romanlar nasıldır / ROMAN - TDV İslâm Ansiklopedisi

Romanlar Nasıldır

romanlar nasıldır

Modernist Roman Nedir, &#;zellikleri Nelerdir? Modern Romanın Temsilcileri

 Dünyadaki tüm değerler, anlayışlar ve kurallar insana mutluluk getirmemiş aksine yıkıma uğratmıştır. Bu nedenle de eskiye karşı olan sanatçılar da yeni olanı savunmuşlardır.

 Modernist Roman Nedir?

  yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan aydınlanma ile birlikte demokraside de yaşanan gelişmelerle başlayan modernizm akımı, I. ve II. Dünya Savaşı ile birlikte büyük bir yıkıma uğrayan insanlık üzerindeki olumsuzluklardan beslenerek güçlenen bir akımdır. Klasik bir romanda çok düz ve basit bir anlatım bulunurken modernist romanın anlatımı kullanılan yeni anlatım teknikleri ile çok karmaşık bir hale gelmiştir.

 Modernizm, bütün dünyada yankılar uyandıran bir sanat ve edebiyat akımıdır. “Modernizm’i kısaca “geleneksel olanı reddetme tavrı” şeklinde de tanımlayabilir ve bu bağlamda modernizmi benimseyen romancıların ve hikayeci yerleşik ve geleneksel roman anlayışını reddediyorlar.

 Modernist Roman Özellikleri Nelerdir?

Modernist romanlarda ise, neden ve sonuç ilişkisi tamamen ortadan kalkmıştır.

Roman, en baştan başlamak ya da belirli bir sonla bitmek zorunda da değildir. Yazar, insan dışındaki dünyayı yalın ve çok sade bir şekilde yansıtmaktan kaçınır. Aynı zamanda geleneksel anlatımın dışına çıkar ve yer yer alegorik anlatımlardan da yararlanır.

Sözcüklerin de çağrışım gücünden faydalanarak şiirsel bir dil kullanır.

İnsan, karmaşık bir varlık olarak ele alınır.

Bireysel ve toplumsal huzursuzluk geniş bir şekilde işlenir.

Bireysellik ve bireyin kozmik yalnızlığını ele alır.

İnsanın geleneklere karşı olan isyanı ve toplumdan kaçışı ele alınır.

Modernizmi esas alan eserlerde geleneksel bir anlatım ile ve yapı da reddedilmiştir.

Alegorik bir anlatıma önem verilmiş olup düşünce, duygu ve davranışları ile insanın karmaşık bir varlık olduğu kabul edilmiştir. İnsan hayatının huzursuzluk üzerine kurulu olduğu düşünülmüş olup, kişinin toplumla ve bunalımlarına çatışmalarına yer verilmiştir. Aynı zamanda roman ve hikayelerde çağrışıma çok yer verilmiş olup, şiirsel bir anlatım benimsenmiştir.

Modern Romanın Temsilcileri

 Modernist yazarların en önemli temsilcileri, Albert Camus, Franz Kafka, J. P. Sartre‘ın yaptığı varoluşçuluktan da etkilendikleri görülür. Bu akım kişinin kendi özünü bulması gerektiğini, özgür olmanın çok önemli olduğunu, kişinin geleceğini kendisinin vermiş olduğu kararların oluşturduğunu ve bu nedenle de kişinin kendini sorgulaması gerektiğini savunur.

Herkes roman okumanızı söyler. Hatta yaşamın ta kendisi koyduğu kurallarla bunu size zorunlu kılar: Diploma almanız için bitirmeniz gereken okullar, Cuma akşamları buluştuğunuz sosyal çevreniz, insan kaynaklarının işe alım testleri, yazılarını okuyup beğendiğiniz romanları yayınlanıncaya dek edebiyat notlarını paylaşan, yeşil gözlü, uzun boylu, hayli yakışıklı edebiyat eleştirmenine olan beğeniniz. (Son madde elimden kaçtı) Ama liste uzayıp gider, fakat sorumluluk değişmez: Bir de bakmışsınız ki hayat onca zor işin gücün arasında, size sözcüklerle kurulmuş bir kurgu dünyasını anlamanızı şart koşuvermiş. Romanların kurgularını, karakterlerin davranışlarını, olay örgüsünü, metin iklimini anlamanız zorunlu kılınmış. İster tam ciltlerinden okuyun, ister özetlerine bakın, ister onlar hakkında yazılmış kitaplara göz atın hiç fark etmez. Modern dünya sizi her geçen dakika daha sert ve acımasız hayat gerçekliği ile karşı karşıya getirir. Ama bunu yaparken bir yandan da hayat gerçekliğinin sıkıştırıldığı, değiştirildiği, bozulduğu ve tıpkı hayat gerçekliğiymiş gibi tanıtılan ve böyle olduğuna inanmanız istenen roman gerçekliğiyle uğraşmanızı ister. İster istemesine de hiç kimse, bir romanı nasıl anlayacağınız konusunda elini taşın altına koymaz. Ki yollar da burada çatallanır işte:

Konuya bu tarafından bakınca ki bakmak zorundasınızdır, ne denli sinsi, ikiyüzlü ve öte yandan bir romanı tam manası ile kavrayamamanın getirdiği acımasızlıkla karşı karşıya, koyun koyuna olduğunu anlamanın getirdiği tiksinti hali ile çaresizlik duygusunu yaşamak kaçınılmaz olur. Sahi, Karamazov Kardeşler romanı gerçekten de baba cinayetini ele alan bir metinden mi ibaret sadece? Ya da Anna Karenina sadece bir kadının aldatması ve bunu yanlış bulan toplum baskısı sonucu intiharının hikayesi mi? İnce Memed de yalnızca otoriteye başkaldırının destanı mı? Gerçekten de roman denilen sanat bu kadar basit mi? Hem de kolay anlaşılır mı? Aslında dünyada çift cevabı olan sorular aleminde bu bölüm en üstte yazılır. Roman hem kolay anlaşılan hem de aslında gerçek anlamda; yani yazarın onu metne dökmesine kasıt olan hali ile anlaşılamayan değil de yalnızca çok az insanın hakkını vererek kavrayabildiği bir metindir. Peki, bu kaos nasıl işliyor? Nasıl oluyor da bir okur Umberto Eco’nun Gülün Adı romanının bir Ortaçağ manastırında işlenen cinayetlerin soruşturması olduğu gerçeğini, ki varsa öyle bir gerçek, bunu ıskalayabiliyor da bunun hiç farkına varmamanın huzurunu sürüp gidiyor?

Bir metin hiçbir zaman sadece bir metin değildir

Edebiyat üzerine düşünüp yazanların neler söyledikleri, filin neye benzediğini anlamak istediğimiz bu karanlık odada bize ışık olur. Semih Gümüş’ün Edebiyat Ve Yeni Zamanların Kültürü adlı deneme kitabında ‘Edebiyat Eğitimi’ adlı makalesine atıf yapmak bu açıdan önemli: “Edebiyatın ele avuca sığmaması, yani yalnızca sizin tuttuğunuz biçimi almaması, ona yaklaşma yollarını da değiştirir. Doğruları sınadığınız, yanlışları ayırt etmeyi yarayacak bir pusula ya da nesne değildir edebiyat metni. Kendinden başkasını ölçmez. Tersini akademik yetkilere bırakalım. Sözgelimi, bir edebiyat tarihçisinin güven verici olması elbette aranır. Oysa yaratıcı yazarın, gerçek hayatı göründüğünden ve çoğu kez okurun gördüğü biçimden farklı anlatması, tedirgin edicidir…”

Bir uzmanlık sorusu olmasa da burada Gümüş’ün ne anlatmaya çalıştığını kavrama çabası, bir romanı nasıl anlayabileceğimize ilişkin sorulara da kapsayıcı bir yanıt verebilir pekala. İşe hayat ve roman gerçekliği ile başlamak gerek. Hepimizin içinden geçtiği Covid adlı cehennem kaçkını bulaşıcı hastalık günümüzü ve yaşamımızı şekillendiren bir gerçek. Öte yandan bu salgının başlangıcında evlere kapanan okurların ilk tercihi, Saramago’nun Körlük adlı romanını okumak oldu. Çünkü içerdiği belirsizliği, tedavi edilemezliği ve bulaşıcılığı ile Covid’a çok benzeyen Körlük salgını, Covid gerçekliğini yaşayan okurların, bu gerçeği roman gerçekliğinde anlama çabasının ürünüydü. Roman gerçekliği, hiçbir zaman hayat gerçekliğini tam ve eksiksiz olarak içine alamaz, hayat gerçekliğinin sahnelendiği bir dünyaya ev sahipliği yapamaz. Roman gerçekliği, mutlaka bizim hakiki gerçek dediğimiz şeyin eğilip, bükülüp, değiştirilip, yazarın zihninde, onun yaşayış, kavrayış ve dünyaya bakış duruşu ile değişmiş halinden oluşur. Gümüş, ‘Edebiyat metni kendinden başkasını ölçmez’ derken, roman gerçekliğine atıf yapıyor. Okurun tavrı ise, Covid salgınından psikolojik olarak nasıl etkileneceğini Saramago’nun Körlük romanından öğrenmek yönünde oldu. Yani roman gerçekliği ile gerçek hayatı sınamaya çalıştı. Peki, bu çabanın bir romanı anlamakla ne ilgisi var? Körleşme salgını, Saramago ustanın, insanların ruhlarındaki değişimi, kötülüğü ve zor durumlardaki canavarlaşmayı ele aldığı bir metin. Yani Tolstoy’un bir şeyi göstermek için yazdığı ve onun adı ile anılan Tolstoyvari tarzın bir eseri. Saramago’nun Körlük’ünü, bir dönem ve hala aşkı anlamak için Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanına gösterilen bir ilgiye benzer ihtiyaçlarla okumak, bir romanı kaliteli bir metin yapan cümlenin okunduğunda zihinde oluşan algısının yanında bir de yüklenen anlamlarla oluşan ikinci yani alt metnini okumamayı beraberinde getirir. Bir metin hiçbir zaman bir metin değildir. Nitelikli tüm romanlar, içinde alt metin yani ikinci, hatta üçüncü anlamlar taşır. Bunu görmek için metne yaklaşırken, yazarın okura kurduğu çekici üslup, soluk soluğa olay örgüsü, akıp giden roman iklimine tamamen kendini kaptırmadan, bir yandan romandan alınması gereken hazzı tadarken öte yandan roman işçiliğini merak ederek karakter kurulumu, yapı bağlamlarının nasıl ortaya çıktığını çözmeye çabalamak, metnin anlaşılmasının ilk adımları olur. Farkındayım, bir metni sadece zevk alarak okumak, sanki Ortaçağ dönemlerinde sadece üremek için değil de zevk almak için sevişmenin lanetlenmesine benzer bir çabayı barındırıyor. Fakat her yandan zevk almaya kurulu, zevk almanın kriterleri arttıkça da vahşileşen bu dünyada aynı oranda ve çok çaba harcamadan doğurgan olmak da mümkün. Hele ki bir romanı okurken. Karşı fikirde olanlar ise Saramago’nun metin lezzetini, olay örgüsünü, roman iklimini görmekten başka işle uğraşmayabilirler tabi ki. Bu halde de, alt metinleri ıskalayıp, tıpkı Semih Gümüş’ün dediği gibi metni kendisi ile tartmamayı beraberinde getirir ki, bu da ancak Ay’a gidip Dünya’ya bakmadan dönmeye benzer bir çaba olur… Tabii tercihler tartışılmaz.

Zevk almak mı çabalamak mı?

Bir romanı anlamaya çalışmak isteyenlerin ‘Ben romanı okurken nasıl olacak da çok iyi bir yazarın çok iyi olmasının sebebi olan beni uçururcasına metni okumaya zorlayan mükemmelliğine karşı koyacağım’ dediğini duyar gibiyim. Daha doğrusu bu kadar açıklayıcı ve kibar olmasa da, konuyla ilgili kulağımı çınlatacakların varlığına eminim. Ama siz de emin olun ki, okuması çok dikkat gerektiren öte yandan bir romanın nasıl anlaşılacağına dair çok da öğretici olan John Fowles’in Büyücü metnini hatmetmek öyle sanıldığı kadar çileden çıkarıcı bir iş değil. Galiba konuya ilişkin en doğru yanıt dünyaca ünlü edebiyat düşünürü Terry Eagelton’da mevcut. Edebiyat Nasıl Okunur adlı kitabının 'Karakterler' adlı ikinci bölümünde Eagelton, şunları söylüyor: “Bir oyun ya da romanın edebiliğini göz ardı etmenin en yaygın yollarından biri, karakterlerini gerçek hayattan insanlarmış gibi ele almaktır. Bir açıdan, buna engel olmak imkansız. (Shakespeare’inin karakteri) Lear, küçük dağları ben yarattım havasında, zorba ve huysuz bir adam şeklinde tasvir edildiğinde, onu günümüzde yaşayan bir medya patronu gibi düşünmemiz kaçınılmaz sanki. Ancak Lear ile patron arasındaki fark, birinin sayfadaki siyah mürekkep izlerinden ibaretken, ötekinin, maalesef gerçek olması.” 

Gördünüz mü, mesele yine döndü dolaştı bir romanı anlayabilmekte roman gerçekliğine dayandı. Eagelton, bir metindeki karakterlerin o Lear diyor ama Türkiye’de çok iyi bilinen başka büyük bir karakter Kafka’nın Dönüşüm’ündeki Gregor Samsa’nın gerçek hayatta var olduğu fikrine kapılmak, bizi metinden uzaklaştırıyor. Dolayısıyla bunun kaçınılmaz yan etkileri uyarınca da biz romanı, okurunun dehasına yaklaşarak alt metinlerini okumadan yani sadece ondan zevk alarak tamamlıyoruz. İyi de Egealton’un da altını çizdiği gibi bir romanı okurken karakterin gerçek hayatta var olduğu düşüncesinden de kaçış yok ise, nasıl olacak da bir romanı anlamaya çabalarken bunca meşakkatli işi bir arada ve sorunsuz yürüteceğiz? Bir romanı anlamanın sihirli bir formülü olmadığı açık olsa da, öte yandan romanların zevk almak ya da anlamaya çabalamak için okumak gibi iki temel ayrım üzerinden ele alınması gerektiği de su götürmez bir gerçek. Eğer bir romanı ki bu hiç ayıp olmadığı gibi romanın var olma nedenidir, okur onu zevk almak, biraz kültürünü geliştirmek, kurguya meraklı ise zihnini böylesi bir kurmaca ile beslemek için okur. Sonunda ya metni beğenir ya da beğenmez. Romanı anlamaya dönük çaba ise, öyle sanıldığının aksine roman sanatı üzerine teknik bilgi gerektirmez. Ama burada bir parantez açmakta da fayda var: Romanları anlayabilmenin yolu ilk ve daima çok fazla roman okurken, çok fazla roman tür ile kuramı hakkında bilgi sahibi olmayı da gerektirir. Yani ne denli fazla teknik bilgiye sahip olursanız faydalıdır. Hiç metin yazmayı denemesiniz dahi, romancının hangi kuramları kullandığını onun metin iklimi ve olay örgüsü ile karakter tahlilinden çıkartmak, size çok faydalı olur. Aynı zamanda bu uğraş kişileri profesyonel okur yapmaz. Sadece okudukları metni, ilk anlamları ile kavrama gibi herkes ile aynı çabadan kurtarır ve kişiyi, yalnızca yazarının gözünde daha özel yapar. Peki ama roman tekniğine hakim olmadan ve bunca dirsek çürütmeden de romanı anlamaya dönük istek varsa, ne yapılmalı. Bu sihirli formüle geçmeden önce, madem edebiyat üzerine düşünenleri irdeliyoruz, Dostoyevski’ye söz vermeden olur mu? Bana göre dünya edebiyatının o en büyük yazarının bir kurgusal düşünce ve kaygı gütmeden yazdığı Bir Yazarın Günlüğü adı verilen gazetelerdeki köşe yazılarının toplandığı  kitabında, edebiyata ilişkin çok önemli bir çıkarım yer alıyor. Ama şimdiden uyarıyorum, Dostoyevski edebiyattan söz ederken edebiyattan tek kelime söz etmiyor:

Yerel Olmanın Özelliği

“Günümüzde silahlar on yılda bir, hatta daha da sık değişiyor. Belki de on beş yıl sonra tüfek kullanılmayacak, yıldırımlarla ya da elektrik akımı ile her şeyi yakıp kavuran bir çeşit alev makinesi icat edecekler. Söyleyin, komşularımıza bir sürpriz hazırlamak için bu tür silahlar icat edebilir miyiz? Ya on beş yıl sonra büyük devletler her olasılığa karşı savaş donatılarında gizlice böyle bir sürpriz bulundururlarsa. Yazık ki bizler silahı ya başkalarından satın alır ya da aynısını kopya ederiz; en fazla onarabiliriz sadece. Bu çeşit makineleri icat etmek için, satın alınmış ya da ısmarlama değil, kendimizin olan, bağımsız ve özgür, kök salmış bilim gerekir…”

Dostoyevski’nin Gogol’ün kahramanlarını ele alırken, birden Gogol’un Rus halkını nasıl irdelediğine değinip, sonunda da ’li yılların Avrupa-Rusya çatışmalarına değinerek bu fantastik bilim-kurgu türündeki sözleri (yıldırımlar üreten silahlar) yazması Petersburglu ustanın hayal ürününün eseri değil. Dostoyevski, bir romancının roman karakterleri üzerinden yola çıkarken sözü ulusunun ve onun davranışlarına, sonra da yerelleşmeye getirmesinde bir sır var: Edebiyatı yani romanı anlarken, o roman tarzının kendi ülkesinin edebiyatının zevkine, tadına ve dokusuna uygunluğu okuru derinden etkiler. O sebeple ki biz Anglosakson edebiyatındaki Dünyanın En İyi Romanı Listesi’ne çoğunlukla itiraz eder, İngiliz, İskoç, İrlanda, Avusturalya, Güney Afrika, Yeni Zelanda gibi İngilizce konuşulan ülkelerdeki edebiyatın bize Rus, Latin Amerika ve Kıta Avrupası edebiyatından daha uzak olduğu fikrine kapılırız. Bundaki temel sebep; Dostoyevski’nin de vurguladığı gibi İngiliz dili edebiyatının kendi tadını, dokusunu çoktan bulması ve yerel olup sonra evrensel olmaya dilinin de dünyadaki üstünlüğüne dayanarak tabi dayanmasından kaynaklı. Bizim edebiyatımız Batı’ya özenerek ve onların tarzlarını ülkemize uyarlayarak gelişti. Zaten başka çare de yöntem de pek yoktu. Ne var ki bir romanı anlamaya çabalarken, hele ki çeviri bir romanı, o romanı kendi ülkemizin roman tarzı, zevki ve incelikleri ile ele almayı seçeriz. Bu da çoğunlukla Dostoyevski’nin de vurguladığı gibi başkasına değil kendine ait olan bir dili, anlatı biçimini ıskalamamıza neden olur. Bunu aşmanın yolu ise; o metnin yerel olduğunu ama evrensele seslenmeye çabaladığını unutmadan okumaktan geçer. Olaya tersinden bakacak olursak, yazarken olabildiğince yerel, ama edebiyatın evrensel kurallarını kullanarak bir yerellik oluşturmak gerek. Romanı anlarken de bu kurala bağlı kalmak, metni anlayabilmenin yolunu açar pekala. Şimdi bir romanı anlayabilmenin sihirli formülüne geçelim.

-Bir romanın gerçek hayatı anlattığı düşüncesini aklınızdan çıkarın. Karakterler, olay, örgü, kurgu, her şey biraz satış, biraz yazarların başka yazarlarla rekabeti ve çağın edebiyat anlayışının eseri olarak gerçek hayata, kişilere ve konulara benzeyebilir. Hatta tıpa tıp aynısı da olabilir, fakat elinizdeki metin bir yazarın duygu ve düşünce süzgecinden geçti. Öte yandan onun ruhu ile beslendi ve artık o gerçek bir roman gerçeğine dönüştü. Siz de roman gerçeği acaba okuru avutmak için yazılmış bir metinden mi ibaret yoksa bu yazar, konu, kurgu, üslup, karakter gibi dört ana elementi kullanarak ateş topunu durdurmak için beşinci elementi yani romanın asıl anlatma istediği olan alt metni oluşturan bir simyacı mı bunu arayan bir dedektifsiniz.

-Bir romanı sadece zevk almak için okursanız, bu hayat defterinizin kâr hanesine yazılan bir rakam olarak kalır. Ama bir romanı anlamak için okursanız, artık yüzeysel metinlerle işini tamamlamış, derinlikli, incelikli ve dört başı mamur metinler arayan edebi zevk sahibi bir okura dönüşürsünüz.

-Bir romanı anlamak için ne denli çabalasanız da nasıl ki bazı insanların iyi piyano çalabilmesi, bazılarının güzel resimler yapabilmesi gibi bazı insanların da edebi metinleri yazabildiği ve okuyabildiği gerçeği ile tanışır, bu işi yapanlara saygı duymaya başlar, kitapların evlerin kitaplıklarındaki dekor süsleri ya da kahve yanı öz çekim malzemesi olmadığına inanırsınız. Ki bu inanca sahip hemen herkesin, kalıtsalmışçasına aynı inancı zor yollardan geçmeye gerek kalmadan küçük yaşta evlatlarına da aşılamaları gibi bir armağana kavuşursunuz.

Romanlar Size Küsebilir

Bitirirken altını çizmek gerek ki, eğer bir romanın bir başka romandan etkilenen bir yazarın eseri olduğunu düşünmezseniz, yani bir romanı daima bir başka romanın içinden çıktığı ve ondan da başka eserlerin doğacağına inanmazsanız… Bir roman zincirinin kaosunda yaşadığınız gibi bir gerçek dışılığı kabullenmezseniz… Hiçbir zaman tam olarak bir romanı anlayamazsınız. Çünkü bütün romanlar ama iyi ama kötü de olsalar birbirlerine bağlıdır ve bir yazarı okurken, birden çok yazarı ve romanı okuduğunuz gerçeği ile yüzleşebilenler ancak bir romanı gerçekten okuyabilir. Tabii ilk roman olan Don Kişot’tan sonra tüm romanların birbirine benzediğini aslında tek bir romanı okuyarak da tüm romanları anlayabileceğinizi, bir romanı anlamaya çalışmanın hayat ellerinizden kayarken zamanı ıskalamanın en afili yolu olduğunu de kabullenmezseniz. Ah ne çok ödev var. Romanlar size küser ve onları tam olarak anlayamazsınız… 

kaynağı değiştir]

Kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla çözümlemeye çalışan romanlardır. Daha serinkanlı ve denetimli oluşuyla duygusal romandan ayrılır. Abbe Prevost’un Manon Lescaut adlı eseriyle Fransız edebiyatında açılan psikolojik roman çığırı diğer ülke romancılarını da etkilemiştir. Paul Bourget’in romanları da bu türe örnektir.Türkiye'deki ilk ruhbilimsel roman Mehmet Rauf'un Eylül adlı kitabıdır. Türkiye'den Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu buna örnektir.

Polisiye roman[değiştir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir