Dilber’i gizlice başka bir yere satar. Yolu bu sefer Mısır’da bir ağanın evine düşen Dilber, burada haremde olmayı kabul etmeyince çeşitli eziyetlere ve işkencelere maruz kalır. Korkunç günler geri gelmiştir. Yaşadığı eziyetler ve işkenceler sonucu artık bunalıma girmeye başlar. Bir gün Nil Nehri kıyısına gelerek kendisini serin sulara bırakır. Kavuşamadığı imkansız aşkının acısına ve çektiği eziyetlere kendi canına kıyarak son verir.
Konusu
Sergüzeşt romanı yazıldığı dönem açısından bakıldığında oldukça eskilere dayanır. Buna rağmen güne başarılı bir eleştiri getirir. Ana konusu kölelik ve cariyelik sistemine yönelik bir eleştiri olması nedeniyle de oldukça ses getirmiştir. Başarılı ve etkileyici bir dille anlatılan bu konu oldukça güzel işlenmiştir.
Karakterleri ve Sayfa Sayısı
Sergüzeşt kitabı toplam sayfadan oluşur. Bazı kaynaklar roman yerine uzun hikaye olarak da değerlendirir. Temel karakterleri:
Dilber: Kafkas kökenli kimsesiz bir kızdır.
Mustafa Efendi: devlet adamıdır.
Celal: Asaf Paşanın oğludur.
Asaf Paşa: Paşa olan saygın bir kişidir.
Kitabın ana karakteri Dilber olsa da bu karakterler doğrultusunda olay örgüsü gelişmektedir. Köleliğin insanlarda yarattığı darbeyi ve hayatlarında neleri değiştirdiğini gözler önüne seren Sergüzeşt’te sınıf ayrılıklarının iyi ve kötü her insan için söz konusu olabileceğini de gösterir.
Dilber, küçük yaşta Kafkasyadan kaçırılmış, İstanbulda bir esircinin eliyle satışa çıkarılmıştır. Batumdan gelen bir vapur, kızı Tophane önünde sandala indirdiği zaman, küçük kızcağız, çok şaşırmıştır. Elden ele geçerek, esirci Hacı Ömer vasıtası ile, eski Harput mutasarrıfı Mustâfendinin karısına 40 altına satılır.
Dilberin yeni hanımı, insanlıktan uzak denecek derecede kaba, zulümden hoşlanan bir kadındır. Kızcağıza etmediğini komaz; onu ağır işlere koşar, canından bezdirir. En sonunda, Dilber, her şeyi göze alarak, bir gece evden kaçar. Bütün gece yürüdükten sonra yorgunluktan düşer bayılır. Onu yaşlı bir kadın bulur, alıp evine götürür.
Dilber, iyi bir tesadüf ile eski hanımının kızının okul arkadaşı olan bir kızın evine gelmiştir. Yalnız, ev sahibi yaşlı kadın, yürürlükte olan kanunları göz önünde tutarak, kızcağızı gene eski sahibine geri vermek zorunda kalır.
Şimdi Dilberin hayatı tam bir işkence halini almıştır, Evden kaçtığı ileri sürülerek daha beter eziyet çektirilmektedir. Kocası yeni bir görev ile Anadoluya gönderilince, kadın, kendisine yük olmasın diye, Dilberi satar.
Onu hoş tutar, bakar, besler. Güzelleştikçe daha çok para edeceğini hesaplar. Sonunda Dilber 15 yaşına gelince, onu bir kibar konağına 50 altına satar.
Konakta yetişkince bir oğul vardır: Celal Bey Pariste resim öğrenmiştir. Kızı model olarak kullanmak ister. Onu çeşitli kılıklarda giydirir. Atelyesinde ona bakarak resimlerini yapar. Bu sefer de bir başka tehlike ortaya çıkmıştır: Celâl Bey, Dilbere aşık olmuştur. Dilber de onu sevmektedir. Celâl Beyin annesi işi öğrenince deliye döner. Oğlu gibi kişizade bir gencin, parayla satın alınmış bir «köle parçası» ile evlenmesine zamanın göreneği elvermediği için, oğlundan habersiz, kızı hemen bir esirciye devreder. Celal Bey bunu öğrenince beyin hummasına tutulur, uzun zaman yatakta kalır, sonunda da delirir.
Öte yandan, Dilber, Mısırlı bir tüccara satılmıştır. Tüccarın büyük sarayında, harem kısmında kalmaktadır. Üzüntülü haliyle herkesi de üzmektedir. Harem ağası Cevher onu sevmeye başlamıştır. Dilberin sırrını öğrenince, onu İstanbula kaçırmaya karar verir. Biletlerini alır, her şeyini hazırlar. Bir gece, harem dairesine merdiven dayıyarak kızı indirir. Yalnız, kendisi de inerken düşer, ölür. Bu durumda büsbütün yalnız kalan Dilber, ne yapacağını bilemediğinden, kendini Nil nehrinin karanlık sularına bırakır.
Dilber, sekiz dokuz yaşlarındayken Kafkasyadan esirciler tarafından kaçırılarak İstanbula getirilir. Burada Mustafa Efendi adlı emekli bir memur tarafından satın alınır. Mustafa Efendinin hanımı çok serttir. Dilbere hiçbir zaman acımaz. Dilberin görevi, evin kendi yaşlarındaki kızına dadılık yapmak, ona arkadaşlık etmek, bunun yanında evin tüm işlerini görmektir. Dilber bu kadar ağır ve çok iş yapmasına rağmen yine de sahiplerini memnun edemez. Evin kızı da annesi gibi Dilbere çok kötü davranır. Öyle ki evin hizmetçi kadını bile kendi işlerini Dilbere yaptırmaktadır. Bu arada Dilber, zengin bir ailenin kızıyla tanışır. Zengin aile kızı ile arkadaş olurlar ve o kız bazı oyuncaklarını Dilbere hediye eder. Dilber de bunları bir yerde saklar. Ancak evin kızı fark edince annesine söyler ve ikisi Dilberin oyuncaklarını sakladığı yerden çıkararak kırarlar. Bütün bunlara dayanamayan Dilber evden kaçar. Ancak dışarıdaki dünya adına hiçbir şey bilmediği için kısa zamanda yakalanır.
Dilber bu kadar sıkıntılı bir hayatı yaşarken Mustafa Efendi de Anadoluda yeni bir iş bulur. Anadoluya taşınacağı için Dilberi bir esir tüccarına satar. Dilber esir tüccarının yanında da çok sıkıntılı bir hayat yaşar. Okuma-yazma, ev işleri, müzik öğrenme gibi esirlikteki önemli işleri kırbaç altında öğrenir. Bu eğitim dönemiyle beraber yaşı ilerleyen ve genç bir kız olan Dilber, esirci tarafından bir paşa konağına satılır.
Dilbere iyi davranırlar. Konakta Batılı bir hayat sürdürülmektedir. Dilber de bu konağı ve konaktakileri çok sever ve mutlu olur. Asaf Paşanm Celal adında genç bir oğlu vardır. Celal, batıda resim eğitimi almıştır. Dilber, güzelliğiyle Celal Beyin dikkatini çeker ve Celal Bey Dilberi yaptığı resimler için model olarak kullanmaya başlar. Celalle Dilber arasında bu Şekilde başlayan ilişki zamanla aşka dönüşür. Celal Bey, Dilberle evlenmek ister. Ancak Celal Beyin annesi ve babası durumu haber alınca şiddetle karşı çıkarlar. Annesi ve babası, Dilberi Celale layık bulmazlar. Oğulları için kendileri gibi paşa soyundan bir gelin düşünmektedirler. Bu sebeple esirciden alınmış bir kızın bu konağa gelin olamayacağını belirtirler. Celali Dilberden uzaklaştırmak için Dilberi Celalden habersiz, bir esirciye satarlar. Celal Bey, durumu öğrenince çok üzülür. Her yerde Dilberi arar. Ancak bir türlü bulamaz. Bulamayınca da hastalanır ve yatağa düşer.
Esirci, Dilberi bu sefer Mısırlı bir zengine satar. Mısırlı zengin, Dilberi kendine odalık yapmak ister. Dilber bunu kabul etmeyince zindana hapseder. Dilberin hapsedildiği konakta Cevher adlı bir adam, Dilbere kaçması için yardım eder. Ancak bu esnada kendisi düşerek ölür. Dilbere de İstanbula gitmesi için bilet verir. Ancak Dilber, istanbula gitse de bir şey yapamayacağını düşünerek kendini Nil Nehrine atarak canına kıyar.
ta İstanbulda doğdu. Devrin ileri gelen isimlerinden Sami Paşanın oğludur. Özel öğrenim gördü. Yirmi yaşına kadar edebiyat konusundaki bilgilerini artırmayı tercih etti. de Evkaf Nezareti Mektubi Kalemine memur oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra elçiliği ikinci katipliğine atanan Sezâyi, orada kaldığı dört yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını yakından izledi.
Elçilikteki görevinden İstifa ederek İstanbula döndüğünde İstişare Odasına memur oldu. Sergüzeşt romanı yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek Parise gitti ve Meşrutiyetin ilanına kadar da orada kaldı (). İstanbula döndüğünde Madrid elçisi olarak görevlendirildi. I. Dünya Savaşı başlayınca Madritten İsviçreye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli olarak istanbula döndü (). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisinin kararıyla Hidamat-ı vataniyye tertibinden maaş bağlandı () ve 26 Nisan tarihinde İstanbulda öldü.
Sami Paşazade Sezai, özellikle Türk romanında gerçekçilik akımının ilk örneği olan Sergüzeşt romanıyla dikkat çekmiştir. Ardından de Küçük Şeyleri yayınladı. Sezaiin bu iki eserinin dışında Şir adlı bir oyunu ile sohbet, anı ve gezi yazılarından oluşan Rumuzu-l Edeb adlı bir kitabı daha vardır. yılında yayınlanan Sergüzeşt, zaman zaman romantik özellikler taşımakla beraber, konunun işlenişi, konuyu meydana getiren olaylar ve kahramanlar bakımından gerçekçi özellikler taşımaktadır. Romanda esirlik konusu ele alınmakta ve eleştirilmektedir.
Sergüzeşt, Tanzimat dönemi yazarlarından Samipaşazade Sezainin da yayınlanan romanıdır.
Sergüzeştin kelime anlamı:
Ser = baş, guzeşt =(-den geçmek): baştan geçen hâl/ler anlamlarına gelmekte. Türkçeye Macera diye çevirebiliriz.
Sergüzeşt, Tanzimat yazarları tarafından çok işlenen beyaz kadın ticaretini konu edinir.
Yazar, yaşadığı dönemdeki Türk toplumunda cariye, odalık, halayık gibi çeşitli adlar verilen esir kadınları kendi babasının konağında yakından görüp inceleme fırsatı bulmuş ve eserini buna dayanarak yazmıştır.
Bu roman Türk edebiyatında ilk realist eserler arasında yer alır.
Kafkasyadan kaçırılan dokuz yaşındaki Dilber, İstanbula getirilerek, önce, Harput Malmüdürlüğünden azledilmiş Mustafa Efendinin evine kırk liraya satılır. Orada evin taşyürekli hanımı ile Arap halayık Taravetin elinde çok eziyet çeker.
Mustafa Efendi bir ilçe kaymakamlığına tayin edilerek İstanbuldan ayrılırken kızı bir esirciye altmış liraya satar. Esir tüccarı bir süre sonra Dilberi Asaf Paşa adlı birinin konağına satar. Orada rahat bir hayata kavuşur, hatta Fransızca öğrenir.
Paşanın Avrupada resim öğrenimi görmüş olan oğlu Celal Bey, kızın türlü kılıklarda resmini yapar. Günün birinde iki genç birbirlerini severler. Bu evliliği uygun görmeyen ana baba, Dilberi bir esirciye gizlice satarak evden uzaklaştırırlar.
Kız, Mısıra götürülerek zengin bir tüccara satılır. Yeni efendisine odalık olmayı reddettiği için dövülür, hapsedilir. Merhametli bir haremağası kendisini tekrar istanbula götürmek ister; ancak olaylar farklı gelişir ve haremağası ölür.
Dilber yakalanıp tekrar işkenceli hayatına döneceği korkusuyla kendisini Nilin karanlık sularına bırakarak intihar eder.