Yazar:Sait Faik Abasıyanık
Yayın Evi: İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN:
Sayfa Sayısı:
"(!) Mahalle çocuğu, Sait'in hikâyelerinde bir iki tane değildir; birçoktur. Bunu, onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikâyecidir, ne ihtiyar. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur.
Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir
söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç
bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu, ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor.
-Orhan Veli Yaprak-, 1 Şubat
Uzun zaman olmuştu Sait Faik okumayalı. Sait Faik'i çok seven bir arkadaşım var ve en çok sevdiği kitabı da bu. Özellikle bu kitabı seçmemin sebebi de bu arkadaşım oldu. Kitabı okurken arkadaşımı düşündüm, hatırladım sık sık, neden çok sevdiğini anladım kitabı, çünkü o da bir çok hikâyede üzerinden geçen nice seneye rağmen muzipliği, orijinalliği eskimemiş anlatıcımız yani Sait Faik kadar gerçekti, onun gibiydi işte, hayata o da öyle muzipçe bakıyordu, gülüyordu bir başkasının insanca debelenişlerine. Kitap basılalı 67 sene olmuş. Çünkü, hakikaten de, bizim gibi, zayıfların, edebiyata sığınmışların başka çaresi yok. Sesi büyük büyük çıkanlardan değiliz hiç birimiz, çünkü sesi kısık, ve hikâyelerden birindeki o kambur gibiyiz, ya da otuz sene öncesi aşık olduğu kızı düşleyen o masum, ve kitabı yazarken artık yaşlanmaya başlamış Sait Faik gibi, kelimelerle dönüyor başımız. Bu ülkede, bu şehirlerde güvende miyiz artık, bir gün bir bombanın ya da kurşunun masum bedenimize neler yapabileceğini hayâl edemesek de akıl edebiliyoruz ve artık hiç bir şey bize imkânsız görünmüyor. Hayatımız boyunca hep beraber, elimizden geldiğince yaşamaya çalıştık hepimiz ve sevdiklerimizin arasına nice buram buram edebiyat kokan hayâli ama yine de gerçek arkadaşlar eklediksek de aynen Zeze gibi, Âdli gibi, Tsukuru gibi, ya da Gabriel gibi, ömür de geçti artık ve edebiyat bile hayatın ürkütücülüğünü yok edemiyor, çünkü her yanımızda hayâl edemeyen, edebiyat okumamış insanlar var, edebiyat kitaplarının tadını bilmeyen ve bir kitabın kokusunu hatıraya dönüştürememiş insanlar var, hayat sanki bir emirmiş gibi, klişelerle yaşayan ve buna hayat diyen insanlar var ve hepsi ölümüne öfkeliler ve hepimize haykırıyorlar. Oysa bizler, yani biz edebiyatı sevenler, yani biz edebiyata, kitaplara tutunup onlara gömülenler ve orada soluk alıp verenler, biz hakikaten başkalarının öfke ve nefretinin, haklı ya da haksız davasının kurbanları, hepimiz, olsak olsak bir cılız ama hakkaniyetli bir sesiz, ve bu insanlardan tek bir tanesi tek bir kez Sait Faik okumuş olsaydı elbet, bir kez olsun, başka türlü bakması için binbir sebebi olacaktı hayata her birinin, ama okumadı hiç biri, ve Sait Faik'in insan ve hayat sevgisi dolu sesi sadece bizim dünyalarımızda yankılanıp duruyor o yüzden. Sait Faik'in her hikâyesinde baktığı o insanlar şu anda yok dünyada, belki o muzip çocuk yaşıyordur kimbilir, ama diğerleri, hepsi ölüp gittiler; ama kalemi öylesine incelikli güzel anlatıyor ki sanki hepsi buradaydı okurken, ve bütün o güleçliğiyle, huysuzluğuyla insanlar, yokuşlardan aşağı ya da bir sandalda beklerken ümitle, veya çok eski bir zamanın kaygısıyla hatırlarken çok eskiden sevilmiş birini, gerçekten de sayfalarda canlanarak bize birbirine benzemeyen nice isim, görünüş ve sıfat altında o aynı, büyük damarın içinden hayatın çağlayarak aktığını haber veriyor. Edebiyat hayattır derken, bir abartı olamazdı bu, ve değil de zaten. İyileşmek için edebiyat gerek derken, asla abartmıyoruz ki hiçbirimiz, çünkü gerçekten edebiyat iyileştirir insanı, yaşadığımız ve artık günlük hayatımızın parçası olan bütün zulümlerin içerisinde direnmemizi ve ümit etmemizi sağlayarak edebiyat iyileştirmiyor mu bizleri? Yoksa şu an oturmuş yağmurun camlara vuruşunu dinleyerek bunları yazarken ben, yoksa ben kendi kendimi mi iyileştirmeye çalışıyorum bunca zamandır? Hastayım çünkü nicedir ve kırk beş yıllık hayatıma bir merhem gibi geliyor edebiyat, iyileştiriyor beni; edebiyat çünkü iyileştirir ve çünkü edebiyat gerçekten de hayattır. O yüzden, bu hayat dolu damardan kana kana içmek ve iyileşmek için, gecikmeden, Sait Faik'in bu yıllanmış ama zerre eskimemiş davetine mutlaka icabet etmeli.. (CemCBG)
Yazar hayatın içinden olayları sade bir dille o kadar güzel anlatmış ki.Öyküler tekrar tekrar, bugün de yarın da okuduğunuzda size bir şeyler verecek türden. (Ayşe Mollahüseyinoğlu)
Sait Faik, tam bir mahalle çocuğu olduğunu, kitabına işleye işleye nakşetmiş. Kitaptaki 22 hikayenin yarısı içkiyle bağlantılıydı. Yer yer İslam’a uygun olmayan kelimeler, cümleler kullanmıştı. Açıkçası içkiyi fazlaca dillendirmesi ve İslam’a uygun olmayan cümleleri çokca kullnmışSait Faik, bir mahalle çocuğu olarak duygularını çok iyi yansıtmıştı. (Hande gunkut)
Sait Faik Abasıyanık ya da Sait Faik (18 Kasım, 22 Kasım ya da 23 Kasım Mayıs ), Türk öykü, roman ve şiir yazarıdır. Türk hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından sayılan Abasıyanık, çağdaş hikâyeciliğe yaptığı katkılarla Türk edebiyatında bir dönüm noktası sayılır. Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yeniliklerle "kökü kendisinde olan" bir yazar olarak kabul edilir.
Klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları basit, samimi, hem iyi hem kötü taraflarıyla oldukları gibi fakat şiirsel ve usta bir dille anlatmıştır. Bunu yaparken diğer çoğu Cumhuriyet sonrası sanatçısı gibi Batı'daki gelişmelere bağlı kalmamış, hiçbir edebî anlayışın etkisinde hareket etmemiş ve belli bir tarzın takipçisi olmamıştır. Toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalışır. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlatır. İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer alır.
'larda başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılan Abasıyanık'ın tüm yazdıkları bir şair duyarlılığı içermektedir. Hikâye, roman, şiir yazan, çeviriler ve röportajlar yapan sanatçı bütün bu türleri kendine özgü tarzı ile kaynaştırmıştır. Yazarın, anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenmiştir. Kendi özgün dilini oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilenen Abasıyanık, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok yazara da öncülük etmiştir. Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına her sene öykü ödülü de verilmektedir.
© Tüm Hakları Saklıdır.
Sitedeki içerikler izinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Yayınlanan yazı ve yorumlardan yazarları sorumludur. seafoodplus.info ile bir bağlantı kurulamaz, site sorumlu değildir.
Anlatıcı genç adama çay ısmarlamak istemiş fakat her nedense kahveci bunu kabul etmemiştir. Az sonra kahveye bir adam daha gelir ve kahvede oturan adamlardan bazılarını çağırır. Zavallı genç ölen kişinin babası olup olmadığını sormuş, kahveci bu soru karşında sinirlenmiş, o gence ters ters cevap verip sakın geve gitme diyerek azarlamıştır.