saçma hikayeler kısa / İşte O Deyimlerin İlginç Hikayeleri - Foto Galeri - seafoodplus.info

Saçma Hikayeler Kısa

saçma hikayeler kısa

Komik Hikayeler ve Masalları

Komik hikayeler insanların dinlerken çok eğlendiği hikayelerdir. Çocuklar bu masalları dinlerken hem eğlenirler hem de öğrenirler. Hikâye dinlemek çocukları bir şeyler öğrettiği gibi birde çocukların hayal dünyasını genişletir. Çocuklar böylece daha geniş düşünebilirler. Karşılarına bir olay çıktığında daha hızlı düşünüp fikir üretebilir.

Sizin okurken çok eğleneceğiniz ve arkadaşlarınıza anlatıp onları da eğlendireceğiniz birkaç hikayemiz var. Okuyun, anlatın hep beraber eğlenin. Komik hikayelere örnek olarak şunları verebiliriz;

  • Bakkala giden çocuk
  • Gemiyi boşaltın

Bakkala Giden Çocuk

Anlamlı hikayeler denince akla bu masal gelir. Bu masalda çocukların hayal gücü gelişir. Annesi çocuğu yumurta almak için bakkala göndermiş. Bakkala giden çocuk bakkalcının koyduğu küçük yumurtaları görünce şaşırmış. Sonra bakkalın yüzüne şöyle bir bakmış ve:

  • Bana neden hep küçük yumurtaları veriyorsun?
  • Taşıması kolay olur, diye cevap vermiş bakkal.

Çok zeki olan çocuk eksik para verip yumurtalarını alıp bakkaldan çıkmış. Bakkalcı arkasından bağırmış:

Çocuk gülümsemiş ve:

  • Sayması kolay olur da ondan.

Gemiyi Boşaltın

Eğlenceli hikayeler çocukların çocukların dinlerken zevk aldığı hikayelerdir. Gemiyi boşaltın hikayesi de bunlardan biridir. Amerikalılar, Türkler ve İngilizler aynı gemide seyahat ediyorlarmış. Gemi kaza yapmış ve su almaya başlamış. Kaptan hemen bütün yolculara küçük sandallara geçmelerini ve gemiyi terk etmelerini söylemiş. Ama gemideki hiç kimse yerinden kıpırdamamış. Kaptan ne yapacağını şaşırmış. Yardımcı kaptan gelip tüm gemiyi boşaltabileceğini söylemiş ve dediğini yapmış.

Kaptan bunu nasıl yaptığını sorunca yardımcı kaptan cevaplamış:

  • Amerikalılara deniz suyunun yararlı olduğunu anlattım hemen suya atladılar, İngilizlere sizin gibi soylu insanlar bu gemide nasıl batar deyince hemen gemiyi boşalttılar.

Kaptan:

  • Peki, Türklere ne dedin onlar asla söz dinlemezler ki, demiş.
  • Türklere de denize girmek yasaktır dedim, demiş.

En komik kısa hikayeler

En komik kısa hikayeler genellikle kısa olduğu için akılda daha kalıcıdır. Bu hikayeler kesinlikle sizi çok güldürecektir. Hem hikâye dinleyip eğlenirsiniz hem de bazı hikayelerden ders çıkarırsınız. En kısa ve komik hikayelere şunları örnek olarak verebiliriz:

 

Nezaret

Geceyi nezarette geçireceğini anneye haber vermek için “anne beni merak etme ben emniyetteyim” demek, annenin ise “tamam yavrum gece gece çıkmayın bak dışarı demesi…

Eşek

Adamın biri bir gün eşeğine binmiş gidiyormuş. Trafik durumu dalga geçmek istemiş ve adamı durdurmuş. Ehliyet falan istemiş sonunda da “Cezayı kime yazalım, sana mı eşeğe mi?” diye sormuş. Adam da “Bana yazın, eşeğin sicili temiz kalsın. Büyüyünce polis olacak” cevabını vermiş.

Yaşanmış Komik Hikayeler

Yaşanmış komik hikayeler denilince akla direk insanlar gelir. Bazı insanlar yaşadığı olayları insanlarla paylaşıp eğlenmek için olayları hikayeleştirerek anlatırlar. Bu duruma yaşanmış komik hikayeler denir. Genellikle daha çok komik olsun diye yaşadıkları olayların üstüne birazcık da kendileri koyarak anlatırlar. Bunlara örnek olarak şunları verebiliriz:

  • Babaanneme soru
  • Sayısalcı anne

Babaanneme soru

Büyükler için hikâye denilince akla bu masal gelir. Çocuklar büyüklerine bu hikâyeyi anlatarak gülüp eğlenirler. Bir gün babaanneme soru sordum:

  • Babaanne bana bir tane güzel bir dizi söyler misin?

Babaanne:Aramızda kalsın.

Ben: Tamam babaanne aramızda kalacak.

Babaanne: Yavrum dizinin adı aramızda kalsın.

Sayısalcı anne

Bir gün bir kız odasında dağınık bir şekilde oturuyordur. Annesi yanına gelip;

  • Kızım odan çok dağınık hadi odanı topla, der.

Kız hemen cevap verir;

  • Anne ben sözelciyim toplayamam.

Annesi kaşlarını çatarak kıza bakar ve;

  • Bende sayısalcıyım iyi çarparım.

Ders Veren Hikayeler

Ders veren hikayeler sayesinde insanlar genellikle bunlardan çıkarmayı öğrenir. Mesela yabancı çoban hikayesinde yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu ve bir insan sürekli yalan söylerse bir süre sonrada onun söylediği doğrulara kimsenin inanmayacağını anlatır. Böylece bu hikâyeden yalan söylememiz gerektiğini anlarız.


Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarıseafoodplus.info

Komik Fıkra Oku: Okurken g&#;ld&#;ren en komik kısa fıkralar İşte birbirinden o g&#;zel fıkralar

Haberin Devamı

Temel:

– Verdunuzda mi isteysunuz


TATLI KOYARKEN

Küçük çocuk ninesine;

- Senin gözlüklerin her şeyi büyütüyormuş, doğru mu nine?

- Evet yavrum, neden sordun?

- Ne olursun nineciğim, tabağıma tatlı koyarken gözlüğünü çıkar olur mu?


BEŞ KURUŞ

Nasrettin Hoca yolda yürürken, biri ensesine öyle bir vurmuş ki, nerdeyse yere düşecekmiş, hiddetle dönüp bakmış; karşısında tanımadığı genç bir adam. Nasrettin Hoca sormuş:

- "Ne cüretle vuruyorsun!.."

- "Özür dilerim hocam, sizi birine benzettim, küçük bir hata yaptım, ama siz pireyi deve yaptınız.

- "Yürü o zaman, kadıya gidiyoruz!"

Gitmişler kadıya, ikisini de dinleyen kadı efendi, Nasrettin Hoca'ya vuran gencin akrabasıymış. Kadı efendi, Nasrettin Hoca'yı yumuşatıp, akrabasını kurtarmaya çalışmış:

- "Hoca, hislerini anlıyorum. Bu durumda herkes aynı şeyi hissederdi. Şimdi bu genç adam kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?"

Nasrettin Hoca ısrar etmiş:

- "Olmaz, mahkeme yapılsın."

Kadı efendi, bunun üzerine akrabası olan genç adama dönüp kararını vermiş:

- "Ceza olarak Nasrettin Hoca'ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!.."

Nasrettin Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini beklemiş. Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, ama genç adam ortalıkta gözükmüyormuş.

Mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekleyen Nasrettin Hoca, kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirdikten sonra demiş ki:

- "Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!.."


ÇİFT

Bir gün Temel çift görüyormuş, Dursun’da tek gözünü kapatsana, demiş.


SEKRETERİMİ BEKLİYORUM

Öğretmen öğrencilerine; eğer büyük bir firmanın müdürü olurlarsa ne yapacakları konusunda bir kompozisyon yazmalarını ister.

Öğrenciler tüm dikkat ve ciddiyetlerini takınarak yazmaya başlarlar. Ancak aralarından biri yazmaz.

Öğretmen fark edince sorar;

– Neden yazmıyorsun evladım?

Öğrenci cevap verir.

– Sekreterimi bekliyorum.


UYANIK HIRSIZ

Adamın biri sokakta yürüyen milyonere sorar:

– Efendim herhangi bir yerde polise rastladınız mı?

– ‘Hayır’ dedi zengin adam.

– Öyleyse cüzdanınızı hemen bana vereceksiniz.


KARMA KARIŞIK

Öğretmen öğrencisine sorar:

– Dünya yuvarlak mıdır?

– Hayır!

– Peki düz müdür?

– Hayır!

– Peki nasıldır evladım?

– Babam karmakarışık olduğunu söyler.


ŞAKA YAPIYORSUN

Adamın biri iş başvurusunda bulunmuş.

Görüşmeye çağırmışlar; görüşme esnasında yönetici sormuş;

– Peki beklentilerin ne? Seni ne tatmin eder?

Arkadaş saymaya başlamış;

– Öncelikli olarak bir araba istiyorum, ayrıca şu anda bulunduğum dairenin kirası biraz fazla onu da şirketin karşılaması iyi olur, maaş olarak da dolardan aşağı çalışmam…

Şirket yöneticisi, dinler ve

– Biz sana son model bir Cherokee ve Tarabya’da bir villa vereceğiz, ayrıca bizim bu pozisyonumuz için planladığımız maaş dolardı, demiş.

Bizim elemanın gözleri fırlamış;

– Şaka yapıyorsunuz, demiş.

Şirket yöneticisi yapıştırmış;

– Önce siz başlattınız…


MERAKTAN

Aynanın karşısına geçip de gözlerini kapatan Temel’e ne yaptığını sormuşlar;

– Hiççç, uyurken kendimin nasıl göründüğünü merak ediyorum da…


DİŞİ Mİ ERKEK Mİ?

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar;

-Hz. Nuh’un gemisine zeytin dalını getiren güvercin dişi miydi erkek miydi?

Hoca hemen cevabı yapıştırır.

-Mutlaka erkek. Dişi olsaydı çenesini uzun zaman kapalı tutamazdı.


LÜTFEN ŞİKAYET ETMEYİN

Temel bir gün karşıdan karşıya geçmeye çalışırken oradan geçmekte olan bir araç Temel’e çarpar. Arabanın sahibi yalvarmaya başlar.

– Lütfen benden şikayetçi olmayın size dolar veririm.

Temel bundan hoşlanır ve derki;

– Buradan sık sık geçiyor musunuz?


ARADAKİ FARK

Öğretmen öğrencisine sorar:

– Kaza ile şansızlık arasındaki fark nedir?

Öğrenci cevap verir.

– Eğer karnem dereye düşerse bu bir kazadır, ama onu dereden çıkaran olursa bu şansızlıktır.


BALIKLAR TAZE Mİ?

- Bunlar taze mi?, diye sormuş.

Balıkçı:

- Yok abla, pil takıp oynatıyoruz, demiş.


AFACAN'DAN AYRAN

Adam bir köyü gezerken yorulmuş, hayli susamıştı. Çaresiz bir evin kapısını çalar, karşısına bir çocuk çıkar. Adamcağız:

-Evladım, buralarda su bulamadım. Lütfen bana bir bardak su verir misiniz?

Kapıyı açan çocuk, adamın yüzüne bakarak:

- İstersen ayran getireyim, der.

Adam bu teklifi memnuniyetle kabul ettikten sonra, çocuk bir çanak ayran getirir. Adam ayranı içtikten sonra çocuk:

- İstersen daha getireyim, der.

- Zahmet olur yavrum bir zahmet.

Çocuk:

- Hayır ne zahmeti, zaten bu ayranın içine fare düştüğü için nasıl olsa dökecektik!, demiş.

Bunun üzerine adam iğrenerek elindeki ayran çanağını hiddetle yere atıp parçalayınca, çocuk feryadı kopartmış:

- Anneee, kapıdaki adam köpeğin çanağını kırdı.


HEMEN İŞE BAŞLAMANIN SIRASI MI?

Amerika'da yaşayan Dursun, Trabzon'daki Temel'i yanına çağırıyormuş:

- Ula Temel ha puraya gelursen aç kalmazsun da. Sadece yerdeki paraları toplasan o bile yeter sana demiş.

Bunu duyan Temel biraz da merakından binmiş uçağa, Amerika' ya gitmiş. Uçaktan inmiş, valizini alıp havaalanından çıkmak üzereymiş. Bir de bakmış yerde dolar var. Paraya bakmış bakmış ve şöyle demiş:

- Ula daha ilk günden işe mi başlanur


KAYIP ANAHTAR

Hoca bir gün anahtarını kaybetmiş. Bahçede döne döne ararken hanımı sormuş:

- Anahtarını nerede düşürdün bey?

- Bre kadın, nerede düşürdüğümü bilsem hiç arar mıyım?


YANLIŞ İSTİKAMET

Temel trene binmiş, bilet kontrol sırası gelmiş. Kontrolör, biletinin İstanbul'a olduğunu, trenin Ankara'ya gittiğini söylemiş.

Temel kendinden emin:

- Peçi maçinist yanlış istikamete cittiğini piliy mi?


BU YAŞTAN SONRA

Temel ve Fadime uzun yıllar nikahsız yaşamaktaymış. Bir gün Fadime:

- Temel bu iş böyle olmuyor, evlenelim artık, demiş.

Temel gayet sakin:

- Bizi bu yaştan sonra kim alır be Fadimem.


SİZDE KABAHAT, VERMEDİNİZ

Temel araba sürerken kırmızı ışıkta geçmiş. Tabii bunu gören polis Temel'i durdurmuş. Polis:

- Ehliyet ve ruhsat beyefendi!

Temel:

- Verdunuzda mi isteysunuz


MEHMET AKİF

Bir toplantıda, bir genç, Mehmet Akif'i küçük düşürmek ister:

- Afedersiniz, siz veteriner misiniz?

Mehmet Akif hiç istifini bozmadan şöyle yanıtlamış:

- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?


TEKRAR İNİP BİNSEK Mİ?

Bir makine, bir elektrik, bir de bilgisayar mühendisi arabayla yola koyulmuşlar. Bir süre sonra araba arıza yapmış, kenara çekmişler. Makine mühendisi:

- "Dur ben bir bakayım" deyip kaputu açmış. Motor blokuna, şafta, diğer akşamlara bakıp bir şeyler yapmış, arabaya binmiş. Marşa basmış, araba çalışmamış. Elektrik mühendisi:

- Dur bir de ben bakayım"deyip kaputu açmış. Aküye bakmış, kabloları kontrol edip arabaya binmiş. Marşa basmış, araba çalışmamış.

İkisinin de kafası bilgisayar mühendisine doğru dönmüş. Bilgisayar mühendisi:

- “Eee inip tekrar binsek mi?"

okunduğunda kahkahalara boğan hikayecikler.

adamın biri motosiklet almış. satıcı adama bir kutu vazelin hediye ederek "yağmurlu havalarda bunu metallere sür, pas yapmaz" demiş. adam motorunu göstermek üzere kız arkadaşına gitmiş. akşama doğru kız "gel seni bize götürüp ailem ile tanıştırayım, hem de akşam yemeği yeriz." demiş. hemen arkasındanda bir hatırlatmada bulunmuş. "yalnız dikkat et bizim evde yemek yerken kimse konuşmaz. konuşan olursa o bütün bulaşıkları yıkar." adam 4 kişinin bulaşığından ne olacak diye düşünürken eve girdiklerinde bir de ne görsün dağ taş her yer bulaşık. ulan bir konuşursak yandık demiş. yemek yerken aklına "ben şimdi bu kızın elini tutsam kimse bir şey diyemez." fikri gelmiş. kızın elini tutmuş, kimseden çıt yok. bir de öpeyim demiş, öpmüş gene çıt yok.. ulan ben bununla bu işi burada pişireyim demiş. herkesin gözü önünde kızla yatmış ama gene çıt yok. adam iyice pişkinliğe vurup yahu bunun anası da güzelmiş deyip onunla da yatmış. gene çıt yok. tam bu sırada dışarıda gök gürleyip yağmur yağmaya başlamış. bizimki motoru paslanmasın diye aldığı vazelini cebinden çıkardığı anda kızın babası bağırarak ayağa fırlamış. "tamam tamam koy onu yerine bulaşıkları ben yıkarım".

Bir gün iki ibne uçaktaymış tam herkesin
uyuduğu sırada biri diğerine;
- ''hadi *ikişelim'' demiş.
digeri;
- ''kafayımı yedin bi sürü insan var''.
diğeri; - ''merak etme hepsi uyuyuyordur bak istersen
hostesten bi kola isteyeceğim kimseden ses
gelmez hostes bile uyuyordur''.
ibne;
- ''bi kola getirin''.
diye seslenmiş kimseden tık yok bi daha istemiş gene aynı daha sonra başlamışlar *ikismeye
sabah olunca hostes servise başlamış.
bir ihtiyar;
- ''ah kızım sabaha kadar başım ağrıdı'' demiş.
hostes;
- ''amca isteseydiniz size aspirin getirirdim'' demiş.
ihtiyarda;
- ''kızım nasıl isteyim, adamın biri kola istedi
sabaha kadar *iktiler''

kadin ve çocugu yolda yürümektedir. çocuk simarikligin dozunu iyice arttirmistir. kadin çocugu baska birisi ile korkutmanin ise yarayacagini düsünür. yoldan geçen bir adama:
- amcasi suna bir sey söyler misiniz der. adam biraz düsünür ve çocuga:
- sus yoksa anani sikerim!

evin 8 yaşındaki kızı gece su içmeye kalktığında, annesiyle babasının seviştiğini görür. ertesi gün annesine sorar;
- ''anneciğim dün gece babamın üzerinde ne yapıyordun'' .
anne ne cevap vereceğini şaşırır.
- ''kızım babanın mikisi ile oynuyordum'' .
- ''anne benimde mikim olacak'mı'' .
- ''tabi kızım büyüdüğün zaman seninde mikin olacak'' der.
küçük kız bahçeye çıktığında dedesini havuzda çırılçıplak yüzerken görür. önünde de mikisi durmaktadır. hemen havuza atlar ve hızla dedesinin yanına giderek aleti yakalar.
- ''anne anne mikimi buldum mikimi buldum'' .
dede can havliyle bağırır;
- ''ne mikisi yavrum ne mikisi o senin mikin değil benim yetmiş yıllık sikim''

adam iş yerine gelmiş ve müdürüne:
- bana bak amına koduğumun çocuğu, senin ananın amına çam sokar öyle sikerim piç kurusu demiş.
müdürü de:
+ senin sigortanı, sertifikanı, damını, kapını sikerim, orospunun evladı demiş.

Fıkraların en güzel hâlidir. Köşe başlarında sıkça anlatılır.

Emre şuan siciyor. Evet şuan gülmekten altına siciyor.

