peygamberimizin taif yolculuğu / Taif Seferi | Siyer-i Nebi

Peygamberimizin Taif Yolculuğu

peygamberimizin taif yolculuğu

Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif Seferi

Evvela Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif Seferi’nin tarihini tesbitle söze başlamak, sonra Tâif’le ilgili gerekli coğrafi bilgileri vermek daha sonra ise Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif seferini ve ilgili gelişmeleri tetkik etmek daha uygun olur.

Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif’e gidişi, Mekke döneminde peygamberlikten sonra bi’setin yılında, Hz. Hatîce ve Ebû Tâlib’in vefatından sonra, Şevvâl ayının bitimine birkaç gece veya üç gece kala gerçekleşmiştir.

Bazı kaynaklara göre ise Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif’ten Mekke’ye dönüş: 23 Zilkade Salı günü olmuştur.

 

Tâif

Tâif şehri, Mekke’nin doğusunda, Sarât dağları silsilesi içindeki bir platoda, . yükseltide, üzüm bağları ile kaysı ve nar bahçeleri ortasında yer alır.

Tâif, serin iklimiyle, Arabistan’ın Hicaz bölgesinin sayfiye yeridir. “Kureyş’e kolaylaştırıldığı; kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için on­lar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit kor­kudan emin kılan şu Ev’in (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler” meâlindeki âyetlerde bu duruma işaret edilmiştir. 

Kureyş kabilesi, bütün Araplarca kutsal sayılan Kâbe’nin gözetim ve bakımını üstlendikleri için bü­tün kabileler onlara saygı gösterirdi. Bu sayede onlar yazın Tâif’in serin yaylalarına, kışın da Yemen’in ılık bölgelerine serbestçe giderlerdi. İşte bu, Allah’ın onlara bir ihsanı idi, çünkü bu şekilde serbest do­laşma sonunda büyük ölçüde ticaret yapıyorlar ve kazanç elde ediyorlardı.

Tâif, Adnânî  Hevâzin’in önemli bir kolu olan Sakîf kabilesinin merkezi idi. Kur’ân-ı Kerîm’de “el-karyeteyn” (iki şehir) tabiri Mekke ile Tâif’i bir arada ifade etmekte ve bu iki şehir arasındaki münasebete işaret etmektedir.

Tâif, Kur’ân-ı Kerîm’de sâdece bu şekil­de geçmektedir. Fakat hicret arifesinde Tâif, batı Arabistan’ın ikinci şehri sayıldığı ve önem bakımından Mekke’den hemen son­ra geldiği söylenebilir. Tâif, verimli arazileri bakımından ise Mekke’den üstündür.           

Tâif’ten bahseden âyet meâlen şöyledir: “Ve dediler ki: Bu Kur’ân iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?”Kur’ân-ı Kerîm’in üstün özelliklerini bilen fakat Hz. Muhammed’e (a.s.) yakıştıramayan Mekkeli müşrikler, bu soruyla kendilerince: “Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed’e (a.s.) değil, Mekke’nin veya Tâif’in ileri gelenlerinden birine inmeliydi” demek istemişlerdir. Mesela Velîd b. Muğîre: “Vallahi, az önce, Muhammed’in ne insan ne de cin sözüne benzeyen bir söz söylediğini işittim. Söylediği söz bir tatlılığa sahiptir. Üzerinde bir güzellik/zarafet vardır. Üstü çok meyvedardır. Altı çok bereketlidir/canlıdır. O söz herkese üstün gelir; fakat ona üstün gelinmez” (وَاللهِ لَقَدْ سَمِعْتُ مُحَمَّداً آنِفاً يَقُولُ كَلاَماً مَا هُوَ مِنْ كَلاَمِ الإِنْسِ ولاَ مِنْ كَلاَمِ الجِنَّ، إِنَّ لَهُ لَحَلاَوَةً وَإِنَّ عَلَيْهِ لَطَلاَوَةً وَإِنَّ أَعْلاَهُ لَمُثْمِرٌ وَإِنَّ أسْفَلَهُ لَمُغْدِقٌ وَإِنَّهُ يَعْلُوا وَمَا يُعْلَى عَلَيْهِ) şeklindeki sözleriyle Kur’ân-ı Kerîm’in üstün özelliklerini itiraf etmiştir. Aynı şahıs: “Şâyet Muhammed’in dediği hak olsaydı, bu Kur’ân bana veya Urve b. Mes’ûd es-Sekafî’ye  (bazı rivâyetlerde Ebû Mes’ûd es-Sekâfî’ye) indirilirdi” demiştir.

Hâlbuki Yüce Allah nazarında üstünlük; zenginlik veya soylulukla değil, takva iledir. Anne-babadan yetim kalmış ve zengin olmayan Hz. Muhammed (a.s.), soy itibariyle onların en şereflisidir.

Yüce Allah, Mekkeli müşriklerin iddialarını şu meâldeki âyetlerle reddetmiştir: “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. Şâyet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık). Ve onları ziynetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise Rabbinin katında, Allah’ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara (muttakilere) mahsustur”.

Tâif Seferi

Urve b. Zübeyr ve -muhaddis tarihçiler devrini başlatan ve Hz. Peygamber’n biyografisiyle ilgili eseri günümüze ulaşan- İbn İshâk’a (/) göre, Mekkeli müşrikler Ebû Tâlib vefat edene kadar Hz. Peygamber’e (a.s.) karşı mesafeli davranıyorlardı. Onun vefatından sonra Mekke’deki durum daha da kötüleşti. Müşrikler, Ebû Tâlib öldükten sonra, o hayatta iken yapamadıkları kötülükleri yapmaya başladılar. Ebû Tâlib ve Hz. Hatîce’nin (seafoodplus.info) ölümü Resûlullah’ın (a.s.) kaygısını artırdı. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.), Zeyd b. Hârise (r.a.) ile birlikte koruma ve destek elde etmek gayesiyle Tâif’e gitti.

Hz. Peygamber (a.s.), Tâif’in bütün eşrafıyla görüştü. Onları, Allah’ın birliğini kabule, İslâm Dini’ne yardıma davet etti ve Mekkeli muhaliflerine karşı kendisine destek olmalarını talep etti. Daha sonra Müslüman olup Hudeybiye’de Rıdvân biatinde Resûlullah’a (a.s.) biat edecek olan Hâlid (b. Cebel veya Ebî Cebel) el-Advânî, Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif’teki faaliyetlerinin bir kısmına tanık oldu.  Hâlid el-Advânî der ki: “Ben, Resûlullah’ı (a.s.) (Tâif’te iken) Sakîf pazarında (başka bir rivâyette Sakîf’in; yani muhtemelen Tâif’in doğusunda) gördüm. Bir yay veya asâya dayanmış, onlardan yardım istiyordu. Ve’s-Semâi ve’t-Târık’ın (et-Târık Sûresi 86/) tamamını okuduğunu işittim. Câhiliye devrinde, ben müşrikken, bu sûreyi ezberledim, sonra İslâm devrinde okudum.

Hz. Peygamber (a.s.), Tâif’te aradığı desteği bulamadı. Mekkelilerin durumdan haberdar olmasını istemeyen Peygamber Efendimiz (a.s.), Tâifliler’den şehirlerine gelişini gizli tutmalarını rica etti.

Tâif’in ileri gelenleri Hz. Peygamber’den (a.s.) şehirlerini hemen terk etmesini istediler. Sokak çocuklarını ve köleleri kışkırtarak onu (a.s.) ve yol arkadaşı Zeyd b. Hârise’yi taşlattılar. Resûlullah (a.s.) her adım atışında ayaklarına taş atarak ezip kanlar içinde bıraktılar. Resûlullah’a (a.s.) taş değdiğinde yere otururdu. Onlar da kolundan tutup ayağa kaldırırlardı. Yürüyünce de gülüşerek taşlamaya devam ederlerdi. Zeyd b. Hârise ona (a.s.) kendini siper ediyordu. Hatta başından ciddi yaralar aldı. Tâifliler’den kurtulduklarında Hz. Peygamber’in (a.s.) ayaklarından kanlar akıyordu.

Hz. Âişe (seafoodplus.info), bir gün, Peygamber Efendimiz’e (a.s.): “Ey Allah’ın Resûlü! Senin başına, Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz (a.s.): “Senin kavminden neler çektim neler! Hele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise, çektiklerim­in en çetini idi: (Taif’e gidip) kendimi Abdi Yalil’lere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de üzgün bir halde Mekke’ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Karnu’s-Seâlib’de kendime gelebildim. Başımı kaldırıp baktığım zaman, bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda, bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrail var! Hemen bana seslendi: ‘Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri red cevaplarını işitti de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleğini gönderdi! dedi. Dağlar Meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da: ‘Ey Muhammed! Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim! Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi, ne dilersen, dile! Eğer onların üzerlerine iki dağı (الأخْشَبَينِ: Mekke’yi kuşatan Ebû Kubeys ve Kuaykıan dağına bakan el-Ahmer dağlarını) kapamamı dilersen dile! (Hemen kapayıvereyim!) dedi.

Ben: ‘Hayır! Ben onların helak olmalarını istemem. Bilakis, Allah’ın, onların nesillerinden, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi şerik koşmaya­cak kimseler çıkarmasını dilerim dedim” (بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا) buyurmuştur.

“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Peygamber Efendimiz (a.s.) birçok hadîsinde “müminin lanet edici olmadığını” bildirdiği gibi (لاَ يَكُونُ الْمُؤْمِنُ لَعَّانًا) kendisinin de (a.s.) “lanet edici değil bütün âlemlere rahmet peygamberi” olarak (إِنِّى لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً) gönderildiğini bildirmiştir.

Hz. Peygamber (a.s.), yaralı bir vaziyette ve güçlükle Tâif dışında Mekkelilere ait bir bahçeye sığınabildi. Bahçe, Bedir Gazvesi’nde (17 Ramazan H. 2, Cuma) Mekkeli müşriklerin safında öldürülecek olan Rebî’a b. Abdişems’in oğulları Şeybe ve Utbe’ye aitti.

Aslen Irâk’ta Musul civarındaki Ninova şehrinden Hıristiyan bir köle olan Addâs, efendileri Şeybe ve Utbe’nin emriyle Hz. Peygamber’e (a.s.) bir tabak üzüm sundu. Hz. Peygamber (a.s.) “Bismillah” (Allah’ın Adıyla) diyerek üzümü yemeye başlayınca bu Addâs’ın dikkatini çekti ve bu sözlerin buralarda söylenmediğini ifade etti. Hz. Peygamber (a.s.), Addâs’ın Ninovalı olduğunu öğrenince orasının Yunus b. Mettâ’nın (a.s.) memleketi olduğunu ve kendisinin de onun gibi bir peygamber olduğunu bildirdi. Bu konuşmadan müteessir olan Addâs, efendilerine rağmen Müslüman oldu.

En önemli iki destekçisi Ebû Tâlib ve Hz. Hatice’nin (seafoodplus.info) vefatıyla şartların daha da kötüleşmesi ve himayesiz kalması nedeniyle Mekke’de barınamaz hale gelen Hz. Peygamber (a.s.), Tâif’te 10 gün veya bir ay kaldı.  Bu süre boyunca alaya alınan, taşlanan ve şehri terk etmeye mecbur bırakılan Hz. Peygamber (a.s.), Şeybe ve Utbe’nin bağında iki rekât namaz kıldıktan sonra şu ünlü kudsî duayla Yüce Allah’a yöneldi:

“İlâhî! Güç ve kuvvetimin zayıflığıyla, çare ve imkânlarımın kısıtlılığıyla, insanların gözünde ifade ettiğim kişiliğimin önemsizliğiyle San’a sığınıyorum.

Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sen sıkıntıya ve zulme uğrayanların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni kimlere emanet ediyorsun? Bana sert ve kaba davranan bir yabancıya mı? Yoksa davamda bana üstün kılacağın bir düşmana mı?

 Sen’in katından bana bir gazap ve öfke olmadığı sürece, ben bu başıma gelenlere hiç aldırmayıp katlanırım. Ama Sen’in katından gelecek bir himaye her zaman çok daha hoştur.

İnecek gazabına ya da benim başıma gelebilecek öfkene karşı karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiretteki işleri düzene sokan Sen’in Nur’una sığınıp himaye talep ederim. Sen hoşnut oluncaya dek (benim tarafımdan) yapılacak tevbelere layıksın. Kuvvet ve kudret ancak Sen’dedir”.

(اللّهُمّ إلَيْك أَشْكُو ضَعْفَ قُوّتِي، وَقِلّةَ حِيلَتِي، وَهَوَانِي عَلَى النّاسِ يَا أَرْحَمَ الرّاحِمِينَ أَنْتَ رَبّ الْمُسْتَضْعَفِينَ وَأَنْتَ رَبّي، إلَى مَنْ تَكِلُنِي؟ إلَى بَعِيدٍ يَتَجَهّمُنِي؟ أَمْ إلَى عَدُوّ مَلّكْته أَمْرِي؟ إنْ لَمْ يَكُنْ بِك عَلَيّ غَضَبٌ فَلا أُبَالِي، وَلَكِنْ عَافِيَتُك هِيَ أَوْسَعُ لِي، أَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِك الّذِي أَشْرَقَتْ لَهُ الظّلُمَاتُ وَصَلُحَ عَلَيْهِ أَمْرُ الدّنْيَا وَالآخِرَةِ مِنْ أَنْ تُنْزِلَ بِي غَضَبَك، أَوْ يَحِلّ عَلَيّ سُخْطُك، لَك الْعُتْبَى حَتّى تَرْضَى، وَلَا حَوْلَ وَلا قُوّةَ إلا بِك.)

Tâif yolculuğu dönüşü, Resûl-i Ekrem (a.s.), yol arkadaşı Zeyd b. Hârise (r.a.) ile birlikte Mekke’ye girebilmek için bir hâmî bulmak amacıyla araştırma yaptırırken Hirâ Mağarası’nda beklemiştir. Hz. Peygamber’in (a.s.) himaye talep ettiği Ahnes b. Şerîk kendisinin hâlîf olduğunu; halîf olanın himaye veremeyeceğini, Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî de Benî Âmir’in Benî Ka’b’a himâye veremeyeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber (a.s.), himaye istediği üçüncü kişi olan Kureyşli Benî Nevfel’in müşrik reisi Ebû Vehb Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf en-Nevfelî el-Kureşî’nin (v. Safer H. 2) himayesinde Mekke’ye girebilmiştir. Mut’im b. Adî’nin soyu, Abdümenâf’ta Hz. Peygamber’in (a.s.) soyu ile birleştiği için onun (a.s.) amcası oğul­larından sayılır ve Hz. Peygamber (a.s.) kendisine “amca” diye hitap ederdi: “Ey amcacığım! Bana himaye ver, tâ ki Beyt’i (Kâbe’yi) tavaf edeyim” (يا عماه أجرني حتى أطوف حول البيت، فأجاره حتى طاف). Zira o zaman –himaye verme hakkına sahip birsinin teminatı ile- Kâbe’yi tavaf edebilmek, Mekke’de serbest dolaşım hakkına sahip olmak demekti.

 

Resûlullah’ın (a.s.), Tâif Seferi güzergâhı 

 

Zeyd b. Hârise el-Kelbî (r.a.)

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen tek sahabe olan Hz. Zeyd’in (r.a.) babası Hârise b. Şerâhîl; annesi Tay dağlarında ikamet eden -Tay’ın Benî Ma’n kolundan- Su’dâ bint Sa’lebe’dir. O Fil Vakası’ndan on yıl sonra dünyaya gelmiştir. 

Bir görüşe göre Zeyd ismini, Hz. Peygamber (a.s.) vermiştir. Bunun nedeni, Kureyş’in atası, Hz. Peygamber’in (a.s.) beşinci kuşaktan dedesi ve çok sevip sayılan Kusay’ın isminin Zeyd olmasıdır.

Su’dâ bint Sa’lebe, oğlu Zeyd’i dayıları Benî Ma’n’a götürdü. O sıralarda -Kahtânî Kudâa’dan- Kayn b. Cisr oğullarına mensup bir grup süvari, Su’dâ bint Sa’lebe’nin akrabalarından Benî Ma’n’a ait bazı evlere baskın yaptı ve Zeyd’i (r.a.) de kaçırdı. Zeyd (r.a.), o sıralarda, ergenlik çağına yaklaşmış [veya sekiz yaşında] bir çocuktu. Baskıncılar, Zeyd’i (r.a.) köle diye Ukâz [veya Hubâşe çarşısında] satışa çıkardılar.

[Başka bir rivâyete göre ise Zeyd (r.a.), babasından miras kalan develeri bir gruba kiraladı ve onlarla Ukâz çarşısına geldi, söz konusu grup tarafından ihanete uğrayarak köle olarak satıldı.]

Hâkim b. Hizâm da halası Hz. Hatîce (seafoodplus.info) için Zeyd’i  (r.a.) veya dirheme satın aldı. Hz. Hatîce (seafoodplus.info), Zeyd’i (r.a.) evlilikleri sırasında Hz. Peygamber’e (a.s.) hediye etti.

Hacıların haber vermesi neticesinde, Zeyd’in izini bulan babası Hârise kardeşi Ka’b ile birlikte yanlarına fidye alarak Mekke’ye geldi ve oğlunu Hz. Peygamber’den (a.s.) istedi. O (a.s.), kendisini veya ailesini seçmek konusunda Zeyd’in (r.a.) serbest bırakılmasını teklif etti. Zeyd (r.a.), ailesini bulmasına rağmen, hüsnü muamelesi ve üstün ahlâkı sebebiyle onu (a.s.) tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) da Zeyd’i (r.a.) azat edip evlat edindi. Zeyd’in ailesi de oğulları hakkında endişelerinin yersiz olduğunu anlayınca Mekke’den Hz. Peygamber’e (a.s.) müteşekkir olarak ayrıldılar. Bu olaylar, bi’setten önce oldu.

Zeyd’in (r.a.) evlatlık durumu Hz. Peygamber’in (a.s.) Medine’ye hicretinden sonra, şu meâldeki âyetin inişine kadar devam etti: “Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir”.

Hz. Peygamber’in (a.s.) dadısı Ümmü Eymen Bereke, Câhiliye devrinde Yesribli (Medine) Hazrec kabilesinden Ubeyd b. Zeyd [veya Amr] ile Mekke’de evlendi ve kocasının memleketi Yesrib’e/Medine’ye yerleşti. Ubeyd el-Hazrecî vefat edince Ümmü Eymen Mekke’ye döndü. Bu evlilikten, –Huneyn Savaşı’nda (Şevvâl H. 8) şehit olan- Eymen doğdu.

Hz. Peygamber (a.s.), Zeyd’i (r.a.) -Ubeyd el-Hazrecî’nin vefatı üzerine dul kalan- (1) Ümmü Eymen ile evlendirdi. Evlilik, Zeyd’in ergenlik çağından sonra veya bi’setten sonra oldu. Bu evlilikten Üsâme (er-Redif) doğdu. Evlendiklerinde Ümmü Eymen, yaşça Zeyd’den büyüktü.

İslâm’ı ilk kabul eden dört kişiden biri olan Zeyd b. Hârise (r.a.), ashâbın ileri gelenlerindendi. Resûlullah’ın en çok sevdiği şahıslardan biri olması sebebiyle ashab arasında “el-Hubb” (Zeydu’l-Hubb) diye anılırdı. Zeyd’in (r.a.) büyük kardeşi Cebele ve babası Hârise de Müslüman oldular.

Cebele’nin, kendisine faydalı bir şey öğretmesini istemesi üzerine; Hz. Peygamber (a.s.), yatağına girdiği zaman uyumadan önce el-Kâfirûn Sûresi’ni okumasını tavsiye etmiştir.

Zeyd b. Hârise (r.a.) Medine’ye hicret edince Külsûm b. Hidm’in (veya Sa’d b. Hayseme’nin) evine misafir oldu. Zeyd b. Hârise (r.a.) Mekke Muâhâtı’nda Hz. Hamza (r.a.) ile, Medine Muâhât’ında ise Useyd b. Hudayr el-Evsî ile kardeş oldu.

Hz. Peygamber (a.s.), halası Ümeyme bint Abdilmuttalib’in kızı (2) Zeyneb bint Cahş ile Zeyd b. Hârise’yi (r.a.) Medine’ye hicretten sonra evlendirdi. Aralarında ortaya çıkan geçimsizlikten dolayı, Hz. Zeyd, Zeyneb bint Cahş’ı boşadı. Bundan sonra Zeyd (r.a.), (3) Ümmü Gülsûm bint Ukbe b. Ebî Muayt’la evlendi ve bu evlilikten küçük yaşta vefat eden Zeyd (r.a.) ile -Hz. Osman’ın (r.a.) gözetimindeyken vefat eden- Rukiye doğdu.

 Ümmü Külsûm bint Ukbe b. Ebî Muayt, muhâcir olarak Medine’ye geldi. Zübeyr b. Avvâm, Zeyd b. Hârise (r.a.), Abdurrahman b. Avf ve Amr b. Âs b. Vâil el-Kureşî es-Sehmî (v. 43/) evlenmek üzere Ümmü Külsûm’a talip oldular. Ümmü Külsûm, anne bir kardeşi olan Hz. Osman’ın (r.a.) tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber’le (a.s.) istişare etmesini istedi; o (a.s.) da Zeyd’le (r.a.) evlenmesini tavsiye etti. Zeyd (r.a.), daha sonra Ümmü Külsûm’ü de boşadı.

Zeyd (r.a.), (4) Dürre bint Ebî Leheb ile evlendi ve fakat onu da boşadı, ardından ise Zübeyr b. Avvâm’ın (r.a.) kız kardeşi (5) Hind bint el-Avvâm ile evlendi.

Peygamber Efendimiz’in (a.s.): “Sen, bizim kardeşimiz ve azatlımızsın” diye hitap ettiği Zeyd b. Hârise’nin (r.a.) kızının içini çekerek hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce, Hz. Peygamber (a.s.) de onun (r.a.) vefatına sesli bir şekilde ağlamış, bunun üzerine Sa’d b. Ubâde:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu nedir?” diye sormuştur.

Hz. Peygamber (a.s.) de: “Bu, sevgilinin sevgilisine özlemidir”: (هذا شوق الحبيب إلى حبيبه) buyurmuştur.

 

Cinlerin Kur’ân-ı Kerîm’i Dinlemeleri 

Konuyla ilgili rivâyetleri, rivâyetlerde işâret edilen tarihleri ve yerleri dikkate alarak meseleyi değerlendiren hâdis-siyer âlimleri ve şârihleri, -insan türünün mevcudiyetinden önce, yakıcı ve her şeye nüfûz edici ateşten (nâr-ı semûm, mâric) yaratılan, duyularla idrak edilemeyen ve insanlar gibi ilâhî emirlere uymakla sorumlu tutulan- cinlerin mükerreren Hz. Peygamber’le (a.s.) muhatap oldukları sonucunu çıkarmışlardır.

Mesela şârihler, “cinlerin semâdan haber almalarına izin verilmemesi ve haber almak için semâya yükseldikçe üzerlerine ateş parçaları (شِهَابٌ: şahâp) atılması” hadîsinin siyakından hareketle cinlerin ilk gelişlerinin bi’setten sonra olduğunu belirtmişlerdir. İşte bu münasebetle cinler, olayın sebebini araştırıp tespit etmişler ve kavimlerine dönmüşlerdir. İslâm daveti yayılınca da gelip Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişler ve Müslüman olmuşlardır. Bu hâdise, iki hicret; yani Habeşistan ve Medine hicretleri arasında olmuştur. Cinlerin Hz. Peygamber’e (a.s.) gelip-gitmeleri Medine devrinde de devam etmiştir.

Hadîsçilere göre, Hz. Peygamber (a.s.)  Tâif’e gitmeden iki sene önce, cinler Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişlerdir. Mesela Buhârî, İbn Abbâs’tan şu rivâyeti nakleder: “Peygamber (a.s.) ashâbından birkaç kişi ile birlikte Ukâz çarşısına gitmek üzere yola koyuldu. O tarihte cinler semâdan haber almaktan alıkonuluyor, haber almak için semâya yükseldikçe üzerlerine ateş parçaları atılıyordu.

Semâdan kovulan cinlere: ‘Neden hiçbir haber getirmiyorsunuz?’ diye soruldu.

Onlar da: ‘Semâdan haber almaktan alıkonulduk; üzerimize ateş parçaları atıldı’ dediler.

Bunun üzerine birbirlerine: ‘Sizinle semânın haberi arasına giren; yeni vuku bulmuş bir şeydir. Yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaşın, sizinle semânın haberi arasına giren şeyi öğrenin’ dediler.

Tihâme yolunu tutan yedi veya dokuz kişilik bir grup cin, o sırada Ukâz çarşısına gitmek üzere Nahle’de bulunan ve ashâbına sabah namazını kıldıran Resûlullah’a (a.s.) rastladı. Cinler sabah namazında okunan Kur’ân’ı işitince dinlemeye koyuldular ve: ‘Bizimle semânın haberi arasına giren budur’ deyip kavimlerine döndüler:

‘Ey kavmimiz! Bizi doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik, ona inandık. Biz Rabb’imize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız’ dediler. Bunun üzerine:

‘De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinlediği bana bildirildi’ (meâlindeki) sözlerle başlayan âyetler indirildi”.   

İbn İshâk, Vâkıdî ve İbn Sa’d gibi siyer-megâzî alimlerine göre, Resûlullah’ın (a.s.) Tâif’ten Mekke’ye dönerken Nahle-i Yemeniyye (نَخْلَة الْيَمَانِيَّةِ) denilen yerde konaklamış, geceleyin el-Cin Sûresi’ni okurken Nesîbîn’den gelen yedi cin kendisini dinlemiştir.

el-Cin Sûresi’nin ilk âyetleri () meâlen şöyledir: “(Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’ân’ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, harikulade güzel bir Kur’ân dinledik. Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. Hakikat şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (iblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş. Hâlbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı. Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Hâlbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi (شِهَابًا) buluyor”.

Yine Vâkıdî, bu olayla ilgili olarak el-Ahkâf Sûresi’nin âyeti ve devamındaki birkaç âyetin indiğini ve Resûlullah’ın (a.s.)  Nahle’de birkaç gün kaldığını rivâyet etmiştir. Âyetler meâlen şöyledir: “Hani cinlerden bir gurubu, Kur’ân’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’ân’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine): ‘Susun’ demişler, Kur’ân’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (Kur’ân’ı dinleyip kavimlerine döndüklerinde:) Ey kavmimiz! Dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun”.

İbn Habîb ve İbn Abdilber’e göre, Resûlullah (a.s.) Tâif’ten döndükten üç ay sonra Nesîbîn cinleri gelip ona (a.s.) iman ettiler.

Vâkıdî ve Ebû Nuaym’ın Ebû Ca’fer’den naklettikleri rivâyete göre ise cinler, Resûlullah’a (a.s.) bi’setin yılında, Rebiülevvel ayında geldiler.

Netice itibariyle İslâm inanç esaslarına göre Allah’a itaat etmekle yükümlü olan cinlerin, Hz. Peygamber’le (a.s.) birden fazla muhatap oldukları vakıaya daha uygundur.


H. Lammens, “Tâif”, İ. A. (MEB), XI,

İbn Hişâm, II,; İbn Sa’d, I,; Belâzürî, Ensâb, I,; Taberî, II,,; İbn Abdilber, el-İstî’âb, I,; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, IV,; İbn Seyyidinnâs ( n.), I,; Süheylî, IV,

İbn Habîb, s. 11; İbn Abdilber, el-İstî’âb, I,

Peygamberimiz’in T&#;if Yolculuğu

Son Dakika Haberler

G&#;ndemPeygamberimiz’in T&#;if Yolculuğu

-

Hz. Muhammed'in (s.a.v) Taif Yolculuğu Kısaca

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

PEYGAMBERİMİZİN TAİF YOLCULUĞU



Peygamberimizin Taif yolculuğu ne zaman ve nasıl gerçekleşmiştir?

Amcası ve zevcesinin vefatlarının ardından, Hazret-i Peygamber’e yapılan zulüm ve baskılar iyice arttı. O Sultânü’l-Enbiyâ’ya karşı yapılan düşmanca saldırılar, vahşet derecesine ulaştı. Öyle ki, Resûl-i Ekrem’in tâkatini zorlamaya başladı. Bunun üzerine Allâh Resûlü, yanına Zeyd’i (r.a.) de alarak Mekke’nin km. ilerisin­deki Tâif şehrine gitti. Orada on gün kaldı.

Tâiflilere İslâm’ı anlattı. Onları tevhîde dâvet etti. İleri gelenleri ile görüşerek, puta tapmaktan vazgeçip bir olan Allâh’a kullukta bulunmalarını telkîn etti. Tâif eşrâfından, yanına gidip konuşmadığı kimse kalmadı.

PEYGAMBERİMİZİN TAİF’TE TAŞLANMASI

Fakat bu dâvet, Kureyşliler gibi putperest bir kavim olan Tâiflilerin arasında da korkunç bir fırtına kopmasına sebeb oldu. Nefsânî hayâtın girdaplarında yaşadıkları için hiçbiri hidâyete gelemedi. Üstelik Hazret-i Peygamber’e yapmadık ezâ ve cefâ da bırakmadılar:

Önce alay ettiler. Sonra hakârete başladılar. Ardından da kölelerini Allâh Resûlü’nün geçtiği yolların iki kenarında sıra yapıp O’nu hakâretlerle taşlattılar. Böylece şehirden çıkana kadar Allâh Resûlü’ne eziyetlerine devâm ettiler. Hattâ kölelerini arkasından yolla­yarak bir müddet daha taş yağmuruna tuttular. Âlemlerin şânına yaratıldığı O Peygamberler Sultânı’nın mübârek ayakları kan içinde kalmış, ayakkabıları kanla dolmuştu. O’nu atılan taşlardan korumaya çalışan fedâkâr sahâbî Zeyd (r.a.) de yaralanmıştı. O, Allâh Resûlü’ne atılan taşlara kendi vücûdunu siper ederek:

“–Ey Tâif halkı! Taşladığınız kimsenin bir peygamber olduğunu biliyor musu­nuz?!..” diyordu.

Kendilerini zor-zahmet Mekkelilere âit bir bahçeye, bir hurma ağacının altına atı­verdiler. Yerler mahzûn, gökler mahzûndu. Melekler mahzûndu. Cebrâîl mahzûndu. Mîkâîl, İsrâfîl, Azrâîl mahzûndu.

Başta Cebrâîl (a.s.) olmak üzere melekler, Allâh Teâlâ’dan izin alarak Resûlullâh’ın yanına koştular:

“–Yâ Resûlallâh! Emir buyur, bu kavmi helâk edelim!” dediler.

O rahmet menbaı ve merhamet Peygamberi, uğradığı bu fecî muâmele karşısında bile bedduâ etmeyip ellerini dergâh-ı ilâhîye açarak:

“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi Sana arz ediyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı ga­zaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam!

İlâhî! Sen kavmime hidâyet ver; on­lar bilmiyorlar.

İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum&#;” diye niyazda bu­lundu. (İbn-i Hişâm, II, ; Heysemî, VI, 35; Buhârî, Bedʼüʼl-Halk, 7)

Resûlullâh Efendimiz’in dinlendiği bağın sâhibi olan Rebîaoğulları, Hazret- Peygamber’in hâline acıyarak O’na köleleri Addâs’la bir tabak üzüm gönderdiler. Addâs, tabağı Hazret-i Peygamber’e uzattı:

“–Buyrun, yiyin!” dedi. Hazret-i Peygamber de:

“بِسْمِ اللهِ”

diyerek yemeye başladı. Bu söz, Addâs’ın dikkatini çekti. Şimdiye kadar hiç kimseden böyle bir söz işitme­mişti. Merak ve hayret içinde:

“–Bu sözü, buralılar ne bilir ne de söylerler!..” diye mırıldandı. Ardından yine hayretle:

“–Siz farklı bir insansınız! Buranın insanlarına benzemiyorsunuz! Siz kimsiniz?” dedi. Allâh Resûlü de:

“–Sen nerelisin, hangi dindensin?” diye sordu. Addâs:

“–Ninovalıyım, Hıristiyanım!” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Demek sen, sâlih kul Yûnus bin Mettâ’nın memleketindensin!” dedi. Addâs’ın şaşkınlığı iyice arttı:

“–Sen Yûnus’u nereden biliyorsun?” dedi. Hazret-i Peygamber:

“–Yûnus benim kardeşimdir. O, bir Peygamberdi. Ben de bir Peygamberim!” bu­yurdu.

Bu sözler üzerine Addâs’ın gönül âleminden îman pınarları fışkırmaya başladı ve şevkle yerinden kalkarak Hazret-i Peygamber’in eline ve ayağına kapanıp kelime-i şehâdet getirdi. (İbn-i Hişâm, II, 30; Ya’kûbî, II, 36)

Efendileri, Addâs’ı bu tavrı sebebiyle ayıpladıklarında, şu cevâbı verdi:

“Ben kendimi bildim bileli, yeryüzünde O’ndan daha hayırlı bir insan görmedim! O bana öyle bir söz söyledi ki, onu ancak bir peygamber bilebilirdi.” (İbn-i Hişâm, II, 31)

Ne saâdetti ki Addâs (r.a.), Allâh Resûlü’nün hayâtında en menfî şartlar altında îmân ederek O’nu tesellî eden bir mü’min olma şerefine nâil olmuştu. Hazret-i Peygamber, onun Müslüman olmasına o kadar sevinmişti ki, o an, çektiği çileleri neredeyse unutuvermişti.                                                                                                                          

Bugün Addâs’ın İslâm’a girdiği yerde onun adına izâfeten bir mescid bulunmakta ve Hazret-i Peygamberʼe üzüm ikram ettiği bahçe de muhafaza edilmektedir.                                   

Addas ra. Mescidi ve Üzüm Bahçesi Taifde

TAİF SEFERİ VE TAİF KUŞATMASI NASIL GERÇEKLEŞTİ?

Hz. Peygamber Taif seferine neden çıktı? İşte Taif kuşatmasının sebebi ve sonuçları&#;

Hicaz bölgesinin dünyâ cenneti sayılabilecek bir şehri olan Tâif, bir tepe üzerinde kurulmuş muhkem bir kaleye sâhipti. Bu yüzden Allâh Resûlü’nün yapmış olduğu muhâsara, hayli çetin geçmiştir.

Bu muhâsara, bir zamanlar Resûlullâh’a yapılan zulmün bir intikâmı değil, Huneyn Harbi’nin bir devâmı mâhiyetinde idi. Zîrâ Huneyn’den kaçanlar, onların genç reisleri Mâlik bin Avf dâhil hepsi Tâif kalesine gitmişlerdi. Benî Sakîf’le berâber yeni bir müdâfaa harbine hazırlanmışlardı.

TAİF KUŞATMASI

Muhâsarada birçok harp taktiği uygulandı ve yeni harp vâsıtaları kullanıldı. Ancak Tâif çok muhkem bir kale olduğu için, yapılan hücumlara gâyet iyi dayanıyordu. Diğer ta­raftan, düşmanı kale dışına çıkarmak mümkün olmadı. Hattâ Hâlid bin Velîd, kendilerin­den dövüşmek için er istediğinde, onlar cevâben:

“–Sana karşı duracak kimse kalemizde yok!” diyerek oldukları yerden bir kişi bile dışarıya çıkarmamışlardı. Bunun üzerine Allâh Resûlü:

“–Düşman, tilki gibi inine girmiş bulunuyor. Artık kendi hâllerine bırakılırsa, onlar­dan bir zarar gelmez!” buyurarak muhâsaranın kaldırılması hâlinde herhangi bir zararın olmayacağına işâret ettiler. Çünkü O, mütecâviz değil, bir rahmet ve teblîğ Peygamber’i idi. Mekkelilerde ol­duğu gibi Tâiflilerin de hidâyete ermelerine vesîle olmayı arzuluyordu. Nitekim çok geç­meden muhâsarayı kaldırdı.

PEYGAMBERİMİZİN TAİF’TE YAPTIĞI DUA

Ashâb-ı kirâm, Resûlullâh’tan, Tâ­if mu­hâ­sa­ra­sın­da Müs­lü­man­la­ra pek çok zâ­yi­ât verdiren Sa­kîf kabîle­si­ne bed­duâ et­me­sini is­temişlerdi. Rah­met Pey­gam­be­ri ise onların hidâyeti için duâ etti:

“Yâ Rabbî! Sakîf’e hidâyet nasîb eyle! Onları bize gönder!..” diye Hakk’a ni­yâz ve ilticâ eyleyerek oradan ayrıldı. Netîcede bu du­ânın be­re­ke­tiy­le kı­sa bir müd­det son­ra Sakîfliler Müs­lü­man olmak için Allâh Resûlü’ne geldiler. (İbn-i Hi­şâm, IV, ; Tirmizî, Menâkıb, 73/)

Allâh Resûlü Hicret’ten önce kendisine çok kötü davranan, taşa tutarak her tarafını kan revân içinde bırakan bir kavme bedduâ etmediği gibi onların hidâyetini büyük bir şevkle arzu etmiştir. Nitekim bir sene sonra gelip Müslüman olduklarında, târifsiz bir sürûra gark olmuş, ikramda bulunarak onlara günlerce vakit ayırmıştır.

Bu muhâsaranın o an için en ehemmiyetli kazancı, Allâh Resûlü’nün kaledeki kölelere, Müslüman oldukları takdirde hürriyete kavuşacakları vaadi üzerine birçok kölenin düşman saflarından kaçarak İslâm’ı seçip hidâyete ermeleri olmuş­tur.

Ebû Zür’a şöyle anlatır:

“Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz, Tâif Seferi sırasında, Karn-ı Menâzil mevkiinden ayrılırken hayvanına binmek istediği zaman devesi Kasvâ’yı hazırladım. Kasvâ’nın yularını elimde tuttum, üzerine binince de kendisine verdim ve terkisine bindim. Resûlullâh yürütmek için devenin arkasına kamçı ile vuruyor, her vuruşunda kamçı bana da değiyordu. Sonra bana dönüp:

«–Yoksa kamçı sana da mı değiyor?» diye sordu.

«–Evet! Anam, babam Sana fedâ olsun!» dedim.

Cîrâne’ye inince bir köşede davarlar bulunuyordu. Ganîmet mallarının başındaki memurdan onlar hakkında bir şeyler sordu. Memur da sorulan şeyler hakkında bilgi verdi. Bundan sonra Resûlullâh:

«–Ebû Zür’a nerede?» diye seslendi.

«–İşte buradayım!» dedim.

«–Şu davarları al! Akşamleyin sana değen kamçılara karşılık!» buyurdu. Saydığımda, o davarların yüz yirmi tâne olduğunu gördüm. Benim edindiğim ve en çok faydalandığım malım işte bunlardı.” (Vâkıdî, III, )

Bu hâdisede Resûlullâh’ın kul hakkı husûsunda sergilediği hakşinaslık, çağları aydınlatacak bir mâhiyet arz etmektedir.


Google Maps

Mit dem Laden der Karte akzeptieren Sie die Datenschutzerklärung von Google.
Mehr erfahren

Karte laden

PGlmcmFtZSBzcmM9Imh0dHBzOi8vd3d3Lmdvb2dsZS5jb20vbWFwcy9lbWJlZD9wYj0hMW0xOCExbTEyITFtMyExZDI2MTY5NS4xNjUyNDU1Mjk1OCEyZDQwLjAxOTU2NDQzNTg1NTA4ITNkMjEuMzUyMjA3MTgwNTE5MTYhMm0zITFmMCEyZjAhM2YwITNtMiExaTEwMjQhMmk3NjghNGYxMy4xITNtMyExbTIhMXMweDE1ZTk4ZWNjYjBhMzNmMmYlM0EweGZhM2ZlNWUxMzQxZmEyYTchMnNUYWlmJTIwU2F1ZGklMjBBcmFiaWEhNWUxITNtMiExc2VuITJzZGUhNHYxNjIxODEyNTU5MTI1ITVtMiExc2VuITJzZGUiIHdpZHRoPSI2MDAiIGhlaWdodD0iNDUwIiBzdHlsZT0iYm9yZGVyOjA7IiBhbGxvd2Z1bGxzY3JlZW49IiIgbG9hZGluZz0ibGF6eSI+PC9pZnJhbWU+

/von Mehmet Cakir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.