çaba
:
Düğünde, düğün sahibine verilmek üzere, düğüne iştirak edenler tarafından abdalağasına verilen para, düğünparası.
çaba/şaba başı
:
Düğünlerde, en çok para vereceği tahmine dilen bu amaçla ilk önce çaba/şabalanan hatırlı ve zengin kimse.
çabab
:
Düğünlerde davul çalarak para toplayan kişi.
çabak
:
Gözdeki çapak.
“Yüzünü yıkamadığı çabaktan belli.”
çabalama
:
Kesimli düğünlerde, davul ve zurnacının, düğüne gelenleri, özel bir davul zurna havası eşliğinde düğün sahibine yardım etmesini sağlamak amacıyla davette bulunması.
“Düğüne gelenler çabasını hemen vermezler. Özellikle davul çalan abdala takla attırırlar, bir takım cezalar verirler, özel olarak türkü çaldırabilirler, vb. şekilde naza çekilirler. Davul çalan abdal özel sözlerle çabayı yapmaya çalışır sözlerinin sonunda hep yaşa! varol! gibi sözler sarfeder. Çok naza çekilen, abdala türlü cezalar veren misafirlerin hem abdalağasına verdiği çabası hem de abdala verdiği bahşişi fazla olur.”
çabalanmak
:
Düğün evinde yapılan izzet ikramdan sonra, davul zurna eşliğinde düğünde oğlan evine yapılacak takının (bu da genellikle paradır) verilmesi.
“On yıl oldu çabalanalı. Hasret kaldım memleketimdeki düğünlere.”
çabıd
:
Çaput, bez parçası.
çabıdı malamatlı / çabıdı malamatlınıŋ teki
:
Dokunsan bile çıngar çıkaracak kimse.
çabıdına:dar
:
Çaputuna kadar.
çabıdınan
:
Çaputla.
çabıg
:
Çabuk, acele, hızlı.
“Ali Abi bir hafta sonu köye getmiş. Bakmış orda Halil Abi’nin av köpe: var (Bobi), tüfek duvarda asılı. Avlanmak için hava da zemin de müsait. Avlanmıya heves etmiş tabi:kine. Neyise tüfe: eline almış, dakmış sırtına, it de hemen arkasına. “Neriye bürülan” diyenlere: “Ava gediyom bürülan, görmüyon mu?” demiye de ımal etmeden goyulmuşlar yola itinen. İtin burnu yerde gediyo tabi:… Neyise Halepli’ye aşşa inmişler. Ne var ne yok derken, etrafı golaçan etmişler, bişet yok. Derken oralarda dolaşırken; it, Ali abiye bakarak, itin gulakları e:ce dikilmiş, burnu yere inmiş. Ali Abi’den hareket bekliyo tabi:… Tabi: Ali abide bir hareket yok. Derken; oradan bir turaç havalanmasın mı? İt turacın arkasından, Ali Abi’nin tüfe: sıkmasını hesap ederek goşmuş. Ama Ali Abi; annattı:na göre:”Ben, ben de tüfek oldu:nu unutmussum” diyo. Turaç almış takılamış tabi:. So:ra; “İt bana baktı, ben ite” diyo. “İtin bakışından utandım” diyo. İt de; bana”Ne biçim avcı der gimi baktı” diyo. “Bunun üsdüne tüfek sırtımda gezemem.” deyip gurur meselesi yaparak ve do:ru evin yolunu dutmuş. Eve geldi:nde;” Hanı bire ulan ava gediyom” diyodun. “Ne çabıg geldin?” demelerine gıcık olmakdan gendini alamamış. Utandı:ndan olup bitenleri annadamamış bile zatı.
(Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: seafoodplus.info)
çabık
:
Acele çabuk.
“Yol üsdünde duran gazlar
Uzatmış boynunu guzlar
Ben Omar’a düğün gurdum
Çabık sıralanın gızlar”
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
çabıt
:
Çaput, paçavra, eski bez parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
“Dağlarda toprak eledim
Geldim beşiğe bekledim
Bir tek çabıda doladım
Zor günde büyütdüm sizi”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Mustafa Kesme’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Kesme)
çabıtçul
:
Eskimiş giysileri ip haline getirilerek dokunan çul.
çaçoş
:
Dedikoducu, yüze gülüp arkadan söz eden. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çadır
:
Beştaş oyununda bir bölüm, Başparmak ve işaret parmakları yere konarak kapalı v şeklinde tutulur ve buradan taşlar oyun kuralları içerisinde geçirilir.
çadır-çatma
:
Küçüklü büyüklü çadırlar.
çadırgaç
:
Hafif ateşte kavrulmuş, ütülmüş buğday başakları.
çadırıŋ sıtıŋı
:
Çadırın sıtırı, yan örtüsü, girişi.
çadırtma
:
Üç ağacın tepeden bağlanarak yapılan, peynir ve çökeleği asmaya yarayan alet.
Peyniri çadırtmāğa çaḵallar.
çağ
:
seafoodplus.infoşıt, akran.
“Ağ gelinim, ağ gelinim
Beniminen çağ gelinim
İnekler gapıya geldi
Kak ineğe sağ gelinim”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
2. Yükün düşmemesi için kağnının yan taraflarına konan ağaçlar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
3. Dönem, zaman.
Aşağının has evleri
Göçeceği çağlar bir gün
Kara ardıç kamalağı
Sızılaşır dağlar bir gün
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
çağa
:
Bebek, çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.)
çağal
:
1. Kum, çakıl.
2. Öbek haldeki taş yığını.
çağal uçurmak
:
Laf başlatmak olumlu, çam devirmek olumsuz.
çağarrım
:
Çağırırım.
“Erkenleri hep oynuyor
Benim yüreğem gaynıyor
Derin uykulara dalmış
Çağarım Ali’m duymuyor”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
çağıl
:
1. Akarsuların getirdiği küçük taş parçaları, çakıl.
2. Tarlalardaki taş yığını.
çağıllık
:
1. Bir akarsu veya selin getirip yığdığı çağıl yığını.
2. Çağıl birikimi. tarlalardan insanlar tarafından toplanıp öbek öbek yığılan çağıl yığını.
çağıltı
:
Suyun sesi.
çağırtı
:
Davetiye, düğün için yol, okuntu.
çağlak
:
Çağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.)
çağmel
:
Çengel.
“Oşt! çal itiŋe, çağmeli g.tüne.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz.
çağşak
:
1. Aşınarak dökülmüş dağ ya da duvar yıkıntısı, moloz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.)
2. Yün eğirmekte kullanılan iğ. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
3. Çağlayan, şelale. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
4. Kayalık dağlarda kayaların çeşitli nedenlerle parçalara ayrılması ve bu parçaların yukardan aşağıya doğru uzunca bir alanı kaplayacak şekilde konumlanması ve bu alanda hiç bir toprak ve ağacın olmaması.
“Ulan otursana gül gibi, buz gibi sulu, ak çağşaklı pınarı olan köyünde.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
çağşamak
:
Eskimek, köhnemek.
çağşır
:
1. Dereotuna benzer yemeği yapılan bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Post. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çahal
:
Yaramaz, huysuz, kötü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çaḫal
:
Çakal. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
çahıl
:
Çakıl.
çaḫıp coŋmak
:
Dövmek, her tarafına vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çahırgöz
:
Siyahla ela arası göz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çahıştırmak
:
İki kişiyi karşılaştırmak, yüzleştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çahşak
:
Dağlardaki taşlığın enginlere doğru inişi, çavşak.
çakal
:
Titiz, huysuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çakal soluğu
:
Kısa dinlenme. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çakal yağmuru
:
Güneş varken ince ince yağan yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çakalkaçtı
:
Çapa işçilerinin ikindi üzeri yarım saatlik dinlenmeleri.
çakalöldüye
vurmak
:
Uyumuş gibi yapmak, ölü taklidi yapmak.
“Namussuz! Çakal öldüye vurmuş meğer diye bağırdı.”
(İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli )
çakgimi
:
Düğme.
çakıl
:
Eşek semeri.
çakıldak, çakıldık
:
1. İncirin, domatesin olgunlaşmamış hali.
2. Değirmenin dönen, ses çıkartan parçası.
3. Koyun ya da keçilerin pislik yahut sidiklerinin kıl ya da tüylerine yapışarak kurumasından oluşan topaklıklar, yapağılık.
çakıldaklı
:
Çakıldağı olan.
çakır
:
Yeşil kahve karışımı bir renk.
çakır dikeni, çakır tikeni
:
Yuvarlak meyvalı bir çeşit diken.
Hadini de Karac’oğlan hadini
Aramazlar gurbet ele gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
çakır doğan
:
Bir çeşit doğan kuşu.
Benden selâm söylen Aydın eline
Top kara zülüflü mayalarına
Bizim elde çakır, doğan olamaz
Şahan gerek bu sarp kayalarına
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
çakır kuşu
:
Şahinden daha küçük bir çeşit doğan kuşu, çakır doğan.
Şeşine de Karac’oğlan şeşine
Kurban olam yârin ablak döşüne
Gök kıratınan da çakır kuşuna
Geri dur hey Benli Suna'm geri dur
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
çakışmak
:
1. Yarışmak, uğraşmak.
2. Dövüşmek.
3. Söz yarışı yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çakıştırıcı
:
Dedikoducu, fitneci. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çakıt
:
Üzerinde kav veya fitilin bulunduğu çakmak taşma vurulan çelik aletin ismi. kipritin olmadığı dönemlerde kav, çakmak taşı ve çakıt kullanılırdı.
çakki
:
Düğme.
çakkimi
:
Ufak düğme.
çakma
:
Deri hastalığı, yara, çıban. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
çakmak
:
Dokumada bir motif çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
çaknaşmak
:
Toplanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çakşak
:
Dağların enginlere doğru inişi.
çakşamak
:
Gevşemek, birbirinden ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çakşar
:
Gevşek, laşka, laçka olmuş, sökülmüş.
çal
:
1. Taşlık yer, çıplak tepe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.)
2. Taş yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
3. Çil, ben, leke.
“Kırk yıl sonra yüzündeki çaldan tanıdım Hülya”yı.”
çal duvar
:
Kuru, taş duvar.
ça:l
:
Çakıl, taştan yapılmış duvar.
“Böyük evin âl gımı
Ufak gabın çâl gımı
Ne duruyon kele hatın
Bebek senden dêl gimi”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çokaklı Ahmet Paşa’nın Oğlu Kemal’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Gürbüz)
çal kaşığı,
kalmasın bulaşığı
:
Yemeğin hepsini bitir, artık etme.
“Çal kaşığı kalmasın bulaşığı.”
çala, cala
:
1. Yeşilyöre'de beyazlı, sarılı horoza verilen ad.
2. Kullanılamayacak kadar eski, kullanmaktan dolayı çok yıpranmış ve eskimiş, ikinci el, kullanılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çala coplama
:
Bilmediği işi yapmaya kalkışana denir.
çala çala bir
havaya döner
:
Acele etmemek lazım işler nihayetinde rayına oturur.
“Çala çala bir havaya döner elbette.”
çalacak
:
Maya, çalgaç.
çalağan
:
1. Maya.
2. Çaylak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
3. Atmaca.
çalak
:
1. Küçük karpuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Deli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalak cülek
:
Ham meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalameçik
:
Gelişigüzel, rastgele, sallapati.
“Çalameçik cızıkdırıvermiş yazılı kağıdını.”
çalçırış
:
Üstünkörü.
“Her işi çalçırış yapar.”
çaldırdama
:
(Çalılıkları vs.) Tepeleyerek yürüme şekli.
çaldırma
:
Kurumaması için sac üzerinden iyice pişmeden ve sıcak sıcak yenen yufka.
“Bir köşesine eşilen tandır yakılıp burada ekmek edilirdi; bazlama, çaldırma, dârmi, gözleme, kömbe, katmer, kete burada yapılırdı, komşu hanımların yardımlarıyla.”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
çaldıvar
:
Çit, çalıdan yapılmış avlu duvarı.
çalduvar
:
Yemekten önce yenen meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
çalgaç
:
1. Sıcak su ve unla yapılan hayvan yemi.
2. Maya.
çalgam
:
Şalgam.
çalgap, çalğap
:
1. Bir an, bir ara. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.)
2. Belli belirsiz, belli belirsiz, hemen, hayal gibi gelip geçen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
çalgavur
:
Hemen arayıp yakalama. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalgeçir
:
1. Kapı mandalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Kopça.
çalgı
:
1. Keman.
2. Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
çalgıç
:
Bahçe süpürgesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.)
çalgın
:
1. Çarpılmış.
2. Felçli, alil.
3. Cılız, gelişmemiş, zayıf, şaşkın kimse.
4. Donmuş veya hastalıklı meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
5. Akıldan firik, deli, delimsi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalgın salmak
:
Köy sandığına para yatırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
çalğın
:
Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalhama
:
Ayran.
çalhamaç
:
Hareketleri dengesiz ve de tutarsız kimse, ne yaptığını bilmeyen kimse.
çalı çapak
:
Çalı çırpı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.)
çalı çırpı
:
Kuru ağaç dalları, kuru ot vb. şeyler.
Ovalar ovalar engin ovalar
Gözüm yaşı biri birin kovalar
Gülistan içinde bülbül yuvalar
Çalısı çırpısı güldür sılanın
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
çalı çıtlığı
:
Çalıkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
çalı tapanı
:
Bir işi üstünkörü yapma, yalapşap.
çalıgdırma
:
Hızlı hızlı bakmak.
çalık
:
1. Deli, delimsi, cin çarpmış, çalınmış.
“Ali gülümsüyordu. Elif hiç onu böyle görmemişti. Tam çalıklar böyle, gözlerinin anlamı silinmiş gülümserler.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
2. Çarka vurulmuş.
3. Anası-babası belli olmayan.
4. Kötürüm inmeli, sakat. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.)
çalım
:
Kibir, gurur, fiyaka.
“Yoncalı’nın cılga yolu
Gide gide gavuşuyor
Seni vuran cendermeler
Çalımınan savışıyor”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs)
çalımlı
:
Kibirli, gururlu, fiyakalı, bir kızın cilvesi.
“Gül kız gözüme gözükme
Ataş attın sen özüme
Delikanlımı öldürttün
İki çalımın yüzüne”
(Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Murat’a Ağıt, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Çoban)
çalınmak
:
seafoodplus.info çarpmak, delimsileşmek, vurulmak.
“Şu Geben’in yazısına
Goyun meler guzusuna
Çalınmışsın babamoğlu
Yaycıoğlu’nun azısına”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök)
2. Karasevdaya tutulmak.
“Salih büyülüydü, dünyaya çalınmıştı.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
3. Başörtüsü takınmak.
“Alasın goca tekeyi
Yağlamış gara kekili
Benim oğlum at oynadır
Çalınmış burculu kokulu”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gındıra Fakı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê))
4. Bir ilçe veya bucak başka bir ile bağlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
5. Sürünmek, uğraşmak, sokulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
6. Anası babası belli olmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalıntı
:
Eski süpürge. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
çalıp çığırmak
:
1. Bir acının ardından ağlamak.
2. Eğlenmek.
çalışgan
:
Çalışkan.
Çalışmaya gıv eylemek
:
Çalışmaya niyetlenip harekete geçmek.
çalıyı tepesinden sürümek
:
Bir işi tersinden yapmak.
“Huyu kurusun, çalıyı hep tepesinden sürür.”
çalinkâr etmek
:
Cin çarpmaya uğramak.
çalişiürüm
:
Çalışıyorum.
“İran’a çalişiürüm ben. Tırabzondan İran’a devamlı bûda götürürdüm.”
(Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, seafoodplus.infoş )
çalkağ sepeti
:
Pamuk kozalarınınçerçöpten ayıklanması için kullanılan sepet.
çalkama
:
1. Sulandırılmış yoğurt, ayran. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. Ayran, süzme yoğurtla yapılan ayran.
çalkamaç, çalkambaç
:
Ayran, süzme yoğurtla yapılan ayran.
çalkamak
:
(Bulaşık)Aceleyle, üstünkörü yıkamak.
“Sifirli dêl nassolsa sehenler. Çalkıyaver yeter.”
çalkanmak
:
Sere serpe uzanmak.
çalkap, çalgap
:
Bir şeyi algılamayacak kadar kısa bir zamanda, bir anda, ansızın görme durumu.
"Çalgap gördüm."
çalkazan
:
Taklit yapan.
çalkı
:
Çalgı.
çallanmak
:
Örtünmek.
çallıklamak
:
Bahane aramak.
çalma
:
1. Boyuna takılan bir altın lira çeşidi.
2. Sıvama olmayıp ötesinde berisinde bir takım işleme çiçekleri olan sarıklık bir bezin, tülbendin adı.
“Böyleyidi babam kızı
Çalma çalar biçim biçim
İnc’akıllı babam kızı
Elden selef yurda göçer”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, , Cilt I)I)
3. Kilim nakışı.
çalmaç
:
Yeni doğum yapmış hayvan yiyeceği.
çalmak
:
1. (Merhem vs. ) Sürmek.
Seyrek kelimesi dilimizde kullanımda olup anlamı merak edilen kelimeler arasında yer alıyor. Kelimelerin anlamı ve kökeni hakkında araştırma yapmayı sevenler bu kelimeye ilişkin araştırma yapıyor. Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre çeşitli anlamları olan seyrek kelimesi, Türkçe'de tek başına ya da farklı cümleler ile beraber kullanılabilir. Bu noktada, seyrek kelimesi ne demek ve TDK'ya göre anlamı nedir sorularının yanıtlarını arayanlar doğru yerdeler! Peki, seyrek kelimesinin kökeni ne seyrek kelimesinin kaç anlamı var, TDK'ye göre anlamı nedir? İşte, merak edilenler!
SEYREK NE DEMEK? TDK'YE GÖRE ANLAMI
Seyrek kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. TDK'ye göre seyrek kelimesi anlamı şu şekildedir:
- Benzerleri veya parçaları arasında çok aralık bulunan, aralıklı, sık karşıtı
- Çok bulunmayan, az rastlanan, nadir
- Aralıklı olarak, aralıklı bir biçimde, arada sırada, binde bir, nadir, nadiren, bayramdan bayrama, bayramda seyranda
SEYREK KELİMESİ CÜMLE İÇERİSİNDE KULLANIMI
- Öğle vapurlarının seyrek ahalisi içinden sıyrıldı, koşarak merdivenleri çıktı.
SEYREK KELİMESİNİ İÇEREN BİRLEŞİK KELİMELER
seyrek otlatma