Geçmişi 12 bin yıllık tarihe sahip kentte Âdem, Eyyüp, İbrahim, Şuayip ve İlyas peygamberlerin yaşadığına inanılıyor. Bu nedenle kentte çok sayıda kutsal kabul edilen mekan var. Balıklıgöl ise Urfa’nın en önemli simgelerinden biri.
Türkiye’nin en büyük yedinci şehri olarak bilinen Şanlıurfa, Peygamberler Şehri/Diyarı diye bilinir, bunun nedeni ise şehrin 9 bin yıllık bir geçmişinin olması ve birçok peygamberin burada yaşaması.
Tarih kaynaklarında -peygamberlerin hayatları konusunda- çok farklı bilgiler olmakla beraber, Türkiye topraklarında bazı peygamberlerin yaşadığı bilgileri de vardır. Bunların başında Hz. İbrahim aleyhisselamın Urfa’da yaşadığı bilgisidir. Orada mancınıklar gibi kurulu düzen, bu bilginin doğruluğunu pekiştirmektedir.
“Şanlıurfa’ya iz bırakan, ayak basan 7 peygamberimiz var. Türbesi Şanlıurfa’da olan Eyyüp peygamber, doğduğu makamın olduğu İbrahim peygamber var. Şuayip şehrinin de olduğu Şuayip peygamber var ve burası Elyasa peygamberin türbesinin olduğu bir kent.
Tarih kaynaklarında -peygamberlerin hayatları konusunda- çok farklı bilgiler olmakla beraber, Türkiye topraklarında bazı peygamberlerin yaşadığı bilgileri de vardır. Bunların başında Hz. İbrahim aleyhisselamın Urfa’da yaşadığı bilgisidir. Orada mancınıklar gibi kurulu düzen, bu bilginin doğruluğunu pekiştirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de isimleri geçen Zülkifl ile Elyesa peygamberler dahil 4 peygamberin mezarının bulunmasıyla Türkiye’de tek olma özelliğine sahip “Ziyaret Tepe” binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor.
Diyarbakır’ın ilçesi Eğil, tarihte bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış antik bir kent. Hz. Zülkifl ve Hz. Elyesa’nın aralarında olduğu altı nebiyi ağırlaması nedeniyle peygamberler şehri olarak da biliniyor.
Peygamberler, şu an berzah aleminde bir nevi cennet hayatı yaşıyorlar. Asıl cennete giriş, ancak kıyamet kopup mahşerde hesaplar görüldükten sonra gerçekleşir. Müminlerin ruhları “illiyun” denilen ve “yüksekler” anlamına gelen yüce makamlardadır.
Birçok kaynağa göre toplam 124 bin peygamber gönderilmiştir. Bazı kaynaklarda ise gönderilen peygamber sayısı 224 bindir. Kuran’ı Kerim’de 25 peygamberin adı geçer.
Peygamberimiz Hz. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam, hulûkuyla / ahlakıyla olduğu gibi hilkatiyle/yaratılışıyla da en mükemmel insandır.
Vani Mehmet Efendi eserinde ‘Kefh Suresinde “ kıssası geçen Zülkarneyn’in, Oğuz Han olduğunu işaret etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in El Kefh Suresi’nde 85.Ayetten 92.Ayete kadar Zulkarneyn’nin Kıssa’sı anlatılır: O da batıya ulaşmak için bir yol tuttu.
Urfa merkeze 44 km. mesafede olan ve son arkeolojik araştırmalarda MÖ.7000 yılına ait bulgular veren tarihi Harran şehri, üç semavi dinin de kabul ettiği Hz. İbrahim’in ata yurdudur.
🔸 5 büyük peygamber olarak tanımlanan Hz. Muhammed, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz.
Şehrin imarı sırasında bir sandukaya rastlanır ve sandukada cenazenin parmağında iki aslan arasında bulunan bir çocuk tasvirli yüzük bulunur. Yüzük, Hz. Ömer’e gönderilir ve üzerindeki iki aslan arasında bulunan çocuk tasvirinden, yüzüğün Danyal Peygamber’e ait olduğu kanaatine varılır.
Ortadoğu açısından da en önemli merkezlerdendir. Ülkenin ve tüm dünya Müslümanlarının hacdan sonra ziyaret edeceği en önemli mekanlardan birisi Diyarbakır’dır. Diyarbakır’da 7 peygamber mezarı, 541 sahabe, Ashab-ı Kehf mağarası, 2 peygamber makamı (Hz Yunus ve Hz. Züilkifl) bulunmaktadır.
Diyarbakır kent merkezine 52 kilometre uzaklıkta bulanan ve Kuran-ı Kerim’de adı geçen peygamberler Hz Zülkifl ve Hz.Elyesa’nın aralarında bulunduğu 6 nebiyi ağırlaması nedeniyle ‘peygamberler şehri’ olarak da bilinen Eğil ilçesi, inanç ve kültür turizmi merkezi olma yolunda hızla ilerliyor.
Hz. İbrahim Peygamber’in, devrin hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye ve onları kırıp parçalayarak tek tanrı fikrini savunmaya başlaması üzerine Nemrut tarafından bugünkü Şanlıurfa Kalesi’nden ateşe atılır.
İbrahim”in Filistine gitmeden önce bu şehirde oturduğunu, bu nedenle Harran”a Hz. İbrahim”in şehri de denildiğini, Harran”da İbrahim Peygamber”in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O”nun otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır.
İnanç önderlerini bağrından çıkaran Urfa, peygamberlere izafe edilen makamları ile tarih boyunca “Peygamberler Şehri” veya “Peygamberler Diyarı” adıyla da anılmaktadır.
Urfa 1404 tarihinde Akkoyunluların, 1514 yılında Safevilerin eline geçmiş ve 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğuna dahil olmuştur. 24 Mart 1919’da İngiliz, 30 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
Tarih kaynaklarında -peygamberlerin hayatları konusunda- çok farklı bilgiler olmakla beraber, Türkiye topraklarında bazı peygamberlerin yaşadığı bilgileri de vardır. Bunların başında Hz. İbrahim aleyhisselamın Urfa’da yaşadığı bilgisidir. Orada mancınıklar gibi kurulu düzen, bu bilginin doğruluğunu pekiştirmektedir.
İdris’in (as) kabri yoktur, zira o bedeni ile Cennettedir. Peygamberimiz (sav) Mirac’a çıkarken onu dördüncü kat semada görmüş ve kendisi ile konuşmuştur.
Dolayısıyla Tarsus bu konuda şanslı bir kent. Türkiye’deki tek peygamber kabri olan ve bereket peygamberi olarak bilinen Danyal Peygamberin mezarının bulunduğu Tarsus, çalışmaların tamamlanması ile inanç turizminde cazibe merkezi haline gelecek.”
Eski Ahit’te Elişa ismiyle anılan Elyesa’nın mezar ve türbesinin Zülkifl Peygamber ile Diyarbakır’ın Eğil ilçesindedir. Bir başka rivayete göre Eyyub Peygamber’i ziyarete giderken öldüğü Urfa’da, Eyyub Türbesi’nin güneybatısında köye 500 metre mesafedeki makamdadır. Asırlardır Elyesa makamı olarak ziyaret edilmektedir.
S-3) Peygamberlerin cesedi çürür mü? C-3) Peygamberlerin, şehitlerin, hafızların cesedi çürümez. Zira Peygamberimiz bir hadisinde: “Allah toprağa Peygamberlerin cesedini yemeği yasaklamıştır” buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.
“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.
İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.
Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.
Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)
Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.
İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.
İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.
Son günlerde gazetelerde ve internette Hazret-i Peygamber’e ait olduğu söylenen kabir resimleri dolaşıyor. yazılan yorumlarda bunu görmekten duydukları büyük hazzı ifade edenler bile var. Hatta bunu poster şeklinde büyütüp duvara asanlar bile olmuş. Bu resimlerin, kabr-i şerif ile hiç alâkası yoktur. Bunlardan biri Osman Gazi’ye, diğeri de Mevlana Celâleddin Rumî’ye aittir. Hayret verici olan, bu kadar meşhur kabirlerin tanınmamasıdır.
Hazret-i Peygamber’in kabri, iç içe iki duvarla çevrili ve üzeri örtülü bir türbenin içindedir. Kapısı yoktur. İçeri girilmesi mümkün değildir. Resmi de yoktur. Eski kaynaklarda anlatıldığına göre, etrafı taş dizili toprak kabirdir. Yapıldığında hafif bombeli ise de, zaman içinde düzleşmiştir.
Üç dost bir arada
İslâm tarihinde ilk yapılan türbe, Hazret-i Peygamber’in medfun olduğu ve Hücre-i Muattara da denilen türbedir. Hazret-i Peygamber, çok sevdiği zevcesi Âişe’nin odasında vefat etti. “Peygamberler vefat ettiği yere defnolunur” buyurduğu için buraya gömüldü. Hazret-i Âişe, babası Hazret-i Ebu Bekr’i buraya defnettirdi. Hazret-i Ömer vefat ederken buraya gömülmek için Âişe’den izin istedi. “Ömer’i kendime tercih ederim” diyerek izin verdi. O gömülünce, nâamahrem olduğu için araya perde çekerek 57 senesindeki vefatına kadar burada yaşadı. Vefat ettiğinde, buraya defnedilemedi. Zira odada tek kişilik bir kabir yeri vardı. Burası da “İsa Mesih yeryüzüne indikten sonra vefat ettiği zaman, benim yanıma gömülür” hadis-i şerifi gereği İsa Peygamber’e ayrılmıştır.
Bu oda, 3 m. yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmıştı. Biri garb, öteki şimal tarafında iki kapısı vardı. Garb kapısı, bugün Ravda-i Mutahhara tarafındadır. Halife Hazret-i Ömer, hicretin 17. senesinde, Mescid-i Nebevî’yi genişletirken, Hücre-i Saadet’in etrafına kısa bir taş duvar çevirdi. 73 senesinde vefat eden Halife Abdullah bin Zübeyr, teyzesinin odası etrafındaki bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açıktı. Şimal tarafında bir kapısı vardı. Hazret-i Hasen, 49 senesinde vefat edince, vasiyeti gereğince, Hazret-i Hüseyn, kardeşinin cenazesini [bugün Eyüp Sultan türbesinde yapıldığı gibi] Hücre-i Saadet kapısına getirip, dua ve istigâse edeceği zaman, buraya defn edeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemeyenler oldu. Gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, Cennetü’l-Bakî’a defnedildi. İleride böyle haller olmaması için, duvarın ve odanın bu kapısını duvarla örüp kapattılar.
Hazret-i Peygamber'e ait olduğu iddia edilen resim. Altta Konya'daki Mevlana türbesi
Emevî Halifesi Velîd, daha evvel Medine vâlisi iken, duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbe ile örttü. Üç kabir, dışarıdan görülemez ve içeri girilemez oldu. Ömer bin Abdülaziz, Medine vâlisi iken, 88 senesinde, Halife Velîd’in emri ile Mescid-i Saadet’i genişletirken, zevcât-ı tâhirâtın odalarını yıktırdı. Kabrin etrafına ikinci bir duvar yaptırdı. Bu duvar beş köşeli idi. Hiç kapısı yoktu.
Irak’ta Zengîlerin idare ettiği Atabekler devletinin veziri ve Salâhaddin Eyyûbî’nin amcazâdesi Cemaleddin İsfehânî, 584/1189 senesinde, Hücre-i Saadet’in dış duvarı etrafına sandal ve abanoz ağaçlarından bir parmaklık yaptırdı. Parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekti. O sene Mısır’dan gönderilen, üzerinde kırmızı ipekle Yasîn sûresi yazılı beyaz ipek settâre (perde), şebeke etrafına asıldı. Fakat şebeke yangında yandı. 688/1289’da demirden yapılıp yeşile boyandı. Bu parmaklığa Şebeke-i Saadet denir. Bunun kıble tarafına Muvâcehe-i Saadet, şark tarafına Kadem-i Saadet, garb tarafına Ravda-i Mutahhara ve şimâl tarafına Hücre-i Fâtıma denir. Mescid-i Nebevî’nin ortasında, yani Ravda-i Mutahhara’da, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında Hücre-i Saadet, sağ omuzu tarafında ise, Minber-i Şerîf bulunur.
Yeşil kubbe
232/847’de Şebeke-i Saadet’in bulunduğu yer ile dış duvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Mermerler, zaman zaman değiştirildi. Son olarak Sultan Abdülmecid döşetti. Haçlılar, bir ara Hazret-i Peygamber’in na’şını kaçırmak için tünel kazdıklarından, Nureddin Zengî, kabrin etrafına hendek kazdırıp kurşun döktürttü.
Hücre-i Saadet’in beş köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmıştı. Bu kubbeye Kubbetü’n-Nûr denir. Osmanlı padişahlarının gönderdikleri Kisve-i Şerîfe, bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbetü’n-Nûr üzerine gelen, Mescid-i Saadet’in büyük yeşil ikinci kubbesine Kubbetü’l-Hadrâ denir. Mısır Memlûk Sultanı Salih Kalavûn tarafından 678/1279 senesinde kurşundan yaptırılmıştır. Şebeke-i Saadet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbetü'l-Hadrâ altındaki kemerlere asılırdı.
Şebeke-i Saadet’in şark, garb, şimal taraflarında birer kapısı vardır. Şebeke-i Saadet içine harem-i şerîf ağalarından başka kimse giremezdi. Duvarların içine ise, hiç kimse giremez. Çünki kapıları ve pencereleri yoktur. Yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafes ile kapalıdır. Bu deliğin hizasında olarak, Kubbetü'l-Hadrâ’ya da bir delik açılmıştır. Bu kubbe 1253/1837 senesine kadar kurşun renginde idi. Sultan II. Mahmud’un emri ile yeşile boyandı. Ağalar, belli zamanlarda hücreyi süpürüp yıkar; suları âşıklar içer, çıkan tozlar da teberrüken dağıtılırdı. Şebeke içinde, 70 kandilden başka, Hazret-i Peygamber’in başında büyük, diğer dostlarının başında iki küçük altın yanardı. Ziyaret, şebeke önünden yapılır.
Mescid-i Nebevî’nin son binâsı, Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kayıtbay tarafından 888/1483 senesinde yaptırıldı. Osmanlı Sultanları tarafından tamir ve tezyîn edildi. Bugünki bina Sultan Abdülmecid’den kalmadır (1861).