rölativizm ne demektir / bağıntıcılık - Nedir Ne Demek

Rölativizm Ne Demektir

rölativizm ne demektir

R&#;lativizm nedir? G&#;recilik ne demek? Felsefede r&#;lativizm (g&#;recilik) akımı &#;zellikleri, kurucusu ve temsilcileri

Haberin Devamı

Felsefede rölativizm akımının temsilcileri ve eserleri:

Friedrich Nietzsche - İnsanca Pek İnsanca, Ecce Homo, Öğretim Kurumlarının Geleceği Üzerine, Ahlak Dışı Anlamda Doğruluk ve Yalan Üzerine

Herakletitos - Kozmik Fragman

John Stuart Mill - Demokratik Yönetim Üzerine Düşünceler, Kadınların Özgürleşmesi, Din Üzerine Üç Deneme

Rölativizm Akımının Kurucusu ve Temsilcileri

 Rölativizm akımının kurucusu olarak Antik Yunan döneminde yaşamış olan Pratogaras'tır Günümüze kadar ulaşmış olan ''Her şeyin ölçüsü insandır'' sözü, rölativizmi özetler niteliktedir. Pratagoras'a göre, evrendeki her şey kişiden kişiye göre değişir. Algılanan gerçeklik ile var olan gerçeklik birbiriyle her zaman örtüşmeyebilir. Bunun sağlamasını yapmak da yine öznel yargılara dayandığı için mutlak gerçeklikten bahsedilemez.

Haberin Devamı

 M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Herakleitos da rölativizm akımının temsilcileri arasında yer alıyor. ''Her şey akar'' ve ''Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz'' sözleri ile gerçekliklerin zamana ve mekana göre değiştiğini ifade etmiştir. Herakleitos'a göre, birey, savunduğu şeylere bir zaman sonra karşı çıkabilir. İnsanın kendi içinde yaşadığı karmaşa, mutlak gerçekliğin var olmadığının ve asla var olmayacağının kanıtıdır. Bununla birlikte bir tarihte toplumların normal karşıladığı bir gelenek, başka bir yüzyılda tuhaf karşılanabilir. Tüm bunların toplamında her bilginin ve kavramın, zamana, mekana ve insana göre değiştiği kabul edilmelidir.

Rölatiflik ne demek felsefe?

Mutlak değer taşımayan, varlığı ispata muhtaç olan ve gerçekliği kişiden kişiye göre değişen tüm olgular rölatif olarak nitelendirilir. Nobel ödüllü bilim adamı Albert Einstein&#;ın izafiyet teorisine göre, zaman kavramı rölatiftir.

Görecelilik nedir felsefe?

Olguların, olayların ve kavramların kişinin algısına, toplumların yapısın ve yaşanan çağın mevcut koşullarına göre farklılık gösterdiğini savunan felsefi akıma rölativizm denir.

Rölativizm nedir örnek?

Sizin için detaylı bir şekilde araştırdık. Rölativizm, antik dönemde ortaya çıkan birçok felsefi akımın da temel öğretilerinden biri olmuştur. Örneğin septik (kuşkucu) filozoflar görecelik öğretisinin ilkelerine bağlı kalmış ve şüpheyi hakikate ulaşmanın tek yolu olarak görmüştür.

Görecelik nedir felsefe kısaca?

Göreceli olmak ne demek felsefe? Görecilik (Relativizm) Felsefede, bilginin, değerlerin birbiriyle bağıntılı olduğunu ancak birbirine göre ölçülebileceğini, mutlak bir varlık sayılamayacağını ileri süren görüştür.

Rölativist yaklaşım nedir?

Ahlaki rölativizm ahlaki doğru ve ilkelerin objektifliğini ve evrenselliğini reddeden, bunların bireye veya topluma göreli olduğunu savunan yaklaşımlara verilen genel isimdir. Bu yaklaşım birçok kişi tarafından savunulmakta ve doğruluğu açık bir yaklaşım gibi görülmektedir.

Rölativizm Hangi akım?

Rölativizm; bir diğer adıyla görecilik kişiden kişiye değişen bir felsefi akımdır. Felsefenin alt bölümlerinden biri olan epistemoloji ve etik alanlar ile ilgilenen Rölativizm bir görecelilik durumudur.

Temel felsefe nedir?

Felsefe, bilginin temelinde bulunan bir takım gerçeklere ve insan davranışını yöneten ilkelere ulaşma çabasıdır. Felsefe aslen bir düşünme etkinliğidir. İnsanların ve yaşamın anlamı üzerine düşünmeyi sağlar. Bu düşünme etkinliğinin sonucunda ortaya çıkan ürüne felsefi bilgi denir.

Rölativizm ne demek?

Ahlaki rölativizm ahlaki doğru ve ilkelerin objektifliğini ve evrenselliğini reddeden, bunların bireye veya topluma göreli olduğunu savunan yaklaşımlara verilen genel isimdir. Bu yaklaşım birçok kişi tarafından savunulmakta ve doğruluğu açık bir yaklaşım gibi görülmektedir.

Apriori anlami nedir?

A priori, kelime anlamı olarak önsel demektir. Ancak genel kullanım alanı olan felsefede, deneyden önce olan anlamında kalıplaşmıştır. Deneyden sonra olan anlamındaki a posteriorinin karşıtıdır.

Rövatilizm ne demek?

Rövatilizm ne demek? Rölativizm, felsefe tarihinde sürekli gündemde yer almış olan bir yönelim biçimidir. &#; Bilgi anlayışında Rölativizm, mutlak ve nesnel gerçek anlayışından ayrılır, bilginin kesinliğinden ve genel geçerliliğinden şüphe eder. Bütün bilgilerin göreli olduğu önermesi bu akımın başlıca argümanıdır.

Görecelik anlamı nedir örnek?

Kişinin bakış açısına, mevcut şartlara, zaman ve mekana bağlı olarak değişkenlik gösteren her şey göreceli olarak nitelendirilir. Örnek Cümleler: 1- Güzellik göreceli bir kavram olduğu için kimine güzel gelen, kimine çirkin gelebilir. 2- Göreceli konular hakkında tartışmak doğru değildir.

Septik felsefe Nedir?

Kuşkuculuk, septisizm, skeptisizm veya şüphecilik, her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, &#;mutlak&#;a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan &#;

Görecelik nedir örnek?

Kişinin bakış açısına, mevcut şartlara, zaman ve mekana bağlı olarak değişkenlik gösteren her şey göreceli olarak nitelendirilir. Örnek Cümleler: 1- Güzellik göreceli bir kavram olduğu için kimine güzel gelen, kimine çirkin gelebilir. 2- Göreceli konular hakkında tartışmak doğru değildir.

Görecelik nedir edebiyat?

Doğruluğu ya da yanlışlığı kişiden kişiye değişen, yani göreceli bir nitelik taşıyan yargılara öznel (subjektif, göreceli) yargılar denir. Öznel anlatımda kişi, cümleye kendi duygularını katar, bir yorum yapar. Bu tür yargılar “bence, bana göre” anlamı taşır.

Felsefenin temel konuları nelerdir?

Felsefenin 5 ana konusu

27 Kas

kaynağı değiştir]

Kaynakça[değiştir

Kültürel Rölativizm Zemininde İnsan

Antik Yunan filozofu Platon, insanın üç yönünden bahseder: Düşünen, öfkelenen ve arzulayan. Bu üç yönden her biri, mükemmele ulaştıklarında kendilerine denk düşen erdemleri sergilerler. Düşünen yön, bilgelik; öfkelenenyön, cesaret ve arzulayan yön, ölçülülük. İnsanınerdemli olması bu üç yönün dengesiyle mümkündür. Erdemliinsan, arzu ve öfkesini aklın kontrolüne sokabilen insandır. Ancak, erdemli insanın mevcudiyeti, erdemli devletin varlığına bağlıdır. İnsanın bahsedilen üç yönü, bir arada yaşamayı mümkün kılan erdemli devletin üç fonksiyonunun bireye yansımasıdır. Devletin üç fonksiyonu; yönetim, güvenlik ve ekonomidir. Bu üç fonksiyon aynı zamanda toplumu oluşturan ve birbirine muhtaçüç sınıfı veonların fonksiyonlarını gösterir. Bunlar da bilge monark ya da aristokratsınıf ve idare, cesur sınıf ve güvenlik, itaatkar sınıf ve üretimden ibarettir. Devletin erdemli olması, her sınıfın kendi fonksiyonunu yerine getirmesi ve aralarındaki dengeyle mümkündür. Dolayısıyla erdemli devlet, bireye ve topluma nasıl erdemli olunacağınıöğreten devlettir.

Bu girizgahta anlatmak istediğimiz şey şudur: Devlet ve toplum felsefelerinden bağımsız bir insan felsefesi tasarlamak çok zor ve hatta imkansızdır. Yani, insan hakkında konuşmak, aynı zamanda toplum ve devlet hakkında konuşmak, devlet ve toplum hakkında konuşmak da insan hakkında konuşmak demektir. Bu konularda hangi türden bir öğretiileri sürülürse sürülsün, onun ya devlet ve toplum anlayışı insan anlayışını determine edecektir ya da insan anlayışıtoplum ve devlet anlayışını. Platon&#;un bireyi ve toplumu şekillendiren ve dolayısıyla da otoriter ve totaliter olan devlet anlayışı bu korelasyonun tipik bir örneğidir.

Tarihi perspektiften bakıldığında, insan merkezli düşünceler sistemli ve yoğun bir biçimde ilk kez Rönesans döneminde kendini göstermeğe başlamıştır. Yeniden doğuş anlamına gelen“Rönesans” terimi, Avrupa&#;nın kültürel açıdanyenileşmesini, yeniden doğuşunu ifade eder. Yenilenmesi istenen şey, eski diye nitelendirilenOrtaçağ Hıristiyan Avrupa kültürüdür. Yani eski, dinin dizayn etmiş olduğuinsan ve hayat, yeniden doğacak olansa din-dışı düşüncenin dizayn edeceği insan ve hayattır. Bu anlamda Rönesans, geleneksel düzenin çözüldüğü ve modernitenin belirmeğe başladığı dönemdir.

İnsan merkezli düşünme ve yenileşme istekleri şüphe yok ki, sebepsiz değildi. Ortaçağ kültürü; meşruiyetini Katolik kilisesinin resmi din anlayışından alan mutlak monarşiyi, feodalmülkiyeti, köylü ve asil şeklindeki eşitsiz hiyerarşiyi ve hayatı, Tanrı&#;ya refere edilen taktire tabi özgür olmayaninsanı içeriyordu. Bu nevideğerlendirmeler yenileşme isteğinin gerekçeleri olmakla birlikte ona yönelik eleştirilerin, belli ölçülerde doğruluk değeri taşıdıkları da bir vakıadır.

Böyle bir yapıyı değiştirmeyi ve insan eksenindeyenilemeyi hedefleyen Rönesans kültür akımının temel yansıması &#;hümanizm&#; düşüncesidir. Hümanizm, yüzyılda evvela İtalya&#;da belirip, kısa süre içinde tüm Avrupa&#;ya yayılan Antik Yunan-Roma kültürüne dayalı değerleri yeniden diriltmeyiamaç edinen dünya görüşüdür. Hümanizm, Antik kültürü temsil eden metinleri araştırmaya, onları gün ışığına çıkarmaya yönelik bir filoloji faaliyeti görünümünde ise de bu faaliyet esasında, Antik kültürün insan ve hayat anlayışından esinlenerek Ortaçağ geleneğine karşı yeni bir insan ve hayat anlayışı oluşturmayı içeriyordu. Bu çerçevedehümanizm genel olarak insanda merkezini bulan bir hayat ve evren anlayışı, olarak tanımlanabilir. Kavramın ön plan çıkan bu felsefi niteliği, onun insan davranışını etkileyen ve özellikle toplumun yapılandırılmasında yön gösteren bir ideoloji niteliği taşıdığı anlamını da ifade etmektedir.

Hümanizm, Ortaçağın Hıristiyan zahitlik geleneğine ait beden ve madde gerçeğini hor görme ya da küçümseme gibi eğilimlerin aksine, Antik kültürde olduğu gibi insanı ruh ve beden bütünlüğü içersinde ele alır. Hıristiyan gelenek, bedeni ve maddeyi; insanın bu dünyadaki varlığı ile ilgili gerçeklerde, onun ruhunun arındırılması gayesinden saptıracak bir tehlike olarak görüyordu. İnsanın arınmasının ve kemale ermesinin tek yolu dünyadan kaçmak, dünyanın maddi zevklerindenuzaklaşmaktı. Dünya ötesine yönelik bu Hıristiyan etiği, hümanizm hareketinin dünyevi eğilimi içersinde kısa zamanda eriyip gitmiştir. Hümanizm etiğinde dünya nimetleri ve insanınbu dünyadaki varlığı onun yetkinliği için bir tehlike, bir engel oluşturmazlar. Aksine insanın yetkinliği için gereklidirler. Hayatın somut gerçekleri üzerine ortaya çıkan yeni perspektifler hümanist kültürün karakteristik özelliğidir. Evlilik, çalışma, para birikimi, refah ve benzeri gerçeklikler hümanistler için yetkin insan ülküsünün kapsamı içersindedirler. Çalışmaya Tanrı&#;nın bir laneti olarak bakan Ortaçağ Hıristiyan düşünüşü, yerini onu bir fazilet olarak yücelten yeni bir anlayışa bırakmıştır. Çalışma, doğayı değiştiren, onu daha insancıl kılan, toplumu yaratan ve şekillendiren bir etkinliktir artık. Keza evlilik, bireysel ihtiyaçların teminini sağlamaktan ötetoplumun temel birimi olarak insanın yetkinleşmesini sağlayan ortam şeklinde yeni bir anlam kazanmıştır.

Böylelikle, insan ve insan eylemlerinin etik değerlendirmesinde bir dönüm noktası açılmıştır. Etik eylemin amacı insanın doğasını aşmak, bir takım metafiziki kurallara uymak değil, bilakis insanın yeteneklerini bir ahenk içersinde geliştirmek, yani insanındoğasını gerçekleştirmektir. Bütün bunlar, hümanist etiğin, Ortaçağın geleneksel eskatolojik etiğinin aksine, temelde bu dünya içersinde insanın yerinin ve görevlerinin tespit edilmesine yönelik seküler bir etik anlamını taşıdığını göstermektedir. Yetkinlik anlayışının bu yeni ve dünyevi boyutlarıçerçevesinde toplumsal ilişiklerle ilgili gerçekler, kısa süre sonra yeni bir forma dönüşecektir.

Rönesans hümanizmini Ortaçağ insan anlayışından keskin hatlarla ayıran asıl nokta, &#;insan onurunun (honour) temeli nedir ?&#; sorusuna verilen cevapların değişmesidir. Ortaçağda insan sözde &#;eşref-i mahlukat&#;tı, ancak onuasıl onurlu (honour) yapan şey, feodal hiyerarşiydi. Hiyerarşinin alt basamaklarına, yani asiller sınıfına mensup olmayanlara &#;onur&#; (honour) pek de yakışmıyordu. Hümanizm, hiyerarşik onur (honour) kavramının, türdeş onur (dignity) kavramına dönüşümünü sağladı. İnsan, hiyerarşik statülerden ötürü değil sadece ve sadece insan olduğu için onurludur artık denildi.

Bu dönüşümü sağlayan hümanist düşünürlerin en önemli iki şahsiyeti, insan onuru üzerine ilk yazıları kaleme alan İtalyan, G. Manetti ve G. P. della Mirandola&#;dır. Manetti için insanın onuru, esasen onun çalışma gücünde, yaratıcılığındadır. Çalışmasına özgün nitelik kazandıranşeyse onun özgürlüğüdür. İnsan, özgürlüğüyle kendi faaliyetinin sahibidir. İşte, onur ve değerin nihai temeli budur. Bu onur ve değer anlayışı, Mirandola&#;nın düşüncelerinde daha geniş bir çerçeve içerisinde ele alınmıştır. Mirandola&#;ya göre özgür iradesi ve aklıyla evrenin merkezini oluşturan insan, kendi kaderini çizdiği gibi, kendi varlığının değerini de belirler. Dolayısıyla kendi kendisinin yaratıcısı da olur.

İnsan onuru ve değerinin bu tanımı insan aklının yeni bir değerlendirmesini de içermektedir. Ortaçağda, geleneksel düzenin rasyonalizasyonunun bir aracı olan akıl, Rönesansla birliktedinsel etki ve geleneksel bağlardan yalıtılarak, hakikatin ne olduğunun, nerede ve nasıl araştırılacağının kriterine dönüşmüştür. Böylesi bir dönüşüm şüphesiz toplumsal ve siyasal hayatın dönüşümünü de beraberinde getirecektir.

Hümanist düşünce, ekonomik faaliyetlerin gelişmesiyle zayıflayan feodal düzenin çökmeye yüz tuttuğu komünler sisteminin uzantısı olan toplumsal çerçevede gelişmeye başlamıştı. Yoğunlaşankentleşme ve ekonomik ilişkilerin ortaya çıkardığı ekonomik insantipi, aynı zamanda yeni değerlerin ortaya çıkmasınıda sağlıyordu. Ekonominin artan önemi, toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişikliklerle birlikte, siyaset alanında bir takım sorunların ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Bu sorunlara getirilençözüm, Ortaçağın feodal ve soyluluk ilişkilerinden bağımsız olarak, sermaye dolaşımını azami ölçülerde sağlayabilecek yeni bir devlet anlayışı oldu. N. Machiavelli bu yeni anlayışın ilk temsilcisidir. Ona göre devlet, her türlü aşkın güçten bağımsız, her şeyin kendisine tabi olduğu, seküler, merkeziyetçi, otoriter ve totaliter olmak zorundadır.

İnsanın ekonomik, sosyal ve siyasal bütünlük çerçevesinde şekillenmesini isteyen hümanistdüşünce, genel bir eğitim ülküsünü ve onu gerçekleştirecek olan temel bir eğitim programını da içerir. Ekonomik ve siyasal merkeziyeti esas alan devletin çarkı, ona dişli olacak yeni insan tipinin imali için eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda eğitim, insanı, akılcı olmayan görüşlerden kurtarıp, akılcı bilgiye ve aklın örgütlediği topluma katılmaya hazırlayan bir programdır. Eğitim programının uygulama alanı olan okul, insanlarınkökenlerinden kopmalarını sağlayarak, geçmişin doğuştan ayrıcalıklı insanları yerine, tarafsız ( !?) sınavlar vasıtasıyla seçilen insanları geçirecektir.

Hümanist kültür, yüzyıl Aydınlama Çağısonrası Avrupa&#;da istikrar kazanan ve bilahare bütün dünyayı etkisi altına alan yeni hayat tarzı ve yeni örgütlenme biçimlerini ifade eden &#;modernite&#;nin nirengi noktalarının oluşmaya başladığı atmosferdir. Bu noktaları yukarıda anlatılanlar ışığında vurgulayacak olursak: Bireysel, toplumsal ve siyasal hayatın rasyonalizasyonu; ekonomiye dayalı örgütlenme ve ahlakın sekülarizasyonu tepe noktalardır. Saydığımız bu üç parametrenin şekillendirdiği hayat tarzını tanımlayan modernite, her şeyden önce kendini herhangi bir dine bağlı olarak örgütlemeyen seküler, toplumsal ve siyasal bir projedir.

Böyle bir örgütlenme içersinde insan, artıkTanrı&#;nın yarattığıbir varlık olduğu için değil, rasyonel işbölümünü gösteren statülere bağlı, toplumsal yapının iyi biçimde işlemesine katkıda bulunması gereken roller tarafından tanımlanan, eşit ve türdeş onuru haiz sosyal bir aktör olup, statüsünün gereği olan rolleriyle değerlidir. Modern devlet, “eşit tanınmatemelinde yönetime katılımı ifade ettiği için de insan, bireyden ziyade bir yurttaştır. İyilik ve kötülük, kurumların istikrarına yararlı ya da zararlı olmakla ilintilidir. Erdemlilik, yasalara saygılı olmak, özgürlükse yasalara uymaktadır. Yurttaş için ahlakî yargının kriteriyse Tanrıdeğil, modern kutsal, toplumdur.

Hümanist kültürün bir uzantısı olarak değerlendirdiğimiz modernitenin ortaya çıkarmış olduğu modern insanınprofilini, yukarıda anlatılanlar ışığında, şu şekilde çizmek her halde yanlış olmayacaktır: O, her türlü kutsaldan bağımsız, aklı ve çalışmasıyla kaderini kendisinin belirlediğine inanan, ekonomik düşünen, onuru ve değeri statü ve rollerinden kaynaklanan, doğasını toplumun yararı doğrultusunda gerçekleştirdiği için erdemli ve modern devletin yasalarına nispetiyle özgür ve eşit olan yurttaştır.

Gelinen bu noktada, modernitenin yurttaş-insanının mahiyetine yönelik şu soruyu sormak kaçınılmazdır: Ortaçağ Hıristiyan geleneğine mensup insana, kendisi olmadığı, kendi kaderini kendi çizemediği, dolayısıyla da özgür ve eşit olmadığı gerekçesiyle karşı çıkılarak yaratılmak istenen modern insan, yurttaş acaba olumsuzluk şeklinde görülen şeylerden kurtulmuş ve kendisi olabilmiş midir?

Bu soruya müspet cevap vermek pek de mümkün gözükmemektedir. Şöyle ki: Sözde, Tanrı&#;nıntaktir etmiş olduğu (!?) bir kaderden kurtarılmaya çalışılan insan,toplum ve devlet şeklindeki ikame kutsalların takdirine bırakılmıştır. Feodal hiyerarşiden kurtarılmaya çalışılan insan, ekonominin ve bürokrasinin hiyerarşisine takılmıştır. Özgür olmadığı düşünülen geleneğin eşref-i mahlukatı, modernitenin, yasalara itaat eden, türdeş onuru haiz, iyi yurttaşına dönüşmüştür. Kilise tarafından dizayn edilmemesi istenen insan, modern, seküler kilise, eğitim tarafından dizayn edilmiştir. Sözde dinden kaynaklandığı iddia edilen eşitsizlik, modernitenin ekonomik ve politik eşitsizliğine bürünmüştür. Kutsalın sabitelerinden arındırılmaya çalışılan akıl, ona karşı radikal şüpheciliği yaygınlaştırırken kendisi de radikal şüpheye maruz kalmış ve modernitenin pozitif sabitelerine bulaşmıştır. Geleneğin, mahremiyet alanında kendini gerçekleştiremediği ve kendisi olamadığı söylenen insanı, modernitenin sözde herkese açık kamusal alanında, kendini gerçekleştirmek, kendisi olmak şöyle dursun; sanal, kitlesel atoma dönüşmüştür. Özgürlük ve eşitlik temelinde &#;tanınma&#;yı sözde baz alan modernite, homojen bir toplum yaratarak, birey olan insanın tanınmasından öte tanınmaz hale gelmesine vesile olmuştur. Kısacası, insanınmahiyetini özgürlük ve özgürlüğü de başkalarının keyfi isteklerinden bağımsız olmak şeklinde tarif edecek olursak, modern insanın mahiyeti sanal özürlük ve sanal bağımsızlıktır.

Acaba, Ortaçağa karşı modernite tarafından kurgulanmak istenen insan, modernitenin fiyaskosuna ve moderniteye rağmen var olamaz mı? Yani, hakiki insan ve hakiki özgürlük mümkün değil midir? Kanaatimizce bunun imkanı, modern dünyada kısmen de olsa var olmaya devam eden ve fakat modernite tarafından tamamen imha edilmek istenen hakiki geleneğin kalıntılarında yatmaktadır. Bizim bahsettiğimiz gelenek, OrtaçağKatolik Hıristiyan geleneği değil, ebedi ve ezeli hikmeti haiz insanlığın birliğini anlatan, tevhidi gelenektir. Tevhidi gelenek, âdet alışkanlık ve miras yoluyla devralınmış düşünce kalıpları ve benzeri şeyleri daha doğrusu &#;ataların üzerinde bulunduğu yolu&#; değil, insanlığa açıklanmış ya da açıklanmamış kutsal bir kaynağın hakikatlerini, ilkelerini ve onun farklı diyarlardaki tezahürlerini, bir başka tabirle kutsal, ebedi ve ezeli hakikatin sonsuz hikmet ile birlikte değişmez prensiplerinin zaman ve mekandaki sürekli uygulanışını ifade eder. Bu gelenek, bütün insanları ve kültürleri eş

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir