türkiye ırak sınırı hangi antlaşmayla çizildi / Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz ) | Tarihi Olaylar

Türkiye Irak Sınırı Hangi Antlaşmayla Çizildi

türkiye ırak sınırı hangi antlaşmayla çizildi

5 Haziran tarihinde, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin Musul vilayetinin Irak’a bağlanmasına ilişkin kararı doğrultusunda Türkiye ile Irak arasındaki sınırın belirlenmesi amacıyla Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan antlaşmadır. Musul Sorunu: Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir yönetim birimi olan Musul vilayeti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra, yılının Kasım-Aralık aylarında, ateşkes hükümlerini tek yanlı olarak yorumlayan İngiltere tarafından işgal edildi. Ankara’da kurulan TBMM Hükûmeti, büyük bölümü Misak-ı Millî sınırları içinde kalan Musul vilayeti üzerindeki İngiliz egemenliğini ve bu egemenliği resmen kayıt altına alan Sevr Antlaşması’nı tanımadı. Ancak ülke topraklarının önemli bir bölümü düşman işgali altında bulunurken ve bunları kurtarabilmek için birden çok cephede savaş verilirken Musul vilayetine doğrudan askerî bir müdahale yapılması olanaklı görülmüyordu. Esasen bölgenin elverişsiz doğal koşulları ile yetersiz ulaşım olanakları da doğrudan askerî müdahalenin başarı şansını zayıflatıyordu. Vilayetin kuzeydoğu bölümündeki Revandiz’e konuşlandırılan küçük bir birlik aracılığıyla vilayet halkı motive edilmeye ve daha önce Maraş, Urfa ve Antep’te olduğu gibi işgal yönetimine karşı bir halk ayaklanması gerçekleştirilmeye çalışıldı. Birliğin komutası, daha önce Antep savunmasını örgütleyen ve büyük başarı sergileyen milis yarbayı Özdemir Bey’e verildi. En büyük sorun, vilayetteki Türklerin sayıca az olmaları, Kürtlerin ise aşiretlere bölünmüş bir toplumsal yapı sergilemeleriydi. Özdemir Bey, vilayetteki Kürt aşiretlerinin büyük çoğunluğunun desteğini alarak yılında önemli bazı başarılar elde etse de, İngilizlerin Kürt aşiretlerini bölmeye yönelik etkili yöntemleri ve güçlü hava saldırıları karşısında, yeterli yardım ve desteği de alamadığı için başarılı olamadı. Lozan Konferansı sırasında Musul sorunu diplomatik yoldan çözülmeye çalışıldı. Ancak petrol varlığı nedeniyle İngiltere’nin, Anadolu’nun beşerî coğrafyasının uzantısı olması nedeniyle de Türkiye’nin Musul vilayetinden vazgeçmemekte kararlı oldukları görülünce, sorunun Konferans gündeminden çıkarılması ve taraflar arasında yapılacak ikili görüşmelerle çözümlenmesi formülü üzerinde uzlaşmaya varıldı. Lozan Antlaşması’nın 3/2. maddesinde yer alan uzlaşmaya göre, eğer taraflar ikili görüşmeler sonunda da anlaşmaya varamazlarsa, sorunun çözümü Milletler Cemiyeti Konseyi’nin hakemliğine bırakılacaktı. yılı Mayıs-Haziran aylarında İstanbul’da yapılan ikili görüşmelerden, Hakkâri’nin de Irak’a bağlanmasını isteyen İngiltere’nin uzlaşmaz tutumu nedeniyle sonuç alınamadı. Bunun üzerine İngiltere, Lozan Antlaşması’nın ilgili maddesine dayanarak 6 Ağustos tarihinde sorunu Milletler Cemiyeti Konseyi’nin gündemine taşıdı. Ertesi gün Hakkâri’de Nasturi Ayaklanması çıktı. Milletler Cemiyeti Konseyi, Türk tarafının, Musul vilayetinde plebisit yapılması önerisini reddederek, tarafsız bir komisyonun yerinde yapacağı incelemeler sonunda vereceği rapora göre karar verilmesi şeklindeki İngiliz istemini onayladı. Konsey, Musul vilayetinde incelemeler yapmak üzere, İsveçli, Belçikalı ve Macar temsilcilerden oluşan üç kişilik bir komisyon görevlendirdi. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılması sürecinde ve sonrasında Musul vilayetinin kuzey sınırında Türk ve İngiliz birlikleri arasında yer yer silahlı çatışmalar çıktı. İngiliz tarafının olayları tırmandıran tutumu gerilimin tehlikeli bir hâl almasına yol açınca Milletler Cemiyeti Konseyi yılının Ekim ayında Brüksel’de olağanüstü toplanarak, Musul sorunuyla ilgili nihai karar verilinceye kadar Musul vilayetinin kuzey sınırını Türkiye ile Irak arasında de facto sınır olarak belirledi ve taraflardan askerlerini karşılıklı olarak “Brüksel Hattı” adı verilen bu de facto sınırın gerisine çekmelerini istedi. Bölgedeki durum yatışınca, Konsey’in görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu, Musul vilayetine giderek 11 Şubat günü incelemelerine başladı. İki gün sonra Doğu Anadolu’da, tarihimize Şeyh Sait Ayaklanması adıyla geçen büyük bir isyan hareketi başladı. İnceleme çalışmaları, iki ay süren Şeyh Sait Ayaklanması’nın gölgesinde yürütüldü. İnceleme Komisyonunun, yılının Temmuz ayında Milletler Cemiyeti Konseyi’ne sunulan raporu, bütünüyle İngiliz istekleri dikkate alınarak hazırlanmıştı. Musul vilayetinin İngiliz manda yönetimi altında bulunan Irak’a bağlanması, “Brüksel Hattı” denilen Musul vilayetinin kuzey sınırının Türkiye-Irak sınırını oluşturması ve Irak’taki İngiliz manda  yönetiminin en az 25 yıl sürmesi öneriliyordu. Milletler Cemiyeti Konseyi, Türkiye’nin karşı çıkmasına karşın, 16 Aralık günlü toplantısında İnceleme Komisyonunun raporunu aynen onayladı. Musul vilayetinin İngiliz denetimine bırakılması için sürecin tüm aşamalarında yoğun çaba harcayan uluslararası petrol lobisi bu sonucun alınmasında etkili olmuştur. Uzlaşma Süreci: 10 yılı aşkın bir savaş döneminin ardından barışa kavuşan Türkiye’de hem savaş yıllarının yaralarının sarılması, hem yeni kurulan devletin temellerinin sağlamlaştırılması, hem de Türk toplumunun Orta Çağ karanlığından kurtarılıp çağdaşlığın aydınlığına kavuşturulması gerekiyordu. Bu denli yaşamsal öncelikleri varken Türkiye, Batı ile ilişkilerini sürekli bir anlaşmazlık ve çatışma zemininde tutamazdı. Musul davasının -en azından tarihin bu aşamasında- kaybedildiğinin kabul edilmesi ve ileriye bakılması zorunlu görülüyordu. Bu gerçeklerin ışığında, ilk anda Milletler Cemiyeti kararını tanımayan Türkiye, yılının Ocak ayından itibaren İngiltere ile uzlaşmak için görüşmelere başladı. İlk görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamadı. Bu durum gerilimin bir kez daha tırmanmasına yol açtı. Bu süreçte, başta İtalya ve Fransa olmak üzere, İngiltere ile birlikte hareket eden devletlerin Türkiye üzerindeki baskıları arttı. İtalya’nın Faşist lideri Mussolini Anadolu’yu hedef alan yayılmacı ve tehditkâr ifadeler kullanırken, İtalyan basınında da aynı yönde yayınlar yapılıyordu. Fransa, Türkiye ile 18 Şubat tarihinde parafladığı “Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi”nin imzalanmasını geciktirerek, olası bir Türk-İngiliz çatışmasında İngiltere’nin yanında yer alacağı mesajını veriyordu. Yunanistan ise, Trakya’daki birliklerini takviye ediyordu. Bu baskılar, Türkiye’yi görüşme masasına dönmeye zorladı. Görüşmeler ve Antlaşmanın İmzalanması: Ankara’daki görüşmeler, 17 Nisan günü başladı. Görüşmelerde, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti Konseyi’nin kararını tanıması ve Musul vilayeti üzerindeki hak iddialarından vazgeçmesi karşılığında Musul petrollerinden alacağı pay pazarlık konusu oldu. Türkiye’nin, Musul petrollerinden Irak’a ayrılan ve royalty denilen işletme hakkı gelirinden belli bir oranda pay alması ile Türkiye’ye tek kalemde belli tutarda ödeme yapılması seçenekleri değerlendirildi. Sonuçta Musul petrollerinden Irak’a ayrılan royalty gelirinin %10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye ödenmesi ya da bunun yerine Türkiye’ye tek kalemde bin İngiliz paundu tutarında nakit ödeme yapılması şeklinde seçenekli bir formül üzerinde uzlaşmaya varıldı. 5 Haziran tarihinde “Türkiye – Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması” adıyla Ankara’da imzalanan antlaşmaya Türkiye Cumhuriyeti adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, Büyük Britanya İmparatorluğu adına bu ülkenin Türkiye’deki büyükelçisi Ronald Charles Lindsay, Irak Krallığı adına da Savunma Bakanı Vekili Nuri Said Paşa imza koydular. Antlaşma, “Türkiye ile Irak Arasındaki Sınır” (Madde ), “İyi Komşuluk İlişkileri” (Madde ) ve “Genel Hükümler” (Madde ) başlıklı üç bölümle, sınırın teknik olarak tanımlandığı bir ekten ve Nuri Said Paşa ile Lindsay’in madde ile ilgili olarak Tevfik Rüştü Bey’e hitaben verdikleri, Tevfik Rüştü Bey’in de teslim aldığını bildirdiği antlaşmanın tamamlayıcısı niteliğindeki karşılıklı birer notadan oluşuyordu. “Brüksel Hattı”, Türkiye yararına yapılan çok küçük bazı değişikliklerle, Türkiye-Irak sınırı olarak kesinlik kazandı. Tanımlanan sınırın her iki yanında 75’er kilometre derinliğindeki toprakları kapsayan “sınır bölgesi”nde yağmacılık ve eşkıyalığın önlenmesi amacıyla iş birliği yapılacak, bu bölgede ele geçirilen suçlular karşılıklı olarak iade edilecekti. Her iki ülke, “sınır bölgesi”nde, diğer ülke karşıtı propaganda ve örgütlenme eylemlerine izin vermeyecekti. Taraflar arasında ortak bir sınır komisyonu kurulacak ve bu komisyon sınır sorunlarını dostça çözüme bağlamak amacıyla en az altı ayda bir toplanacaktı. Türkiye ve Irak, geniş kapsamlı bir suçluların iadesi antlaşması yapmak üzere ivedilikle görüşmelere başlayacaklardı. Irak Hükûmeti, antlaşmanın imzalanmasından önce, Türkiye yanlısı düşüncelerini açığa vuran ve bu yönde siyasal eylemlerde bulunan kişileri tedirgin etmeyecek ve onlar için en geniş anlamda bir genel af çıkaracaktı. Irak, elde edeceği royalty gelirlerinin %10’unu yirmibeş yıl süreyle Türkiye’ye ödeyecekti. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, söz konusu yıllık paylarını bir kerede nakde çevirmek isterse, antlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak on iki ay içinde Irak Hükû­metine bu yönde bir bildirimde bulunacak; bildirimi alan Irak Hükûmeti de otuz gün içinde Türk Hükûmetine bin İngiliz Paundu ödeyerek, yirmibeş yıl süreyle Türkiye’ye %10 ödeme yapma yükümlülüğünden kurtulacaktı. Antlaşmanın Onaylanması: Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 6 Haziran günü yapılan uzun ve tartışmalı toplantısında antlaşmaya karşı ciddi bir karşı çıkış olduğu görüldü. Ancak ertesi gün, çok sınırlı bir katılımla toplanan TBMM antlaşmayı onayladı. milletvekilinden yarısı oylamaya katılmadı. Antlaşma, iki ret ve bir çekimser oya karşılık, oyla kabul edildi. Antlaşma, 14 Haziran’da Irak Meclisince, 18 Haziran’da da İngiliz Avam Kamarası’nca onaylanarak yürürlüğe girdi. Ankara Antlaşması’nın Sonuçları: Böylece yaklaşık sekiz yıl süren bir savaşımın ardından Türkiye, Musul sorununda yenilgiyi kabul etmiş oluyordu. Musul vilayeti bütünüyle Irak’a terk ediliyordu. Antlaşmanın ikinci bölümünde “İyi Komşuluk İlişkileri” başlığı altında yapılan düzenlemeler, Türkiye’nin güvenlikle ilgili kaygılarını büyük ölçüde gidermiştir. Sınırda güvenliğin sağlanması her iki tarafın ortak çıkarlarının gereği olduğu için, sonuçta bu konuda ortaya her iki tarafı da tatmin eden bir düzenleme çıkmıştır. Türkiye, yirmi beş yıl için %10’luk royalty gelirini bir kerede paraya çevirme seçeneğini kullanmadı. Böylece çok büyük bir gelir kaybına uğramaktan kurtuldu. Royalty ödemeleri, ancak boru hattının tamamlandığı ve Turkish Petroleum Company’nin dış satıma dönük ticari üretime geçebildiği yılından itibaren yapılmaya başlanabilmiştir. Ödemeler, ile yılları arasında, yılı dışında, her yıl düzenli olarak yapılmıştır. Ancak bu süreçte Türkiye’ye 2 Milyon paund civarında eksik ödeme yapıldığına ilişkin iddialar vardır.

İhsan Şerif KAYMAZ

KAYNAKÇA

Atatürk’ün Millî Dış Politikası (Cumhuriyet Dönemine Ait Belge) , Der. Fehmi Nuza, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara

FOSTER, Henry A., The Making of Modern Iraq: A Product of World Forces, Williams and Norgate Ltd., London

GÖNLÜBOL, Mehmet, SAR, Cem, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası, 2. Baskı, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul

İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivi (Public Record Office), Dosya No. FO /, , , , , , , , , , , , ; CAB 23/51, 52,

İngiliz Hindistan Bakanlığı Arşivi, Dosya No.L/P-S/10/

İstatistik Yıllığı, T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, , , , , ,

KAYMAZ, İhsan Şerif, Musul Sorunu, Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel Siyasal Bir İnceleme, Otopsi Yayınları, İstanbul

KURAT, Yuluğ Tekin, “Anglo-Turkish Relations During Kemal Atatürk’s Presidency of the Turkish Republic”, Osmanlı Araştırmaları, S IV, s

KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara

League of Nations Official Journal, ,

LONGRIGG, Stephen Hemsley, Iraq to , A Political, Social and Economic History, 3rd Pr., Oxford University Press, Beirut

Lozan’ın İzlerinde 10 Yıl, [Tevfik Rüştü Aras’ın Nutukları, )], İstanbul, Akşam Matbaası,

T.C. Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyyesi, Ayın Tarihi, “Musul Tahkik Komisyonu’nun Cemiyet-i Akvâm’a Verdiği Rapor,” S 5 (17), Ağustos [], s; “Musul’un Ehemmiyeti,” S 8 (24), Mart [], s; “Musul Mes’elesi,” S. 9(28), Temmuz [], s

Tarihçeleri ve Açıklamalarıyla Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, , Der. İsmail Soysal, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara

TOYNBEE, Arnold Joseph, Survey of International Affairs, , Vol.I, The Islamic World, Humphrey Milford, London

Türk Parlamento Tarihi; T.B.M.M. II. Dönem, , Der. Kâzım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu, Cilt II, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları, Ankara t.y. [].

Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl: Cumhuriyet’in İlk On Yılı ve Balkan Paktı (), Haz. Şükran Güneş, Ali Hikmet Alp, T.C. Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, Ankara t.y.

ULUĞBAY, Hikmet, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Turkish Daily News Yayınları, Ankara

25/06/ tarihinde seafoodplus.info adresinden erişilmiştir

Görüntülenme Sayısı

Müzehher Yamaç

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriye, Sınır, Fransız Mandası, Ortadoğu

Giriş

Ortadoğu’nun paylaşılması sırasında İngiltere, Musul, Erbil ve Dohuk gibi yerleşim yerlerini Fransa’ya vermiş, kendisi de Kerkük ve Süleymaniye’yi almıştır.[1] Böylece Osmanlı Devleti’nin Anadolu, Güney-Güneydoğu Anadolu ve Suriye’deki toprakları Fransa’ya ve güneyinde kalan Irak bölgesi ise İngiltere’ye kalmıştı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu uzmanı Sir Mark Sykes ile Fransa’nın zamanın Beyrut Büyükelçisi Georges Picot tarafından imzalanan bu paylaşımın antlaşması (16 Mayıs ), Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı en önemli antlaşma olmuştu[2] Sykes-Picot Antlaşması ile Mersin’in doğusundan başlayarak; Kilikya,- dan Sivas’a kadar İç Anadolu’nun orta bölgesi, Güneydoğu Anadolu’da Elazığ, Diyarbakır, Mardin, İskenderun-Antakya hizasından güneye Lübnan’ı da içine alan kısım, Fransa’ya bırakılacaktı. Fransa bu Anlaşma gereğince, Suriye-Lübnan’a sahip olmaya kararlı idi. Bu kararı Milletler Cemiyeti Yasası’nın maddesiyle öngörülen; 28 Haziran ’da kurulan manda sistemi içinde ve 30 Ekim ’de, İtilaf Devletleri imzalanan Mondros Mütarekesi ertesinde uygulamaya koyabileceklerdi. Osmanlı Devleti açısından çok ağır koşulları içeren mütarekenin, “müttefikler kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunmasını içeren 7. maddesi uyarınca İngiliz ve Fransız kuvvetleri, İskenderun ve Antakya bölgesini işgal edeceklerdi.[3] Ancak Mustafa Kemal Ankara’da 27 Aralık günü yaptığı konuşmada Misak-ı Milli’yi değerlendirirken; “Toroslar ile Antakya arasında Türklerin meskun bulunduğu ve bu bölgenin bin yıldan beri Türk kanı ile yoğrulduğunu, bu bölgedeki hududun İskenderun Körfezinin güneyinden başlayıp Antakya ile Halep ve Katma arasındaki bir noktadan geçerek, Cerablus Köprüsü’nün güneyinde Fırat’a vardığını söyleyecektir.”[4] Suriye’nin Fransız mandası altına konulacağı, 25 Nisan San Remo Antlaşması ile kararlaştırılmıştı. Bu sırada Anadolu’da Milli Mücadele hareketi devam ettiği için, Suriye’nin Kuzey sınırları henüz kesin olarak tespit edilmemişti.[5] 13 Haziran ’de Fransız Başbakanı Briand tarafından Ankara’ya gönderilen Franklin Bouillon, Mustafa Kemal Paşa, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa’nın da katıldığı görüşmelerde; 10 Mart ’de Londra’da yapılan Bekir Sami Bey Anlaşması’nın temel alınmasını önerirken, Mustafa Kemal Misak-ı Milli üzerinde ısrar ediyordu. Bekir Sami – Briand Anlaşması’nda sınır, Nusaybin’den sonra Azek kuzeyinde Dicle’nin dirseğine ulaşıyor, buradan da Dicle’yi takip ederek Cezire-i İbni Ömer (Cizre)’a varıyordu. Londra’da yapılan “Fransa ile Türkiye arasında Türkiye - Suriye Sınırları Hakkında Siyasal, Ekonomik, Anlaşma” başlığını taşıyan bu anlaşma her iki ülkenin de meclislerince onaylanmamıştı. Görüşmeler sonunda Bouillon, Londra’da yapılan anlaşmanın nüfuz bölgelerine ilişkin maddesinin Ankara tarafından kesinlikle kabul edilmeyeceğini ve Mustafa Kemal’in yarı resmi olarak bir taslak önerdiğini, Paris’e bildiriyordu. Yeni sınır Payas’tan hareket ederek Çobanbey ile Nusaybin arasında 20 km. genişliğindeki Bağdat demiryolu imtiyaz bölgesinin güneyinden geçecek, Nusaybin’den sonra ise Musul Vilayeti sınırlarına kadar uzanacaktır.”[6]

1. 21 Ekim Ankara Anlaşması’nda Türk-Suriye Sınırı

Milli Mücadele yıllarında Türkiye-Suriye sınırının tespiti ancak Ankara Anlaşması ile yılında gerçekleşmişti.[7] Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’in ve Fransa’yı eski Bakanlar’dan Henri Franklin – Bouillon’un yetkili temsilci olarak atandığı anlaşmanın seafoodplus.infoine göre; imzalanmasından sonra en çok iki ay içinde, Fransız Kuvvetleri sekizinci maddede belirlenen çizginin güneyine, Türk kuvvetleri ise bu çizginin kuzeyine çekileceklerdir. 8. maddede; sınır çizgisi, İskenderun Körfezi, Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere seçilecek bir noktadan başlıyacak ve yaklaşık olarak Meydan-ı Ekbez’e doğru gidecektir; sınır çizgisi oradan Marsuva mevkiini Suriye’ye ve Karnaba mevkii ile Kilis kentini Türkiye’ye bırakmak üzere, güney-doğuya doğru kayacaktır. Oradan Nusaybin ile Cezire-i İbni Ömer arasındaki eski yolu izleyerek, Dicle’ye varacaktır ve Çobanbey İstasyonunda, demiryoluyla birleşecektir. Daha sonra Bağdat Demiryolunu izleyecek ve Demiryolunun platformu Nusaybin’e dek Türk toprakları üzerinde kalacaktır. Nusaybin ile Cezire-i İbni Ömer mevkileri ve yol Türkiye’de kalacaktır. Fransız diplomatik kaynaklarında bulunan raporda;“Fransız hükümeti, ciddi kaynaklara dayanarak, bu yolun Servan ve Alakamish sınırındaki dağa en yakın geçen Kuzey yolu olduğunu varsayıyordu. Türk hükümeti ise, Aznaour’dan, Deiroun Agha, ve Gerikara’dan geçen daha güneyde bir sınır talep ediyordu. Ekim ’de talep ettikleri sınırı işgal etmişler, Mayıs ’de daha önce Suriye topraklarında bulunan Moustapha Ouia ve güneyinde yer alan Karab Rachid’de bir merkez kurmuşlardı. Karşılıklı itirazlar nedeniyle ortak bir çözüme varılamayacağı aşikârdı.” şeklinde ifade edilmektedir.[8] Anlaşmanın imzasından sonra bir ay içinde, söz konusu sınır çizgisini çizmek üzere tarafların temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulmasına karar verilmiştir. Sınır sorununun diğer bir kısmı ileride Hatay adını alacak olan İskenderun Bölgesi ile ilgili olandır. Anlaşmanın 7. maddesine göre, İskenderun bölgesi için özel bir yönetim rejimi oluşturulacaktır. Bu bölgenin Türk soyundan gelen halkı, kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanacaktır. Türk dili orada resmi bir niteliğe sahip olacaktır.[9]

Sonunda 20 Ekim Türk-Fransız Anlaşması ile, Türkiye-Suriye sınırı tespit edilerek, İskenderun bölgesi için özel rejim kabul edilmiş ve daha sonra bu hükümler teyit edilmiştir. Ankara sınır konusunda taviz vermek istememiş, ancak o günkü koşullar gereğince 11 Mart tarihli Anlaşma ufak tefek değişiklikler dışında kabul edilmişti. Sınır konusunun dışında Kuveik suyu sorunu Fransa’nın istediği şekilde, Kuveik suyunun iki taraf arasında adil bir biçimde bölüşülmesi ve Halep şehrinin Türk toprakları üzerindeki Fırat’tan “ancak kendi yapacağı harcamalarla” faydalanması şeklinde bir maddenin anlaşma metnine koyulmasıyla, anlaşma çözümleniyordu.[10]

2. Lozan Konferansında Türkiye - Suriye Sınırı

Lozan Konferansı’nın toplandığı sırada Suriye sınırı ve Hatay konuları, Ankara Anlaşması’ndaki noktalardadır. 21 Kasım’da başlayan görüşmelerde, Türkiye’nin güney sınırları ele alındı. Fransız Heyeti, Türk tarafının Türkiye-Suriye sınırını saptayan Ankara Anlaşması’nın içeriğinin Lozan Antlaşması’nda teyit edilmesi önerisine, Ankara Anlaşması’nın “yerel nitelik” taşıdığını öne sürerek karşı çıkmıştı.[11] Lozan görüşmeleri öncesi İsmet Paşa’ya Suriye hududu ile ilgili verilen talimata göre sınır; Re’isi İbni Hani’den başlayarak Harim, Müslimiye, Meskene, Fırat Yolu, Derizor, Çöl ve nihayet Musul vilayeti sınırına ulaşacaktır.[12] Konferansın ikinci dönem görüşmeleri, 23 Nisan tarihinde başlamıştır. Sıra Suriye sınırının görüşülmesine gelince, İsmet Paşa bu sınırın 20 Ekim tarihli Ankara Anlaşması’nda belirlendiğini belirtmiş ve anlaşma metnine bu doğrultuda bir cümle eklenmesini talep etmiştir. Ancak Fransızlar buna karşı çıkmıştır. İsmet Paşa, Fransa’nın daha önce defalarca talep ettiği bu hususun barış anlaşması metnine girmesine izin vermemesine bir anlam verememiş ve şaşırmıştır. Fransızlar ise, iki devlet arasında daha önce imzalanmış olan bir anlaşmanın diğer devletleri ilgilendirmeyeceğini öne sürerek, sınır ile ilgili birkaç cümlenin metne girmesini istemişlerdir. Oysa Türkiye, Ankara Anlaşması’nın bir bütün olarak barış anlaşması metnine girmesinden yanaydı. Sonradan Fransız Delegesi Maurice Bompard, Türkiye-Suriye sınırının, Ankara Anlaşması ile çizildiği hususunun Lozan tutanaklarında yer almasını istemiştir. Sonunda Suriye sınırı ile ilgili hususlar anlaşma metnine dahil edilmiş, Ankara Anlaşması’nın diğer maddeleri metin dışında bırakılmıştır.[13] Suriye sınırı, “20 Ekim tarihinde yapılan Fransa-Türkiye Anlaşmasının 8. maddesinde tanımlanmış olan sınır” olarak yer alacaktır. Türkiye - Suriye sınırının ayrıntıları ile çizilmesi; Lozan Antlaşması’nın 3. maddesiyle doğrulanarak Hatay’ın Türk topraklarında kalacak özel bir yönetime kavuşturulması için, Ankara Antlaşması’nda yer alan ifade muhafaza edilecektir. [14] Anlaşmaya göre, İskenderun Sancağı otonom olarak Fransız mandasına bırakılmış ancak, anlaşmaya Sancak’taki Türk unsurunun çıkarlarını koruyacak ve bölgeye özerklik verilmesi için gerekli zemini hazırlayacak hükümler de konulmuştu.

Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca meseleleri arasında, Türkiye-Suriye sınırının tespiti ve devamında gelişen, Hatay sorunu bulunmaktadır. Türk-Fransız ilişkilerinin normalleşmesini engelleyen, Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi konusunda beliren anlaşmazlıklar, Türk Fransız ilişkilerini gerginleştirdi. Bu dönemde Türkiye’nin temel ilgi ve kaygısı, Lozan’ın Fransa tarafından onaylanarak resmen yürürlüğe konulması ve büyükelçilik düzeyinde temsilin başlaması üzerine yoğunlaşmıştı. Fransa’nın temel kaygısı ise, kapitülasyonların kaldırıldığı bir ortamda, eski imtiyaz ve çıkarlarını korumanın yanı sıra, Türkiye-Suriye sınırının kesin olarak çizilmesiydi. Fransız yetkilileri, Ankara’nın, İngiltere ile arasındaki Musul sorunu çözümlenmeden sınırı kesinleştirmek istemediği görüşündeydi.

3. Fransız Manda Dönemi ve Sınır Komisyonu Kurulması

25 Nisan Milletler Cemiyeti yasasının maddesi ile öngörülen, 28 Nisan ’da kurulmuş olan “mandat” sistemine dayanarak Suriye ve onun bir parçası sayılan Lübnan, “A” türü manda olarak Fransa’ya verilmiş, ardından Sevr Antlaşması’nın maddesinde “sınırı Ceyhan’a kadar uzayacak olan Suriye’nin bir mandater devletin rey ve yardımını, kendi başına ayakta duruncaya kadar alacağı” ifadesi yer almıştı. Bu şekilde Eylülünde Milletler Cemiyeti Meclisi Suriye üzerindeki Fransız yönetimini kabul edince, Sancak da Fransız manda yönetimi altına girmişti. Manda yöneticisi Fransa, Eylül’ünde Suriye’yi önce, Suriye ve Lübnan diye ikiye bölmüş; Suriye ülkesinde de Şam, Halep, Dürzi, Alevi kesimleri olmak üzere dört ayrı yönetim bölgesi kurmuştu. Bunların ilk ikisine Suriyeli, diğerlerine Fransız valiler atanmıştı. Özel statüye sahip Sancak yılına dek Halep valiliğine bağlı iken, o yıl doğrudan Suriye Hükümetine bağlanmıştır. Hepsinin üstünde Suriye ve Lübnan yöneticisi Fransız bir yüksek komiser bulunuyordu.[15] Fransa bir taraftan işgal güçlerine karşı direnen Türk ulusal güçlerinin karşı koyması, diğer taraftan müttefikler arasında baş gösteren anlaşmazlıklar ve kendi kamuoyunda yeni savaşlara tepki gösterilmesi gibi etkilerle, Ankara Hükümeti ile anlaşma girişimlerine başlamıştı.[16]

Türkiye ile Suriye arasındaki sınır ana hatları ile Ankara Anlaşması’nda gösterilmiş; ayrıntıların saptanması için de, bir ay içinde sınır komisyonu kurulması kararlaştırılmıştı. Komisyon ancak Eylül ’de toplanabilmiş, “eski yol” tanımı, Lozan sonrası Türk – Fransız yetkililerinden oluşan sınır çizme komisyonu delegeleri masaya oturduğunda tartışmaya yol açmış, sorun çelişen iddialar yüzünden çözülememişti.[17] Bu sırada Suriyeliler, Fransız yönetimine karşı yer yer isyan edince, Fransız hükümeti Türkiye ile sınır işlerini bir an önce düzene koymak istiyordu.[18] Fransız temsilcisi General Serrail’in isyanı bastırmak için uyguladığı şiddet politikası, Avrupa’da seslerin yükselmesine neden olmuştu. Geç de olsa uygulanan politikanın yanlışlığını gören Fransızlar Serrail’i çağırarak, onun yerine gazeteci kökenli bir parlamenter olan Mr. Henry de Jouvenel’i 8 Kasım ’te Suriye’ye ilk sivil komiser olarak atamıştır. Fransızlar isyanı bastırmada uyguladıkları askeri tedbirlerin yanı sıra, propaganda ve yayınladıkları askeri beyannameler ile de isyanı önlemeye çalışmışlardı. Zaman zaman bazı liderler hakkında af kararı da çıkararak, isyan birliği parçalanmaya çalışılmıştır. yılının sonlarına doğru Fransız yetkililer tarafından özel ilgi gösterilmesine rağmen, Türkiye-Suriye sınırında sık sık olayların çıkmasına engel olunamamış, Diyarbakır civarına kadar gelmiş taarruz çeteleri görülmüştür. Fransızlar ’da Jouvenel’i de görevden alarak, onun yerine Mr. Henry Ponsot’u atamıştır. Ponsot, 12 Ekim’de Beyrut’a gelerek göreve başlamıştır.[19] Nihayet Türk ve Fransız hükümetleri doğrudan diplomatik girişimlerde bulunarak, 18 Şubat tarihli “Dostluk ve İyi Komşuluk” sözleşmesini imzaladılar. Anlaşmayı Suriye adına Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Albert Sarraut ve Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras imzalamışladır. Beş protokol ve bir mektubun ekli olduğu antlaşma ile, Türkiye-Suriye sınırı ile ilgili meseleler açıklığa kavuşturulmuştur. Bu sözleşme hem Türkiye-Suriye sınırını çizmekte, hem de genel olarak iki ülke arasındaki ilişkileri düzenlemekteydi. Taraflar aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollardan çözecek ve taraflardan birine bir saldırı olduğu takdirde diğeri tarafsız kalacaktı. Ancak bu anlaşma 18 Şubat ’da parafe edilmekle beraber, Fransa hemen imzaya yanaşmadı. Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığının çözümünü bekledi. San Remo Antlaşması’nın ruhuna uygun olarak Fransa, Musul meselesinde İngiltere’yi destekliyordu. Türkiye Milletler Cemiyeti kararını kabule karar verince, Fransa da Türkiye ile “Dostluk ve İyi Komşuluk” sözleşmesini 30 Mayıs ’da, yani Türk-İngiliz Musul Antlaşması’ndan 6 gün önce imzaladı. Sözleşme Türk-Fransız Antlaşması’nın ana çizgilerle belirlediği Türkiye-Suriye sınırını açıklığa kavuşturduğu gibi, Anlaşması’nın kimi hükümlerinin uygulama biçimlerini ayrıntılarıyla saptamış, ayrıca yeni hükümler getirmiştir.[20] 15 maddelik sözleşmeye 5 Protokol ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın, Fransa Büyükelçisi Mr. Albert Sarraut’ya bir Mektubu ve bir imza Tutanağı ve iki imza Protokolü eklidir. (1) Sayılı Protokol Akdeniz’den Çobanbey İstasyonuna Türkiye-Suriye sınırını belirlerken, (3) Sayılı Protokol Sınırda Önlemler’i, düzenlemektedir. Madde 9. (1), b) ile, Sınır çizgisinin hangi noktasından geçeceği saptanmıştır.[21] Protokol I ile de, Ankara Antlaşması ile genel hatlarıyla belirlenmiş olan sınır ayrıntılı bir biçimde, gerektiğinde yeni düzenlemeler getirilerek saptanmıştır. Protokol III ile sınır ihlallerinin önlenmesi, Protokol V ile de Pozantı-Nusaybin yolunda askeri taşıma işleri ile ilgili konular ele alınmıştır.[22]

Türkiye - Fransa Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması, iki devlet arasındaki bazı sorunları çözmekle birlikte, yeni sorunlar ortaya çıkmakta gecikmedi. Sınırın fiilen nereden geçeceği konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık ve özellikle Türkiye kamuoyunda Suriye sınırına ilişkin güvenlik sorunlarının yarattığı tartışmalar sürerken, Fransa Büyükelçisi olarak Ankara’ya gelen Kont de Chambrun’un, iki tarafın çıkarlarını da dikkate alan önerileri çerçevesinde uzlaşma noktaları arandı.[23] Konvansiyonu, Türkiye-Suriye sınırının kesin olarak belirlenmesi sürecini başlattı. Fransız Diplomatik belgelerinde bu süreç şu şekilde rapor edilmiştir: “30 Mayıs ’da Dostluk ve İyi Komşuluk sözleşmesi ile Suriye ve Türkiye arasında bir sınır komisyonu kurulmuş, ortak bir karar ile başkanlık, görevi hakemlik yapmak olan Danimarkalı General Ernst’e verilmiştir. Aralık ’de komisyonda Nusaybin – Cezire-i İbni Ömer bölgesinin sınırlandırılması konusuna gelince, başkan iki delegasyona eski yol hakkında bir anlaşmaya varıp varamadıklarını sorunca olumsuz yanıt almıştı. Bu yanıtın ardından başkan kendisinin kararını kabul edip etmeyeceklerini sorunca, Fransız delegasyonu onaylamış, Türk delegasyonu ise, başta başkanın karar verme yetkisinin olup olmadığnı sorgulasa da, 8 Ocak ’de her iki taraftan birinin onayı geçerli olduğu sürece, hakemin yargısının geçerli olacağını tanımıştı,” şeklinde rapor edilmişti.[24]

10 Ocak ’de Komisyon büyük çoğunluğun onayı ile, Eski Yol’u, Fransız delegelerin başta belirlediği yere yakın olan bir çizgide belirlemiş (Servan-Alakamish-Tell-Ibell yolu), ancak Türk delegasyonu itiraz etmiştir. Türk-Fransız Komisyonu, kabul edilen metinlerin uygulanmasında bazı sorunlarla karşılaşmıştı. Özellikle “Eski Yol” olarak geçen eski Roma Yolu’nun yeri konusunda taraflar arasında anlaşmazlık çıkınca, Komisyon Başkanı Ernst, Fransa’nın desteğiyle, 10 Ocak tarihinde bu “Eski Yol”u takiben sınırı belirlemiş, Türk tarafı ise 11 Ocak itibari ile uluslararası haklara aykırı olduğunu beyan ederek bu kararı tanımadığını açıklamıştır.”[25] Problem çözümlenemediği gibi, iki devlet arasındaki iyi ilişkilerin kurulmasını da engellemişti. Türkiye; Suriye sınırının Nusaybin ile Cizre arasından geçen kadim yolun olmasını isterken, Fransa daha doğusundan geçmesini istiyordu. Hudut Kadim yol kabul edilirse; 20 Türk köyü, Türkiye’nin eline geçecek, böylece Cizre’nin kuzeyindeki Kürt yöresi ile Cizre arasındaki ulaşımı kesip, aynı zamanda Fırat nehrinin Irak tarafındaki düz alana Türkiye’nin ileride Irak’a çıkışını kolaylaştıracaktır. Politik açıdan ise Suriye’deki Fransız mandası sona erince, Suriye’nin de dahil olacağı Orta Doğu bloğunu Türkiye oluşturmak istiyordu. Bu sırada sınır konusunun çözüme ulaştırılmasını isteyen Mustafa Kemal, Fethi Bey’i (Okyar), Fransa Büyükelçisi olarak Ankara’ya gelen Kont Charles de Chambrun’a göndererek yeni bir sınır teklifinde bulunmuştu. Bu teklif; Aznavour ve Bavorda bölgesinin Türk tarafına kalmasının iletişim yollarını engelleyeceği, kabul etmeleri durumunda zor durumunda kalacakları gerekçesiyle sonuçsuz kalmıştı. Fransız Diplomatik Belgeleri’nde bu husus şu şekilde rapor edilmiştir:

“Türklerin Suriye bölgesinde olmaları ve bizim onları oradan çıkaramıyor olmamız, bizi zayıf konumuna düşürüyor. Bu bölgede yaşayanlar Türklere yakınlaşıyor. Ayrıca sınırdaki gerginlik çoğalıyor. Bu sınır meselesi nedeniyle Osmanlı borçlarının ödenmesi ve birçok konu ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Geçen sonbaharda Türk Büyükelçi geldiğinde sınır meselesi için bize, Kergo ile Fırat arasında doğu bölgesinde Ernst’in sınırına uygun, fakat batı bölgesinde Türk taleplerini karşılayan bir bölge teklif seafoodplus.infoiz olduğunu belirttik, fakat anlaşma kapılarını tamamen kapatmadık. Geçen Nisan ayında Ankara’daki büyükelçimiz göreve gelince, Türk Dışişleri Bakanı sınır meselesinin çözümü için yeni bir teklif getirdi. Bu teklif Fethi Bey’inkinden çok daha olumluydu, çünkü Kergo’nun batısında sınırı Barovda’ya taşıyordu. Bu teklif birkaç gün sonra Cenevre’de bulunan Tevfik Rüştü Bey ile Depertmanın Genel Sekreteri Bay Berthelot arasında iki görüşmede ele alınmıştır. Bay Berthelot, Fransız hükümetinin haklı olduğu konusunda tereddütü bulunmamakla birlikte; Türkiye ile ilişkilerin sarsılmasını önlemek adına bir anlaşmadan kaçınılmayacağını” belirtmiştir.[26] Nihayetinde Fransa Dışişleri Bakanlığı, 15 Mayıs‘ta Türkiye ile bir anlaşma yapılması için şu talimatı vermişti: “Sınır ile ilgili bir anlaşma yapılmalı, 10 Ocak ’de Ernst tarafından kararlaştırılan sınır olacak fakat Türkler bu yol üzerinde hakimiyet sağlayabilecek, Türkiye-Suriye arasında karşılıklı olarak İyi Komşuluk Anlaşması imzalanmalıdır.” Öngörülen sınır, Fırat ile İzettin Dağı arasında Doğu bölgesinde Türk teklifini karşılasa bile, Batı bölgesinde tamamen farklıdır. Bu nedenle, Türklerin itirazlarına neden olmuştur. [27]

senesinde Türkiye-Fransa-Suriye ilişkilerinde en önemli problem Bağdat Demiryolu’nun bir kısmını oluşturan, Yenice, Adana, Fevzi Paşa, Nusaybin hattını ilgilendiren uyuşmazlıktı. Bağdat Demiryolu hattının bir doğrultusu, İskenderun ve Mardin’e ulaştığı gibi Nusaybin’in de ilerisine gidiyordu. Bu hat, ’de Fransızlar’ın gözetimi ve denetimi altındaydı. Diğer taraftan Türkiye, Güney-Doğu hududu hususunda çok dikkatliydi. Bundan dolayı Türk-Fransız İlişkileri, Suriye sınır sorunu üzerine odaklanmıştı. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras üçlü bir görüşmede Türkiye, Fransa ve yarı bağımsız Suriye; İskenderun’un ya tampon bir devlet ya da, özel bir rejimle yönetilen statüyle idare edileceğinin protokolle teminat altına alınmasına kadar, sınırın belirlenmesinin kabul edilmeyeceğini Fransa’ya bildirdi. Bu sırada sınırın Suriye tarafından, Türk tarafı baskınla devamlı taciz ediliyordu. Her iki ülkenin yerel yöneticileri hudut bölgesi kontrol sorununu gözden geçirmek için karma bir komisyon kurdular, ancak bir çözüme ulaşamadan yılı sona erdi.[28] Bu dönemde Fransa ile Türkiye arasında, Hatay meselesi bulunmaktaydı. İşte bu sebepten Fransa, İngiltere’nin Musul meselesini çözmek için kullandığı yöntemi kullanarak Hatay meselesini kendi lehine çözmek amacıyla, Türkiye’ye yönelik her türlü bölücü hareketi desteklemiştir.[29] Türkiye’nin Hatay konusuyla ilgilenmesi karşısında Fransa, Türkiye’ye karşı Kürt ve Ermeni kartını oynamaktan çekinmemiş ve Hoybun’un faaliyetlerini desteklemiştir.[30] Bu sırada sınırın nereden geçeceği konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık ve aynı zamanda sınır güvenliği ile Türk kamuoyunda ortaya çıkan tartışmalar sürmektedir.[31] Sınırın belirlenmesi sırasında çıkan pürüzler, Nusaybin-Cizre arasındaki doğu kesimini ilgilendiriyordu.

Suriye sınırı meselesi ile ilgili Türk-Fransız uyuşmazlığı tamamen sona ermemişti. Son olarak Mustafa Kemal yeni bir sınır çizimi sunması için Fethi Bey’i Chambrun’a göndermişti. Fransız Diplomatik Belgeleri’nde bu husus şu şekilde yer almaktadır: “Bu sınır çizimi Nusaybin’e en yakın üç ya da dört yerleşimi bize bıaraktığı için, oldukça kaydedeğer bir gelişmeydi. Hakemlik isteyerek Türkler oldukça iyi oynamışlardır. Eğer reddedersek tezimizin zayıflığını kabul etmiş oluruz, eğer kabul edersek de aleyhimize bir karar olması durumunda şimdikinden daha dezavantajlı duruma düşme ihtimalimiz bulunuyor.”[32] Sonunda anlaşmaya bağlı olarak Suriye sınırının tespiti konusundaki bazı itilaflı noktalar, Haziran tarihli protokollerin imzalanması ile giderilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Türkiye’de baş gösteren yeni Kürt isyanı sırasında, Kürt Hoybun ile Ermeni Taşnak partileri arasında Suriye’de bir yakınlaşma olunca, Türk hükümeti, aralarında Sancak da bulunan sınır bölgesinde yerleşmiş bulunan ve sayıları dolayında tahmin edilen bütün Ermenilerin sınırdan uzaklaştırılmasını talep etmektedir.[33]

Fransa ve Türkiye sınır bölgesindeki karışıklığı önlemek için 22 Haziran ’da bir anlaşma ve Türkiye - Suriye sınır bölgesinde güvenliğin sağlanması ve Nusaybin ötesinde trafiğin devamlılığı hakkındaki bir deklarasyon ile 29 Haziran ’da sınırı geçecek göçebe aşiretlerin denetlenmesine yönelik bir sınır rejimi oluşturan protokol imzalamışlardır. Ankara’daki Fransız Büyükelçiliği tarafından, Fransa Dışişleri’ne gönderilen 8 Kasım tarihli bir raporda belirtildiği gibi, Türk tarafı; “Ankara’da imzalanan 29 Haziran tarihli protokole dayanarak, Suriyeli Ermeniler’in, Türk Hükümeti’ne karşı ayaklanma hareketi hazırlığında olduklarını iddia etmiş ve sınır bölgesinden topluca uzaklaştırılmalarını talep etmiştir.”[34]

yılı başında Türkiye ve Fransa aralarındaki sorunların barışçı yollardan çözülebileceğine inanarak, geleneksel dostluğu yeniden kurmak ve uyuşmazlıkların çözümü işini düzenlemek için tekrar görüşmelere başladılar. Nihayet Cizre ile Nusaybin arasındaki sınır hattının kesin olarak tespiti, uzun görüşmelerden sonra ancak yılında 3 Şubat tarihli “Türk-Fransız Dostluk, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması” ile mümkün olmuştur. Ardından bunları 3 Mayıs günü Halep’te imzalanan son protokol izlemiştir. Antlaşma iki devletin ilişkilerinin özelliği ve karmaşık niteliği nedeniyle hem dostluk ve tarafsızlık, hem de uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümüne ilişkin maddeler içermektedir. Antlaşmaya bir de, uyuşmazlığın çözümü sırasında La Haye Adalet Divanı tarafından alınması istenecek ”koruyucu önlemler” için bir mektup eklenmiştir. Antlaşma TBMM tarafından üç buçuk ay içinde onaylanmasına karşın, Fransa tarafından bu işlem üç yıldan fazla zaman sonra yapılabilmiş, onay belgelerinin Paris’te 13 Mayıs günü verişimi üzerine yürürlüğe girebilmiştir. Antlaşmanın maddesi uyarınca, 5 yıllık süresinin dolması yaklaşırken, o sırada Hatay sorunu nedeniyle iki Hükümet arasında oluşan gergin hava içinde, Türk Hükümeti’nin 29 Aralık günlü bir Notası ile tek yanlı olarak bozulmuştur.[35] Bu arada Fransa’nın Suriye üzerindeki manda yönetimini sürdürmesi zora girmiş ve Halk Cephesi Hükümeti’nin iktidara gelmesiyle, 9 Eylül yılında Suriye temsilcileriyle bir Dostluk ve İttifak Antlaşması parafe etmiş ve bu Antlaşma ile Fransa, Suriye’ye üç yıl içinde bağımsızlık tanımayı yükümlenmiştir.[36]

4. 29 Mayıs Antlaşması ve Sınırlar

Bu tarihten sonra Türkiye-Suriye ilişkilerini Hatay meselesi şekillendirmiştir. Türk Hükümeti, Paris Büyükelçisi Suat Davaz aracılığı ile, Fransa Dışişleri Bakanı Delbos’a 9 Ekim ’da verdiği Notada, Sancak sorununun çözümünü resmen ortaya atmıştı. Çözüm arayışları devam ederken, Sancak’ta olaylar çıkmış, Türk kamuoyu tepki göstermeye başlamıştır. İnönü Fransa’ya, Atatürk’ün kararlılığını Paris Büyükelçisi Suat Davas aracılığı ile bildirmiştir. Milletler Cemiyeti tarafından verilmiş manda yetkisinin bölünemezliğinden yola çıkan Paris, Ankara’ya konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürme tavsiyesinde bulunmuş, Türkiye de kabul etmişti.[37] Konu Türkiye ile Fransa arasında diplomasi yolu ile tartışılırken Atatürk; 1 Kasım ’da TBMM açılış konuşmasında, Sancak sahibinin Türkler olduğunu ve bu sorunun Türkiye ile Fransa arsında tek uyuşmazlık konusu olup, çözümlenmesi gerektiğini ifade etmiştir[38] 5 Ocak ’de Atatürk üç günlük güney seyahatine çıkmış, Eskişehir’de kendisine katılan Başbakan İsmet İnönü ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile görüşerek, durumu tartışmıştır. Milletler Cemiyeti kararı gereğince, 25 Şubat ’de oluşturulan bir komite, Türkiye ve Fransa tarafından sunulan tasarıları göz önünde bulundurularak 15 Mayıs’ta statüyü, anayasayı ve Sancak’ın sınırlarını kapsayan bir rapor hazırlamıştır. Sancak statüsü ve anayasanın ekli olduğu Uzmanlar Komitesi raporunda, Sancak’ın o günkü yönetimsel çevresine göre tanımlanmış, Türklerin çoğunlukta olduğu Bayır, Bucak ve Hazne kasabalarını dışarıda bırakmıştı.[39] Resmi dil olarak Türkçe yanında Arapça resmi dil olarak kabul edilmişti. Yapılan görüşmeler sonunda Sancak üzerinde birçok noktada mutabakata varılmış ve iki devlet arasında Cenevre’de, 29 Mayıs ’de Sandler Raporu kabul edilerek, Sancak Ayrı Varlığının Kuruluşuna Dair Antlaşma (éntité distincté) imzalanmıştır. Antlaşma ile Sancak’ın, statüsü, anayasası belirlenmiş, Sancak’ın milli bütünlüğü teminat altına alınarak, yeni Türkiye - Suriye sınırı tespit edilmiştir.[40] 14 Haziran günü TBMM tarafından bir yasa ile onaylanan bu bağıtlardan birinci anlaşma, Sancağın toprak bütünlüğünün güvence altına alınmasını, ikinci anlaşma, tarafların 3 Mayıs Son Sınır Protokolü ile saptanmış olan Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak tanıdıklarını ve onun dokunulmazlığını güvence altına aldıklarını, ülkeleri üzerinde birbirine karşı kışkırtmaları önleyeceklerini, açıklıyordu.

5. Türkiye - Suriye Sınır Sorununun Çözümü

Milletler Cemiyeti Konseyi, Hatay’daki yeni rejimin 29 Kasım ’de uygulanmasına karar vermiş olmasına rağmen ilan edilmemiştir. Fransa’nın bu tavrı üzerine Türkiye, verdiği notalarla durumu protesto etmiş ve tarihli Türk-Fransız Dostluk Antlaşmasını feshettiğini bildirmiştir. 14 Aralık ’de toplanan Bakanlar Kurulu, güney sınırlarında alınacak askeri tedbirlerle ilgili bir kararnameyi kabul ederek hazırlıklara başlamıştır.[41] yılından itibaren Avrupa’da uluslararası ilişkilerin iyice gerginleşmeye başlaması ve savaş tehlikesinin yaklaşması, Sancak konusunda yapılan görüşmelerde Fransa’yı Türkiye’nin haklarını teslime mecbur bırakmıştır. Türkiye ile 20 Haziran’da görüşmelere girişmiş ve 3 Temmuz ’de Antakya’da bir Askersel Anlaşma ve ertesi gün Ankara’da yeni bir Dostluk Antlaşması bağıtlanmıştı.

Ağustos’unda yapılan seçimler sonucunda Sancak’taki Türk topluluğu, Sancak Meclisi’nde 40 milletvekilliğinden 22’sini elde etmiş, Eylül’de de Sancak ‘Hatay Devleti’ adını almıştır. Hatay Devleti bir yıl kadar bağımsız kaldıktan sonra, 29 Haziran ’da meclisin oybirliği ile karar üzerine Türkiye’ye katıldı.[42] Bu sırada Fransa’nın Beyrut Yüksek Komiseri Puaux, Türkiye’nin Hatay ve Suriye’de tahriklerde bulunduğu iddiası nedeniyle, Türkiye’ye karşı tavır almıştı. Fransız Parlamentosunun bir kısım üyeleri de onunla aynı görüşü paylaşmakta iken, Fransa’nın Ankara Büyükelçisi René Massigli Türkiye ile uzlaşma yanlısıdır. Hatay’ın karşılığı alınmak şartı ile Türkiye’ye bırakılması doğrultusunda hükümetine tekif getirmiş, ancak Fransa Dışişleri bu konuda kararsızlık içindedir. Bunun üzerine M. Massigli Şubat başında konuyu görüşmek üzere Paris’e gitmişti. M. Massigli, Avrupa’nın o sıralarda içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde Dışişleri Bakanı George Bonnet’in aksine, Türk-Fransız ittifakının önemini kavrayan bazı önde gelen askeri yetkililerin bulunduğunu görmüştü.

Savaş rüzgarlarının Avrupa’da esmeye başladığı bir ortamda George Bonnet’in, René Massigli’nin görüşüne yaklaştığı görülmektedir. Bu ortamda 28 Nisan ’da René Massigli’e gönderdiği bir telgrafta, Türkiye ile anlaşılması gerekliliğini vurguladı. Fransa’nın Türkiye lehine vaziyet alması üzerine 23 Haziran ’da, Ankara’da Türkiye Dışişleri Bakanı Saraçoğlu ile René Massigli arasında Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını içeren “Türkiye ile Suriye Arasında Toprak Sorunlarının Kesin Çözümüne İlişkin Antlaşma” imzalandı. 13 Temmuz’da yürürlüğe giren Antlaşma, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ve Fransa’nın Ankara Büyükelçisi René Massigli tarafından imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Milletler Cemiyeti sınır komisyonunun 19 Mayıs ’da belirlediği Hatay Devleti sınırları Türkiye-Suriye sınırı olarak kabul edilmiştir. Antlaşmanın 1. maddesi; “Fransa, 30 Mayıs , 22 Haziran ve 3 Mayıs günlü Protokollerle belirlenen sınırın düzeltilmesini, kendi bakımından, kabul etmektedir. Buna göre; Karasu’nun şimdiki sınırı kestiği yerden sayılı taşa dek sınır, 19 Mayıs ’da Antakya’da imza edilen Protokolde belirlenmiş bulunan çizgiye uyacak biçimde, toprak üzerinde saptanacaktır. 17 ve 27 sayılı sınır taşları arasındaki Gömid Köyü bütünüyle Türkiye’ye bırakılacak ve sınır çizgisi sayılı taştan, Yenişehir-Antakya yolunu Türkiye topraklarında bırakarak, doğruca sayılı sınır taşına varacaktır; sayılı sınır taşından Askorane’nin yaklaşık metre güney-batısında bir noktaya dek kuzey-doğu doğrultusuna uzanacak, buradan Askorane ve Kocakayrak’ın doğusundan geçerek, Kocakayrak’ın yaklaşık 1 km. kuzey-batısındaki bir noktaya dek kuzeye doğru uzanacaktır. Sınır, bu noktadan başlayarak, Şato Harabesinin yaklaşık 1 km. kuzeyinde bulunan bir noktaya dek batıya doğru uzanacak ve oradan güney-doğuya giderek – Şato Harebesinin batısında- sayılı tepeye erişecektir; bundan sonra güney-batı doğrultusunda Başorta kuzeyinde, Karaduran Deresine ulaşan derenin yatağını ve sonra da Karaduran Deresini izleyerek denize varacaktır. Anlaşmada sözü geçen üç bölgede 19 Mayıs günü çalışmalarını bitirmiş olan Komisyon, yeni sınır çizgisini toprak üzerinde saptamakla görevlendirilecektir.”[43]Aynı gün Paris’te “Karşılıklı Yardım Bildirisi” imzalanmış; Hatay Devleti’nin kesin sınırları, Hatay halkının statüsü ile ilgili hükümler bu bildiride yer almıştır.

Eylülünde Hitler Almanya’sının Polonya’ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı başlamış ve buna karşı çıkan İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş ilan etmesiyle genişlemişti.[44] Bu ortamda 19 Ekim ’da “Türkiye, İngiltere ve Fransa Arasında Karşılıklı Yardım Antlaşması” imzalanmıştır.[45] Bu anlaşmaya göre; bir Avrupa devletinin saldırısı ile başlayan, İngiltere ve Fransa’nın katılacakları bir savaş Akdeniz’e yayılırsa Türkiye, İngiltere ve Fransa’ya yardım edecekti. İttifak sonrası yapılan iktisadi ve mali anlaşmalar ile, Türkiye bu dönemde büyük oranda maddi yardım ve savaş malzemesi temin etti. Bundan sonra taraflar arasında askeri ve teknik konularda görüşmeler başladı.[46]

Hatay Devleti sınırlarını tespit etmek için kurulan Türk-Fransız heyeti 4 Kasım’dan itibaren çalışmalarına başlamıştı. Fransa Sınır Belirleme Delegasyonu Başkanı Yarbay Malatre 18 Temmuz tarihinde, Fransa Büyükelçisi’ne acil olarak görülecek notu ile,“Kessab Bölgesinin sınır belirlenmesi ile ilgili Ankara Anlaşması’nda belirtilen yerlerin, topografik bilgilerinde yenileme talep ettiğini, çünkü Kessab bölgesinde sınır çalışmaları başladığında kullanılan harita ile gerçek arasında farklar olduğunu farkettiğini, ekteki harita üzerinde kırmızı ile, anlaşmada belirlenen noktaları işaretlediğini, kopya kağıdına siyah ile yeni noktaları belirttiğini, noktalar karşılaştırılınca bazı farklar olduğunu gördüğünü, topografik incelemenin yapılarak anlaşmanın buna göre düzeltilmesi ya da haritayı olduğu gibi kabul etme hususundaki kararını sormaktadır. Delegasyonun, Kessab Bölgesinin sınır belirlenmesi önerisi şudur:

I) Askoran ve Godja Kairaq, aslında haritanın belirttiğinden daha batıda yer almaktadır. Kessab’ın ekili topraklarının büyük bir bölümü Türk topraklarında bulunmaktadır.

II) noktası Askoran’ın güneydoğusunda m. noktası, sınırı Lazkiye-Antakya büyük yolu üzerinde ve Kessab yolunu teğet geçer. Türk delegasyonunun istediği gibi Askoran’ın güney doğusuna m. noktası batıya doğru m. çekilirse, sınır tarafından kesilecektir.

III)Kessab harita üzerinde, Harap Şato ile belirtilen yerdedir. Harap Şato, haritada belirtilen kuzey-doğu yönünde 2 km. uzaklıktadır.

IV) Bu bölgede yeni sınırın Djebel Akra’dan geçmesi, Türk delegasyonuna kabul ettirmesi zor bir durum olacaktır. Anlaşmalarda belirtilmiş olan sınır, gerçekten de bu dağ geçidinin kuzeyindedir. Bütün bunlara dayanarak, Askorane bölgesi dışında sınırın gerçekleştirilemez olduğunu bize gösterir.

Gerçekleştirmek için iki yöntem olabilir;

a) Kessab bölgesinin topografik incelemesini yaptırmak ve gerçek doğru haritalar üzerinde yeni maddeler yazmak, bunun için bir ay ve TürkFransız personel gerekmektedir.

b) Kessab’ın sınırlarını şimdi olduğu gibi bırakmak ve teknik uzman görevlendirmek. Bachourte’u besleyen kaynak şu an Mursalek’te bulunmaktadır ve büyük ihtimalle Bachourte boşaltılmalıdır.”[47]

29 Temmuz tarihinde Beyrut’taki Yüksek Komiserlik, Sancak’taki sınırların belirlenmesi ile ilgili çalışmaların tekrar 1 Temmuz’da başladığını ve sınır çizgisi ile ilgili değişiklikleri şu şekilde bildirmektedir: “Guemit Köyü’nün tamamını, Yenişehir ile Antioche (Antakya) arasındaki yolu Türk bölgesine bırakmak, Sancağın güneyinde, Kessab, Askoran Köyü ve Godja Kairaq Köyü’nü Suriye bölgesine bırakmak. Türkler taleplerinde esneklik sağlamıyorlar, Bu nedenle orta yol bulmak için çalışmaları tekrar başlattık.”[48] Ankara’daki Fransa Büyükelçisi’nin, Beyrut’taki Yüksek Komiser’e 29 Temmuz tarihinde gönderdiği telgraftan, bölgedeki gelişmeleri sürekli takip ettiği anlaşılmaktadır. Cevap telgrafında ise şu bilgiler yer almaktadır: ”Albay Malartre ve M. Roux’nun, Kessab bölgesinin sınır çizimi ile ilgili Dışişleri Bakanlığı ile yaptıkları görüşmeler sonucunda, Bay Açıkalın Askorane kilisesinin Suriye toprağında kalmasını kabul ediyor izlenimini verdi. Daha sonra her hangi bir değişiklik kabul etmeyeceklerini bildirdi.”[49]

Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Massigli, sınır ile ilgili tüm detayları Fransa Dışişleri’ne rapor etmektedir: “Kessab meselesi nedeniyle yapılan toplantıda General Voirin ve M. Puaux, Teknadjouk kaynağı ile ilgili Türkler’e M. Puaux’nun çözüm önerilerini kabul ettirmeye çalışmış ancak 26 Eylül tarihinde gerçekleşen toplantıda kabul etmelerine rağmen, Türkler’in kaynağı metre yerine, metre güneye alınmasını istemelerinden dolayı bir sonuca ulaşamamıştır. Toplantılarda kullanılmış olan haritalar Askoran Kasabası’nın bir bölümünü içermemekte, oysa anlaşmaya göre, sınırın bu kasabanın doğusundan geçeceği için bu kısmı içermesi önem arzetmektedir.”[50] Bölgeden gönderilen 8 Kasım tarihli raporda anlaşmazlık konuları şu şekilde sıralanmaktadır: “23 Haziran tarihli Suriye ve Türkiye arasındaki toprak sorunun çözülmesine dair ön görüşmeler, Kessab bölgesindeki sınır çizgisini belirler. Komisyon öngörülen sınırı detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştı ama Türk ve Fransız üyelerin metni farklı yorumlamalarından dolayı, özellikle ‘’harap şato’’ yerinin belirlenmesinde bunu başaramadı. Ayrıca yapılan araştırmalara göre; Teknadjouk pınarı, Kessab vatandaşları için önemli bir su kaynağı. Bu kaynak, Türkler için yalnızca sürülerini sulamaları için gerekli oluyor” denilmektedir.[51] Yüksek Komiser Puaux Ankarada’ki Fransa Büyükelçiliğine gönderdiği raporda, Teknajuk Kaynağı sorununu şu temeller üzerinden tekrar gözden geçirmeyi önermektedir:

1. Teknojuk kaynağı, sınır çizgisinin kaynağın güneyinden ila metre uzağından geçmesi şartı ile, Türklere bırakılabilir.

2. Kessab halkı, yaz mevsiminde 6 ay boyunca suyu kullanabileceklerdir.

3. Askoran’ın doğusundaki bahçeler, Kessab halkına bırakılmalıdır. Bu durum, bahçelerin Suriye topraklarına bırakılmasını öngören sınır çizgisini gerektirmektedir.

Bu üç şart birbirinden ayrılamaz.[52]

Yüksek Komiser Puaux, Kessab olayının çözümlenebileceği, önerdiği koşulları Fransa Dışişleri Bakanlığına sunmaktadır:[53]

1. trigonometrik noktası sorunu:

Haritada bildirilen numaralı kıyı, trigonometrik noktasına uymamaktadır. Bu konuda Türk teklifini değerlendirebiliriz. ( numaralı telgrafa iliştirilmiş haritada siyah kalemle bildirilmiştir, trigonometrik noktasının, güneydoğusuna metre uzaklıkta)

2. Bachourte sorunu:

numaralı telgrafa iliştirilmiş harita, Bachourte sorunu ile ilgili bilgi vermemektedir. Fransız delegasyonunun, 23 Ağustos ’ da ortaya koyduğu ve bir kopyasının Ankara’daki Büyükelçiliği’nde bulunan harita ile tamamlanması gerekmektedir. Her koşulda, bu sınırın, ortak bir karar ile, bu bölgedeki kişilerin yaşayabilecekleri kadar uzaklıktan geçmesi gerekmektedir.

3. Askoran Kilisesi’nin doğu sınırı sorunu:

Bu bölgede yaşayan insanların topraklarını muhafaza etmek amacıyla, sınırın, Askoran kilisesinin metre doğusundan geçmesi gerekmektedir.”

Tüm gelişmeler sonunda gelinen noktada Fransa’nın Ankara Büyükelçisi René Massigli; Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun Türk-Fransız Deklarasyonu’nun George Bonnet ile Suat Davaz arasında Paris’te, Hatay Anlaşmasının da kendisiyle, Massigli arasında Ankara’da imzalanması önerisini Dışişleri Bakanı Bonnet’e iletmiş ve öneri kabul edilmişti. Fransa – Türkiye arasındaki sınır sorununun uzlaşma yoluyla çözülecek adımlar atılmaya başlamıştır. 21 Mart ’da Fransa’nın Ankara’daki Büyükelçisi Massigli, Fransa Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği telgrafta sınır protokolünün tamamlandığını ve Konvansiyonun Mart ’da imzalanabileceğini bildirmektedir.[54] Fransa Dışişleri Bakanı’nın 22 Mart tarihinde, Ankara’daki Fransa Büyükelçiliği’ne ve Beyrut’taki Yüksek Komiserliğe gönderdiği telgrafta; “Var olan müzakereden faydalanarak, 23 Haziran uzlaşmasının neden olduğu sorunları çözme yoluna gitmeliyiz” demektedir.[55] M. Massigli 22 Mart tarihinde, Türkiye-Suriye Sınır Anlaşması’nın imzalanması için Yüksek Komiser Gabriel Puaux’yu Ankara’ya göndermiştir.[56] Ardından Fransa Dışişleri Bakanlığı, 29 Mart ’da Fransa’nın Ankara Büyükelçisi’nin ve Yüksek Komiser Gabriel Puaux’nun, anlaşmaları imzalama yetkilerini bildirmektedir.[57] 22 Nisan tarihli Protokol Servisine gönderilen Not ile: ”30 Mart tarihinde Bay Massigli, Bay Puaux’nun Ankara’da, Bay Saraçoğlu ile “Türkiye ve Suriye Arasında İyi Komşuluk ve Dostluk Konvansiyonunu” imzaladığını bildirmektedir.[58]

Sonuç

30 Ekim tarihinde imzalanarak yürürlüğe girmesi kararlaştırılan Mondros mütarekesi, Türkler açısından ileride oluşturulacak siyasi sınırların bir göstergesidir. Suriye sınırı, bir başlık altında ancak, biri Hatay’ın ötesinde Dicle’ye kadar uzayıp giden Suriye sınırı ve diğeri Hatay sorunu olarak iki kısımdan oluşan bir sorundu.

20 Ekim Ankara Anlaşması çerçevesinde Türkiye ile Fransız mandası altındaki sınır, Türkçe ve Arapça ekseninde belirlenirken İskenderun Sancağı, Antakya – Suriye sınırları içinde, Anlaşmanın 7. maddesi ile özel bir statüde olacağı kaydedilmiştir. Lozan Barış Antlaşması’nda, “20 Ekim günü yapılan Fransa – Türkiye Anlaşması’nın 8. maddesinde tanımlanan sınır” olarak tanımlanmış ve Lozan’da çözümlenemeyen konular arasında yer almıştı. Anlaşması’nın tanımlanması ise, “eski yol” tanımından ibaretti. Görüşmeler başlayınca, Türk ve Fransız tarafının “ eski yol” ibaresinin farklılık arz ettiği; Türk tarafı güneyden geçen kervan yolunu kastederken, Fransız tarafının kuzeyden geçen Roma yolunu kastettiği ortaya çıkmıştı. Kuzey yolu kabul edildiğinde Türkiye’nin toprak kaybı sınırın büyüklüğüne göre çok fazla olacaktı. Tartışmalar ’lu yılların sonuna kadar devam etmiş, sonunda Türk tarafının görüşüne yakın bir sınır çizilmişti.

Kurtuluş Savaşı sırasında Güney Cephesi içinde yer alan Hatay ise, sorunun diğer kısmını oluşturmaktaydı. Hatay Misak-ı Milli sınırları içinde kalmasına rağmen, o günkü şartlar içinde Anlaşması ile Fransa’ya bırakılmış, ancak özel bir statü tanınmıştı. Fransa’nın Suriye’de manda yönetimine son vermesi kararından sonra, bu konuya özel bir önem veren Atatürk, Sancak sorununun kesin bir çözüme ulaştırmanın zamanı geldiğine inanmıştı. Avrupa’da siyasal konjonktür buna elverişli idi. Türkiye Montreux Sözleşmesinden beri, uluslararası arenada önemli bir yer edinmişti. Türk- Sovyet Dostluk ve İşbirliğinin yanısıra, Türk- İngiliz dostluğu da gelişiyordu ve Türkiye – Fransa arasındaki sorunların çözümünde İngiltere başlıca rolü üstlenecekti. Sorun 23 Haziran TürkFransız deklarasyonu ile ve ardından, 30 Mart tarihinde “Türkiye ve Suriye Arasında iyi Komşuluk ve Dostluk Antlaşması” imzalanarak sonuçlandırılmıştır.

Türkiye – Suriye sınırı meselesi, Ortadoğu’da sınırların nasıl çizildiğini gösteren en iyi örneklerden birisidir. “Türkiye – Suriye Sınırı” sorununun çözüme ulaşmasında; Türkiye’nin Kurtuluş Savaşında kazandığı başarı, Atatürk’ün kararlı tutumu, o dönemdeki dünya konjonktürünün iyi takip edilmesi ve Türk tarafının uluslararası politikada diplomasiyi ustaca kullanması etkili olmuştur.

EKLER










KAYNAKLAR

Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général , s MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, Direction Des Affaires Politiques et Commerciales, E Politique Extérieure Relations avec La Turquie: Dossier Général

Kitaplar

Armaoğlu, Fahir, Yüzyıl Siyasi Tarihi, (), Cilt I. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,

Atatürk, Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk C.3, Vesika , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Top: Nimet Arsan, C.1, 3.B., Ankara ,

Fromkin, David, Britain, France and the Diplomatic Agreements in The Creation of Iraq, , ed. R.S. Simon, seafoodplus.infoan, New York NY: Columbia University Press,

Gönlübol, Mehmet; Sar, Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası (), Siyasal Kitabevi, Ankara,

Hart, Lidell, II. Dünya Savaşı Tarihi I., Çev. Kerim Bağrıaçık,Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,

Gelvin, J.L., Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire Berkeley: University of California Press,

Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (), C.I, İletişim Yayınları, İstanbul,

Kürkçüoğlu, Ömer - Erhan, Çağrı “Türkiye-Suriye Sınırı”, Yaşayan Lozan, ed. Çağrı Erhan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara,

Meray, Seha L., Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Takım I, C.I, kitap 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ,

Oral Sander, Siyasi Tarih,, 9. Baskı, İmge Yayınları, Ankara, ,

Osman Umar, Ömer Osman, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara,

Öymen, Onur, Silahsız Savaş, Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Remzi Kitabevi, İstanbul,

Pehlivanlı, Hamit, Sarınay Yusuf, Yıldırım Hüsamettin, Türk Dış Politikasında Hatay (), Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara,

Soysal, İsmail Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (), I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,

Stefanos Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, İletişim Yayınları, İstanbul,

T.C. Dışişleri Bakanlığı, Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı (), Ankara:”- Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Serisi,

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, Cilt 26

Yalçın, E. Semih, Atatürk’ün Milli Dış Siyaseti, Berikan Yayınları, Ankara,

Yavuz, Bige, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Fransız Arşiv Belgeleri Açısından (), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,

Makaleler

Özgiray, Ahmet, F. O//E/44/11, Turkey Annual Report, , M. Hoare’den Sir Austen Chamberlain’e, 11 Ağustos

Özgiray, Ahmet Türk Fransız İlişkileri (), http//seafoodplus.info egetid/article/view

Özgiray, Ahmet,Türk-Fransız İlişkileri (), Turkey Annuel Report

Soysal, İsmail, “Hatay Sorunu ve Türk – Fransız İlişkileri (), Belleten Cilt: XLIX, s. , Nisan , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,

Eskander, Saad, “Britain’s Policy in Southern Kurdistan: The Formation and the Termination of the First Kurdish Government; ” British Journal of Middle Eastern Studies 27 (2

Güçlü, Yücel, “The Controversy Over the Deliminitation of the Turco-Syrian Frontier in the Period Between the Two World Wars,” Middle Eastern Studies, Vol: 42, No:4, July ,

Dipnotlar

  1. Saad Eskander, “Britain’s Policy in Southern Kurdistan: The Formation and the Termination of the first Kurdish Government; ” British Journal of Middle Eastern Studies 27 (2).
  2. David Fromkin, Britain, France and the Diplomatic Agreements in The Creation of Iraq, , ed. R.S. Simon, seafoodplus.infoan, New York NY: Columbia University Press, , s.
  3. İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (), I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, , 3. b.s, s.
  4. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk C. 3. Vesika , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, , s.
  5. Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası (), Siyasal Kitabevi, Ankara, , 8.b.s., s.
  6. Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Fransız Arşiv Belgeleri Açısından (), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, , 1. 1b.s., s. , MAE, Série E Levant Turquie, Vol, s.
  7. İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I. Cilt, (), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, , 3.b.s, s. 48 (Ankara Anlaşması ile Türkiye ile Suriye arasındaki sınır belirlenmiş ve daha sonraki ilişkiler için bazı ilkeler konulmuş, ancak müttefiklerle çözülmesi gereken sorunlar Lozan Antlaşması’na kalmıştır. Bu nedenle bu bağıta “ Antlaşma” (Traité) değil de, “Anlaşma” (Accord) denilmesi onun “ön” niteliğini yansıtmaktadır.).
  8. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s.
  9. İsmail Soysal, a.g.e., s.
  10. Yavuz, a.g.e., s.
  11. Ömer Kürkçüoğlu, Çağrı Erhan, “Türkiye – Suriye Sınırı”, Yaşayan Lozan, ed. Çağrı Erhan, T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, , 1.b.s., s.
  12. Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Takım I, C.I, Kitap 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, , 2 b.s, s.
  13. İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, , 4.b.s., s.
  14. Onur Öymen, Silahsız Savaş, Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Remzi Kitabevi, İstanbul, , 6.b.s., s.
  15. Ömer Osman Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, , 2. b.s., s. – (5 Aralık tarih ve sayılı karar ile Halep ve Şam Devletleri 1 Ocak ’ten itibaren Suriye Devleti adını alan tek bir devlettir. Fransızların oluşturduğu bu Suriye Devleti’ne yılında Alevi ve Cebel-i Druz Devletlerinin katılması ile bugünkü Suriye Devleti oluşturulmuştur.).
  16. J. L. Gelvin, Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire, Berkeley: University of California Press, , s.
  17. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s.
  18. Ahmet Ögiray, F. O//E/44/11, Turkey Annual Report, , M. Hoare’den Sir Austen Chamberlain’e, 11 Ağustos
  19. Umar, a.g.e., s.
  20. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, Cilt 26, s. , TBMM Matbaası, Ankara.
  21. Soysal, a.g.e., s.
  22. T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı ()” Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Serisi, Ankara,
  23. Yücel Güçlü, “The Controversy Over the Deliminitation of the Turco-Syrian Frontier in the Period Between the Two World Wars,” Middle Eastern Studies, Vol: 42, No: 4, July , s.
  24. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s.
  25. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s. , Ek
  26. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s.
  27. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Ek
  28. Ahmet Özgiray, “Türk-Fransız İlişkileri (),” s. 77, Turkey Annuel Report , s.
  29. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s. 74, Tribe Sni, 3 Ağustos,
  30. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. 63, Kamechlie, 3 Temmuz
  31. Güçlü, a.g.m., s.
  32. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s
  33. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. 84; Deir-Ez-Zor, 14 Ağustos Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, İletişim Yayınları, İstanbul, , 6. b..s., s.
  34. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Ankara, 3 Kasım
  35. Soysal, a.g.e., s.
  36. Oral Sander, Siyasi Tarih (), İmge Yayınları, Ankara,, 3.b., s.
  37. Fahir Armaoğlu, Yüzyıl Siyasi Tarihi (), Türkiye İş Bankası Kütür Yayınları, , 9.b.s, s.
  38. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Top: Nimet Arsan, C B., Ankara, , s.
  39. İsmail Soysal, “Hatay Sorunu ve Türk-Fransız İlişkileri ()”, Belleten Cilt XLIX, Sa, Nisan , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, , seafoodplus.info, s.
  40. Mehmet Gönlübol, Cem Sar, a.g.e., s.
  41. Hamit Pehlivanlı, Yusuf Sarınay, Hüsamettin Yıldırım, Türk Dış Politikasında Hatay (), ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, , 1.b.s ., s.
  42. Sander, a.g.e., s
  43. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , 23 Haziran , Ek
  44. Lidell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi I., çev. Kerim Bağrıaçık,Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, , 3. bs., s.
  45. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , 23 Haziran
  46. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (), C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, , 6.b.s., s.
  47. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s. , Douz Agatch, 18 Temmuz
  48. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s. , Douz Agatch, 18 Temmuz
  49. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol, s. , Beyrut 29 Temmuz
  50. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. Ankara 9 Ekim
  51. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , 8 Kasım
  52. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol s. , Beyrut 11 Mart , Ek
  53. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Beyrut 19 Mart , Ek
  54. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Ankara 21 Mart
  55. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Paris 22 Mart
  56. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Ankara 22 Mart
  57. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , Paris 29 Mart , Ek.6
  58. MAE, Archive Diplomatique Levant , Syrie-Liban, Vol. , s. , 22 Nisan , Ek.7

Şekil ve Tablolar

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir