilk icabet eden, evlatlığı Zeyd bin Hârise oldu. Hazret-i Zeyd, genç bir sahabîydi. Ümm-i Eymen gibi yaşlı bir kadın ile evlenmeye, sırf Allahın Resulünü memnun edebilmek için talip olmuştu. Peygamberimizin rızasını dünyevî lezzete tercih etti. Bundan sonra Resulullah efendimiz bu büyük sahabîsi ile dadısını nikâhladı.

Babası gibi büyük bir sahabî olan, İslâm kumandanlarından Üsâme bin Zeyd, bu evlilikten dünyaya geldi.

Ümm-i Eymen’in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bazan latifede bulunarak onun gönlünü alırdı. Fakat Peygamber efendimiz latife yaparken bile doğru söyler, hakikati ifade buyururdu. Muhatabını incitmeden sevindirir, neşelendirirdi.

Ümm-i Eymen bir defasında Resulullahın huzuruna girerek, “Bana bir binek temin ediniz” diye ricada bulundu. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim.

Ümm-i Eymen Resulullahın nüktesini anlamadı. Bu sebeple dedi ki:
- Ey Allahın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki

Peygamberimiz sözünü tekrarlayarak buyurdu ki:
- Seni, ancak dişi bir devenin yavrusuna bindireceğim.

Böylece yüce Peygamberimiz şaka yaparken dahî hakikati beyan ediyordu. Her deve, dişi bir deveden doğması sebebiyle dişi devenin yavrusu değil miydi?

Vahyin kesilmesine ağlıyorum
Ümm-i Eymen Peygamberimizin vefatında, yanında bulundu. Gözyaşlarını tutamıyordu. Kendisine dediler ki:
- Niçin bu kadar ağlıyorsun?
- Ben Resulullahtan ayrılacağımızı biliyordum. Bunun için ağlamıyorum. Ben vahyin kesilmesine ağlıyorum.

Bu büyük İslâm kadınına Peygamberimizden sonra Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer de layık olduğu hürmeti gösterdiler. Çünkü, Resulullahın değer verdiği kimseler, sahabîlerin yanında da kıymetliydi. Bu sebeple zaman zaman ziyaretine giderler, varsa ihtiyaçlarını görürlerdi. O da duâ ederdi.

Yaşı bir hayli ilerleyen Ümm-i Eymen Hazret-i Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat etti.

 
 
 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir