tecessüs nedir din kültürü / Tecessüs Ne Demek, Ne Anlama Gelir? Tecessüs Kelimesi TDK Sözlük Anlamı Nedir? - Habertürk

Tecessüs Nedir Din Kültürü

tecessüs nedir din kültürü

Tecessüs anlamı nedir? , Tecessüs ne demek ?

Tecessüs

anlamı isim eskimişArapça tecessus

'Tecessüs' 1 kelime ve 8 harften oluşmaktadır.

tecessüs foto galeri

Tecessüs ile ilgi cümleler (1)

Cümleleri oylama yaparak üst sıralara veya listenin en altına gönderebilirsin :).

0

Herkesin gözünde acımak kadar bir tecessüs belirtisi toplanıyor. Mor Salkımlı Ev - Halide Edib Adıvar

"tecessüs" ile ilgili yukarıdaki cümleleri beğenmedin mi? o zaman yeni cümle görmek için aşağıdaki "Cüme Ekle" butonuna basarak şansını deneyebilirsin.

PaylaşPaylaşPaylaşPaylaşPaylaş


Harf Analizi

  1. - Ünlü harf (3 tane) : e,ü
  2. - Ünsüz harf (5 tane) : t,c,s
  3. - İnce Ünlüler : (2) : e,ü
  4. - Sert Ünsüz : (2) : t,s
  5. - Yumuşak Ünsüzler : ( 1) : c

Yeni Bir Kelime Öğren?

İslâm’da Özel Hayat ve Özel Hayatın Gizliliği

İslâm’da devletin ya da devlet erkini kullanan güçlerin veya toplumun, bireyin özel hayatına müdahale etme hakkı var mıdır? Bu soruyu gündelik politikanın dışında ve İslâm açısından temel dinî referanslara müracaat ederek cevap vermek önemli gözükmektedir. Bu bakış açısı bize, aynı zamanda geleneğin içinde bu meselenin nasıl anlaşıldığına ilişkin de birtakım veriler sunacaktır. Her bireyin özel tercihlerini seçme, belirleme, yaşama ve bunları başkalarının gözlem ve kontrolünden uzak tutma hakkı bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 20’nci maddesinde bu durum şöyle ifade edilir: “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”

İnsan hayatının sınırları yalnızca özel alanla sınırlı değildir. Bu sınırları şu şekilde tasnif etmek mümkündür: 

Kamusal hayat: Modern demokrasilerde kişinin toplum içindeki yaşamı, diğer bireylerle ilişkisi dikkate alınarak kamusal alan; katılımcı, çoğulcu ve uzlaşmacı bir alan olarak kabul edilmektedir.

Özel hayat: Kişinin umumî hayatından daha dar bir çevreyi içine alan, yalnız ilgili şahıslar tarafından bilinebilen, yakınları, dostları ile paylaştığı ve özellikle kamudan gizlediği faaliyetleri, ilişkileri ve olaylardır. Kişinin sosyal ve iş çevresine göre farklılık gösterir.

Mahrem hayat: Kişinin kimse tarafından bilinmesini istemediği, dilediği takdirde bir veya birkaç kişiye açıklayabileceği sırlar, gizli tutmak istediği hususlar ya da belgelerdir. Mahremiyet, genel olarak, kişilerin yalnız başına kalabildikleri, istedikleri gibi düşünüp davranabildikleri, başkalarıyla hangi yer, zaman ve koşullarda ne ölçüde ilişki ve iletişim kuracaklarına bizzat kendilerinin karar verebildikleri bir alan ve bu alan üzerinde sahip olunan hakkı ifade eder. Hayat alanları içinde, dokunulmaz olduğu kabul edilen bir çekirdek alan olarak, gizli hayat alanı, her türlü (devlet veya özel kişilerin) müdahaleye karşı hukukî koruma kapsamındadır.

İslâm dininde bireylerin aile hayatları ve aile hayatlarını sürdürdükleri yaşam alanları olarak konutlar mahrem hayat kapsamında değerlendirilmiştir. Ayrıca bireylerin gizli olarak kalmalarını istedikleri özel hayatlarına da müdahale yasaklanmıştır. Özel Hayatın Gizliliği” tabiri, şahısların, başkaları veya “yabancı” tabir ettiğimiz kimselerden, saklamaya hakları olan özel durumları ifade eden bir tabirdir. Bunların başında konut dokunulmazlığı gelir. Bu tabir muayyen bir statüyü ve bu statü içindeki şahısların bir hakkını ifade eder. Muhtevası, herkesin, kendisine ait olan konut’a başkalarının, izinsiz giremeyeceği, orada herhangi bir faaliyet yapılamayacağı mânâsına gelir. Konut sahibi (maliki değil), başkalarını oraya sokmama hakkına sahiptir.

Konut Dokunulmazlığı

Kur’an’da özel hayatın gizliliği konusunda en açık ve yoruma yer bırakmayacak biçimde belirtilen husus “konut dokunulmazlığı”dır. Bakara 2/’da “evlere kapılarından girin” diye emredilerek evlere gizlice, arkadan girmek yasaklanmıştır. İslâm âlimleri “bilâ izin gayrın mülkünde tasarruftan başka bir şey değildir” diyerek, başkasının evine izinsiz girmeyi onun kişilik haklarına bir tecavüz olarak görmüşlerdir. “Kişinin evi, sırlarının yatağı ve ailesinin karargâhıdır. Kişinin evine saldırmak (izinsiz girmek) bizzat şahsına tecavüz etmekten farksızdır.”[1] Bu bağlamdaki bir âyette de şöyle denilmektedir: “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sahipleri sizi bilmeden, müsaade alıp selâm vermeden girmeyiniz. Böyle hareket etmeniz sizin için hayırlıdır. Ola ki düşünüp (hikmetini anlarsınız).” (Nur 24/27).

Konut mahremiyeti hakkında bir hadiste ise şöyle denilmiştir: “Üç defa kapıyı çalınız. İzin verilirse girin; aksi hâlde dönün.”[2] “Kendisine izin verilmeden evin içine bakan kimseye izin yoktur”.[3]

Halife Hz. Ömer zamanında cereyan eden bir hadise, özel hayatın gizliliğini ihlâl mevzuunda oldukça önemli mesajlar içermektedir: Hz. Ömer, Medine’de geceleyin karakol gezerken, bir evde şarkı söyleyen bir erkek sesi işitti. Duvardan aşıp içeriye girdi. Baktı ki, erkeğin yanında bir kadın, bir de şarap var. Bunun üzerine “Ey Allah’ın düşmanı, sen günâh işleyeceksin de, Allah seni gizleyecek mi sandın?” dedi. Adam cevaben, “Acele etme, ya. Emire’l Mü‘minin! Ben bir günâh işledim, sen ise üç hususta Allaha karşı günâh işledin. Allah ‘Başkalarının gizli ve ayıp hâllerini merak edip araştırmayınız’ (Hucurat, 12), diyor, sen tecessüs ettin; Allah ‘Evlere kapılardan giriniz’ (Bakara, ) diyor, sen duvardan aştın; Allah ‘Kendi evlerinizden başka evlere, sahipleri sizi bilmeden, selâm verip izni olmadan girmeyiniz” (Nur, 27) diyor, sen benim üzerime izinsiz girdin” demiştir. Bu cevap üzerine Hz. Ömer “Ben seni affedersem, sen de beni affeder misin?” demiş ve karşılıklı birebirlerini affetmişlerdir.

Aynı konuyla alâkalı bir başka rivayet ise şöyledir: Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf’la gece çıkıp mahalleleri dolaşırken, bir evin yanından geçtikleri sırada Hz. Ömer bu evin kime ait olduğunu sorması üzerine, İbn Avf, “Rabia b. Ümeyye b. Halef’in evi” diye cevap verdi. Hz. Ömer’in “'İçeride içki içiliyor ne yapalım?” demesi üzerine Abdurrahman b. Avf, “Biz Allah'ın yasakladığı bir yere geldik, Allah ‘Başkalarının gizli taraflarını araştırmayın!’ (Hucurat, 49/12) buyuruyor” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, hiçbir şey yapmadan oradan ayrıldı.[4]

Görüldüğü gibi bir Müslüman içeride ne yapıldığına dair bir zanna veya bilgiye sahip dahi olsa, meskene girme yetkisine sahip değildir. Konut dokunulmazlığı ancak yangın, sel, düşman istilası, hırsızlık gibi acil müdahale gerektiren durumlarda ya da yargı kararı ile konut sahibine bu karar tebliğ edilerek bozulabilir.

Başkalarının Özel Hayatına Ait Sırları Araştırmanın Yasaklanması

Müslümanlar’ın başkalarının özel hâllerini öğrenmeye çalışması da yasaklanmıştır. Bu yasağa ilişkin bir âyette şöyle denilmektedir: “Müslümanların ayıplarını araştırmayınız.” (Hucurat,49/12). Burada “ayıp araştırmak”, Arapçadaki “tecessüs” kelimesinin yerine kullanılmaktadır.

Mâtüridî Te’vilat’da hem ayıp olanı araştırmanın hem de birinin gizli bilgilerini araştırmanın bu kapsama girebileceğini söyler.[5] Dolayısıyla ayıp olmayan durumları araştırmak da tecessüs sayılır ve yasaktır. Gizlilik, bir kimsenin, açıkça başkasının bilgisi dışında tuttuğu hususlardır. Bu hususların ayıp olması şart değildir. Her şeyden evvel, bir kimsenin “gizli” kaydıyla diğerine tevdi ettiği bir eşya ve söylediği bir söz gizli sayılır. Bundan dolayıdır ki, onu, “tecessüs”'ten korumak Müslümanlar’ın vazifesidir. Meskenlerdeki konuşmalar ile özel odalarda konuşulanlar dinlenilemez. Çünkü buraları esasen “özel”dir ve gizliliği esastır.

Başkalarına ait gizli, mahrem bilgilerin elde edilmeye çalışılmasının dinen yasak ve haram olduğu konusunda da Allah resulü şöyle demektedir: “Ey dili ile inanıp kalbine iman girmeyenler! Müslümanlar’a eziyet etmeyiniz ve onların gizli taraflarını araştırmayınız! Allah Müslüman kardeşinin gizli tarafını araştıranın gizli tarafını araştırır. Ve Allah, kimin gizli tarafını araştırırsa, evinin içinde bile olsa onu herkese karşı mahcup eder.”[6]

Bir diğer hadis-i şerifte ise, müsaadesiz başkasının evine bakmanın müeyyidesi ve bedelinin çok ağır olabileceği vurgulanmıştır: “Kim bir kavmin (veya ailenin) evine müsaadelerini almaksızın bakıp (onların) gizli hâllerini öğrenmek isterse o aileye onun gözünü çıkarmaları helâl olur”.[7] Aynı konuda bir başka hadis de şudur: “Su-i zandan sakının; çünkü su-i zan (yersiz töhmet) sözlerin en yalanıdır. Müslümanlar’ın ayıplarını, kusurlarını araştırmayın”.[8]

Gizli Konuşmaları Dinleme

“Her kim rızaları olmaksızın bir kavmin konuştuklarını dinlerse kıyamet gününde onun kulaklarına kurşun dökülecektir.”[9] Burada şunu da belirtelim ki, “gizli konuşma” açıkça bildirilmiş olabileceği gibi, karine ile de anlaşılabilir. Aynı şekilde gizli konuşan iki (veya daha ziyade) kişinin yanında izinsiz oturmak da caiz değildir. Diğer taraftan İslâm hukukçuları, gizli konuşmaları dinlememekle beraber, dinleyenlerden, bilhassa küçüklerden sorulmasının da caiz olmadığını belirtmektedirler. Hz. Peygamber bir hadislerinde “'Müsaade almadan bir kimsenin evinin içine bakmak hiçbir kişiye helâl değildir” buyurmaktadır.[10]

İftira ve Zina İsnadı

Nur sûresinin 23’üncü âyetinde Allah şöyle buyurur: “İman ehlinden olan namuslu kadınlara gıyaplarında dil uzatanlar, dünya ve ahirette lânete duçar ve müthiş bir azaba giriftar olurlar.” Bu konuyla ilgili Hucurat sûresinin 11’inci ayetinde de buyruluyor ki: “Ey müminler; çoğu zandan sakınınız. Zannın bazısı günâhtır. Başkalarının ayıplarını ve içyüzünü öğrenmek için göz kulak olmayın. Birbirinizin arkasından konuşmayın. Hanginiz ölen kardeşinin etini, ikrahla dahi olsa, yemek ister!”

İslâm zinayı yasaklamıştır. Bununla birlikte İslâm dininde zina suçunun ispatı oldukça zorlaştırılmıştır. Şahidin şahitlik ettiği hadiseyi bizzat görmesi gerektiğinden ona bu isim verilmiştir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) “Güneş gibi bildiğinde şahitlik yap, yoksa terk et” buyurmuştur. Zina suçunun ispatında, suçun vukuunu müşahede eden kişi şahitliği yerine getirmede muhayyerdir. İsterse Allah rızası için şahitlik eder; isterse Hz. Peygamber’in “Her kim bir Müslüman'ın ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun ayıplanın örter” hadisini kendine rehber ederek susmayı tercih edebilir. Bir kimse açıkça zina yapanı görüp kendisiyle birlikte de üç şahit bulmadıkça kimse hakkında zina isnadında ya da imasında bulunamaz. Şayet bulunursa Hanefiliğe göre bu kişinin tövbesi bile kabul edilmez.

Zinanın dışındaki suçlarda ispat için iki şahit yeterli iken, zina suçunun ispatı için dört erkek şahidin şahadeti gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerim’de “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden -siz erkeklerden- şahadete ehli dört şahit getirin” buyrulmuştur. (Nisa, 4/15).

İmam-ı Âzâm’a göre zina suçuna şahadette uzun bir zamanın geçmemesi gerekir.[11] Çünkü şahadetle sabit olan zina suçunda “Allah için şahadette bulunmak” şahitlerin görevidir. Suçun vukuuyla şahadetin ifası arasında uzun bir sürenin geçmesi “şahitliğin Allah için olması” esasına halel getirmektedir. Diğer bir deyişle, zina şahitliğinde zaman aşımı olmamalıdır. Bu durum şahitliğe engel olacak “töhmeti” çağrıştırmaktadır. Hanefiler’in bu konudaki delili ise “şahitliği Allah için eda edin” (Talak, 65/2) hükmü gereği şahidin Allah için, garazsız, hadiseyi anlatmasıdır. Veya “her kim bir Müslüman kardeşinin ayıbını örterse Allah da onun kıyamette ayıbını örter” hadisi gereği mümin kardeşinin hoş olmayan bir hâlini gizlemekte muhayyerdir. Kişinin, suçu gördüğünde şahitlik yapmayarak bu suçun zaman aşımına uğraması, suçu gizlemeyi tercih ettiğini gösterir. Fakat aradan uzun bir zaman geçtikten sonra aynı suç için kişinin şahitliğe teşebbüsü, hakkında şahitlik yapmak istediği kimseye kin ve düşmanlığın belirtisi olarak kabul edildiğinden reddedilmiştir.

 Zina suçunun ispatının ağırlaştırılmış beyyine külfetine bağlanması birtakım hikmetlere binaendir. Bu durum suç ve ceza siyaseti açısından incelendiğinde, suçun gizli kalmasının daha hayırlı olacağı; cezalandırmanın ise gaye olmayıp ferdi, toplumu ve nesli korumak için başvurulan son çare olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Gizli Olanı Sakla, Ayıp Olanı Ört

Özel hayatın gizliliğini koruyucu hükümler yanında bu gizliliği ihlâle imkân vermeyen emirler de bulunmaktadır. Müslümanlar’ın, başkalarının kendilerine ait gizli hâlleri öğrenmekten, araştırmaktan kaçınmaları istenir. Hatta bu konuda onları tahrik ve teşvik edici söz ve davranışlar da yasaklanır. Bir hadiste, birinin ayıp hâlini görüp de onu örten kimsenin, bir ölüyü ihya etmiş gibi olacağı belirtilmiştir.[12] Bir başka hadiste ise, “Her kim, bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah da dünya ve ahirette onun ayıbını örter” denilmektedir.[13] Bu emirlerle Müslümanlar’ın, başkalarının ayıplarını araştırmaktan ve onları alenen ifşa etmekten sakınmaları istenmiştir. Bu hem kötülüğün ifşa edilerek ve alenen konuşularak propagandasının yapılmamasını sağlamak hem de haram işleyenin tövbe etmesine imkân vermek için daha uygundur.  Çünkü İslâm’da ahlâkî yaşam ceza ile değil, ancak insanların vicdanî duyguları geliştirilerek kurulabilir.

Sedd-i Zerai Deliline Dayanarak Özel Hayatın Gizliliği İhlâl Edilebilir mi?

İslâm hukukunda sedd-i zerâi” delili öyle aklına geldiği gibi insanların özel hayatına müdahaleye imkân verecek bir uygulama değildir. Sedd-i zerâi, dinin maksatlarının sahih bir şekilde gerçekleşmesinin önünde engel olan durumları önleyen koruyucu bir tedbirdir. Bu açıdan bakıldığında eğer gençlerin meşru olmayan yaşam tarzlarına meylettiklerini düşünüyorsanız, onların yaşadığı mekânlara girerek onları teşhir etmek sedd-i zerâiye girmez. Burada sedd-i zerâiye uygun olan gençlerin meşru şekilde yaşayacakları ortamı onlara hazırlamak, evlenmelerini kolaylaştıracak önlemleri almak, meşru olana yönelik tavsiye ve teşvikleri artırmaktır.  Buna göre kişilerin görevinin gerektirdiği tedbirleri almak ve bunların uygulanmasını temin etmek seddi zerâi gereği zorunlu tutulabilir. Nitekim işyerinde gerekli tedbiri almadığı için, çalışanlarının hayatını tehlikeye atmaktan kişinin sorumlu olması, İslâm hukukunda bu kaideye istinaden yerine getirilir.[14] Ayrıca bu delile sığınanların bu delilin Malikî ve Hanbeliler’ce kullanıldığı Şafi’i ve Hanefiler’ce çok da itibar edilmediğini bilmeleri gerekir. Hanefiler’in bu delile yönelik eleştirileri, bu delilin insanların elinde aşırı şekilde genişletilerek kullanılabilecek olmasıdır. Bugünkü tartışmalara bakıldığında hiç de haksız olmadıkları görülür.

Emr’i bi’l-Ma’ruf ve Nehy-i ani’l-Münker

Diğer bir kural da Emr’i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker; yani iyiliklerin emredilmesi, kötülüklerin ise yasaklanması ilkesi gereği kişilerin özel hayatına müdahale edilip edilemeyeceğidir. İslâm toplumunda Müslümanlar birbirlerine karşı iyiliği teşvik etmek ve kötülüğe engel olmakla sorumlu tutulmuşlardır. Fakat bu ilke de herkesin kafasına estiği gibi uygulayacağı bir ilke değildir. Bu konuda farklı yorumlar olmakla birlikte, bu ilkenin kamusal alanla sınırlı olduğu bellidir. Hz. Ömer’in uygulamaları ve yukarıdaki emirler bunu açıkça göstermektedir. İslâm toplumunda bu konuda kurulan muhtesiplik teşkilâtları da bu emrin kamusal alanda ve kamu adına yapılabileceğini gösterir. Kamusal alanın dışında ise ancak öğüt geçerlidir. Konyalı M. Vehbi Efendi’nin (v) Musa’nın Firavun’a tebliğiyle ilgili âyetin anlamını vaaz ve nasihat ile bağlantı kurarak ma’rufu emr ve münkeri nehiy durumunda olanlar hakkında söyledikleri, bu konu hakkında oldukça dikkat çekicidir: Kral, sultan ve idarecilere vaaz, nasihat ve tebliğde bulunurken öfkeli hareket ederek, muhatabı rencide etmemeyi tavsiye etmişlerdir. Zira bu durum onların kibir, küfür ve nefretlerini daha da artırabilir. Oysa ki vaaz ve nasihatten amaç; zarar, kin ve nefreti çoğaltmak değil, fayda temin etmektir. O hâlde da’vet ve tebliğin muhatabı olan kişiler ne kadar zalim ve kibirli olsalar bile, müjde, korku ve tatlı bir üslubun kullanılmasına dikkat edilmelidir.[15]

Sonuç

İslâm geleneği ve naslarında özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı konusunda oldukça kesin sınırlar konulmuştur. Kamusal alanda devletin birtakım kısıtlamalar ve yasaklar getirme yetkisi kabul edilirken, kişinin özel hayatı ve bireysel ayıplarının araştırılması ve bu alana müdahil olunması yasaklanmıştır. Buna karşılık, bugün bireyin özel hayatına varıncaya kadar devletin ya da toplumun müdahil olabileceğine ilişkin İslâmcı tezler, İslâm geleneğinden daha çok, temellük ettiği jakoben laik devletçiliğe yakın durmaktadır. Bu da modern İslâmcılığın İslâmî gelenekten ve özellikle de fıkıh ve Hanefî gelenekten ne kadar uzağa savrulduğunu bir kez daha teyid etmektedir.

 Son olarak unutulmamalıdır ki, Allah Settâru’l-uyub’tur (tüm ayıpları örtendir), Müslüman’a yakışan O’nun kulu olarak ayıpları örtmek, ayıpların aleni propagandasını yapmamak, bu konuda alınacak önlemleri de insanları rencide etmeden, ayıpların ifşa edilmesine neden olmadan gizlice almaktır.  Hele ayıpları engelleyeceğim diyerek özel alana müdahale etmeye kalkmak, Kur’anî ilkelere ve sünnete açıkça aykırıdır. Her hane mahrem, her insan muhterem, her müdahale haramdır!

Notlar

[1]. Servet Armağan, “ İslâm hukukunda özel hayatın gizliliği (Mahfuziyet'i)”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. IV, Sayı: (), s

[2]. Müslim, el-Camiu’s-Sahih, Edep, 33 (seafoodplus.info, s), İstanbul,

[3]. Ebu Davud, es-Sünen, Edep, (C.5, s),  İstanbul,

[4]. Ali Toksarı, “Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Kitap ve Sünnete Göre Özel Hayatın Gzililiği", Diyanet İlmî Dergi, C, Sayı:2, s

[5]. Mâtüridî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, tahk. Mecdî Bâ Sellûm, C.9, Beyrut, , s

[6]. Tirmizî, es-Sünen, Birr, 85, (C.4, s).

[7]. Buharî, el-Camiu’s-sahih, Diyat, 15, (C.8, s).

[8]. Müslim, el-Camiu’s-Sahih, Birr, 28, 30, (seafoodplus.info, s).

[9]. Tirmizî, es-Sünen, Libas Bölümü, 19, (seafoodplus.info, s).

[10]. Tirmizî, es-Sünen, Salat, , (seafoodplus.info, s).

[11]. Serahsi, el-Mebsut, c. IX, s. 38, İstanbul,

[12]. Ebu Davud, Edep, ( c. II, s. )

[13]. Tirmizi, Birr, 19 ( c. IV, s. ).

[14]. Osman Şahin, “İslâm Hukuk Metodolojisinde Zerâyi’ ve Uygulaması”, İslâm Hukuku  Araştırmaları Dergisi, S.7, Ankara , s.

[15]. Konyalı M. Vehbi Efendi, Büyük Kur'an Tefsiri, c.8 s

Tamamını okuyun

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “… مَنِ اسْتَمَعَ إِلَى حَدِيثِ قَوْمٍ وَهُمْ لَهُ كَارِهُونَ أَوْ يَفِرُّونَ مِنْهُ، صُبَّ فِى أُذُنِهِ الآنُكُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ…”

İbn Abbâs'tan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“…Kim istemedikleri ya da ısrarla kaçındıkları hâlde bir grubun konuşmalarına kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür…”

(B Buhârî, Ta"bîr, 45; D Ebû Dâvûd, Edeb, 88)

***

قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ يَأْثُرُ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ، فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ، وَلاَ تَجَسَّسُوا، وَلاَ تَحَسَّسُوا، وَلاَ تَبَاغَضُوا، وَكُونُوا إِخْوَانًا.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiği bir hadisinde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizin konuştuklarına kulak kabartmayın, birbirinize kin beslemeyin. Kardeşler olun!”

(B Buhârî, Nikâh, 46)

***

عَنْ أَبِى بَرْزَةَ الأَسْلَمِىِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : يَا مَعْشَرَ مَنْ آمَنَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يَدْخُلِ الإِيمَانُ قَلْبَهُ لاَ تَغْتَابُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنِ اتَّبَعَ عَوْرَاتِهِمْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ فِى بَيْتِهِ.”

Ebû Berze el-Eslemî'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah (cc) da onun gizli hâlini araştırır. Allah (cc) kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”

(D Ebû Dâvûd, Edeb, 35)

***

عَنْ مُعَاوِيَةَ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “إِنَّكَ إِنِ اتَّبَعْتَ عَوْرَاتِ النَّاسِ أَفْسَدْتَهُمْ” أَوْ “كِدْتَ أَنْ تُفْسِدَهُمْ.”

Muâviye'nin (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların gizli hâllerini araştırırsan ya aralarına fesat sokmuş olursun ya da aralarında neredeyse fesat çıkmasına sebep olursun.”

(D Ebû Dâvûd, Edeb, 37)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لاَ يَسْتُرُ عَبْدٌ عَبْدًا فِى الدُّنْيَا إِلاَّ سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir kul/kişi bir başka kişinin/kulu(n ayıbını) dünyada örterse, Allah (cc) da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter.”

(M Müslim, Birr, 72; HM İbn Hanbel, II, )

***

Peygamber Efendimiz (sas) evinde eşiyle birlikte otururken bir kişinin kendilerini duvarın gediğinden gözlediğini fark etti. Bu kişi, Efendimizin (sas) bazı sahâbîlerle paylaştığı özel sırları etrafa yaymasıyla meşhur olan Hakem b. Ebu’l-Âs’tan başkası değildi. Peygamberimiz (sas), Hakem’in kendisini gözetlediğini görünce, o esnada başını kaşımak için elinde bulunan aleti (midra) kastederek, "Eğer senin böyle baktığını fark etseydim, bunu gözüne sokardım."  dedi. Daha sonra Hz. Peygamber’in (sas) yanına gelen sahâbîler, Resûlullah’ın (sas) Hakem’e öfkelenip onun hakkındaki beddualarını duyunca, merak edip ne olduğunu sordular. Peygamberimiz (sas) başından geçen bu olayı onlara anlattı. Sahâbîler de bu durum karşısında Hz. Peygamber’e (sas), "O hâlde biz de ona lânet okumayalım mı?" dediler. Ancak Resûlullah (sas) buna izin vermedi ve Hakem’i Tâif’e sürgün etti.

Hakem’i böyle davranmaya sevk eden etken, merak duygusudur. Merak, insanı kesin olarak bilgi sahibi olmadığı şeyleri araştırmak için harekete geçirir. Bu araştırma çoğu zaman insanın yararlı bilgiler elde etmesine vesile olabileceği gibi bazen de Allah Teâlâ’nın (sas) hoşlanmayacağı şekildeki bir sorgulamaya yöneltebilir. Allah Teâlâ’nın (cc) hoşlanmadığı ve kullarını sakındırdığı araştırma, ‘tecessüs’ olarak adlandırılan, başkalarının kusur ve mahremiyetlerini araştırma faaliyetidir.

Kişinin, insanların ayıplarını, kusurlarını, gizli ve özel hâllerini araştırması anlamına gelen ‘tecessüs’ kavramı, daha çok kötü ve ayıp hâlleri sorgulamayı ifade eder. Tecessüsün yasaklanması, özel hayatın saygınlığını korumaya yönelik bir tedbirdir. Tecessüs sadece insanın ayıplarını araştırmak değil aynı zamanda ayıp olmayan fakat kişinin yine de başkalarının duymasını istemediği, toplumdan gizlediği hâl ve davranışlarının araştırılmasını da kapsar. Tecessüs bazen bir topluluğun yahut kişinin konuşmalarına kulak kabartmak şeklinde de cereyan edebilir. Tecessüsün bu şekli İslâm geleneğinde ‘tehassüs’ olarak adlandırılmıştır. Peygamber Efendimiz (sas), hangi konuşmanın özel konuşma kapsamına gireceğini şu şekilde tanımlamıştır: "Bir kişi bir söz söyleyip sonra da (kimsenin duymadığından emin olmak için) etrafına bakınırsa, o söz emanettir."  O hâlde üçüncü şahısların işitmemesi için özen gösterilen konuşmalar özeldir.

Peygamber Efendimiz (sas), "Kim istemedikleri ya da ısrarla kaçındıkları hâlde bir grubun konuşmalarına kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür"  buyurarak, başkalarının konuşmalarını gizlice dinlemenin âhiretteki cezasının şiddetine vurgu yapmaktadır. Başkalarının konuşmalarını dinlemek; aralarında gizlice konuşan bir topluluğun konuşmasına topluluğa dâhil olmayan bir şahsın kulak vermesi şeklinde olabileceği gibi kişinin, komşusunun konuşmalarını duvardan dinlemesi yahut da gizli kamera vasıtasıyla gizli hâllerin görüntülerinin kaydedilmesi, telefonların dinlenmesi şeklinde de olabilir. Ayrıca teknolojinin imkânlarını kullanarak başkalarının gizli bilgilerini ele geçirmek de Peygamber Efendimizin (sas) sakındırdığı tecessüs kapsamında ele alınabilir.

Tecessüs yasağını her fırsatta hatırlatan Peygamber Efendimiz (sas) bir defasında şöyle buyurmuştur: "Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizin konuştuklarına kulak kabartmayın, birbirinize kin beslemeyin. Kardeşler olun!"  Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de, "Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin."  buyrulmaktadır. Bu âyet ve hadiste müminlere açık bir şekilde emredilen husus kötü zan, tecessüs ve gıybetten uzak durulmasıdır. Burada yasaklanan üç davranış, aralarındaki irtibattan dolayı peş peşe zikredilmiştir. Çünkü kötü zan insanı tecessüse, tecessüs de insanı gıybete götürür.

Zan, insanı tecessüse götüren önemli bir etkendir. İnsan bir konuda kesin olmayıp yalnızca tahminlere dayanan bilgilere sahip olursa doğal olarak meraklanır ve o mevzuda kesin bilgiye ulaşmak için araştırma yapma ihtiyacı hisseder. Bu araştırma bir insanın özel hayatı veya kusurları ile ilgili olması durumunda, kötü niyetle olsun veya olmasın Peygamberimiz (sas) tarafından hoş görülmemiştir. Nitekim Hz. Âişe (ra) ile Peygamberimiz (sas) arasında geçen şu hadise, insanın kötü niyetle olmasa dahi böyle bir araştırma içerisinde bulunmasının doğru olmadığını göstermektedir:

Peygamber Efendimiz (sas), yatsı namazından sonra evine gelir ve uyumak için dışarıda giydiği elbisesini, ayakkabılarını çıkarır ve yatağına uzanır. Bir müddet sonra eşi Âişe’yi (ra) uyandırmamak için yavaşça elbiselerini giyer ve dışarı çıkar. Fakat Âişe (ra) validemiz henüz uyumamıştır. Hz. Peygamber’in (sas) sessizce dışarı çıkması, onu meraklandırmış olmalı ki hemen kalkıp üzerini giyinir ve Hz. Peygamber’in (sas) peşine düşer. Hz. Peygamber (sas) Bakî’ Kabristanı’na gider ve orada uzun bir müddet ayakta durur. Onu gizlice takip eden Hz. Âişe (ra), Hz. Peygamber’in (sas) eve döneceğini anlayınca, koşarak Hz. Peygamber’den (sas) önce eve varır ve hemen yatağa girer. Ardından Hz. Peygamber (sas) de eve gelir ve Âişe’nin (ra) hâli dikkatini çeker. Aralarında şu konuşma geçer: "Ne oldu yâ Âişe, nefes nefese kalmışsın?"  Âişe (ra) validemiz, "Bir şey yok." der. Bunun üzerine Hz. Muhammed (sas), "Ya söylersin yahut da en ince ayrıntısına kadar her türlü detaydan haberdar olan (Allah) bana mutlaka bildirir."  der.

Bunun üzerine Hz. Âişe (ra) olup biteni anlatır. Hz. Peygamber (sas), Cebrail’in kendisini çağırdığı için dışarı çıktığını, uyuduğunu zannettiği Hz. Âişe’yi (ra) korkmaması için kaldırmadığını söyleyerek dışarı çıkmasının sebebini açıklar.

Tecessüsün irtibatlı olduğu ikinci davranış ise gıybettir. Gizli hâllerin araştırılması, toplumda dedikoduya yol açabilir. Yahut da dedikodu yapmayı âdet edinmiş kimseler kendilerine malzeme temini için tecessüse yeltenebilirler. Peygamber Efendimiz (sas), "Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah (cc) da onun gizli hâlini araştırır. Allah (cc) kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder."  buyurarak tecessüs ile gıybet arasındaki bağa dikkat çekmiştir. Elbette ki Cenâb-ı Hakk’ın (cc), kulunun ayıp ve kusurlarını araştırması düşünülemez. O zaten kulunun yaptığı her şeyden haberdardır. Fakat burada vurgulanmak istenen konu, Allah’ın (cc) tecessüs eden kulunun ayıplarını ortaya çıkartıp onu herkesin önünde rezil edeceğidir.

Tecessüs, gıybeti doğurabileceği gibi insanlarla alay etmek gibi dinen yasaklanmış bir davranışa da insanı yöneltebilir. İnsan, tabiatı gereği eksik ve kusurlarını gördüğü kimse ile alay etmeye meyillidir. Bundan dolayı açığını gördüğü bir kimse ile alay etmesi çok sık karşılaşılan bir hadisedir. Bunun tersi yani alay etmek için tecessüs etmek de toplumumuzda yaygın olarak görülmektedir. İnsanların gülünç, kusurlu ve eksik yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapmak, Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) yasaklamış olduğu bir davranıştır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: "Kim din kardeşini bir günahtan dolayı ayıplarsa onu işlemeden ölmez."

Tecessüs ile ayıplama arasında bulunan bu yakın ilişkiyi Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerde de görebiliriz. Yüce Rabbimiz (cc), insanların kusurlarını araştıran ve onlarla alay eden kimseler hakkında, "İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!"  buyurmaktadır. Bu âyette "kaş göz işaretiyle alay eden" şeklinde tercüme edilen ‘lümeze’ kelimesinin kökü olan ‘lemz’ ayrıca ‘kusur araştırmak’ mânâsına da gelir ki bu şekilde düşündüğümüzde Allah’ın (cc) tecessüs edenlerin akıbeti hakkında da aynı ifadeyi kullanmış olduğu anlaşılır. Böylece, Cenâb-ı Hakk’ın (cc) bu tehdidi, tecessüs eden ve elde ettiği bilgiler neticesinde alay eden kimseler hakkında olacaktır.

İnsanların ayıp ve kusurlarını araştırmak kimsenin görevi değildir. İnsanın işlemiş olduğu hata ve günahlar kul ile Allah (cc) arasındadır. Bunu kimsenin araştırmaya hakkı yoktur. Hz. İsa (as), "Kendinizi rab gibi görüp insanların günahlarını araştırmayın. Kendinizi kul gibi görüp kendi günahlarınıza bakın!" buyurarak insanların hata ve günahlarının kimseyi ilgilendirmeyeceğini, bunun sadece Allah’ın (cc) konumuna has bir bilgi olduğunu ifade etmektedir. Allah (cc) her şeyi görür ve bilir. Bu hususu Kur’ân-ı Kerîm şöyle açıklar: "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın (cc) bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri O (cc) olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O (cc) olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar O (cc) mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah (cc), her şeyi hakkıyla bilir."  Allah (cc) her insanın kusur ve ayıplarını görüp bildiğine göre insanların bunları tekrar araştırıp gün yüzüne çıkarması gibi bir vazifeyi üstlenmesine gerek yoktur.

Hz. Ömer (ra) zaman zaman geceleri Medine sokaklarına teftişe çıkmaktadır. Yine böyle bir gece sokakları kolaçan ederken evlerden birinde bir adamın şarkı söylediğini duyar. Hemen evin duvarına tırmanır ve içeride gördüğü nahoş durum karşısında şöyle seslenir: "Ey Allah’ın düşmanı! O’nun yasakladığı bir şeyi işlediğin hâlde Allah’ın seni(n günahını) gizleyeceğini mi sandın?" Bunun üzerine içerideki adam, "Ve sen ey müminlerin emîri! Hakkımda (karar vermek için) acele etme! Ben bir konuda Allah’a (cc) karşı geldiysem, sen Allah’a (cc) üç konuda karşı geldin. Allah Teâlâ (cc), ’Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın."  buyuruyor sen araştırdın. Allah (cc), "Evlere kapılarından girin."  buyuruyor, sen duvarıma tırmandın. Ve sen izin almadan evime girdin. Hâlbuki Allah (cc), ’Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin."  buyuruyor." Bu sözler üzerine Hz. Ömer (sas), "Eğer seni affedersem sen de beni bir iyilikle karşılar mısın?" der. Adam, "Evet." diyerek onu affeder. Ve Hz. Ömer (ra) evden çıkar gider.

Hz. Ömer (ra) ile ilgili anlatılan bu hikâye, İslâm’ın insanın özel hayatına verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir. Kişinin özel hayatı ile ilgili hususlardan bir tanesi kişinin konut dokunulmazlığına sahip olduğu olgusudur. Dinimizce izin almadan başkasının evine girmek bir yana, hangi amaçla olursa olsun içeriye bakmak dahi yasaklanmıştır.

Çünkü bakmak, eve girmek gibi görülmüş ve haneye tecavüz kapsamında ele alınmıştır. Bundan dolayı bir başkasının evine izinsiz girenlere ev sahibinin zarar vermesi cezayı gerektirecek bir suç olarak görülmemiştir.

İşlenen günahlar, topluma zarar vermesi söz konusu olmadığı sürece, Allah ile kul arasında kalmalıdır. Peygamber Efendimiz (sas), "İnsanların gizli hâllerini araştırırsan ya aralarına fesat sokmuş olursun ya da aralarında neredeyse fesat çıkmasına sebep olursun."  buyurarak insanların açıklarını aramanın onların aralarını bozmaktan başka bir işe yaramayacağını ifade etmiştir. İnsanın ayıplarını ortaya çıkarmak, onun toplum içerisinde küçük düşmesine sebep olur. Böylece, insanların ona duymuş oldukları saygı yok olur. O kimse de, "Nasıl olsa herkes bu işi yaptığımı biliyor." diye düşünerek yaptığı günahı herkesin ortasında yapmaya başlayabilir. Bu durum ise toplum içerisinde günahların alenen işlenmesinin meşru imiş gibi algılanmasına sebep olur. Böyle bir toplum ise ahlâken çöker. Bu tehlikenin farkında olan Abdullah b. Mes’ûd (ra), "Sakalından şarap damlıyor!" denilerek kendisine içki içtiği iddiasıyla getirilen bir kimse için, "Gizli hâlleri araştırmamız bize yasaklandı, fakat bir suça açıkça muttali olursak onu cezalandırırız!" diyerek cezalandırılmaması gerektiğini belirtmiştir.

Dinimizce yasaklanan tecessüs, kişinin özel hayatıyla ilgili konulardadır. Yoksa toplumun genelinin huzurunu bozan, zulüm ve haksızlık içeren konulardaki suçların gizlenmesi doğru değildir. Aksi takdirde bu suçlar çoğalır, hem fert hem de toplum açısından büyük zararlara yol açar. Bu şekilde topluma zarar veren kimselerin idare tarafından tespit edilip gerekli önlemlerin alınması, toplum düzeninin sağlanması açısından elzemdir. Bundan dolayı yönetim, huzur ve sükûnu sağlamak amacıyla gerekli kovuşturmaları yapma hakkına sahiptir. Bu kovuşturma kapsamında gizli kamera yerleştirme, telefon dinleme, casus gönderme gibi tedbirler alması gerekebilir. Fakat yapılan bu araştırmalarda itidal elden bırakılmamalı ve masum insanlar zan altında kalmamalıdır. Peygamber Efendimiz (sas), "Yönetici, halka sû-i zan ile muamele ederse onları yoldan çıkarır."  buyurarak bu konudaki ölçüyü bize açıklamaktadır. Dolayısıyla yapılacak araştırmalar kesin sonuçlara ulaşmadan kişilerin zan altında bırakılmaması dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. Yine Allah Teâlâ (cc), "Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur."  buyurarak kesin bilgi sahibi olunmadan kişileri töhmet altında bırakmanın vebaline dikkat çekmektedir.

İdarenin yapmış olduğu soruşturmalar dinen yasaklanan tecessüs kapsamına girmediği gibi evlenilecek kişinin, iş ortaklığı yapılacak şahısların araştırılması gibi bazı konularda soruşturma yapılması tecessüs olarak görülmez. Bilakis bu konularda araştırma yapılması kurulacak akdin devamlılığı için gereklidir. Yine toplumda fakirlerin ve muhtaçların tespit edilip ihtiyaçlarının giderilmesi için araştırma yapılması da tecessüs değil kardeşliğin bir gereğidir. Peygamber Efendimiz (sas), "Müslüman Müslüman’ın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşman eline vermez (himaye eder). Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah (cc) da onun bir ihtiyacını giderir. Her kim de bir Müslüman’ın bir sıkıntısını giderirse Allah (cc) da onun (bu iyiliği) sayesinde kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim dünyada, bir Müslüman’ın (ayıbını) örterse Allah (cc) da kıyamet günü onun (ayıbını) örter."  buyurarak muhtaçlara yardımı ve ayıplarını örtmeyi teşvik etmektedir.

İslâm, tecessüsü yasaklamakla birlikte, kişinin elinde olmayan sebeplerle başkasının ayıp ve kusurlarına şahit olması durumunda bile onları örtmesini öğütlemektedir. Peygamber Efendimiz (sas), "Bir kul bir başka kulu(n ayıbını) dünyada örterse, Allah (cc) da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter."  buyurarak ayıpların üzerinin örtülerek gizli kalmasını tavsiye etmektedir. Çünkü bu ayıplar kul ile Rabbi arasındadır. Rabbimiz kulunun durumuna göre dilerse o hatalarını affeder, dilerse karşılığında hak ettiği cezaya çarptırır.

Dinimizin tecessüsü yasaklaması, toplum içerisinde oluşabilecek huzursuzluk ve fesadı önlemek gibi bir gayeye dayanmaktadır. Peygamber Efendimiz (sas), toplum huzurunu sağlamak için kırgınlık ve dargınlıklara sebep olan tecessüsün bırakılıp bunun yerine kardeşlik bağlarının pekiştirilmesini şu sözleri ile öğütlemektedir: "Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın, başkalarının konuştuklarına kulak kabartmayın, birbirinize karşı kin beslemeyin ve kardeş olun!’

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam

Tecessüs Nedir? Hakkında Kısaca Bilgi

Tecessüs Nedir? Tecessüs Hakkında Kısaca Bilgi (TDK), Tecessüs nedir, Tecessüs nasıl yazılır tdk, Tecessüs anlamı tdk, Tecessüs Hakkında Kısaca Bilgi,Terimleri Sözlüğü

Sizlere bu yazımızda &#;Tecessüs&#; kelimesi hakkında bilgi vereceğiz. 

Tecessüs  kelimesinin anlamı:

Tecessüs Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Terimi Olarak Tecessüs:
Gizli olan kusurları araştırmaktır.

Tecessüs Kur’an-ı Kerim Terimi Olarak Tecessüs:
Dikkatle araştırma, gözlemleme, casusluk yapma.

Türk Dil Kurumu’na göre Tecessüs kelimesinin anlamı:

Arapça tecessus

1. isim, eskimiş Belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye çalışma:
&#;Yahya Kemal tecessüsü, üstelemeyi Doğuluların bir kusuru olarak görür.&#; &#; Salâh Birsel

2. isim, eskimiş Merakını gidermeye çalışma, görme, anlama merakı:
&#;Bütün dikkat ve tecessüsümle etrafımda bir an evvel muayyeniyet yaratmaya çalışıyordum.&#; &#; Kemal Bilbaşar

Zıt Anlamlı Kelimeler İçin Tıklayınız

Terimler Sözlüğü İçin Tıklayınız

Nasıl Yazılır Kelimeleri İçin Tıklayınız

Atasözleri ve Anlamları İçin Tıklayınız

Deyimlerin Anlamı ve Cümle İçinde Kullanımları İçin Tıklayınız

Tecessüs Hakkında Bilgi, Tecessüs nasıl yazılır tdk, Tecessüs nedir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir