rezzak ne demek din kültürü / REZZÂK - TDV İslâm Ansiklopedisi

Rezzak Ne Demek Din Kültürü

rezzak ne demek din kültürü

Rezzak Ne Demek, TDK S&#;zl&#;k Anlamı Nedir? Er Rezzak Esması T&#;rk&#;e Anlamı ve Faziletleri

Esma-i Hüsna'da yer alan Rezzak ismi ise rızık veren demektir. İslam inancına göre, nimetleri veren Allah'tır. "Rızkı veren Hüda'dır / Kula minnet eylemem" dizeleri İslam'ın ve tasavvufun özünü oluşturur. 

Rezzak Ne Demek, TDK Sözlük Anlamı Nedir?

İslam'da rızık kavramı önemli bir yer tutar. Çünkü rızkın sözlük anlamı yemek olsa da, daha çok helal kazanç manasında kullanılır. Rızkını çıkarmak ve rızkı kesilmek deyimleri de halk arasında sık kullanılan deyimler arasında yer alır. 

Rezzak ise, kullarına sınırsız bir şekilde ve karşılık beklemeden nimet veren demektir. İnsan, diğer varlıklardan ne kadar üstün olursa olsun, acizdir. Yaşamını sürdürebilmesi için temel besin kaynaklarına düzenli olarak ulaşması gerekir. Ona bu imkanı tanıyan Allah'tır. Göklerden yağmuru indirip tarlalardaki ürünlerin yetişmesini sağlayan da Rezzak olan Allah'tır. 

Er Rezzak Esması Türkçe Anlamı ve Faziletleri

Sebe Suresinin ve Zariyat Suresinin ayetinde geçen Rezzak, kullarına karşı izzeti, ihsanı ve merhameti sonsuz olan Allah'ın isimlerinden biridir. İnsana ve diğer canlılara sayısız nimet veren Allah'a dua ederken Rezzak ismini 99 kez zikretmek, son derece faziletlidir. 

Günlük namazlardan sonra 66 ya da 99 kez "Ya Fettah Ya Rezzak" zikrini çeken kişi, kısa zamanda borçlarından kurtulur ve maddi açıdan rahatlar. 

Rezzak ismiyle birlikte zikredilebilecek diğer isimler şunlardır: 

1- Basid - Genellikle Kabid ismiyle birlikte zikredilen Basid ismi rızkı açan ve genişleten demektir. 

2- En Nafi - Kulları için faydalı şeyler yaratan anlamına gelir. 

ESMAÜL HÜSNA ALLAH

ESMAÜL HÜSNA ALLAH

ESMAÜL HÜSNA ALLAH'IN 99 İSMİNİ EZBERLEME YARIŞMASI

Okulumuz Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri Fatma Beyza ATABEY ve Derya EN hocalarımız ve Bilişim Teknolojileri ve Yazılım Öğretmeni Ali ANBAR'ın Organizatörlüğünde ESMAÜL HÜSNA ALLAH'IN 99 İSMİNİ EZBERLEME YARIŞMASI yapılacaktır. Tüm öğrenclerimizi yarışmaya katılımnı bekliyoruz.

"Kim bunları (Esmâ-i Husnâ`yı) mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah`ı zikrederse Cennete girer."

"Bu hadîs-i şerîfteki Ahsâ kelimesinin bir mânası, saymaktır. Diğer bir mânası ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip bilmektir. Bir mânası da bu esmâ-i şerîfin mûcibince amel etmektir. Meselâ: Rezzâk ismini söylediği zaman, rızkı için asla endişe etmemeli. Mütekebbir ismini söyleyince, Allahü Teâlâ`nın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir."

Hadîslerde zikri geçen 99 isim şunlardır:

ALLAH: Bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk`ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah`tan başkasına ne hakikaten ve ne de mecazen verilemez. Diğer isimlerin ise, Allah`tan başkasına isim olarak verilmesinde bir mahzur yoktur. İnsanlara Kadir, Celâl ismini vermek gibi. Yalnız bu isimlerin başına, insanlara izafe edildiklerinde, "kul" mânâsına gelen "abd" kelimesinin ilâvesi güzeldir. Abdülkadir ismi gibi

er-RAHMÂN: Ezel`de bütün yaradılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran; Sevdiğini, sevmediğini ayırdetmiyerek bütün mahlûkatını sayısız nimetlere garkeden Hayatları için lüzumlu olan bütün rızıkları veren

er-RAHÎM: Pek ziyade merhamet edici. Verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı Rahmân ism-i şerîfinden Allah Teâlâ`nın ezelde bütün mahlûkatı için hayır ve rahmet irade buyurduğu anlaşılır. Rahîm ism-i şerîfi ise, mahlûkatı arasında irade sahipleri, hususan mü`minler için rahmet-i İlâhiyyenin tecellisini ifade eder.

el-MELİK: Bütün mahlûkatın hakikî sâhibi ve mutlak hükümdârı Allah`ın, ne zâtında ve ne de sıfatında hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilâkis herşey zâtında, sıfâtında, varlığında ve varlığının devamında O`na muhtaçtır. Bütün kâinatın hakikî sâhibi, mutlak hükümdârıdır.

el-KUDDÛS: Hatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten çok uzak ve pek temiz Allah, hissin idrâk ettiği, hayâlin tasavvur ettiği, vehmin tahayyül ettiği, fikrin tasarladığı her vasıftan münezzeh ve müberradır. O hatâdan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak ve pek temiz olandır. Bu bakımdan her türlü takdîse lâyıktır. İnsan su`-i ihtiyârı karışmadığı müddetçe kâinatta fıtrî olarak bulunan umumî temizlik hakikatı da, Cenâb-ı Hakk`ın KUDDÛS isminin tecellîsidir.

es-SELÂM: Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan. Her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran; Cennet`teki bahtiyar kullarına selâm eden Bu ism-i şerif, Kuddûs ismi ile yakın bir mânâ ifade etmekte ise de Selâm ismi, daha ziyade istikbale aittir. Yani, Cenâb-ı Hakk`ın gerek zâtı, gerek sıfatı ileride en ufak bir tegayyüre, bir değişikliğe, bir za`fa uğramaktan münezzehtir. O, ezelde nasılsa ebedde de öyledir.

el-MÜ`MİN: Gönüllerde îman ışığı yakan, uyandıran; Kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran Allah Teâlâ, kalblere îman ve hidâyet bağışlayarak oralardan şübhe ve tereddüdleri kaldırmıştıseafoodplus.infoe sığınanlara aman verip korumuş, emniyetle rahatlandırmıştır.

el-MÜHEYMİN: Gözetici ve koruyucu Allah, yarattığı mahlûkatının amellerini, rızıklarını, ecellerini bilip muhafaza eder. Bütün varlığı görüp gözeten, yetiştirip varacağı noktaya ulaştıran ancak O`dur. Hiçbir zerre, hiçbir lâhza, Onun bu lûtuf ve âtıfetinden boş değildir.

el-AZÎZ: Mağlûb edilmesi mümkün olmayan galib. Bu ism-i şerîf, kuvvet ve galebe mânâsına gelen İZZET kökünden gelir. Allah Teâlâ mutlak sûrette kuvvet ve galebe sâhibidir. İzzet sıfatı, Kur`an`da birçok yerlerde azab âyetleri bahsinde gelmiştir. Fakat bu ism-i şerîfin yine birçok defa Hakîm ism-i şerîfi ile birleştiği görülür. Bunun mânası: Allah Teâlâ`nın kudreti galibdir, fakat hikmeti ile kötülerin cezasını te`hir eder, kötülük edip durmakta olan insanları cezalandırmakta acele etmez, demektir.

el-CEBBÂR: Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan; Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan Bu ism-i şerif cebir maddesindendir. Cebir, "kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek" mânasına geldiği gibi, "icbar etmek", yani, "zorla iş gördürmek" mânasına da gelir. Bu mânaya göre Allah Teâlâ Cebbâr`dır. Yani, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor. Cebbâr`ın ikinci mânasına göre de; Allah Teâlâ kâinatın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali yoktur.

el-MÜTEKEBBİR: Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren Büyüklük ve ululuk, ancak Allah`a mahsustur, varlığı ile yokluğu Allah`ın bir tek emrine ve iradesine bağlı bulunan kâinattan hiçbir mevcut, bu sıfatı takınamaz.

el-HÂLIK: Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden Bu ism-i şerîfin mânasında iki husus vardır:

1. Bir şey`in nasıl olacağını tayin ve takdir etmek,
2. O takdire uygun olarak o şey`i îcad etmek.

el-BÂRİ`: Eşyayı ve her şey`in âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir halde yaratan Her şey`in vücudu mütenasib, yani, âzası, hayat cihazları ve aslî unsurları keyfiyet ve kemmiyet bakımından birbirine münasib olarak yaratıldığı gibi, hizmeti ve faydası da umumî âhenge uygun yaratılmıştır.

el-MUSAVVİR: Tasvîr eden, herşey`e bir şekil ve hususiyet veren Allah Teâlâ herşey`e bir sûret, bir özellik vermiştir. Herşey`in kendisine göre şekli, dıştan görünüşü vardır ki, başkalarına benzemez. Meselâ: İnsanlar arasında tamamiyle birbirinin aynı iki insan yoktur. Bundan daha garibi, parmak uçlarındaki çizgilerdir. Bu çizgiler, insanların sayısı kadar değişik gidiyor ve hiçbiri ötekine uymuyor. Şu halde insanın hiç taklit olunamayacak imzası, bastığı parmak izidir. İşte bunlar, Allah Teâlâ`nın MUSAVVİR isminin tecellîleridir.

el-ĞAFFÂR: Mağfireti pek bol olan Gafr, örtmek ve sıyânet etmek (korumak) mânâsınadır. Allah mü`minlerin günahlarını örter. Dilediği kullarını da günahlardan sıyânet eder, korur. Bu, onlar için en büyük nimetlerden biridir.

el-KAHHÂR: Her şeye, her istediğini yapacak surette galib ve hâkim Kahr, bir şey`e, onu hor ve hakîr kılacak veya mahv ve helâk edebilecek sûrette galib olmaktır. Allah Teâlâ Kahhâr`dır, her vechile üstün ve daima galibdir. Kuvvet ve kudretiyle her şey`i içinden ve dışından kuşatmıştır. Hiçbir şey O`nun bu ihâtasından dışarı çıkamaz. Ona karşı herşey`in boynu büküktür. Kahrına yerler, gökler dayanamaz. Kahr ile nice azıp sapmış ümmetleri ve milletleri mahv ve perişan etmiştir.

el-VEHHÂB: Çeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duranVehhâb kelimesi hibe kökünden gelmektedir. Hibe, "herhangi bir karşılık ve menfaat gözetmeden birine bir malı bağışlamak" mânasınadır. Vehhâb ise, "Her zaman, her yerde ve her şey`i çok çok ve bol bol veren ve karşılık beklemeyen" demektir.

er-REZZÂK: Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden Rızık, Allah Teâlâ`nın bilhassa yaşayan mahlûkatına faydalanmalarını nasib ettiği her şeydir. Rızık yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir. Kendisinden faydalanılan herşey`e rızık denir. Maddî rızık, her türlü yiyecek ve içecek, giyilecek ve kullanılacak eşya, para, mücevher, çoluk-çocuk, vücudun çalışma kudreti, bilgi, mal-mülk, servet v.s. gibi şeylerdir. Mânevî rızık ise, ruhun ve kalbin gıdası olan şeylerdir. Başta îman olmak üzere insanın mânevî hayatına ait bütün duygular ve o duyguların ihtiyacı olan şeyler, hep mânevî rızıktır.

el-FETTÂH: Her türlü müşkilleri açan ve kolaylaştıran Fettâh kelimesi, feth`den gelmektedir. Feth ise, "kapalı olan şey`i açmak" mânasınadır. Kapalı bir şey`i açmak: a. Maddî olur; bir kapıyı, bir kilidi açmak gibi. b. Mânevî olur; kalbden tasaları, kederleri atıp gönlü açmak gibi. Bitkilerin çiçek açması, tohum ve çekirdeklerin sünbül vermesi, rızık ve rahmet kapılarının açılması hep Fettâh ism-i şerifinin tecellîsindendir.

el-ALÎM: Her şeyi çok iyi bilen Allah, her şey`i tam mânasıyla bilir. Her şey`in, içini, dışını, inceliğini, açıklığını, önünü, sonunu, başlangıcını, bitimini çok iyi bilendir O. Olmuşları bildiği gibi, olacakları da aynı şekilde bilir. Onun için, olmuş - olacak, gizli - açık söz konusu değildir. Bunlar, insanlar hakkında geçerli olan mefhumlardır. İnsanların bilmesi nisbî ve ârızîdir. Allah`ın bilmesi ise, - bütün isim ve sıfatlarında olduğu gibi - zâtî`dir. Onun için O`nun bilmesinde dereceler bulunmaz.

el-KÂBID: Sıkan, daraltan

el-BÂSIT: Açan, genişleten Bütün varlıklar Allah Teâlâ`nın kudret kabzasındadır. İstediği kulundan, ihsân ettiği servet ve sâmânı, evlâd ve iyâli, yahut hayat zevkini, gönül ferahlığını alıverir. O adam zenginken fakir olur, yahut evlâd acısına boğulur, yahut iç sıkıntısına, ıstırap ve huzursuzluk içine düşer. İşte bu haller, Kâbıd isminin tecellileridir. Allah, istediği kuluna da yepyeni bir hayat verir, neş`e verir, rızık bolluğu verir, bu da Bâsıt isminin tecelliyatıdır.

el-HÂFID: Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan Allah Teâlâ, istediği kulunu yukarıdan aşağı atıverir. Şan ve şeref sâhibi iken, rezîl ve rüsvây eder ve bu muamelesi çok defa, kendisini tanımıyan, emirlerini dinlemeyen âsiler, başkalarını beğenmiyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanımayan zâlim zorbalar hakkında tecellî eder.

er-RÂFİ`: Yukarı kaldıran, yükselten Allah Teâlâ, istediği kulunu indirdiği gibi, istediği kulunu da yükseltir. Şan ve şeref verir. Bâzı gönülleri îman ve irfan ışığı ile parlatır, yüksek hakikatlardan haberdâr eder. Allah`ın yükselttiği insanlar, çok defa melek huylu, tatlı dilli, insanların ayıplarını, kusurlarını örtüp eksiklerini tamamlayan; onlara malıyla, bedeniyle, bilgisiyle, nasihatiyle yardım eden nâzik, kibar insanlardır. Onlar bu istikametten ayrılmadıkça Allah da bu nimeti kendilerinden almaz.

el-MU`IZZ: İzzet veren, ağırlayan

el-MÜZİLL: Zillete düşüren, hor ve hakîr eden İzzet ve zillet, birbirine zıd mânalardır. İzzet kelimesinde "şeref ve haysiyet", Zillet kelimesinde ise "alçaklık" mânası vardır. Bunlar hep Allah Teâlâ`nın, mahlûkatı üzerindeki tasarrufları cümlesindendir.

es-SEMİ`: İyi işiten Allah Teâlâ işitir. Kalblerimizdeki sözleri ve işitilmek şânından olan her şey`i işitir. Mesafeler, onun işitmesine perde olamaz. Birini işitmesi, ötekilerini işitmesine mâni olmaz. Her hâdiseyi aynı derece açık olarak işitir.

el-BASÎR: İyi gören Allah Teâlâ herkesin gizli açık yaptığını ve yapacağını görüp durmaktadır. Karanlıklar O`nun görmesine mâni olamaz. Karanlık gibi, yakınlık - uzaklık, büyüklük - küçüklük gibi insanların görmelerine engel olan şeyler de O`nun görmesine mâni olmaz.

el-HAKEM: Hükmeden, hakkı yerine getiren Allah Teâlâ Hâkim`dir, her şey`in hükmünü O verir ve hükmünü eksiksiz icra eder. Hâkimlerin hâkimliğine, hükümdarların hükümdarlığına hüküm veren de ancak O`dur. O`nun hükmü olmadan hiçbir şey, hiçbir hâdise meydana gelemediği gibi, O`nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak, infazına mâni olacak hiçbir kuvvet, hiçbir hükûmet, hiçbir makam da yoktur.

el-ADL: Tam adâletli Adalet, zulmün zıddıdır. Zulüm kelimesinde; incitme, can yakma mânası vardır. Zulmetmiyerek herkese hakkını vermek ve her şey`i akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yapmak da adalet demektir. Allah Teâlâ Âdil`dir. Zâlimleri sevmez. Zâlimlerle düşüp kalkanları ve hattâ sadece uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri de sevmez.

el-LÂTÎF: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan; İnce ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar ulaştıran Allah Teâlâ Lâtîf`dir. En ince şeyleri bilir. Çünkü onları yaratan O`dur. Nasıl yapıldığı bilinmiyen, gizli olan en ince şeyleri yapar.

el-HABÎR: Her şey`in iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün eşya ve hâdiselerden Allah haberdardır. Onun haberi olmadan hiçbir hâdise cereyan etmez.

el-HALÎM: Hilm, suçluların cezasını vermeye gücü yetip dururken bunu yapmamak, onlar hakkında yumuşak davranmak ve cezalarını geriye bırakmaktır. Suçluyu cezalandırmağa iktidarı olmayana halîm denmez. Halîm, kudreti yettiği halde, bir hikmete binaen cezalandırmayana denir. Allah Teâlâ Halîm`dir. Her günah işleyeni hemen cezalandırmaz. Hışım ve gazabda acele etmez, mühlet verir. Bu mühlet içinde yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri afveder. Israr edenler hakkında, hüküm artık kendisine kalmıştır.

el-AZÎM: Bütün büyüklüklerin sâhibi Azamet, büyüklük mânasınadır. Hakikî büyüklük Allah`a mahsustur. Yerde, gökte, bütün varlık içinde mutlak ve ekmel büyüklük, ancak O`nundur ve herşey O`nun büyüklüğüne şâhiddir. Bu sıfatta da Allah`a herhangi bir denk bulunması muhaldir.

el-ĞAFÛR: Mağfireti çok Allah Teâlâ`nın mağfireti çoktur. Bir kulun kusuru ne kadar büyük ve çok olursa olsun onları örter, meydana çıkarıp da sâhibini rezîl etmez. Kusurları insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden de gizler. İnsanların görmediği bâzı şeyleri melekût âlemi sâkinleri görürler. Gafûr ism-i şerîfi, kusurların onların gözünden de gizlenmesini ifade eder.

eş-ŞEKÛR: Kendi rızâsı için yapılan iyi işleri, daha ziyadesiyle karşılayan Şükür, iyiliği, iyilikle karşılamak demektir. Şükür, Allah Teâlâ`ya karşı kulun yapması gereken bir vazifesidir. Şekûr ise, az tâat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden demektir. Bu mânaya Allah`dan başka hakikî sâhip yoktur.

el-ALİYY: Her hususta, herşeyden yüce olan Allah Teâlâ yücedir, yüksektir. Yüksekliğin hakikî mânası şudur:

1. Allah`tan daha üstün bir varlık düşünülmesi imkânsızdır.
2. Bir benzeri veya ortağı veya yardımcısı yoktur.
3. Şânına yaraşmayan her şeyden uzaktır.
4. Kudrette, bilgide, hükümde, iradede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstündür. Şu halde Aliyy, her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan Zât demektir.

el-KEBÎR: Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen Allah Teâlâ kibriyâ sâhibidir. Kibriyâ, zâtın kemâli demektir. Her bakımdan büyük, varlığının kemâline hudut yoktur. Bütün büyüklükler O`na mahsustur.

el-HAFÎZ: Yapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şey`i belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklıyan Hıfz, korumak, demektir. Bu koruma iki şekilde olur. Birincisi, varlıkların devamını sağlamak, muhafaza etmektir. İkincisi, birbirlerine zıd olan şeylerin, yekdiğerlerine saldırmasını önlemek, birbirlerinin şerrinden onları korumaktır. Allah her mahlûkuna, kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham buyurmuştur. Bu Hafîz ism-i şerîfinin tecelliyatındandır. Bir hayvan kimyevî tahlil raporuna muhtaç olmadan kendine zararlı otları bilir ve onları yemez. Kulların amellerinin yazılması, zâyi olmaktan korunması da Hafîz isminin iktizasıdır. Bu bakımdan âhirette yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile Hafîz isminin yakından alâkası vardır.

el-MUKÎT: Her yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen Bu mânaya göre Mukît, Rezzak mânasınadır. Yalnız Mukît, Rezzâk`tan daha hususîdir. Rezzak, azık olanı da olmayanı da içine alır.

el-HASÎB: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatiyle hesabını iyi bilen;Her şey`e ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen Allah Teâlâ, neticesi hesapla bilinecek ne kadar miktar ve kemmiyet varsa hepsinin neticelerini hiçbir ameliyeye (işleme) muhtaç olmadan doğrudan doğruya ve apaçık bilir. Allah Teâlâ, herkese her ihtiyacı için kâfidir. Bu kifâyet, O`nun varlığının devam ve kemâlini gösterir.

el-CELÎL: Celâdet, ululuk ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf Celâdet ve ululuk, Allah`a mahsustur. Onun zâtı da büyük, sıfatları da büyüktür. Fakat bu büyüklük, cisimlerdeki gibi hacim veya yaşlılık itibarı ile değildir. Zamanla ölçülmez, mekânlara sığmaz.

el-KERÎM: Keremi, lütuf ve ihsânı bol Allah vaad ettiği zaman sözünü yerine getirir, verdiği zaman son derece bol verir, muktedirken afveder.

er-RAKÎB: Bütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan Bir şey`i koruyan ve devamlı kontrol altında bulundurana rakîb derler; bu da bilgi ve muhafaza ile olur. Allah Teâlâ, bütün varlıkları her lâhza gözetip duran bir şâhid, bir nâzırdır. Hiçbir şey`i kaçırmaz. Her birini görür ve herkesin yaptığına göre karşılığını verir.

el-MÜCÎB: Kendine dua edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevabsız bırakmayan Burada bir hususu iyi bilmek gerekir: Cevab vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır. Âyet-i kerîmede, Allah tarafından her duaya cevab verileceği va`dedilmiştir. Fakat kabûl edileceği va`dedilmemiştir. Zira kabûl edip etmemek Cenâb-ı Hakk`ın hikmetine bağlıdır. Hikmeti iktiza ederse istenenin aynını, aynı zamanda kabûl eder. Dilerse istenenin daha iyisini verir. Dilerse o duâyı âhiret için kabûl eder, dünyada neticesi görülmez. Dilerse de kulun menfaatine uygun olmadığı için hiç kabûl etmez.

el-VÂSİ`: Geniş ve müsaadekârAllah`ın ilmi, rahmeti, kudreti, afv ve mağfireti geniştir ve her şey`i kaplamıştır. Allah`ın ilminden hiçbir şey gizlenemez, ikram ve ihsanına bir nihayet yoktur.

el-HAKÎM: Bütün işleri hikmetli Allah Hakîm`dir. Faydasız, boş ve tesadüfî bir işi yoktur. Her emir ve filinin her yönüyle sonsuz fayda ve maslahatları vardır. Her yarattığı mahlûk, her yaptığı iş bütün kâinat nizamı ile alâkalıdır. Kâinatın umumî nizamı ile tenâkuz teşkil eden hiçbir hâdise, bir mahlûk, bir iş yoktur.

el-VEDÛD: İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya biricik lâyık olan Vedûd`un iki mânası vardır:

1. Seven,
2. Sevilen. Allah Teâlâ, kullarını çok sever, onları lütuf ve ihsanına garkeder. Sevilmeye lâyık ve müstehak olan da ancak O`dur.

el-MECÎD: Zâtı şerefli, ef`âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan Bu ism-i şerîfin mânasında iki mühim unsur vardır: Biri: Azamet ve kudretinden dolayı yaklaşılamaz olmak. İkincisi: Yüksek huylarından, güzel işlerinden dolayı övülüp sevilmek

el-BÂİS: Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran Allah Teâlâ insanları, onlar ölüp toprak olduktan sonra âhiret günü dirilterek kabirlerinden kaldıracak ve ruhları ile cesedleri birlikte olarak hesaplarını görecek, sonra da yine ruh ve cesedleri birlikte olarak mükâfat veya cezalarını verecektir.

eş-ŞEHÎD: Her zamanda hâdiselerin dış yüzünü bilen ve her yerde hâzır ve nâzır olan Allah, mutlak surette herşey`i bilmesi bakımından Alîm`dir. Hâdiselerin esrarını, iç yüzünü bilmesi yönünden Habîr`dir. Dış yüzünü bilmesi yönünden de Şehîd`dir.

el-HAKK: Varlığı hiç değişmeden duran Hakk, varlığı hakikî bulunan zâtın ismidir. Yani, varlığı daima sâbittir. Allah Teâlâ`nın zâtı, yokluğu kabûl etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabûl etmez. Hakikaten vâr olan yalnız Allah`tır.

el-VEKÎL: Usûlüne uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde neticelendiren Kendisine iş ısmarlanan zâta vekîl denir. Allah Teâlâ en güzel ve en mükemmel vekîl`dir. İşlerin hepsini tedvîr, tedbîr ve idare eden O`dur. Fakat kendisi hiçbir işinde vekîle muhtaç değildir. Allah Teâlâ, kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştırır.

el-KAVİYY: Çok kuvvetli

el-METÎN: Çok sağlam Kuvvet, tam bir kudrete delâlet eder. Metânet ise, kuvvetin şiddetini ifade eder. Allah`ın kuvveti de öteki sıfat ve isimleri gibi nâ-mütenâhîdir, tükenmez, gevşemez, hudut içine sığmaz, ölçüye gelmez. Allah`ın kudreti bahsinde zorluk - kolaylık söz konusu değildir. Bir yaprağı yaratmakla kâinatı yaratmak birdir. Allah Teâlâ tam bir kuvvet sahibi olmak bakımından, Kaviyy, gücünün çok şiddetli olması bakımından Metîn`dir.

el-VELİYY: İyi kullarına dost olan, yardım eden Allah, sevdiği kullarının dostudur. Onlara yardım eder. Sıkıntılarını, darlıklarını kaldırır, ferahlık verir. İyi işlere muvaffak kılar. Her çeşit karanlıklardan kurtarır, nurlara çıkarır. Artık onlara korku ve hüzün yoktur. Herkesin korktuğu zaman, onlar korkmazlar.

 el-HAMÎD: Ancak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen Hamd; ihsan sâhibi büyüğü övmek, tâzim fikri ve teşekkür kasdiyle medh ü senâ etmektir. Her mevcûd, hâl diliyle olsun, kâl diliyle olsun, Allah Teâlâ`yı tesbih ve takdîs etmektedir. Bütün hamd ü senâlar O`na mahsustur. Hamd ve şükürle kendisine tâzim ve ibâdet olunacak veliyy-i nimet ancak O`dur.

el-MUHSÎ: Her şeyin sayısını bir bir bilen İlmi herşey`i ihâta eden ve herşey`in miktarını bilip eksiksiz tastamam sayabilen Allah`dır. Allah Teâlâ, herşey`i olduğu gibi görür ve bilir, yani, bütün mevcûdatı toptan bir yığın hâlinde birbirinden seçilmez karışık bir şekilde değil; cinslerini, nev`ilerini, sınıflarını, ferdlerini, zerrelerini birer birer saymış gibi gayet açık görür ve bilir.

el-MÜBDİ`: Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan Mübdi, bir mânada îcad demektir. Muîd ism-i şerîfi de îcad mânasına gelir. İcadın bir benzeri daha evvel yaratılmış, meydana getirilmiş ise, iâde; değilse, yani, benzeri, maddesi olmayan yeni bir şey ise ibdâ denir.

el-MUÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan Herşey mukadder olan ömrünü tamamlayıp öldükten sonra, Allah`tan başka kimse kalmaz, fakat varken yok olan bu insanları âhiret günü Allah Teâlâ diriltip yeniden hayatlandırır, yeniden yaratır. Sonra da dünya hayatlarında yaptıkları işlerden hesaba çeker.

el-MUHYÎ: Hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren Allah Teâlâ, cansız maddelere hayat ve can verir. Her gün, her saat, her saniye yeryüzünde milyonlarca varlık hayat bulup dünyaya gelmektedir. Bütün bunlar, Allah`ın emr ü fermaniyle, yaratmasıyle ve müsaadesiyle olmaktadır. Allah yoğu var edip hayat verdiği gibi, ölüyü de tekrar canlandırabilir. Buna ihyâ, yani, diriltme denir. Hayatı hiç yoktan veren zâtın, ölülere yeniden hayat verip diriltmesi elbette son derece kolaydır.

el-MÜMÎT: Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratanAllah, yarattığı her canlıya muayyen bir ömür takdîr etmiştir. Canlı varlıklar için ölüm mukadder ve muhakkaktır. Hayatı yaratan Allah olduğu gibi, ölümü yaratan da yine O`dur. Ancak bu ölüm, yok oluş, hiçliğe gidiş değil, bil`akis fâni hayattan bâkî hayat geçiştir.

el-HAYY: Diri; her şeyi bilen ve her şey`e gücü yeten Hayy, diri demektir, bunun zıddına meyyit denir ki, ölü mânasına gelir. Allah Teâlâ ölmez, daima hâzır ve nâzırdır. Yaşayan mahlûkatın hayatını veren de O`dur. O olmasaydı hayattan eser olmazdı. O daima fenâdan, zevalden, hatâdan münezzehtir. Her an Alîm, her an Habîr, her an Kadîr`dir.

el-KAYYÛM: Gökleri, yeri, her şey`i ayakta tutan Kayyûm, kâim`in mübalâğasıdır. "Her şey üzerinde kâim" demektir. Bunun mânası "Bir şey`in kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren" demektir. Allah Teâlâ, her şey`in mukadder olan vaktine kadar durması için sebeblerini ihsân etmiştir. Onun için herşey Hak ile kâimdir.

el-VÂCİD: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan Ulûhiyet sıfatları ve bunların kemâli hususunda kendisine gerekli olan herbir şey, şânı yüce olan Allah`ın zâtında mevcuddur.

el-MÂCİD: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol Allah Teâlâ`nın kendisiyle âşinalığı olan kullarına kerem ve semâhati ifadeye sığmaz, ölçüye gelmez. Meselâ: Onları temiz ahlâk sâhibi olmaya, iyi işler yapmaya muvaffak kılar da, sonra yaptıkları o güzel işleri, hâiz oldukları seçkin vasıfları sebebiyle onları över, sitayişlerde bulunur. Kusurlarını afveder, kötülüklerini mahveder.

el-VÂHİD: Tek Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki (ortağı) veya nazîri (benzeri) ve dengi bulunmayan

es-SAMED: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci`, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan Allah Teâlâ, her dileğin biricik merciidir. Yerde, gökte bütün hâcet sâhipleri yüzlerini O`na döndürmekte, gönüllerini O`na bağlamakta, el açarak yalvarmalarını O`na arzetmektedirler. Buna lâyık olan da yalnız O`dur.

el-KÂDİR: İstediğini, istediği gibi yapmağa gücü yeten Allah Teâlâ, kudretine bir ayna olmak üzere kâinatı yaratmıştır. Gök boşluğunun ölçülmesi mümkün olmayan genişliği içinde, akıllara hayret ve dehşet verecek derecede birbirlerine uzak mesafelerde milyarlarca güneşleri yandırmak Fezalarda, sayısı belirsiz âlemleri birbirine çarpmadan koşturmak Bir damla suyun içinde, birbirine temas etmeden hesapsız hayvanatı yüzdürmek Kâdir isminin tecelliyatındandır.

el-MUKTEDİR: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden Allah Teâlâ her şey`e karşı mutlak ve ekmel surette Kâdirdir. Her şey`e kâdir olduğu içindir ki, dilediği şey`i yaratır ve isterse onda dilediği kadar kuvvet ve kudret de yaratır.

el-MUKADDİM: İstediğini ileri geçiren, öne alan Allah Teâlâ bütün mahlûkatı yaratmıştır. Fakat, ancak seçtiklerini ileri almıştır. İnsanların bâzısını dince, dünyaca bâzısı üzerine derece derece yükseltmiştir. Fakat bu yükseltme ve seçme, kulların kendi amelleri ile ona lâyık olmaları neticesinde olmuştur.

el-MUAHHİR: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan Allah Teâlâ istediğini ileri, istediğini geri aldığı gibi, bâzan da kullarının teşebbüslerini, onların bekledikleri zamanda semerelendirmez, maksadlarını arkaya bırakır. Bunda birçok hikmetleri vardır. Bu hikmetleri araştırmalı, sezmeğe çalışmalıdır.

el-EVVEL: Mukaddem olup kendi varlığının evveli yoktur. Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Onun için Ona EVVEL demek, "ikincisi var" demek değildir. "Sâbık`ı, yani, kendisinden evvel bir varlık sâhibi yok" demektir.

el-ÂHİR: Sonu olmayan Herşey biter, helâk ve fenaya gider, ancak O kalır. Varlığının sonu yoktur. Evveliyetine bidayet olmadığı gibi, âhiriyetine nihayet yoktur. Onun için Ona "Âhir" demek, "Bir sâbık`ı yani, kendisinden evvel bir varlık sâhibi var" demek değildir. "Bir lâhıkı yok" demektir.

ez-ZÂHİR: Âşikâr olan, kat`î delillerle bilinen Allah Teâlâ`nın varlığı herşeyden âşikârdır. Gözümüzün gördüğü her manzara, kulağımızın işittiği her nağme, elimizin tuttuğu, dilimizin tattığı her şey, fikirlerimizin üzerine çalıştığı her mâna, hâsılı, gerek içimizde, gerek dışımızda şimdiye kadar anlayıp sezebildiğimiz her şey O`nun varlığına, birliğine, kemal sıfatlarına şâhiddir.

el-BÂTIN: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen Allah Teâlâ`nın varlığı hem âşikardır, hem gizlidir. Âşikârdır, çünkü varlığını bildiren delil ve nişanları gözsüzler bile görmüş ve bu hakikatler hakikatı yüce varlığa, eşyanın umumî şehadetini sağırlar bile işitmiştir. Gizlidir. Çünkü biz Onu künhüyle bilemeyiz. Amma varlığını kat`î surette biliriz.

el-VÂLÎ: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan; Bu muazzam kâinatı ve her an biten hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden Allah Teâlâ bütün varlığı idare eden, biricik ve en büyük vâlidir. Diğer vâliler ve hükümdarların idaresi, O`nun izni ve müsaadesi iledir. Ve onların velâyet ve idaresi, son derece nâkıstır. Allah`ın velâyet ve tedbiri ise sınırsız, gerçek ve hakikîdir. Her şey emri ve iradesi altındadır. Herşey`i bilir. Ondan habersiz mülkünde hiçbir şey cereyan etmez. Âdile mükâfatını, zâlime cezasını eksiksiz verir Sebebler, O`nun icraat ve idaresinde yardımcı değil, sadece izzet ve haşmetini gösteren birer perdedirler. Hakikî te`sir, O`nun kudretindendir.

el-MÜTEÂLÎ: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh Meselâ, bir zengin hakkında, "Bu adam yarın fakir düşebilir", denebilir ve adam da zenginken fakir olabilir. Fakat Allah Teâlâ hakkında, bu gibi ihtimallerin düşünülmesi mümkün değildir. O, her türlü noksanlık, eksiklik, zaaf, âcizlik, hatâ ve kusurdan münezzehtir. İsteyenler çoğaldıkça ihsanı artar, herkese hikmet ve iradesine göre verir. Verdikçe hazîneleri tükenmez

el-BERR: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan Allah Teâlâ kulları için daima kolaylık ve rahatlık ister, zorluk istemez, zorluk çıkaranları da sevmez. Yapılan kötülükleri bağışlar, örter. Bir iyiliğe en az 10 mükâfat verir. Kul gönlünden iyi bir şey geçirmişse, onu yapmamış olsa bile, yapmış gibi kabûl edip mükâfat verir. Aksine kötülükleri ise yapmadıkça cezalandırmaz.

et-TEVVÂB: Tevbeleri kabûl edip, günahları bağışlayan Bu ism-i şerîf, tevbe`nin mübalâğa sîgasıdır. Tevbenin asıl mânâsı dönmektir. Kulun isyan yolundan dönmesi demektir.

el-MÜNTEKIM: Suçluları, adaleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran Allah Teâlâ`nın intikamı vardır. Âsîlerin belini kıran, cânilerin hakkından gelen, taşkınlık yapan azgınlara hadlerini bildiren şübhesiz ki O`dur.

 el-AFÜVV: Afvı çok Allah Teâlâ, günahları silen, onları hiç yokmuş gibi kabûl edendir. Bu mânaya göre bu isim, Gafûr ismine yakındır. Ancak arada şu fark vardır: Gufran: Günahları örtüvermek demektir. Afv ise, günahları kökünden kazımaktır. Günahları kökünden kazımak, o şey`i örtmekten daha iyidir.

er-RAÛF: Çok re`fet ve şefkat sâhibi Mahlûkat içinde bilhassa insanlar için, Allah`ın inâyeti, kerem ve re`feti hiçbir ölçüye ve ifadeye sığmayacak kadar geniş ve büyüktür.

MÂLİKÜ`L-MÜLK: Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiçbir kimsenin O`nun bu tasarrufuna itiraz ve tenkide hakkı yoktur Dilediğine verir, dilediğinden alır. Mülkünde hiçbir ortağa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur.

ZÜ`L-CELÂLİ ve`l-İKRÂM: Hem büyüklük sâhibi, hem fazl-ı kerem Celâl; büyüklük, ululuk mânasınadır. Büyüklük alâmeti olan ne kadar kemâlât varsa hepsi Allah`a mahsustur. Mahlûkattaki kemâlât, O`nun kemâlinin zayıf bir gölgesi ve işaretidir. Allah Teâlâ aynı zamanda büyük bir fazl-ı kerem sâhibidir de Mahlûkat üzerine akıp taşmakta olan sayıya gelmez, sınır kabûl etmez nimetler hep O`nun ihsanı ve ikrâmıdır. O nimetlerin zerresinde olsun hiç kimsenin hakkı yoktur.

el-MUKSİT: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran. Allah Teâlâ en üstün bir adalet ve merhametin sâhibidir. Her işi birbirine denk ve lâyıktır. Zerre kadar da olsa haksızlığı tervic etmez. Kullarına muamelesi merhamet ve adalet üzeredir. Yapılmış olan hiçbir iyiliğin zerresini bile karşılıksız bırakmaz. İnsanların birbirlerine karşı işledikleri haksızlıkları da düzelterek hakkı yerine getirir.

el-CÂMİ`: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan Cem, dağınık şeyleri bir araya toplama demektir. Allah Teâlâ, vücudlarımızın çürüyerek suya, havaya, toprağa dağılmış zerrelerini tekrar birleştirecek, bedenlerimizi yeni baştan inşa edecektir. Allah Teâlâ birbirine benzeyen şeyleri bir araya getirip topladığı gibi, birbirinden ayrı varlıkları da bir araya getirmektedir. Onların iç içe birlikte yaşamalarını te`min etmektedir. Sıcaklık ile soğukluk, kuruluk ile nemlilik gibi birbirine zıd unsurları bir arada tutması da yine Allah`ın Câmi` isminin tecellisindendir.

el-GANİYY: Çok zengin ve her şeyden müstağnî Ganiy, hiçbir şey`e ihtiyacı olmayan, herşey yanında mevcud bulunduğu için hiçbir şekilde başkasına müracaat mecburiyetinde kalmayan zât demektir.

el-MUĞNÎ: İstediğini zengin eden Allah Teâlâ dilediğini zengin eder, ömür boyunca zengin olarak yaşatır. Dilediğini de ömür boyunca fakirlik içinde bırakır. Bâzı kullarını zenginken fakir, bazılarını da fakirken zengin yapar. "Kıyamet günü fakirlik ve zenginlik tartılmayacak; fakirliğe ne ölçüde sabredildiği, zenginliğe de ne ölçüde şükredilmiş olduğu hesab edilecek. Mesele, çok fakir veya çok zengin olmak değil, çok sabretmek veya çok şükretmektir." Yahya bin Muaz

el-MÂNİ`: Bir şey`in meydana gelmesine müsâade etmeyen İyiden ve kötüden pek çok arzularımız vardır ki biri bitmeden biri ortaya çıkar. Yaşadığımız müddetçe bunlar ne biter, ne de tükenir Biz de bu arzularımızı elde etmek için çalışır dururuz. Her arzumuz bir takım sebeblere, sebebler de Mâni` ve Mu`tî olan Allah`ın emrine bağlıdır. Allah Teâlâ isteyenlerin isteklerini, dilerse verir; o zaman isteyenin tuttuğu sebebler çabucak meydana gelir. Mu`tî ism-i şerîfinin mânası budur. Allah Teâlâ bâzı isteklere de müsaade etmez. O zaman isteyenin yapıştığı sebebler kısır kalır, ne kadar çabalanırsa çabalansın netice vermez. Bu da Mâni` ism-i şerîfinin tecellîsidir. Kullarının başına gelecek felâket ve musibetleri önlemek, geri çevirmek de yine Mâni` ism-i şerîfinin tecelliyatındandır.

ed-DÂRR: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan?

en-NÂFİ`: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan Menfaatları ve mazarratları, hayır ve şerleri yaratan Allah Teâlâ`dır. İnsana menfaat ve zararlar belli bâzı sebebler altında geliyorsa da, o sebebler o menfaat ve zararların sâhibi ve müessiri değil, birer perdesidir. Gerçekte zararın da faydanın da, hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah`tır.

en-NÛR: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr yağdıran Bütün eşyayı aydınlatan nûr, şübhesiz ki, Allah`ın zâtının nûrundandır. Çünkü göklerin ve yerin nûru O`dur. Nasıl ki, güneşin aydınlattığı her zerre, güneşin varlığına bir delildir, kâinatın her zerresinde görünen aydınlık da, o aydınlığı yaratan varlığın mevcud olmasına bir delil teşkil etmektedir.

el-HÂDÎ: Hidayeti yaratan. İstediği kulunu hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan, muradına erdiren. Her yarattığına, neye ihtiyacı varsa, ne yapması gerekiyorsa onu öğreten Hidâyet; Allah Teâlâ`nın lütuf ve keremiyle kullarına, sonu hayır ve saadet olacak isteklerin yollarını göstermesi veya o yola götürüp muradına erdirmesi demektir. Sadece hayır yolunu ve sebeblerini göstermeğe irşâd; neticeye erinceye kadar o yolda yürütmeye de tevfîk denir. Hidâyetin karşılığı dalâlettir. Dalâlet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmak demektir. Hidâyetin neticesi îman, dalâletin neticesi îmansızlık ve küfürdür

el-BEDÎ`: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan Bedî`, mübdî mânasınadır. Mübdî, ibdâ eden, yani örneği bulunmayan bir şey`i îcad eden demektir. Allah herhangi bir kuluna peygamberlik veya velîlik vererek üstün kılmışsa, bu üstünlükle o kul, kendi zamanındaki sair insanlara nisbetle bedî` olmuştur. Bâzı âlimlere verilen Bediüzzaman lâkabı gibi. Bu tâbir, zamanının eşsiz, misilsiz âlimi mânasına gelmektedir.

el-BÂKÎ: Varlığının sonu olmayan Bu ism-i şerîf "varlığın devamını" bildiren bir kelimedir. Varlığın devamı, önü ve sonu olmamakladır. Önü olmamak mülâhazasıyla Allah Teâlâ'ya Kadîm, sonu olmamak mülahazasıyla Bâkî denir. Bu mânalara yakın Ezelî ve Ebedî ism-i şerifleri de vardır. Allah Teâlâ'nın varlığı, devam bakımından zaman mefhumu içine girmez. Çünkü, zaman denilen şey, kâinatın yaratılmış olduğu andan itibaren sonsuzluğa doğru akışının derecelerini gösteren bir mefhumdur. Kâinat yokken zaman da yoktu, fakat Allah Teâlâ vardı. Kâinat biter, zaman da biter, fakat Allah BÂKÎdir.

Er-Rezzâk Nedir? Er-Rezzâk Hakkında Kısaca Bilgi

Er-Rezzâk Terimi Hakkında Bilgiler

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Terimi Olarak Er-Rezzâk:

"Bütün mahlükatın rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan." anlamında Allah’ın 99 isminden (Esmaül Hüsna) biri. “Er-Rezzak” Allah’ın özel isimlerindendir.

 

Benzer Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Terimleri

Bağışlanma: Bağışlanmak işi, affedilme.

Zemzem: Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hz. Hacer’i Mekke’ye bıraktığında Allah tarafından onlara ikram olarak verilen Kâbe’nin yanındaki kaynak suyu. Tarihte, zemzem suyunun çıkmasıyla beraber Kâbe ve civarına birçok kabile gelip yerleşmiştir. Zemzem, içen kişilerin açlığını ve susuzluğunu giderir. Mekke’ye gelen hacılar, memleketlerine dönerken bu sudan götürürler. Zemzemi ayakta içip dua etmek sünnettir.

İfzâ: Açmak; kadındaki idrar mecrasıyla hayız mecrasını veya hayız mecrasıyla dışkı mecrasını birbirinden ayıran parçanın (=perdenin) kalkmasıyla onların ikisinin ya da her üçünün bir mecraya dönüşmesi.

İftitah Tekbiri: Namaza başlarken alınan tekbirdir. Başlama tekbiri de denir. Kişi namaza başlarken ellerini kulaklarına kadar kaldırır ve "Allahu Ekber" diyerek iftitah tekbiri alır. Bu tekbire "Tekbiret'ül-İhram" da denir.

Diğer terim sözlüklerini de inceleyebilirsiniz.

Online Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Terimleri Sözlüğü

Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec&#;al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

“Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

***********************************************************

ER REZZAK

Er Rezzâk; Maden, bitki, hayvan ve insan gibi gıdalanan herkesi rızıklandıran ve onlara rızık veren demektir.

Er Rezzâk’ın yaratıklarını rızıklandırmasında, onların iman veya küfür içinde bulunup bulunmamaları mühim değildir.

Rızık, Allah Teâlâ’nın bedenleri ayakta tutmak için yarattığı şeydir denilmiştir. Başka bir görüşe göre rızık, yararlanılan şey demektir. Buna göre rızık, Hakkın tevfikiyle Ebrâr ’ın nefislerini besleyen; Hakkı tevhit etmekle de Ahyâr ’ın kalblerini cilalandıran; ağnıyayı (Allah’tan başkasına muhtaç olmayan zenginler), rızıklandırmanın varlığıyla özel kılan; fakirleri (sadece Allah’a muhtaç olanlar) ise, er-Rezzâk’ı müşâhede ile şereflendiren şeydir.

Binaenaleyh, er-Rezzâk’ı müşâhede etmekle nimete ulaşan kimseyi kaybettiği rızıklar zarar veremez.

Bilinmelidir ki:

Rızık, iki türlüdür: Sûrî ve mânevî rızık.

Buna göre Sûrî rızık, cisimlerin ayakta durmasını temin eden rızıklardır. Mânevî rızık ise, ruhların ayakta durmasını sağlayan rızıklardır.

Buna göre birinci kısımdaki rızık, kesif ve süflî; ikinci kısımdakiler ise, latîf ve ulvîdir. Allah Teâlâ, ulvî rızıklar hakkında şöyle buyurmuştur:

Gökte rızkınız ve sizlere vaat edilen şeyler vardır.” (Zariyat/22)

Buna karşın süflî rızık hakkında ise, şöyle buyurmuştur:

Onların yiyeceklerini takdir etmiş, oraya herkes için rızık yaratmıştır.” (Fussilet/10)

Böylelikle Allah, bütün yaratıkların sûret ve mânâ olarak muhtaç olduklarını, buna karşın sadece Kendisinin müstağni olduğunu ortaya koymuştur.

Rızkın her iki kısmının da bir takım dereceleri vardır.

Mânevî rızıkların arasında rızıkların en üstünü ve ulvîsi, Vücûd-ı Hakkın kendisiyle zuhûr ettiği rızıktır; bu Vücûd, mümkünlerin sûretlerine sirâyet etmiş, var olan şeylerin mazharlarında zuhur etmiştir.

Bu mertebenin hakikatleriyle tahakkuk eden muhakkikin alâmeti, nazarını tekil veya çoğul varlıkların kabiliyetlerine yöneltmesidir. Ayrıca her yaratılmışın kendi mertebesinde elde etmiş olduğu veya istidadının gerektirdiği rızık diye isimlendirilen mânevî veya sûrî rızka da nazarını yöneltmiş olması gerekir.

Binaenaleyh rızıkların özellikleri ve eserlerinin neticeleri, rızıklananların kabiliyetlerinin farklılığına ve mizaçlarının çeşitlenmesine göre değişir.

Nice rızıklar vardır ki, bazı yaratıkların yaşamasına, bazılarının ölmesine neden olur. Buna örnek olarak, deniz canlılarını verebiliriz; deniz hayvanları, su rızkıyla yaşarlar, buna karşın sudan ayrılarak hava nedeniyle hayatlarını kaybederler.

Aynı şey, kara hayvanları için söz konusudur. Kara hayvanları, hava ile yaşarlar, suda ise hava bulunmadığı için hayatlarını kaybederler.

Bununla beraber, havada su bulunur, suda da hava bulunur, fakat hüküm baskın olana aittir.

Süflî-kesif rızıklarda meselenin böyle olduğu anlaşılınca, şu da bilinmiş olur ki: Ulvî hakikatlerdeki farklılık, daha fazladır ve bunun tecellîgâhları daha geniş; âhirette ise, en büyük dereceler ve en ayrıntılı rızıklar vardır.

Kâmil ârif, mârifetleri ehline indiren kimsedir. O, var olan şeylerin hakikatlerini derece farklılıklarına göre; teveccühlerinin gayelerine; kemâllerinin nihâyetlerine; özelliklerinin gereklerine göre oldukları hal üzere bilir. Böylelikle kâmil ârif, her hak sâhibine hakkını verir. (Sadreddin Konevi-Esma-i-Hüsna şerhi/)

**************************************************************

ER REZZAK

ER REZZAK; Rızıkları, ve rızık verdiği varlıkları yaratan, rızıklarını onlara ulaştıran, rızıklarla faydalanmalarına temin eden hiç şüphe yok ki, O&#;dur!

Rızık iki kısımdır:

1  &#; Beden için olan, azıklar ve yemekler gibi zahiri nzık,

2  &#; Batınî rızık. (Yani ruhun rızkı).

Batınî rızık, marifetler ve mükaşefelerdir ki, bunlar kalbler için hazırlanmış en şerefli rızıklardır. Çünkü bunun semeresi, ebedî hayattır; zahiri olan rızkın semeresi ise belirli bir zamana kadar bedenin kuvvetini sağlar.

Bu iki rızık çeşitini yaratan ve erbabına isal eden (ulaştıran) şüphe yok ki, Allah&#;tır.. Lâkin onu, dilediğine bolca verir, istediğine karşı da azaltır.

TENBÎH:

Bu vasıftan kul&#;un hazzı (nasibi) iki şey olabilir:

1  &#; Bu vasfın gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O&#;ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlamasıdır. Böylece rızkı ancak O&#;ndan bekler. Bu hususta O&#;ndan başkasına itimat ve tevekkül etmez.

Hatem&#;ül &#; Esem&#;den (1) rivayet edilmiştir:

Bir adam ona sordu:

&#;  Nerden yiyorsunuz?

&#; Onun hazinesinden.

&#;  Sana gökten ekmek mi yağdırıyor?

&#;  Yeryüzü O’nun olmasaydı, elbette ekmeği gökten yağdırırdı.

&#;  Siz sözü tevil ediyorsunuz!

&#;  Çünkü o, gökten ancak kelâmı indirmiştir!

&#;  Anlaşıldı sizinle baş edemeyeceğim!

&#;  Çünkü batıl, hakla hiç bir zaman başa çıkamaz!

2  &#; Ona kılavuz bir ilim, öğretici bir dil, sadaka verip, de menfaat sağlayan bir el verdiğini bilmesidir. Bunlar, söyleyeceği güzel sözler, ve yapacağı güzel işler vasıtasıyla kalpler için şerefli rızkın temin edilmesine yol açarlar.

Allah bir kulunu sevdi mi, halkın ona olan ihtiyacını artırır.

(1) Ebu Abdurrahman Hatim bin Unvan El&#;Esen. (Vefatı H. de) Birinci tabaka evliyadandır. Belh ehlindendir. Şakik Belht&#;riin talebesi ve Ahmed bin Hidraveyh&#;in üstadı idi. Yüksek halleri tabakat kitaplarında yazılıdır. Bak. Risale-i Küşeyrî sf: 56, Ne&#;fabat-ül Ons sf: , Tabakat ı Siilemî sf: 91 &#; 97, Tabakat-ı Şaranl C. 1. sf: 93 v.s. (İ. Gazali-Esma-i Hüsna şerhi/)

*********************************************************************

ER REZZAK

Taalluk;

Âlemdeki mevcudat, var olmak için sana muhtaç oldukları gibi, sen de var olmak için bu isme ihtiyaç duyarsın.

Tahakkuk;

Rezzak, varlıkların bekası için, ihtiyaçlarını onlara ulaştıran demektir. Bu geniş anlamıyla rızık verme ruhların ve bedenin gıdası şeklinde gerçekleşir.

Tahaluk;

Bir kimse dinleyenleri mutlu eden bir konuşma gücüne sahip olduğunda, müstahlef olduğu bir alanda bilgi dağarcığındakileri bünyesini koruyacak şekilde kullanan kimse/kimselere verir. Bu şahıs bu adetini devam ettirdiği sürece rızkı gittikçe artar. Böyle bir niteliğe sahip olan birisi, Rezzak adının tahallukuna nazil olmuş demektir. (İbn. Arabi-Allah isimlerinin sırları ve manalarının keşfi/65)

…………………………………………………………………………

RIZIKLAR MERTEBESİ

Rızıklar iki kısım, maddi ve akli rızık.

Akıl ve nakil de bunu söyler.

 

Bir kısmı verilen iyiliği kabul eder,

O rızık gerçekte makbul.

 

Allah münezzeh, O’nun bilgileri sınırsız,

O bilgilerde hidayet ve dalalet var.

 

Şaşılacak bir işi içeren cinsel ilişki gibi,

Diller birleşir öpüşme olur.

 

Allah Meryem kıssasında şöyle der;

… küllema dehale aleyha Zekeriyyel mıhrabe, vecede ‘ındeha rizka* kale ya Meryemu enna leki hazâ* kalet huve min indillâh* innAllâhe yerzuku men yeşâu Bi ğayri hısab. (A. İmran/37)

“Zekeriya mihraba her girdiğinde orada rızık buldu. “Meryem, bu sana nereden geldi?” Meryem; “O Allah katındandır, Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.”

Başka bir ayette;

… ve men yettekıllâhe yec’al lehû mahrecen &#; Ve yerzukhu min haysü lâ yahtesib… (Tâlâk/)

“Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun adına çıkış yaratır ve onu bilmediği yönden rızıklandırır.”

Bu mertebenin sahibi Abdülrezzak diye isimlendirilir. Allah şöyle der;

Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun.

Ma uriydü minhüm min rizkın ve ma uriydü en yut’ımun. (Zariyat/)

“Cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.

Onlardan rızık istemiyorum, beni doyurmalarını istemiyorum.”

Bu durum yedirilenin hakkıyla ilgilidir. Sahih bir kutsi hadiste Allah şöyle der; “Acıktım beni yedirmedin, susadım bana su vermedin. Kul şöyle der; Sen Âlemlerin rabbiyken nasıl olur da yer ve içersin? Allah şöyle der; Falan kulum acıkmıştı, falan kulum susamıştı onu doyurmadın veya senden su istediğinde onu içirseydin.”

Bu ifade; “Acıktım beni yedirmedin &#; susadım bana su vermedin” hadisinin anlamıdır. Allah kendisini susayan ve acıkan kullarının mertebesine yerleştirmiştir. Amel sahibi kutsi hadise göre aç olanı doyurmak amacıyla çalışır ve doyuranlardan olmak isteyebilir diye Allah insana şöyle der; “İnsanlardan beni doyurmalarını istemiyorum.” Burada Allah bir makamdan öteki makama intikal etmiştir.

Allah kullarına yükümlülük yurdunda makamları, halleri ve menzilleri öğretir ki onlara intikal edebilsinler. Sonra şöyle der;

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

“Allah rızık verendir, metanet ve kuvvet sahibidir.

Manalarda metanet, cisimlerde ki kesiflik gibidir ve burada da rızka uygun kelime kullanılmıştır. Maddi rızık cisimlerin kendisi ile beslendiği gıdadır. Cisim onunla beslendiğinde parçaları çoğalır, artar ve kalınlaşır. Besili olmak nerede zayıf olmak nerede. Allah’ın gerçeği kendisinden anlayanlara talimi, edep öğretmesi ve açıklaması ne güzeldir.

Bilmelisin ki rızık manevi ve maddi rızık olmak üzere ikiye ayrılır. Başka bir ifadeyle rızık mahsus ve makul diye taksim edilebilir. Rızık, rızıklananın varlığının kendisiyle ayakta kaldığı her şeydir. Bu yönüyle rızık varlığın besini ve gıdasıdır. Allah;

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun. (Zariyat/22)

Rızkınız ve size vaad olunan şeyler göklerdedir.

Buyururken yeryüzü hakkında;

Ve ce’ale fiyha revasiye min fevkıha ve bareke fiyha ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe’ati eyyam* sevaen lissailiyn. (Fussilet/10)

“Orada (arzda = bedende) fevkinde sâbit dağlar (benlikler) oluşturdu, orada bereketler vücuda getirdi ve orada (istidatları itibarıyla) isteyenler için eşit olmak üzere varlıklarının devamı için gereken azıklarını dört süreçte ölçülendirdi.” (A. Hulusi)

“Orada besinler takdir edilmiştir.” (Fussilet/10) der. Onlar rızıklardır, onların takdiri iki açıdan olabilir. Birincisi nicelikleri, ikincisi vakitleridir. Yeryüzündeki rızık cisimlerin kendisi ile var olduğu besinlerdir. Bunların hepsi rızıktır. Yaratılmış her şey muhtaç olarak kalırken Hakk müstağnilik özelliğiyle ayrışır.

Rızıklar ve onların müşahedesi hususunda en üstün menzil, Hakkın varlığının kendisiyle zuhur ettiği mümkünlerin hükümlerinin suretleri ile tecelli suretleridir. Müşahede sahibi tecellide ki surette veya hakkın varlığında (Zuhur eden) mümkünlerin hükümlerinin suretlerine bakar. O suretin hak ettiği ve “rızık” denilen şeyi görür. Söz konusu suret rızkı baki kalmak üzere talep etmişti. Bu durumda kulun müşahedesi rızıklar mertebesi ise, rızkı ona verir. Bu durum emir ve halk âlemindeki varlıklara ve onların hakikatlerine göre iner.

Var olan şey rızkını bu makam sahibinden talep eder. Onların talep ettikleri en kesif şey rükünler içindeki türeyenlerdir. Onlar madenler, bitkiler ve hayvanlardır.

… ve ce’alna minelMai külle şey’in hayy.. (Enbiya/30)

“Allah her şeyi sudan, canlı yapmıştır.”

Her şey canlıdır çünkü her şey Allah’ın hamdini tesbih etmektedir. Tesbih ancak canlıdan meydana gelebilir. Her şey sudan ve havadan meydana gelmiştir ki, sudan ayrıldıklarında ölen deniz canlıları da buna dâhildir. Onların canlılığı suda ki havaya bağlıdır. Çünkü deniz canlıları bileşiktir ve bu sayede özel bir ilişkiyle havayı kabul edebilirler. O nispet havanın suyla artık hava adını yitirecek şekilde karışmasından ibarettir. Nitekim hava da bileşiktir, onda da su vardır ve bu sayede bileşik olarak var olur.

Fakat suyun hava ile bileşimi, artık su adını yitirecek şekilde özel bir karışımdır. Hayvanın canlılığı suyun havasına bağlı olunca bu özel hava kaybolduğunda su canlısı ölürken aynı şekilde kara canlısı da suda boğulduğunda ölür. Çünkü onun hayatı da suyun karıştığı havaya bağlıdır, yoksa havanın katışmış olduğu suya bağlı değildir.

Bu itibarla kara ve deniz canlısı olan bir canlı daha vardır ki o da ara bir varlıktır. Bu hayvan her iki havayı da kabul edebilir bir özelliktedir. Böylece havayla hayatiyetini sürdürdüğü gibi karada da hayat bulur. Bu hayvan suda yaşayabildiği gibi denizde de yaşayabilir ve hava sayesinde her iki yerde yaşaması mümkündür. Su onun canlı kalmasının ilkesidir.

Rükünler aleminde rızık yenilen ve içilen her şeyde havadır. Hava sayesinde bitki maden, hayvan, insan ve cin gibi beslenen her şey canlılığını sürdürür.

Nefes alıp verirken alemdeki nefeslerden yaratılan meleklere gelirsek, onların rükünlerden bir gıdası vardır, böyle olması da kaçınılmazdır. Melek nefes alıp veren kişiden onun kalbindeki düşüncelere göre ortaya çıkar. Nefes alan kişi bir lafız söylerse, nefes telaffuz ettiği lafza göre ortaya çıkar. Başka bir ifade ile sureti kelimede ki harflerin tafsiliyle birlikte ortaya çıkar. Bu ölçüyle harflerin özelliklerinden ortaya çıkan edilgenlik ve infialin niteliği gerçekleşir. Telaffuz etmeksizin nefes –bir lafız olmaksızın- çıkarsa, suretsiz bir mana olarak heyulani (Niteliksiz, belirsiz) bir şekilde ortaya çıkar. Ona suret verme işini ise teneffüs esnasında kulun içindeki haline göre Allah üstlenir ve o surette kendisini terkip eder. Nefes alıp veren mahal her şeyden soyutlanmışsa Allah nefesi duyuyu terk ettiği ve uykuda geçtiği anki halinin suretinde terkip eder. Misal olarak uykusunda rüya görmeyen ve duyuları açık olmayan uyuyanın nefes alıp vermesini verebiliriz.

Kul sözünü ettiğimiz mertebeye yerleştirilip yanında bulunana baktığında bekasının sayesinde gerçekleştiği rızkı o şeye ulaştırır. Çünkü onun yaratıcısıdır ve rızık ise tabiidir. Bir şeyin yaratıcısı gerçekte onun rızık verenidir. Eşyanın yaratılışı makamında bulunman ise Hakkın sana, senden meydana gelenleri, talep edenleri görür, onlara rızık verirsin Benzer şekilde ailenin senden talep ettiği rızkı elde etmek üzere de çalışırsın ve bu durum rızık verenin Allah olmasına zarar vermez.

Burada sebepleri ortaya koymaktan ve onları ispattan söz ediyoruz. Nitekim Allah onları onaylamış, ortaya koymuştur. Bir çok yerde Hak insana uykusunda veya uyku dışında olmak üzere herhangi bir surette tecelli ettiğinde tecelli edilen suretin ayrılmak özelliklerine bakmak gerektiğini söyledik. O özelliklere göre ve o yerde Hakka dair hüküm verilir. Çünkü Allah’ın o surette tecelli etmesinde ki hüküm, o hükümden başka bir hüküm değildir. Bu nedenle bilhassa o surette tecelli etmiştir. Bu itibarla hüküm suretlerin başkalaşması nedeniyle başkalaşır bunu bilmelisin.

Suretlerin rızkı da suretlerin değişmesi nedeniyle değişir.  Bir suretin gıdasının bağlı olduğu rızık başka bir suretin gıdası olmayabilir. Suretlerin gıdası onların rızıklarıdır. Bu bağlamda bazen manalar suret kazanabilir. Mesela bilgi; süt, dinde sebatkâr olmak ve kayıt şeklinde surete girer. Bir suretin rızkı kendisiyle kastedilen anlamdır. Rüya söz konusu olur ve tabirci suretle Allah’ın kastettiği anlamı doğru tabir ederse, bu tabir rüyanın rızkıdır ve bu sayede onun hayatiyeti ve sürekliliği devam eder. Onun sureti, görenin ve keşif sahibinin elde ettiğidir.

Hz. Peygamber tırnaklarından taşıncaya kadar süt içtiğini görmüş, “ey Allah’ın peygamberi bu rüyanın te’vili nedir” denildiğinde “bilgidir” diye cevap vermiş. Bilgi süt şeklinde ortaya çıkmıştır. Bilgi süt olunca Hz. Peygamber kendisini ondan içip tırnaklarından taşıncaya kadar dolmakla nitelemiş. Böylece öncekilerin ve sonrakilerin bilgisini elde etmiştir. O sütten dışarı çıkanlar insanlara ulaşacak şekilde Allah’ın kendisine ihsan ettiği bilgidir. Sonra kapta kalan kısmı Hz. Ömer içmiştir. Kaptaki fazlalık Hz. Ömer’in verdiği hükümde Hakka uymasının bir karşılığıdır. Hz. Ömer, Bedir esirleri, örtünme vb. hususlarda hüküm verirken hakikate uymuş, Allah katında diğer insanların elde edemediği lütfa mazhar olmuştur. Aynı durum Allah katında benzer makamın kendisi adına gerçekleştiği kimseler için geçerlidir.

Takva sahibi hakkıyla takva sahibi olunca, Allah onun için Furkan yaratır. “Furkan” kapalı ve mühim işlerde hakikat ile batılı ayırt etmeyi sağlayan bilgidir. Başka bir ifadeyle genel olan bilgi o bilgiyle ayırt edilir. Müteşabih muhkeme katılır. Allah Kur’an ı Kerimi müteşabih ve mücmel olarak indirmiş, sonra dilediği kullarına tafsil bilgiyi vermiştir. Rüyada tafsil bardakta artan kısım olarak görünmüş ve o kısmı Hz. Ömer içmiş –artan sütü içen oydu- içme mahalli sütle mamur olmuş bu nedenle adı – başka bir isim değil- (mamur olmak için aynı kökten) Ömer olmuştu.

Hz. Peygamberin rüyasının tam tabiri buydu Ömer B. Hattab bu konuda özel bir ayrıcalığa sahipti ve bunun nedeni isimde ki ayrıcalığı kadar rüyadaki suretle olan ilgisiydi. Bunun yanı sıra sahabe içerisinde Ömer adını taşıyan ve taşımayanlar da farklıydı.

Binaenaleyh rızık veren herkes, rızkın maddi ve manevi diye taksimine göre aynı zamanda rızıklanandır. Bu mertebeden Allah;

“Sizi imtihan edeceğiz ki öğrenelim.” (Muhammed/31) Der.

Ta ki öğrenelim ifadesi imtihanın rızkıdır. Yani Allah onu imtihan etmek ifadesinden var etmiştir. Bu bilgi kesin delil ortaya koyma amacı taşır. Allah kendisinden haber verirken;

“Kesin delil Allah’a aittir.” (En’am/) Der.

Yani kuşkunun ve te’vilin girmeyeceği delil O’na aittir. Allah kendisini “ta ki bilelim” diyerek (bilgi kazanmakla) nitelediğine göre bu rızkın hükmü tüm suretleri kapsamıştır. Avın hepsi postun içinde.

… Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.” (Ahzab/4)

(İbn. Arabi- F. Mekkiyye/c)

*****************************************************************

ER REZZAK

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sen rızık vericilerin en hayırlısısın.” (Maide/)

Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara/)

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki, onu da, sizi de Allah rızıklandırmaktadır.” (Ankebut/60)

Râzik, “razaka” fiilinden ism-i faildir. Rezzâk ise aynı kökten mübalağalı ism-i faildir. Rızık, yararlanılan her şey anlamındadır. Çoğulu “er­zak” (rızıklar)tır.

Rızık, kaynağı Allah’tan gelen vergi, bağış demektir.

el-Halîmî Râzik ismini şöyle açıklar: “Râzik, bedenlerin ayakta dur­ması için zorunlu olan şeyleri insanlara veren, ihtiyaç duydukları nimetleri kendilerine ulaştıran demektir. Rızık, nimetlerin yokluğu nedeniyle hayatın durmaması için gereklidir.

Rezzâk, Kur’an-ı Kerîm’de şu âyette geçer:

Hiç şüphesiz, rızık veren, O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat/58)

Rezzâk, çokluğa delalet eden mübalağalı ism-i faildir.

el-Halîmî, Rezzâk ismini de şöyle açıklar: “Rezzâk, rızkı peş peşe, bol ve geniş olarak verendir.”

el-Hattâbî ise şöyle açıklar: “Rezzâk, rızık vermeyi üslenen ve her can­lının ayakta kalmasını sağlayacak azığı verendir. Mübah olsun olmasın, her yönden gelen ve canlıya yarar sağlayan her şey Allah’ın verdiği rızıktır. Özetle canlıların varlıklarını devam ettirmelerini sağlayan her şey, her azık, rızıktır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ve gökten mübarek (bereket ve rah­met yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler, birbiri üstünde dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları bitirdik. Kullara rızık olmak üzere.” (Kaf/)

Gökte rızkınız vardır.” (Zariyat/20)

Ancak alınmasına ve yararlanılma­sına müsaade edilen şeyler, helâl; müsaade edilmeyen­ler de haramdır. Fakat hepsi de rızıktır. (Beyhakî, a.g.e., s.  66; Kurtubî, a.g.e., 1/)

Allah’ın kullara verdiği rızık;

Allah’ın kullara verdiği rızık genel ve özel olmak üzere iki türlüdür.

1- Genel rızık: Varlıklarını devam ettirebilmeleri ve yaşayabilmeleri için bütün varlıklara ihtiyaç duydukları şeyleri vermesidir. Böylece rızkı onlara kolaylaştırır, bedenlerini bir düzene sokar ve büyük küçük her organa ihtiyaç duyduğu azığı ulaştırır. Allah’ın bu düzeni, iyi ve kötü, inanan ve inkâr eden her insan, cin, melek ve bütün canlılar için geçerlidir.

Rızık, mükellefler için bir başka açından da genel anlam taşır. Mükellefler ihtiyaç duydukları rızıkları helâl yoldan elde ederlerse, bunda bir günah yoktur. Ancak haram yoldan kazanırlarsa, günaha girer ve yaptıklarından hesaba çekilirler. Fakat her iki durumda da elde edilen şey, rızık olarak adlandırılır ve bu itibarla nimet sayılır. “Allah ona rızık verdi” denilince bu, mutlak rızık anlamındadır. Helal veya haram yoldan elde edilmiş olması fark etmez.

2 &#; Özel rızık: Bu, dünya ve âhirette yararı devam eden rızıktır. Hz. Peygamber’in kastettiği ve açıkladığı rızık işte budur. Bu rızık türü de iki çeşittir:

A &#; Kalplerin rızkı: Kalplerin rızkı, ilim, iman ve bunlara bağlı gerçeklerdir. Her kalp gerçeği bilmek ister ve buna son derece muhtaçtır. Bunun için yalnız Allah’ı ilâh olarak kabul eder ve sadece O’na ibadet eder. Böylece gönül zenginliğine kavuşur ve ihtiyaçları giderilir.

Kuşeyrî, bu tür rızık hakkında der ki: “Kalplerin rızkı işte budur: İlâhî ma­rifet ve bilgiler. Bu bilgiler, temiz ve kirli olmak üzere iki türlüdür. Temiz bil­giler, melekler vasıtasıyla kalplere giren bilgilerdir. Kirli bilgiler ise, şeytanlar vasıtasıyla kalbe giren bilgilerdir.

Yüce Allah zâhirî rızıkları dilediği kimselere az veya çok verir, sonra da bunu tamamen keserek, onları öldürür. İşte kalple­rin rızkı da aynen böyledir. Allah kimilerine öyle bol ilim verir ki, bu ilmin nuru yeryüzüne dağıtılacak olsa bütün yeryüzünü aydınlatır. Kimisine sadece kendisine yetecek kadar ilim verir, kimse onun ilminden yararlanamaz. Kimi­sine de hiç ilim vermez ve öylece yaşayıp ölür. Hayvanlarla arasında hiçbir fark olmaz.

B &#; Bedenlerin rızkı: Sahibine bir sorumluluk ve günah yüklemeyen he­lal rızıktır. Mü’minlerin Allah’tan istedikleri ve sadece kendilerine has olan rızık, bu iki rızık türünü de kapsar. Bu yüzden mü’min kul, kendisine rızık vermesi için Rabb’ine dua ettiğinde bu iki tür rızkı kastetmelidir. “Ey Allah’ım! Beni rızıklandır” dediğinde bunun anlamı şudur: “Ey Allah’ım! Kalbimi ilim, hidayet, marifet, bütün salih amelleri kapsayan iman ve güzel ahlâkla; bede­nimi de, zorluk, sıkıntı ve yorucu olmayan rahat helâl rızıkla rızıklandır.”

Bu ismi bilmenin faydaları;

1 – Bu isim bilinince kul rabbine dua etmeli ve O’na ibadet etmelidir. İbadet etmenin edeplerinden biri de, kulun istediği ve ihtiyaç duyduğu her şey için Rabb&#;ine yönelip O&#;na dua etmesidir. Hz. Musa (a.s.) Allah&#;tan, makamların en üstünü olan &#;Rabb&#;i görme&#;yi istemiş ve şöyle dua etmiştir:

&#;Rabb&#;im, bana kendini göster, sana bakayım&#; dedi&#; (A’raf/)

Bir başka zaman acıktığında Rabb&#;inden ekmek istemiş ve şöyle dua etmiştir:

&#;Rabb&#;im, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.&#; (Kasas/24)

Böylece Musa (a.s.) hem en değerli ve en üstün olanı, hem de en basit olanı

Mevlâ&#;sından istemiş ve bu­nun için kendisine yalvarıp dua etmiştir. (Razi)

Kul, Allah&#;tan başkasından rızık beklememeli, bu konuda O&#;ndan başkasına dayanıp güvenmemelidir. Hâtim el-Esamm&#;dan şöyle bir olay nakledilir.

Bir adam Hâtim el-Esamm&#;a: &#;Nereden yiyorsun?&#; dedi. Hâtim: &#;O&#;nun hazinesinden.&#; Diye cevap verdi. Adam: &#;Sana gökten ekmek mi yağıyor?&#; dedi. Hâtim: &#;Eğer yeryüzü O&#;nun olmasaydı gökten yağdırırdı.&#; dedi. Adam: &#;Sizler sözleri hep tevil ediyorsunuz.&#; dedi. Hâtim: &#;Biliyorsun ki, gökten sadece sözler iner.&#; dedi. Adam: &#;Seninle mücadele edecek gücüm yok.&#; deyince Hâtim: &#;Çünkü bâtıl, hakka karşı duramaz.&#; dedi. (Gazali)

2 &#; Buna göre her Müslüman, Allah&#;tan başka rızık veren bir mutlak Rezzâk&#;ın olmadığını bilmelidir. Eğer başkası, geçinmesi için rızık veriyor görünse de gerçekte o, kendisine verileni vermektedir. O hâlde sen de Allah&#;ın sana rızık olarak verdiklerinden başkalarına ver ki, Allah sana daha fazlasını versin. Yüce Allah bu gerçeği bize şöyle bildirmektedir:

&#;Her neyi infak ederseniz, O (Allah), onun yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.&#; (Sebe’/39)

Bu yüzden azığından fazla gelen Zâhir rızkı elinde tutup saklama. Onu melekût âlemindeki hazinelerde saklamak üzere infak et ki, daha da artsın.

3 &#; Karnı tok olduğu hâlde sanki açlıktan kansız kalmış gibi açgözlü­lük eden ve daha fazlasını isteyen kimsenin durumu ne kötüdür. Oysa sen, muhtaç olduğun hâlde, aşırı düşkünlük göstererek rızık arama. Bil ki, düşkünlükle rızık araman sana takdir edilen rızkı kesinlikle arttırmaz. Sana ancak takdir edilen rızık ulaşır, fazlası değil. O hâlde kendini küçük düşürerek rızık aramaktan vazgeç, onurunu ve izzet nefsini koru. Hz. Peygamber şöyle bu­yurmaktadır:

&#;Ruhulkudüs kalbime ilham etti ki, hiçbir nefis, rızkını tamamlamadıkça ölmeyecek. O hâlde Allah&#;tan korkun ve güzellikle isteyin. Helâl olanı alın, haram olanı bırakın.&#; (Elbani)

Eğer bu tavsiye ve emirlere uyarsan, her yönden Rezzâk olana bağlanmış olur, verdiği rızıklardan hem sen tam faydalanırsın hem de ve başkaları senden faydalanır. Senin onlara yapacağın hayırlar eksilmez. Bu sayede senin Zâhir ve bâtın (açık ve gizli) rızkın da kat kat artar. Güç ve kudret sahibi padişahın katında doğruluk makamına oturursun. (Kurtubi) (İbn. Kesir-Kurtubi-Beyhaki- es Sadi- İbn. Kayyım el Cevziyye/)

*********************************************************************

ER REZZAK Ramazan

&#;Yüce Allah rızk sahibi olan kimselere ilahi bir sorumluluk yüklemektedir. O da¸ sahip olunan rızkı başkalarına infak etmektir. Çünkü infak¸ sahip olunan nimeti¸ ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Bu paylaşmayı ancak şükür ehli yerine getirebilir.&#;

Arapçada rızk&#; sözcüğü; &#;haz&#; ve &#;nasip&#; anlamında isim olup¸ nasip etmek¸ rızıklandırmak manasına gelir. Bir başka açıdan rızkı Cenabı Allah&#;ın &#;canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği şey&#; diye tarif edilir. Şu halde rızk bir kimsenin ister özel mülkü olsun ya da olmasın; yenilen¸ içilen ve diğer şekillerde faydalanılan mallara dendiği gibi,  her biri bir inci mesabesinde olan evlatlarımıza, saliha eşimize, helal kazanç kaynaklarımıza,  ilim ve bilgilerimize de denir. 

Buradan hareketle söylemek gerekirse rızk; Dünya ve ahretteki bağış, kısmet/pay manasına geldiği gibi, mideye ulaşan ve onunla beslenilen gıda manasına da gelmektedir. Bütün bu anlamları kapsayacak şekilde Kur&#;an&#;ı Kerim&#;de şöyle buyrulur:

{{Ve enfiku min ma razaknâküm min kabli en ye’tiye ehadekümülmevtü feyekûle Rabbi lev lâ ahharteniy ila ecelin kariybin, feassaddeka ve ekün minessalihıyn. (Münafikun/10)}}

&#;Herhangi birinize ölüm gelip de; Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!&#;  demeden önce size rızk olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.&#;

Bu ayetten anladığımız kadarıyla¸ insana yarar sağlayan şey rızktır. Bu rızk yerine göre mal-servet, yerine göre ilim-irfan, yerine göre makam-mevki, yerine göre boş vakittir. Rızk sahibi olmak aynı zamanda varlıklı olmak anlamına gelir. Kur&#;an&#;da mü&#;minlerin niteliği anlatılırken:

…ve mimma rezaknahum yünfikun. (Bakara/3)

&#;Kendilerine rızk olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.&#;

RIZIK, İNFAK VE ŞÜKÜR İLİŞKİSİ

Rızk, infak ve şükür kavramları arasında doğrudan çok yakın bir ilişki vardır.

Yüce Allah rızk sahibi olan kimselere ilahi bir sorumluluk yüklemektedir. O da sahip olunan rızkı başkalarına infak etmektir. Çünkü infak sahip olunan nimeti ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Bu paylaşmayı ancak şükür ehli yerine getirebilir.  Şükür Allah&#;ın kullarına verdiği namütenahi nimetlerin bilinmesi infakla bu nimetlerin açığa vurulması neticede nimet verenin hatırlanıp bir an bile olsa gaflet etmeden O&#;nun akıldan çıkarılmamasıdır. Tek kelime ile şükür nimeti düşünmek ve nimeti vereni takdir etmektir.

{{Fezkürûniy ezkürküm veşkürûliy ve lâ tekfurun. (Bakara/)

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!}}

Eğer insan sahip olduğu nimetler karşısında Allah&#;a şükrederse, Allah da ona olan nimetini artırır.

{{Ve iz teezzene Rabbüküm lein şekertüm le eziydenneküm… (İbrahim/7)

  &#;Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım…}}

 

Mesela ilim bir rızktır. Eğer ilmimizi Allah rızası için başkalarına anlatarak paylaşırsak ilmimiz artacaktır. Mal-servet bir rızktır. Eğer malımızı ve servetimizi üzerinde hakkı olan muhtaçlarla paylaşırsak malımız ve servetimiz artacaktır. Boş vakit bir rızktır. Eğer boş vaktimizi yararlı işlerle değerlendirirsek vaktimiz bereketlenecek ve artacaktır.

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Şayet bugün hayatımızın her alanından bereket ortadan kalkmışsa bunun nedenini şükür ehli olmadığımızda aramamız gerekmektedir. Çünkü şükürsüzlük modern insanda manevî açlığı artırdığı için bir tür doyumsuzluk yaşanmaktadır.  Aç gözlülük almış yürümüştür. Hz. Peygamberden gelen bir rivayette:

&#;Açgözlülükten sakının. Önceki ümmetleri mahvetmiş; kan döktürmüş ve haramları çiğnetmiştir&#; (Müslim)

Diye bu tehlikeye işaret etmişlerdir.

Açgözlülük; hakkına razı olmayanların davranışıdır.

Açgözlülük; helal ve haram duyarlılığını hallaç pamuğu gibi savurmanın adıdır.

Açgözlülük; mutluluğu başkasının mutsuzluğu üzerine bina etmek isteyenlerin çirkin fiilidir.

Açgözlülük; insanı insanlık değerlerinden azat etmenin bir diğer adıdır.

Açgözlülük; mukaddesi olmayanların tavrıdır. Çünkü kutsalı olmayan kutsala tutunmayan bir insan yaşadığımız modern zamanlarda olduğu gibi her şeye sahip olmak uğruna bütün değerlerin ipliğini pazara çıkarır.

Yaşadığımız modern dünyada açgözlülüğü yaşam biçimi haline getiren küresel güçlerin özellikle İslâm coğrafyalarında ne büyük zulümler işlediklerini, ne çok ocaklar söndürdüklerini ve ne çok kan döktüklerini hep birlikte müşahede ediyoruz.

Kapitalizmin yaşam tarzı olan tüketim kültürü sadece yeme-içme alanıyla sınırlı kalmaz, &#;sahip olma&#; dürtüsüyle hareket ettiği için inançları bile tüketmektedir.  Açgözlülerin elinde din de bir meta haline dönüşür.

Tüketim kültürünün mayasında &#;açgözlülüğü&#; kışkırtmak vardır. Büyük alış-veriş merkezlerindeki insanlar üzerinde bir gözlem yapalım.  Mesela meyve-sebze reyonuna bir bakın. Gelen sebzeleri sıkıştırıyor, giden sebzeleri sıkıştırıyor. Tüketim mabetlerinde vecd hali yaşayan modern insanın açmazı bu.  Zira insanlar üretmeden ziyade tüketme peşinde koşuyorlar. Bitimsiz bir israf ekonomisi almış başını gidiyor.

Açgözlülük nihilist bir tavır olup, her şeyi mubah sayan, zevk odaklı yaşam biçiminin sarhoşluk halidir.  Açgözlülük, hız ve haz çağının motor gücüdür.  Muhammed Esed&#;in özgün ifadesiyle, bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır, ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştır.

Gönül gözü aç olan insanın dünya gözü asla doymaz.  Çare; önce insanların kafasındaki &#;açgözlülük&#; zihniyetini, kanaat ve alçakgönüllülük ahlakıyla değiştirmektir. Bu da ancak gönül eğitimi yöntemiyle olabilir.

RIZKIN ANAHTARI ALLAH KATINDADIR.

İslâm&#;da genel manada rızk iki kısma ayrılır:

1 – Mutlak rızık;

2 – Tayin edilmiş rızık.

Mutlak rızık; Herkesin yararlandığı ot, su, hava vb. gibi şeyler, tayin edilmiş rızık ise insanın arayıp bulduğu ve helalinden elde ettiği özel mülkiyetidir.

Tayin edilmiş rızık insan için ayrılmıştır. İnsan bu rızkını elde etmek için bir kesp çaba ve gayret içine girmelidir. Bu anlamda Yüce Allah her canlının rızkını tekeffül etmiştir.

Ve ma min dabbetin fiyl Ardı illâ alAllâhi rizkuha ve ya’lemu müstekarreha ve müstevdeaha* küllün fiy Kitabin mubiyn. (Hud/6)

&#;Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah&#;a âit olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz&#;da yazılı)dır.&#;

Yüce Allah&#;ın en güzel isimlerinden birisi er-Rezzâk&#;tır.  İşte &#;Rezzâk&#; Allah&#;ın bir sıfatı olarak tekrar tekrar rızık veren, onu sürekli artırıp çoğaltan demektir. Rezzâk vasfı Kur&#;an&#;da sadece bir âyette Allah hakkında kullanılmıştır:

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

&#;Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.&#;

Bu sebeple &#;er-Rezzâk&#; ismi sadece O&#;na izafe edilebilir. Allah&#;tan başkası adına kullanılamaz. Ama bu ismin/sıfatın başına abd/kul&#; sözcüğü eklenerek  &#;Abdürrezzâk/rızık verenin kulu&#; anlamında insana isim olarak verilebilir.

Nasıl ki Yüce Allah kullarının hayatlarını sürdürmeleri ve bedenlerinin maddî ihtiyaçlarını karşılamaları için onlara yiyecek ve içecek cinsinden sayısız rızk veriyorsa aynı şekilde kalp ve ruh dünyalarının açlığını gidermek için onlara ilim, zikir, iman ve marifet gibi manevî rızkılar da vermektedir. Nitekim şu âyette manevî rızka dikkatlerimiz çekilir:

Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy ve razekaniy minhu rizkan hasena* ve ma üriydü en ühalifeküm ila ma enhaküm anh* in üriydü illel ıslaha mesteta’tü, ve ma tevfiykıy illâ Billâhi, aleyhi tevekkeltü ve ileyhi üniyb. (Hud/88)

&#;Şu&#;ayb şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızk vermişse! Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah&#;ın yardımı iledir. Ben sadece ona tevekkül ettim ve sadece ona yöneliyorum.&#;

Burada rızk, Risâlet ve nübüvvet anlamına gelir.

SONUÇ

 İster maddî ve isterse manevî rızık olsun mutlak anlamda rızkın yaratıcısı ve fâili er-Rezzâk olan Yüce Allah&#;tır. Müslümanların Allah&#;ın varlığına ve birliğine inandıkları gibi O&#;nun er-Rezzâk olduğuna da inanmaları gerekir.

… vAllâhu hayrurrazikıyn. (Cuma/10)

&#;Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Geçmişte ve günümüzde Müslümanlar iş yerlerinin en mütenahi yerine hüsnü hat örnekleriyle &#;er-Rızku Alellah&#;, &#;el-Kâsibu Habibullah&#; levhalarını asmışlardır. Eğer bu metinlerdeki mesaja,  lisanî ve fiilî imanları varsa, bunu asmakta ve bu ilkelere göre yaşamakta haklıdırlar. Çünkü İslâm&#;ın Aziz Kitabında şöyle buyrulur:

Ve yerzukhu min haysü lâ yahtesib* ve men yetevekkel ‘alAllâhi feHUve hasbüh.. (Tâlâk/3)

… ve men yettekıllhe yec’al lehu min emriHİ yüsra.. (Tâlâk/4)

&#;Kim Allah&#;tan korkarsa, (ittika) Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir.&#;

Bu âyet ne kadar muhteşem mesajlar vermektedir değil mi? Rızkın bereket kapılarının açılması, takvaya dayalı bir dindarlıkla bütünleştirilmiştir.

İşte bugün bizi İslâm yolunda çalışmaktan alıkoyan iki endişe kaynağı vardır. Bunlardan birisi rızk korkusu, bir diğeri de el ne der anlayışıdır. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki dillerimiz  &#;er-Rızku Alallah/Rızık Allah&#;tandır&#; inancını dile getirirken¸ fiiliyatımız &#;er-Rızku Alelıbâd/Rızık kullardandır&#; anlayışını yaşatmaktadır.

İyi bir Müslüman İslâm&#;ı yaşama noktasındaki hassasiyetinin ölçüsü &#;eğer ben bunu böyle yaşarsan Allah ne der?&#; endişesi yerine &#;falan ne der, filan ne der?&#; endişesi taşırsa yeniden bir iman tazelemeye ihtiyacımız var demektir. Müslümanın hayatında böyle bir ikilem olamaz. Eğer olursa şu âyette anlatılan kimselerin durumu gibi olur:

Kul men yerzukuküm mines Semavati vel Ard* kulillâhu ve inna ev iyyaküm leâla hüden ev fiy dalâlin mubiyn. (Sebe/24)

“De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.” (Prof, Dr. Ramazan ALTINTAŞ yazısından derleme)

**********************************************************************

ER REZZAK- HAYRU’R-RAZİKÎN

Rızk; “Kendisinden yararlanılan şey, yahut canlıların varlıkta kalması ve gelişmesi için Allah’ın canlıya sevk ettiği şey” Demektir. Rızk verene Râzık denilir. Rezzak bunun mübalağa ve tekerrür ifade eden fa’al şeklidir. Allah’ın sıfatı olarak; Rızkı çok ve tekrar suretiyle veren, rızka kefil olan ve her bir canlıyı yaşatacak zaruri gıdayı deruhte eden diye tanımlanır.

Rezzak; rızkı yaratan onu veren veya sebeplere bağlayandır. Herhangi bir mahluka rızkın ulaşmasına vesile olan insana râzık denilebilirse de Rezzak Allah’tan başkası için kullanılmaz.

Er Ragıp el Isfahani’nin tespitine göre rızk maddesi Kur’an da şu 3 anlamda varid olup Rezzak vasfı hepsine de şamildir.1 – Dünyevi veya uhrevi olan devamlı bağış,

2 – Nasip,

3 – Gıda.

Rızk Kur’an da nispeten çok kullanılan maddelerdendir. Fiil şekilleri sadece sülasi mücerredendir. Bu fiilin faili her zaman –sarih veya takdiri olarak- Allah’tır. Rızıklandırdık, rızıklandırdı, rızıklandırır, rızıklandır, bizi rızıklandırdı. Vb. Bu fiilin insanlara hiç izafe edilmeyişinden anlaşılıyor ki Kur’an a göre rızık; ya doğrudan doğruya veya sebeplendirme yoluyla Cenab-ı Allah’a aittir. İnsanlara verilen rızkı konu eden şeyler ise değişiktir. Ehlî hayvanlar, (Hac/), Nebati ürünler (İbrahim/37) gerek insanların gerek büyün canlıların gıdaları (Ankebut/60), cennetliklere verilecek rızıklar (Nisa/40)(Bakara/25), Yağmur (Zariyat/22)(Mü’min/13) gibi.

En çok rastlanan durum rızkın konusunun tayin olunmayıp mübhem ve genel bırakılmasıdır. Bu ise rızıklandırmanın şümulünü genişletmektedir. Mesela;

Kendilerini rızıklandırdığımız şeyleri gerekli yerlere harcarlar.” (Bakara/3), (Kasas/54) vb. umumi ifadesi rızkın içine bir çok şeyi dahil eder. Aynî mal, nakit para, gıda olacak şey, hatta bedeni kuvvetle yardım, bilgisiyle yardımcı olmak gibi.

Rızık Manevi nimet içinde kullanılır. Gelecek örnekte bu açıkça görülmektedir. Hz. Şu’ayb kendisini yalanlayan kavmine karşı;

“Ey kavmim, söyleyin bakalım. Eğer ben rabbimden bir delile sahipsem ve bana katından güzel bir rızık verilmişse ne yapmalıyım? Size yasak kıldığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiğince ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır. (Hud/88) Burada rızık nübüvvet anlamına gelir.

Bu kökten kullanılan tek isim şekli rızk, mücerred (er Rızk-rızk) veya zamire muzaf olarak (rızkınız-rızıkları vb.) çokça zikrolunur. Yenip içilen şeyler (Bakara/60), eti yenen hayvanlar(Yunus/59), Yağmur (Casiye/5) (Zariyat/22), yerden ve gökten gelen yaşama vesileleri. (Nahl/73)(Şûra/12), uhrevi fazl ve nimet (Hac/58), teşekkür (Vakıa/82), Nübüvvet ve hidayet (Hud/88), her canlının hayatının kendisiyle kaim olduğu gıda (Hud/6), servet, mal ve mülk (Nahl/73) anlamlarını ihtiva eder.

Rızık fiiline muhatap olanla ise görüldüğü gibi çeşitli hayat tabakalarından bütün canlılar, bütün insanlar, şehidler (A. İmran/69) ve cennet ehlidir. Kaydetmek gerekir ki takdir ettiği yaşama süresince her canlının rızkını tekeffül eden Allah bu rızkı istediği kimse hakkında genişletir veya daraltır. (Zümer/52)(Sebe/39) vb. Ve bunun israfla heder edilmesine razı olmaz.

“Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O dilediği bir ölçüye göre indirir. Gerçekten O kullarını pekiyi bilen, görendir.” (Şûra/27)

Bütün rızıkların sahibi ve yaratıcısı olan Allah elbette batıl tanrılar gibi rızka muhtaç değildir. ((Zümer/58)

Hayru’r-râzıkîn;

Allah’ın rızık veren olduğunu bildiren birinci vasıf Hayru’r-râzıkîn ilkin Sebe/39 ayetinde varid olur. Rızık verenlerin en hayırlısı demektir. Bütün Kur’an da 5 ayette Allah’ı tasvir eder. Hem Mekki (Sebe/39) (Mü’minun/72), hem Medeni ayetlerde varid olur. (Maide/)(Hac/58)(Cuma/11)

Allah vereceği rızık hususunda tam kudret sahibi olduğundan, rızkı da tükenmek bilmediğinden, rızkının kesilme endişesi olmadığından başa kakmak, karşılığında bir şey beklemek gibi taraflar düşünülemeyeceğinden v.b. elbette O’nun rezzakiyeti bu niteliklerin zıddı ile mevsuf olabilecek mahlûkların, mevhum veya zahiri rızık verenlerin çok üstünde olacaktır. (Prof. Dr. Suad Yıldırım- Kur’an da ulûhiyet/)

*****************************************************************

ER REZZAK Hüseyin Akil

Er Rezzak; Yüce Allah’ın esma-i Hüsnasından bir isimdir ve O’nun sıfatlarından bir sıfatıdır. Bunun böyle olduğunu şu ayeti kerime bize bildirmektedir;

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

Şüphesiz Allah, rızkı veren sarsılmaz kuvvet sahibi O’dur.

Lisanü’l-Arab adlı eserde bu kelime hakkında şu bilgilere yer veriliyor. Er Rezzak; rızıkları yaratan demektir. Çünkü yaratmış olduğu varlıklara rızıklarını veren ve o rızkı onlara ulaştıran O’dur. Rızıklar iki türlüdür;

1 – Açık ve ortadadır. Bu bedenler için gerekli olan rızıktır. Nitekim yiyecek ve içecekler bu türden olan rızıklardır.

2 – Batınîdir, gizlidir, görülmez. Bu da kalplere, nefislerle ilgili olan rızıktır. İlimler, bilgiler bu neviden olan rızkı oluştururlar. Rızık kendisinden yararlanılan ve faydalanılan şeydir Bu da Allah’ın verdiği şeylerdir.

Beyhaki diyor ki; Er Rezzak; her şeyin üzerinde kaim ve egemen olan, böyle olması hasebiyle de her şeyin rızkını ve mubah olsun, haram olsun insanların yararlanacakları şeyleri onlara sağlayan, bu konuda garanti verendir.

Er Rezzak; Kendisine has iki vasfı olan demektir. Bunlardan birincisi rızkı yaratmasıdır. İkincisi buna ihtiyaç duyanlara yarattığı rızkı ulaştırmasıdır. Çünkü o, rızkı sebebiyle kendilerine rızık vermesini murat ettiklerine hayat garantisi verir. Zira kendisi, zatı sebebiyle kaynaklarının tümünün dönüp kendisine dayandığını taahhüt ettiği, çoğaldığı yegâne yaratıcıdır. Bütün rızıkların tek kaynağıdır.

Kimileri bu cümlenin ne manaya geldiğini sormaktadır. Bunlara şöyle cevap verilir;

Er Rezzak; bizatihi kendisi rızkın kaynağıdır. Ancak rızkın kendisi göklerde ve yerdeki kaynakları, çıkış yerleri sebebiyle taahhüt eder, çoğalır. Aslında temel Allah’a dayanır. Çünkü Rezzak olan Allah gökler ve yer olmadan önce de vardı ve onların hepsini sebkat etmiştir. Gökler ile yer, rızıklar için temel kaynaklardır. Çünkü gökler ve yer olmasaydı ne biz, ne kâinat ve ne de sırtlarında ya da üzerlerinde rızıklandırdığımız şeyler olmaz, hiçbir şey ve hiç birimiz yaratılmazdık.

Bu bakımdan er Rezzak ismi rızık için kaynaklar yaratan kaynağın kendisidir. Çünkü gökleri ve yeri yaratmış ve bu ikisi için de rızıkta yaratmıştır. Sonra da onlardan rızka bağlı olarak insanı yaratmıştır. Böylece insanın da öteki yaratılmışlar gibi rızkıyla yaşayıp hayat sürsün, Rezzak olan Allah’ın ona verdiği nasiple hayatını devam ettirsin, böylece çeşitli müteaddit ve değişken ihtiyaçlarını karşılayarak devam etsin istemiştir. Sonrasında da ahiret hayatında dünyada yaptıklarının karşılığını ya sevap olarak görüp mükâfatlandırsın veya kötü amellerine karşılık cezalandırılmış olsun. Böylece ya güzel davranışlarının ve fiillerinin sonunda cennet ehlinden ya da kötü fiil ve davranışlarının sonunda ateş ehlinden olsun.

Er Rezzak ismi; razeke-yerzuku-rızkan kipinden ism-i faildir. Rızk kelimesi de aynı kökten gelen mastardır. Rızık ta sadece bir kaynaktan gelir, onun da kaynağı er Rezzak olan Allah’tır. Çünkü O Rezzak olmamış olsaydı o takdirde varlık aleminde ve irapta rızka da yer olmazdı. Bu itibarla rızık sadece Rezzak-ı A’zam olan Allah’tan yardım ister, O’ndan medet umar, O’nun Rezzak-ı A’zam olabilmesi için de mutlaka Hallâk-ı A’zam (en büyük yaratıcı) olması gerekir. İşte bütün bu güzel sıfatlar sadece Yüce Allah içindir ve yalnızca O’na hastırlar. Buna göre Rezzak bir tek iken, rızıkların kaynakları taaddüt eder.

Bazı kimseler kendisi sayesinde rızıkların taaddüt ettiği ve Rezzak’ın ise bir ve tek olduğu keyfiyetini bunun nasıl olabileceğini sormaktadırlar. Onlara verilecek cevap şudur;

Eğer ortada bir Rezzak olmasaydı o takdirde rızkın bir kaynağı olamazdı. Buna bağlı olarak ta eğer ortada her şeyi yaratan olmasaydı o zaman bizler de yaratılmazdık. Eğer ortada bir Musavvir (şekil ve suret veren) olmasaydı o zaman bizlerde şekillendirilemezdik. İşte bunun gibi eğer Rahman olmasaydı o takdirde kendisinden gelen rızıklara merhamet olunmazdık. Çünkü Rezzak olan Allah rızıkların kaynağıdır. İşte bizler de buna göre ellerimizdeki olanaklara göre öncelikli olarak aşağıda görülen hususlara uygun olarak rızıkların kaynaklarını tertip ederiz. Şöyleki;

Birincisi; “el Mastaru’l-Halik” yani yaratıcı kaynak; İşte bu ilk ve son Rezzak olandır ki bu da sadece Yüce Allah’tır. Çünkü O Evvel’dir, O’ndan önce gelen bir ilk yoktur. Zaten Yüce Allah’ın şu kavli de bunu göstermektedir.

Allâhulleziy halekaküm sümme razekaküm sümme yümiytüküm sümme yuhyiyküm… (Rum/40)

“Allah O’dur ki sizi yarattı, sonra da size rızık verdi. Sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir.”

İkincisi “el Mastaru’l-Mahlûk” O rızkın kaynağı olup rızıkların da kaynakları ondan taaddüt eder. Örneğin gökler, yer; halk için yaratılmış olan şeylerin tümü rızık kaynağıdırlar. Zira yüce Allah’ın şu ayeti de bu gerçeği vurgulamaktadır;

Bediy’üs Semâvâti vel Ard.. (Bakara/)

“O göklerin ve yerin örneksiz yaratıcısıdır.”

Üçüncüsü; ”el Mastaru’llezi Yuhlak” Yaratılan kaynak. Bu da yüce Allah’ın yaratmış olduğu rızıklardan yardım alarak, onlardan faydalanarak elde olunan rızıklar demektir. Çünkü ilim sayesinde eşya keşfedilir, bu sayede onlar hakkında bilgi edinilir. Buna bağlı olarak izafetle Rezzak vasfını alan kul rızık ortaya koyar ve bu sayede hayatını güzelleştirir, değişik ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılar.

Bunun içindir ki insan yeryüzünde araştırmalara girişti. Nitekim bunun sonucu olarak ta demiri, bakırı, altını, gümüşü vs. keşfetti. Yollar açarak hizmete sundu. Daha sonra kendisinden yaratılmış olduğu ve üzerinde rızıklandırıldığı yerden başını yukarılara, semaya kaldırdı. Gök ile yer arasında ki mesafeyi dürmeyi düşünmeye başladı. Nihayet bunun sonunda yer çekimi kanununu keşfetti. Ki bu sayede uzay savaşları mümkün hale geldi. Daha sonra da iki elinin yapageldiği imkân ile bunların durumları ve hayatı geliştirdi. Hala da eliyle olsun, aklıyla olsun aynı şekilde değişik bilim dallarında gelişmeleri devam ettirmektedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

Velev besetAllâhur rizka li ıbadiHİ le beğav fiyl Ardı ve lâkin yünezzilu Bi kaderin ma yeşa’* inneHU Bi ıbadiHİ Habiyrun Basıyr. (Şûra/27)

“Bununla beraber Allah kullarına bol bol rızık seriverseydi, yeryüzünde azıp taşkınlık ederlerdi. Fakat dilediği kadar ölçü ile indiriyor. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır, onları görendir.”

Eğer Allah rızkı yaysaydı, önlerine seriverseydi haksız yere azıp sapanların sayısı artardı. Kesinlikle yeryüzünde fesat ve bozgunculuk, kötülük yayılırdı. Netice olarak ta saçıp savuranların ve nimetin değerini takdir etmeyenlerin, Allah’ın faziletlerini ve ihsanını görmezden gelen isyankârların sayıları artardı.

Eğer rızık bakımından eşit olsalardı o zaman da çeşitlilik olmazdı, fa4rklılık ortadan kalkardı. Bundan böyle hiç kimse bir başkasına itaat etmez, hayatta keşmekeşlik baş gösterirdi. Halk arasında isyanlar çıkar ve kesinlikle hepsi de birbirleriyle kavgaya, savaşa tutuşurlardı. Hatta herkes kendi yanındaki değerlerle ötekilerine karşı üstünlük yarışına girerler, anlaşmazlık doğar ve bunun sonunda da hiç biri kendileri için yeryüzünde murat olunan halifelik gerçekleşemezdi.

Bunun içindir ki Er Rezzak olan Allah kendi dilemesi ve meişeti gereği rızık indiriyor Bununla kimini zengin kılarken kimisini de fakir kalmasını diliyor. Çünkü Rezzak olan Allah rızkı zaman içerisinde duruma göre indiriyor. Kullarından da bu rızıktan dilediklerine dilediği kadarını veriyor. Çünkü Allah kullarını bizden çok daha iyi bilmektedir. Eğer kimilerine fazla vermiş olsa verilen rızka karşı nankörlük edeceğini biliyor, bu nedenle de onun rızkını kısıyor. Kimine de verdiği takdir o kimsenin de verilen o rızkı ve imkânları hayır yollarına kullanacağını bilir ve onlara o şekilde verir.

Kulun konumu; Kul Allah tarafından akıllı bir varlık olarak yaratılmıştır. Böylece geniş ve bol miktarda rızık veren zatın varlığının kendi varlığından önce olduğunu, O’nun ezeli ve ebedi olduğunu kavramış olur. İnsanın Allah tarafından kendisine ihsan buyurduğu nimetleri ve rızkı kazanabilmesi de çalışmasına bağlıdır. Aksi takdirde çalışmadan bir şey elde olunamaz. O halde çalışmalı ve araştırma yapmalı ki rızkının kaynaklarını keşfedebilsin. Böylece o kaynaklardan rızkını elde etmiş olsun. Bu kaynaklar da ya yeryüzü ve gökler gibi temel olan iki kaynak olabilir veya bu iki kaynaktan yararlanılması suretiyle ikinci derece olan kaynaklardan elde etme gayreti olabilir.

Nitekim bitkiler, sular, kâinat ve cansız olan ve yerin üzerinde elde edilen ikinci derecede ki kaynaklardır. Yahut ta yer altında bulunan veya gök ile yer arasında olan kaynaklardan elde edilen rızıklardır. Bu bakımdan kul rabbinin kendisine ihsan ettiği rızık sebebiyle O’nun emir ve yasaklarına bağlı kalsın ve böylece rabbinin azabından sakınmış olsun, güzel öğütlerden de payına düşeni alsın.

Verilen rızıklar korunmalıdır. Onların genetik yapısıyla oynanmamalıdır. Gerektiğinde onların sadakasını, zekâtını vermeli ve kendisine rızık ihsan olunana dek te çalışmalıdır. Çünkü bunun gerisinde başkaları da bundan yararlanırlar.

Yine kulun konumu; Esasen rızık Allah tarafından ihsan olunan bir lütuftur. Onun varlığı, yaratılmışlardan öncedir. Bu nedenle insan rızkın Allah’ın bir lütfu ve nimeti olduğunu bilsin O nimetler oldukça boldur ama mutlaka güçlü olanlar tarafından çalışılarak elde edilmesi gerekir. Eğer çalışırlarsa o takdirde ihtiyaçlarını karşılayacak çok şeyler bulacaklardır ve çoğalmakla da bu giderek artacaktır.

Rızık aslında kayda bağlı olmayan genel ve mücmel olan mutlak bir şeydir. Burada yer alan “rızık” lafzından murat Allah’ın yaratmış olduğu kulları için mübah kıldığı şeylerdir. Ya da onlardan birine mülk olarak temlik ettiği şeydir. Zaten rızık ismini almakla mukayyet olunmuştur, kayıt altına alınmıştır. Nitekim yüce rabbimizin;

… ve mimma rezaknahum yünfikun. (Bakara/3)

Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da dağıtırlar.”

Ayeti bu gerçeği dile getirmektedir. Çünkü infak/harcama tayyibat denilen tertemiz şeylerden yapılır. Bu itibarla Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiğinden hayır ve iyilik yollarına harcama yapanlar şu ayette de dile getirilmiştir.

Ve enfiku min ma razaknâküm min kabli en ye’tiye ehadekümülmevtü feyekûle Rabbi lev lâ ahharteniy ila ecelin kariybin, feassaddeka ve ekün minessalihıyn. (Münafikun/10)

“Her birinize ölüm gelipte; “Rabbim beni kısa bir süre için tehir etsen de sadaka versem ve iyilerden olsam” demesinden önce size verdiğimiz rızıklardan (Allah) için harcayın.”

Öte taraftan ayrıca rızık bir yönüyle mukayyet olmayıp yani kayda bağlı olmayıp mutlaktır. Çünkü rızık dendiği zaman bu ifadenin içerisinde her türlü sahip olunan, mal bunun içinde yer aldığı gibi en güzel kelime-i Tayyibe de bu yönüyle rızık kapsamına girer. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

… ve men razaknahu minna rizkan hasenen fehuve yünfiku minhu sirran ve cehra… (Nahl/75)

“Tarafımızdan güzel bir rızık verdiğimiz, ondan gizli açık olarak harcayan hür bir insan.”

Kimi zamanda rızık denildiğinde ortada bir mübahlık ve temlik söz konusu olmaksızın bununla hayvanların yararlandığı şeyler de kast olunmaktadır.

Mademki yüce Allah hem Vehhab ve hem Rezzak’tır, o halde nasıl ki varlıkları yaratmış ise yarattıklarının rızkını da garanti etmiştir. Her ne kadar rızkımız Rezzak olan Allah tarafından garanti edilmiş ise de ancak insana düşen görevde vardır O da rızkını elde etmesi için sebeplere sarılmalıdır. Allah’a tevekkül de azimli ve gayretli olmalıdır. Kim kendini, nefsini buna alıştırırsa kalbi kuvvet kazanır. İçinde bir korkaklık olmaz, böyle bir yanlışa düşmez. Allah’ın izni ile imanı kuvvet kazanır. Nefsi ebedi olarak huzura kavuşur. Aziz ve Celil olan Allah’a olan güveni artar.

Gerçi tevekkül dendiğinde bu, bir yönüyle kanaatkâr olma anlamındadır. Bir başka yönüyle de rızıkta verilen garanti bakımından vefakâr olmadır. Çünkü varlıkları yaratan Allah, onların rızıklarını da garanti etmiştir.

Ancak bunu şöyle anlamalıdır. Kendi zan ve hesaplarına göre olmayan bir takım şaşkınlık uyandıracak derecede kendilerine verilen rızık, rızıklandıranlara vaad olunan bir vergi anlamında gelecek demek değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun &#; FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun. (Zariyat/)

“Gökte de rızkınız ve size vaad olunduğunuz şeyler var, işte o göğün ve yerin rabbine and olsun ki, o şüphesiz gerçektir, tıpkı sizin konuşmanız gibi.”

Sizin gökte de aramanız gereken rızkınız vardır. Kaldı ki size vaad olunan şeylerin takdiri değişik yönlerden ve yerlerden olabilir. Bütün bunlar sizin rızkınızın sebepleridir. Zaten bir başkasının da elinde değildir.

Ancak bunların gökte olmalarına gelince, bu sebeplerden kasıt ya yağmurun yağması sonucu kendisiyle yaratılanların hayat ve can bulduğu su iledir. Ya da ilim, hidayet, doğru yolu bulmak ve çocuk sahibi olmak türünden olan rızık yoluyladır. Çünkü saydığımız bütün bu şeyler semadan gelen rızık çeşitleridir.

Eğer söz konusu takdir olunan rızıklar bulutların taşıması yoluyla gelen yağmur sayesinde olacaksa, bu durumda sizin onlar üzerinde her hangi bir gücünüz ve egemenliğiniz yoktur. Onları siz kumanda edemezsiniz.

Eğer rızkınız il ilgili hususlar yarattıklarını dilediği gibi sulayan, suya kavuşturan Rezzak’ın elindeyse ve eğer başka şeylerden olan türlerden ise, zaten onlar hakkında ilahi takdir önceden sonuca bağlanmıştır. Her yaratılmışın rızkı ve eceli zaten çok önceden takdir edilmiştir.

İşte bu bakımdan gerçek düşünen akıl sahipleri, yüce Allah’tan rızık istemezler. Onlar yüce Allah’tan sadece bu rızkın kolay bir şekilde elde edilmesini ve kazanılmasını, bir de elde olunan bu rızkın bereketli ve hayırlı bir rızık olmasını ister ve temenni eder. Çünkü onlar bilirler ki; “Allah’ın, her yaratılanın ecelini önceden yazıp takdir buyurduğu gibi her yaratılanın rızkını da takdir buyurmuştur. İşte rızık konusunda kanaat etmek demenin manası budur. Kaldı ki bütün bunlarla beraber insana düşen görev, sebepleri değil aksine sebeplerin müsebbibini ve müsebbebini, o sebepleri yaratanın var ettiği yolları denemesi, onları beklemesi gerekir. Gereğini yaptıktan sonra da tevekkül etmesi icap eder. Tevekkülü terk etmesi doğru değildir. Çünkü bütün gayreti rızkı elde etmek için ortaya koymak gerçekten büyük bir zaafın ve eksikliğin neticesidir.

Yüce Allah’ın koymuş olduğu sünnetin, yolun mecralarına, O’nun gösterdiği çizgide hareket etmeye dikkat edip bakarsa şunu da bilmiş olacaktır. “esasen rızık, sebeplerin takdir edilmesine göre değildir. Bu bakımdan eğer böyle olsaydı o takdirde biz her zaman ahmak olan kimsenin rızıklandığını, daha çok rızık elde ettiğini ve aklı olanın, kafası çalışanın da yoksul kalacağını görürdük. İşte bu bakımdan Rezzak olan Allah, rızkı bizzat kendi zatına bıraktı. Takdiri bizzat kendisi yapıp bunu elde etmenin yolunu gösterdi. Çünkü eğer her akıl sahibi olan, kafasını çalıştıran bir kimsenin rızık sahibi olması ve her ahmak olanın da yoksun bırakılması gibi bir durum söz konusu olsaydı, o zaman insanın aklı sayesinde rızık sahibi olduğu sanılır, yanlış bir inanca sapılırdı. İşte böyle olmadığını görmeleri sebebiyle anlayıp öğrendiler ki Rezzak olan Allah bütün o şeyleri değiştiren ve düzene koyan yeg3ane varlıktır. Bu nedenle rızık için görünürde ki zahiri sebeplere güvenmemek gerekir. Nitekim Ebu Temmam şöyle diyor;

Eğer rızıklar akıl ve zekâya bağlı olsaydı o takdirde,

Helâk olurlardı zekâ ve akıl yoksunu bütün hayvanlar.

Rızık, Rezzak olan Allah tarafından işin manevi yönü olmaksızın sadece işin maddi yönleriyle yetinilen bir şey değildir. Mutlaka rızkın zorunlu olarak direkt ya da doğrudan bir rızık olması da söz konusu değildir. Çünkü korumak ve lütfetmekten tutun da inam etmek, ihsanda bulunmak ve daha nice şeyler gibi ikramlarda bulunmak ta Rezzak olan Allah’ın ihsanından ve rızkından dolayıdır. Çünkü Rezzak olan Allah şuhudu ile onu helak olmaktan korur.

Çünkü kulun intikal ettiği her durum kesin olarak yüce Allah’ın ihsanı sebebiyledir. Zaten bu da rızkın en üst mertebesidir. Çünkü o rızkı, o şekilde nakleden bizzat yüce Allah’tır. Nitekim in’am ın ihsan adını alması bundan ötürüdür. O sana sadece seni bildiğinden dolayı in’am da bulunur. Çünkü ilmi rü’yetin/görmesini ta kendisi olan zat sürekli olarak ihsanda bulunur. Zira O, seni devamlı görmekte ve seni her zaman bilmektedir.

Kaldı ki ihsan açısından rızık sadece yiyecek, içecek, mal, eşya ile sınırlanmış değildir. Çünkü bunlar dünya hayatının ziyneti ve süsüdürler. Beşer de yaratılışta bunları seven biri olarak yaratılmıştır. Bu itibarla insanların çoğu rızkı sadece bunlara hasretmezler. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır.

Züyyine linNasi hubbüş şehevati minen Nisai vel beniyne vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en’ami vel hars* zâlike metaul hayatid dünya* vAllâhü ‘ındehu husnül meâb. (A. İmran/14)

İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah akıbet güzelliği, O’nun yanındadır.

Bu bakımdan insanlar, özellikle kadın, çocuk, çokça altın ve gümüş sahibi olmada, cins atlara, deve, sığır ve koyunlardan oluşan hayvanlara sahip olma konularında bu şehevi duygu ve isteklerin sevgisi üzerinde yaratılmış olan bir varlıktır. Nitekim bu sevgiye ziraat ta dahildir. Fakat bütün bunlar sadece geçici olan fani dünyanın metaıdır, eşyasıdır. Çünkü bunlar yüce Allah’ın kullarına ihsan etmiş olduğu rızıklarla karşılaştırıp kıyaslanınca bir hiç olmadıkları görülecektir. Zira Allah kullarına nam, ihsan ve ikramda bulunduğu o kadar nimetler ve rızıklar var ki insanlar bunların farkından olmadıkları gibi o nimetin idrakinde bile değillerdir. O gördükleri şeylerin rızıktan sadece birazcık bir şey olduğunu bile bilmezler.

Bu itibarla bütün bunlar Allah katında olanlar ile asla kıyaslanamazlar. Çünkü Allah katında var olan rızıkları ve ikramı kulları için ahiret hayatına ertelemiştir. Bu nedenle insanların bütün çabalarını ve güçlerini bu geçici dünya hayatına harcamaları gerekmez. Çünkü dünya hayatının bu geçici olan şeyleri için gayret sarf etmeleri onları ahirette ki asıl rızıklardan alıkoymaktadır. Oysa ki ahirette ki rızıklar dünya hayatında ki altın ve gümüşten daha değerli ve daha hayırlıdır. Örneğin sıhhat ve afiyet Rezzak olan rabbimizin gökten indirdiği (Yağdırdığı) şu su gibi şeylerin tamamını insanlar, ağaçlar ve hayvanlar için rızık olsun diye indirmiştir.

Rezzak olan Allah’ın bir kısım kullarına bahşeyleyip bir kısmına ise bahşeylemediği rızık çeşitlerine gelince, bu türden olan rızıklara aslında sadece basiret ehli olanlar iltifat ederler. Bu konuda sadece akıl sahibi olanlar uyanık olurlar. Bunların değerini de ancak olgun bir akla, doğru bir anlayışa sahip olabilenler bilirler.

Dikkat edin ve aklınızı başınıza devşirin, İşte o nimet ve rızık sabırdır Çünkü yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır.

Ve ma yülekkaha illelleziyne saberu* ve ma yülekkaha illâ zü hazzın azıym. (Fussilet/35)

“O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşurlar ve o rütbeye ancak (fazilette) büyük pay sahibi olan kavuşturulur.”

Bize sabrı da bir rızık olarak ihsan eden Rezzak olan Allah, verdiği rızık arasında buna ayrı bir yer vermiştir. Özel bir tür rızık olarak tahsis buyurmuştur. Bunun önemi Allah katında diğer rızık nevilerinden çok daha farklıdır, değer yönünden öteki rızıklarla asla kıyaslanamaz. Bu meziyet ve karaktere kavuşacak olanlar, ancak kendilerinde sabır özelliği yaratılmış olanlardır. Çünkü bunlar hatır hasletlerinden en büyük rızık payını alacak olan kimselerdir. Kemal derecesinde bir nefse ve ruha sahip olanlardır. Bütün bunlar bir yana ayrıca yüce Allah bu özellikte olanlara bunların dünyada çektiklerine karşılık sabretmelerinden ötürü ahirette çok büyük ecir tahsis etmiştir. Çünkü rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

… innema yüveffessabirune ecrehüm Biğayri hisab. (Zümer/10)

“Ancak sabredenler mükâfatlarına hesapsız erdirilir.”

Sabredenler, öteki insanların hesaba çekileceği gibi ağır bir hesaba çekilmeyeceklerdir. Bundan anlaşılan husus şudur; “Sabır; nefsin pek katlanmak istemediği, çok ağır geldiği bir şeydir.” Çünkü burada nefis sabreden kimse tarafından sabretsin diye sabretmeye zorlanmakta ve icbar edilmektedir. Zira bunda meşakkat var, acı, elem ve keder vardır. Bu sıkıntıya tahammül etmesi ve yumuşak davranması gerekir. Nitekim tevazu göstermesi ve karşı karşıya kaldığı problemi saklı tutması da bunun bir gereğidir. Burada edep var, güzel ahlak var. İşte bundan dolayıdır ki bu özel bir rızıktır.

İnsan bu sayede halktan eza ve cefayı engeller ve bu amaçla halk adına eza ve cefaya katlanır. Doğrusu bunu başarabilmek öyle her kişinin işi değildir. Bu er kişinin işidir. Çünkü birçok kimseler karşı karşıya kaldıkları sıkıntılar sebebiyle bunalım geçirirler, sineleri sıkışır, adeta boğulacak olurlar. Kaldı ki burada kişinin, nefsini baskı altına alması, onu şiddet ve sıkıntılara karşı dayanıklı hale getirmesi icap eder. Umutsuzluğa kapılmaması gerekir. Zaten amellerin en değerlileri de nefsi en zor şeyler karşısında boyun eğdirmeye zorlamak ve onu mecbur bırakmaktır.

Bunun içindir ki yüce Allah, emir ve yasakları çerçevesinde hareket edip kötülüklerden sakınanlara, sadık ve dürüst olanlara, şiddet ve ağır baskı altında kalmak gibi durumlar karşısında sabretmelerini şart koşmuştur. Sabretmeleri durumunda da onlar sadık ve sakınan muttakiler olduğu gerçeğini kanıtlamış ve gerçekleştirmiş olurlar. Bu sayede Allah onların vasıflarını kemale erdirir, güzel amellerini olgunlaştırır. Zira yüce Mevla şöyle buyurmaktadır;

… vas Sabiriyne fiyl be’sâi ved darrâi ve hıynel be’s* ülâikelleziyne sadeku* ve ülâike hümül müttekun; (Bakara/)

“Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler var ya işte doğru olanlar onlardır. Takva sahibi olanlar da sadece onlardır.”

Bu durumda sabrın manası şudur; “Nefsi, heva ve hevesinin uğruna hareket etmekten menetmek, onu tutuklayıp hapsetmektir. Aynı zamanda onu Allah’ın rızasını elde etmesi için mücahede etmeye zorlamaktır.

Bu da kul, nasıl ve ne oranda bir imtihan ve bela ile karşı karşıya kalmışsa nefsini de o oranda, ona karşı direnerek cihad etmeye zorlamalıdır. Kul kendisini Allah’a itaat yoluna adayarak buna devam etmek suretiyle nefsi aşırılıklarından menedip engellemekle gerekeni yapmalıdır. Allah’ın huzurunda su-i edep, kötü ahlak kabul edilecek olan şeyleri yapmaktan, insanın tabiat olarak iğrendiği fenalıklardan geri bırakarak nefsi denetim altına alarak sabırla dayanma gücünü sergilemektir. Herkesle güzel muamelede bulunmak için gayret gösterip edepli olmak için de sabır göstermelidir.

Öte yandan sabır çeşitli manalara da gelir. Örneğin farklı tarzda ki heva ve heves, değişik tavırlar sergilemekten uzak durup sabretmek, kalbi kötülüklerden, heva ve hevesten arındırmak için sabretmek, birilerine karşı nefsin duyabileceği düşmanlık eğilimlerinden nefsi uzak tutmak suretiyle sabretmek, dünyayı süslemekten kaçınmak, sabrı gerektiren tehlikeli şeylerden uzak durmak, sebat konusunda sabırlı olmak, organları kötülüklerden uzak tutmaya sabretmek, nefsi kötü yollara gitmekten engelleyerek sabretmesini sağlamak gibi daha bir çok manaya gelmektedir.

Yine Hakka daim kalmak için nefsi sabra zorlamak, dil, kalp ve beden yoluyla yapılan muamelelerde nefsin üzerinde etkili baskı uygulamak ta sabrın bir çeşididir. Nitekim yüce Allah salih amel işleyen kullarını bununla nitelendirmiştir. Zaten amellerin salih amel olması içinde onlara sabırlı olmalarını şart koşmuştur. Kaldı ki rabbimiz Hak ve sabır ehli olanların dışında bütün insanların hüsranda olduklarını bildirmiştir. Asr suresi bu gerçeği şöyle açıklıyor.

&#;Euzü Billahi mineş şeytanir racim&#;

“BismillahirRahmanirRahıym”

1-) Vel &#;asri;

2-) İnnel İnsâne le fiy husrin;

3-) İllelleziyne âmenû ve amilus salihati ve tevâsav Bil Hakkı ve tevâsav Bis Sabr; (Asr/)

Asra (zamana) yemin ederim ki, insan gerçekten ziyandadır. Bundan ancak iman edip salih amel (iyi işler) yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

Şüphesiz Allah dilediklerinin rızıklarını genişletip daralttığı gibi dilediklerini de dilediklerine verir. Dilediği gibi artırır eksiltir. Yarattıklarına genişliği, bolluğu O verir. Ezelde haklarında kalem nasıl gerçekleşmişse, o gelip karşılarına çıkacaktır. Varsayın ki insan rızkından kaçmaya kalkışsa, tıpkı ölümden kaçması halinde nasıl ki her şeye rağmen ölüm gelip onu yakalayacaksa, ona yetişecekse, rızkı da gelip onu bulacak ve ona kavuşacaktır. Bu ikisinden asla kaçış yoktur. Çünkü kulun eceli bitmedikçe dünyada ki rızkı da asla kesilmez.

Kişinin eceli bitince dünyada ki rızkı kesilir ve ondan itibaren artık ahiret rızkı devreye girmeye başlar. Kişinin ahirete giderken ilk ahiret rızkı, dünyada ki son rızkıdır. Çünkü ahiret rızkının bir sonu yoktur, olmayacaktır.

Eğer bir kimse Allah’tan kendisine rızık vermemesini isterse Allah onun duasına icabet etmez, duayı kabul etmez. Kulu istemese de Allah o kimsenin rızkını yine yaratır. Bilinen eceli bitene dek Allah onun rızkını yaratır. Bu amaçla kul, itaat etmekten veya masiyetten kaçsa da Allah yine onun rızkını onun için garanti eder. Zira kul hayatta kaldığı sürece Allah onu rızıklandıracaktır.

Yine herhangi bir kimse dünya hayatının süslerinden olan ziynetlerden kendisi dışında başkalarına verilenlerin kendisine de verilmesini istese Yüce Allah yine bu konuda o kimsenin duasına icabet etmez, duasını kabul buyurmaz. Çünkü böyle bir durum yüce Allah’ın ezeli ilminde bildiği ve takdir ettiği gibi bişr hikmet gereği olarak verdiği hükmüne aykırı düşer.

Rezzak olan Allah’ı her türlü noksanlıklardan takdis ve tenzih ederim. O her türlü eksikliklerden Beri ve uzaktır. (Prof. Dr. A. Hüseyin Akil-Esma-i Hüsna şerhi/)

*******************************************************************

ER REZZAK

Rızkı verendir O, yaratılmışların hayatlarını idame ettirebilmeleri için rızık lazımdır ve rızıkta maddi, manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi rızık vücuda enerji vererek belli bir zaman boyunca canlı kalmasını sağlar. Manevi rızık ise bize ebedi hayat verir. İnsanları ele alacak olursak kişi, maddi rızkı sadece yiyecek, içecek, hava ve kıyafet olarak almamalı, anne, baba, koca, hanım ve çocuklarımız da birer rızıktır. Mallarımız ve ilmimiz dahi rızkımızdandır.

Tabiat kanunları olarak adlandırdığımız kategoriye dâhil olan her şey maddi rızka da dâhildir. Kâinatta anlamsız ve gereksiz hiçbir şey yoktur, her bir yaratılış hazinedir çünkü ayette;

Rabbimiz, Sen bu kâinatı boş yere yaratmadın.” (A. İmran/) Buyurulmuştur.

Bütün maddi rızıklar aslen temizdir. Ancak insan elinde kirletildiğinde arzu edilmez, menfur ve haram olur. Bu yüzden her şeyde bulunan rızık öğelerini aramalı ve bulmalıyız. Hiç gayret göstermediği için kendisine yazılan rızka mazhar olmayan kimse ebter olur ki bu bir lanettir. Ve yine bir kimse kendisine verilen temiz rızkı kirli elleriyle lekelerse o da haram yiyenlerden olur.

Manevi rızıklar kutsal kitaplardadır. Fakat bazıları esasen ter’ü taze olmalarına rağmen insan eliyle kirletilmişlerdir. Ancak en son kitap olan Kur’an’ı-Hakîm hariç. Onunla oynanmadığı gibi bir noktası dahi değişritilmemiştir. Maddi rızkımızı kazanmak için gayret göstermemiz gerektiği gibi Kur’an dan alacağımız manevi rızkımızda gayretlerimizin miktarına göre bir derece olacaktır.

Abdülrezzak o kuldur ki Allah kendisini zengin kılmıştır ve bütün o zenginliklerin gayrından değil ancak ve ancak Allah’tan olduğunu bilir. Abdülrezzak sadece maddi zenginliğe değil aynı zamanda hakikate varan bir ilme, kurtuluş yolunu öğreten bir dile ve muhabbet ve merhamet dolu bir kalbe ermiştir. Böyle bir kimse başkalarının da elinden rızıklarını rahatlıkla ve bolluk bereket içinde kazandığı bir kaynak haline gelir.

Bütün rızıklarımızın Allah’tan geldiğine hakikaten iman etmiş bir kimse ailesini ihtiyaç içinde bulursa sabah namazından sonra kıble cihetinden başlamak üzere evinin dört köşesinde onar kere ya Rezzak çekebilir. Allah Teâlâ ailesinin rızkını artırabilir. Bu ismi yazdırıp işyerlerine asanlar başarılı olabilirler. Cuma namazından sonra kere ya Rezzak çekmek stresli ve sıkıntılı kişilere yardımcı olabilir. (T. Bekir Bayraktaroğlu-Esmaü’l-Hüsna/)

Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Devam edecek

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili

 

Etiketler: ekabir, Er Rezzak, Esma-i hüsna

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir