sessiz ev analiz / (PDF) Orhan Pamuk'un Sessiz Ev Adlı Romanı Üzerine bir İnceleme | Ahsen Sena - seafoodplus.info

Sessiz Ev Analiz

sessiz ev analiz

Sessiz Ev

Babaanne Yatakta Beklerken

Merdivenleri birer birer indiğini duyuyorum. Bu saatlere ka­dar sokaklarda ne yapıyor acaba? Düşünme Fatma, iğrenirsin. Ama gene de merak ederim. Kapıları iyi kapadı mı acaba sin­si cüce? Umurunda değildir ki! Hemen yatağına yatacak ve hizmetçinin soyundan geldiğini kanıtlamak için bütün gece horul horul uyuyacak. Dertsiz, tasasız uşak uykusuyla uyu bakalım cüce, uyu da bana kalsın gece. Ben uyuyamam. Uyu­yacağımı ve unutacağımı düşünürüm, ama yalnızca beklerim uykuyu, bekledikçe boşuna beklediğimi anlar beklerim.

Bu senin uykun kimyasal bir olaydır, derdi Selâhattin, her şey gibi uyku da anlaşılabilir bir olaydır Fatma, bir gün suyun formülünün aş iki o olduğunu buluverdikleri gibi uykunun formülünü de buluverecekler. Tabii bizim hımbıllar değil, gene ne yazık ki Avrupalılar bulacak bunu ve o zaman kimse yorgunluğunu alsın diye bu gülünç pijamaları giyip, gereksiz çarşaflar ve senin çiçekli gülünç ve aptal yorganlarının ara­sına girip boş yere sabahı beklemeyecek. O zaman bir küçük şişeden bir bardak suya her akşam üç damla damlatıp içmek bizi deliksiz bir uykudan sabah yeni uyanıvermişiz gibi dip­diri ve taptaze yapmaya yetiverecek. O zaman bize kalan o uykusuz saatlerde neler neler yapabileceğimizi düşünebiliyor musun Fatma, düşünebiliyor musun o uykusuz saatleri?

Düşünmeme gerek yok Selâhattin, biliyorum: Tavana ba­karım, düşüncelerden biri beni alıp da götürsün diye tavana bakar bakar ben beklerim, ama uyku gelmez.

Sessiz Ev

Sessiz Ev &#; Orhan Pamuk

Karakterler

Recep Karataş: Kardeşi İsmail gibi o da annesinin Doktor Selahattin ile evlilik dışı ilişkisinden doğdu. İki kardeş “sakat”: Recep cüce ve İsmail topaldır. Recep&#;in düşüncesinde adeta büyülü bir şey var: Yunus Peygamber&#;in düşüncesi, mide vb. Mistik yaklaşım. Özellikle büyükannem onu ​​hep olumsuz imajlarla düşünür, kibirli vb. Sürekli anlatır ve aşağılar.

Fatma(Büyükanne): Romanda Büyükhanım ya da Büyükanne olarak da anılıyor. Roman başladığında eşi Doktor Selahattin&#;in ölümünün üzerinden yıllar geçmiştir. Nilgün, Faruk ve Metin&#;in büyükannesidir. Recep, eşi Selahattin&#;in evlilik dışı çocuğudur.

Hasan: Piyangocu İsmail&#;in oğludur. On sekiz yaşında. Okulla sorunları olduğu olayları vardır. Babasının okulla ilgili beklentilerine cevap veremiyor ve kimlik-kişilik sorununu idealist harekete katılarak çözmeye çalışıyor. Lise, iki İngilizce ve Matematik dersinden beklemelidir.

Nilgün: İkinci torundur. Belki de büyükanneyi anlayabilecek en iyi kişidir. Anne babasını ve torunlarını erken yaşta kaybetmesi nedeniyle hayata biraz farklı bakar. Uzun süredir Hasan&#;ın kendisine aşık olduğunun farkında değildir.

Faruk: Tarihçi, üniversite profesörü, doçent. Evli ama çocuğu yok. Boşanmış eşi Selma başka biriyle evlenmiştir.

Metin: Cennethisar&#;a geldiğinde lise ikinci sınıfı bitirmiştir. En büyük tutkusu zengin olmak, her zaman Amerika hayaliyle yaşıyor. Ablası Nilgün ile zıt kutuplardalar. Büyükannenin evi yıktırıp yerine bir daire yaptırmasını tavsiye ediyor. Zenginlerin çocuklarına özel ders veriyor. Markaya düşkün biridir.

Konusu

İstanbul&#;a elli kilometre uzaklıktaki Cennethisar&#;da, yazında babaannelerinin konağında geçirdikleri, bir tarihçi, bir devrimci, biri zengin olmaya adanmış üç torunun hikayesidir.

Sessiz Ev Özeti

Yüzyılın başlarında İstanbul&#;dan kovulan ve siyaseti nedeniyle sürgün edilen dede, Cennet Hisar&#;da bir konağa yerleşir ve tüm hayatını Doğu arasındaki boşluğu kapatacağını düşündüğü büyük bir ansiklopedi yazmaya verir. Öldükten sonra birlikte çalıştığı büyükanne ve cüce bir hizmetçi yalnız yaşar ve uzaklaşır. Her yaz olduğu gibi bu yaz da torunlarını şehirden bekliyorlar. Torunlar geldiğinde, aynı büyükannenin düşündüğü gibi aynı sohbetler yapılır ve herkes odasına ve dünyasına çekilir. Büyükanne ile birlikte büyükbabalarının mezarını ziyaret ederler.

Kitap tek bir konuyu kapsamıyor. Aslında kitabı ilginç kılan da budur. Etkinlikler sırasında insanların düşüncelerinin anılarını kendi bakış açılarından öğreniyorsunuz. Genel olarak iki aşk hikayesi işlenmiştir. Aslında ikisi de platoniktir. Torunlarından Nilgün, halen Cennet Hisar&#;da yaşayan eski çocukluk aşkından etkilenir. Adı Hasan olan bu platonik aşık, zamanla sol görüşlerden etkilenmiş ve kasabada bir adam olarak yardım parası anlamında haraç topluyor. Bir diğer torun Metin, Ceylan adında zengin bir kıza aşıktır. Bir süre sonra evdeki insanlar da bunu öğrenecek. Faruk Bey uzun süredir çok içiyor. Hane halkı ve büyükanne bunu gördükleri ve hiçbir şey yapmadıkları için üzülüyorlar. Olaylar genellikle insanların kendi anılarıyla kesintiye uğrar. Kitabın sonlarına doğru Nilgün&#;ün Cumhuriyet gazetesini aldığını gören Hasan Nilgün ile tartışırlar. Tartışma sonucu yere düşen Nilgün, bir gün sonra beyin kanamasından ölür.

Sessiz Ev &#; Kitap Açıklaması

Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk’un yılında yayımlanan ikinci eseri Sessiz Ev, üç kardeşin babaannelerini ziyaret etmek üzere İstanbul’daki Cennethisar kasabasında geçirdikleri bir haftayı konu edinmektedir.

Orhan Pamuk, Sessiz Ev kitabını 32 bölüm halinde kurgulamıştır. Her bölüm farklı karakterlerin gözünden anlatılmaktadır. Romandaki zamanın, 12 Eylül ’de yaşanan askerî darbeden kısa bir süre önce geçmesi nedeniyle darbeden önceki siyasî ve toplumsal gerginlikler romanda derinden hissedilmektedir.

Sessiz Ev - Orhan Pamuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar:Orhan Pamuk

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN:

Sayfa Sayısı:

Sessiz Ev Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Sessiz Ev'de Orhan Pamuk, dağılmakta olan bir ailenin hikâyesi üzerinden Cumhuriyet ve modernleşme tarihimizin barındırdığı gizli çatışmaları ve şiddeti araştırıyor. Orhan Pamuk, yayımlanışından otuz yıl sonra bu yeni baskıda romana bölüm başlıkları koydu ve anlatıdaki bazı tekrarları ayıklayarak kitabı yeni okurlar için daha okunaklı hale getirdi.

Biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı aklına koymuş üç torun İstanbul yakınlarındaki Cennethisar kasabasındaki evinde babaannelerini ziyaret ederler. Dedelerinin yetmiş yıl önce siyasi sürgün olarak kasabaya geldiğinde yaptırdığı bu evde bir hafta kalırlar. Bu sürede, babaannelerinin doksan yıllık anılarla yüklü geçmişi ağır ağır aralanırken, dedenin Doğu ile Batı arasındaki uçurumu bir çırpıda kapatacağını sandığı büyük bir ansiklopediyi yazışı hatırlanır. Evde sessiz gözlemleriyle kuşaklar arasında köprü kuran tanıklar, bahçe duvarlarının ötesinde ise aile ile ilgilenen tutkulu gençlerin hareketleri vardır. Orhan Pamuk'un ikinci romanı olan Sessiz Ev, yayımlandığında büyük heyecanla karşılanmış, pek çok dile çevrilmiş ve ödüller almıştı.

"Pamuk'un gençlik dönemi şaheseri"

-New York Review of Books-

"Önemli sorular soran değişik bir kitap - hem klasik hem modern. Çehov'un Vişne Bahçesi'ni hatırlatıyor." 

-Le Monde-

"Orhan Pamuk, gerçek bir romanın işareti olan dilsel bir yoğunlukla, değişik açılar ve perspektiflerden bir olaylar dizisi kuruyor: Renkler, topografya, imgeler, zengin ayrıntılar"

-Abidin Dino, Le Monde Diplomatique-

Sessiz Ev Alıntıları - Sözleri

  • Bir zamanlar dünyanın güzel bir yer olduğunu düşünürdüm, çocuktum, aptaldım.
  • ‘’ Bir zamanlar dünyanın güzel bir yer olduğunu düşünürdüm. Çocuktum, aptaldım. Panjurları kapadım, sürgüyü çektim. Dünya orada kalsın. ‘’
  • . Bütün bilincim silinsin, geçmişimden hiçbir iz kalmasın, gelecekten ve beklentilerimden de hiçbir iz kalmasın istiyorum. .
  • “Ne tuhaf yer şu dünya!“
  • “Ama kelimelerin insanı heyecanlandırdığı zamanlar da vardır, bilirim. Merhaba der biri, seni dinler, hayatını, sonra kendi hayatını anlatır, ben dinlerim ve böylece birbirimizin gözünden birbirimizin hayatlarını görürüz.”
  • Yenilgi ve zaferin yalnızca birer kelime olduğunu düşündüm; hangisine inanırsan o gelir seni sonunda bulur.
  • Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna, bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun, o kitap, bittiği zaman anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin.
  • Çünkü, biliyorum, günaha gırtlağınıza kadar batmak değil, başkasının günahsız kalabildiğini görmek daha çok acı verir sizlere.
  • O kadar iğrençsiniz ki, bazen kendimi yapayalnız hissediyorum.
  • Ben neredeyim? İnsan bazen bunu bile bilemez diye düşünürüm..
  • Çünkü kimsenin beni düşündüğü gibi sanmasından ve bulmasından hoşlanmıyorum.

Sessiz Ev İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Orhan Pamuk’un genel olarak kalemine hayranım… Onun karakter analizleri, çevre tasvirleri ve çoğu kişinin düşündüğü aksine tarafsız tutumu, karakterleri yargılamak için değil de onları anlamak amacıyla kullandığı kalemi beni tesiri altına alıyor. ‘Sessiz Ev’ romanında aslında bir aile sıcaklığını yakaladım ben. Babaannelerini ziyarete gelen Faruk, Nilgün ve Metin’den başlayan roman aslında geçmiş, gelecek ve şimdiyi birleştiren bir dönüm noktası. Kitabın farklı karakterlerin ağzından, farklı açılardan anlatılan bölümlerden oluşuyor olması da başta dediğim gibi, Pamuk’un o karakterleri yargılamak için değil de anlamak için olan tutumunu kanıtlıyor gibi…Kitap; dönemin politik olaylarını, çağın umutsuzluğu içinde araştırma yapmaya çalışan bir tarihçiyi, çok zorlu yaşamından sonra hayata tutunmaya çalışan bir cüceyi ve daha birçok farklı karakterlerin üzerinde durmuşken, babaanneleri olan Fatma karakterinin öne çıkması ve onun etrafında anlatımın sağlanıyor olması beni daha çok mutlu etti. Romandaki ‘Fatma’ karakterini daha çok tanımak ve Orhan Bey’in her şeyiyle bu karakteri okura sunmasını dilerdim… Sevgili Pamuk da bunu tahmin etmiş olacak ki, “Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna, bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun o kitap, bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin, değil mi Fatma?“ diye bitirmiş canım kitabını. Pamuk’un diline ve kalemine hayran herkese önerimdir bu kitap… (Aslı)

Sessiz Evin Sakinleri: Not: Bu incelemede Orhan Pamuk’un ‘’Sessiz Ev’’ kitabını dil, anlatım, kurgu, konu olarak dört başlıkta inceleyeceğim. Kitabın içeriğinden bolca örnek vereceğim. Böyle tafsilatlı bir inceleme okunurken kitabın içeriğinden detaylıca bahsedileceği unutulmasın, ona göre okunsun. Yazarın olayları nasıl ele aldığı ve onun yazarlığı da söz konusu kitaba dayanarak açıklanacaktır. Okumadan önce bu yazının ne bir övgü yazısı, ne de bir sövgü yazısı olduğu unutulmasın. Bu yazı sadece ELEŞTİRİ mahiyetindedir. Okuyucuya duyurulur. Bundan daha önce bazı konuşmalarda da bahsettiğim gibi, etrafım Orhan Pamuk’u hiç sevmez. Kişilik olarak, karakter olarak ben de sevmem. Bunu bir kenara bırakarak onun romanına adeta bir roman perspektifiyle yaklaşmalıyız. Öyle ya, ben onun romanlarını da roman olarak saymıyordum! Orhan Pamuk’un nasıl bir romancı olduğunu henüz keşfetmiş değilim. Sessiz Ev kitabı bana yalnızca onun tarzını ve anlatımını öğretti. Oysa daha önemli addedilen diğer kitaplarını okumuş değilim. Yalnız şundan başlayalım: Bir defa bu kitabın yazılış zamanı ’li yılların başlarıdır. Tahmin edileceği üzere o yıllarda solun elinde kalan tek cephe olarak edebiyat-sanat cephesi bulunuyordu. Orada da edebiyat otoritelerine karşı(Fethi Naci gibi) genç yeni-sol edebiyatçılar çıkıyor, romanlara farklı bir perspektif getirerek bu otoritelere savaş ilan ediyorlardı. Çünkü edebiyat piyasalaşmaya başlamıştı. Piyasa olan bir şeyin eleştirmenler tarafından beğenilmemesi söz konusu olamazdı; bunlar sanatımızı kısıtlayan, dünyaya entegre olmamızı engelleyen ve artık aşılması gereken şeylerdi. Bir defa eleştirmenlerin edebiyatı artık köhnemişti. Bu sözlerle yola çıktılar; Doğan Hızlan vardı bu işleri yürütenlerden. Orhan Pamuk da daha o yıllardan bu kadronun içindeydi. İşte Sessiz Ev böyle koşullarda, böyle bir iddia taşıyarak ortaya çıkmıştı. O otoriteler de ne yapsınlar? Mecbur bu sürece boyun eğmek durumunda kaldılar. Gene de roman kriterlerinde ve eleştirilerinde ufak bir esneme yapmadılar. Onlar kararlı kaldılar. Her şeyden önce Sessiz Ev bir postmodernizm ilanıdır. Sessiz Evin sakinleri olan Recep, Fatma Hanım, Metin, Nilgün, Faruk hep postmodern bir bakışla ele alınmışlardır. Zannediyorum ki yazarımızın her bölümde farklı bir kişinin ağzıyla olaylara yaklaşması, sonra neredeyse her bölümde olan bir iç sorgulama, bir benliğin sorgulanması, ferdi duyguların artık Peyami Safa’ların ötesinde yorumlanması bunun en büyük kanıtıydı. Tabii bir şey daha vardı: Doğu-Batı çatışması. Metnin konusundan ve anlatımından söz açtıysak, devam edelim. Açıkçası bu anlamda ben Orhan Pamuk’un hiç de başarılı bir yazar olduğunu düşünmemiştim. İlk açıklamamda olduğu gibi onun romancılığının da kendisi kadar berbat olduğunu düşünürdüm. Lakin kullandığı dili saymazsak eğer, o gerçekten anlatımda ve kurguda başarılı bir yazardır. Bunu maalesef bu konularda o kadar eleştirimin üstüne söylemek durumundayım. Çünkü o, gerçekten çok az yazarın yapabileceği bilinç akışını farklı bir teknikle yorumlamıştı: Onu diyalogların içerisine serpiştiriyordu(syf) ve daha önce hiç rastlamadığım şekilde bunu hem anlatımı kopararak(anılarıyla araya devamlı girmesi) hem de nedenselliği(yani anlamı) bozmadan yapıyordu. Yani o anılarıyla sürekli araya girse de, diyalogların kenarına köşesine akıl yürütmeler soksa da metin yine anlaşılıyordu. Bu da benim postmodern romanda/öyküde ilk defa karşıma çıkan garip bir anlatımdır. Zira daha önce öyküde Vüs’at O. Bener’i biliyordum. Bilinç akışı yapacağım diye anlamın canına okumuştu. Bilge Karasu’nun birkaç öyküsünü okulda okumuştuk. Onlara göre bu metin çok daha anlaşılır, hem de anlatım özellikleri açısından da çok nitelikliydi. Bu da yine bize çok önemli bir şeyi kanıtlıyor: Her yazar kendi üslubuyla, tarzıyla okunmalıdır. Mensup olduğu akım, yazar özelinde değerlendirmeler yapmaya yetmez. Yazarların bu özerkliği de daha çok postmodernizmde görülür zaten. Velhasıl Sessiz Ev iyi bir ‘’roman’’dı. Tırnak içinde aldım çünkü bundan ve şu yukarıdakilerden fazlası değildi. Kitabın arka kapağında yazdığı gibi ‘’şaheser’’ filan da değildi. Roman olarak iyiydi. İçeriği bakımından ve kurgusu bakımından da güzeldi. Lakin postmodern gericiliğin, o ferdi dünyalara hapsolmuş anlayışın kitabıydı. Kurgu da anlatım da hep buna özgüydü. Türk toplumuna özgü milli, tarihi, edebi(özellikle divan şiirinden aldığı kısımlara bayıldım) unsurlar da barındırıyordu. Ancak bu saydıklarımın hepsi bir dünya görüşü etrafında olmadığından, bir toplum mesajı içermediğinden ne ele alınan konuların bir kıymeti harbiyesi kaldı ne de diğerlerinin. Doğu-Batı gibi o kadar cemiyeti ilgilendiren meseleleri sen tutup Cennethisar’daki köşke hapsedersen belki anlatımından iyi bir romancı olursun ama iyi bir aydın olamazsın! Ele aldığın konu o kadar zengin ama anlattığın çevre o kadar kısıtlı ki bu yüzden konuyu da ancak sathi yönleriyle ele alabilmişsin. O yüzden mesela bu sorunu çok daha incelikli bir şekilde ele alan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yanından geçemez bu kitap. Zaten iyi bir aydın olamadığın için, bu konularda söz sahibi olamadığın için de verdiğin mesajlar ancak cahillere göre olmuş. Mesela Batının timsali olarak sunduğun Selahattin Darvinoğlu senin romanınla birebir ters düşen bir karakter. Adam toplumcu bir bilince sahip ama Orhan Pamuk Beyefendi onun bu toplumcu yanını görmüyor, bireysel yanını görüyor ve bunun neticesi olarak tam karakteriyle zıt bir biçimde sayfa 83’te ona ‘’Bırak o İstanbul’dakileri, suçları, acıları ve birbirlerine zevkle çektirdikleri işkenceleri içinde çürüsünler!’’ dedirterek her yere aydınlığı ulaştırmak isteyen adamın söyledikleri bu mu diye düşünmemize yol açıyor. Gerçekten büyük bir tezat ve affedilemez bir kusur olarak görüyorum bunu. Adeta her karaktere alelade yapıştırdığı bu bireysel çıkışlar özellikle Selahattin’de fazlasıyla sırıtıyor. Mesela Metin’e müzikli ve danslı bir mekanda söyletilen ‘’Dizlerini bükerek titriyorlar ve aptal tavuklar gibi kafalarını sallıyorlar! Ahmaklar! Bütün bunları, zevk aldıkları için değil, başkaları öyle yapıyor diye yaptıklarına yemin ederim!’’(syf. ) sözü anlaşılabilir. Çünkü yazar benzer vakalar karşısında Hasan’a da benzer şeyler söyleterek onların benzerliğine dikkat çekme amacı güdüyor. Ancak Selahattin’e yukarıdaki sözleri söyletirken ne amacı güdüyor, belli değil! Anlatım ne kadar başarılı olsa da bir eserin değerini tek başına anlatım belirlemez. Onu yazarın kültürü ve dünya görüşü de, düşünceleri de belirler. Nitekim eserin bu yönden fakirliğini sayfa ’de bizzat yazarın kendi görüşü olduğunu düşündüğüm pasajı aktararak da ispatlamak isterim: ‘’Dünya da var olan ve huzurla, olsa olsa bazen coşku, bazen neşeli bir hüzünle tasvir edilecek ve yaşanılacak bir yerdi; eleştirilecek ve değiştirme ve ele geçirme tutkusuyla içinde kızışarak öfkelenilecek bir yer değil.’’ Böylece zannediyorum artık yazara dar bakışlı diyince bana kızmazlar ve bir kere daha düşünürler. Karşıma çıkan en sefil, en berbat ve tamamen postmodern felsefeye uygun olan bu düşünce, Faruk’un ama aslında yazarımızın aklından geçenlerdir. O, değişim ve dönüşümü dünyaya verilmiş zarar olarak görüyor. ‘’Elde olan neyse onunla yetinin’’ anlamına da söylüyor bunları. Ne yazık ki yazarımızın gözü o yıllarda işkencelerle, katliamlarla imha edilen gençleri görmüyor. Üç kuruş para için çalışan işçileri istismar edenleri görmüyor. İşte kültür dediğimiz ve bir aydını aydın yapan şeyler bunları görmektir ve bu haksızlıkları değiştirmeye çalışmaktır, onları aklamak değil. Buralar ise zannediyorum artık iyi bir romancı ve reklamcı olmanın ötesinde bir şeydir. Yani Orhan Pamuk gibilerinin anlayacağı bir şey değildir. Kitap baştan sona bu Cennethisar’daki köşkün hikayesidir. Orada yaşayan babaannelerini torunlarının ziyaret etmesiyle başlar. Onların bu evde bulundukları müddetçe olaylardan ziyade anılar ön plandadır. Onun arkasından yukarıda anlattığım gibi her kişinin kendi bakışından çevre hakkındaki izlenimler gelir. Metin ve Hasan’ın başına gelenleri saymazsak daha çok çevrenin kişiler üzerindeki psikolojik tezahürleri vardır. Tabii bir yandan biz o yıllarda toplumdaki kutuplaşmayı da hissederiz. Bu da Hasan ve Nilgün karakteri üzerinden anlatılır. Nilgün komünisttir, çok fazla kitap okuyan ve düşünen, oldukça nahif bir kızdır. Hasan ise mahkum olduğu yoksulluk içerisinde ülkücüler tarafından kandırılmış, onların yönlendirmeleriyle hareket eden, ama aslında bundan rahatsızlık duyan bir karakterdir. Ülkücüler Cennethisar’da zorla para toplarlar, vandallık yaparlar. Hasan da maalesef onların zoruyla bu eylemlere iştirak etmektedir. Kitabın bu kısmı çok eleştirilmiş. Ancak ben burada eleştiriye uygun bir kısım göremedim. Ülkücülerin ve komünistlerin tanımlanması gayet de gerçekçi. Günümüzde de gerçekçi. Zira hepimiz ülkücü denilen kişilerin aydınlanmayla, okumayla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan, ancak kırıp dökmeyi bilen cahil ya da kandırılmış yoksullardan teşekkül ettiğini az çok biliyoruz. Hatta denebilir ki romanın bu kısmı toplumsal kutuplaşmaya değindiği için artık bireyin sınırlarını aşmıştır. Bu bakımdan eleştiriden ziyade bir övgüye mazhar olmalıdır. Bu kutuplaşmayı bir yana bırakarak ben Hasan karakterine ayrıca değinmek isterim. O, aynı zamanda bulunduğu maddi koşulların ve toplumsal bakışın dışında oldukça idealist biridir. Ben onu Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil’e ziyadesiyle benzettim. Mai hayaller kuran ama siyah gerçeklerle muttasıl yüz yüze olan biri. Kitapta onunla benzerlik taşıyan bir karakter de Metin’dir. Metin de para sahibi olmakla övünen ama bir yandan da elindeki paranın kendisini memnun etmediği açıkça ortada olan biridir. Yukarıda müzikli ve danslı bir ortamda söylediği sözlerden alıntı yapmıştım. Ona dayanılarak aslında iç huzuru aradığını, bunca gürültü patırtıdan ve sahtelikten uzak kalmak istediğini görürüz. Nitekim Ceylan’a olan aşkının sonuçlanmaması da bu isteği doruk noktasına çıkartır. Fark edilirse Hasan da benzer bir biçimde bulunduğu çevreden ve onun iradesini zorla elinde tutan ülkücülerden memnun değildi. Yazarın bu anlamda ikisi arasında kurduğu bağlantı aşikardır. Yazarımız kendi fikirlerini beyan etmek amacıyla bir de Faruk karakterini yaratmış. Faruk, tarihçi olan ve ekseriyetle alkol alarak yalnızlığını tatmin eden biridir. Mesleğine çok sıkı bir şekilde bağlı olması, başka bir uğraşısının olmamasından ve yalnızlığını tatmin eden yegane şeylerden biri olmasından ötürüdür. Karısı tarafından terk edilmiş ve o da elbette sistematik bir biçimde yalnızlığa itilmiştir. Zaten kitapta bir anlamda yalnızlık çekmeyen herhangi bir karakter yok. Bizim tüm bu kişilerden ziyade en çok Selahattin-Fatma ilişkisine değinmemiz gerekir. Çünkü yazar burada romanının temel çatışması olan doğu-batı meselesini ele almıştır. Yazarı ben daha çok bu kısımda eleştirmiştim. Selahattin karakteri Allah’a inanmayan, inananları da küçümseyen ve o da bu şekilde yalnızlığa itilmiş, fakat nasılsa bu yalnızlıkla tezat oluşturacak biçimde aynı zamanda insanları aydınlatmayı temel ülkü edinmiş biridir, bir doktordur. Şimdi benim eleştirim bu noktada şöyle oldu: Bu kişi hem toplum tarafından kenara itilmiş hem de topluma hizmet etmeyi amaçlayan biri nasıl olabilir? Bu kişi eğer topluma hizmet etmeyi, onları eğitmeyi amaçlıyorsa yalnızlaşması boşunadır. Ancak yalnızlaşmış ve tamamen yazacağı ansiklopediyle kabuğuna çekilmiş biriyse de(ki romana göre böyle) toplumcu düşünmesi mümkün değildir. Nitekim Selahattin’in de bazen toplumcu, ilerici düşündüğü, bazen de bireyci bir bocalamayla sarsıldığı romanda görülüyor. Ancak Selahattin’in hangisini seçtiği(toplumculuğu mu bireyciliği mi?) konusunda yazar çok müphem davranıyor. Bence bu davranış ele aldığı çatışma açısından değerlendirilirse romanın bir kusurudur. Zira sen burada doğu-batı çatışmasını anlatmayı amaçlıyorsun, doğu ve batıyı net kişiliklerin temsil etmesi lazım. Evet doğuyu temsil eden Fatma karakterinde bir sorun yok, o gayet net. Romanı okuyan muhtemelen çoğu kişinin nefret ettiği ya da yaşlılığına vererek müsamaha gösterdiği Fatma karakteri, oldukça gelenekçi, acımasız ve geri kafalı bir kadındır. Selahattin’le olan birlikteliğinden başlayarak tüm hayatında bu gericilik kendini gösterir. Hizmetçisi Recep’e olan kini de iç sorgulamalarında sürekli ortaya çıkar. Yazar, Selahattin’in karşısına çıkarttığı Fatma karakteriyle gerçekten de doğu-batı çatışmasını bir ucundan yakalamıştır. Ancak yine de toplumcu yaklaşmadığı için başarısız olmuştur. Hizmetçileri Recep’ten de bahsetmek isterim. Tüm bu doğu-batı çatışmasından ya da toplumdaki kutuplaşmalardan zerre kadar etkilenmeyen(nasıl işse bu?) Recep, evin hanımına hizmet eden ve evi geçindiren bir ‘’robot’’tur. Kitabın ilk kısımlarında biraz onun duygularına şahit olsak da genele baktığımızda sıradan bir hizmetçi parçasıdır. Zaten Orhan Pamuk’un hizmetçilerin ya da işçilerin iç dünyasını incelemesi de çok garip olurdu. Zenginlerin dışına çıkamayan Pamuk, tutup da işçilerin ya da hizmetçinin dünyasını yazamaz. O halde kitapta bu karakter fazlalıktır, madem anlatmıyorsun süs olsun diye mi oraya koydun. Keza aynı şekilde onun kardeşi İsmail de hiç üzerinde durulmayan biridir. Bunların hepsi işte kitaptaki fazlalıklardır. Yani genel anlamda oluşturulan karakterleri ve onların iç dünyasını ele alış biçimini beğendim. Fazlalıkları çıkartırsak bence kitabın sayfa civarında olması gerekirdi. Bunlara rağmen gene de hem kurgu açısından hem de anlatım açısından iyi. Ancak dediğim gibi, konuyu ele alış biçimi açısından ne yazık ki yetersiz. Bu kadar şeyden sonra son olarak kitabın dilinden söz etmek isterim. İlber Ortaylı, Orhan Pamuk’la ilgili olarak ‘’Onun Türkçesi bozuk, öğrencilerime hiç tavsiye etmem’’ diyor. Haklılık payı var. Zira Orhan Pamuk kurduğu cümleler açısından hem çok garip bir cümle yapısı, hem de gereksiz yere uzun cümleler kullanıyor. Böyle cümlelerde Türkçe cümle yapısının bozulması da kaçınılmaz. Aynı zamanda çok fazla bağlaç kullanıyor, lüzumsuz yere eylemsiler kullanıyor. Bu da elbette metnin akıcılığını kısmen yok eden şeyler. Bir yazarın böyle hatalar yapmasını tasvip etmiyorum. Örneğin sayfa ’ta kurduğu bir cümlenin başında: ‘’Cesetlerimiz, toprağın iğrenç ve buz gibi sessizliğinde çürürken ve savaş kurbanlarının, içinde yumruğum kadar delikler açılmış gövdeleri ve paramparça olmuş kafatasları ve toprağa dağılan beyinleri, akan gözleri ve kan içindeki yırtık ağızları beton yıkıntıları arasında kokarken, bilinçleri, bilinçlerimiz ah, Hiçliğin bu başsız sonsuz karanlığına gömülüyor;…’’ derken yazarın kitabın genelinde kurduğu cümleleri görmüş oluruz. Aslında yazar bu hataları genelde bilinç akışını kullanırken yapıyor. Yani bilinç akışı yapacağım diye dili bozuyor. Nitekim benzer bir örnek sayfa 82’den verilebilir: ‘’Ilık uykudan kalkışın sıcaklığı yanaklarımda ve aklımda: Rüyayı düşündüm; rüyanın hayalini: Küçükmüşüm, İstanbul’dan çıkıp giden bir tren içindeymişim, tren gittikçe bahçeler görüyormuşum, birbirinin içinde, güzel, eski bahçeler: İstanbul uzakta, biz o bahçeler bahçeler içindeki bahçelerdeyken.’’ Ne demek oluyor bu ‘’Bahçeler bahçeler içindeki bahçeler’’? Yazarın kimi yerlerde bu şekilde saçmaladığını da görmekteyiz. Başka bir yerde, sayfa 45’te yazar düşünüyor, sonra ‘’Düşündüğüne inandığına inanıyor’’. Anlatımı bu şekilde dolaylaması elbette akıcılığa zarar vermiş. Sonra sayfa ’da ‘’İki saat önce, gazetedeki ölülere dalgın dalgın bakarken, Tıbbiye’de, hastanelerde kırk yıl önce kadavralara bakarken duyduğum korkusuzlukla bakarken,…’’ diye devam eden bir cümle kuruyor ki akıllara zarar. Eylemsilerin bu şekilde tekrar etmesi de metnin akıcılığını zedeliyor. Bunun gibi bir yığın örnek var. Orhan Pamuk’un kitap yazmadan önce çok ciddi bir dil eğitimi alması gerektiğini düşünüyorum. Zira roman böyle yazılmaz. Ancak bu konuda yapılan eleştiriler çoğu sefer sınırı aşmış, eserin kendisine yönelik bir eleştiri haline gelmiş. Ben buna karşıyım. Eserin dili de önemlidir ama hep dediğim gibi tek başına önemli değildir. Nitekim diğer kriterlere yukarıda değindik. Nihayet yaza yaza bitiremediğim Sessiz Ev incelemesinin sonuna geldim. Eserin neyi anlattığından, yazarın konuları nasıl ele aldığından, dilinden ve anlatımından detaylı olarak bahsettim. Muhtemelen bunu yaparken okuyucuyu da sıktım, ancak detaylı bir incelemede asla atlanmaması gereken şeyleri anlattım. Yazıya başlamadan önce dediğim gibi, bu bir övgü ya da sövgü yazısı olmadı. Bir eleştiri yazısı oldu. Kitap hakkındaki genel kanaatim 10 üzerinden 6’dır. Puan verirken olaylar zincirinden, kurgudan, anlatımdan verdim. Puan kırarken konudan, yazarın ufuksuzluğundan ve dilinden kırdım. Genel anlamda iyi bir romandı ancak ufkumuzu genişleten, bizi derin düşüncelere sevk eden bir kitap değildi. Ancak boş zamanlarımızda okuyabileceğimiz, yorgun zamanlarımızda bize eşlik eden bir kitap olabilir. Bu yüzden kitaptan çok fazla bir şey beklemeyin. Anlatımını ise taktir ettiğimi söylemiştim zaten. Sessiz Ev kitabı hakkında söyleyebileceklerim bu kadardır, umarım bu inceleme faydalı olmuştur. İyi okumalar. DİPNOT: Değerli okurlar, sevgili takipçilerim. Bu inceleme 14 ARALIK tarihinde kaleme alınmış olup yazarının bugünkü düşüncelerini bazı yerlerde yansıtmamaktadır. Hatta yazarı incelemenin gereksiz, Orhan Pamuk'a haksız ithamlar yapılan yerlerini kaldırıp yeniden paylaşmak yahut incelemeyi silmek istemiş, lakin incelemenin gördüğü itibar münasebetiyle zamanında verdiği emeği çöpe atmak da istememiştir. Bu dipnot bu amaçla yazılmıştır. Dikkatinize arz edilir. (Arda Çolakoğlu)

Kitabın Yazarı Orhan Pamuk Kimdir?

Ferit Orhan Pamuk (d. 7 Haziran , İstanbul), Türk yazar. Birçok başka edebiyat ödülünün yanı sıra yılında Nobel Ödülünü kazanarak bu ödülü alan en genç yaşta alan iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi, yüzü aşkın ülkede yayımlandı ve 11 milyon baskı yaptı. yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili kişisinden biri seçilen Pamuk, Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Türk'tür.

Yaşam öyküsü

Orhan Pamuk yazarlığa yılında başladı. yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.

Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler () ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu () vardır. Bu senaryo, yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.

Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs tarihli sayısının "Time Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan kişiden biri oldu. Mayıs'ında yapılan Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.

Nobel Ödülü

Orhan Pamuk 12 Ekim tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim günü saat civarında yayımladığı,

“ Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir. ”

şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.

Romancılığı

Orhan Pamuk'un romancılığı postmodern roman kategorisinde değerlendirilmektedir. Eleştirmen Yıldız Ecevit Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında onun avangard romancılığını değerlendirmektedir. Özellikle Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı'dan yola çıkarak bize kendisini ve olayların gelişimini anlatır. Aynı şekilde edebiyat tarihçisi Jale Parla da Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı kapsamlı yapıtında, Benim Adım Kırmızı'dan hareketle Orhan Pamuk'un eserlerini karşılaştırmalı edebiyat bağlamında irdeler. Parla'ya göre Pamuk, Türk romanının aldığı önemli dönemeçlerin sahibi olan bir yazardır. Doğu-batı sorunsalıyla estetik düzeyde hesaplaşmaya yönelen Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi önemli yazarlardan birisidir Pamuk, bu sorunsalı kültürel ve felsefi içerimleriyle edebiyatına taşımış, özellikle Kara Kitap'ta bu tema bağlamında önemli, çok katmanlı bir edebi metin örneği sergilemiştir.

Eleştiriler

Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması değişik tepkilerle karşılaştı. Ödülün Pamuk'a Türkiye tarihi ile ilgili demeçleri dolayısıyla verildiği iddiasında bulunuldu. Orhan Pamuk Nobel ödülünü almadan on ay önce 19 Aralık Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan Erol Manisalı'nın "Orhan Pamuk Nobel'i Garantiledi" başlıklı yazısı Pamuk'un ödülü almasının ardından popülerleşti ve Orhan Pamuk'un Nobeli hakkındaki olumsuz eleştiriler bu yönde gelişti. TRT'de Banu Avar'ın hazırlayıp sunduğu "Sınırlar Arasında" adlı belgeselin Pamuk'un Nobel ödülünü almasından bir gün sonra yayımlanan bölümünde Pamuk, Nobel ödülleri ve İsveç ile ilgili olumsuz eleştiriler yer aldı. Demirtaş Ceyhun hazırladığı imza metninde Orhan Pamuk'un kitaplarını "Amerikan patentli postmodern romanlar olarak" adlandırmış ve "Nobel ödülünün Pamuk'a verilmiş bir ücret" olduğunu söylemiştir. Basında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Orhan Pamuk'u kutlamadığına dikkat çekildi. Ödüle yabancı basından olumsuz eleştiriler de gelmiş, ödülün siyasi sebeplerden dolayı verildiği belirtilmiştir.

Orhan Pamuk'un eserlerinde Atatürk hakkında kullandığı üslup ve yazıları da kimi eleştirilere uğradı.

Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı 26 Mayıs tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir. Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Orhan Pamuk'un Sri Lanka'da düzenlenecek olan Edebiyat Festivaline katılması Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (Reporters sans frontières) tarafından eleştirildi. Örgüt Orhan Pamuk'u ve festivale katılmak isteyen diğer edebiyatçıları Sri Lanka'daki baskıları meşru hale getirmekle suçladı.

Orhan Pamuk davası

Yazar Orhan Pamuk, Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" açıklamasında bulununca hakkında TCK'nın maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı.

16 Aralık 'de ilk duruşması yapılan Pamuk davası Adalet Bakanlığı'ndan beklenen yazı gelmediği için 7 Şubat tarihine ertelendi. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, bu tür davalar için Adalet Bakanlığı'nın yazılı izninin gerektiğini belirterek izin verilip verilmediğinin sorulması için bakanlığa yazı yazılmasına karar verdi ve duruşmayı da 7 Şubat'a erteledi. Duruşmanın ertelenmesi kararına AB yetkililerinden tepkiler geldi. Dava günü Şişli Adliyesi önündeki Pamuk ve yabancı yetkililere yönelik protesto gösterileri, Türkiye ve dünya basınında önemli yer tuttu.

AB - Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, "hükümet, parlamentoya değişiklik yasası getirebilir. Yapılacak şey budur. Türkiye'nin imajına büyük bir zarar vermiştir. Avrupa'da kötü bir imaj doğmuştur. Ünlü bir yazar hakkında dava açarsanız, dışarıda milliyetçiler bu yazarı dövmek için arabasına saldırırsa, burada ciddi bir sorun vardır" dedi.

AP Türkiye Raportörü Camiel Eurlings de, hükümetin yazar Orhan Pamuk davasını düşürmesi gerektiğini belirterek, hükümet reform taahhüdüne sadık kalmalı şeklinde konuştu.

Türkiye ile AB arasında ciddi gerilime neden olan Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak tarihinde düştü.

Adalet Bakanlığı, Şişli İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda, Yeni Ceza Yasası gereği izin yetkisi olmadığını hatırlatarak, Pamuk'un yargılanması için Adalet Bakanlığı’nın izin verdiğine ilişkin belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verdi.

Ödülleri

Milliyet Roman Yarışması Ödülü Karanlık ve Işık (iki yazar arasında paylaşıldı)

Orhan Kemal Roman Ödülü Cevdet Bey ve Oğulları

Madaralı Roman Ödülü Sessiz Ev

Independent Yabancı Roman Ödülü (Birleşik Krallık) Beyaz Kale

Prix de la Découverte Européene (Fransa) Sessiz Ev (Fransızca çevirisi nedeniyle)

Antalya Altın Portakal film festivali en iyi senaryo Gizli Yüz

Prix France Culture (Fransa) Kara Kitap

Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) Benim Adım Kırmızı

Premio Grinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı

Premio rinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı

International Impac-Dublin Literary Award (İrlanda)

Prix Médicis Etranger (Fransa) Kar

Alman Yayıncılar Birliği'nin Barış Ödülü (Almanya)

Richarda Huch Ödülü (Almanya)

Le Prix Méditerranée étranger Ödülü (Fransa) Kar

Nobel Edebiyat Ödülü (İsveç)

Washington University'nin Seçkin Hümanist Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)[24]

Commandeur de l'ordre des arts et des lettres (Fransa)

Ovid Ödülü (Romanya)

Norman Mailer Yaşam Boyu Başarı Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)

Sonning Ödülü

Fahri Doktoraları

Tiflis Üniversitesi

Berlin Serbest Üniversitesi

Boğaziçi Üniversitesi

Georgetown Üniversitesi

Tilburg Üniversitesi

Madrid Üniversitesi

Floransa Üniversitesi

Beyrut Amerikan Üniversitesi

Rouen Üniversitesi

Tiran Üniversitesi

Yale Üniversitesi

Sofya Üniversitesi

Onur üyelikleri

American Academy of Arts and Letters Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)

Social Sciences of Chinese Academy Onur Üyesi (Çin)

American Academy of Arts and Sciences Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)

Orhan Pamuk Kitapları - Eserleri

  • Masumiyet Müzesi
  • Kar
  • Cevdet Bey ve Oğulları
  • Sessiz Ev
  • Beyaz Kale
  • Kara Kitap
  • Gizli Yüz
  • Yeni Hayat
  • Benim Adım Kırmızı
  • Öteki Renkler
  • İstanbul
  • Babamın Bavulu
  • Manzaradan Parçalar
  • Saf ve Düşünceli Romancı
  • Ben Bir Ağacım
  • Kafamda Bir Tuhaflık
  • Şeylerin Masumiyeti
  • Kırmızı Saçlı Kadın
  • Hatıraların Masumiyeti
  • Balkon
  • Babalar, Analar ve Oğullar
  • Turuncu
  • Ara Güler's İstanbul
  • Veba Geceleri
  • Evden Kaçmanın Yolları
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Üç İstanbul Romanı: Kara Kitap - Masumiyet Müzesi - Kafamda Bir Tuhaflık

Orhan Pamuk Alıntıları - Sözleri

  • Yeni yazarlar denemek lazıseafoodplus.info gerekli sakinlik için yenilik için (Hatıraların Masumiyeti)
  • Her şeyin budalalık olduğunu biliyor, gene yaşıyorum. (Babalar, Analar ve Oğullar)
  • Kafamda bir tuhaflık var, ne yapsam bu alemde yapayalnız hissediyorum kendimi. (Kafamda Bir Tuhaflık)
  • . Bütün bilincim silinsin, geçmişimden hiçbir iz kalmasın, gelecekten ve beklentilerimden de hiçbir iz kalmasın istiyorum. . (Sessiz Ev)
  • Ama mutsuzluk gerçek bir intihar nedeni olsaydı Türkiye’deki kadınların yarısı intihar ederdi. (Kar)
  • Mutluluk nedir ? ''Bütün bu yokluğu, ezikliği unutabileceğin bir dünya bulmak. Birisini bütün bir dünya gibi tutabilmek..' (Kar)
  • "Ölümden korkuyorum." (Beyaz Kale)
  • Eğer orada yeterince uzun bir süre yaşamışsak bir şehir hatıralarımız için bir çeşit müze olur. (Hatıraların Masumiyeti)
  • Ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum. (Kırmızı Saçlı Kadın)
  • Roman sanatı,kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir. (Saf ve Düşünceli Romancı)
  • “Ruhum hem bir eşyanın ruhu hem de bir saatin. Karanlıkta ışıldar ve aydınlıkta kendi içine kapanınca ben de kendi içime dönerim.'' (Şeylerin Masumiyeti)
  • Ah ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak! (Benim Adım Kırmızı)
  • İnsan ne kadar sıkılırsa o kadar hayal kurar. İyi yazabilmem için, iyi sıkılabilmem; iyi sıkılabilmem için de hayatın içine girmem gerekir. (Öteki Renkler)
  • Ahmet keyifle: “Canım burası Türkiye!” dedi. “Gerçeğin kendisiyle değil, kötü bir taklidiyle karşı karşıyayız!” (Cevdet Bey ve Oğulları)
  • Bir kadına uygulanan en sert şiddet sarılmak olmalıydı. (Kar)
  • Mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun nedeni yaşadığımız hayattan çok, ona verdiğimiz anlam. (Babamın Bavulu)
  • Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? (Kara Kitap)
  • İnsan Dostoyevski’yi hem kendini kaptırarak hem de hayatın tam böyle olmadığını düşünerek okur. (Saf ve Düşünceli Romancı)
  • Çocuk olmak istiyordum! (Beyaz Kale)
  • "Tekrar, mutluluğun kaynağı, garantisi ve ölümüdür!" (İstanbul)

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir