talut calut kıssası / Mustafa Damlarkaya - Talût ile Calût’un Hikâyesi

Talut Calut Kıssası

talut calut kıssası

Soru sor

Tâlût ve Câlût kıssası

talut ve calutun kıssasını yazarnmısınız


T â l û t kimdir?

Tâlût, İsrailoğulları’nın meliki idi. Esas adı Saul'dür.

“Tâlût”, kelime olarak İbranice bir lakabdır. Arapça “Tûl” kelimesi ile alakalıdır, aşırı derecede boylu ve kudretli anlamına gelir. [Goldziher, Der Mythosbei den Hebraern, vd.]

Kur'an'da iki yerde Tâlût kelimesi geçmektedir. Birkaç yerde de, ona işaret eden zamirler bulunmaktadır.

Mısır ile Filistin arasında yaşayan Amâlika adlı bir kavim vardı. Başlarında Câlût adında bir kral bulunuyordu. Bunlar İsrailoğullarına saldırıp onları perişan ettiler. İsrailoğulları da, kendi peygamberlerinden, düşmanlarıyla çarpışmak için kendilerine bir kumandan tayin etmesini istediler. Onların bu peygamberi, Hz. Musa’dan sonraki peygamberlerden (aleyhimüsselâm) biriydi. Onların bu talebi üzerine, peygamberleri onların başına, nesli Hz. Ya'kûb’un oğlu Bunyemin'e dayanan Tâlût'u hükümdar olarak tayin etti. [Taberî, Câımiu'l-Beyân, Mısır , II, vd.] Bu durum Kur'an'da söyle ifâde edilmiştir:

“Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi’ dedi. Bunun üzerine (onlar): ‘Biz hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken, o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. (Peygamberleri): ‘Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve cüssede ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihâta eder ve her şeyi bilendir’ dedi.” [Bakara suresi, ]

İsrailoğulları onun melikliğini tasvip etmek istemediler; işi zenginlik ve kısır kavmiyet noktasından ele almaya çalıştılar. Oysa ayette ifâde edildiği gibi, Allah Teala, Tâlût'a ilimde ve cisimde, maddî ve manevî yönden bir üstünlük vermişti. Maddî yönden iri cüsseli, güçlü, kuvvetli ve güzel olarak yaratmıştı. Manevî yönden de, dinî, siyasî, fen, teknik ve savaş ilimlerinde ona üstün bir başarı ve maharet vermişti. Aynı zamanda o, fakirlere karşı merhametli ve şefkatliydi, yoksulların dertleriyle dertlenir, sıkıntılarını gidermeye çalışırdı. Bir de, Allah Teala amirliği dilediğine verir. Komutanlık ve amirlik için bunlar önemlidir. Yoksa veraset, soy-sop, ayrı nesepten gelme şartları geçerli ve önemli değildir. [el-Beyzâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Mısır , I, 55]

Tâlût komutanlığı ele aldıktan sonra, askerleriyle Câlût'a karşı cihada çıkıyor ve önce askerlerini deniyor. Askerlerinden ihlâslı ve samimi olanlar belirlendikten sonra, düşmanlarıyla cihada devam ediyor. Allah (c.c.) bu hususta Kur'an'da şu açıklamada bulunmuştur:

“Tâlût, ordusuyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tatmazsa, o bendendir.’ Onlardan az bir bölümü dışında ondan içtiler. O, kendisiyle beraber iman edenlerle onu (ırmağı) geçince, onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Câlût'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Allah'a kavuşacaklarına kesin gözü ile bakanlar: ‘Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler” [Bakara suresi, ]
Tâlût ve askerlerinin, Câlût ve askerlerine karşı cihada hazırlandıklarında, Hz. Allah'a karşı yaptıkları niyâz ve duaları, Kur'an'da şöyle haber verilmiştir:

“Onlar, (Tâlût ve ordusu) Câlût ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki:-‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” [Bakara suresi, ]

Tâlût ile askerlerinin zaferini ve Câlût ile askerlerinin de yıkılışını haber veren bir ayetin meâli ise şöyledir:

“Derken, Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd Câlût'u öldürdü. Allah ona (Dâvûd'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmiyle diğerlerini savmasaydı, dünya bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı lutuf sahibidir.” [Bakara suresi, 25 1]

Ayette de ifâde edildiği gibi, Dâvûd (a.s.), Tâlût'un komutasında toplanmış bulunan İsrailoğulları’nın arasındaydı ve karşı ordunun başında bulunan Câlût'u öldürdü. Böylece İsrailoğulları bu savaştan galip çıktı. Filistin ordusu yenildi. Dâvûd (a.s.) bilâhare Tâlût'un kızı ile evlendi ve onun ölümünden sonra da onun yerine melik oldu. [İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, II, vd.; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut , 1, ]

***

C â l û t kimdir?

Câlût, Hz. Dâvud (a.s.) zamanında yaşamış, “Amâlika” kralının adıdır.

“Amâlika” kavmi Akdeniz'in sahilinde, Mısır ile Filistin arasında yaşayan bir millet idi. Amâlika kavminin kralı Câlût, Hz. Musa'nın vefatından sonraki bir dönemde İsrâiloğullarına saldırmış, onları yenerek, birçok esir ve kıymetli eşyalarını almış, ülkesine götürmüştü. Esirler içinde İsrâil krallarının bir çok prensi de bulunuyordu. Câlût sadece bunlarla kalmamış, geride kalan İsrailoğulları'na da ağır vergiler koymuştu. Hatta Tevrât'larını bile almıştı. Bu sırada İsrailoğulları'nın bir peygamberi de yoktu. Bunlar Allah'a yalvararak bir peygamber göndermesini istemişler, Allah Teâlâ da onlara bir peygamber göndermişti. [Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, , II, ]

Nihayet, önceleri bir intikam duygusuyla, kendilerine gönderilen Aşmuil veya Şâmuil'e başvurarak, kendilerine dirayetli bir hükümdar ve komutan tayin etmesini istemişlerdi. Bu hükümdar sayesinde çıkarıldıkları yurtlarına dönmek isteklerini dile getirmişlerdi. Peygamberleri de bu istek üzerine, Tâlut ismindeki bilgili, basîretli, cesaret sahibi hükümdarı tayin etti. Fakat İsrailoğulları tayin edilen bu kumandana itiraz ettiler. Her şeyi maddi ölçülere göre değerlendirmeye alışmış olduklarından içlerinden daha zenginleri varken, böyle birisinin tayinine razı olmadılar. Fakat Peygamber, Tâlut'un hem bilgili hem de fizikî yapı itibariyle bu işe uygun olduğunu söyleyip bu işin ehli olduğunu belirtmiştir. [Bkz. Bakara suresi, ] Yine Peygamber, İsrailoğulları'na, Tâlut'un hükümdarlığının işâreti olarak içinde atalarına ait bir takım mukaddes emânetler ve Tevrat levhaları bulunan kutsal tabutu, meleklerin getirmesi mucizesini göstermiştir. [Bakara suresi, ]

Bunlardan sonra, Tâlut, İsrailoğulları'nın başına geçip, Câlût'a saldırmak üzere Filistin veya Ürdün nehrini geçerken, ordusunun sabrını veya samimiyetini ölçmek istemişti. Hava çok sıcaktı ve ordusuna nehirden geçerken su içmemelerini söylemişti. Fakat ordusundan bu emre uyanların sayısı oldukça az miktarda kalmıştı.

Fakat Tâlut bu kudsî mücadelesinden caymamış ve Câlût ile savaşa girmiştir. Halbuki savaştan önce ordusundan bazıları, Câlût'un ordusunu görünce: “Bugün Câlût'un ordusuyla karşılaşacak gücümüz yok” demişler ve kumandanlarını bırakarak savaşa girmemişlerdi. Buna rağmen, az sayıda samimi mü’min ile beraber savaşa giren Tâlut, Câlût'a karşı savaşı kazanmıştır.

Tâlut'un ordusunda bulunan Hz. Dâvud da -Allah’ın izniyle- Câlût'u öldürmeye muvaffak olmuştur.

Hz. Dâvud (a.s.) Tâlut ve Eşmuil’in vefatından sonra İsrailoğulları'nın başına geçmiş ve kendisine peygamberlik de verilmişti. [Bakara suresi, ] Aynı kıssa biraz daha geniş olarak Kitab-ı Mukaddes, 1. ve 2. Sammel sifrinde geçmektedir.

Kur'an'ın anlattığı bu hadise, samimiyet ve iman gücünün nelere kadir olacağını ve İsrailoğulları'nın azgınlığını gözler önüne sermektedir. Daha geniş bilgi için Cengiz Duman’ın, “Muvahhid Kral Tâlût (Saul)” başlıklı makalesine de bkz. seafoodplus.info%C2L%seafoodplus.info

Hz. Musa, Mısır, İsrailoğulları, işaret, Tâlût ve Câlût kıssası, melik, Saul, Tûl, zamirler, Filistin, servet, zenginlik, üstünlük, Amâlika, Akdeniz, Aşmuil, Şâmuil, Hz. Dâvud,

seafoodplus.info

YAZARLAR

İsrailoğullarının Yuşa Peygamber önderliğinde Arz-ı Mev’ud’u ele geçirip sıbtlara (oymaklara) taksim etmelerinin sonrasında Hz. Yuşa vefat etmiştir. Kenan adı verilen bölgede dağınık sıbtlar halinde yaşayan İsrailoğulları, çok uzun bir dönemde tüm sıbtları kapsayacak önderlikte bir lider çıkaramamışlardır. Tevrat’ta “Hâkimler” dönemi adı verilen bu uzun kaos döneminin sonunda aralarında uyarıcı olan Samuel (İsmail) Peygamber’in aracılığıyla Yehova (Allah) tarafından kendilerine yönetici olarak Saul (Talut) adında İsrailoğullarının Benyamin sıbtından biri görevlendirilir.

İsrailoğulları açısından Arz-ı Mev’ud’da kendilerini yöneten ve putperestlere karşı savaşlarda galip gelmelerini sağlayan üç kraldan birincisi olan Saul (Talût), Yehova tarfından bizzat görevlendirilen biri olarak temayüz eder. Diğer iki kral Davud ve Süleyman, Yahuda sıbtından iken Talût (Saul) ise Benyamin sıbtındandır ve bu yüzden İsrailoğullarının diğer sıbtlarının muhalefetine uğramıştır.

Talût, Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi’nde muvahhid bir yönetici olarak tanımlanır ve yönetimi esnasında gerçekleşen İsrailoğullarının imtihanları kıssa edilir.

İslami kaynaklar, Talût kıssasını Davud Peygamber kıssası içerisinde vererek Talût’u, Davud ile özdeşleştirmişlerdir. Oysa gerek Kur’an zımnen gerekse Tevrat, Talût dönemi peygamberinin Samuel (İsmail) olduğunu belirtmektedirler. Talût’a peygamberliği tebliğ eden ve onun kral seçilmesine vesile olan İsrailoğulları muhalefetine muhatap olan Hz. İsmail’dir. Tevrat kıssası baz alındığında ve zımnen Kur’an’da da yer verildiği gibi Talût aslında İsmail Peygamber ile birlikte İsrailoğullarını yönetmiş ve tevhidî yönlendirmeler yapmıştır. Davud Peygamber ise Talût kıssasında etken olarak değil, edilgen olarak yer almaktadır.

İslami kaynakların aksine bir yöntem olmasına rağmen burada Talût kıssasını bağımsız bir kıssa olarak inceleyecek ve ondan dersler çıkarmaya çalışacağız.

Talût Öncesi İsrailoğulları ve Arz-ı Mev’ud

Talût’un doğumundan önce İsrailoğullarının peygamberi Samuel’dir. Kur’an-ı Kerim’de zımnen değinilen Samuel Peygamber; İsrailoğullarının şirk eğilimlerini engellemeye onları tevhidi yaşamdan ayrılmamaya davet eden bir resuldür. Samuel Peygamber’in öncesinden başlayan uzun süreçte İsrailoğulları, Hz. Musa ve Yeşu peygamberlerin tebliğatında sebat etmemişlerdir ve sürekli isyanlarda bulunmuşlardır. Tevrat’ın “Hâkimler” kitabında Kenan’daki İsrailoğullarının, tevhidî yaşamdan kopuşları ve müşrik tavırlarına şöyle değinilmektedir: “RAB'be vefasızlık ederek başka ilahlara tapındılar. RAB'bin buyruklarını yerine getiren ataları gibi davranmadılar, onların izlediği yoldan çabucak saptılar.” “Ne var ki, hâkimleri ölür ölmez yine başka ilahlara bağlanıyor, onlara kulluk edip tapınıyorlardı. Bu yolda atalarından beter oldular. Yaptıkları kötülüklerden ve inatçılıktan vazgeçmediler.”1 “İsrailliler yine RAB'bin gözünde kötü olanı yaptılar; Baallar'a, Aştoretler'e, Aram, Sayda, Moav, Ammonoğulları ve Filistlilerin ilahlarına kulluk ettiler. RAB'bi terk ettiler, O'na kulluk etmediler.”2

Tevrat, İsrailoğullarına, “Hâkimler” denilen Yehova destekli ruhbanlar görevlendirildiğini beyan ederken, İsrailoğullarının on iki sıbtını bir arada tutacak ve müşrik Kenan kavimleri ile savaşacak yöneticilerinin bulunmadığını bildirmektedir. “Hz. Musa’dan sonra onun yerini alan Hz. Yuşa, İsrailoğullarını Filistin’e sokmuş, ülkeyi şehirlere ayırmış ve her birine bir hâkim/vali tayin etmişti, peygamberlerden ayrı bir kral yine mevcut değildi. Bu sistem yıl devam etti.”3 Tevrat İsrailoğullarının durumunu şöyle belirtmektedir: “O sırada İsrail'de kral yoktu…”4 “İsrail'in kralsız olduğu o dönemde…”5 “O dönemde İsrail'de kral yoktu. Herkes dilediğini yapıyordu…”6

Resullerin gelmediği bu dönemde tevhidden uzaklaşmaları ve müşrik yaşam tarzının getirdiği şehevî ve dünyevî arzular dolayısıyla İsrailoğulları sıbtlarının dünyevî gayelerle birbirleri ile çekişmeleri ve kendileri ile savaşan Kenan kavimlerine karşı, tevhidî değerlerin korunması için savaşmayarak boyun eğmeleri onların çöküşünü daha da hızlandırmıştı.

Samuel Peygamber, görevlendirildiği dönemde İsrailoğullarını tevhide davet edip şirkten uzaklaşmalarını bildirmesine rağmen İsrailoğulları ona itaat etmemekte ve onun emirlerine karşı ayak diremekteydiler. Tıpkı Musa (as) ve Harun (as) peygamberlerde olduğu gibi: “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız, dediler.”7

İsrailoğullarının bu çapraşık iç dünya ve tavırları; Kur’an’ın icaz ve belagat dolu mücmel şu ayetinde beyan edilmektedir: “Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.’ demişlerdi. ‘Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?’ dedi. ‘Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?’ dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.”8

Tevrat ise olayı şu şekilde beyan eder: “Samuel yaşlanınca oğullarını İsrail'e önder atadı. Beer Şeva'da görev yapan ilk oğlunun adı Yoel, ikinci oğlunun adıysa Aviya'ydı. Ama oğulları onun yolunda yürümediler. Tersine, haksız kazanca yönelip rüşvet alır, yargıda yan tutarlardı. Bu yüzden İsrail'in bütün ileri gelenleri toplanıp Rama'ya, Samuel'in yanına vardılar. Ona, "Bak, sen yaşlandın" dediler, "Oğulların da senin yolunda yürümüyor. Şimdi, öbür topluluklarda olduğu gibi, bizi yönetecek bir kral ata." Ne var ki, "Bizi yönetecek bir kral ata" demeleri Samuel'in hoşuna gitmedi. Samuel, RAB'be yakardı. RAB, Samuel'e şu karşılığı verdi: "Halkın sana bütün söylediklerini dinle. Çünkü reddettikleri sen değilsin; kralları olarak beni reddettiler. Onları Mısır'dan çıkardığım günden bu yana bütün yaptıklarının aynısını sana da yapıyorlar: Beni bırakıp başka ilahlara kulluk ettiler.”9

Kur’an’la aynı istikamette bir beyan olan bu ifadeler, onlarca sayfada ve yine bir o kadar olaylarla birlikte anlatılmaktadıseafoodplus.info Kur’an, Talût görevlendirilmeden önceki İsrailoğulları ve Kenan bölgesinin durumunu mücmel olarak icaz, belagatle ve fesahatle beyan etmektedir.

Kur’an’ı Kerim’deki Talût kıssasının bu bölümündeki, cihad’dan kaçınan İsrailoğulları olayı anlatımı geçmiş kavmin olumsuz tavrını açıklarken, aynı anda nüzul dönemi Kur’an muhataplarını da uyarmaktaydı. Onların da geçmiş kavimlerde olduğu gibi bu olumsuz yaklaşımlar sergilememelerini, içlerinde olanı Allah’ın bildiğini beyan etmektedir.

Talût’un Nesebi

Kur’an-ı Kerim’de iki ayette Talût ismi geçmektedir. Bundan mütevellit Kur’an-ı Kerim kıssalarındaki genel metoda uygun olarak çoğu kıssada olduğu gibi Talût kıssasının kahramanı Talût hakkında detay verilmemektedir. Bunun sebebi üzerinde ileride duracağız. Şimdi, Talût (Saul) hakkında detay veren Tevrat’ın verilerini aktaralım: “Benyamin oymağından Afiyah oğlu Bekorat oğlu Seror oğlu Aviel oğlu Kiş adında bir adam vardı. Benyaminli Kiş sözü geçen biriydi. Saul adında genç, yakışıklı bir oğlu vardı. İsrail halkı arasında ondan daha yakışıklısı yoktu. Boyu herkesten bir baş daha uzundu.”10

“Talût kelimesi uzunluğu dolayısıyla kendisine lakap olarak verilen Şavu'dan Arapçalaştırılmıştır.”11 “Keşşaf sahibi, Talût'un Calût ve Davud kelimeleri gibi, Arapça olmayan bir isim (ism-i a'cemi) olduğunu; ma'rife ve ucmeliğinden dolayı gayr-ı munsarif olduğunu söylemiştir. Nahivciler ise, Allahu Teâlâ'nın onu, vücut bakımından güçlü ve kuvvetli olarak nitelemesinden dolayı, Talût kelimesinin, (uzunluk, büyüklük, genişlik) kelimesinden olduğunu; vezninin de, vezni olup, kelimenin aslının, şeklinde olduğunu öne sürmüşlerdir. Ne var ki bunun gayr-ı munsarif oluşu, onun bu kökten iştikak etmesine mânidir.”12

Tevrat, Talût’un Benyamin sıbtından olduğunu bildirmektedir.13 İsrailoğullarının Benyamin sıbtı; Hz. Yakub’un son çocuğu olan ve Hz. Yusuf’la ana baba bir kardeş oldukları Bünyamin’den üreyen sıbttır. Bünyamin sıbtının küçük olması ve sahip olduğu “Kenan” arazileri üzerindeki gelirlerinin azlığı, müfessirlerin diğer İsrail sıbtları içerisinde onları daha alt boyutta değerlendirmelerine neden olmuştur. Talût’un kendisinin de kabul ettiği bu vakıa İsrailoğulları sıbtlarının genel anlayışını temsil etmektedir ki, Talût’un İsrailoğullarına kral olmasına muhalefet edilmiştir.

Kur’an, Talût’un kral seçilmesi ve İsrailoğullarının muhalefetini şu şekilde bildirmektedir: Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi.’ dedi. Bunun üzerine: ‘Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.’ dedi.”14

Kur’an, İsrailoğullarının Talût’un krallığına muhalefet edenlerin sebebini vermemektedir ancak, bu noktada önemli gördüğümüz bir hususa dikkat çekelim: Tevrat, Saul’ün eşkâli, etnik konumu hakkında malûmat verirken, Kur’an çok daha farklı bir boyuta dikkat çekmektedir. “…İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir.” Kur’an beden olarak Tevrat’ın verilerini tasdik ederken; Tevrat’ın üstünde durmadığı önemli bir hususa dikkat çekmektedir: İlimde” Yani Kur’an Talût’un yönetici seçilirken dikkat ettiği veya muhataplarının dikkat etmesini istediği çok önemli bir ayrıntı vermektedir. Kur’an göreve nasp edilen kişinin ehil yani “ilim” sahibi tarafını öne çıkarmaktadır. Oysa Tevrat fiziksel ve etnik detaylar vermektedir. Bu durum Kur’an ve Tevrat arasındaki genel ayrımın karakterini de taşımaktadır. Tevrat, İsrailoğulları etnik ırkçılığını yaparken aynı zamanda İsrailoğulları içinde ikinci bir etnik ayrımcılığı körüklemektedir:"Ben İsrail oymaklarının en küçüğü olan Benyamin oymağından değil miyim? Ait olduğum boy da Benyamin oymağının bütün boylarının en küçüğü değil mi? Bana neden böyle şeyler söylüyorsun?" Talût’un, Samuel Peygamber’e bu serzenişinden anlaşılmaktadır ki, Tevrat; Talût’un ağzından kendi bakış açısını da vermektedir. Görevde ehliyet değil etnik aidiyet aramaktadır ya da böyle yansıtmaktadır. Tıpkı Hz. Muhammed sonrası Müslümanlar arasında hilafetin Kureyşîliği meselesinde ortaya çıkan ayrımcılık gibi! Hz. Peygamber dönemi akabinde bile Talût kıssasının iyi tefsir edilemediğinin en iyi göstergesi herhalde Peygamber sonrası hilafet makamında ehliyet ve liyakat aranmayıp; soya sopa önem verilmesidir!

İşin ilginç bir yanını daha aktaralım: Tevrat Saul’ün bedensel gücünü ön plana çıkardığı halde, bu bedensel gücün işe yarayacağı bir yer ve zamanda vazifeyi Hz. Davud’a vermektedir! Çünkü Talût ordusu karşısına çıkan müşrik Calût’un (Golyat) azametine rağmen Saul onunla savaşa çıkmaz, yerine güçsüz bir savaşçı olarak gördükleri Hz. Davud çıkarılır: “Benyaminli Kiş sözü geçen biriydi. Saul (Talût) adında genç, yakışıklı bir oğlu vardı. İsrail halkı arasında ondan daha yakışıklısı yoktu. Boyu herkesten bir baş daha uzundu.”“Filist ordugâhından Gatlı Golyat (Calût) adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı.”15“Saul, "Öyleyse git, RAB seninle birlikte olsun" dedi. Sonra kendi giysilerini Davud'a verdi; başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi. Davud giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul'a, "Bunlarla yürüyemiyorum." dedi, "Çünkü alışık değilim." Sonra giysileri üzerinden çıkardı.”16

Bu demektir ki, Tevrat’ın Talût’un seçiminde ön plana çıkardığı argümanlar Kur’an’da serdedilen liyakat ve ehliyete nazaran önemsiz ayrıntılar olarak kalmıştır.

Kur’an’daki mücmel Talût kıssasının tefsirinde, Kur’anî bakış açısından bir metot geliştiremeyen müfessirlerin de “İsrailiyat” üzerinden yaptıkları yorumlarda, Tevrat’taki aynı tenakuza düştükleri görülmektedir. Bunlara örnekler verelim: “Âlimlerden bazıları vücutça üstünlükten maksadın, boy uzunluğu olduğunu, Talût'un, insanların ancak omzuna yetişebilecekleri kadar uzun olduğunu ve boyunun uzunluğundan dolayı "Talût" diye isimlendirildiğini söylemişlerdir. Vücutça üstünlükten maksadın güzellik olduğu ve Talût'un İsrailoğulları arasında en yakışıklı erkek olduğu söylenmiştir. Yine bundan muradın güç ve kuvvet olduğu söylenmiştir. Buna göre bu son görüş daha doğrudur. Çünkü düşmanları mağlup etmede güç ve kuvvetten istifade edilir, boy uzunluğu ve yakışıklılıktan değil”17“İbni Abbas der ki: Talût o gün için İsrailoğulları arasında en bilgili, en yakışıklı ve en eksiksiz bir yaratılışa sahipti. Düşmanın kalbine heybet verecek şekilde iri-yarı bir cüsseye sahipti. Uzunluğu dolayısıyla ona Talût denildiği de söylenmiştir.”18

Talût’un kişiliği ile ilgili olarak İslami kaynaklarda yer alan çok ilginç bir diğer yorumu aktarmadan geçemeyeceğiz: “Bazı kimseler, Talût'un da bir peygamber olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ onun elinde de mucizeler yaratmıştır. Böyle olan herkes peygamber olur. Bunun, evliyaullah'ın kerametleri babından olduğu söylenemez. Çünkü keramet ile mucize arasında fark vardır. Keramet, meydan okumak için gösterilmez. Mucize ise meydan okumak için gösterilir. Bundan dolayı, Talût'un elinde zuhur eden harikulâde hallerin kerametler cinsinden olmaması gerekir. Bu görüşe şöyle cevap verilir: Bunun, o zamanın peygamberinin bir mucizesi olması uzak bir ihtimal değildir. Bunun, o peygamberin mucizesi olmasının yanında, Talût'un krallığı hususunda kesin bir alamet olması da söz konusudur.”19

Şu Kur’an ayeti dururken İslam âlimlerinin yaptıkları yorumu nereye oturtabiliriz: “Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım. dediler. Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Talût'u size hükümdar olarak gönderdi.’ dedi. Onun hükümdarlığının alâmeti, tabutun size gelmesidir.”20 Görüldüğü gibi Kur’an’ın açık ayetleri ve Tevrat’ın bu konudaki beyanları ortada iken olmadık yorumlar yaparak işi çığırından çıkaran müfessirlerin düzeltilmesi, onların Kur’an kıssaları tefsirindeki, usulsüz yaklaşımlarının gündem edilmesi gerekir. Bunun için her zaman önerdiğimiz gibi kıssa ilim dalının kurulması ve spesifik olarak bu alanda dinler tarihi, arkeoloji, tarih, coğrafya, vs gibi disiplinlerle koordineli hareket edilmesi gerekmektedir.

Talût’un Kral Seçilmesi

Tevrat’ın geniş bir anlatımını yaptığı Talût’un iktidara geçmesi hikâyesini aktarmaya gerek görmeden Mevdudi’nin kısa anlatımıyla Talût’un nasıl kral seçildiğini görelim:“M.Ö. yıllarında Amalikalılar İsrailoğullarına saldırdılar ve Filistin'in birçok bölümünü ele geçirdiler. O dönemde İsrailoğullarının işlerine bakan Peygamber Samuel (as) çok yaşlanmıştı. Bu nedenle İsrailoğullarının büyükleri Samuel'e gittiler ve ‘Allah yolunda savaşacak bir hükümdar (kral) tayin et.’ dediler. Onlar da diğer ümmetler gibi kendilerini yönetecek bir kral istiyorlardı.”21 Kur’an bu durumu şöyle yansıtmaktadır: “Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.’ demişlerdi.”22

Yukarıdaki satırlarda üzerinde ayrıntılarıyla değindiğimiz, İsrailoğullarının Samuel Peygamber’den kral isteklerine, Kur’an’da olumlu cevap verildiğini görmekteyiz: “Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talût'u size hükümdar olarak gönderdi, dedi.”23

Tevrat metinlerine göre24 Hz. Musa geleneği olarak, seçilen kişileri yağla meshetme ritüeli uygulanarak İsrailoğullarına kral seçilen Talût’a, İsrailoğullarının geneli ittiba etmiş olsa bile daha evvel üzerinde durduğumuz gibi muhalefet edenler de bulunmaktaydı. Bunların muhalefetinin malzemesi ise önemlidir. Çünkü İsrailoğullarının Kral Talût’a sergiledikleri muhalefetin çoğu resullere ve özellikle Hz. Muhammed’in resul tayininde de gündeme geldiği görülmektedir. Kur’an bu hususta şöyle beyan eder. Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Talût'u size hükümdar olarak gönderdi.’ dedi. Bunun üzerine: ‘Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur’? dediler.”25

Burada Hz. Muhammed’e resullüğü hususunda itirazlar getiren Mekkeli müşriklere ve zımnen Medineli Yahudilere bir cevap olarak İsrailoğullarının Talût dönemi kıssasındaki vakiî olay anlatılarak hem İsrailoğullarının Talût dönemi hem Hz. Muhammed dönemi hem de tüm zamanlarda cari olan müşrik itirazları ve bu itirazların Allah nezdindeki geçersizliği gündeme getirilmektedir. Bu durum aynı zamanda Kur’an kıssalarının yaşama nasıl örneklik ettiğini göstermektedir. Belki de sen (müşriklerin:) ‘Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!’ demelerinden ötürü sana vahyolunan ayetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”26Yahut da altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.’ De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.”27

“Ama bazı kötü kişiler, "O bizi nasıl kurtarabilir?" diyerek Saul'ü küçümsediler ve ona armağan vermediler. Saul ise buna aldırmadı.”28 “…Saul mü bize krallık yapacak?”29

Tevrat yorumcuları, Talût’un İsrailoğullarına kral olduğunda yaşının, otuz veya kırk civarında olduğunu belirtmektedirler.30

Talût’un Krallığının Simgesi “Ahit Sandığı”nın Geri Gelmesi

Kur’an’da Talût’un Cenab-ı Hakk tarafından kral seçildiğinin göstergesi olarak çok güçlü bir örnek verilmektedir. Talût’un krallığının Allah tarafından tayin edildiğinin en güçlü alameti tabutun yani İsrailoğulları deyimince “ahit sandığı”nın geri gelmesidir.

Kur’an “ahit sandığı”nın geri gelmesi veya daha önce müşriklerce ele geçirilmesi olayı üzerinde durmaz, bu detaylar Tevrat’ta bulunmaktadır. Kur’an mücmel olarak gerekli yerlerde olayların önemli gördüğü akışını anlatır ve bundan dersler çıkarılmasını ister. Şimdi Kur’an’ın bu mücmel anlatımına bakalım: Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, tabutun size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.”31

Kur’an bu ayetinde İsrailoğullarının en kutsalları olan Tevrat levhaları ve diğer kutsal birtakım eşyalarının bulunduğu “ahit sandığı”nı tasdik etmektedir. Aynı zamanda Tevrat kitaplarında anlatılan “ahit sandığı”nın savaşlara götürülerek İsrailoğullarını manen güçlendirmesine de atıfta bulunmaktadır.

“Ahit sandığı” Talût’un kral seçilmesinden önce müşrik Kenan kavimlerinden Filistîlerin eline geçmiştir. Fakat Tevrat’ta detaylı olarak anlatılan hadiseler sonucu Filistîlerin başlarına gelen belalar sonucu yine onlar eliyle İsrailoğullarına geri verilmiştir. Kur’an bu hususa dikkat çekerek Talût’un kral seçilmesinde olduğu gibi “ahit sandığı”nın tekrar geri gelmesinde Allah’ın payına dikkat çekmekte, böylece Talût’un krallığının ilahî desteğine vurgu yaparak İsrailoğullarını, Kral Talût’a bey’at etmeye çağırmaktadır.

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’da beyan ettiği Talût kıssasında belirttiği “ahit sandığı” için şu tespiti yaptığını görmekteyiz. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır.”

Kur’an’ın “tabut” dediği, İsrailoğullarının “ahit sandığı” adını verdikleri sandığın, Hz. Musa zamanında Yehova’nın isteği ile ve onun emirleri doğrultusunda imal edildiği Tevrat sayfalarında yer aldığı halde bazı müfessirlerin ilginç yorumlarıyla “ahit sandığı”nın daha da gizemli hale getirildiğini gözlemlemekteyiz. İlgi çekici olan bu yorumlarda “Haber rivayet edenler şunu nakletmişlerdir: Allah Teâlâ Hz. Âdem'e, içinde, zürriyetinden peygamber olacakların resimlerinin bulunduğu bir sanduka indirmişti. Hz. Âdem’in zürriyeti, bu sandukayı Hz. Yakûb'a gelinceye kadar nesilden nesile miras yoluyla intikal ettirdiler. Sonra bu sanduka (Hz. Yakûb'un soyu olan) İsrailoğullarının elinde kaldı. Onlar bir meselede ihtilâf ettikleri zaman, o sanduka konuşuyor ve aralarında hükmediyordu. Savaşa gittiklerinde, onu eller üzerinde en önde taşıyorlar ve onun sayesinde düşmanlarına karşı zafer kazanmak istiyorlardı. Düşmanla çarpışırken, melekler onu askerin üstünde taşıyorlardı. Onlar bu sandukadan bir ses işittikleri zaman, muzaffer olacaklarını kesin olarak anlıyorlardı.”32

Hâlbuki Tevrat ve İncil “ahit sandığı” hakkında şunları aktarmaktadır. Hz. Musa zamanında “O zaman Rab bana, 'Öncekiler gibi iki taş levha kes ve dağa, yanıma çık' dedi, 'Ağaçtan bir sandık yap.”33 Tevrat’ta Yehova’nın isteği ve onun direktifleri doğrultusunca imal edildiği anlatılan “Sandığın içinde altından yapılmış man testisi, Harun'un filizlenmiş asası ve antlaşmanın taş levhaları vardı.”34

Bu realite ortada iken müfessirlerin ahit sandığı ve içindekilerle ilgili yaptıkları acayip yorumlara İsrailiyat denmesi bile mümkün değildir. Çünkü İslami literatürde, İsrailiyat denen Tevrat ve Yahudi metinlerinde bile böyle ifadeler yer almamaktadır. Bu durum Kur’an kıssalarının tefsirinde metot geliştiremeyen İslam âlimlerinin usulsüz yaklaşımlarını göstermektedir. Çeşitli yazılarımızda değindiğimiz bu olumsuz durum halen Kur’an kıssalarının anlaşılması hususundaki tefsirler açısından devam ettirilmektedir.

Tevrat’a göre“ahit sandığı”nın,İsrailoğullarının manevi gücü olduğunu tespit eden müşrikler, savaşta yendikleri İsrailoğulları sıbtının elinde olan bu sandığı ülkelerine götürüp putlarının olduğu mekâna koyarak akıllarınca kendilerinin de bu kutsal sandığın gücüne sahip olacaklarını düşünmüşlerdir. Ancak hesapları tutmamıştır.

“Bütün Filist beylerini toplayarak, ‘İsrail Tanrısı'nın Sandığı'nı buradan uzaklaştırın.’ dediler, ‘Sandık yerine geri gönderilsin; öyle ki, bizi de halkımızı da yok etmesin.’ Çünkü kentin her yanını ölüm korkusu sarmıştı. Tanrı'nın onlara verdiği ceza çok ağırdı. Sağ kalanlarda urlar çıktı. Kent halkının haykırışı göklere yükseldi.”35

Neticede “ahit sandığı” İsrailoğullarının müşriklerle savaşmasına gerek kalmadan Allah’ın takdiriyle müşriklerin eliyle “RAB'bin Sandığı Filist ülkesinde yedi ay kaldıktan sonra…”36 tekrar geri getirilmiştir.

Kur’an’ın “ahit sandığı”nın gelmesinde altını çizdiği konular şunlardır: Birincisi, Talût’un kral tayin edilmesi Allah iradesinin yansımasıdır. İkincisi ise savaşlara “ahit sandığı” ile giderek onda olağanüstü güçler atfeden İsrailoğulları bu vesileyle manevi açıdan desteklenmiştir. Böylece savaşlardan kaçma, yan çizme yoluna başvuramayacaklardır. Artık bir kralları vardır ve daha önceki savaşlarda kendilerine manevi güç veren “ahit sandığı” yanlarındadır.

Talût’un Askerî ve İdarî Yönetimi

Bilindiği gibi İsrailoğullarının kral istekleri Kenan ülkesi yönetimindeki idari boşluğun doldurulması ve müşrik Kenan kavimlerinin İsrailoğullarına saldırılarının önlenmesi amaçlı askerî yapılanma gerekçesiyledir.

Tevrat, Talût’un siyasî ve askerî organizasyonlarını detaylı olarak anlatmaktadır. Talût’un öncelikle savaşacak birlikler seçtiği görülmektedir. İsrailoğullarından savaşacak olanları düzenli birlik haline getiren Talût, ayrıca savaşma mahareti yüksek şövalyeleri de yanına alıp eğitmekteydi. “Saul, İsrail'de iki yıl krallık yaptıktan sonra halktan üç bin kişi seçti. Bunlardan iki binini Mikmas ve Beyt-El'in dağlık bölgesinde yanına aldı. Binini de Benyamin oymağına ait Giva Kenti'nde Yonatan'ın yanına bıraktı. Halktan geri kalanları evlerine gönderdi. Yonatan Giva'daki Filist birliğini yendi. Filistliler bunu duydular.”37“Saul yaşamı boyunca Filistliler'le kıyasıya savaştı. Nerede yiğit, güçlü birini görse kendi ordusuna kattı.”38“Saul Davud'u çok sevdi ve ona silahlarını taşıma görevini verdi.”39 Silahşör olarak seçip yetiştirdiği kişiler arasında kendisinden sonra kral olan Hz. Davud vardır. Bu da onun isabetli görüşlerinin olduğunu serdetmekdedir.

Talût ve Ordusunun Sınanması

Talût kıssasında, Talût’un kral olması ile birlikte derlenip toparlanan ve kendileri ile savaşan müşrik Kenan kavimlerine üstünlük sağlayan İsrailoğullarının geldikleri bu üstün konumda Allah’a karşı tutumlarında denenmeleri gündeme gelmektedir. Bu yüzden Talût kumandasındaki İsrailoğullarının müşriklerle savaşmaya giderken başlarından geçen bir olay aktarılmaktadır.

Olay Kur’an’da şu şekilde beyan edilmektedir: “Talût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: ‘Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir.’ dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: ‘Bugün bizim Calût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur.’ dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: ‘Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.’ dediler.”40

İsrailoğulları ordusunun denendiği ırmak41 hakkında Tevrat ve İslam kaynaklarında çeşitli isimler bulunmuş olsa da bunun önemi olmadığı açıktır. Olayda müessir fiil, ırmaktan su içilmemesi ya da hiç dayanamayacak durumda olanlar için eliyle bir avuç müstesna içilmesi şartı vardır. Cenab-ı Hakk’ın bu emrine rağmen onun emrine isyan edenler olduğu anlaşılmaktadır. Hem de çok sayıda!

Irmağı geçen İsrailoğullarından su içenlerin, Allah’ın emrine uymamanın verdiği vicdan muhasebesinde isyan derecelerini daha da ileri götürdükleri anlaşılmaktadır. Allah’ın emrine aykırı hareket edenlerin bu vicdan muhasebesinden yenik çıktıkları için savaşacakları Calût ordusunu da gözlerinde büyüterek geri dönme yönünde; Allah’a itaat edip su içmeyen gerçek mü’minleri vazgeçirme amacıyla yönlendirmede bulunduklarını gözlemlemekteyiz.

Allah’a itaat edip su içmeyen mü’minler ise imanlarının gereği olarak Allah’a tam olarak ittiba ettiklerini şöyle belirtmektedirler: “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”42

İsrailoğulları ordusunun ırmaktan su içmeme emrine itaat eden askerleri ile su içip isyan edenleri arasındaki bu muhaverenin, aynı zamanda Kur’an’ın iniş sürecinde müşrik/münafıklarla savaşta sabır sebat hususunda meydana gelen/gelebilecek benzer vakıalara karşı örneklik teşkil ettiği muhakkaktır. Talût kıssasının bu bölümünde, Kur’an kıssalarının temel özelliklerinden birini daha görmekteyiz. Kur’an kıssaları, geçmişi kıssa ederken, hâlihazır ve gelecekte muadil durumlara örneklik etmektedir. Aynı zamanda anlatılan kıssa, mü’minlerin gönüllerini tekid etmekte, inkârcıların olumsuz davranışlarını zemmetmektedir.

İsrailoğulları ordusundan Allah’a itaat edenlerin bu itaatkâr davranışlarını müteselsilen sürdürdüklerini gözlemlemekteyiz. “Calût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et!’ dediler.”43Su içmemekle Allah’a itaat eden askerler, su içip isyan eden askerlere karşı Allah’ın izniyle galip gelineceği inancını beyan ederek bir başka itaat sergilemişlerdir. Savaşta Calût ordusu ile karşılaştıklarında ise yine imanlarının gereğini yaparak Allah’a münacaatla ondan yardım istemektedirler. Dolayısıyla kıssadaki Allah’a itaat hususundaki tüm bu olumlu ve olumsuz davranışlar, Kur’an muhatabı olanlar için her biri ayrı değerde örneklik teşkil eden davranışlar olarak sergilenmektedir.

Talût ve Ordusunun Sınanmasının Tevrat Versiyonu

Kur’an’da beyan edilen İsrailoğulları ordusunun denenmesi kıssası Tevrat’ta iki ayrı versiyonda anlatılmaktadır. Yapılan savaş sonrası bitkin düşen ordunun, Kral Talût tarafından yasaklanan toprak üzerinde akan baldan yeme yasağı ve buna muhalefet eden Talût oğlunun konu edildiği birinci kıssanın Kur’an’da anlatılan kıssa ile aynı muhtevada olmadığı gözükmektedir. “Böylece RAB İsrail'i o gün zafere ulaştırdı. Savaş Beyt-Aven'in ötesine dek yayıldı. O gün İsrailliler bitkindi. Çünkü Saul, ‘Ben düşmanlarımdan öç alıncaya kadar, akşama dek kim yemek yerse lanetli olsun!’ diye halka ant içirmişti. Bu yüzden de kimse bir şey yememişti. Derken, her yanı bal dolu bir ormana vardılar. Askerler ormana girince, toprakta akan balları gördüler. Ne var ki, içtikleri anttan korktukları için hiçbiri bala dokunmadı. Yonatan, babasının halka ant içirdiğini duymamıştı. Elindeki değneği uzatıp ucunu bal gümecine batırdı. Biraz bal tadar tatmaz gözleri parladı. Bunun üzerine oradakilerden biri, Yonatan'a, "Baban askerlere, 'Bugün kim yemek yerse lanetli olsun' diye ant içirdi." dedi, "Askerlerin bitkin düşmesi de bundan." Yonatan, "Babam halka sıkıntı verdi." diye yanıtladı, "Bakın, bu baldan biraz tadınca gözlerim nasıl da parladı!”44

Tevrat’ta anlatılan ırmaktan su içmeme sınanması ile ilgili ikinci Tevrat anlatımı “Hâkimler” kitabındadır. Bilindiği gibi “Hâkimler” kitabı, Talût öncesi İsrailoğulları dönemini anlatan bir kitaptır. Talût bu karışık dönemin ardından doğmuş ve yönetime seçilmiştir. Irmaktan su içmeme sınavı ise daha sonraları vuku bulmuştur.

Bu durumu yorumlayan bazı kaynaklar, Tevrat’taki Talût kıssasında, su imtihanına temas etmemiş bunun yerine Talût’un, “Düşmandan intikam alıncaya kadar bugün ekmek yiyen mel’undur.” dediğini zikretmiştir. (seafoodplus.info, 14/24) Ancak Hâkimler kitabında (7/) bir başka harpte su imtihanı geçmektedir. Öyle anlaşılıyor ki bu su imtihanı birkaç kere tekrarlanmış, Tevrat bunlardan bazılarını zikretmiştir. (İbn Âşûr, II, ) demektedirler.

Tevrat’ta bu konudaki pasajlarda karmaşık bir ortam kıssa45 edilmektedir. Sınav yapanın kimliği karışıktır, sınav yapılan kişilerin akidevî durumları müphem bırakılmıştır, sınav sebepleri açık değildir ve sınav sonucu tam hedefi yansıtmamaktadır.

Oysa Kur’an’daki Talût kıssasındaki ırmaktan su içmeme sınavı mücmel olmasına rağmen bu kıssa, sebep ve sonuçların çok açık ve sade olarak anlatıldığı bir kıssadır. Vermek istediği mesajlar nettir.

Calût ve Ordusu ile Savaş

Irmak sınanması akabinde Kral Talût kumandasındaki İsrailoğulları ordusu, müşrik Calût ordusu ile karşılaşır. Tevrat’ta detayları ile anlatılan bu karşılamada önce her iki ordunun en iyi silahşorlarının mücadele ettikleri ufak çaplı ve gövde gösterisi amaçlı olan bir muharebe yapılır.

Yapılan bu öncü muharebede Hz. Davud, müşrik Calût’u (Golyat) yener ve onu öldürür. “Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı, sapanla fırlattı. Taş Filistlinin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun yere düştü.” “Böylece Davud Filistli Golyat'ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere serdi.” “Sonra koşup üzerine çıktı. Golyat'ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürdü ve başını kesti. Kahraman Golyat'ın öldüğünü gören Filistliler kaçtılar.”46

Hz. Davud’un elindeki sapan ve beş taşla alt ettiği Calût’un ölümü üzerine müşrik Filistî ordusu dağılır. Bunun üzerine saldırıya geçen İsrailoğulları ordusu, müşriklerin ordusunu yener. Böylece Kur’an’ın belirttiği “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir.” ayeti gerçekleşmiştir.

Kur’an bu vakıayı şöyle nakletmektedir: Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Calût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.47

Talût’un Ölümü

Kur’an’da Talût’un ölümü hakkında bilgi verilmez. Tevrat’ta I. Samuel kitabı sonunda Saul’ün ölümü anlatılmaktadır. Müşriklerle savaşta şehit edilen Talût’un aynı zamanda oğulları da şehit olmuştur. “Saul'ün çevresinde savaş kızıştı. Derken Saul, Filistli okçular tarafından vuruldu ve ağır yaralandı. Saul, silahını taşıyan adama, ‘Kılıcını çek de bana sapla’ dedi, ‘Yoksa bu sünnetsizler gelip bana kılıç saplayacak ve benimle alay edecekler.’ Ama silah taşıyıcısı büyük bir korkuya kapılarak bunu yapmak istemedi. Bunun üzerine Saul kılıcını çekip kendini üzerine attı. Saul'ün öldüğünü görünce, silah taşıyıcısı da kendini kılıcının üzerine attı ve Saul'le birlikte öldü. Böylece Saul, üç oğlu, silah taşıyıcısı ve bütün adamları aynı gün öldüler.”48

Sonuç

Kur’an-ı Kerim’de serdedilen Talût kıssası öncelikle geçmişte yaşanmış bir vakıayı kıssa etmektedir, yani ‘vakiî’dir.

Talût kıssası Kur’an-ı Kerim’deki muhtevanın benzeri bir yapı olarak aynı zamanda Tevrat’ta da yer almaktadır.

İslam kaynakları Talût kıssasını Davud Peygamber kıssası içerisinde vererek Talût’u, Davud ile özdeşleştirmişlerdir. Oysa Talût kıssasının Davud Peygamber kıssasından bağımsız bir kıssa olarak değerlendirilerek incelenmesi gerekmektedir.

Kur’an-ı Kerim’deki Talût kıssasında yer alan cihaddan kaçınan İsrailoğulları olayı anlatımı, geçmiş bir kavmin olumsuz tavrını açıklarken, aynı anda nüzul dönemi Kur’an muhataplarını da uyarmaktadır. Medine’deki Müslümanlarının da geçmiş kavimlerde olduğu gibi bu olumsuz yaklaşımlar sergilememelerini, böyle olumsuz tavırlar sergileyip savaşmamak için çeşitli mazeretler sürenlerin içlerinde olanı Allah’ın bildiğini beyan etmektedir.

Kur’an’daki Talût kıssası, Talût’un yönetici seçilirken dikkat ettiği veya muhataplarının dikkat etmesini istediği çok önemli bir ayrıntı vermektedir. Kur’an göreve nasp edilen kişinin ehil yani “ilim” sahibi tarafını öne çıkarmaktadır. Oysa Tevrat fiziksel ve etnik detaylar vermektedir. Bu durum Kur’an ve Tevrat arasındaki genel ayrımın karakterini de taşımaktadır.

Talût kıssasındaki, Talût’un seçimine, İsrailoğullarından bazılarının muhalefeti anlatılarak hem İsrailoğullarının Talût dönemi hem Hz. Muhammed dönemi hem de tüm zamanlarda cari olan liyakat ve ehliyete değil maddiyat ve nesebe ve birtakım dünyevî ölçülere dayanarak yapılan müşrik itirazları ve bu itirazların Allah nezdindeki geçersizliği gündeme getirilmektedir. Kıssadaki Talût’un seçiminde verilen ölçü aynı zamanda Hz. Muhammed’e resullüğü hususunda itirazlar getiren Mekkeli müşriklere ve zımnen Medineli Yahudilere bir cevaptır.

İsrailoğulları ordusunun ırmaktan su içmeme emrine itaat eden askerleri ile su içip isyan edenleri arasındaki muhaverenin aynı zamanda Kur’an’ın iniş ve kıyamete kadarki sürecinde müşrik/münafıklarla Müslümanlar arasında savaşta sabır sebat hususunda meydana gelen/gelebilecek benzer vakıalara karşı örneklik teşkil ettiği muhakkaktır. Talût kıssasının bu bölümünde, Kur’an kıssalarının temel özelliklerinden birini daha görmekteyiz. Kur’an kıssaları, geçmişi kıssa ederken, hâlihazır ve gelecekte muadil durumlara örneklik etmektedir. Bununla birlikte anlatılan kıssa mü’minlerin gönüllerini tekid ederek, inkârcıların olumsuz davranışlarını zemmetmektedir.

Irmaktan su içmeme sınavının anlatıldığı Kur’an’daki Talût kıssası, Tevrat’a nazaran çok mücmel olmasına rağmen sebep ve sonuçların, iman- küfür muvazenesinin çok açık ve sade olarak anlatıldığı bir kıssadır. Kur’an’ın vermek istediği mesajlar nettir. Oysa Tevrat metnindeki Talût kıssasındaki benzer olay mitolojik muhtevaya bürünmüş, iman-küfür muvazenesine dair mesajlar kaybolmuştur.

Kur’an’la benzer olarak Tevrat’ta yer alan Talût kıssası, onlarca sayfada ve yine bir o kadar karmaşık olaylarla birlikte anlatılmaktadıseafoodplus.info Kur’an, Talût görevlendirilmeden önceki İsrailoğulları ve Kenan bölgesinin durumunu ve hidayetle ilgili mesaj ve derslerini Tevrat’tan çok daha mücmel olarak icaz, belagat ve fesahatle beyan etmektedir.

Dipnotlar:

1- Tevrat / Hâkimler, Bab 2/17,

2- Tevrat / Hâkimler, Bab10/6.

3- DİB; Kur’an Yolu Türkçe meal ve tefsir, c.I, s.

4- Tevrat / Hâkimler, Bab18/1.

5- Tevrat / Hâkimler, Bab19/1.

6- Tevrat / Hâkimler, Bab21/

7- Kur’an/ Maide Suresi,

8- Kur’an / Bakara Suresi,

9- Tevrat / seafoodplus.info, Bab 8/

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 9/

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c.1, s.

Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.5, s.

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 9/

Kur’an/ Bakara Suresi,

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 17/4.

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 17/

Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c.5, S.

Vehbe Zuhayli, A.g.e, c.1, s.

Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. 5, s.

Kur’an/ Bakara Suresi,

Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c. 1 , s

Kur’an/ Bakara Suresi,

Kur’an/ Bakara Suresi,

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 9/27, Bab 10/1, Bab 11/15,

Kur’an/ Bakara Suresi,

Kur’an/ Hud Suresi,

Kur’an/ İsra Suresi,

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 10/

Tevrat / seafoodplus.info, Bab 11/

Tevrat / I. Samuel, Bab 13/1.

Kur’an/ Bakara Suresi,

Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. 5, s.

Tevrat / Yeşu, Bab 3/4.

İncil / İbranilere Mektup, 9/4; DİB, Kur’an Yolu Türkçe meal ve tefsir, c. I, s. ; Abdurrahman Küçük; Ahit Sandığı, D.İ.A, c. I, s. ; Vehbe Zuhayli, A.g.e, c.1, s. ; Mehmed Vehbi, Hülasat’ül Beyan, c. , s.

Tevrat / I. Samuel, Bab 5/

Tevrat / I. Samuel, Bab 6/1.

Tevrat / I. Samuel, Bab 13/

Tevrat / I. Samuel, Bab 14/

Tevrat / I. Samuel, Bab 16/

Kur’an / Bakara Suresi,

İbni Kesir; Muhtasar Kur’an-ı Kerim tefsiri,c.I, ;

Kur’an / Bakara Suresi,

Kur’an / Bakara Suresi,

Tevrat / I. Samuel, Bab 14/

Tevrat / Hâkimler, Bab 7/

Tevrat / I. Samuel, Bab 17/

Kur’an / Bakara Suresi,

Tevrat / I. Samuel, Bab 31/ 

Peygamber Kıssaları

Haksöz Dergisi Sayı: - Nisan

Kur’ân’da “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır”1 âyeti mucîbince, bu tür kıssaların bizlere, yaşadığımız asra ve olaylara çok önemli izdüşümleri olduğuna inanıyorum.

Tâlût ile Câlût hâdisesi Kur’ân’da bahsedilen bir kıssadır. “Tâlût, ordu ile hareket edince dedi ki: ‘Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihân edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır).’ Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Tâlût ve berâberindeki îmân eden kimseler nehri geçtiklerinde ‘Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok’ dediler. Allah’a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: ‘Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla berâberdir.”2 “Câlût ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”3 “Derken, Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Câlût’u öldürdü&#;”4

Kur’ân’da geçen Tâlût ile Câlût hâdisesinin geniş açıklamasını İslâmî kaynaklarda ve tefsirlerde bulabiliriz. Biz ise burada Hz. Mehdî ile Tâlût arasında benzerliklerin olduğuna ve Hz. Mehdî’nin askerlerinin Tâlût’un nehri geçen askerleri kadar az olduğuna dair hadîsi ve diğer bazı açıklamaları paylaşmak istiyoruz. Çünkü, Hz. Mehdî’nin etrafında toplananların sayısı oldukça azdır. Ama ihlâslıdırlar, sâdıktırlar ve sebatkârdırlar. Yılma bilmeyen bir azîm, korku bilmeyen bir cesâret, ender rastlanan bir fedakârlık içersindedirler.

“Evet, onların başlangıçtaki sayıları Bedir Ashâbı, yanî kişi kadar, Tâlût’la nehri geçenler kadar az, kalpleri uzlaşmış, şehid düşenlerine üzülmeyen, kendilerine katılanlara sevinmeyen”5 kimselerden müteşekkildir. Onlar Allah yolunda kınayanın kınamasından, dedikodusundan korkmazlar.6 Hz. Ali’nin (ra) belirttiğine göre, bu insanlar hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir menfâate de sevinmezler.7 Azdırlar ama bir ordu kuvvetindedirler. Onun için, Bedîüzzamân Hazretleri’nin ifâdesi ile “Ne kadar da az olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.”8

İhlâs, sadakat, tesânüd, sebât ve cesâret dolu bu topluluğun halleri, Hz. Musa (as) zamanında Câlût’la mücadele eden Tâlût’u andırır. Tâlût’un kuvveti azdı. Emirlere uymayıp bir imtihân vesîlesi olan nehirden su içip gevşeyen, Câlût ve ordusuna güç yetiremeyeceklerini söyleyen askerlere karşı, her şeyi göze alan fedakâr ve cefakâr az bir grup ise şöyle diyordu: ”Nice az topluluk vardır ki, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelirler.”9

Tâlût ve Câlût hadisesi yukarıya aldığımız şekliyle âyet ve hadîslerde ifâde edilir. Bu kıssa ile ilgili şu önemli tespitleri yapabiliriz:

* Tâlût peygamber olmadığı halde bir peygambere gelen vahiy ile inananlar ordusuna komutan olmuştur. O dönemde peygambere gelen bir emri ordusuna duyurur ve nehirden izin verilen kadar su içilmesi noktasında vahyin ölçüsünü ordusuna açıklar.

* Tâlût peygamber değil, bir komutandır. Ancak peygamber olan Hz. Davud (as) peygamber olmayan bir komutanın komutası altında savaşmaktadır.

* İnananların sayısı başta çok olmasına karşılık sıcak ve yorgunluk nedenleriyle emrin ve vahyin oluğu yerde emre değil de şartların gerektirdiği zorluklara aldanarak nefsî ve hissî davranıp büyük bir kısmının nehirden izin verilenden fazla su içmeleri ibretlik bir durumdur.

* Nehirden su içmeyen ya da izin verildiği kadar su içen az sayıdaki tâifenin izin verilen kadar su içmesi ile korkusuz oluşları ve cesâret kazanmaları emre itâat etmenin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından ma’nîdâr bir hadisedir.

* Ekser askerlerin nefislerinin istediği kadar nehirden su içmeleri ve su içenlerin şişmeleri, korkmaları ve savaşacak takâtlerinin kalmaması çok ibretli bir olay olarak Tâlût kıssasında önümüzde durmakta ve bize çok önemli dersler vermektedir.

* Su içmeyen veya verilen izin ve emir kadar su içenlerin Câlût ile yapılan savaş sonucunda gâlib gelmeleri ise çok harika sırları taşımaktadır. Burada gâlib olanların sayısının az olması da çok ma’nîdârdır.

* Câlût, Hz. Davud’un (as) sapan taşı ile öldürülür. Burada da ince dersler ve sırlar olduğu kanaatindeyim. Bu sır “vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür”10 hakîkati ile âhirzamândaki dinsizlik cereyanının öldürülmesine ve “Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nûrânî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkâneyi öldürüp dağıtacaktır”11 hakîkatine işâret ve beşâret olabilir.

“Mehdî’nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevkî korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ancak onlar buna aldırmayacak.”12 “Ayrılanlar da, muhalifler de ona zarar veremeyecek. O kendisinden ayrılanlara rağmen muzaffer olarak yoluna devam edecektir.”13 Böylece “Mücâhede edenlerle sabredenler ortaya çıkarılmış”14 olacaktır.

Tâlût’un ordusunda bulunan askerlerin çoğu imtihân olacakları nehirden su içerler. Nehirden çok az su içilmesine izin olduğu halde ordudan çok az bir grup hariç su içerek Allah’ın emrine uymayıp imtihânı kaybederler. Tabîi ki bu yapılan savaş maddî bir savaştır. Şartları önceden vahiyle belirlenmiş olan bu savaşta gâlib olanların sayılarının azlığı ve sadâkatleri onları Allah’ın yanında makbûl yapmış ve Efendimiz (asm) de Hz. Mehdî’nin askerlerinin sayısını, samîmiyetini ve sadâkatini Tâlût’un nehri geçen askerleri ile irtibatlandırmıştır.

Tâlût’un zamanındaki nehir bir imtihân vesîlesi olarak önümüzde duruyor. Bu zamanımıza bakan cihetleri ise, nefsimize göre olan şartlara aldanarak Allah’ın emri yerine nefsî ve hevesî arzular ön plana alınmaktadır. Dünyevîleşme hastalığı olarak önümüze serilen hazlar ve mallar, tüketim çılgınlığı, isrâf ve eli delik olanın avına düşerek âhirzamân nehrinden içilen sular yürekleri sızlatıyor. Derin sulardan verilen imkânlarla sun’î şişmeler ve hak karşısında verilen rüşvetler ve ta’vizler vicdanları yaralıyor. İslâmın en mukaddes ahkâmları âhirzamân nehrinin dehşetli nehrinden içilen sularla dünya için fedâ ediliyor. Müslümanların kuvveti hakta ve ihlâsta arama yerine maddede ve ekonomide arama gayretleri ibretlik bir hâdise olarak günümüzde yaşanıyor. Ehl-i İslâmın özellikle fütûhatı siyâsî noktalardan araması ve beklemesi; bütün kuvvetlerini ve himmetlerini bu yollara sarf etmeleri, âhirzamân asrındaki dehşetli nehirden içilen suyun ne kadar etkili ve te’sîrli olduğunu gösteriyor. Halbûki asrımızın müceddidi olan Bediüzzaman Hazretleri; “Bütün kuvvetinizi hakta ve ihlâsta bilmelisiniz”15 diyerek güç, para, ma’kâm ve imtiyazlar yerine hakta ve ihlâs düstûrunda sebat etmeyi söylemektedir.

 

Dıpnotlar:

1- En’âm Sûresi,59

2- Bakara Sûresi,

3- Bakara Sûresi,

4- Bakara Sûresi,

5- Kitabu’l Burhan s

6- İbni Mace

7- Sıdık Han,el-İzâa-s

8- Emirdağ Lâhikası,,s

9- Bakara Sûresi;

Mektubat,,s

Mektubat,,s

Ramuzü’l-Ehâdîs,s

Ramüzü’l-Ehâdîs,s

Âl-i İmran Sûresi,

Lem’alar,,s

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print
Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

Bakara Suresi - . Ayet Tefsiri

Ayet


  • فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُؕ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمٖينَ

    ﴿٢٥١﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾﴿

Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler, D&#;v&#;d da C&#;l&#;t’u &#;ld&#;rd&#; ve Allah ona h&#;k&#;mranlık ve hikmet verdi, ona dilediği şeyleri &#;ğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı yery&#;z&#;nde d&#;zen bozulurdu. Fakat Allah’ın &#;lemler i&#;in b&#;y&#;k l&#;tufları vardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)


Tâlût’un ordusunda üç oğlu bulunan bir baba (Yesse), onlardan doğru bir haber getirsin diye çobanlık yapan, çocuk iken Peygamber Samuel’in duasını da almış bulunan küçük oğlu Dâvûd’u göndermişti. Dâvûd orduya yetiştiğinde Golyat (Câlût) meydana çıkmış, teke tek savaşmak üzere karşı taraftan bir savaşçı istemişti. Tâlût onun karşısına çıkmak istiyor, bunun ölüm demek olduğunu bilen askerler onu engellemeye çalışıyorlardı. Dâvûd çevresindekilere Golyat’ı öldürenin ödülünü sordu. “Onu öldürene kral büyük servet verecek, onu kızıyla evlendirecek ve hanedanını imtiyazlı kılacak” dediler. Dâvûd buraya savaşmak için gelmemişti, daha önce kendisini bir savaşta denemiş de değildi. Sürüden koyun kapan bir aslanla ayıyı öldürdüğünü hatırlatarak Tâlût’tan, Golyat’a karşı savaşmak üzere izin istedi; kumandan kendini uyardıysa da aldırmadı, talebinde ısrar etti. Tâlût ona zırh giydirdi ve izin verdi. Golyat’a doğru ilerlerken zırh ağır geldiği ve hareketini sınırladığı için onu da çıkarıp attı. Yanında yalnızca vadiden seçtiği taşlarla sapanı vardı. Golyat’la birkaç cümle konuştuktan sonra sapanına uygun bir taş koydu ve onunla düşmanını başından vurdu, yere düşünce de kılıcını elinden aldı ve boynunu kesti. Bundan sonra Filistî ordusunun mağlûbiyeti kolaylaştı, zafer İsrâiloğulları’nın oldu. Tâlût önce sözünde durdu, kendisini askerin başına geçirdi ve kızıyla da evlendirdi. Sonra halkın ona gösterdikleri ilgi, sevgi ve güveni görünce kıskandı, öldürmek için çeşitli vesilelere başvurdu. Dâvûd ona kötülük etmek istemediği için ayrıldı, uzun yıllar uzakta kaldı, çeşitli maceralar geçirdi. Peygamber Samuel de vefat etmeden önce Tâlût’tan uzaklaşmıştı. Sonunda Tâlût vefat edince Dâvûd, Hebron (bugünkü el-Halîl) şehrine geldi. Halkın bir kısmı onu, diğer kısmı da Tâlût’un bir oğlunu hükümdar olarak kabul ettiler. İki grup iki yıl kadar aralarında savaştılar. Sonunda Tâlût’un oğlu öldü ve bütün İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Dâvûd’un etrafında birleştiler. Dâvûd ülkeyi güzel idare ettiği gibi yaptığı savaşlar sonunda sınırlarını Fırat’tan Akabe körfezine kadar genişletti. Allah Teâlâ kulu Dâvûd’a, dilediği birçok önemli ve faydalı şeyi öğretmişti, krallık nasip etti ve sonunda kendisine Zebur’u (Mezâmir) göndererek peygamberlik de lutfeyledi (Hz. Dâvûd hakkında ayrıca bk. Sâd 38/17 vd.).

“İnsanların birbirini engellemesi” burada, Tâlût ve Dâvûd’un, Filistinliler’in zulmünü engellemelerine denk düşmektedir, ancak bu evrensel kural hem fertler hem topluluklar için, her zaman ve mekânda geçerlidir. Bazı tefsirciler âyetin, insanın fıtratında var olan “faydalıyı elde etme, zararlıyı kendinden uzaklaştırma” ve “meşrû savunma” duygularına işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir ki bu da âyetin lafız ve ruhuna uygun düşmektedir.


Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa:

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir