kaynağı değiştir]
Atatürk'ün evlenip boşandığı Latife Hanım 5 defter hatırat yazmıştır. Defterlerde yazılanların yayınlanması ile ilgili bazı tartışmalar başladı ve tartışma Sulh ceza mahkemesine kadar gitti. Mahkeme defterleri okuması için yılında Reşat Kaynar'a verdi. Kaynar'ın önerisi ile defterde yazılanlar 50 yıl sonra yayınlanmak üzere Türk Tarih Kurumu'nun kasalarına kaldırıldı. yılında bu süre dolacak.[1]
Latife Hanımı () Türkiye ve dünya Mustafa Kemalle evlendiğinde tanıdı. yılının ilk ayında karşılıklı gönül rızasıyla ve batılı bir usulle apar topar evlenen çift iki buçuk yıl sonra yılı Ağustos ayında Mustafa Kemalin yayınladığı iki satırlık hükümet kararnamesiyle boşandı.
Boşanmanın ardından Latife Hanımı zor bir hayat bekliyordu. Yaşananların, Mustafa Kemali göklere çıkartma projesine zarar vermemesi için uzun yıllar sürecek titiz bir algı operasyonu yürütülmesi gerekiyordu. Mustafa Kemalin (de) kusurlu olabileceği “düşünülemeyeceğine” göre yapılması gereken belliydi: Latife Hanımın geçimsiz, kötü kadın olarak tanıtılması.
Zira, eskide de kalsa, bir lider eşi olarak bildikleri, gördükleri onu Ankarada potansiyel bir tehdit haline getiriyordu.
İpek Çalışlar, “Latife Hanım” adlı kapsamlı kitabının “Karalama Kampanyası” başlıklı Bölümünde olan biteni şöylece özetliyor: “Önce Latife, Mustafa Kemale düşman bir kadın olarak yeniden yaratıldı. Sonra da bu sahte imaja durmadan saldırıldı. Muhaliflere uygulanan yıpratma taktikleri aynen Latifeye de uygulandı.”
Nitekim, her daim polis takibinde, bir tür gözetim altında tutulan ve yoğun bir karalama kampanyasına maruz bırakılan Latife Hanım anlaşılamadan, kendisini anlatmasına imkan tanınmadan bu dünyadan ayrılmış oldu. Oysa ki büyük bir kabiliyete sahipti.
İzmirli zengin bir ailenin kızı olarak, aile içinde ve Avrupada, yaşadığı döneme göre hayli ileri düzeyde bir eğitim almış, birçok yabancı dili yetkin biçimde kullanabilen; kültür, edebiyat ve sanatla yoğrulmuş zekaya sahip lider ruhlu bir kadındı. Eli kalem tutan nitelikli bir okur ve dahi yazardı. Özel ders aldığı kişiler arasında, aynı zamanda amcası olan Mai Ve Siyah, Aşk-ı Memnu gibi klasiklerin yazarı büyük romancı Halit Ziya Uşaklıgil de vardı.
Latife Hanımın o dönem gördüğü baskının şiddetini az çok tahmin edebilmek için “muhaliflere uygulanan yıpratma taktikleri”nin türlerini şöyle bir hatırlamak yeterli olacaktır.
Bir tür darbe ile kapatılan Birinci Meclisteki muhalefetin liderlerinden, Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin Ankaranın göbeğinde siyasi bir cinayete kurban gitmesi, onu öldüren Topal Osmanın, yaralı ele geçirilmişken olay yerinde infaz edilmesi, Milli Mücadelenin lider kadrosundaki beş isimden dördünün, Cumhuriyetin istişaresiz biçimde, bir oldubittiye getirilerek ilanından bir yıl sonra kurduğu muhalefet partisinin (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) bir yıl gibi kısa bir süre içinde haksız ve hukuksuz olarak kapatılması, muhaliflerin İzmir Suikastı bahane edilerek (bir yargı darbesiyle) bir yıl sonra İstiklal Mahkemesinde idamla yargılanması, Takrir-i Sükun Kanunu uyarınca iktidarı eleştiri gazetelerin kapatılması, gazetecilerin cezalandırılması, aydınların hapse atılması veya sürgüne gönderilmesi, İstiklal Mahkemelerinin haksız ve hukuksuz olarak seri halde idam cezaları vermesi
Cumhuriyet olarak anlatılan rejimin kısa sürede ve bariz biçimde tek adam diktatörlüğüne evrilmesi Mustafa Kemali de rahatsız etmiş görünüyordu. “Latife Serbest Fırkayı Destekledi” başlıklı Bölümde İpek Çalışlar, Fethi Okyarın anılarına müracaat ediyor.
Paris Büyükelçisi Okyar, Temmuzunda ailesiyle izne gelmişken Yalovaya, Mustafa Kemalle görüşmeye gitmiş, Fransız hükümetinin Türkiyeye dair görüşlerini aktarmıştı. Paşa da ona, içinde bulundukları manzarayı, “Vakıa bir meclis vardır, fakat dahil ve hariçte bize diktatör nazarıyla bakılmaktadır” sözleriyle hülâsa etmiş, diktatör olarak anılmaktan duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti:
“Ben memlekete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.”
İçinde bulunduğumuz kültürde “kör ölür badem gözlü olur”sa da Latife Hanım, (soyadı kanunu sonrası tam adıyla Latife Uşşaki) ölümünün ardından herhangi bir yüceltme işlemine tabi tutulmadı. Birkaç istisna yazar, tarihçi, araştırmacı bir yana, üzerine örtülmüş “çarpıtma” örtüsünü kaldıran ve bu önemli tarihi şahsiyete hakkını teslim eden olmadı.
İpek Çalışlar, yabana atılmayacak bu, emek mahsulü eserinde Latife Hanımı layıkıyla “takdir” edebilmek için azami gayret sarf etmiş görünüyor. İnsan olmanın ister istemez bir yanlılık getirdiğini, bundan kaçınmanın mümkün olmadığını, tümüyle tarafsızlıktan bahsetmenin, hatasız-eksiksiz olmanın imkansızlığını, bu dünyada böyle bir beklenti içine girmenin beyhudeliğini ifadeye ne hacet!
Latife Hanımın ölümünün ardından Osmanlı Bankası ve Ziraat Bankasındaki kasalardan çıkan adet kayıtlı belge Türk Tarih Kurumuna bağışlanmıştı. Tarihe ışık tutacak bu önemli belgelerin kamuoyuna açıklanmasına 45 yıldır müsaade edilmiyor. Buna yasal bir engel olmadığını da belirtmeden geçmeyelim.
İpek Çalışlar, bahsi geçen evrakların listesine kitabının sonunda “Kasadan Çıkanlar” bölümünde yer vermiş. Liste büyük oranda günlüklerden, mektuplardan, notlardan, telgraflardan, Latife Hanımın kaleme aldığı sayfalık bir romandan ve bir kısmı İngilizce ve Fransızca yazışmalardan oluşuyor.
Kız kardeşi Vecihe İlmen tarafından Askeri Müzeye verilen “Sn. Latife Uşşakiye ait tarihi nitelik taşıyan malzemelerin listesi” Ek 3 adlı bölümde 14 kalem olarak sıralanmış. 5. ve 6. sırada yer alanlar ilginç: Sancak (La İlahe İllallah) 1 Adet, Sancak (Fetih Suresi) 1 Adet.
Boşandığı günden bu yana “susturulan” Latife Hanımın, vefatının ardından miras bıraktığı belgelerin açıklanmasına yaklaşık yarım asırdır mani olunuyor. Yaşarken susturulan bir tarihi şahsiyet, ölümünün ardından bunca yıl geçmesine rağmen halen itinayla susturuluyor. Hal böyle olunca, insan, sormadan edemiyor: Kimler, neden korkuyor? Kendilerini “Aydınlık Türkiyenin feminist kadınları” olarak tanıtanların, tarihi bir kadın karaktere karşı halen yürütülen operasyona karşı bir irade ortaya koymaları gerekmez miydi?
İpek Çalışlar, Latife Hanımın terekesinden çıkan belgeleri ayrı ayrı incelemiş, yazıları okumuş bilirkişi Ord. Prof. Reşat Kaynarın, 10 Nisan tarihli kesin mütaalasından bir alıntı ile başlamış kitabına. Ben de o alıntı ile son veriyorum bu yazıya, tarih ve kurgu üzerine bir kez daha düşünmek niyetiyle
“Latife Hanımın belgeleri incelenmeksizin devrim tarihinin, daha doğrusu Cumhuriyet tarihinin yazılması mümkün olmaz.”
seafoodplus.info,html
Ord. Prof. Dr. Reşat Kaynar, (d. , Üsküdar - ö. 24 Mayıs , Ankara) Türk hukukçu ve felsefecisi.
Kaynar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi. Daha sonra da Haydarpaşa Lisesi’ne tarih öğretmeni olarak atandı. Ayrıca İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde hukuk ve siyaset dersleri verdi. Kaynar, "Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat" adlı eseri ile yılında Ordinaryüs Profesörlük unvanı almıştı. 65 yıllık öğretmenlik hayatından sonra emekliye ayrılan Kaynar, ileri yaşlarına kadar Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Atatürkçülük ve İnkılapçılık dersleri vermeyi sürdürüyordu.
Reşat Kaynar, üyesi olduğu Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nca düzenlenen ’Doğumunun Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu’nda bir konuşma yapmak üzere 14 Mayıs ’da Ankara’ya gelmiş, ancak kaldığı otelde aniden rahatsızlanmıştı. 24 Mayıs saat 'da Ankara Gazi Tıp Fakültesi'nde öldü.