İşte O Deyimlerin İlginç Hikayeleri

  • <p><b>Yaşanmış olayların, tarihi kişiliklerin konu olduğu deyimlerin anlamlarını ve ortaya çıkış hikayelerine çok şaşıracaksınız. İşte o hikayelerden bazıları</b></p> <p><b>Saçını Süpürge Etmek</b></p> Eskiden kadınlar saçlarını topuklarına kadar uzatırlardı. En uzun saç da en güzel saç kabul edilirdi. Kadın evini süpürmek için yere eğilince arkasındaki çift örgülü saçlar yere düşer ve bir süpürge gibi her yeri öperdi.

    Yaşanmış olayların, tarihi kişiliklerin konu olduğu deyimlerin anlamlarını ve ortaya çıkış hikayelerine çok şaşıracaksınız. İşte o hikayelerden bazıları

    Saçını Süpürge Etmek

    Eskiden kadınlar saçlarını topuklarına kadar uzatırlardı. En uzun saç da en güzel saç kabul edilirdi. Kadın evini süpürmek için yere eğilince arkasındaki çift örgülü saçlar yere düşer ve bir süpürge gibi her yeri öperdi.
  • <br><b>Ateş pahası</b></br> Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır. Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek, "Şu ateş bin altın eder" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler. Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana "Binbir altın" cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler. "Ateş pahası" deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur. Ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılmaktadır.


    Ateş pahası
    Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır. Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek, "Şu ateş bin altın eder" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler. Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana "Binbir altın" cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler. "Ateş pahası" deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur. Ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılmaktadır.

  • <br><b>Ateş Almaya mı Geldin?</b></br> Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce, ateş küreği ile komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış.Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, kürekteki ateş sönmesin diye oturup çene çalamazlar ve acele ederlermiş.Kapıdan içeri girmeyerek, kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:-Ateş almaya mı geldin? denmesi de işte bu devirlerden kalmadır.


    Ateş Almaya mı Geldin?
    Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce, ateş küreği ile komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış.Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, kürekteki ateş sönmesin diye oturup çene çalamazlar ve acele ederlermiş.Kapıdan içeri girmeyerek, kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:-Ateş almaya mı geldin? denmesi de işte bu devirlerden kalmadır.

  • <br><b>Dingo'nun ahırı</b></br> İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın, bu durumu dolayısıyla girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.


    Dingo'nun ahırı
    İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın, bu durumu dolayısıyla girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.

  • <br><b>Meteliğe Kurşun Atmak</b></br> Eskiden atış talimleri yapılırken, usta atıcılar hedef için metelik denilen bozuk paralar kullanırlarmış. Metelik, eskiden kullanılan on para değerinde olan bir sikke. Sikke de madeni para veya bu paralara vurulan damga demektir. Köyden çıkıp okuyarak yükselen, mal mülk ve şöhret sahibi olan bir adam köyünde yaptırdığı evde, gümüş paraları hedefe koyup atış talimi yaparmış. Onu ziyarete gelenler, gümüş mecidiyeye ateş ederken görünce, içlerinden biri, ?Baksana bizimki meteliğe kurşun atıyor.? demiş.


    Meteliğe Kurşun Atmak
    Eskiden atış talimleri yapılırken, usta atıcılar hedef için metelik denilen bozuk paralar kullanırlarmış. Metelik, eskiden kullanılan on para değerinde olan bir sikke. Sikke de madeni para veya bu paralara vurulan damga demektir. Köyden çıkıp okuyarak yükselen, mal mülk ve şöhret sahibi olan bir adam köyünde yaptırdığı evde, gümüş paraları hedefe koyup atış talimi yaparmış. Onu ziyarete gelenler, gümüş mecidiyeye ateş ederken görünce, içlerinden biri, ?Baksana bizimki meteliğe kurşun atıyor.? demiş.

  • <br><b>Etekleri Zil Çalmak</b></br> Bir zamanlar Anadolu?nun bir yerinde, herkesin sevip hürmet ettiği güler yüzlü, tatlı dilli bir şeyh yaşarmış. <br>Şeyhin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı bulunurmuş.</br> <br>Şeyhin uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış.</br> <br>Bir gün şeyhe bu çıngırakları niçin taktığını sormuşlar. O da:</br> - Yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş. Bir gün güvenlik güçleri , çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış. <p>Azılı bir çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı şeyhi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, şeyhin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Halk da bu çıkan sesten çok mutlu olmuş.</p> Bu olaydan sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, "Ne o eteklerin zil çalıyor." demeye başlamış.


    Etekleri Zil Çalmak
    Bir zamanlar Anadolu?nun bir yerinde, herkesin sevip hürmet ettiği güler yüzlü, tatlı dilli bir şeyh yaşarmış.
    Şeyhin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı bulunurmuş.

    Şeyhin uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış.

    Bir gün şeyhe bu çıngırakları niçin taktığını sormuşlar. O da:
    - Yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş. Bir gün güvenlik güçleri , çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış.

    Azılı bir çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı şeyhi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, şeyhin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Halk da bu çıkan sesten çok mutlu olmuş.

    Bu olaydan sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, "Ne o eteklerin zil çalıyor." demeye başlamış.
  • <p><b>Ocağına İncir Dikmek</b></p> Yaptığı zulümlerle tanınan bir devlet adamı, konağının bahçesini düzenletiyormuş. Kocaman bir incir ağacını görüntüyü bozuyor diye kestirmek istemiş. Bahçede bulunan İncili Çavuş, bunu duyunca devlet adamına şöyle seslenmiş: <br>- İncir ağacı yerinde dursun, kestirmeyiniz.</br> <br>- Niçin?</br> <br>- Nasıl olsa bir gün birinin ocağına dikersiniz, cevabını vermiş.</br>

    Ocağına İncir Dikmek

    Yaptığı zulümlerle tanınan bir devlet adamı, konağının bahçesini düzenletiyormuş. Kocaman bir incir ağacını görüntüyü bozuyor diye kestirmek istemiş. Bahçede bulunan İncili Çavuş, bunu duyunca devlet adamına şöyle seslenmiş:
    - İncir ağacı yerinde dursun, kestirmeyiniz.

    - Niçin?

    - Nasıl olsa bir gün birinin ocağına dikersiniz, cevabını vermiş.
  • <p><b>Ağzınla Kuş Tutsan Nafile</b></p> Osmanlı Devletinin güçlü zamanlarında, Fransa ile iyi ilişkiler kurulmuş, bu arada, İspanya Kralım ezmek için Osmanlı Devletinin desteğini gören Fransa, Osmanlı Padişahını en büyük hükümdar olarak tanımıştı. Akdeniz'de Türk bayrağı çekerek, Barbaros'un enirine giren Fransız donanması gibi, Fransız ordusu da Osmanlı desteğine güveniyordu.O devirlerde, Topkapı Sarayı'nın arz odasında, huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransız elçisi. Kızlar Ağasına, işinin önemli ve acele olduğunu bir türlü anlatamamış, içeri alınmayı sağlayamamıştı. <p>Bin bir rica ve ısrar sonunda Kızlar Ağası, sabırsızlanan elçiye şöyle dedi:</p> -Siz ne lâf anlamaz adamlarsınız yahu! Şevketli Sultanımız hazretleri bugün çok hiddetli. Demincek bir Frenk hokkabaz burada idi. Adamcağız ne hünerler gösterdi: Külahının altından tavşanlar çıkardı, alev alev yanan demir çubuklan ağzında söndürdü, sekiz arşın uzaklıktaki iğneye iplik taktı, havaya bir kuş uçurdu, uçun kuşa bir şeyler söyledi, kuş gelip ağzına kondu, o da ağzıyla ayaklarından yakaladı. Sultanımız onu bile huzurdan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile; ama daha büyük hünerlerin varsa bir kere Zat-ı Şahaneye arz edeyim

    Ağzınla Kuş Tutsan Nafile

    Osmanlı Devletinin güçlü zamanlarında, Fransa ile iyi ilişkiler kurulmuş, bu arada, İspanya Kralım ezmek için Osmanlı Devletinin desteğini gören Fransa, Osmanlı Padişahını en büyük hükümdar olarak tanımıştı. Akdeniz'de Türk bayrağı çekerek, Barbaros'un enirine giren Fransız donanması gibi, Fransız ordusu da Osmanlı desteğine güveniyordu.O devirlerde, Topkapı Sarayı'nın arz odasında, huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransız elçisi. Kızlar Ağasına, işinin önemli ve acele olduğunu bir türlü anlatamamış, içeri alınmayı sağlayamamıştı.

    Bin bir rica ve ısrar sonunda Kızlar Ağası, sabırsızlanan elçiye şöyle dedi:

    -Siz ne lâf anlamaz adamlarsınız yahu! Şevketli Sultanımız hazretleri bugün çok hiddetli. Demincek bir Frenk hokkabaz burada idi. Adamcağız ne hünerler gösterdi: Külahının altından tavşanlar çıkardı, alev alev yanan demir çubuklan ağzında söndürdü, sekiz arşın uzaklıktaki iğneye iplik taktı, havaya bir kuş uçurdu, uçun kuşa bir şeyler söyledi, kuş gelip ağzına kondu, o da ağzıyla ayaklarından yakaladı. Sultanımız onu bile huzurdan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile; ama daha büyük hünerlerin varsa bir kere Zat-ı Şahaneye arz edeyim
  • <p><b>Hapı Yutmak</b></p> Sultan Murad'ın kave, müskirat (sarhoş edicimaddeler) ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler) yasakladığı dönemde saray casuslarından biri, belki de kıskançlık sebebiyle, hekimbaşı Emir Çelebi nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur. Onun için "Hapı Yuttu" deyimi ortaya çıkmıştır.

    Hapı Yutmak

    Sultan Murad'ın kave, müskirat (sarhoş edicimaddeler) ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler) yasakladığı dönemde saray casuslarından biri, belki de kıskançlık sebebiyle, hekimbaşı Emir Çelebi nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur. Onun için "Hapı Yuttu" deyimi ortaya çıkmıştır.
  • <p><b>Keçileri Kaçırmak</b></p> Dağda keçilerini otlatan bir çoban, öğle sıcağında, bir ağacın altında uyuyakalmış. Uyandığında keçilerin otladığı yerde bulunmadığını görmüş. Aramış, aramış, keçilerini bir türlü bulamamış. Kendi kendine, "Şimdi keçilerin sahibine ne söyleyeceğim? Ağa beni döve döve öldürür, koca sürü nereye kaybolur?" demiş. Çoban, sağa sola koştururken, "Çobanlık görevimi yapamadım, keçileri kaçırdım." diye yakınırmış. Önüne gelene, "Keçileri kaçırdım, şimdi ben ne yapacağım?" diye sormaya ve anlamlı anlamsız konuşmaya başlamış. Köylüler de merak edip keçileri aramaya başlamışlar. <p>Bu arada suları içip serinleyen keçiler, mağaradan çıkmış, çobanın bıraktığı yerde otlamaya başlamışlar. Köylüler sürüyü yerinde bulunca şaşırmış ve keçileri tek tek saymışlar. Ortada bir durumun olmadığını gören köylüler, çobanın aklını oynattığına hükmetmişler.</p>

    Keçileri Kaçırmak

    Dağda keçilerini otlatan bir çoban, öğle sıcağında, bir ağacın altında uyuyakalmış. Uyandığında keçilerin otladığı yerde bulunmadığını görmüş. Aramış, aramış, keçilerini bir türlü bulamamış. Kendi kendine, "Şimdi keçilerin sahibine ne söyleyeceğim? Ağa beni döve döve öldürür, koca sürü nereye kaybolur?" demiş. Çoban, sağa sola koştururken, "Çobanlık görevimi yapamadım, keçileri kaçırdım." diye yakınırmış. Önüne gelene, "Keçileri kaçırdım, şimdi ben ne yapacağım?" diye sormaya ve anlamlı anlamsız konuşmaya başlamış. Köylüler de merak edip keçileri aramaya başlamışlar.

    Bu arada suları içip serinleyen keçiler, mağaradan çıkmış, çobanın bıraktığı yerde otlamaya başlamışlar. Köylüler sürüyü yerinde bulunca şaşırmış ve keçileri tek tek saymışlar. Ortada bir durumun olmadığını gören köylüler, çobanın aklını oynattığına hükmetmişler.

  • <p><b>Gözüne Girmek</b></p> Recep, şaban derken ramazan ayı yaklaşmış. Mahalle kahvesinde ramazanın ne zaman başlayacağına dair sohbetler ediliyormuş. Orada bulunan hocanın biri, ?Ay görülmeyince ramazan başlamaz.? dermiş. Bu sözleri duyan Bektaşi eve gelir gelmez hanımına: <br>-Hanım perdeleri iyice kapat.</br> <br>Karısı:</br> <br>-Niçin efendi?</br> <br>-A hanım niçin olacak? Yakında ramazan ayı başlayacakmış. Müslümanlar oruç tutacaklarmış.</br> <br>-Ne var bunda efendi? İyi ya sen de oruç tutarsın.</br> <br>-Hanım ne diyorsam onu yap demiş.</br> <br>Bektaşi, geceleri mahalle kahvesine gidip gelirken temkinli davranıyor, ayı görmemek için hep yere bakıyormuş. Bir gün yağmur yağmış, sokaktaki çukurlar sularla dolmuş, hava da açılmış.</br> Bektaşi, bir akşam kahveye giderken Ay?ı görmemek için başını yerden kaldırmıyormuş. Fakat gözü birden bir su birikintisine çarpmış, orada gökteki ayın suya yansıdığını görmüş. Öfkelenen Bektaşi, sudaki ayın aksine, ?Bre mübarek!? Başımı yerden göğe kaldırmıyorum diye, yere inerek gözüme mi gireceksin?? ?Nereme girersen gir, oruç falan tutmayacağım.? demiş.

    Gözüne Girmek

    Recep, şaban derken ramazan ayı yaklaşmış. Mahalle kahvesinde ramazanın ne zaman başlayacağına dair sohbetler ediliyormuş. Orada bulunan hocanın biri, ?Ay görülmeyince ramazan başlamaz.? dermiş. Bu sözleri duyan Bektaşi eve gelir gelmez hanımına:
    -Hanım perdeleri iyice kapat.

    Karısı:

    -Niçin efendi?

    -A hanım niçin olacak? Yakında ramazan ayı başlayacakmış. Müslümanlar oruç tutacaklarmış.

    -Ne var bunda efendi? İyi ya sen de oruç tutarsın.

    -Hanım ne diyorsam onu yap demiş.

    Bektaşi, geceleri mahalle kahvesine gidip gelirken temkinli davranıyor, ayı görmemek için hep yere bakıyormuş. Bir gün yağmur yağmış, sokaktaki çukurlar sularla dolmuş, hava da açılmış.
    Bektaşi, bir akşam kahveye giderken Ay?ı görmemek için başını yerden kaldırmıyormuş. Fakat gözü birden bir su birikintisine çarpmış, orada gökteki ayın suya yansıdığını görmüş. Öfkelenen Bektaşi, sudaki ayın aksine, ?Bre mübarek!? Başımı yerden göğe kaldırmıyorum diye, yere inerek gözüme mi gireceksin?? ?Nereme girersen gir, oruç falan tutmayacağım.? demiş.
  • <p><b>Lafla Peynir Gemisi Yürümez</b></p> <p> Bir zamanlar İstanbul?da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur.</p> - "Hele peynirler sağ sâlim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş.- Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem. <p>Aksi Yusuf :</p> " Hele peynirler sağ salim varsın?" demeye başlayacakmış ki, Gemici: <p>-Efendi "Lâfla peynir gemisi yürümez." sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine "geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım" diyerek devam etmiş. <p>Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. <b>"LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!"</b> bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe?mize yerleşmiş.</p>

    Lafla Peynir Gemisi Yürümez

    Bir zamanlar İstanbul?da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur.

    - "Hele peynirler sağ sâlim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş.- Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem.

    Aksi Yusuf :

    " Hele peynirler sağ salim varsın?" demeye başlayacakmış ki, Gemici:

    -Efendi "Lâfla peynir gemisi yürümez." sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine "geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım" diyerek devam etmiş.

    Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. "LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!" bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe?mize yerleşmiş.

  • <p><b>Atı Alan Üsküdarı Geçti</b></p> Bolu Bey'ine başkaldıran, çoğunlukla ünlü halk şairi ile karıştıran eşkıya Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Köroğlu, değerli ve akıllı bir hayvan olan atını aramak için diyar diyar dolaştıktan sonra, İstanbul'da satılık hayvanlar arasında kendi atını bulmuş. O'nu tanımayan satıcıya müşteri gibi görünmüş. Önce şöyle bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da sahibini tanıdığından, atı mahmuzlamasıyla şimşek gibi fırlayıp kaybolmuş. Kıyıya varınca da sala fazla para verip Üsküdar'a çektirmiş. Öfkesinden küplere binip izlemeye yeltenen at cambazına, kalabalıktan biri seslenmiş:Beyhude çabalama atı alan Üsküdar'ı geçti. O adam Köroğlunun kendisi idi.

    Atı Alan Üsküdarı Geçti

    Bolu Bey'ine başkaldıran, çoğunlukla ünlü halk şairi ile karıştıran eşkıya Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Köroğlu, değerli ve akıllı bir hayvan olan atını aramak için diyar diyar dolaştıktan sonra, İstanbul'da satılık hayvanlar arasında kendi atını bulmuş. O'nu tanımayan satıcıya müşteri gibi görünmüş. Önce şöyle bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da sahibini tanıdığından, atı mahmuzlamasıyla şimşek gibi fırlayıp kaybolmuş. Kıyıya varınca da sala fazla para verip Üsküdar'a çektirmiş. Öfkesinden küplere binip izlemeye yeltenen at cambazına, kalabalıktan biri seslenmiş:Beyhude çabalama atı alan Üsküdar'ı geçti. O adam Köroğlunun kendisi idi.
  • <p><b>Üsküdar'da Sabah Oldu</b></p> <p>Üsküdar'da yakın planda iki Selâtin Camii bulunur. İlki Üsküdar iskele meydanındaki Yeni Valide Camii, diğeri ise Mihrimah Sultan Camii'dir.</p> Bu camilerin güzel, gür ve yanık sesli müezzinleri, sabah ezanlarını karşı sahildeki müezzinlerden daha önce okurlarmış. Gayeleri Yıldız Sarayı'ndaki padişaha, sabahın sakin vaktinde seslerini duyurup padişahın dikkatini çekmek, ihsan koparmak, sonunda saray müezzinliğine tayinlerini sağlamakmış. <p>Üsküdar'da sabah ezanları okunurken Beşiktaş'taki halk ve esnaf uyanır, diğerlerini de uyandırırmış. Uykuya dayanamayan ve uykudan bir türlü uyanamayan insanlara da:</p> - Hayır vakti tamamdır, duymuyor musun? Dinle, bak, Üsküdar'da sabah oldu, derlermiş.

    Üsküdar'da Sabah Oldu

    Üsküdar'da yakın planda iki Selâtin Camii bulunur. İlki Üsküdar iskele meydanındaki Yeni Valide Camii, diğeri ise Mihrimah Sultan Camii'dir.

    Bu camilerin güzel, gür ve yanık sesli müezzinleri, sabah ezanlarını karşı sahildeki müezzinlerden daha önce okurlarmış. Gayeleri Yıldız Sarayı'ndaki padişaha, sabahın sakin vaktinde seslerini duyurup padişahın dikkatini çekmek, ihsan koparmak, sonunda saray müezzinliğine tayinlerini sağlamakmış.

    Üsküdar'da sabah ezanları okunurken Beşiktaş'taki halk ve esnaf uyanır, diğerlerini de uyandırırmış. Uykuya dayanamayan ve uykudan bir türlü uyanamayan insanlara da:

    - Hayır vakti tamamdır, duymuyor musun? Dinle, bak, Üsküdar'da sabah oldu, derlermiş.
  • <p><b>Dananın Kuyruğu Kopmak</b></p> Geçmişte düzenbaz ve yalancı bir adam varmış. Tüccar ve esnafa borç vermediği hâlde vermiş gibi gözükür, onların aleyhine dava açar, şahitler ve kadıya rüşvet vererek davayı kazanır, haksız kazanç elde edermiş. Bu sahtekâr adam, bir gün, kasabanın sözü geçen bir adamı hakkında dava açmış, kadıya da rüşvet olarak bir dana göndermiş. Davalı tüccar bunu öğrenince, daha büyük bir danayı kadıya teslim etmiş. İşin tadının kaçtığını anlayan kadı, her iki danayı getirtip mahkemenin avlusuna bağlatmış. Kadı makamına kurulup herkesin önünde şunları söylemiş: <p>- Bu davayı görmek için uzun zaman vicdanımla savaştım. Ben adalet için çalışırım. Gelin görün ki, iki taraf da evime birer dana göndermiş. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu danalara bakıp anlayalım. Avludaki danalar, kuyruklarından birbirine bağlanır ve kuyruk altlarına neft sürülerek hayvanlara birer diken batırılır. Hayvanlar böğürerek birbirini aksi yönde çekerler. Bu arada kadı bağırarak, "Kimin danasının kuyruğu koparsa, o taraf haksız çıkacak ve adalet yerini bulacaktır." der.</p> Kısa bir çekişmeden sonra sahtekârın getirdiği dananın kuyruğu kopar ve hayvan can acısıyla sokağa fırlar.

    Dananın Kuyruğu Kopmak

    Geçmişte düzenbaz ve yalancı bir adam varmış. Tüccar ve esnafa borç vermediği hâlde vermiş gibi gözükür, onların aleyhine dava açar, şahitler ve kadıya rüşvet vererek davayı kazanır, haksız kazanç elde edermiş. Bu sahtekâr adam, bir gün, kasabanın sözü geçen bir adamı hakkında dava açmış, kadıya da rüşvet olarak bir dana göndermiş. Davalı tüccar bunu öğrenince, daha büyük bir danayı kadıya teslim etmiş. İşin tadının kaçtığını anlayan kadı, her iki danayı getirtip mahkemenin avlusuna bağlatmış. Kadı makamına kurulup herkesin önünde şunları söylemiş:

    - Bu davayı görmek için uzun zaman vicdanımla savaştım. Ben adalet için çalışırım. Gelin görün ki, iki taraf da evime birer dana göndermiş. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu danalara bakıp anlayalım. Avludaki danalar, kuyruklarından birbirine bağlanır ve kuyruk altlarına neft sürülerek hayvanlara birer diken batırılır. Hayvanlar böğürerek birbirini aksi yönde çekerler. Bu arada kadı bağırarak, "Kimin danasının kuyruğu koparsa, o taraf haksız çıkacak ve adalet yerini bulacaktır." der.

    Kısa bir çekişmeden sonra sahtekârın getirdiği dananın kuyruğu kopar ve hayvan can acısıyla sokağa fırlar.
  • <p><b>Ölme Eşeğim Ölme</b></p> Memlekette bir sene kıtlık olmuş; arpa, buğday kalmamış. Kış da gelip çatmış. Nasreddin Hoca, eşeğinin her gün arpasını azaltmaya ve hayvanın günlük payından kesmeye mecbur kalmış. Her gün birer parmak eksilen arpa, son zamanlarda iyice azalmış. Hoca hayvana yem verirken onunla konuşur gibi yaparmış; "Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım." deyip, arpayı günden güne azaltırmış. <p>Buna alışamayan eşek günden güne zayıflamış, iskeleti çıkmış ve bir sabah Hoca, ahıra girince eşeğin ölüsüyle karşılaşmış, "Vah zavallı eşeğim vah? Tam tasarrufa alışmıştın ama ecel sana zaman tanımadı. Yemyeşil yoncalara hasret gittin." demiş.</p>

    Ölme Eşeğim Ölme

    Memlekette bir sene kıtlık olmuş; arpa, buğday kalmamış. Kış da gelip çatmış. Nasreddin Hoca, eşeğinin her gün arpasını azaltmaya ve hayvanın günlük payından kesmeye mecbur kalmış. Her gün birer parmak eksilen arpa, son zamanlarda iyice azalmış. Hoca hayvana yem verirken onunla konuşur gibi yaparmış; "Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım." deyip, arpayı günden güne azaltırmış.

    Buna alışamayan eşek günden güne zayıflamış, iskeleti çıkmış ve bir sabah Hoca, ahıra girince eşeğin ölüsüyle karşılaşmış, "Vah zavallı eşeğim vah? Tam tasarrufa alışmıştın ama ecel sana zaman tanımadı. Yemyeşil yoncalara hasret gittin." demiş.

  • <p><b>Eşek Sudan Gelinceye Kadar Dövmek</b></p> Balkan Harbi sıralarında cephedeki bir askeri birlikte su ihtiyacını her bölüğün saka neferleri temin ederdi.O zamanlar, mekkare katırlarından başka adına karanfil kolu denilen, merkepli nakliye kolları da vardı. Her bölüğe de bir merkep tahsis edilmiş. Saka neferleri bu eşeklere yükledikleri fıçılarla, ordugâha yarım saat uzaklıktaki bir pınardan su taşırlarmış.Bölüklerden birisinin saka neferi çok saf ve tembel imiş. Bir gün pınar başında yatmış, uyumuş. Eşek de çimenler üzerinde otlarken uzaklara gitmiş.Uyandığı zaman akşam olmak üzere imiş. Merkebi aramış, bulamamış. Koşarak bölüğe gelmiş. Susuzluktan kıvranan bölüğün çavuş ve onbaşıları sakayı yakaladıkları gibi, bölük kumandanı alaylı yüzbaşının karşısına çıkarmışlar.Çok sert ve aksi bir adam olan yüzbaşı saka neferini sorguya çekmiş. Neticede uyuduğunu ve eşeğini kaçırdığını öğrenince, hemen etrafa atlılar çıkarıp eşeği aratmaya göndermiş. Sakayı da çadırın direğine bağlayıp başlamış dayak atmaya. Can acısı ile avaz avaz bağıran saka:-Aman yüzbaşım, ölüyorum, bir daha uyumayacağım. Artık dövme! diye yalvardıkça, yüzbaşı:-Acele etme, daha eşek bulunamadı. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyeceksin ki bir daha eşeğine sahip olup, muharebe yerinde, vazife başında uyumayacaksın? demiş.

    Eşek Sudan Gelinceye Kadar Dövmek

    Balkan Harbi sıralarında cephedeki bir askeri birlikte su ihtiyacını her bölüğün saka neferleri temin ederdi.O zamanlar, mekkare katırlarından başka adına karanfil kolu denilen, merkepli nakliye kolları da vardı. Her bölüğe de bir merkep tahsis edilmiş. Saka neferleri bu eşeklere yükledikleri fıçılarla, ordugâha yarım saat uzaklıktaki bir pınardan su taşırlarmış.Bölüklerden birisinin saka neferi çok saf ve tembel imiş. Bir gün pınar başında yatmış, uyumuş. Eşek de çimenler üzerinde otlarken uzaklara gitmiş.Uyandığı zaman akşam olmak üzere imiş. Merkebi aramış, bulamamış. Koşarak bölüğe gelmiş. Susuzluktan kıvranan bölüğün çavuş ve onbaşıları sakayı yakaladıkları gibi, bölük kumandanı alaylı yüzbaşının karşısına çıkarmışlar.Çok sert ve aksi bir adam olan yüzbaşı saka neferini sorguya çekmiş. Neticede uyuduğunu ve eşeğini kaçırdığını öğrenince, hemen etrafa atlılar çıkarıp eşeği aratmaya göndermiş. Sakayı da çadırın direğine bağlayıp başlamış dayak atmaya. Can acısı ile avaz avaz bağıran saka:-Aman yüzbaşım, ölüyorum, bir daha uyumayacağım. Artık dövme! diye yalvardıkça, yüzbaşı:-Acele etme, daha eşek bulunamadı. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyeceksin ki bir daha eşeğine sahip olup, muharebe yerinde, vazife başında uyumayacaksın? demiş.
  • <p><b>Eli Kulağında</b></p> İslamiyet'in ilk yıllarında ezan okunurken. Mekkeli müşrikler(inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, "Ezan okundu mu?" diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:"Hayır okunmadı ama, eli kulağında" Olması çok yakın işler için hemen, eli kulağında gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır.

    Eli Kulağında

    İslamiyet'in ilk yıllarında ezan okunurken. Mekkeli müşrikler(inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, "Ezan okundu mu?" diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:"Hayır okunmadı ama, eli kulağında" Olması çok yakın işler için hemen, eli kulağında gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır.
  • <p><b>Eline Su Dökemez</b></p> Eskiden, namaz abdesti alınırken, abdest alan kişi, bir usta ise, çırakları, kalfaları, Medrese hocası ise mollaları, öğretmen ise öğrencileri, eline ibrikle su dökerek abdest almasına yardımcı olurlardı.Böyle önemli bir kişinin eline, yolu yordamınca, ibrikten su dökmek için, o kişiye biraz yakın olmak, onun yanında iyi kötü bir yer almış bulunmak gerekirdi. Yoksa her önüne gelenin yapacağı iş değildi.İşte bu nedenle, iki değerli kişi ölçülürken, bilgisi, yeteneği, zekası daha az olan için, bu deyim kullanılır.

    Eline Su Dökemez

    Eskiden, namaz abdesti alınırken, abdest alan kişi, bir usta ise, çırakları, kalfaları, Medrese hocası ise mollaları, öğretmen ise öğrencileri, eline ibrikle su dökerek abdest almasına yardımcı olurlardı.Böyle önemli bir kişinin eline, yolu yordamınca, ibrikten su dökmek için, o kişiye biraz yakın olmak, onun yanında iyi kötü bir yer almış bulunmak gerekirdi. Yoksa her önüne gelenin yapacağı iş değildi.İşte bu nedenle, iki değerli kişi ölçülürken, bilgisi, yeteneği, zekası daha az olan için, bu deyim kullanılır.
  • <p><b>Pabucu Dama Atılmak</b></p> Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

    Pabucu Dama Atılmak

    Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
  • <p><b>Yağma Hasan'ın Böreği</b></p> Fatih'in Gebze'de ölümü () nden sonra İstanbul'da kıyamet kopmuş, zaten fırsat bekleyen asi yeniçeriler de İstanbul'a dağılmışlar. Kimse canından ve malından emin değilmiş. Yağmacı yeniçeriler, önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa'yı parçalayıp konağını yağmalamışlar. Daha sonra şehirdeki zenginlerin konaklarına hücum edip her tarafı talan etmişler. Zengin Yahudilerin oturdukları semtlere akın eden zorbalar büyük yağmalar yapmışlar. <p>Bu sırada Hasan adlı bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkânını da yağma eden yeniçeriler, işin aslını öğrenince, "Oldu bir kere, Yağma Hasan'ın böreğidir." diye, börekleri yemeye devam etmişler. </p>

    Yağma Hasan'ın Böreği

    Fatih'in Gebze'de ölümü () nden sonra İstanbul'da kıyamet kopmuş, zaten fırsat bekleyen asi yeniçeriler de İstanbul'a dağılmışlar. Kimse canından ve malından emin değilmiş. Yağmacı yeniçeriler, önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa'yı parçalayıp konağını yağmalamışlar. Daha sonra şehirdeki zenginlerin konaklarına hücum edip her tarafı talan etmişler. Zengin Yahudilerin oturdukları semtlere akın eden zorbalar büyük yağmalar yapmışlar.

    Bu sırada Hasan adlı bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkânını da yağma eden yeniçeriler, işin aslını öğrenince, "Oldu bir kere, Yağma Hasan'ın böreğidir." diye, börekleri yemeye devam etmişler.

  • <p><b>İpsiz Sapsız</b></p> Şimdi olduğu gibi eskiden de Anadolu'dan İstanbul'a çalışmak üzere adamlar gelir,bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıkların dan ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış.Bunların içinden öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş.Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır.

    İpsiz Sapsız

    Şimdi olduğu gibi eskiden de Anadolu'dan İstanbul'a çalışmak üzere adamlar gelir,bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıkların dan ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış.Bunların içinden öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş.Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır.
  • <p><b>Dağdan Gelip Bağdakini Kovmak</b></p> Köylünün biri kendine ekecek bir saha açmak için dağdaki fundalık ve çalıları söküp temizliyormuş. Ayrık otu gibi çabuk üreyip etrafı kaplayan otları da söküp söküp atmış. Bu ayrık otlarından biri arazinin eğiminden olsa gerek, çok bakımlı bir bağın içine düşmüş. Bağ sahibi de bunu önemsememiş. Fakat bir de bakmış ki bağının her tarafının ayrık otlarıyla dolduğunu görmüş. Bir sürü işçi tutarak bağını bu ayrık otlarından temizlemiş, iyice masrafa girmiş. Toprağın derinliklerine salkım saçak kök salan bu ayrık otlarını temizletirken kendi kendine şöyle mırıldanmış, "Dağdan geldiniz, bağdaki asmalarımı kovmaya kalktınız. Öyle yağma yok!"

    Dağdan Gelip Bağdakini Kovmak

    Köylünün biri kendine ekecek bir saha açmak için dağdaki fundalık ve çalıları söküp temizliyormuş. Ayrık otu gibi çabuk üreyip etrafı kaplayan otları da söküp söküp atmış. Bu ayrık otlarından biri arazinin eğiminden olsa gerek, çok bakımlı bir bağın içine düşmüş. Bağ sahibi de bunu önemsememiş. Fakat bir de bakmış ki bağının her tarafının ayrık otlarıyla dolduğunu görmüş. Bir sürü işçi tutarak bağını bu ayrık otlarından temizlemiş, iyice masrafa girmiş. Toprağın derinliklerine salkım saçak kök salan bu ayrık otlarını temizletirken kendi kendine şöyle mırıldanmış, "Dağdan geldiniz, bağdaki asmalarımı kovmaya kalktınız. Öyle yağma yok!"
  • <p><b>Mürekkep Yalamak</b></p> Mürekkep bezir isinden hazırlandığı için suda çözülmesi tabidir. Bu yüzden el yazması eserler asla su ve türevleri ile temas ettirilmez. Ancak kitap henüz yazılma aşamasındayken mürekkebin bu özelliği hattatların işine yarar, gerek divitlerin ucunda kalan mürekkep lekelerini gidermek ve temizlemek, gerekse sayfaya küçük bir tırfil yahut imla koymak için diviti tekrar mürekkebe bandırarak israf etmek yerine ucunu dillerine değdirir ve oradaki mürekkebin çözülüp kullanılmasını sağlarlarmış. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Sonuçta eskiler, bir insanın yaladığı mürekkep miktarca ilminin ziyadeleştiğini varsayarlar ve okuma yazma bilenlerin pek az olduğu çağlarda azıcık da olsa mürekkep yalamış olmayı toplum içinde saygı alameti olarak alırlarmış.

    Mürekkep Yalamak

    Mürekkep bezir isinden hazırlandığı için suda çözülmesi tabidir. Bu yüzden el yazması eserler asla su ve türevleri ile temas ettirilmez. Ancak kitap henüz yazılma aşamasındayken mürekkebin bu özelliği hattatların işine yarar, gerek divitlerin ucunda kalan mürekkep lekelerini gidermek ve temizlemek, gerekse sayfaya küçük bir tırfil yahut imla koymak için diviti tekrar mürekkebe bandırarak israf etmek yerine ucunu dillerine değdirir ve oradaki mürekkebin çözülüp kullanılmasını sağlarlarmış. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Sonuçta eskiler, bir insanın yaladığı mürekkep miktarca ilminin ziyadeleştiğini varsayarlar ve okuma yazma bilenlerin pek az olduğu çağlarda azıcık da olsa mürekkep yalamış olmayı toplum içinde saygı alameti olarak alırlarmış.
  • <p><b>Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak</b></p> Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye'ye gelirdi. Dimyad'a pirinç almaya giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışseafoodplus.info müşkülât içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. Dimyad'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak sözünün aslı buradan kalmıştır.

    Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

    Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye'ye gelirdi. Dimyad'a pirinç almaya giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışseafoodplus.info müşkülât içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. Dimyad'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak sözünün aslı buradan kalmıştır.
  • <p><b>Zülfüyâre Dokunmak</b></p> <p>Âşığın sevdiği kız alıngan, her sözden bir anlam çıkaran bir afetmiş. Yüzünün her iki yanındaki zülüfler, âşığın hem hoşuna gider hem de onları bukleli ipeklere benzettirmiş. Bu benzetmelerden gücenen afet, "Demek benim zülüflerim ipek teller gibi cansız ve ruhsuz mu geldi sana?" diye âşığa sitem edermiş.</p> Genç âşık bir gün sevgilisiyle güllerin açtığı, bülbüllerin öttüğü bir bahçede gezerken hırçın bir rüzgâr esmiş. Bu rüzgâr sevgilisinin saçlarını dağıttığı için kızmış. Sevgilisi bundan da bir anlam çıkarmış: "Anlıyorum, sen rüzgârı bahane ederek, benim ihmalimi yüzüme vurmak istiyor, saç ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun." demiş. Âşık sevgilisinin bu sitemlerinden usanınca ağzına bir daha onun adını almamış. Âşık, cevr ü cefaya ne kadar katlanır

    Zülfüyâre Dokunmak

    Âşığın sevdiği kız alıngan, her sözden bir anlam çıkaran bir afetmiş. Yüzünün her iki yanındaki zülüfler, âşığın hem hoşuna gider hem de onları bukleli ipeklere benzettirmiş. Bu benzetmelerden gücenen afet, "Demek benim zülüflerim ipek teller gibi cansız ve ruhsuz mu geldi sana?" diye âşığa sitem edermiş.

    Genç âşık bir gün sevgilisiyle güllerin açtığı, bülbüllerin öttüğü bir bahçede gezerken hırçın bir rüzgâr esmiş. Bu rüzgâr sevgilisinin saçlarını dağıttığı için kızmış. Sevgilisi bundan da bir anlam çıkarmış: "Anlıyorum, sen rüzgârı bahane ederek, benim ihmalimi yüzüme vurmak istiyor, saç ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun." demiş. Âşık sevgilisinin bu sitemlerinden usanınca ağzına bir daha onun adını almamış. Âşık, cevr ü cefaya ne kadar katlanır
  • <p><b>Eski Kulağı Kesiklerden</b></p> Hacı Bektaşi Veli'nin tarikatına girmek isteyenlere tarikatın şartları açıklanır, gerekli öğütler verilir, tekkenin girişinde derviş adayının kulağına bir delik açılarak küpe takılırmış. Tarikatın şartlarından biri de hiç evlenmemekmiş. Sonradan bu kuralı bozanların kulaklarından küpeleri çekilerek alınır ve bu yırtık kulakla dolaşırlarmış. Halk, cezalı dervişlere "kulağı kesikler" diye hitap edermiş. <p>Osmanlı sultanlarından Yavuz Selim'in kulağındaki küpe, bu tarikatın işaretlerinden biri olarak bilinir. Sultan Selim'in şeyhin eşiğine baş koyup kulağını deldirdiği rivayet edilir.</p>

    Eski Kulağı Kesiklerden

    Hacı Bektaşi Veli'nin tarikatına girmek isteyenlere tarikatın şartları açıklanır, gerekli öğütler verilir, tekkenin girişinde derviş adayının kulağına bir delik açılarak küpe takılırmış. Tarikatın şartlarından biri de hiç evlenmemekmiş. Sonradan bu kuralı bozanların kulaklarından küpeleri çekilerek alınır ve bu yırtık kulakla dolaşırlarmış. Halk, cezalı dervişlere "kulağı kesikler" diye hitap edermiş.

    Osmanlı sultanlarından Yavuz Selim'in kulağındaki küpe, bu tarikatın işaretlerinden biri olarak bilinir. Sultan Selim'in şeyhin eşiğine baş koyup kulağını deldirdiği rivayet edilir.

  • <p><b>Çil Yavrusu Gibi Dağılmak</b></p> Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca, onlarla hiç ilgilenmez, kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular, seke seke çevreye dağıldıklarından, sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.

    Çil Yavrusu Gibi Dağılmak

    Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca, onlarla hiç ilgilenmez, kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular, seke seke çevreye dağıldıklarından, sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.
  • <p><b>Musul Çesmesinden Su İçmek</b></p> Musul'da Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan içen mahsumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse,halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirirler ve bir kaç günde göçürterek zulmünden kurtulurlarmış. Musul'un zarif kişi zadeleri arasında zalimlere karşı "İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!" demek bir darbı mesel olmuş.

    Musul Çesmesinden Su İçmek

    Musul'da Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan içen mahsumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse,halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirirler ve bir kaç günde göçürterek zulmünden kurtulurlarmış. Musul'un zarif kişi zadeleri arasında zalimlere karşı "İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!" demek bir darbı mesel olmuş.
  • <p><b>Öküz Öldü Ortaklık Bozuldu</b></p> Evvelce fakir bir köylünün çift sürmekte kullandığı bir çift öküzü varmış. Bunlardan biri ölmüş. Köylü, toprak ağasına giderek yalvar yakar bir öküz parası istemiş. Ağa, köylüye: <p>- Öküzün parasını ödeyinceye kadar hayvan ortak malımız sayılacak. Elli dönüm tarlamı süreceksin, ağılıma bakacaksın, harmanda yardım edeceksin, diyerek ağır şartlar ileri sürmüş.</p> Ağanın şartlarını kabul eden köylü ona kul köle olmuş. Fakat aradan üç yıl geçtikten sonra parasının yarıdan fazlası ödenen öküz, gördüğü ağır işlere dayanamayıp ölmüş. <p>Ağa, eskisi gibi köylüye angarya işlerini yaptırmak istemiş. Sabrı tükenen köylü:</p> - Ağam, gayrı öküz öldü, ortaklık bozuldu, deyip ağanın zulmünden kurtulmuş.

    Öküz Öldü Ortaklık Bozuldu

    Evvelce fakir bir köylünün çift sürmekte kullandığı bir çift öküzü varmış. Bunlardan biri ölmüş. Köylü, toprak ağasına giderek yalvar yakar bir öküz parası istemiş. Ağa, köylüye:

    - Öküzün parasını ödeyinceye kadar hayvan ortak malımız sayılacak. Elli dönüm tarlamı süreceksin, ağılıma bakacaksın, harmanda yardım edeceksin, diyerek ağır şartlar ileri sürmüş.

    Ağanın şartlarını kabul eden köylü ona kul köle olmuş. Fakat aradan üç yıl geçtikten sonra parasının yarıdan fazlası ödenen öküz, gördüğü ağır işlere dayanamayıp ölmüş.

    Ağa, eskisi gibi köylüye angarya işlerini yaptırmak istemiş. Sabrı tükenen köylü:

    - Ağam, gayrı öküz öldü, ortaklık bozuldu, deyip ağanın zulmünden kurtulmuş.
  • <p><b>Maymun Gözünü Açtı</b></p> Bir adamın her şeyi taklit eden bir maymunu varmış. Her gün maymununu yanında dükkana götürür, namaz vakti gelince da onu dükkana gözcülük etsin diye kapının önüne bırakırmış. Bir gün maymun dükkanda, sahibi de namazda iken, hırsızın biri, maymunun karşısına geçip esnemeye başlamış. Maymun da aynısını taklit etmiş. Derken adam uyuma taklidi yapmış. Maymun da aynısını yaparak sonunda uyuyakalmış. <p>Hırsız da fırsattan istifade dükkanda ne varsa alıp götürmüş. Dükkan sahibi camiden gelip dükkanının soyulduğunu görünce maymuna bir güzel dayak atmış.</p> Hırsız birkaç gün sonra yine çıkagelmiş. Bu defa maymun yediği dayağın etkisiyle, karşısında esneyen hırsızı taklit etmemiş. Maymun, "Pışşşt, pışşşt!" yapmış. Hırsız da kendi kendine, "Maymun gözünü açtı, artık burada ekmek yok." demiş

    Maymun Gözünü Açtı

    Bir adamın her şeyi taklit eden bir maymunu varmış. Her gün maymununu yanında dükkana götürür, namaz vakti gelince da onu dükkana gözcülük etsin diye kapının önüne bırakırmış. Bir gün maymun dükkanda, sahibi de namazda iken, hırsızın biri, maymunun karşısına geçip esnemeye başlamış. Maymun da aynısını taklit etmiş. Derken adam uyuma taklidi yapmış. Maymun da aynısını yaparak sonunda uyuyakalmış.

    Hırsız da fırsattan istifade dükkanda ne varsa alıp götürmüş. Dükkan sahibi camiden gelip dükkanının soyulduğunu görünce maymuna bir güzel dayak atmış.

    Hırsız birkaç gün sonra yine çıkagelmiş. Bu defa maymun yediği dayağın etkisiyle, karşısında esneyen hırsızı taklit etmemiş. Maymun, "Pışşşt, pışşşt!" yapmış. Hırsız da kendi kendine, "Maymun gözünü açtı, artık burada ekmek yok." demiş
  • <p><b>Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak</b></p> Düğünlerde, perşembe günü gelin hanımın yüzü süslenirmiş. Eskiden kalemkâr denilen kadınlar gelinin yüzüne saatlerce makyaj yaparlarmış. Gelinin kaşlarına, gözlerine özel kalemlerle şekil verirlermiş. Bu tür işler yapılırken düğün evinde de davetliler çalgı çalıp oyunlar oynarlarmış. <p>Ortalıkta oynamakta olan genç kızlardan birinin her nasılsa ayağı kaymış, bu arada makyaj yapan kadına çarparak yere düşmüş. Kadının elindeki sert uçlu kalem gelin hanımın gözüne batmış, zavallı kör olmuş. Bu olaydan sonra gelin hanım yüzünden makyajcı kadın da işinden olmuş. Bu kadını kimse çağırıp bir daha ona iş vermemiş. </p>

    Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak

    Düğünlerde, perşembe günü gelin hanımın yüzü süslenirmiş. Eskiden kalemkâr denilen kadınlar gelinin yüzüne saatlerce makyaj yaparlarmış. Gelinin kaşlarına, gözlerine özel kalemlerle şekil verirlermiş. Bu tür işler yapılırken düğün evinde de davetliler çalgı çalıp oyunlar oynarlarmış.

    Ortalıkta oynamakta olan genç kızlardan birinin her nasılsa ayağı kaymış, bu arada makyaj yapan kadına çarparak yere düşmüş. Kadının elindeki sert uçlu kalem gelin hanımın gözüne batmış, zavallı kör olmuş. Bu olaydan sonra gelin hanım yüzünden makyajcı kadın da işinden olmuş. Bu kadını kimse çağırıp bir daha ona iş vermemiş.

  • <p><b>Leb Demeden Leblebiyi Anlamak</b></p> Medrese öğrencilerinden ukala bir molla varmış. Farsça'dan imtihana girmiş. "Ne soracaklar?" diye öğretmenlerinin ağzına bakıyormuş. Hocalardan biri, Farsça, "dudak" anlamına gelen "leb" sözüyle işe başlamış. Ukala molla, "leblebi" diye lafa karışmış, "leb, leblebi kelimesinin bir hecesidir, efendim." demiş. İmtihandaki hocalar gülmüşler. Soruyu soran hoca: <p>- Maşallah 'leb' demeden 'leblebiyi' anladın. Yine de lafın sonunu beklesen iyi olurdu, çünkü akıllı olan, icabında susmasını bilmeli, demiş.</p>

    Leb Demeden Leblebiyi Anlamak

    Medrese öğrencilerinden ukala bir molla varmış. Farsça'dan imtihana girmiş. "Ne soracaklar?" diye öğretmenlerinin ağzına bakıyormuş. Hocalardan biri, Farsça, "dudak" anlamına gelen "leb" sözüyle işe başlamış. Ukala molla, "leblebi" diye lafa karışmış, "leb, leblebi kelimesinin bir hecesidir, efendim." demiş. İmtihandaki hocalar gülmüşler. Soruyu soran hoca:

    - Maşallah 'leb' demeden 'leblebiyi' anladın. Yine de lafın sonunu beklesen iyi olurdu, çünkü akıllı olan, icabında susmasını bilmeli, demiş.

  • <p><b>Saman Altından Su Yürütmek</b></p> Geniş bir ovanın üzerinde bir köy, bu köyünde bir tanecik ırmağı varmış. Irmağın suları aynı anda köyün bütün tarlalarına yetecek kadar gür olmadığından her gün bu ırmağı bir köylü kendi tarlasına sulamak için kullanıyor, diğerleri de sıranın kendisine geleceği günü bekliyorlarmış. Ancak bir gün köyün açıkgözlerinden biri ırmaktan kendi tarlasına gizli bir kanal yapıp, diğer köylüler bu durumu fark etmesin diye kanalın üstünü toprak ve samanlarla kapatmış. Böylece tarlasına her gün yeteri kadar su geliyor, bolca mahsul alıyormuş. Bir süre sonra ırmağın suları azalıp, bu açıkgözün tarlasından bereket fışkırınca köylüler vaziyetten kuşkulanıp adamın tarlasına baskın yapmışlar. Birde bakmışlar ki kanallar suyla dolu ve üzerinde otlar yüzüyor. Cevap belli: "Ulan köftehor, saman altından ne su yürütüyorsun!"

    Saman Altından Su Yürütmek

    Geniş bir ovanın üzerinde bir köy, bu köyünde bir tanecik ırmağı varmış. Irmağın suları aynı anda köyün bütün tarlalarına yetecek kadar gür olmadığından her gün bu ırmağı bir köylü kendi tarlasına sulamak için kullanıyor, diğerleri de sıranın kendisine geleceği günü bekliyorlarmış. Ancak bir gün köyün açıkgözlerinden biri ırmaktan kendi tarlasına gizli bir kanal yapıp, diğer köylüler bu durumu fark etmesin diye kanalın üstünü toprak ve samanlarla kapatmış. Böylece tarlasına her gün yeteri kadar su geliyor, bolca mahsul alıyormuş. Bir süre sonra ırmağın suları azalıp, bu açıkgözün tarlasından bereket fışkırınca köylüler vaziyetten kuşkulanıp adamın tarlasına baskın yapmışlar. Birde bakmışlar ki kanallar suyla dolu ve üzerinde otlar yüzüyor. Cevap belli: "Ulan köftehor, saman altından ne su yürütüyorsun!"
  • <p><b>Denize Düşen Yılana Sarılır</b></p> Dönem seafoodplus.info dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisi dir. Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa nın amacı önce Suriye ,ardında Osmanlı yı ele geçirmektir. Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti. İstanbula doğru yola çıkmıştı. II. Mahmut ,ordunun o an için bunlarla başedebilecek vaziyette olmadığından Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister. Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır. Bir takım vezirler "bu nasıl işdür?" diye mırıldanınca, Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.

    Denize Düşen Yılana Sarılır

    Dönem seafoodplus.info dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisi dir. Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa nın amacı önce Suriye ,ardında Osmanlı yı ele geçirmektir. Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti. İstanbula doğru yola çıkmıştı. II. Mahmut ,ordunun o an için bunlarla başedebilecek vaziyette olmadığından Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister. Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır. Bir takım vezirler "bu nasıl işdür?" diye mırıldanınca, Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.
  • <p><b>İlk Göz Ağrısı</b></p> Eskiden savaşlar şimdikinden çok olduğu için, Anadolu'nun hemen her köyünden, hemen her hanesinden şu yada bu cephede savaşan bir asker olurmuş.Bu askerlerin geride kalan anaları, kardeşleri, hanımları, nişanlıları, yavukluları olurmuş elbette. Bu biçareler, vatanını, milletini, dinini muhafaza için cephe cephe koşan yiğitleriyle elbet gurur duyarlarmış ama ağlamadan, göz yaşı dökmeden de gün geçirmezlermiş.Bazen aşikar, bazen gizli gizli ağlayan genç kız ve gelinlerimizin göz pınarları kuruyup gözleri çapaklanmaya ve ağrımaya başlarmış.Birbirleriyle konuşurken, o zamanın terbiyesi icabı: "Senin yavuklun, senin kocan" diyemezler, utanırlarmış. "Benim göz ağrımdan hiç mektup gelmiyor, seninkinden haber var mı?" diye sorarlarmış.Bu deyim, sevdiklerimiz içinde en birincisi anlamında kullanılır

    İlk Göz Ağrısı

    Eskiden savaşlar şimdikinden çok olduğu için, Anadolu'nun hemen her köyünden, hemen her hanesinden şu yada bu cephede savaşan bir asker olurmuş.Bu askerlerin geride kalan anaları, kardeşleri, hanımları, nişanlıları, yavukluları olurmuş elbette. Bu biçareler, vatanını, milletini, dinini muhafaza için cephe cephe koşan yiğitleriyle elbet gurur duyarlarmış ama ağlamadan, göz yaşı dökmeden de gün geçirmezlermiş.Bazen aşikar, bazen gizli gizli ağlayan genç kız ve gelinlerimizin göz pınarları kuruyup gözleri çapaklanmaya ve ağrımaya başlarmış.Birbirleriyle konuşurken, o zamanın terbiyesi icabı: "Senin yavuklun, senin kocan" diyemezler, utanırlarmış. "Benim göz ağrımdan hiç mektup gelmiyor, seninkinden haber var mı?" diye sorarlarmış.Bu deyim, sevdiklerimiz içinde en birincisi anlamında kullanılır
  • <p><b>Adam Yerine Koymamak</b></p> Kethüdazade Arif Efendi, hatır gönül yoluyla tanıdıklarından birinin oğluna bir memuriyet verilmesini ister. Devrin şeyhülislamına bir tavsiye mektubuyla birlikte delikanlıyı gönderir. Şeyhülislamdan: <br>- Önce imtihana girsin. Kazanırsa bir yer bulunur, tayinini yaparız, cevabını alır. Aradan zaman geçtikten sonra Arif Efendi ile şeyhülislam karşılaşırlar. Arif Efendi:</br> <br>- Efendi hazretleri, size gönderdiğim adama imtihana girsin, kazanırsa bir yerlere tayin ederiz, demişsiniz. Siz bu makama imtihanla mı geldiniz, deyince, Şeyhülislam:</br> <br>- Beni de işte bunun için adam yerine koymuyorlar ya, diye cevap vermiş</br>

    Adam Yerine Koymamak

    Kethüdazade Arif Efendi, hatır gönül yoluyla tanıdıklarından birinin oğluna bir memuriyet verilmesini ister. Devrin şeyhülislamına bir tavsiye mektubuyla birlikte delikanlıyı gönderir. Şeyhülislamdan:
    - Önce imtihana girsin. Kazanırsa bir yer bulunur, tayinini yaparız, cevabını alır. Aradan zaman geçtikten sonra Arif Efendi ile şeyhülislam karşılaşırlar. Arif Efendi:

    - Efendi hazretleri, size gönderdiğim adama imtihana girsin, kazanırsa bir yerlere tayin ederiz, demişsiniz. Siz bu makama imtihanla mı geldiniz, deyince, Şeyhülislam:

    - Beni de işte bunun için adam yerine koymuyorlar ya, diye cevap vermiş
  • <p><b>Onun İpi İle Kuyuya İnilmez</b></p> Eskiden, kendir ve keten liflerinden çul, yular, ip, urgan ve halat gibi günlük işlerde kullanılan eşyalar yapılırdı. Bu işlerle uğraşan, hileli malzeme ile çürük ip yapan Ali Usta adında biri varmış. Hatta bu adama İpi Çürük Ali Usta demeye başlamışlar. Bu ustanın yaptığı ip ve urganlar olmadık yerde kopar, birçok kazalara sebep olurmuş. Bir gün, derin bir kuyuya bir kuzu düşmüş. Kuyuya inmeye hazırlanan biri, ev sahibinden urgan istemiş. Getirilen urganı beğenmemiş: <br>- Bu urgan, İpi Çürük Ali Usta'nın malıdır. Onun ipiyle kuyuya inilmez, demiş.</br> <br>- Haksızlık ediyorsun, Ali Usta'nın ipiyle kuyuya inilir, ama aynı iple çıkılır mı çıkılmaz mı, orasını bilmem, deyince çevresinde bulunanlar, gülüşmüşler.</br>

    Onun İpi İle Kuyuya İnilmez

    Eskiden, kendir ve keten liflerinden çul, yular, ip, urgan ve halat gibi günlük işlerde kullanılan eşyalar yapılırdı. Bu işlerle uğraşan, hileli malzeme ile çürük ip yapan Ali Usta adında biri varmış. Hatta bu adama İpi Çürük Ali Usta demeye başlamışlar. Bu ustanın yaptığı ip ve urganlar olmadık yerde kopar, birçok kazalara sebep olurmuş. Bir gün, derin bir kuyuya bir kuzu düşmüş. Kuyuya inmeye hazırlanan biri, ev sahibinden urgan istemiş. Getirilen urganı beğenmemiş:
    - Bu urgan, İpi Çürük Ali Usta'nın malıdır. Onun ipiyle kuyuya inilmez, demiş.

    - Haksızlık ediyorsun, Ali Usta'nın ipiyle kuyuya inilir, ama aynı iple çıkılır mı çıkılmaz mı, orasını bilmem, deyince çevresinde bulunanlar, gülüşmüşler.
  • nest...

    batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir