umreye arabayla gidilir mi / Engelli hac veya umre ziyareti yapmış olan var mı?

Umreye Arabayla Gidilir Mi

umreye arabayla gidilir mi

Hacc - Umre konusunda en çok merak edilenler

1 Zemzem suyu nasıl bulundu; faydaları ve fazileti nedir? Zemzem nasıl içilir? Zemzemin mutlaka ayakta mı içilmesi gerekir; oturarak içilemez mi?

Zemzemin tarihçesi kısaca şöyledir:

Hz. İbrahim (a.s.), Cenab-ı Hakk'ın emri üzerine hanımı Hacer validemizi ve henüz süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail'i bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yere bıraktı. O tarihte Mekke'de hiçbir insan yaşamıyordu. İçecek su da yoktu. Hz. İbrahim, hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar da su bırakarak oradan ayrıldı.

Yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bu ıssız yerde kalmak Hz. Hacer'e çok zor geldi. Ancak, kendilerini oraya bırakmasını Hz. İbrahim'e Cenab-ı Hak emrettiğine göre, düşünmek yersizdi. Çünkü, rızkı veren Allah elbette kendilerinin durumunu da görüyordu.

Bir müddet sonra Hz. İbrahim'in bıraktığı su bitti. Hz. İsmail ağlamaya, su istemeye başladı. Annesi ne yapacağını şaşırdı. Süt yok ki emzirsin, su yok ki içirsin. Hz. İsmail'in ağlamalarına daha fazla dayanamadı. Safa Tepesine çıktı. Birini görebilmek ümidiyle sağa sola baktı. Kimseyi göremeyince de Safa ile Merve arasında koşmaya başladı. En son Merve tepesine çıktığında bir ses işitti. Zemzem Kuyusunun yanında Hz. Cebrail'i gördü. Cebrail (a.s.) kanadıyla (bir rivayette ayağıyla) yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hz. Hacer buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce, “Dur, dur” manasında “Zem zem” dedi ve su akmasın diye önünü kesti, havuz gibi yaptı. Bir taraftan da testisini dolduruyordu. Suyu aldıkça yerinde kaynıyordu. Testisi dolduktan sonra sudan içti ve Hz. İsmail'i emzirmeye başladı. Bu arada Cebrail (a.s.), Hacer'e hitaben:

“Sakın, ‘Helak oluruz, zarara uğrarız' diye korkmayın. İşte şurası Beytullah'ın (Kabe'nin) yeridir. O beyti şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Cenab-ı Hak o işin ehlini zayi etmez” dedi.(1)

İşte, Zemzem Kuyusunun ortaya çıkması bu şekilde oldu. Hz. Hacer suyun önünü kesmeseydi ve onu kendi halinde bıraksaydı, bu su bir ırmak olacaktı. Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde bu hakikati şöyle beyan buyurur:

“Allah, İsmail'in annesi Hacer'e rahmet etsin. O, Zemzem'i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı; muhakkak Zemzem akar, bir ırmak olurdu.” (2)

Zemzem, çok mübarek ve gıdalı bir sudur. Hz. Hacer ve Hz. İsmail, uzun müddet yemek yemeden bu suyla idare ettiler. Bir hadiste Peygamber Efendimiz Zemzem'in bu hususiyetine işaret etmiştir.(3)

Bir diğer hadiste de “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olacağı.” buyurulmuştur.(4)

Zemzemin ayakta içilmesi meselesine gelince:

İbni Abbas'tan (r.a.) gelen bir rivayette, Peygamberimizin, Zemzem suyunu ayakta olduğu hâlde içtiği rivayet edilir. İbni Abbas şöyle der:

“Ben Resulullaha (a.s.m.) Zemzem ikram ettim, ayakta içti.”(5)

Bilindiği üzere Peygamberimiz bir hadislerinde ayakta su içmeyi yasaklamıştır.(6) Bu itibarla, hadis alimleri bu farklı rivayetleri birleştirmişlerdir. Sahih-i Müslim Şarihi Nevevi, bu iki farklı hadis hakkında şöyle der:

“Bu hadislerdeki yasaklama tenzihen mekruh şeklindedir. Ayakta su içmenin caiz olduğunu beyan içindir.”

İmam Suyuti Hazretleri de Peygamberimizin (a.s.m.), Zemzemi ayakta içmesini şöyle izah eder:

“Resul-i Ekremin (a.s.m.) Zemzemi ayakta içmesi, ayakta su içmenin caizliğini açıklama manasındadır.”

Hanefi alimleri, İbni Abbas'ın rivayet ettiği hadise dayanarak Zemzemi ayakta içmenin müstehaplığına hükmetmişlerdir.

Kaynaklar:

1. Buharı, Bedü'l-Halk:
2. a.g.e.
3. Fethü'r-Rabbani,
4. a.g.e., 23
5. Müslim, Eşribe: ; İbni Mace, Eşribe: 21
6. Müslim, Eşribe: ; Ebû Davud, Eşribe:

İlave bilgi için tıklayınız: 

ZEMZEM

2 Hacta şeytan taşlamanın hikmeti nedir?

Bilindiği gibi hac, mevsiminde Mina'da, Kurban Bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri Akabe Cemresi, Küçük Cemre ve Orta Cemre olmak üzere üç şekilde şeytan taşlanır. Bu ibadet vaciptir. Burada yapılan hareketler, haccın şeairindendir. Güzel bir hatırayı yad etmektir. Bütün insanlığın ortak düşmanı olan şeytanı taşa tutarak lanetlemektir.

Burada temsili olarak tespit edilmiş olan üç yerde taşlama yapılır. Bu ibadet şekli bize İbrahim Aleyhisselamdan intikal etmiştir.

Bu hususta iki rivayet var. Birisi şöyle:

Hz. İbrahim, bir imtihan olarak Allah'ın emri ile oğlu Hz. İsmail'i kurban etmeye götürürken şeytan önlerine çıkar. Hz. İbrahim'in babalık şefkatini istismar etmeye kalkarak, bu işten vaz geçirmeye çalışır. Fakat ters yüz edilir. Bundan sonra Hz. İsmail'e musallat olur. Cenab-ı Hakkın emrini babasının yanlış anladığını, annesini gözü yaşlı olarak geride bıraktığını fısıldayarak, emre boyun eğmemesini telkin eder. Şeytanın desiselerine hiç aldırış etmeyen Hz. İsmail, onu yanından kovmakla kalmaz, arkasından da yedi tane taş atar.

İşte hacıların cemrelerde taş atmaları bu hadisenin hatırlanması ve yeniden yaşanmasıdır.

Bu hususta İbni Abbas'ın rivayeti de şöyledir:

"Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı."

Bundan sonra İbni Abbas, şöyle diyor:

“Siz ancak şeytanı taşlıyor ve ancak atanız İbrahim Aleyhisselamın yolunu izliyorsunuz.” (Müsned, 1/)

Bu ibadet şekli, Hz. Âdem'den beri her insanın ortak düşmanı olan şeytanın arzusuna icabet etmemek, onun vesveselerine aldırmamak, iman çemberi içinde, şeytanı bir kere daha kahretmek, yerin dibine geçirmektir. Bu taşlama, kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı bir zindelik gösterisi, her çeşit kötülükleri yenme azminin sembolleşmesi, Rabbimizle yapılan manevi anlaşmanın icrasıdır.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

“Beytullahın çevresinde dönmek, Safa ile Merve arasında gidip gelmek, şeytanı taşlamak, hepsi Allah'ın şeairini (İslamın alamet ve işaretlerini) ayakta tutmak içindir.” (Feyzu'l-kadir, 2/)

Hac mevsiminde mü'minler bu çeşit ibadetleri yapmakla Rablerine olan kulluklarını dile getiriyor, Ona kul ve muhatap olmanın zevk ve hazzını yaşıyorlar.

3 Kabenin hicr kısmında Hz. İsmail ve Hz. Hacer'in kabirleri olduğu yazıyor. Bu doğruysa orada nasıl namaz kılınıyor?

Hz. Hacer'le, oğlu Hz. İsmail (as)'in "Hicr" mevkiine defnedildiği rivayet edilir. (bk. Ahbaru Mekke, 1/)

Hicr: Hatim denilen yerin içidir. Altınoluk tarafından yarım duvarla çevrilmiş yerdir. Burada namaz kılmanın bir sakıncası yoktur, ancak tavaf bunun dışından yapılır.

Hicr-i İsmail, Kâbe-i Muazzama'nın kuzey cephesinde bulunan bir sahanın ismidir. İbrahim (a.s.)'in oğlu İsmail (a.s.) burada yetiştirilip himaye edildiği için de bu isim verilmiştir. Hicr-i İsmail, cm. yüksekliğinde ve yarım daire biçiminde bir duvarla çevrilidir. Bu duvarla Kâbe-i Muazzama arasında kalan sahaya Hicr-i İsmail denilir.

Hicr-i İsmail'in en az üç metresinin Kâbe'den olduğu kesinlik kazandığına ve bu kısım Kâbe duvarının bitişiği olduğuna göre, bu kısımda namaz kılan kimse Kâbe'nin içinde namaz kılmış gibi olur. Nitekim Ebû Davud, Tirmizi ve Nesâi'nin rivayet ettikleri bir hadiste Aişe (seafoodplus.info):

"Ben Kâbe'nin içine girip orada namaz kılmayı çok arzuluyordum. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.s.) elimden tutup beni Hicr-i İsmail'e koydu ve:"

"Kabe'ye girmek istediğin zaman Hicr-i İsmail'de namaz kıl. Çünkü Hicr-i İsmail, Kabe'den bir parçadır. Senin kavmin Kabe'yi (tekrar) bina ettikleri zaman daraltıp Hicr'i ondan çıkardılar." buyurdu." (Tirmizî, Ḥac, 48; Nesâî, Ḥac, ) demiştir.

Bu hadis rivayetini dikkate alan bazı alimler ise hicrin tamamının Kabe’den olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Buna göre Hz. İsmail ile annesinin mezarlarının hicrde olduğuna dair rivayet eğer sahihse, mezarların bugünkü hicrin Kabe’ye dahil olmayan kısmında bulunması gerektiği açıktır.

Peygamber kabirlerinin mescid edinilmemesini isteyen Resûl-i Ekrem’in (Buhari, Cenaiz, 62, 96), hicrde namaz kılması ve Hz. Aişe’ye de tavsiye etmesi (İbn Mace, Menasik, 31) bunu teyit etmektedir.

4 Hac sırasında tavafta yedi defa dönmenin hikmeti nedir?

Kâbe etrafında tavaf, tevhid fikrini temsil etmektedir. Bu hareketin ictimaî hayata ait olan mânâsı, birlikten ayrılmamak ve bu birliği korumaya çalışmaktır. Ferdî hayata ait mânâsı ise daha derin hakikatları ihtiva etmektedir. Çünkü gökler yedi kattır, insandaki nefis de yedi tanedir. Her dönüşte bir merhale, bir menzil aşılarak yedi kat göklerin üstüne çıkmak, maddî âlemin üstüne yükselmek demektir. Ayrıca iç dünyamızda yedi basamaklı olan nefsin en aşağı basamağından en üst basamağına yükselmesidir. Yani nefs-i emmâreden nefs-i mutmainneye çıkarak, hayvanî hayattan kurtulup, ruhânî hayata kavuşmak demektir.

Kâbe'yi tavaf, kâinat nizamından alınmış bir ibadettir. Seyyareler güneş, elektronlar çekirdek, pervaneler kandil etrafında döner; böyle bir merkez etrafında dönmek ona aşkla bağlılık anlamına gelir.

Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak:

"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihinin farkında değilsiniz"(İsrâ, 17/44)

buyurmaktadır. Tabiat ilimlerindeki gelişme bu ayetin açıklamasına yardımcı olmuştur. Nitekim, önceleri cansız ve hareketsiz olduğu sanılan varlıklar da dahil olmak üzere bütün eşya atomlardan meydana gelmiştir. İşte atom çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar, sürekli ve muntazam bir şekilde çekirdeğin etrafında dönmektedirler ki, bu durum Kur'an-ı Kerim tarafından Allah'ı tesbih olarak ifade edilmiştir. Bu bakımdan, İslâm'ın sembolü olan Kâbe etrafında dönmek de; dine gönül vermek, onun etrafında pervane kesilmek ve Allah'a bütün kalbiyle bağlanmaktır.

İbadet; kulun, Allah Teâlâ’ya karşı tekbir, hamd, şükür gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. Bu nedenle her varlığın Allah'ın verdiği görevi yerine getirmesine onların ibadetleri, tesbihleri denilebilir.

Tavafı Anlamak:Tavaf, sözlükte bir şeyin etrafında dönmek ve dolanmak demektir. Evrende maddenin en küçük yapısı olan atomdan, en büyük galaksilere varıncaya kadar her şey tavaf halindedir. Atomda elektronlar bir kalp mesabesindeki çekirdek etrafında baş döndürücü bir hızla dönerken, galaksilerde milyarlarca yıldız sistemleriyle galaksinin merkezi etrafında akıl almaz bir hızla dönmektedirler. Sanki hepsi kendilerini var eden ve yaratan Yaratıcıya ibadet etmektedirler. Kur'an'da ifade edildiği gibi, her biri bir yörüngede seyretmektedir. (Yasin, 36/40)

Kabenin etrafında tavaf eden on binlerce Müslümanın oluşturduğu tablo, bir galaksinin, milyarlarca yıldızıyla dönüşünü andıran bir manzara gibidir. Bu bakımdan tavaftaki manevi hazzı tam anlamıyla elde edebilmek için kendini yörüngeye bırakmak gerekmektedir. Zaten Kabenin çekim alanında yörüngeye girebilen bu manevi akışa kendini bırakır ve mü’minler denizinden bir damla olabilmenin zevkine erer. Kabe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kainatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilahi takdire boyun eğişin sembolü sayılır.

Erkeklerin tavafın ilk üç şavtında daha heybetli yürümelerine Remel, tavafta ihramlıyken sağ omuzlarını açık bulundurmalarına Iztıba adı verilir.

Burada yapılan üç davranışın tarihi anlamı, hasımlara karşı güç ve gövde gösterisiydi. Mekkeli Müslümanlar, Medine'ye hicret edince, oranın havası kendilerini olumsuz etkilemiş ve biraz zayıf düşmüşlerdi. Aradan yedi yıl geçtikten sonra üç günlüğüne geldikleri umre ziyaretinde Mekkeliler tarafından bu durumları dile getirilince Hz. Peygamber (asm), ashabına, o müşriklere karşı güçlü görünmelerini, onların oturduğu tarafa dolandıklarında daha çalımlı ve güçlü görünmelerini emretmiş ve onlar da bunu yapmıştı.

Şüphesiz o gün için onların bu hareketi güçlü olduklarını ifade etmeye yetmekteydi. Ya bugün hacılar kendilerinin, Müslümanların güçlü olduğunu nasıl gösterebilecekler? Maddi güç, manevi güç, moral güç… Neleri, nerede, nasıl kaybettik ve nasıl kazanacağız? Hiç şüphesiz hac yaparken bunu da düşünmeliyiz.

İbni Abbasa göre başlangıçta tavaf esnasında sırf Kureyşlilere karşı gösteri amacıyla yapılan Remel(heybetli yürüyüş) Hz. Peygamber (asm)'in Veda Hacc'ında tavafın ilk üç şavtında yapmasıyla sünnet olmuştur. Yine Hz. Ömer (ra), Haceri Esvedle ilgili sözünün devamında:

“Biz neden hâlâ bu remele devam ediyoruz ki? Çünkü vaktiyle biz, bu remel ile (bizim zayıf düştüğümüzü söyleyen) müşriklere karşı (güçlü) görünmek isterdik. Halbuki Yüce Allah onları helak etmiştir." (Buhari, Hac, 57)

O, müşriklerin helakiyle bu gerkçenin kaybolduğunu düşünmesine rağmen, Hz. Peygamber (asm)'in yapmış olduğu bir uygulamayı terk etmek istememiş ve aynen ittiba etmiştir. Belki de düşmanları karşısında her dönemde nasıl güçlü olmaları gerektiğini Müslümanların hiçbir zaman unutmamaları için devam etmiştir.

Tavaf Kâbe sola alınarak başlanır. Bunun da simgesel bir anlamı vardır. Nazargahı ilahi olan insanın kalbi, “Beytullah” yani Allah'ın eviyle karşı karşıya gelir tavafta. Allah insanın şekline, kalıbına, malına mülküne değil, kalbine bakar. Bu yönüyle Kabe ile insan kalbi arasında dikkat çekici bir ilgi vardır. Bu sebeple tavafta kişinin kalbi Kabe tarafında yer alır. Bunda aynı zamanda tavafın ne kadar kalpten ve gönülden yapılması gerektiğine de bir işaret vardır.

Kabenin etrafında mümin olmanın zevki yaşanır. Allah'a yakın olmanın tattırdığı bu zevki bir başka yerde bu kadar canlı ve bu kadar coşkulu bir şekilde yaşamak çok zordur. Bu kutsal mekanda tanık olunan yakınlaşma duygusu, hacıya kendi evinde olduğu hissini verir. Burada hacı kendini sılaya kavuşmuş gibi hisseder. Çünkü Kabe’nin yüzü kendisine öylesine tanıdık, kokusu öylesine bildik, sıcaklığı öylesine kuşatıcı gelir ki mümin için, başka hiçbir sevgi bu denli çekici olamaz.

Tıpkı namaz kılarken olduğu gibi, Kabe’nin etrafında tavaf eden inanlar arasında hiç bir ayrım yoktur. Burada müminler eşitlenir. Kişiyi diğerlerinden ayıran hiç bir işaret veya alamet yoktur artık. Orada tevhidin simgesi olan birlik vardır. Burada müminler denizinde kaybolmak ve toplulukta erimek gerekmektedir.

Birisinin etrafında dönmek,âdeta onun etrafında pervane kesilmek, sembolik olarak yürekten bağlılığı ve onun için her şeyini feda edebileceğini gösteren bir harekettir. Bu bakımdan Beyti Atik'i tavaf, yalnızca Yüce Yaratıcı'ya yönelmenin ve yalnızca onun huzurunda eğilmenin ve ondan başkasına ibadet etmemenin fiili bir göstergesidir.

Tavafta hacı Allah'ın huzurunda olduğunun bilinciyle Ona yaraşan bir tazim ve hürmet, korku ve ümit arası bir muhabbet içerisinde olmalıdır. Tavaf ederken Hz. İbrahim (as) oğlu İsmail ile, Allah'ın evini nasıl döne döne inşa ettilerse, hacı da aynı şekilde döne döne iman evini, gönül evini yani kalbini inşa etmelidir. Kabe Allah'ın evi kalpler de onun nazargahıdır. Hacı orada sürekli kabeye bakar, onu seyreder, onun yüceliğini temaşa eder, Allah da daima kulun kalbini gözetir, onu dikkate alır. Hz. Peygamber (asm)'in veciz bir şekilde ifade ettikleri gibi

“Allah sizin şeklinize, şemailine ve mallarınıza bakmaz. Aksine kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, 1, 33)

Bu dünyada da böyledir, ahirette de. Hani şairin Şuara ayeti esas alarak söylediği gibi, hiç bir şeyin fayda vermeyeceği kıyamet gününde yüce Allah altın ve gümüş değil, teslim olmuş bir kalp istemektedir.

"Sanma ey hacı senden zer u sim i isterler. / 'Yevme la yenfu' da kalbi selim isterler."

Nitekim kültürümüzde sufiler Kâbe ile igili Kur'an'da ve hadislerde geçen bütün sıfatları insanın kalbi için kullanmışlar, ve ona beytullah demişlerdir. Yahut "Beytü'l-Haram" demişler ve bunu da insanın gönlü için kullanmışlardır. Çünkü gönül Allah'ın evidir ve sevgiliden başkasının oraya girmesi haramdır demişlerdir. Nitekim Allah Resulunun Kâbe'yi tavaf ederken söylediği şu hadis bunu teyid etmektedir:

“(Ey kabe!) ne kadar hoşsun, kokun ne kadarda güzel! Şanın hürmetin ne kadar da yüce! Ama canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti, dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür.” (ibni Mace, Fiten 2)

Kaynaklar:

1. Kur'ân'ın Getirdiği - Emin IŞIK.
2. Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri - Doç Dr. Ali Murat DARYAL.
3. Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli - Türkiye Diyanet Vakfı.
4. Diyanet İslâm İlmihali.
5. Hac Rehberi - İrfan YÜCEL - Türkiye Diyanet Vakfı.
6. Haccı Anlamak, Diyanet Yayınları.

5 Umrede ve hacda cinsel ilişki yasak mıdır?

Hac için ihrama giren kişinin, ihramda iken yapması yasak olan şeyler, umre için ihrama giren kişi için de yasaktır. İhramda iken bu yasaklardan birisini yapan kimseye, hac için ihramda iken aynı yasağı işleyen kimse için gerekli olan ceza gerekir.

Hacca veya umreye niyetlenen kimsenin “mikat” denilen yerlerden itibaren, daha önce mübah olan bir takım fiilleri kendisine haram kılmasıdır. Dikişli elbise giymek, kokulanmak ve eşi ile cinsel ilişkide bulunmak bu yasakların başında gelir. Ancak kadınlar dikişli giysilerini çıkarmazlar.

Böylece hac veya umre sırasında ihramlı kalındığı sürece evli eşler arasında cinsel ilişki veya buna yol açabilecek sarılma, öpüşme, şehvetle dokunma ve kadının cinsel organına bakma gibi fiiller yasaktır.

Ayette şöyle buyurulur:

“Kim hac aylarında ihrama girerek haccı kendisine farz kılarsa, hac sırasında kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur.” (Bakara, 2/)

Ayetteki “refes” sözcüğü, kadınla cinsel teması veya genel olarak erkeklerin kadınların cinsel yönüne olan ihtiyacını kinayeli olarak ifade eder. Bir hadiste de şöyle buyurulur:

“Kim hac yapar, hac sırasında cinsel temastan korunur ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur.” (Buharî, Hacc, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hacc, ; Nesaî, Hacc, 4; İbn Mace, Menasik, 3; A. b. Hanbel, II, , , )

Hanefîlere göre, ihramlının nişanlanıp evlenmesi caizdir. Ancak bu takdirde zifaf, hacdan sonraya geciktirilir. Delil, Hz. Peygamber (asm)’in ihramlı iken Meymûne (seafoodplus.info) île evlenmesidir. (bk. Buhari, Sayd, 12, Nikah, 30, Megazî, 43; Müslim, Nikah, 46, 47, 48; Tirmizî Hac, )

Çoğunluk fakîhler ise ihramlının evlilik akdini geçersiz sayarlar. Dayandıkları delil şu hadistir:

“İhramlı kimse evlenemez, kendisi ile evlenilmez ve nişanlanılmaz.”(Müslim, Nikah ; Ebu Davud, Menasik, 38; Tirmizî, Hac, 23; Nesaî, Menasik, )

Bunlar Hz. Peygamber (asm)’in Meymûne (seafoodplus.info) ile evlenmesinin ihramlı değilken vuku bulduğunu söylerler. (Tirmizî, Hac, 23,24; Darimî, Menasik, 21; A. b. Hanbel, VI, )

Hac yapmakta olan kimse, Arafat’da vakfeden önce cinsel ilişkide bulunsa haccı fasid olur ve gelecek yıl kaza etmesi gerekir. Ayrıca ceza olarak bir küçük baş hayvanı kurban keser. Cinsel birleşmeye yol açabilecek öpme, şehvetle dokunma gibi fiillerde, boşalma olsun veya olmasın, bir küçük baş hayvan kurban gerekir. Malikîler dışında çoğunluğa göre bu durumda hac fasid olmaz.

Arafat’da vakfeden sonra, henüz ihramdan çıkmadan eşiyle cinsel temasta bulunmanın cezası ise, büyük baş bir hayvanın kurban kesilmesidir. İhramdan çıktıktan sonra ise, cinsel ilişkiye girmek yasak değildir.

6 Hac hakkında sık sorulan sorular ve cevapları nelerdir?

 

 Hac Nedir?

Hac, sözlükte yönelmek, ziyaret etmek anlamına gelir. Dini bir terim olarak hac; yılın belli günlerinde (Kameri aylardan Zilhicce ayında) kurallarına uygun şekilde ihram denilen örtüye bürünerek Arafat'da ayakta durmak ve Kâbe’yi tavaf etmektir. Bu kutsal yerleri belirli zamanlarda ziyaret eden kimseye hacı denir.

Hac ve Umre Arasındaki Fark Nedir?

Hac, hac ayları denilen zaman dilimi içinde yapılan bir ibadettir. Hac ayları Hicrî takvime göre Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Hac, bu aylar içinde umresiz de yapılabilir, umre ile birlikte de yapılabilir. Haccın umresiz ya da umre ile birlikte yapılmasına haccın eda şekilleri denir.

 

Haccın zamanı, hac ayları diye isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır." İfadesi, “Hac belli aylardır”(Bakara, 2/) mealindeki ayetin bir açıklaması mahiyetindedir.

Hac görevi, ihrama girmekle başlar. Bunun başlangıcı  ise Şevval ayıdır. Bir kimse Şevvalde ihrama girip Zilhiccenin (veya ) gününün akşamına kadar, haccın menasikini tamamlayabildiği için, bu aylara hac ayları denilmiştir.

Yani bu aylara Hac ayları denilmesinin sebebi, haccın ilk şartı/ rüknü olan ihramın ancak bu aylarda giyilmesinin öngörülmüş olmasıdır. Bu aylardan önce ihrama girmek, Hanefi ve Hanbelilere göre mekruhtur. Bu konuda Buharî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği şu hadis-i şerif alimlerin bu görüşlerinde etkili olmuştur. “Hac ayları dışında ihrama girmemek sünnettendir.” (bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/).

Şafiilere göre ise, hac ayları dışında alınan söz konusu ihram hac için değil, umre için geçerli olur. Çünkü, “Hac belli aylardır”(Bakara, 2/) ayeti, hac için belirlenmiş aylar dışında ihrama girilemeyeceğini ifade etmektedir.(bk. a.g.y; Muğni muhtac,1/, Muhazzeb,1/).

Umre, belirli bir vakte bağlı olmaksızın, usulüne göre ihrama girdikten sonra tavaf ederek Kâbe’yi ziyaret etmek ve diğer bazı dini görevleri yerine getirmek suretiyle yapılan ibadettir.

Hac Niçin Yapılır?

Her müminin amacı Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Onun rızasını kazanmanın yollarından biri de, peygamberleri aracılığı ile bildirdiği emirleri yerine getirmek, yasaklarından da kaçınmaktır. Allah’ın emirleri insanı iyiye, güzele, doğruya yöneltmek, yasakları ise kötülüklerden uzaklaştırmaktır. Böylece insanı güzel ahlâk sahibi kılarak mutlu olmasını sağlamaktır.

Aynı zamanda Allah’ın buyruklarını yerine getirmekle onun sevgisini kazandığımız gibi, verdiği nimetlerden dolayı da şükretmiş oluruz. Çünkü Allah sevgiye, saygıya ve ibadet edilmeye lâyık tek varlıktır.

İslâm’ın beş temel şartından biri olan hac, hem mal hem de bedenle yapılan bir ibadettir. Maddi durumu iyi olanların ömürlerinde bir defa hac ibadetini yapmaları farzdır. Yüce Allah Kur’an’da: “Yoluna gücü yetenlerin Allah’ın evi (Kâbe)ni hac ve ziyaret etmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir Hakkı’dır.” (Ali İmran, 3/97) buyurmuştur. Peygamberimiz (asv) da haccı Müslümanlığın beş esasından biri olarak saymış, yapılışını bizzat uygulayarak Müslümanlara öğretmiştir.

Hac Kimlere Farzdır?

Gücü yeten, yani zengin ve sağlıklı olan Müslüman’ın hayatında bir kez haccetmesi farzdır. Bir kimseye haccın farz olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

Erkek olsun, kadın olsun şartlarını taşıyan her Müslümana, ömründe bir defa haccetmek farzdır. Üzerine hac farz olan kimse, bu ibadeti geciktirmeden bir an önce yerine getirmelidir. Üzerine farz olduğu halde bir takım gerekçelerle bu önemli ibadeti yerine getirmeyip ileri yaşlara ertelemek dinen uygun değildir. Bu şekilde haccını erteleyip daha sonra bizzat hac yapamayacak duruma düşen kimse, yerine bedel (vekil) göndermek zorunda kalır.

Bir kimsenin hac ibadetiyle yükümlü sayılması için; Müslüman, akıllı, erginlik çağına ulaşmış, hür, hac için yeterli malî imkâna sahip ve bu ibadeti yerine getirecek vakte erişmiş olması şarttır. Bu şartlardan birini taşımayan kimseye hac farz olmaz.

Haccın Edasının Şartları Nelerdir?

Kendisine hac farz olan kimsenin, haccını bizzat eda etmekle yükümlü olması için, sağlıklı olması, tutukluluk veya yurtdışına çıkma yasağı gibi bir engelinin bulunmaması ve yolun güvenli olması şarttır. Hac yolculuğuna katlanamayacak, ya da fiilen haccedemeyecek derecede hasta olanlar ile yaşlılar, hac kendilerine farz olsa bile, eda ile yükümlü değildirler. Bu durumda olanlar şartları oluştuğu takdirde bizzat haccederler.

Hac Yerine Fakirlere Sadaka Verilebilir mi?

Kişi kendisine farz olan hac ibadetini yerine getirmekle yükümlüdür; fakirlere sadaka vermekle bu sorumluluktan kurtulmaz. Bu itibarla, hac yerine sadaka veren kişi, hac ibadetini yerine getirmiş olmaz.

Borçlanarak Hacca Gitmek Doğru mudur?

Bir Müslüman`ın hac ibadetiyle yükümlü olması için, sağlık ve servet yönünden haccetme imkanına sahip, hür, akıllı ve buluğ çağına erişmiş olması gerekir. Bu itibarla, servet yönünden haccetme imkanına sahip olmayan kişilerin borçlanarak hacca gitmeleri gerekmez; ancak, borçlanarak hacca gitmeleri halinde, hac ibadeti geçerli olur ve kendilerinden hac görevi de düşer.

Diğer taraftan, haccın farz olması için gerekli şartları taşıdığı halde, hac mevsiminde hazır parası bulunmayan ve borç aldığı takdirde bunu daha sonra ödeme gücüne sahip olan kişilerin, bu görevi bir an önce ifa etmeleri için, borç alarak hacca gitmeleri uygun olur.

İhram Ne Demektir? 

Hac veya umre yapmaya niyet eden kişinin, diğer zamanlarda helal olan bazı fiil ve davranışları, hac veya umrenin rükünleri tamamlanıncaya kadar kendine haram kılmasıdır. İhramın, niyet ve telbiye olmak üzere iki rüknü vardır.

 Niyet, hac veya umre yapmaya karar vermektir. Niyetin dil ile yapılması müstehaptır.

Telbiye ise, “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek, (Allâh’ım, davetine isteyerek uydum, emrine amadeyim. Senin eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd senin, nimet senin, mülk de senindir. Eşin ve ortağın yoktur.)” demektir.

Niyet ve telbiye ile birlikte ihramın yasakları başlar. İhramlıya, vücudundaki saç ve kılları kesmesi, yolması veya tıraş etmesi; tırnak kesmesi; dikişli elbise giymesi (erkekler için); güzel koku sürünmesi; süslenmek için yağ, boya vb. makyaj malzemesi kullanması; başını (erkekler için) ve yüzünü örtmesi, eldiven, çorap ve topukları örten ayakkabı giymesi; cinsi münasebette bulunması; avlanması; harem bölgesindeki bitkileri kesmesi yasaktır.

Hacda Kesilmesi Gereken Kurbanlar, Harem Dışında Kesilebilir mi?

Hac ve umre sırasında Harem’de kesilen kurbanlık hayvanlara ve Kâbe’ye ve Harem bölgesine hediye olmak üzere kesilen kurbana hedy denir.

Hedy kurbanları, vacip ve nafile olmak üzere ikiye ayrılır. Kıran veya Temettu’ haccı yapanların hedy kesmeleri ile ceza kurbanları, ihsar kurbanı ve harem bölgesinde kesilmesi adanan kurbanlar vaciptir. Hac veya umre yapılırken, bir yükümlülük bulunmadığı halde kesilen kurbanlar ise nafiledir.

Hedy kurbanları, ister vacip, isterse nafile olsun, Harem bölgesi içinde kesilir. Harem bölgesinde kesilmez ise, vacip olan hedy kurbanlarının Harem bölgesinde yeniden kesilmesi gerekir. Ancak nafile olarak kesilenlerin yeniden kesilmesi gerekmez.

Hacda bulunan kişilerin, hac kurbanı (hedy) dışında, bayram münasebetiyle nafile olarak kurban kesmek istemeleri halinde, bunu vekalet yoluyla kendi ülkelerinde kestirmeleri daha uygun olur.

Kadınlar Yanlarında Mahremi Olmaksızın Hacca Gidebilirler mi?

Bir şahsın hacc ibâdeti ile mükellef olabilmesi için Müslüman, aklı başında, ergenlik çağına girmiş, hür ve muktedir olması gerekir. Muktedir olmak, maddi imkânlara ve güvenliğe sahip olmak demektir. Bunun için kişinin gerek kendisine ve gerekse geçindirmek zorunda olduğu şahıslara, hacca gidip dönünceye kadar yetecek maddî güce sahip bulunması, yolculuğu engelleyecek bir hastalık, yahut sakatlığının bulunmaması, yolun açık ve günvenli bulunması (yolda hayatî bir tehlikenin mevcut olmaması) gerekir.

Kadınların ayrıca yanlarında mahrem (nikâh düşmeyecek kadar yakın) bir akrabaları, yahut kocalarının bulunması şarttır. Böyle bir kimsesi bulunmayan, diğer şartları da taşıyan kadın farz olan haccı yapmak isterse, güvenilir kadınların bulunduğu bir gurup içinde haccını yapabilir; bunun için sahte nikâhlara gerek yoktur.

Hac Farz Olduktan Sonra, Fakir Olan Kimsenin Hac Etmesi Yine Farz mıdır?

Haccın şartları taşımayan kişilere hacc farz değildir. Şartları taşır iken bu ibâdeti yapmamış olanlar, sonradan şartları kaybederler ise sorumlulukları devam eder. Meselâ zengin bir şahıs, hacc mevsimleri gelip geçtikten sonra devamlı bir hastalığa maruz kalırsa yerine birini göndermesi gerekir. Bu sebeple Müslüman, imkân elverdiği anda ve ilk fırsatta bu ibâdeti yerine getirmelidir.

Haccın Faydaları Nelerdir?

Haccın maddi ve manevi birçok faydaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

- Hacca giden Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği vücut sağlığı ve mal zenginliği gibi dünya nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olur.

- Değişik ülkelerden gelen Müslümanlar görüşüp tanışır ve bilgi alış-verişinde bulunur; aynı zamanda ticarî ilişkilerde bulunurlar.

- Hac, insanın kul hakkı dışında diğer günahlardan affedilmesine sebeptir. Bunun için günahlarının affedilmesi için dua ederler. Bir daha kötü bir iş yapmamak, dürüst ve ahlâklı olmak üzere Allah’a söz verirler.

- Hac, çeşitli Müslüman ülke insanları arasında kardeşlik kurulmasına yardımcı olur. İslâm dininin birlik ve beraberlik dini olduğu, hacda daha kolay anlaşılır.

- Hac mevsiminde Kâbe mahşer yerini andırır. Hac ibadetini yerine getiren Müslüman dünya menfaatleri için yapılan kötü işlerin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu kavrar.

- Biliyoruz ki seyahat insan sağlığı için çok faydalıdır. Hatta ruhî sıkıntılardan kurtulması için insanlara seyahat tavsiye edilir. Allah da Kur’an’da gezip dolaşmayı tavsiye etmiştir. İşte hacca gidenler bu seyahati tabiî olarak yapmış olurlar.

- Bütün hacı adaylarının renk, ırk ve meslek ayırımı gözetmeden bembeyaz ve aynı tip ihram içinde bulunmaları, eşitlik fikrinin yerleşmesine yardımcı olur.

- Aynı zamanda hac ibadeti dünya Müslümanları arasında tanışma, yakınlaşma, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve kardeşlik duygularının gelişmesine yol açtığı için evrensel boyutları olan bir ibadettir.

- Kısaca, hacca gidenlerin inançları tazelenir. İnsanlığa hizmet aşkları artar. Yardım duyguları gelişir. Bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu kavrar. Böylelikle dostluk, sevgi ve barış sağlanmış olur.

Haccın İnsan Üzerindeki Etkisi Nedir?

Hacca giden Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği vücut sağlığı ve mal zenginliği gibi nimetlerin şükrünü yerine getirmiş olur. Dünyanın dört bucağından hacca gelen Müslümanlar, sayısız manevi kazançlarla dönerler. Diğer ülkelerde bulunan Müslümanların ihtiyaçlarının neler olduğunu öğrenir ve onlarla ticari, sosyal ve kültürel bağlar kurarlar. Bu açıdan hac, uluslararası bir kongre niteliği taşır.

Müslümanlar birbirlerinin ihtiyaç ve sıkıntılarını öğrenip yardımlaşma yoluna giderler. Dünyanın her tarafından gelen diğer Müslümanlarla tanışırlar. Ayrı dil ve renkteki insanlar İslam’ın birlik ve kardeşlik ilkesini yaşayarak gerçekleştirmeye çalışırlar. İnsanları birbirinden ayıran ırk, dil ve renk farklarını bir tarafa bırakarak, eşitlik duygusunu tadarlar. Aynı duygu ve heyecan içinde birlik ve beraberliklerini güçlendirirler. Böylece imanları tazelenir ve güçlenir.

Peygamberimiz (asv); “Makbul bir haccın mükâfatı ancak Cennet’tir.” buyurmuştur. Bu ibadeti yaparken her seviyede insanın aynı kıyafete bürünmesi, öldükten sonra Allah’ın huzuruna çıkış gününü hatırlatır. İhrama girerek dünya elbiselerinden soyunan insan, günahlarından da sıyrılacak, bir daha günaha girmemek için gayret edecek, Allah’a dua ederek O’ndan af dileyecek ve olgun bir Müslüman olmak için çalışacaktır.

Hac, insandaki şükür duygusunu artırır. Tevhid inancını ve dini duygularını çoğaltır. Hac, insanın manevi bir muhasebesini yapmasını sağlar. Bilgi ve görgüsünü artırır. Hac, insanları harcamaya kıyamadığı mallarını bu yolda harcaması nedeniyle cimrilikten kurtardığı gibi, cömertliğe de alıştırır. Alçak gönüllü olmasını sağlar. Çekingenliğini giderir. Toplum içinde birlikte yaşama duygusunu kuvvetlendirir. Hac ibadetini yapıp ülkesine döndükten sonra da, nefsine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma karşı yapmakla zorunlu olduğu bir takım sorumluluklar yüklenmesini sağlar. Kişiye düzenli ve disiplinli yaşama bilinci kazandırır. Davranış ve hareketleriyle başkalarını üzmemeye çalışır. Kul hakkına saygı duyar. Hac’dan önceki yaşantısında var olan aşırılıkları atmasını sağlar.

Hac uyumlu bir yaşam biçimi kazandırır. İnsanı daha sabırlı yapar. Yaratıklara daha şefkatle yaklaşmasını sağlar. Böylece insan, toplumun sosyal dayanışmasına katkı sağlayacak önemli özellikler kazanır.

Hac, mü’minlerin samimi bir şekilde Allah’a yönelerek tevbelerinin kabul edilmesine ve günahlarının bağışlanmasına neden olur. Kutsal yerleri görmek, insana manevi bir heyecan vererek dini duyguları kuvvetlendirir. Yüce Allah’a ibadet etmenin sevincini yaşatır. Her çeşit kötü alışkanlıkların bırakılmasıyla ruhsal temizliğe yardım eder. Döndükten sonra da topluma en güzel örnek bir insan durumuna getirir. Kişinin kötülüklerden uzaklaşarak ahlaken olgunlaşmasını, iyiye ve güzelliğe ulaşmasını sağlar ve toplumun huzura kavuşmasına yardımcı olur.

Haccın Fazileti Nedir?

Dünya ve ahiret hayatı açısından önemli bir dönüm noktası olan hac, samimi ve ihlâslı bir şekilde yerine getirildiği zaman, Müslümanı büyük-küçük bütün günahlarından arındırır; onun Allah  katındaki derecesini yükseltir, cenneti kazanmasına vesile olur ve kişiyi ahlâken olgunlaştırır.

Gücü yetenlerin farz olarak ömürlerinde bir defa yapacakları bu ibadetin fazileti gerçekten büyüktür. Hacda yapılan dualar ve tövbeler kabul görür. Böylece bu ibadeti îfa edenler, işlemiş oldukları hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler.

Hac ibadeti boyunca devamlı maddi ve manevi kirlerden temizlik yapılır. Bedenî kirlerden tam bir temizlik yapıldığı gibi, günah kirlerinden de bütünüyle bir temizliğe girişilir. Haccın kalpteki pasları gidereceğini, küçük-büyük bütün günahların affına vesile olacağını Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz: “Kim Allah  için hacceder de bu esnada kötü söz, iş ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, annesinin onu doğurduğu günkü gibi temiz ve günahlarından arınmış olarak hacdan döner.” (Buhari, Hac: 4; Müslim, Hac: 79; Tirmizi, Hac: 2) buyurarak haber vermektedir. Bu ifade, haccın her bakımdan büyük bir arınma oluşuyla ilgilidir. Bu hadis-i şerif, haccın ne derece faziletli bir ibadet olduğunu anlatmaya yeter.

Hac, kendisinden önceki küçük-büyük bütün günahları yok eder. Amr b. Âs (r.a.), seafoodplus.infober (s.a.v.) Efendimize biat ederken; ALLAH  tarafından bağışlanmayı şart koşmak isteyince, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

"Bilmez misin ki! Müslüman olmak, önceki küçük-büyük bütün günahları yok eder. Hicret de kendinden önceki küçük-büyük bütün günahları yok eder. Hac da kendinden önceki küçük-büyük bütün günahları yok eder.” (Müslim; İman: ) buyurdu.

Tabiî ki hac Allah  için yapılmalıdır. Yani hacda herhangi bir dünyevi çıkar, şöhret, riya v.s. bulunmamalıdır. Pek çok insan şan ve şöhret için hac yapmaktadır. Onlar çektikleri bu kadar sıkıntı ve yaptıkları masrafları sevap yönünden boşuna zayi etmektedirler. Gerçi farz olan hac bu şekilde de edâ edilmiş olur. Ancak sadece Allahuteâlâ’yı razı etmek niyetiyle yapılırsa, farz edâ edilmekle beraber pek çok sevap kazanılmış olur. Bu kadar büyük sevabı, birkaç insan arasında büyük görünmek niyetiyle zayi etmek, ne büyük bir zarar ve hüsrandır.

Hacceden kimselerin Allah  katındaki değeri çok yüksektir. Bu sebeple Yüce Allah onların içtenlikle yapacakları duaları geri çevirmez. Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

“Hac ve umre için Beytullâh’a gidenler, Müslümanların Allah’a gönderilmiş temsilcileri, Allah’ın misafirleridirler. Dua ederlerse, ALLAH  dualarını kabul eder, afv ü mağfiret dilerlerse, onları bağışlar, affeder.” (İbn Mace; Menasik: 5; Nesai; Hac: 4) buyurmuşlardır.

Hac ve Umre ile İlgili Kavramlar Nelerdir?

İhram: Haccın farzlarından biridir. “İhram” vücudun belden itibaren alt kısmına sarılan ve sırta alınan bir havludan ibarettir. Bu erkekler içindir. Kadınlar ihrama girmez, uzunca bir entari giyerler.

Vakfe: Vakfe “durmak” demektir. Dîni bir terim olarak Arefe günü (Kurban Bayramı'ndan bir gün önce) Arafat’ta bulunmaktır. Orada ibadet ve dua edilir.

Tavaf: Kurban Bayramı'nın ilk üç gününde Kâbe’yi tavaf etmek farzdır. Kâbe’nin etrafında dualar okunarak yedi kez dönmeye tavaf denir. Bir kez dönüşe şavt denir.

Sa’y: Kâbe’nin yakınında bulunan Safa ile Merve tepeleri arasında gidip gelmektir. Bu gidiş ve gelişler, Safa’dan Merve’ye dört, Merve’den Safa’ya üç olmak üzere yedi defadır.

Hac ve Umre ile İlgili Mekânlar

Kâbe: Mescidi Haram’ın tam ortasında, köşeleri dört ana yöne denk gelecek şekilde yapılmış dikdörtgen biçiminde bir binadır. Kâbe’nin içinde tavanı tutan üç ağaç sütun ve tavana çıkmak için bir de merdiven vardır. İç duvarı mermerle kaplıdır. Kâbe’nin üstü ve dış duvarları her yıl hac mevsiminde değiştirilen üzeri ayetlerle işlenmiş siyah bir örtü ile kapatılmaktadır. Kâbe’nin köşesinde tavafın başlama noktasını belirten siyah bir taş “Hacer-ül Esved” bulunmaktadır. Kâbe’nin yapılması ile buraya “Mescidü’l Haram” yani güvenlikle ibadet edilecek yer denilmiştir.

Hz. İbrahim (as) Allah’tan aldığı emirle Kâbe’yi yapmıştır. Oğlu Hz. İsmail (as) da kendisine yardımcı olmuştur. Hz. İbrahim (as) Kâbe’nin yapımını tamamladıktan sonra Allah kendisine “Şimdi insanları buraya çağır” diye emretmiş ve o da bu emri yerine getirmiştir. Hac sırasında Müslümanlar Hz. İbrahim (as)’in davranışlarını hatırlayarak onu yeniden yaşarlar. Mekke ve orada bulunan Kâbe, Hz. İbrahim (as)’den sonra yüzyıllar boyu kutsallığını korumuştur. İslâm’ın gelmesiyle Allah Peygamberimize (asv) şöyle buyurmuştur: “İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.”(Hac, 22/27) İşte, Allah’ın bu emri gereğince Müslümanlar farz olan hac ibadetini yaparlar.

Mescidi Haram: Kâbe’yi çevreleyen, namaz kılmak, tavaf ve dua etmek için kullanılan geniş bir alandan ibarettir. Buraya “Haremi Şerif” de denir. Zemini renkli mermerle kaplı olan bu alanın dört tarafı duvarlarla çevrilmiş olup, pek çok kapısı ve yedi tane minaresi vardır.

Mekke: Hz. İbrahim (as)’den bu tarafa Kâbe kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir. Zaman içinde oraya yerleşen insanlar, Mekke şehrini kurmuşlardır. Mekke Kur’an’da şehirlerin anası olarak anılmaktadır. Kur’an, Allah’a ibadet amacıyla yapılan ilk mescidin Mekke’de inşa edildiğini belirtmektedir. Bu konu ile ilgili ayet şöyledir: “İnsanlar için kurulan ilk ev (ibadet yeri) Mekke’de âlemlere hidayet kaynağı olan Kâbe’dir.” (Ali İmran, 3/96)

Safa ve Merve: Kâbe’nin doğusunda yaklaşık metre aralıklı iki tepedir. Güneydeki, Safa, kuzeydeki ise Merve’dir. Bu iki tepe arasında sa’y yapılır.

Arafat Dağı: Mekke’nin doğusunda, Mekke’ye yaklaşık 25 km. uzaklıkta bulunan, hacıların Kurban Bayramı'nın arife günü toplandıkları yerdir. Haccın farzlarından biri olan “Arafat Vakfesi” burada yapılır.(Bakara, 2/) Peygamberimiz (asv) “Hac Arafat’tır” buyurarak, Arafat Vakfesi'nin önemini belirtmiştir.

Arafat, Sevgili Peygamberimiz (asv)'in, Yüce Allah’ın ümmetinin bağışlanmasını istediği ve onların bağışlanacağına dair ilâhi müjdeyi aldığı yerdir. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (asv) da yılında arkadaşları (ashabı) ile birlikte yaptığı “Veda Haccı” nda yüzbini aşkın Müslüman’a yaptığı konuşmayı, yani “Veda Hutbesi”ni burada yapmıştır.

Müzdelife: Arafat dağı ile Mina arasında kalan bir bölgenin adıdır. Hac esnasında Arafat’tan dönüşte Müzdelife’de vakfe yapılır.

Mina: Mekke’nin doğusundaki dağların eteğinde Arafat’a giden yol üzerinde bulunan Müzdelife ile Mekke arasında kalan bir bölgenin adıdır. Hac ibadeti esnasında kurban kesmek ve şeytan taşlama (büyük, orta ve küçük cemreler) burada yapılır.

Haccın Çeşitleri Nelerdir?

1. İfrad Hac: Bu haccı yapana müfrid hacı denir. İhrama girerken, yalnız hac yapmaya niyet eden kimsedir. Mekke’de oturanlar, yalnız müfrid hacı olur.

2. Kıran Hac: Bu haccı yapana kârin hacı denir. Hac ile umreye niyet eden kimsedir. Önce umre için tavaf ve sa’y edip, sonra ihramını çıkarmadan ve tıraş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrar tavaf ve sa’y yapar.

3. Temettü Hac: Bu haccı yapana mütemetti hacı denir. Hac aylarında, yani Şevval, Zilkade ile, Zilhiccenin ilk on gününde, umre yapmak için ihrama girip ve umre için tavaf ve sa’y yapıp ve tıraş olup ihramdan çıkar. Memleketine gitmeyerek, o sene, terviye gününde veya daha önce, hac için ihrama girerek, müfrid hacı gibi hac yapandır. Yalnız tavaf-ı ziyaretten sonra da sa’y yapar.

Kârin ve mütemetti hacıların şükür kurbanı kesmesi vaciptir. Temettü veya Kıran haccı yapanlardan, kurbanlık hayvan bulunmaması veya alınamaması sebebiyle, kurban kesme imkanı olmayanlar, üç gün Hac esnasında, yedi gün Hac’dan sonra olmak üzere on gün oruç tutarlar. İlk üç günün, ihrama girdikten sonra hac ayları içinde ve kurban bayramının ilk gününden önce Mekke’de tutulmuş olması zorunludur. Kurban kesme imkanı elde edilebileceği ümidiyle bu üç günlük orucun son vaktine kadar geciktirilmesi yani Arefe günü tamamlanmak üzere 7, 8 ve 9 Zilhicce günlerinde tutulması efdaldir.

Temettü Haccında bu oruç henüz Hac için ihrama girmeden Umre ihramından sonra da tutulabilir.

7 Ravza-i Mutahhara'da namaz kılmanın fazileti Ancak kadınların ziyaretinde öyle izdiham oluyor ki hacda da umrede de yaşadım. Bu şartlarda kılınan namazdan ecir umabilir miyiz?..

Ravza, bahçe ve cennet anlamlarına gelir. Ravza-i Mutahhara geniş anlamıyla, âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.s)'in medfün bulunduğu yer ve Mescid-i Nebi demek ise de, özel manasıyla Mescid-i Nebi'nin içinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in kabr-i saadetleriyle minber-i şerif arasında kalan kısım demektir. Bu yer 10 m. genişliğinde ve 20 m. uzunluğunda m2 lik bir sahadır. Bu alanın fazileti ile ilgili olarak Allah Resulu şöyle buyurur:

"Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir." (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, ).

Medine'de bulunan Mescid-i Nebi'nin fazileti hakkında Allah elçisi şöyle buyurur:

"Fazla sevap umarak, içinde namaz ve ibadet için şu üç mescid dışında hiç bir mescid için yolculuk yapmak uygun olmaz: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksâ." (Tecrid, IV, )

"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram dışında, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan (sevap yönüyle) daha hayırlıdır."(Tecrid, IV, ).

Zikredilen faziletleri bünyesinde bulunduran mescidde, Hz. Muhammed (s.a.s)'in medfûn bulunduğu "Hücre-i Saadet", Kâbe dahil yeryüzünün her noktasından, göklerden ve arştan daha üstün ve şerefli kabul edilmiştir (Tecrid, IV ). Kabr-i saadetlerini ziyaretin faziletiyle ilgili olarak şu iki hadis zikredilir:

"Kabrimi ziyaret edene şefaatim sabit bir hak olur."

"Kim ki, beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir."(Acluni, Keşful-Hafâ, Beyrut , II, ).

Bu hadisler göz önüne alınınca, Medine'de Hz. Peygamber (asm)'in kabrini ziyaret etmenin ve bu Mescid'de namaz kılmanın sevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Bundan dolayı Müslümanlar, gerek hac ve gerekse umre için yaptıkları seyahatlarda bu mübarek yerin ziyaretine çok önem verir. Bu mescid ve kabri ziyaret, İslam âlimlerince mendûb bir amel olarak kabul edilmiştir.

Öte yandan Hanefi bilginleri, mâlî durumları elverişli olan kimseler için bu ziyareti vâcib derecesinde saymışlar; bir zaruret olmaksızın terkedilmesini büyük bir gaflet ve katı yüreklilik olarak kabul etmişlerdir.

Ravza-i Mutahhara'da kılınan namazın sevabı çoktur. Sıkışıklık halinde kılınan namazın sevabı vardır. Ayrıca izdihama sebebiyet olacaksa kılınmayabilir veya sakin olduğu zamanlarda gidip kılmak gerekir.

8 Hacca gitmeden umreye giden kimseye, hacca gitmek farz olur mu?

Üzerine hac farz olan bir kimsenin, herhangi bir sebeple Mekke’ye gitmesi veya umre haccını yapması, hiçbir şekilde üzerindeki hac borcunu kaldırmaz. Çünkü umre haccı sünnettir, farz hac yerine geçmez.

Zaten umre, farz olan hacdaki şart ve esasların bir kısmını taşımamaktadır. “Hac fevrîdir” (yükümlü olunduğu sene gidilmelidir) görüşüne göre, o kimse memleketine dönse de, ilk senede hacca gitmesi gerekir. Ancak haccın "ömrî" olduğu görüşüne göre, başka bir yılda da yerine getirebilir. O ibadet borcunu ödemeden hac farîzasını üzerinden kaldırmış olmaz.

Fakat maddi durumu müsait olmayan bir kimse herhangi bir sebeple Mekke’ye gidip Kâbe’yi görecek olsa, orada bulunduğu vakit hac mevsimine rast gelir ve hac yapma imkânını da bulursa, bu ibadeti yerine getirmesi gerekir. Hac ayları: Şevval, Zilkade ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. Fakat Mekke’de bulunduğu vakit hac aylarına tekabül etmiyor, ancak orada kalabiliyorsa, bazı Hanefi âlimlerine göre hac mevsimini bekleyip haccı yapması gerekir. Orada uzun müddet beklemenin zor olacağı ve kişinin bazı işlerinin aksayacağını nazara alan bir kısım âlimlere göre ise, böyle bir insanın Mekke’de kalıp beklemesi mecburi değildir.

Şimdi ise, hac mevsimini beklemek için Mekke’de kalmak mümkün olmamaktadır. Çünkü Suudi Arabistan idaresi, resmi görevlilerden ve orada çalışanlardan başkasına uzun müddet ikamet izni vermemektedir.

Bu durumda, hac mevsiminden önce vazifeli olarak gidip bu vesileyle umre yapan veya herhangi bir sebeple Kâbe’yi gören fakir bir kimseye hac farz olmaz. Zira hapis korkusu ve devletin sınır dışı etme endişesi vardır. Ayrıca zengin de olmadığına göre haccın farz olduğu söylenemez.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kendsine hac farz olduğu halde gidememiş ve daha sonra da hastalıktan dolayı akli muhakemesi zayıflamış kişi, hacca gidemeden ölürse mesul olur mu?

9 Başkasının adına hac veya umre yapılabilir mi? Başkası adına, ibadet yapılıp yapılamayacağı konusunda bilgi verir misiniz?

Ölü ya da hayatta olsun başkası adına hac veya umre yapılarak sevabı bunlara bağışlanabilir. Başkası adına yapılacak nafile hac ve umre için, vekilin ehil olması ve adına haccettiği kimse için niyet edip ihrama girmesi yeterlidir.

İbadetler yalnız bedenle, yalnız mal ile veya hem beden hem de mal ile yapılanlar olmak üzere üçe ayrılır. Hangi şekilde yapılırsa yapılsın, yapılan bir ibadetin sevabı başkasına bağışlanabilir. Kendisine sevap bağışlanan kişi de bundan yararlanır.

Başkası adına, onun yerine ibadet yapılıp yapılamayacağı, şayet yapılabilirse, bununla o kişinin yükümlü olduğu farz ve vâcip ibadetlerin sorumluluğunun düşüp düşmeyeceği hususuna gelince:

a)Namaz, oruç, itikâf gibi sadece bedenle yapılan ibadetlerde vekâlet mutlak olarak câiz değildir. Hiç kimse başkası adına, onun yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. Bu tür ibadetlerin vekâleten yapılması ile yükümlünün sorumluluğu kalkmaz.

b) Zekât, kurban, sadaka gibi yalnız mal ile yapılan ibadetlerde vekâlet, mutlak olarak câizdir. Bir kimse zekâtını bizzat verebilecegi gibi, kendi adına vermek üzere başkasını vekil de edebilir.

c)Hac gibi hem bedenî hem de malî ibadetlerde ise, yükümlünün bizzat edadan aczi halinde vekâlet câizdir; aksi halde câiz değildir. Ölüm, yaşlılık, devamlı hastalık, kadınların birlikte yolculuk yapacak mahremlerinin bulunmayışı gibi sebeplerle bizzat haccedemeyecek kimselere vekâleten yapılan hac, onlar adına yapılmış olur. Bu durumdaki kimselerden, üzerlerine hac farz olmuş olanların, bedel göndererek vekâleten hac yaptırmaları gerekir. Vekâleten yapılan hac ile bunların hac borçları eda edilmiş sayılır.

Üzerlerine hac farz olduğu halde, kendileri haccetmedikleri gibi, bedel de göndermeden vefat eden kimselerin ise, kendi yerlerine haccetmek üzere bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri gerekir. Bıraktıkları mirasın üçte biri, bedel gönderilecek kişinin masrafını karşıladığı halde, mirasçılar bedel göndermezlerse, Allah katında sorumlu olurlar. Mirasın üçte biri bedelin masrafını karşılamazsa veya ölenin bu konuda vasiyeti yoksa, mirasçılar bedel göndermekle sorumlu olmazlar. Ancak, vasiyet olmasa veya mirasın üçte biri bedel göndermeye yetmese bile, mirasçılar masrafını kendileri karşılayarak onun adına hacceder veya ettirirlerse, yükümlünün hac borcu ödenmiş olur. Rivayet edildiğine göre Has‘am kabilesinden bir kadın Peygamberimiz’e gelerek, babasının binek üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğunu söylemiş ve kendisinin onun adına haccedip edemeyeceğini sormuş, Peygamberimiz (asm) de buna izin vermiştir. (Buhârî, Hac, 1; Müslim, Hac, ).

Şâfiîler'e göre ise, üzerine hac farz olduğu halde, haccetmeden vefat eden kişinin, bu konuda vasiyeti olmasa ve mirasının üçte biri hac masrafını karşılamasa bile, mirasçılar mirasın tamamı ile, onun adına haccetmek veya ettirmekle yükümlüdür. Çünkü Hz. Peygamber (asm) haccı diğer kul borçlarına benzetmiş ve Allah hakkının ödenmeye daha lâyık olduğunu ifade etmiştir. (Buhârî, Cezâü's-sayd, 22). Kendisine hac farz olduğu yıl, hac için yola çıkan fakat haccedemeden vefat eden kişinin bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez ise de üzerine hac farz olduğu yıl haccetmeyip, daha sonra hac yolculuğuna çıkan kişi haccetmeden vefat ederse, yerine bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir. Bu durumda bedel, Ebû Hanîfe'ye göre bu kişinin memleketinden, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, vefat ettiği yerden gönderilir.

Farz Olan Hac İçin Vekâlet Şartları

Farz olan haccın bedel tarafından yapılan hacla eda edilmiş sayılabilmesi için:

1. Adına haccedilecek kişi vefat etmiş veya yaşlılık, iyileşme ümidi olmayan hastalık, kadının birlikte yolculuk yapacağı mahreminin bulunmaması gibi sebeplerle, bizzat haccetmekten devamlı olarak âciz olmalıdır. Bizzat haccetmekten devamlı olarak âciz olduğu konusunda galip zan bulunan kişi, adına vekâleten haccedildikten sonra haccedebilecek hale gelse bile, vekilin yaptığı hacla borcu ödenmiş olur. Fakat acz hâli geçici olan veya bizzat haccedebilecek durumda olan kişi adına vekâleten yaptırılan hac nâfile olur; ayrıca kendisinin haccetmesi gerekir.

2. Adına haccedilecek kişiye hac, önceden farz olmuş olmalıdır.

Üzerine hac farz olmayan kişi adına vekâleten yapılan hac nâfile olur. Bu kişiye daha sonra hac farz olursa, bizzat haccetmesi, hac etmekten aciz olması halinde ise, tekrar bedel göndermesi gerekir.

3. Bedel gönderilecek kişi Müslüman, akıllı, ergenlik çağına ulaşmış veya mümeyyiz olmalıdır. Henüz buluğa ermemiş mümeyyiz çocuk, bedel olarak başkası adına haccedebileceği gibi kadının da başkası adına vekâleten haccetmesi câizdir. Hanefîler'e göre bedel gönderilecek kişinin, daha önce haccetmiş olması efdal ise de şart değildir. Şâfiî ve Hanbelîler'e göre, vekilin daha önce haccetmiş olması gerekir.

4. Vekil, ihrama girerken sadece gönderen adına niyet etmelidir. Vekil kendisi için de niyet eder veya birkaç kişiden vekâlet alıp her biri için niyet ederse, kendi adına haccetmiş olur, aldığı paraları iade etmesi gerekir.

5. Vekil için ücret şart koşulmamalıdır. Çünkü hac ibadettir. İbadetler ücretle değil ancak Allah'ın rızâsını kazanmak için yapılır.

Vekil hacla ilgili masrafları için kendisine verilen parayı israf etmeden ve aşırı kısmadan, normal şekilde harcar. Artan miktarı dönüşünde iade eder. Bunun geri alınmayıp hediye olarak vekile bırakılmasında bir sakınca yoktur.

6. Bedel gönderilen kişinin hac masrafı, gönderen tarafından karşılanmalıdır.

Başkası adına, kendi parasıyla hacceden kişi, kendisi için haccetmiş olur. Bu haccın sevabını başkasına bağışlayabilirse de bununla o kimsenin üzerindeki hac borcu ödenmiş olmaz. Şâfiîler'e göre ödenmiş olur.

7. Adına haccedilen kişi, kendisi için haccetmesini vekilden istemiş olmalıdır.

İzin veya vasiyeti olmadan, bir kimse adına başkası tarafından yapılan hac ile, o kimse üzerindeki hac borcu düşmez. Şâfiîler'e göre düşer.

8. Vekil, haccı bizzat kendisi yapmalıdır.

Hastalık, tutuklanma gibi bir mazeretle gönderenin bilgi ve izni dışında, vekil görevi başkasına devrederse, aldığı parayı iade etmesi gerekir. Ancak bu konuda yetkili kılınmışsa, yerine başkasını vekil edebilir.

9. Vekil, gönderenin isteğine uymalı, onun istediği haccı yapmalıdır.

İfrad haccı istenildiği halde, vekil temettu‘ haccı yaparsa, gönderen adına değil, kendi adına haccetmiş olur, aldığı parayı iade etmesi gerekir. İfrad haccı istenildiği halde, kırân haccı yaparsa, Ebû Hanîfe'ye göre hüküm yine aynıdır. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, istihsanen gönderen adına haccetmiş sayılır. Gönderen, ifrad, temettu‘ veya kırân haccından birini ismen belirtmeksizin, sadece "hac yapılmasını" istemişse, ifrad haccı istemiş olduğu kabul edilir. Ancak "dilediğini yap" gibi bir ifade ile seçimi vekile bırakmışsa, vekil dilediği haccı yapabilir.

Adına haccedilmesini vasiyet eden kişi, sarfedilecek paranın miktarını ve vekilin nereden gönderileceğini belirlemişse, buna uymak gerekir. Şayet belirlememişse, vasiyet edilen para veya mirasın üçte biri yeterli ise, vekil adına haccedilecek kişinin memleketinden, yeterli değilse yettiği yerden gönderilir.

Vekil, gönderen adına yapılacak menâsiki tamamlamadıkça kendisi için umre yapmamalıdır.

İster hac, ister umre için gönderilmiş olsun, vekil ancak gönderen adına yapılacak menâsiki tamamladıktan sonra, kendisi için umre veya hac yapabilir. Aksi halde yolculuğu kendi adına yapmış sayılacağından aldığı parayı iade etmesi gerekir.

Başkası adına yapılacak nâfile hac için,vekilin Müslüman, akıllı ve mümeyyiz olması, adına haccettiği kişi için ihrama girmesi ve haccı ücret karşılığı yapmaması şartları yeterlidir. Başkası adına hacceden vekil, haccı ifsat ederse aldığı parayı iade eder. İradî olarak işlediği cinayetler için ödenecek fidye ve ceza kurbanlarının bedellerini kendisi karşılayacağı gibi, gönderenin izniyle bile olsa, temettu‘ veya kırân haccı yaptığı takdirde, kırân ve temettu‘ hedylerini de kendi parasıyla keser. İhsâr kurbanı ise, gönderenin parasından kesilir. Çünkü bunda vekilin kusuru ve dahli yoktur.

10 Âdet (hayız) veya lohusa kadın tavaf yapamazsa ne yapmalıdır?

Kadın hayız halinde tavaf yapabilir mi?

Kadınlar hayız ve nifas halinde tavaf yapamazlar. Tavafın dışında bütün hac farzlarını yerine getirebilirler. Ziyaret tavafını bu haller bitince yaparlar. Eğer bu durumda tavaf ederlerse, kendilerine bir sığır veya deve kesmek vacip olur.

Âdet halinde olan bir kadın vakfe yapabilir mi?

Hayız hâlinde olan bir kadın, Safa ile Merve Mescid-i Haram'ın içinde olduğu için, bu durumda tavaf edemediği gibi say da yapamaz.

Hayzının nedeniyle, farz olan tavafı yapamadan, memleketine dönen kadının haccı tamam olur mu?

Bu durumdaki bir kadının haccı tam olmaz. Haccındaki bu noksanlığı gidermek için senenin müsait bir gününde Mekke-i Mükerreme'ye varıp Kabe-i Muzazzama'yı yedi şavt tavaf etmesi gerekir. Bu tavafın zamanını geciktirdiği için bir koyun veya keçi kurban etmesi gerekir. (Büyük Kadın İlmihali, Rauf Pehlivan; Günümüz Meselelerine Açıklamalı Fetvalar, Mehmed Emre)

Not: Hac ve umreye giden kadınların bu duruma düşmemesi için, tıbbi bir sakınca yoksa, Âdet geciktirici kullanmaları güzel bir çözüm olur.

Hacca veya umreye giden, tavaf edeceği zamanda âdetli (hayızlı, kanamalı) olan kadınlarımız, orada temizlik günlerine kadar bekleme imkânları varsa beklerler, temizlenince gusleder sonra da tavaflarını yaparlar. Ancak temizlik günlerine kadar bekleme imkânı olmayan kadınlarımız ne yapacaklar?

Devamlı başa gelen ve sorulan bir soru olduğu, ellerde dolaşan fıkıh ve ilmihal kitaplarında da çözümü bulunmadığı (veya zor çözümler ileri sürüldüğü) için, İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (v. /; Hanbelî mezhebinde yetişmiş, müctehid derecesinde bir fıkıh âlimidir) bu konudaki yazısını (İ'lâmu'l-muvakkı'în, Kahire, , s) özetleyerek aktarmayı faydalı buldum.

İbn Kayyim, hayızlı kadının tavâf meselesini, "dinin hükümlerinin değişmesi" konusunu açıklarken misal olarak ele alıyor. Ana konunun başlığı ve girişi levhalık bir ifadedir. Başlık şöyle:

Âdetlerin, niyetlerin, durumların, mekânların ve zamanların değişmesi sebebiyle dinin hükümlerinin (kural ve uygulamalarının) da değişmesi.

Giriş:

Bu bölüm çok önemli bir konuyu ihtiva etmektedir; bunun bilinmemesi şeriatın büyük ölçüde yanlış anlaşılması, bu yüzden, insanlara faydalar getiren yüce şeriatta bulunması mümkün olmayan birçok zorluk, güçlük ve uygulanamaz hükümler getirmesi (getirdiğinin sanılması) sonucunu doğurmuştur. Şeriat böyle hükümler getirmez; çünkü onun dayandığı temel, insanların dünya ve ahiret hayatında geçerli olan hikmetler ve maslahatlardır (faydalı olanın elde edilmesi, zararlı olandan uzak durulmasıdır).

Şeriat bütünüyle adalettir, rahmettir, faydadır, hikmettir. Her bir hüküm ki adaletten zulme, rahmetten zıttına, faydadan zarara, hikmet ve yerindelikten saçmalığa ve anlamsızlığa geçmiştir -çeşitli yorumlarla şeriata sokulmuş olsa bile- ondan değildir, şeriat dışıdır. Şu halde şeriat kullar arasında Allah'ın adaletidir, yarattıkları için rahmetidir, arzında onun gölgesidir, ona ve elçilerinin doğru söylediklerine delalet eden en doğru ve en eksiksiz hikmetidir.

Şeriat, görenlere onun ışığıdır, doğru yolu izleyenlere onun kılavuzudur, her hastanın ilacı olan tam şifasıdır. O, devamlı izleyenlerin tam ortasında oldukları "Allah'ın doğru yolu"dur. O gözlerin nurudur, gönüllerin hayatıdır, ruhların lezzetidir. Hatadan, günahtan korunma, hayat, gıda, ilaç, şifa, nur ona bağlıdır. Varlık âlemindeki her iyilik (hayır) ondan gelmiştir, her kötülük (eksiklik) de onun zayi edilmesinden hasıl olmuştur. Eğer ondan bazı kırıntılar (izler, parçalar) kalmış olmasaydı dünya harap olur, evrenin defteri dürülürdü. O (şeriat) insanların korunmasını, evrenin ayakta durmasını sağlamaktadır. Allah göklerin ve yerin kayıp gitmesini onunla engellemektedir. Allah dünyayı harap etmek ve evreni de bitirmek istediğinde onun izlerini huzuruna kaldıracaktır (bizden alacak, biz onu kaybedeceğiz). Şu halde Allah'ın, Elçisi ile gönderiği şeriat (din kuralları) dünyanın direğidir, dünya ve âhiret saadetinin eksenidir.

Bu girişten sonra İbn Kayyim, âdet gören kadının tavafı konusunda -özetle- şunları söylemektedir:

Peygamberimiz (asm), Hz. Âişe'ye hitaben, "Kâbe'yi tavaf etmeksizin hac ibadeti yapanın bütün yaptıklarını yap." (Buhârî, Hacc, 81; Müslim, Hacc, ) buyurarak âdetli kadının, temizleninceye kadar Kâbe'yi tavaf etmesini yasaklamıştır. Bu yasağı bazı kimseler, orada kalma ve bu yasağa uyma imkânına bakmaksızın genel zannetmişler, nassın (yasaklayan hadisin) lafzından anlaşılan (dış) anlamını esas almışlar, hayızın tavafa engel olmasını, namaza engel olması gibi görmüşler, böyle değerlendirmişlerdir. Bunlara karşı iki gurup müctehid vardır:

Hanefîler ve Hanbelîlere göre tavaf için temiz (olmak) namazın şartı gibi bir şart değildir; kurban kesilerek telafi edilebilecek bir ödevdir (vâcib). Bunlara göre hayızlı kadın böylece tavaf yapar ve bir büyükbaş hayvan kurban ederek eksiği giderir.

İkinci guruba göre tavaf için temizlik şartı, namaz için örtünme vb. şartlara benzer; imkan bulunduğunda bu şartlara uyulur, imkan bulunmadığında şartlar terk edilir ve namaz yine kılınır. Bu müctehidlere göre Peygamberimiz (asm) ve ona yakın zamanlarda hac yöneticileri, hayızlı kadınları beklerler, onlar da temizlenip tavaf yaptıktan sonra kafile Mekke'den ayrılırdı. Sonra durum değişti, kafileler hayızlı kadınları beklemez oldular. Bu durumda teorik olarak sekiz çözüm düşünülebilir:

1. Kadın gurubunu terk eder, Mekke'de kalır, temizlenince tavafını yapar ve tek başına veya yabancılarla memleketine döner. Bunun ne kadar sakıncalı olduğu açıktır.

2. Temizlik şartı bulunmadığı için tavaf da düşer; hac tavafsız tamam olur. Bunu söyleyen bir fıkıhçı yoktur, böyle bir çözüm doğru da değildir; çünkü tavaf haccın temel farzlarından biridir.

3. Hayız günlerini biliyorsa ve bunun vakfeden döndükten sonra tavaf günlerine rastlayacağını hesap ediyorsa haccın tavafını öne alır; yani Arafat'a çıkmadan, farz olan tavafını yapar. Bu da mesela vakfe gibi bir rüknün (temel parçanın) yerini değiştirmek demektir ve doğru değildir.

4. Hayız günleri devamlı olarak tavaf günleri ile çakışıyorsa, hayızdan kesilinceye kadar kadına hac farz olmaz. Bu da birçok kadından hac farzını kaldırmak demektir ve isabetli değildir.

5. Haccın diğer kısımlarını yapar -orada bekleyip temizlenince yapma imkan yoksa- tavafını yapmadan memleketine döner, tavaf yapmadıkça kocası ile cinsel temas yapması yasak olduğu için bunu da yapamaz, sonra imkân bulduğunda tekrar Mekke'ye gider ve temiz olduğunda tavafını yapar. Şeriat böylesine fıtrata aykırı ve zor bir teklif (yükümlülük) getirmemiştir, getirmez.

6. Yolda kalmışlar gibi ihramdan çıkar, memleketine döner, sonra imkân bulunca yeniden haccını yapar. Yolda kalmış, engellenmiş olanlar Mekke'ye ulaşamamışlardır; âdetli kadın ise Mekke'dedir; bu ikisi birbirine kıyas edilemez.

7. Acizler için olduğu gibi bir başkası onun yerine haccını yapar. Hastalık, sakatlık gibi sebeplerle yerine başkasını gönderme ruhsatı burada kullanılamaz; çünkü hayızlı kadının durumu farklıdır.

8. Diğer ibadetlerde nasıl, yerine getirilmesi imkânsız veya zor olan şartlar ve kısımlar düşüyor, muaf hale geliyor, geri kalan (mümkün olan) yapılıyorsa, hacda da -bu durumda- temizlenme şartı kalkar ve kadın hayızlı olarak tavafını yapar, kasten bir eksiklik veya aykırı davranış bulunmadığı için kurban kesmesi de gerekmez. Dinin genel kuralları bizi bu sonuca ulaştırmaktadır.

"Bu çözüme göre hem hayızlının mescide girmesine hem de temizlenmeden tavaf yapmasına imkân veriliyor; halbuki bunlar Peygamberimiz (asm) tarafından yasaklanmıştır." şeklindeki itirazın cevabı şudur: Hayızlı kadın, güvenlik vb. zorunlu durumlarda veya orada kalmadan girip öteye geçme niyetiyle mescide girebilir. Burada da tavaf zarureti için mescide girer. Tavaf için temizlenmenin şart olması konusunda -başta açıklandığı gibi- ihtilaf vardır. 'Hayızlı olarak tavaf eder ve bir kurban keser.' diyenlere göre temizlenme, tavafın sıhhat şartı olmuyor. Burada temizlik kasten terkedilmiyor, bir mazeretten dolay terk ediliyor. Bekleme imkânı olmadığı için de Peygamberimizin (asm) yasağına aykırı hareket edilmiş olmuyor. Bu çözümde şeriatın dışına çıkılmıyor; şeriatın -normal şartlara ait olan- bir kuralı, diğer kurallar ile birlikte değerlendirilerek sınırlandırılıyor, mesele bundan ibarettir.(Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

11 Boşanmış/dul bir kadın tek başına umreye ve hacca gidebilir mi?

Şafiî mezhebine göre haccın kadına vacip olabilmesi için, kocası veya mahremi veya güvenilir bir kaç kadının bulunması gerekir. Yani kadının kocası veya mahremi varsa onunla birlikte hacca gider, yoksa bir kaç kadın bulunduğu takdirde onların refakatiyle hacca gidebilir.

Şayet bunlar da bulunmazsa, emniyet olduğu halde hacca gitmeye mecbur değildir; amma isterse gidebilir.

Hanefi mezhebine göre kadının yalnız başına yolculuğa çıkması caiz olmadığından, yanında mahreminiz olmadan gitmeniz doğru değildir. Bu bakımdan babanız, erkek kardeşiniz, amca ve dayınız gibi mahrem bir erkeğin yanınızda olması gerekir.

Ancak "alınan tedbirler ve uygun yol arkadaşları sayesinde can, mal, namus güvenliği var ise mahreminiz olmadan da Şafii mezhebini takliden hac ve umreye gidebilir." (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Günümüzde seferilik durumu nasıldır?

- Bir kadının yalnız başına dışarı çıkması veya sefere çıkması caiz midir?

12 İhramlı iken, dikişli ihram, dikişli terlik, dikişli ayakkabı giyilebilir mi?

İhramlı iken, pantolon, palto, mintan gibi dikişli elbiseler giymek de haramdır. Ancak erkeklerin üşüdüğü için veya başka bir zarurete binaen dikişli elbiseleri sırtlarına almalarında bir mahzur yoktur.

Dikişli elbiseden kasıt, vücud ölçülerine göre dikilmiş gömlek, pijama gibi elbiselerdir. Peştemal şeklindeki ihramların kenarındaki dikişlerin zararı yoktur, sökülmesi gerekmez.

Çorap ve ayakkabı giyilmesi de câiz değildir.

Başı açık, ayakları çıplak olup, terlik veya nalın veya sandalet giyebilir. Hadiste şöyle buyurulur:

"Sizden biriniz, bir izâr (alt peştemal), bir ridâ (üst peştemal) ve iki nalınla ihrama girsin. Nalın bulamazsa, mest giysin, mestlerin topuklarından aşağısını ayırsın." (Şevkânî, IV, ).

İbn Abbâs rivayetinde "topuklardan aşağısını ayırma" ifadesi yoktur. (Buhârî, Hac, 21; Müslim; Hac, ; Dârimî, Menâsik, 31; Tirmizî, Hac, 19; Ahmed b. Hanbel, I, , , , , II, 3, 4, 8, 34, 47).

Kadınlar ise, dikişli elbise giyinirler, renkli elbiseye pek iltifat etmez­ler. Ayaklarına da çorap ve ayakkabı giyinirler. Telbiye getirirken seslerini yükseltmezler. Kendileri du­yacak kadar bir ton da tutmaya dikket ederler. Tavaf esnasında re­mel yapmazlar, Say' ederken iki yeşil mil arasında hızlanmazlar (koşmazlar).

13 Umreye yaparken, Kâbe'yi görünce telbiye kesilir mi?

Telbiye Hanefîlere göre, ihram namazından sonra telbiye getirilir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) böyle yapmıştır. Efdal olan da budur. Vasıtaya bindikten sonra telbiye getirip, sonra niyet edilebilir. (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 21).

Telbiye şudur:

"Lebbeyke Allahumme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ şerîke Leke Lebbeyk. Inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke, Lâ şerîke leke."(Buharî, Hac, 26, Libâs, 69; Müslim, Hac,, , ; Dârimî. Menâsik, 22, Tirmizî, Hac, 97).

Hanefilere göre bir kimse mikatta niyet ederek telbiye getirince ihrama girmiş olur. Telbiye, yolda, iniş çıkışlarda, yol arkadaşlarıyla karşılaşmalarda namazların ardından tekrarlanır ve zaman zaman ses yükseltilir.

Telbiye, Mâlikîler dışında çoğunluğa göre, Kurban Bayramı günü Akabe cemresine ilk taşın atılmasıyla kesilir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) böyle yapmıştır. (Nesâî, Menâsik, , İbn Mâce, Menâsik, 69; Ebû Dâvud, Menâsîk, 27, 28; Tirmizî, Hac, 78, 79). Ancak taşlamadan önce tıraş olunursa, telbiye kesilir. Umre yapan ise tavafa başlamakla telbiyeyi keser.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Tavaf esnasında hangi dualar okunur?

14 Safa ve Merve arasında yedi kere gidip gelmenin (Sa'y yapmanın) hikmeti nedir?

Sa’y'i Anlamak:

“Şüphesiz Safâ ve Merve, Allah’ın sembollerindendir.” (Bakara, 2/) 

Önce, yalçın kayalarla dolu, sert ve yüksek birçok dağa nispetle hayli mütevazı olan iki küçük kaya tepeciğinin, yani Safâ ve Merve’nin “Allah’ın sembolleri” olduğu gerçeğini hatırlatmamız gerekiyor.“Ne özelliği var? Niçin bu iki küçük kayalık seçilmiş?” denilmemeli, Safâ ile Merve’yi Kur’an’da “Şeâirullah” yani “Allah’ın sembolleri” olarak adlandıran ilahî iradeye teslim olunmalı. 

Koşmak, hızlı yürümek anlamına gelen “sa’y”, bir arayıştır. Terim olarak, hac ve umrede Kâbe’nin doğu tarafındaki Safâ Tepesi’nden başlayarak Merve’ye dört gidiş, Merve’den de Safâ’ya üç dönüş olmak üzere bu iki tepe arasındaki gidişgelişe denir. Sa’y esnasında Safâ ile Merve arasında vadinin en derin kısmında (iki yeşil direk arasında) daha canlı ve hızlı yürümeye ise, “hervele” denilmektedir. 

Hacda yapılmakta olan sa’yin aslı, Hz. Hacer’in henüz süt emen oğlu İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hadisesine dayanır. Dolayısıyla Safâ ve Merve arasındaki sa’y, Allah’ın rahmetinin en büyük tecellilerinden biri olan anne şefkatinin Hz. Hacer validemizde kendini gösteren şeklinin yâd edilmesidir. Annelik şefkatine ve sevgisine İslam’ın verdiği değeri simgeleyen temsilî bir harekettir. 

Safâ ile Merve arasındaki gelip gitmelerde, işte bu düşünceden kaynaklanan bir duygu seli yaşanır. İnsan, sa’y alanındaki koşuşturmasıyla, Hz. Hacer’e uzanan ilahî rahmetten bir nebze de olsa elde edebilme arzusundadır. 

Sa’y,Müslümanların hac görevleri arasında yer aldığı ve sırf hac niyetiyle yapıldığı için, ibadet anlamı taşıyan bir yürüyüştür. Müslüman bu sayede kendisi ile aynı yola giren, aynı niyet ve duyguları taşıyan diğer Müslümanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. 

Hacı, sa’y ederken manen kurtuluşu aramak için tıpkı Hz. Hacer validemiz gibi koşar. Beşerî olandan ilahî rahmete koşar. Nefes nefese bütün uzaklıkları yakınlaştırarak, Yüce Yaratıcı’nın kendisine ne derece yakın olduğunu hissederek koşar. Hz. Hacer validemizin telâşıyla umuda, zemzeme koşar, sonunda ona kavuşur ve kana kana içer. Birlik içinde yok olarak susuzluğunu gidermeye çalışır. 

Sa’y, tıpkı Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek suyu arayışı gibi bir arayıştır. Ve orada hacı, Hacer rolünü canlandıracaktır. Yedi defa canla başla, telaşla, heyecanla arayacaktır kendi İsmaillerini kurtaracak olan o mana suyunu, eskilerin tabiriyle âb-ı hayatı. Memleketinde bıraktığı ciğerparelerinin açlığını, susuzluğunu giderecek olan o hayat suyunu arayacaktır. Aylardır bir damla su görmediğinden çatlayıp paramparça olmuş toprak misali, kafalarda, kalplerde açılan yarıkları kapatacak; orada ahlakı, maneviyatı, ilmi, hayrı, hakikati ve hizmeti yeşertecek, kısaca nesillerimize hayat verecek manevî zemzemi arayacaktır. Şayet o âb-ı hayatı bulamaz, İsmaillerine acilen bu suyu tedarik edemezse, bedenleri yaşamaya devam etse bile çoğunun ruhu ölecektir. 

Hz. Hacer’in İsmail’i, Cebrail’in yerden çıkardığı su ile kurtulmuştu. Aynı şekilde bizim İsmaillerimiz de Cebrail’in getirdiği su ile ama bu defa yerden değil, semadan getirdiği âb-ı hayat ile yani Kur’an ile kurtulacaktır. O hakikat pınarından ne kadar içebilirse, Kur’an ahlakından ne kadar nasiplenebilirse, Kur’anî öğretiyi ne kadar yaşayabilirse, susuzluğunu Allah’ın âyetleriyle ne kadar giderebilirse, o oranda hayat bulacaktır insan.

İşte bu duygu ve düşüncelerle yapılan bir sa’y, sembolize ettiği arayışın amacını gerçekleştirecektir. Orada bu arayışın ne kadar çok yapılması gerektiğinin ifadesi olarak yedi defa koşsa da aslında nesillerinin muhtaç olduğu o kurtuluş suyu yetmiş defa, hatta yedi yüz defa koşacak, arayacak, soracaktır. Buluncaya kadar, tatmin oluncaya kadar, ciğerpareleri kurtuluncaya kadar arayışını sürdürecektir. 

(bk. Haccı Anlamak, Diyanet Yayınları)

15 Namaz, oruç, zekât hac gibi ibadetlerde vekalet olur mu?

İbadetler yalnız bedenle, yalnız mal ile veya hem beden hem de mal ile yapılanlar olmak üzere üçe ayrılır. Hangi şekilde yapılırsa yapılsın, yapılan bir ibadetin sevabı başkasına bağışlanabilir. Kendisine sevap bağışlanan kişi de bundan yararlanır.

Başkası adına, onun yerine ibadet yapılıp yapılamayacağı, şayet yapılabilirse, bununla o kişinin yükümlü olduğu farz ve vâcip ibadetlerin sorumluluğunun düşüp düşmeyeceği hususuna gelince:

a) Namaz, oruç, itikâf gibi sadece bedenle yapılan ibadetlerde vekâlet mutlak olarak câiz değildir. Hiç kimse başkası adına, onun yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. Bu tür ibadetlerin vekâleten yapılması ile yükümlünün sorumluluğu kalkmaz.

b) Zekât, kurban, sadaka gibi yalnız mal ile yapılan ibadetlerde vekâlet, mutlak olarak câizdir. Bir kimse zekâtını bizzat verebilecegi gibi, kendi adına vermek üzere başkasını vekil de edebilir.

c) Hac gibi hem bedenî hem de malî ibadetlerde ise, yükümlünün bizzat edadan aczi halinde vekâlet câizdir; aksi halde câiz değildir. Ölüm, yaşlılık, devamlı hastalık, kadınların birlikte yolculuk yapacak mahremlerinin bulunmayışı gibi sebeplerle bizzat haccedemeyecek kimselere vekâleten yapılan hac, onlar adına yapılmış olur. Bu durumdaki kimselerden, üzerlerine hac farz olmuş olanların, bedel göndererek vekâleten hac yaptırmaları gerekir. Vekâleten yapılan hac ile bunların hac borçları eda edilmiş sayılır.

Üzerlerine hac farz olduğu halde, kendileri haccetmedikleri gibi, bedel de göndermeden vefat eden kimselerin ise, kendi yerlerine haccetmek üzere bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri gerekir. Bıraktıkları mirasın üçte biri, bedel gönderilecek kişinin masrafını karşıladığı halde, mirasçılar bedel göndermezlerse, Allah katında sorumlu olurlar. Mirasın üçte biri bedelin masrafını karşılamazsa veya ölenin bu konuda vasiyeti yoksa, mirasçılar bedel göndermekle sorumlu olmazlar. Ancak, vasiyet olmasa veya mirasın üçte biri bedel göndermeye yetmese bile, mirasçılar masrafını kendileri karşılayarak onun adına hacceder veya ettirirlerse, yükümlünün hac borcu ödenmiş olur. 

Rivayet edildiğine göre Has‘am kabilesinden bir kadın Peygamberimiz’e gelerek, babasının binek üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğunu söylemiş ve kendisinin onun adına haccedip edemeyeceğini sormuş, Peygamberimiz (asm) de buna izin vermiştir. (Buhârî, Hac, 1; Müslim, Hac, ).

İbn-i Abbas anlatıyor:

Bir kadın hacca gitmeyi adamıştı, ama ömrü vefa etmedi, haccını edâ edemeden öldü. Kadının kardeşi Resûlullah'a (asm) gelerek ne yapması gerektiğini sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):

"Ölen kardeşinin borcu olsaydı öder miydin?" diye sordu. Adam: "Evet ya Resulallah!" deyince, Allah Resulü (asm):

"O hâlde Allah'a karşı olan borcunu da öde! Çünkü o ödenmeye daha çok lâyıktır." buyurdu. (Nesâî, Menâsik'ül-Hac, 7)

Yine İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Sinan b. Seleme el Cühenî’nin karısı, haccını yapamadan vefat eden annesinin yerine haccedip edemeyeceğinin Rasûlullah (asm)’den sorulmasını istedi. Rasûlullah (asm)’de: “Evet” dedi ve:

“Annenin borcu olsa sen de onu ödemiş olsan borcu düşmüş olmaz mı? O hâlde annesi adına haccetsin.”(Buhârî, Cezaü’s Sayd, 33)

Başka bir rivâyete göre, bir kadın Rasûlullah (asm)’e haccetmeden ölen babasının durumunu sormuştu da: “Babanın yerine haccet” buyurdu. (Buhârî, a.y.; Tirmizî, Hac, 85; Nesai, Menâsik'ül-Hac, 8)

Haccı ihmal etmemek lâzımdır. Üzerine hac farz olan Müslüman, eğer kendisi bu ibâdeti yapmaya güç yetiremiyorsa, kendi yerine güvendiği bir yakınını vekil olarak hacca göndermelidir. Zira haccı ihmal etmek ilâhî musîbeti değil; ilâhî gazap ve kahrı celbediyor. Cezası da"günahların artması"şeklinde tecellî ediyor. (Nursi, Sünûhât, s. 54)

Edâ edilen bir ibâdetin sevabı, okunan bir Kur'ân'ın veya virdin feyzi, yapılan bir hayır ve hasenatın hayrı başkasına bağışlanabilir ve bağışlanan kimse de bundan mânevî olarak eksiksiz istifâde eder. (Nursi, Şuâlar, s. )

Ancak hacda vekâletin câiz olması için, hac yükümlüsünün haccı edâ etmekten bizzat âciz olması gerekir. Aksi takdirde, hac yapmaya muktedir olan bir kimsenin, kendisi yerine başkasını hacca göndermesi câiz değildir.

Aşırı yaşlılık, devamlı veya yatalak halinde hastalık, ölüm, kadınlar için birlikte yolculuk yapacak mahremlerinin bulunmayışı gibi sebepler, hac yükümlüsünün bu ibâdeti bizzat kendilerinin eda etmesini mümkün kılmayan sebeplerdir. Bu durumda hac yükümlüsü, güvendiği bir başkasını kendisi yerine hacca göndermelidir.

Vekil olarak hacca gidecek kimse, hac yapmaya ehil olmalı ve bizzat kendisini gönderen yükümlü için niyet ederek hac yapmalıdır. Yükümlü de vekil de Müslüman, âkıl ve bâliğ ve hac işlerini anlayarak yapabilecek kimseler olmalıdır.

Şâfiîler'e göre ise, üzerine hac farz olduğu halde, haccetmeden vefat eden kişinin, bu konuda vasiyeti olmasa ve mirasının üçte biri hac masrafını karşılamasa bile, mirasçılar mirasın tamamı ile, onun adına haccetmek veya ettirmekle yükümlüdür. Çünkü Hz. Peygamber haccı diğer kul borçlarına benzetmiş ve Allah hakkının ödenmeye daha lâyık olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, Cezâü's-sayd, 22; Tirmizî, Hac 85).

Kendisine hac farz olduğu yıl, hac için yola çıkan fakat haccedemeden vefat eden kişinin bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez ise de üzerine hac farz olduğu yıl haccetmeyip, daha sonra hac yolculuğuna çıkan kişi haccetmeden vefat ederse, yerine bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir. Bu durumda bedel, Ebû Hanîfe'ye göre bu kişinin memleketinden, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, vefat ettiği yerden gönderilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Hacca vekaletle gidecek olan kimsenin yapması gerekenler nelerdir?

16 Kadın tek başına, yalnız olarak hacca gidebilir mi?

17 Hac dönüşü başı açık gezen kadının haccı kabul olmaz mı?

Bir kadının örtünmesi farzdır ve bu husus Kur'an-ı Kerim ve hadislerde ifade edilmiştir.

Dinen hacca gitmeye imkanı olan kişinin gitmesi farzdır; gitmediği takdirde farzı terk etmiş olur.

Kadının başı açık olması, onun hacca gitmesine engel olmadığı gibi, hac dönüşünde başı açık olması da hac ibadetini iptal etmez. Kadının başı açık diye hacca gitmemesi doğru değildir.

Başı açık bir bayan hacca da gidebilir umreye de; namaz kılar, oruç tutar ve yaptıklarının da sevabını alır. Başı açık olmanın günahı da ayrı değerlendirilir. Bu açıdan hacca gitmenin sevabı ayrıdır, başı açmanın günahı ayrıdr. Hac sevabını almakla beraber başını açmanın da günahı vardır.

Her ibadetin sevabı ve her haramın günahı ayrı ayrı değelendirilmelidir. Bir günah işliyor diye yaptığı ibadetleri geçersiz saymak asla doğru değidlir.

Kılınan namazların, yapılan ibadetlerin insanın diğer eksikliklerini de gidereceği ve başını da örtmesine vesile olacağı umulur.

İnsanları böyle boş ve faydasız sözlerle ibadetten uzaklaştırmak çok yanlış bir davranıştır.

İnsanların günah işlemesi ibadete mani olmadığı gibi, günah işliyorum diye ibadetleri terk etmek de doğru değildir

18 Kâbe'deki Rüknülyemânî köşesi hakkında bilgi verir misiniz?

Rüknülyemânî'nin selamlamanın hikmeti Peygamberimiz (asm)'in bu şekilde yapmış olmasıdır. Ayrıca Peygamberimiz (asm) Kâbe'nin kıble olarak durulması emredilmesinden önce hem Kâbe'yi hem de Mescid-i Aksa'yı önüne almak için Rüknülyemânî bölümünde durarak namaz kılardı.

İslâm'ın ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kılınıyordu. Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (asm) Mekke'de namaz kılarken, mümkün mertebe Kâbe'yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında kalacak şekilde, Rüknülyemânî ile Rükn-i Hacerülesved arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i Aksa'ya yönelmiş oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiğinde Kâbe'nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (asm) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu. Çünkü Kâbe, atası Hz. İbrahim (as)'in kıblesiydi.

İlave bilgi için tıklayınız:

RÜKN-İ YEMÂNÎ

19 Umre ziyaretinde tıraş olmanın hükmü ve saçlar ne kadar kısaltılıyor belli bir ölçüsü var mı?

Tıraş Olup İhramdan Çıkmak:

İhramdan ancak saçlar tıraş edilmek suretiyle çıkılır. Başı traş etmek veyahut saçları kısaltmak vaciptir.

Erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Kısaltmada saçların uçlarından alınacak miktar, parmak ucu uzunluğundan daha az olmaz.

Tıraş Olmayı Anlamak:

Önce şeytana taş atan, ardından Allah'a bir baş kurban eden hacı (umrî / umre yapan), daha sonra traş olmak süretiyle sembolik olarak kendi varlığının bir parçasını da kurban eder. Bu, bir taraftan, gerektiğinde saçını değil, canını da Allah yolunda vereceğini temsil ederken, başından dökülen her saç teli, adeta gökülen günahlarını simgeler.

Hz. Peygamber (asm),

"Allah'ım! Başlarını tıraş ettirenlere merhamet et."(Buhari, Hac, )

diye dua etmiş, sahabeden bazıları, "Saçlarını kısaltanlara da dua etseniz ey Allah'ın Resulü?" demişler, O da dördüncüsünde "Saçlarını kısaltanlara da." diyerek onlar için de dua etmiştir. Sahabeden kimileri saçlarını tamamen kazımış, bazıları da saçlarını kısaltmıştır. (Buhari, Hac, )

Saçların tıraş edilmesi tevazuyu"başı açık-yalın ayak" diye tabir edilen muhtaç oluşu sembolize eder. Bu husus hanımlarda saçların uçlarından bir miktar alınmasıyla sembolize edilir.

20 Bir kadının, hac ibadeti sırasında karşılaşacağı farklı durumlar nelerdir ve bu hallerde ne yapmalıdır?

Hac ibadeti, maddi durumu müsait, sağlığı yerinde, aklı başında kadın-erkek her Müslümana farzdır. Bir Müslüman erkek, üzerine hac farz olduğu zaman nasıl geciktirmeden hacca gidiyorsa, kadın da aynı şekilde bu farzı yerine getirmeye çalışacaktır. Çünkü, haccın kadının İslami hayatında ayrı bir yeri ve ehemmiyeti vardır. Bir hadis-i şerifte bildirildiği üzere,

“Hac kadının cihadıdır.” (1)

Haccın edasının şartları içinde erkeklerden farklı olarak kadınlara mahsus bir şart daha vardır. O da, hacca gitmek üzere yolculuğa çıkacak olan bir kadının yanında eşi veya babası, oğlu, kardeşi, amcası, dayısı, damadı ve yeğeni gibi ebedi olarak evlenmesi haram olan bir yakınının bulunması gerekir.

Hanefi mezhebine göre, sözü edilen bu mahremlerinden birisi yanında bulunmayan kadına hac farz olmadığı gibi, yolculuğa çıkması da caiz değildir. Getirilen ve şart kılınan bu sınırlama sadece hava yolculuğu için değil, dinen seferilik sayılan bir mesafeye kadının yanında kocası veya bir mahremi olmadan gitmesi de mahzurludur.

Şafii mezhebine göre ise mesele farklıdır. Şafiiye göre, hacca gidecek kadının yanında kocası veya bir mahremi yahut itimat ettiği iki veya daha fazla kadın bulunursa kâfidir. Bunlarla birlikte yola çıkar, hac farizasını yapıp gelirler. Yanında hacca gidecek mahremi olan bir erkek bulunmayan kadın, bu meselede Şafiiyi taklit edebilir.(2)

Kadınların hac ibadeti esnasında karşılaştıkları bir problem de âdet gördükleri veya lohusa bulundukları zamanlarda tavaf, sa'y, Arafat'ta vakfe ve benzeri vazifeleri yapıp yapamayacaklarıdır.

Sünen-i Tirmizi'de İbni Abbas'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Lohusa olan veya âdet gören kadın yıkanır, ihrama girer, hac vazifelerinin tamamını yapar, ancak temizleninceye kadar Kâbe'yi tavaf edemez.”(3)

Hadis-i şeriflerden açıkça anlaşılacağı gibi, kadın hayız gördüğü veya lohusa bulunduğu müddet içinde tavaf hariç, bütün hac vazifelerini yerine getirir. Yani haccın bir rüknü olan Arafat'ta vakfesini yaptığı gibi, Safa ile Merve arasındaki sa'yini yapar, şeytanları taşlar, Mina ve Müzdelife'deki vazifelerini görür. Fakat başka Mescid-i Haram olmak üzere hiçbir mescit ve camiye giremez. Esas itibariyle kadınlar âdetli bulundukları günlerde bütün bu vazifelerini bitirirler, temizlendikten sonra da farz olan ziyaret tavafını yaparlar.

Ancak kadın hac mevsiminde böyle bir hâlle karşılaşınca Harem-i Şerife ve mescitlere girememekten dolayı kalben bir acı ve ıstırap duyacak, âdetinin kesilmeyip uzaması hâlinde de ziyaret tavafını geciktirme ve kafilesinden ayrı kalma gibi sıkıntılardan dolayı daha önce bir tedbir alırsa rahat eder, hac mevsimi boyunca her türlü vazifesini kolayca yapar.

Bu da âdetini geciktirmek için ilaç kullanmak suretiyle olur. Uzman doktorların tavsiye edeceği bir ilacı alarak o ayki âdetini tehir eder. Bu caizdir ve dinen bir mahzuru yoktur. Bu şekilde âdeti geciktirme şekli Asr-ı Saadette de vardı. O zamanlar bunun için “erak suyu” denen bir su kullanılır, böylece âdet geciktirilirdi. Abdullah bin Ömer (r.a.), bu suyun kullanılmasında bir mahzurun olmadığını söylemektedir. Bugün bu durum, artık ilaçla yapıldığından, bu şekilde âdeti geciktirmek mümkündür.

Kaynaklar:

(1) İbni Mace, Menasik: 8.
(2) .el-Mehazibü'l-Erbaa,
(3) Tirmizi, Hacc:

İlave bilgi için tıklayınız:

- Âdet (hayız) veya lohusa olan bir kadın hac ve umrede tavaf 

21 Hacerü'l-Esved Cennetten mi geldi?

Kâbe-i Muazzamanın kapısının sol tarafında yer alan ve tavaf başlangıcı olarak kabul edilen Hacerü'l-Esved'in cennetten getirildiği hakkında sahih hadisler mevcuttur.

Sünen-i Tirmizi'de İbni Abbas'tan rivayet edilen hadisin meali şöyledir:

“Hacerü'l-Esved Cennetten indirildi. Sütten daha beyazdı, fakat onu Âdemoğlunun hataları kararttı.”(1)

Müsned'deki rivayet de şu mealdedir:

“Hacerü'l-Esved Cennetten gelmiştir. Kardan daha beyazdı. Fakat onu müşriklerin hataları kararttı.” (2)

Bu hususta "Kâbe ve Mekke Tarihi" isimli eserde şu bilgilere yer verilir:

Hz. Âdem cennetten yeryüzüne indirildiğinde Cenab-ı Hak melekler vasıtasıyla ona bir cennet çadırı gönderdi. Hacerü'l-Esved de bu çadırın içindeydi ve beyaz bir yakuttu.

Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail'le birlikte Kâbe'yi inşa ederken, tavaf başlangıcı olarak oğlu İsmail'den bir taş istedi. Hz. İsmail taşı aramaya gitti, fakat boş döndü. Bu sırada Hz. Cebrail, Hz. İbrahim'e bir taş getirdi. Nuh Tufanında Kâbe de sular altında kalınca, Cenab-ı Hak Hacerü'l-Esved'i Ebû Kubeys dağına emanet etmiş ve “Benim dostumu Kâbe‘yi inşa ederken gördüğün zaman bu taşı ona çıkar.” buyurmuştu. Hz. Cebrail'in getirdiği bu taş beyazdı. Fakat daha sonra hadiste buyrulduğu gibi, müşriklerin ellerini sürmesiyle; bazı rivayetlerde de zaman zaman çıkan yangınlar sonucu kararmıştır. (3)

İbni Abbas'ın izahı da şu şekildedir:

“Cenab-ı Hakk'ın onu karartmasının sebebi, dünya ehlinin cennet zinetine bakmamaları içindir.” (4)

Kaynaklar:

1. Tirmizi, Hacc
2. el-Fethü'r-Rabbani,
3. Ebû'l Veled el-Ezraki. Kabe ve Mekke Tirihi, s.
4. Tuhfetü'l-Ahvezi,

22 Haccın olduğu / yapıldığı ay bir tane değil mi?

"Haccın zamanı, hac ayları diye isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır." ifadesi, “Hac bilinen aylardadır” (Bakara, 2/) mealindeki ayetin bir açıklaması mahiyetindedir.

Hac görevi, ihrama girmekle başlar. Bunun başlangıcı ise Şevval ayıdır. Bir kimse Şevval'de ihrama girip Zilhiccenin (veya ) gününün akşamına kadar, haccın menasikini tamamlayabildiği için, bu aylara "hac ayları" denilmiştir.

Yani bu aylara "Hac Ayları" denilmesinin sebebi, haccın ilk şartı / rüknü olan ihramın ancak bu aylarda giyilmesinin öngörülmüş olmasıdır. Bu aylardan önce ihrama girmek, Hanefi ve Hanbelilere göre mekruhtur. Bu konuda Buharî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği şu hadis-i şerif âlimlerin bu görüşlerinde etkili olmuştur:

“Hac ayları dışında ihrama girmemek sünnettendir.”(bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/).

Şafiilere göre ise, hac ayları dışında alınan söz konusu ihram hac için değil, umre için geçerli olur. Çünkü “Hac belli aylardadır” (Bakara, 2/) ayeti, hac için belirlenmiş aylar dışında ihrama girilemeyeceğini ifade etmektedir.(bk. a.g.e; Muğni muhtac,1/, Muhazzeb,1/).

23 Hacda şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olmayı nasıl anlamak gerekir?..

Şeytan Taşlamayı Anlamak:

Haccın şartlarından birisi de şeytan taşlamadır. Taşlama, Hz. İbrahim (as)'in kendine engel olmaya çalışan şeytanı kovmak amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Bir peygamber olarak ona şeytan gözükmüş ve o da Rabbi ile arasına girmek isteyen, kendisini engellemek isteyen şeytanı taşlamıştır.

“Hacca ilişkin görevlerinizi benden alınız.” (Nesai, Menasik, )

buyuran Allah Resulü (asm) de, bu işlemi bizzat yapmış, onu insanlara da bizzat öğretmiştir.

Taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kendisini çeşitli hatalara, günahlara sürükleyen bu farklı cepheleri bir bir yok etmeye çalışır. Sahip olduğu her şeyi Allah için feda erme yolunda, karşısına şeytan nereler de çıkıyorsa, hangi silahları ve cepheleri kullanıyorsa oraları bertaraf etmelidir. Gurur, kibir, mal, mülk, mevki, rütbe, şan, şöhret, benlik, gençlik, evlilik, çoluk-çocuk… Kulluğun ve sorumluluğun önde engel olan şeyler her ne ise…

Günümüzde hacı, taşlama yaparken, hem Hz. İbrahim (as)'in rolünü oynamakta, hem de Hz. Peygamber (asm)'in sünnetine uymaktadır. Ancak bu rolü oynayan hacı, sembolik olarak taşlarını şeytanı temsil eden taş yığınlarına fırlatsa da, hakikatte kendisini şeytan hangi zayıf noktalardan aldatıyorsa, o tarafı düşünerek atmalıdır. Herkes kendi ayıbını, açığını ve günahını kendi daha iyi bileceği için, attığı her bir taşla nefsini, şehevi arzusunu, kendisini günaha sokan dürtülerine atmalıdır taşları.

Orada sembolik olarak ilk gün yedi, sonraki günler kırk dokuz veya yetmiş taş atar. Bu çokluktan bir kinayedir. Bunun anlamı, artık şeytana karşı sürekli teyakkuz halinde olmalı, yüzlerce defa karşısına çıksa, ona fırlatacağı binlerce taşı olmalıdır. Artık öteden beri tekrarladığı “Taşlanmış şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım!” şeklindeki “istiaze” yani “Euzü billahi mineşşeytanir racim” i sadece sözüyle değil, daha bilinçli bir şekilde özüyle yapmalıdır. Kimden kime sığındığını fark etmelidir. “Racim” olan şeytandan “Rahim” olan Allah'a sığındığını kavramalıdır.

Şayet bunu kavrayamaz ve sadece sembolde, şekilde takılır kalır da, bunun anlam ve hikmetini idrak edemezse “şeytanı taşladığı” vehmiyle bir kez daha aldanır o kadar! Çünkü şeytan orada sembolize edildiği gibi dışarıda değil, Hz. Peygamber (asm)'in benzetişiyle

“(Şeytan) kanın damarlarda dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır.” (Buhari, İtikaf 11, 12)

Kurbanı Anlamak:

Kurban sırf Allah istediği için malından vaz geçebildiğini ortaya koyduğu ve malını Allah yolunda kurban edebildiğini fiiliyle gösterdiği önemli bir ibadettir. İhramda bir otu dahi koparmak yasak iken Allah'a bağlılığın, fedakarlığın bir göstergesi olarak bayramda canlı hayvanlar kurban edilmektedir. Kurban bir taraftan hac görevlerini yerine getirebilmenin şükrünü eda etmek için kesilmektedir.

Nasıl Ramazan orucunu tamamlayınca Ramazan Bayramı yapılıyorsa, hac ibadetleri tamamlanınca da Hac Kurbanları (Hedy) kesiliyor ve Kurban Bayramı kutlanıyor. Sabır, savaş, şükür ve zafer. Arafat'ta bilgiye, Meşar'da bilince, Mina'da sevgiye ve Cemerat'ta zafere kavuşan hacı, kurban hedyi (hediyyesi) ile takvaya, takva ile de Allah'a ulaşmaktadır.

Kurban Bayramı günlerinde getirilen tekbirler "teşrik tekbirleri" diye isimlendirilmiştir. "Teşrik" cahiliyye döneminde kesilen kurban etlerinin kızgın kayalara serilmek suretiyle güneşte kurutulmasına denilmektedir. Böylece hacılar, hacda kesilen kurban etlerini güneş ve taşlar üzerinde kurutarak sonraları yemek üzere kendileri için saklamışlardır. Hacı teşrik tekbirlerini tekrarlarken, sonra kullanmak üzere kendisi için hangi iyi alışkanlıkları, hangi güzellikleri sakladığını, muhafaza ettiğini düşünmelidir. En azından hacca gelirken nasıl takva azığıyla geliyorsa, Mina'dan da geriye yine takva azığı götürmelidir. Allah için ve Allah'ın adıyla kesilen kurbanlar, zikir ve şükrün, tevazu ve teslimiyetin, dayanışma ve kardeşliğin bir göstergesidir.

Özellikle hacıların kurban etlerinden hemen hiç yemeden tamamının yoksul ülkelere gönderildiği günümüzde, hiç tanışmadığı Müslüman kardeşlerine karşı verdiği destek ve sosyal dayanışma haccın en hikmetli bir yönünü oluşturmaktadır. Faraza, ülkemiz hacılarının kurbanlarının, Afrika'da adını bile bilmedikleri bir Müslüman bölgede tüketilmesi ve onların gıyabi dualarını kazanmaları ne kadar güzeldir.

Hacının kurban ettiği koyun, inek, deve değil; heva ve hevesi, şehvetidir. Onun rızası için hepsini kurban etmeli ki bayramı yüreğinde, yakınlığı öz benliğinde hissedebilsin. Çünkü bu bayram Kurban Bayramı, kurbiyyet anıdır, Allah'a yakınlık bayramıdır.

Kurban Bayramı, çok uzak coğrafyalarda olsalar bile haccın anlamını yaşayanların bayramıdır. Burada bu yakınlaşmayı yaşayanlar, kazandığı güzellikleri gittikleri yerlere de taşıyacaktır. Kendi mekanlarında manevi bir kan dolaşımına sebep olacak, tertemiz, terütaze kanlar olacaklardır.

Daha sonra kimi hacılara hicran yolu, kimi hacılara hicret yolu, kimilerine ise hasret yolu gözükecektir. Allah için kesilen bu kurbanlardan akıtılan kanlar, kurban sahibinden de günahların döküldüğünü, "kirlerin giderildiğini" sembolize eder.

Hacı Allah için kurban keserken bunun Hz. İbrahim (as)'den kalma bir sünnet olduğunu, Allah yolunda en sevdiği yavrusunun kurban edilmesinden bir bedel olduğunu tefekkür eder. Allah'ın verdiği mal ve evlatların, Allah yolunda engel değil, tam tersine kendisini Allah'a yakınlaştıracak birer vesile olduğunu düşünür. Orada Allah için gönül rahatlığıyla herhangi bir canlıyı kurban ederken, memleketindeki çocuklarının da Allah yolunda olmaları, Allah'a yakın ve yaklaştırıcı olmaları için dua eder, hayatı boyunca da bunu gerçekleştirmek için gayret eder.

Tıraş Olmayı Anlamak:

"Allah'ım başlarını tıraş ettirenlere merhamet et!.." (Buhari, Hac, )

Önce şeytana taş atan, ardından Allah'a bir baş kurban eden hacı, daha sonra tıraş olmak süretiyle sembolik olarak kendi varlığının bir parçasını da kurban eder. Bu, bir taraftan, gerektiğinde saçını değil, canını da Allah yolunda vereceğini temsil ederken, başından dökülen her saç teli, adeta dökülen günahlarını simgeler.

Hz. Peygamber (asm), "Allah'ım! başlarını tıraş ettirenlere merhamet et." diye dua edince, sahabeden bazıları, "Saçlarını kısaltanlara da dua etseniz ey Allah'ın Resulü?" demişler, O da dördüncüsünde "Saçlarını kısaltanlara da" diyerek onlar için de dua etmiştir. Sahabeden kimileri saçlarını tamamen kazımış, bazıları da saçlarını kısaltmıştır. (Buhari, Hac, )

Saçların tıraş edilmesi tevazuyu "başı açık-yalın ayak" diye tabir edilen muhtaç oluşu sembolize eder. Bu husus hanımlarda saçların uçlarından bir miktar alınmasıyla sembolize edilir.

24 Kabe, Allah'ın evi, Hz Adem'den bugüne kadar gelmiş ve kutsallık taşıyan bir mekan olduğu halde, neden sadece İslamiyet'te vardır?

Bilindiği üzere, Kâbe’yi -Hz. Âdem (as)’den sonra- Hz. İbrahim (as) ile oğlu Hz. İsmail (as) inşa etmiştir.  Hz. İbrahim (as)’in oğlu İsmail (as) bizzat Kâbe’nin bânisi olarak Hicaz’a yerleşmiş ve hayatta olduğu sürece orayı kutsal bir mekân olarak görmüş ve hep ziyaret etmiştir.

Hz. İsmail (as)’in çocukları olan Araplar da tarih boyunca ataları Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)’in yolunu tâkip etmiş ve Kâbe’yi hep kutsal saymışlardır. Hz. İbrahim (as)’den beri geçerli olan -bazı yönleri bozulmuş da olsa- kendilerine intikal ettiği kadarıyla hac vazifelerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu adet ve ibadetlerinin Hz. Peygamber (a.s.m)’in zamanına kadar devam ettiğini Kur’an’dan öğreniyoruz.

Hz. İbrahim (as)’in diğer oğlu Hz. İshak (as) ise, Hicaz bölgesinde değil, Filistin/Kenan/Küdüs bölgesinde yerleştiği için, Kâbe’den uzak yerlerde ikamet ediyordu. Bu sebeple, onun çocuklarının Kâbe ile ilgili bir ibadet geleneğine sahip olmamaları normaldir. Kaldı ki, tarih boyunca, Hz. İbrahim (as)’in torunlarından peygamber olan kollarından gelen Yahudiler her zaman en üstün millet olduklarını düşündükleri için, amca oğulları olan Arapların kutsal mabetlerine bağlanmakla onların himâyesine girmeyi asla kabullenememiştir.

Hikmetli, ilahî kader zaman içerisinde Kâbe’den sonra yeryüzünde ikinci bir kutsal mabet olan Mescid-i Aksa’yı kendilerine bir kıble olarak inşa ettirince, bu ihtiyaçlarını da artık orada yerine getirme imkânını bulmuşlardır. Hatta zamanla, İsrailoğullarından olan Hristiyanlar -Ebrehe olayında olduğu gibi- Kâbe’yi yıkıp ortadan kaldırmayı bile düşünmüşlerdir.

Özetlersek, Yahudî ve Hristiyanlarda Kâbe’den söz edilmemesi, hem coğrafî uzaklıktan, hem de menfi rekabetten kaynaklanan bir tutum olabilir.

Kâbe kutsalı, Hz. İsmail (as)’in torunları olan Araplara mahsus kalması, en son peygamber Hz. Muhammed (a.s.m)’in dininde tam bir kutsal mâbet haline gelmesi de konunun ayrı bir hikmeti olarak değerlendirilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

KÂBE

25 Kredi kartı ile taksitli olarak hacca ve umreye gitmek caiz mi? Kredi çekip hacca gitmenin caiz olmadığını okudum

Geri ödemelerinde faize düşmemek kaydıyla kredi kartına taksit yapılarak hac veya umreye gidilebilir.

Faizli kredi ise caiz değildir. Bu bakımdan böyle bir para ile hacca veya umreye gitmek doğru değildir.

“Hac/umre finansmanı” şeklinde birtakım banka, finans kurumu veya şirketlerin, hac/umre için verdikleri borcun geri ödemesinde, ister faiz isterse de kar payı adı altında fazlalık almaları, söz konusu işlemi faizli krediye dönüştürür. Faizli kredi ile hac veya umreye gitmek ise caiz değildir.

26 Cahiliye diye adlandırılan dönemde hac yapılıyordu. Bu hac hangi din üzere, nasıl ve ne zaman yapılıyordu?

Haccın sebebi olan Kâbe, Hz. İbrahim (as) ve oğlu Hz. İsmâil (as) tarafından Mekke’de yapılmıştır. İnşâat tamamlandıktan sonra Cibrîl (as), tavâfın ve hac ibadetinin nasıl yapılacağını amelî olarak onlara göstermiş, Hz. İsmâil (as) de Hicaz halkına öğretmişler. Ancak, Hz. İbrâhim (as)’in tebliğ ettiği dini hükümler zamanla unutulmuş, Mekke putperestliğin merkezi olmuştur. Hz. İsmâil (as)’in öğrettiği hac usûlü yavaş yavaş değişmiş yerini putperestlerin haccı almıştır.

Cahiliyye dönemindeki putperestler de Kâbeyi tavaf edip Hac yapmaktaydılar. Câhiliye döneminde Mekke şehir devleti on üye­li bir meclis tarafından idare ediliyor, ay­rıca dört yabancı kabile de hac yöneti­mine katılıyordu. Resûl-i Ekrem (asm)'in men­sup olduğu Hâşimiler rifâde, sikâye ve Kâbe eminliği, Benî Abdüddâr Kâbe ve Dârünnedve'nin anahtarlarının muhafa­zası, Benî Nevfel hacılara harcanmak üze­re toplanan vergilerin idaresi, Benî Sehm Kâbe'ye yapılan adakların muhafazası ve Benî Kinâne de haccın daima aynı mev­sime rastlaması için takvimde yapılan nesî' ile meşgul olurlardı. Benî Gavs ile Benî Advân ise Arafat'ta ve Müzdelife'de hacılarla ilgilenirlerdi.

Kâbe'yi ta­vaf, umre, Arafat ve Müzdelife'de vakfe, kurban kesme gibi âdetler devam ettiril­mekte, hac putperest gelenekleriyle birlik­te sürdürülmekteydi. Umre, nesî' yoluyla hurma mevsimine rast getirilen receb ayında yapılır, Kâbe'nin ziyaret edilmesi ve Safa İle Merve arasında yedi defa koşul­ması ile tamamlanırdı. Müşrikler, haccı her yıl bahar mevsimine denk düşürmek için iki veya üç yılda bir tekrarlanan nesî' ile ayların yerlerini değiştirdiklerinden tö­renler, asıl zamanı olan Zilhicce yerine baş­ka aylarda yapılır, ancak yirmi dört yılda bir gerçek Zilhicceye rastlardı.

Hacı aday­ları, hac mevsiminin başlatıldığı ayın ilk günü ihramlı olarak Ukâz panayırına, yir­mi gece burada kaldıktan ve alışveriş yap­tıktan sonra Mecenne panayırına ve on ge­ce de burada kaldıktan sonra, arkasından gelen ayın hilâli ile birlikte Zülmecâz pa­nayırına giderler ve burada sekiz gece ka­lıp terviye günü Zülmecâz'dan ayrılarak arefe günü Arafat'a çıkarlardı. Arefe gü­nü "hille"den olanlar (Kureyş ve müttefik­leri dışındaki kabileler) Arafat'ta, "hums" sınıfından olanlar ise (hac ve Kâbe ile ilgili çeşitli imtiyazlara sahip Kureyş ve müt­tefiklerinden meydana gelen kabileler) Harem bölgesi içindeki Nemîre'de hazır bulunurlar ve güneş ufka yaklaşıncaya ka­dar buralarda kalıp sonra Müzdelife'ye akın ederlerdi. O gece Müzdelife'de geçi­rilir, ertesi gün fecirden önce vakfeye baş­lanıp güneş yükselinceye kadar devam edilir, arkasından da Mina'ya doğru ha­rekete geçilirdi; Arafat ve Mina günlerin­de alışveriş yapılmazdı. Mina'da yerine getirilmesi gereken, üç gün müddetle şeytan taşlama ve ayrıca kurban kesme menâsiki tamamlandıktan sonra çeşitli toplantılar düzenlenir, şiirler okunur ve kabileler atalarıyla övünürlerdi. Bu âdet,

"Hac menâsikini bitirince atalarınızı zik­rettiğiniz gibi, hatta ondan daha fazla Al­lah'ı zikredin."(Bakara, 2/)

mealin­deki âyetle kaldırılmıştır.

Ziyaretçiler Mina'dan Mekke'ye geldikle­rinde şehir halkının evlerinde kalır ve buna karşılık onlara bazı hediyeler verirlerdi. Câhiliye devrinde Araplar Kâbe'yi ellerini bir­birine kenetleyerek el çırpıp ıslık çaldıklarını söylemektedir ve humsa mensup iseler elbiseleriyle, hilleye mensup iseler -tavafı günah işledikleri elbiselerle yap­mak istemediklerinden- eğer humstan birinin elbisesini ödünç olarak veya para ile alamazlarsa çıplak tavaf ederlerdi.

Tefsirlerde,

"Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, 'Babalarımızı bu yolda bulduk, Al­lah da bize bunu emretti.' derler. De ki, Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bil­mediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (A'raf, 7/28) 

mealindeki âyetin Kâbe'yi çıplak tavaf edenlerle ilgili olduğu belir­tilmektedir. Eğer hille mensubu, üzerindekinin dışında sırf Kâbe'yi ziyaret sıra­sında kullanmak amacıyla daha önce gi­yilmemiş başka bir elbise getirmişse ta­vafını onunla yapar, sonra çıkarıp orada bırakır ve "lekâ" denilen bu elbiseye el sürülmez, çürümeye terkedilirdi. Temiz elbise bulamamış hilleye mensup kadınların da avret mahallerini elleriyle ka­patarak çıplak katıldıkları tavaf bittikten sonra Safa ile Merve arasında sa'y ya­pılırdı. Arkasından İsâf'ın putunun (heykel) yanında kurbanlar kesilir, kanın­dan Kâbe'nin duvarlarına sürülürdü; kurban kesenler bu etlerden yemezlerdi. Daha sonra her kabile hangi tanrı için ih­rama girmiş ve telbiye getirmişse onun putunu ziyaret eder, yanında tıraş olur ve ihramdan çıkardı. Câhiliye Arapları Kâbe dışında Lât, Menât, Uzzâ gi­bi tanrıların tapmaklarını, ileri gelenlerin kabirlerini ve dikili taşları da (ensâb) tavaf eder ve buna "devâr" derlerdi.

Hacılara su ve yemek ikram etme âde­ti (sikâye, rifâde), çok eski devirlerden beri devam ediyordu. Câhiliye döneminde ri­fâde geleneğini sürdürebilmek için önce­leri halktan vergi toplanırdı; daha sonra bu işi şeref kazanmak isteyen zenginler üst­lendi. İlk defa deve etinden yemek yaptı­rıp hacılara dağıtan kişinin Amr b. Luhay olduğu rivayet edilir; onun hacılara elbi­se dağıttığı da bilinmektedir. Kusay za­manında Kâbe yakınlarında, civardaki tat­lı su kaynaklarından develerle getirilen su­ların muhafaza edildiği deriden yapılmış su depolan vardı. Zemzem Kuyusu Hz. Peygamber (asm)'in dedesi Abdülmuttalib ta­rafından tekrar açıldıktan sonra, sikâye gö­revi tamamen buradan sağlanan sularla yerine getirildi. Abdülmuttalib develerini sağar ve bunları bal ile karıştırıp zem­zemle beraber hacılara dağıtırdı; üzümle zemzemi karıştırıp dağıttığı da olurdu.

İslâmiyet'in zuhuru sırasında sikâye ve rifâde işini Ebû Tâlib yürütüyordu; ancak daha sonra malî durumu bozulduğu için küçük kardeşi Abbas'a bıraktı. Abbas bu görevi Mekke'nin fethine kadar kesintisiz sürdürdü; fethin arkasından Resûl-i Ek­rem (asm) kısa bir süre için sikâye ve rifâdeyi on­dan aldıysa da daha sonra yine kendisine verdi. Hz. Peygamber 9 () yılında Hz. Ebû Bekir (ra)'i hac emîri olarak görevlendir­di ve ona yemek için bir miktar malzeme verdi. Veda haccında ise bu işi bizzat ken­disi üstlenmiş, dolayısıyla vefatından son­ra yerine gelen halifeler de bunu bizzat yü­rütmüşlerdir.

Mekke'nin fethinden sonra Kâbe'nin içinde ve etrafında yer alan putlarla bir­likte Hz. İbrahim (as)'in tebliğ ettiği hac ibadetinde bulunmayan şirk unsurları da ta­mamen temizlenmiştir. Hums mensup­ları kendilerine birtakım imtiyazlar tanı­yıp, "Biz ehl-i Haremiz, Kâbe'nin bakıcıla­rıyız." diyerek Arafat'ta vakfe yapmazlar­dı. Ancak,

"Sonra insanların -sel gibi- akın ettiği yerden (Arafat) siz de akın edin. Al­lah'tan mağfiret dileyin. Gerçekten Allah çok affedici ve esirgeyicidir." (Bakara 2/ )

mealindeki âyetle bu ayrıcalık kaldırılmıştır. Arafat ve Mina'dakİ ticaret yasa­ğı da

"Rabbinizden -ticaret yaparak- rızık aramanızda size herhangi bir günah yoktur."(Bakara 2/)

mealindeki âyetin inzali üzerine son bulmuştur. Hacdan ön­ce kurulan Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz gibi panayırlar ise bir müddet daha de­vam etmiş, ancak II. (VIII.) yüzyılın sonları­na doğru çeşitli sebeplerle bunlardan vaz­geçilmiştir.

İslâmiyet'in doğuşundan son­ra hille ehli Safa ile Merve arasında yapı­lan sa'y vecîbesini, burada bulunan putla­ra karşı yapıldığı, dolayısıyla Câhiliye âdetlerinden olduğu ve hac menâsikine gir­mediği gerekçesiyle yerine getirmiyorlardı. Bunun üzerine,

"Safa ile Merve şüp­hesiz Allah'ın şiârlanndandır. Her kim hac veya umre yaparak Beytullah'ı ziyaret ederse Safa ile Merve arasında tavaf (say) yapmasında bir günah yoktur. Kim gö­nüllü olarak bir hayır yaparsa şüphesiz Al­lah -onu- bilir, karşılığını verir."(Bakara 2/)

mealindeki âyet indi ve böylece sa'yin hac menâsikinden olduğu açıkla­narak, bu hususta zihinlerde beliren şüp­heler giderildi.

Kâbe'yi çıplak tavaf etme ve hille mensupları tarafından Harem sı­nırları içine sokulan yiyecek ve içeceklerle koyuna getirilen yasak İse,

"Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde elbiselerini­zi giyin. Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyi­niz. Zira Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti (el­bise) ve güzel (helâl) azıkları kim haram kıl­dı! De ki: Onlar dünya hayatında -inanma­yanlarla birlikte- inananlar içindir. Kıya­met gününde ise yalnız müminlere ait­tir."(Bakara 2/)

mealindeki âyet­lerle ve Hz. Peygamber (asm)'in hicretin 9. yı­lında verdiği,

"Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapmayacak, kimse Beytullah'ı çıp­lak tavaf etmeyecektir."(Buhârî, Hac, 67)

emriyle ortadan kaldırıldı. (Diyanet İ.A. Hac. Md.)

27 Hacca gidenlerin tüm günahlarının affedileceği sözü nasıl anlaşılmalıdır?

Konuyla ilgili bazı hadisler şöyledir:

“Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa -kul hakları hariç- annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlardan arınmış olarak döner.” (Buhari, Hac, 4)

"Makbul haccın karşılığı cennetten başka bir şey değildir. Umre de diğer bir umre ile arasındaki günahları siler."(Nesai, Menasik,; Müslim, Hac, ; İbn-i Mace, Menasik, 3)"Amellerin hangisi daha faziletlidir?" şeklindeki bir soruya Peygamberimiz (asm):

"Allah ve Rasûlüne iman." şeklinde cevap vermiş;

"Sonra hangisi?" diye sorulunca;

"Allah yolunda cihad." buyurmuş,

"Sonra hangisi?" denince;

"Makbul hac!.." diye cevap vermiştir."(Buhari, Hac, 4; Nesai, Menasik, 4)

"Haccedenler ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. Kendisine dua ederlerse, dualarını kabul eder, bağışlanma dilerlerse onları bağışlar." (İbn-i Mace, Menasik, 5)

"Hac ve umreyi art arda yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşün pasını giderdiği gibi fakirliği ve günahları yok eder."(Tirmizi, Hac, 2; Nesai, Menasik, 6; İbn-i Mace, Menasik, 3)

Bu ve benzeri hadislerde geçen müjdelerin gerçekleşmesi bazı şartlara bağlıdır. Nitekim "Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa" ve "Makbul hac" gibi kayıtlardan bunu anlamak mümkündür.

Hadis kitaplarında geçen bu gibi sözlerin bazıları zayıf olabilir. Ancak yukarıda verdiğimiz bazı hadisler gibi güvenilir olanları da vardır. Bu nedenle bu gibi sözlerin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durmak istiyoruz:

1.  Bir kaide vardır: Bir söz mutlak söylendiğinde en mükemmeli anlaşılır. Örneğin “insan” denilince akla Peygamberimiz (a.s.m.) gelir. Fizikçi denilince en meşhuru aklımıza gelir. Bunun gibi, "şu ibadeti yapan şu sevabı alır" sözünden aklımıza ilk gelecek olan, o ibadetin zirvesidir, en son neticesidir. Yani bu ibadetin en mükemmel sonucu budur, anlamına gelmektedir.

2.Her sözün bazı şartları vardır. Örneğin bir arabanın katalogunda km/saat  hız yapabileceği yazılı olsun. Sadece bunun yazılmış olması o arabanın her zaman ve her sürücünün km/saat yapacağı anlamına gelmez. Stabilize bir yolda, benzinine su karışmış, ön düzeni bozuk, gece vakti farları yanmayan veya başka yere bakan, üstelik de şoförü acemi olan bir araba aynı hızı yapmayınca, bu sözün yanlış olduğu anlamına gelmez. Tam tersine söz doğrudur, ama bazı gerekli şartları yerine getirilmediği söz konusudur. Bu nedenle araba bize fayda verecektir, fakat istediğimiz hıza ulaşamayacaktır. Bunun gibi, biz de Allah’ın yarattığı mükemmel ve canlı bir arabayız. Bu arabanın farları olan gözler, yedikleri, içtikleri, gezdikleri, düşündükleri, ayakları gibi her şeyiyle mükemmel olacak ki o duayı okuduğu zaman o neticeyi alabilsin. Demek ki söz doğrudur; ancak o şartları yerine getirmek kaydıyla.

3. “Her çekirdek bir ağaçtır.” sözü doğrudur. Ancak her çekirdek bir ağacın programını taşıdığı halde şartlarına uyarak ekilmezse ağaç olamaz. Bunun gibi her dua da insanı Allah’a götüren ve günahlarının silinmesine sebep olan bir sır vardır. Ancak çekirdek gibi olan bu sırrın açılması için de bazı şartlar lazımdır. İman, ibadet, niyet ve haramlardan sakınma gibi şartları yerine getiren onu ağaç gibi açacaktır. Geçmiş günahlarının silinmesine vesile olacaktır. Yoksa çekirdek olarak kalacak ve neticeye ulaşamayacaktır. Hatta hayatını yanlış yerde harcadığı için aynı zamanda sorumlu da olacaktır.

Demek ki hacca giden her insanın bütün günahlarının affolunması yolu açıktır. Ancak yukarıdaki şartlara uyulduğu takdirde ve her hacının veya umrecinin durumuna göre günahlarının tamamı veya bir kısmı bağışlanmaktadır.

28 Umre ile ilgili hadis-i şerif veya ayet yazar mısınız?

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara, 2/)

Enes b. Mâlik (r.a)'ten rivayete göre şöyle demiştir:

"Nebî (s.a.s) dört defa umre yapmıştır. Veda haccı ile birlikte olan dışında, diğerleri Zi'lka'de ayında yapılmıştır. Bunlar: Hudeybiye umresi, ertesi yıl yapılan umre, Huneyn ganimetlerinin bölüştürüldüğü zaman Cirâne'den yapılan umre ve Veda Haccı sırasında yapılan umre."(Buhârî, Meğâzî, 35; Müslim, Hac, , ; Ebû Dâvud Menâsik, 79; Ahmed b. Hanbel, I, , , II, 39, III, ).

Bu dört umre şunlardır:

1) Hudeybiye umresi: Bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi niyet edilip ihrama girildiği halde, Mekke müşriklerinin izin vermemesi yüzünden yapılamamış ve Hudeybiye sulh anlaşması gereğince ertesi yıla bırakılmıştır.

2) Umretü'l-kaza: Yukarıda açıkladığımız bu umre hicretin yedinci yılında yapılmıştır. Buna Umretü'l kazıyye ve Umretü's-sulh adları da verilir.

3) Huneyn ganimetlerinin paylaştırılmasından sonra Ci'râne'den gelip yapılan umre.

4) Veda haccı ile birlikte yaptığı umre (İbn Sa'd Tabakât, II, vd.; Ahmed b. Hanbel, III,; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul , XIV, vd.). (Hamdi DÖNDÜREN)

"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günahlara kefarettir. Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir." (Nesaî, Hac, 3, Zekat, 49, İmân, 1; Dârimî, Menâsik, 7, Salât, ; Tirmizî, Hac, 6; Ahmed b. Hanbel, I, , III,, , IV, ).

"Hac ve umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. Ondan bir şey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder."(İbn Mâce, Menâsik, 5).

Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

 "Hac ve umreyi peşi peşine yapınız. Bu ikisi, körüğün; demir, altın ve gümüşün pasını yok ettigi gibi, fakirliği ve günahları yok eder. Mebrûr haccın sevabı ancak cennettir." (Tirmizî, Hac, 2; Nesâî, Hac, 6; İbn Mâce, Menâsik, 3).

İlave bilgi için tıklayınız:

- HAC.

- UMRE.

- Ramazan’da umreye gitmek.

29 Borç para ile hacca gidilir mi?

Bir Müslüman'ın hac ibadetiyle yükümlü olması için, sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıllı ve büluğ çağına erişmiş olması gerekir. Bu itibarla servet yönünden haccetme imkanına sahip olmayan kişilerin borçlanarak hacca gitmeleri gerekmez; ancak, borçlanarak hacca gitmeleri halinde, hac ibadeti geçerli olur ve kendilerinden hac görevi düşer.

Diğer taraftan, haccın kendilerine farz olması için gerekli bütün şartları taşıdığı halde, hac mevsiminde hazır parası bulunmayan ve borç aldığı takdirde bunu daha sonra rahatlıkla ödeme gücüne sahip olan kişilerin, bu görevi bir an önce ifa etmeleri için borç alarak hacca gitmeleri uygun olur.

30 Hac ibadeti yaparken, farz tavafı yapılması gerekirken, onun yerine veda tavafına niyet ederek yapılan tavaf yeterli olur mu?

Hacla ilgili olarak "kudüm tavafı", "ziyaret tavafı" ve "veda tavafı" olmak üzere ÜÇ tavaf vardır:

Kudüm Tavafı, Mekke'nin dışından gelenlerin yaptığı ilk tavaf olup, yapılması sünnettir.

Ziyaret Tavafı, haccın iki rüknünden biri olup, yapılması farzdır. Arafat vakfesinden sonra yapılan bu tavafa, ifada tavafı da denir. Zamanı, Kurban Bayramının ilk günü başlar. Bayramın ilk üç günü içerisinde yapılması daha iyidir.

Veda Tavafı, Mekkeli olmayan ve Mekkeli hükmünde sayılmayan, uzak bölgelerden gelmiş hacıların, Mekke'den ayrılmadan önce yapmaları gereken en son tavaftır. Yapılması vaciptir.

Tavafta niyet esas olmakla birlikte bu tavafın kudüm tavafı mı, ziyaret tavafı mı yoksa umre ya da veda tavafı mı olduğunu tayin etmek gerekmez; mutlak tavafa niyet yeterlidir.

Ziyaret tavafından önce veda tavafı yapılmaz. Şayet yapılırsa bu tavaf ziyaret tavafı sayılır. Bu itibarla haccınız tamam olmuştur.

Ancak veda tavafı Hanefilere göre vacip olduğundan, ayrıca yapılması gerekir. Terkinden dolayı dem yani kurban gerekir. Bununla birlikte kişi ülkesine dönmüş ise veda tavafının sünnet olduğu görüşünde olan alimlerin kavlince amel edilir ve bu kişiye bir şey gerekmez.

31 Neden hac farz kılınmıştır?

Allah’a ve gönderdiği dine inanan insanın, Yaratıcısına karşı sorumluluğu “ibadet” kavramıyla ifade edilir.

İbadet, en geniş anlamıyla, mü’minin bütün hayatını, Allah’ın arzu ettiği şekilde tanzim etmesi iken, dar anlamıyla da namaz, oruç, zekat, hac ve kurban gibi çeşitli şekillerde Yüce Allah’a yöneliştir. Her bir ibadetin kendine has bazı özellikleri ve hikmetleri olup, bunların bilinerek yapılması o ibadetleri daha da anlamlı kılar. Özellikle, neredeyse tamamı sembolik eylemlerden oluşan haccın, tarihî, ahlâkî ve kültürel boyutlarının bilinmesi, hikmetlerinin ortaya konulması, haccın ruhunun yakalanabilmesi açısından çok önem arz etmektedir.

Allah’ın emrettiği her şeyde şüphesiz insanların dünya ve ahiret hayatı için pek çok hikmetler vardır. Bu şaşmaz gerçeğe göre haccın da pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

Her insan yaratılışı gereği Yüce Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula, en belirgin bir şekilde Yüce Allah karşısında aczini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir. Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Bu durum kendisine Allah’a kul olma zevkini tattırır.

Hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur. Bu, lafta kalan kuru bir iddiadan ibaret değildir. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçerler. Trilyonlara hükmeden bir zenginle geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.

İslâm Dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği, Hz. Peygamber (asm) ve Ashabının bin bir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği ve Hz. Âdem (as)’den beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları görmek, müminlerin dini duygularını güçlendirir, İslâm’a bağlılıklarını artırır.

Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı binlerce Müslümanın birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi sağlanmış olur. Bu durum Müslümanların birbiriyle irtibat kurmalarına, birbirlerinin dertlerinden haberdar olmalarına ve hatta ticari bağlantılar kurmalarına imkan sağlar.

Hac ibadetiyle Müslüman, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevi nimetlerin şükrünü eda etmiş olur.

Hac yapan Müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme gibi ahlaki özelliklerini geliştirirler.

Hac, Müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek derin hatıralar bırakır. Bu hatıralar; müminin hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder. Hac, müminin hayatında âdeta bir dönüm noktası oluşturur.

Arafat gibi mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir Müslüman bir daha kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkâr Müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme işlemi görür.

Hac sayesinde Müslümanlar arasında güzel etkileşimler meydana gelir. Müminler birbirlerinden güzel hasletler alırlar. Fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur. İnsanları birbirinden uzaklaştıran ırkçılık gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır.

Kısaca haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetleri, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararları vardır. Yukarıda yalnızca bunlardan bazıları zikredilebilmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Hac sırasında tavafta yedi defa dönmenin hikmeti nedir?

32 Maddi durumum müsait değil, banka kredisiyle hacca gidebilir miyim?

Haram para ile hacca gidenin haccı Hanbeli’de sahih olmaz, diğer üç mezhepte, günahkâr olsa da haccı sahih olur, yani hac borcundan kurtulur.

Haram para ile hacca gidilmez. Gidilirse, hac sahih olursa da, hacdan hasıl olacak sevaba kavuşulmaz.

Bilindiği gibi, kabul olunmuş bir hac, insanın kul hakkıdışındaki bütün günahlarının silinmesine yetiyor. İnsan günah yönünden dünyaya adeta yeniden geliyor. Ama bunun için asgari şu beş şarta riayet etmesi gerekiyor:

1. Hacca son derece halis bir niyetle, yani sadece Allah için gidiyor olmak. Adeta Allah'ı ziyarete gidiyor gibi, O'nun dışındaki her şeyi gözünden çıkarmak.

2. Tertemiz (tayyib) bir para ile hacca gitmek.

3. Üzerindeki kul haklârını ödemek ya da helallık almak, Allah'a olan namaz ve oruç gibi borçlarını da kaza etmek ya da kaza etmeye kesin karar verip başlamak,

4. Hac boyunca boş ve çirkin söz, niyet ve davranışlardan (rafes ve fusîk) uzak durmak,

5. Haccı diğer zahir ve batın şartlarına uygun olarak tamamlamak.

İşte böyle bir haccın, bütün günahları sildikten sonra insana kazandıracağı sevabın miktarını da ancak Allah bilir. Bu şartlarda ne derece eksiklik olursa haccın sevabında da o derece azalma olur. Hatta bazılarının hacları, farziyeti üzerlerinden düşürmekten başka bir işe yaramaz. Bazılarının ki ise bunu bile yapamayıp sahibine günah dahi kazandırır. Bundan dolayıdır ki, malına haram karışan ya da şüphelilik bulunan zenginlerin hacca borç para alarak gitmeleri ve borçlarını döndükten sonra kendi mallarından ödemeleri tavsiye olunmuştur.

Bununla beraber Imam Gazalî şu tavsiyede de bulunmuştur:

"Haram ya da şüpheli malla hacca giden, hiç olmazsa yiyeceğinin tertemiz helaldan olmasına çaba göstersin. Bunu bütün hac süresi boyunca yapamazsa ihrama girdiği andan çıkacağı anâ kadarki sürede yapmaya çalışsın. Onu da başaramazsa Arafe günü için yapmaya uğraşsın. Bunu da yapamazsa böyle bir malla hac yapmak zorunda kaldığı için her an korku üzüntü ve pişmanlık duysun, umulur ki, rahmet nazarları Arafat'da ona da çevrilir." (Hüseyin el-Mekkî, Irsâdü s-sârî, 3).

33 Umre için ihrama girme, Mikat bölgeleri ve Tenim Mescidi hakkında bilgi verir misiniz?

Mekke çevresinde ihrama girmek için belirlenmiş noktalar vardır. Bunlardan her birine "mikat" denir. Mikat sınırlarının dışından hacca veya umreye gelenler, bu sınırları ihramsız olarak geçemezler. Buna göre:

a. Doğrudan Mekke’ye gidecek olan hacı adayları, uçaklar Cidde’ye indiği ve Cidde de mikat sınırları içinde bulunduğundan, uçağın kalkacağı havalimanında veya evlerinde ihrama girerler. Gerektiğinde uçak mikat sınırını geçmeden uçak içinde de girilebilir. Ancak pratikteki zorluğu sebebiyle uçakta ihrama girme tercih edilmemelidir.

b. Hacdan önce Medine’ye gidecek olan hacı adayları, Medine’de kaldıkları evlerde veya Mekke yolu üzerinde Medine’ye 11 km. uzaklıkta bulunan "Zül-Huleyfe" (Ebyâr-i Ali)’ de ihrama girerler.

Hac veya umre yapacak olanların mikat sınırını ihramsız olarak geçemeyeceklerini belirtmiştik. Mikat sınırını ihramsız olarak geçtikten sonra ihram giyenlere ceza gerekir. Bu durumda olanlar henüz hac ve umre ile ilgili görevlerden birini yapmadan, herhangi bir mikat sınırına dönerek yeniden ihrama girerlerse ceza düşer.

İlave bilgi için tıklayınız:

- İHRAM

- MÎKÂT

34 Haccın faydaları ve hikmetleri hakkında bilgi verir misiniz?

Allah’ın emrettiği her şeyde şüphesiz insanların dünya ve ahiret hayatı için pek çok hikmetler vardır. Bu şaşmaz gerçeğe göre haccın da pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

Her insan yaratılışı gereği Yüce Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula, en belirgin bir şekilde Yüce Allah karşısında aczini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir.

Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Bu durum kendisine Allah’a kul olma zevkini tattırır.

Hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur.

Bu, lafta kalan kuru bir iddiadan ibaret değildir. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçerler. Trilyonlara hükmeden bir zenginle geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.

İslâm Dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği, Hz. Peygamber (asm) ve ashabının bin bir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği ve Hz. Adem (as)’den beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları görmek, müminlerin dini duygularını güçlendirir, İslâm’a bağlılıklarını artırır. Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı binlerce Müslümanın birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi sağlanmış olur. Bu durum Müslümanların birbiriyle irtibat kurmalarına, birbirlerinin dertlerinden haberdar olmalarına ve hatta ticari bağlantılar kurmalarına imkan sağlar.

Hac ibadetiyle Müslüman, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevi nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Hac yapan Müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme gibi ahlaki özelliklerini geliştirirler. Hac, Müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek derin hatıralar bırakır. Bu hatıralar; müminin hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder.

Hac, müminin hayatında adeta bir dönüm noktası oluşturur. Arafat gibi mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir Müslüman, bir daha kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkar Müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme işlemi görür. Hac sayesinde Müslümanlar arasında güzel etkileşimler meydana gelir.

Hacda müminler birbirlerinden güzel hasletler alırlar. Fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur. İnsanları birbirinden uzaklaştıran ırkçılık gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır. Kısaca haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetleri, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararları vardır. Yukarıda yalnızca bunlardan bazıları zikredilebilmiştir.

* * *

NOT: Dr. M. Selim Arık'ın "Hac ve Umrenin Hikmetleri" isimli şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:

Hac, kelime olarak “Allah’a yönelme, günahlardan arınma, Hak yolunda feragat gösterme ve meşakkatleri göğüsleme”1 mânâlarına gelmektedir. Dinî kavram olarak da “Kâbe ve civarındaki kutsal olan özel yerleri, belirli vakit içinde, usûlüne uygun olarak ziyaret etme” anlamını taşımaktadır. Umre ise, hac günleri dışında Kâbe’ye yapılan ziyareti ifade etmektedir. Umre, senenin her zamanında yapılabilen ve Hanefî âlimlerine göre, ömürde bir defa yapılması sünnet-i müekkede olan bir ibadettir.2 Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de

وَلِلَّهِ عَلىَ النَّاسِ حِجُّ البَيْتِ مَنِ اسْتطاَعَ إلَيْهِ سَبِيلاً “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi ziyaret etmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”3

buyurmaktadır. Dolayısıyla sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip Müslümanların ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır.

Hac, sahih rivayete göre hicretin 9. yılında farz kılınmış Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de h. yılda hac farizasını eda etmiştir. Yine râcih görüşe göre Umre’ye “Hacc-ı Asgar” (küçük hac); hac mevsimindeki hacca veya Hz. Peygamber’in haccına “Hacc-ı Ekber” (büyük hac) denilmektedir. Halk arasında söylenilen Arefe günü Cuma’ya rastlayan hac mevsimine, “Hacc-ı Ekber” denilmesi ise sahîh bir kaynağa dayanmamaktadır.

Enes b. Mâlik (r.a) Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) dört umre yaptığını haber vermiştir. Bu umreler şöyledir:

1) Hicrî 6. yıldaki Hudeybiye umresi ki müşrikler Müslümanları Mekke’ye katmamışlardı. Buna aynı zamanda engelleme mânâsına gelen “ihsar” da denir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Naciye b. Cündüb ile hedy kurbanlarını Harem bölgesine (Mekke’ye) göndermiş, kurbanlar kesildikten sonra (veya bir rivayette kurbanlar Hudeybiye’de kesildikten sonra) ashab traş olup ihramdan çıkmış ve böylece umre sevabını almışlardır.

2) Hudeybiye kaza umresi ki, anlaşma gereği bir yıl önce yapılamayan umre ertesi yıl yapılmıştır.

3) Hicrî 8. yıl Huneyn ganimetlerinin taksimi senesi Ci’rane’den ihrama giyilerek yapılan umredir.

4) Hz. Peygamber’in Veda haccı ile yaptığı umredir ki, bu aynı zamanda hacc-ı kırandır.4

Ayrıca İmam Malik, umrenin bir yıl içinde birden fazla yapılmasını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre umre bütün insanlara her sene için bir kere olmak üzere sünnet-i kifayedir.5

Hz. Âdem ve Hz. İbrahim Hatıraları

Hac, öncelikle o şerefli yerlerde büyük peygamberleri hatırlama ve hatıralarını yâd etme yönüyle özel bir davettir. Çünkü insanlığın atası olan Hz. Âdem (as) ve eşi Hz. Havvâ Validemiz Cennet’ten çıkarıldıktan sonra o mukaddes yerlerde Allah’ın kapısına sığınarak uzun müddet ağlamışlar, dua ve tövbede bulunmuşlardır. Bunun neticesi olarak tövbeleri Arafat’da kabul olmuştur.

Yine Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) ile eşi Hz. Hâcer’le beraber Allah’ın emrine uyarak ve O’ndan gelen meşakkatli imtihana sabrederek, orada en büyük şerefi kazanıp Allah’ın rızasına ulaşmışlardır. Nitekim bugün onların hatırasına hac ve umre menasiki olarak Safa ile Merve arasındaki sa’y bunu hatırlatmaktadır. Çölün ortasındaki zemzem suyu Cenâb-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametini ve lütfunu göstermektedir.

Yine Hz. İbrahim’e en sevgili oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmesi Allah tarafından burada emredilmiş, hattâ Hz. İsmail babası ile birlikte düğüne gider gibi kurban olmaya gitmesiyle Allah’a karşı olan teslimiyetini göstermişti. Bu sırada Mina vadisinde, İsmail’i kandırmaya çalışan lânetli şeytan, Hz. İbrahim tarafından taşlanmış ve kovulmuştur. Bugünkü Mina’da kesilen kurbanlar ve cemarâttaki taşlamalar şeytanı ve bir anlamda kişiye musallat olacak şeytanî duyguların bertaraf edilmelerini hatırlatmaktadır.

Sultan’a Sığınma

Hacca gidenler sanki Kâbe’ye iltica etmişlerdir. Nasıl ki insanlar, felâket veya düşman saldırısı gibi bir şeye karşı direnemedikleri vakit, Sultan’ın himayesine sığınırlar. O felâketin tesirine göre her biri yalın ayak ve sırtı çıplak toz toprak içinde dua edip yardım isterler. Bu esnada yollarda rastladıkları hizmetçi ve saray adamları gibi kimselere hatta hayvan ve bitkilerin bulunduğu Sultan’ın çiftliğine son derece dikkatle saygı gösterip hiç kimseyi incitmemeye çalışırlar. Sultan’ın sarayına varınca da derin bir sessizlik ve sükûnet içinde beklemeye başlarlar. Sonra huzura izin istemeye uygun bir vakit buluncaya kadar sarayın etrafında dolaşırlar. Maksatlarını ifade edebilmek için en anlamlı sözlerle Sultan’ı övmeye başlarlar. Ardından Sultan’ın elini öpmek için izin isterler. İzin verilince de bu lütfu, isteklerinin yerine getirilmesine işaret sayarlar. İşte Hacerü’l-Es'ad'i istilam belki bunları hatırlatmaktadır.

Peygamberimiz (asm), Hacerü’l-Esved’in önemini şöyle haber vermektedir:

“Allah’a yemin olsun ki! Allah Haceru’l-Esved’i kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan bir ağzı olduğu hâlde haşredecektir. Burada kendisine hak üzere (usûlüne uygun) istilam edenlere şahitlik edecektir.”6

Nasıl insanda hafıza kuvveti var ve nice malumat orada muhafaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Hacerü’l-Esved’de böyle bir fonksiyon olması gayet tabiîdir. Sanki o taş, binlerce “video bandı” veya “cd” diskleri gibi kendisini istilam edenlerin resim ve seslerini kaydetmekte olup öbür âlemde bunları gösterebilecektir. Sanki Hacer-i Esvet (Es'ad) öbür Âlemde gösterilmek üzere kendisini istilam edenleri video, cd, çip v.s gibi pekçok kayıt aletine kaydetmektedir. Yine hadîste

“Kim Hacerü’l-esved’e dokunur, karşı karşıya gelirse, sanki Rahmân’ın eline dokunmuş gibi olur.”7

şeklindeki teşbihle Hacerü’l-Esved’in Allah katındaki mânevî değeri anlatılmak istenmiştir.

Böylece sevinç ve kemal-i edeple Sultan’ın huzurundan ayrılırlar. Şu hâlde hac ve umre için Kâbe’yi tavaf için yola çıkan kimsenin hâli, şeytanın günah oklarına karşı kendini koruyamayan dolayısıyla mânevî iltica talep eden bir mülteci durumuna benzemektedir.

Özel Misafirlik

İnsan bu âlemde, büyük bir sefere çıkmış yolcu gibidir. Bu yolculuk esnasındaki hac ve umre ise özel bir misafirliği ifade eder. Misafirlerin istekleri de reddedilmeyen dualar arasındadır.8 Hakim olan Cenâb-ı Hak, sanki hac ve umre ile kullarını özel olarak davet ederek yüce kapısında yalvarmalarını ve himayesine girmelerini istemektedir. Bunun için de yeryüzünde Mekke’de mukaddes olarak belirlediği yere “Beytullah” ismini vermiştir.9

Kul, hac ve umre ziyaretiyle sanki Allah’ın bu özel davetine

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerike lek.

 - Buyur Allah’ım buyur! Huzuruna geldim, emrine hazırım. Sen’in eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd Sen’in, nimet Sen’in, mülk de Sen’indir. Eşin ve ortağın yoktur.”

diyerek, samimiyetle icabet etmektedir. Zîrâ ağaçların ve taşların birlikte iştirak ettiği telbiye ile ihrama giren bir mü’min, (Hadîste telbiyenin fazileti şöyle haber verilmektedir: “Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve toprak (hatta çadırlar ve evler) onunla birlikte telbiyede bulunmasın. (Peygamberimiz eliyle işaret ederek) bu iştirak arzın şu (en uzak) yerine kadar devam eder.”10) Rahmân’ın özel misafiri olarak, “Duyûfu’r-Rahman” unvanını almıştır. Nitekim hadîste:

“Hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir (misafirleridir). Onlar Allah’a dua etseler, derhal dualarına Allah icabet eder. Eğer kendileri için af ve mağfiret talep ederlerse Allah hemen mağfiret eder.”11 buyrulmaktadır.

Dünyevî ve Uhrevî Faydalar

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak,

وَأَذِّنْ فِى الناَّسِ بِالْحَجِّ“insanlar arasında haccı ilan et.” şeklinde haccın ilân edilmesini bildirdikten sonra hemen akabinden لِيَشْهَدوُا مَناَفِعَ لَهُمْ “Tâ ki kendilerine ait birçok menfaatlere şahid olsunlar.”12

buyurmaktadır. Dolayısıyla haccın hem dünyevî, hem de uhrevî hikmetlerine işaret edilmektedir. Dünyevî olanlar, ticarî ve sosyal faaliyetler münasebetiyle, Müslümanlar arasındaki ekonomik ve içtimâî gelişmeyi sağlamaktadır. Uhrevî olanlar ise günahlara tövbe ile Allah’ın af ve mağfiretine nâil olmaktır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususa şöyle işaret etmektedir:

“Bir kimse hacceder ve hac esnasında kötü söz söylemez, eline ve gözüne sahip olur (büyük günahlardan çekinir, küçük günahları işlemekte ısrar etmezse), o kimse günahlarından arınarak (kul hakkı hariç) annesinden doğduğu günkü gibi hac ibadeti vesilesiyle memleketine tertemiz döner.”13

Yine bir başka hadiste hac ve umrenin mânevî faydası şöyle haber verilmektedir:

“Hac ve umreyi peş peşine yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşteki pası yok ettiği gibi, fakirliği ve günahları yok eder. Makbul hac için karşılık, ancak cennet’tir.”14

Bu niyet ve düşünceler içinde haccını eda eden mü’minleri tebrik ediyoruz. Ne mutlu Rahmân’ın bu özel iltifatına nâil olan kullara! Ne mutlu Kâbe’yi, Arafat’ı, Makam-ı İbrahim’i ve Hacerü’l-Esved’i usûlüne uygun olarak ziyaret edip buralarda ibadet edenlere! Müjdeler olsun hac ibadetinden sonra memleketine günahsız dönebilenlere!

Dipnotlar:

1. Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, s.
2. bk. Mevsılî, el-İhtiyar, I,
3. Âl-i İmrân 3/
4. bk. Buhârî, Umre, 3.
5. bk. Abdurrahman el-Cezîrî, Kitabü’l-Fıkh ala’l- mezahibi’l-erbaa, I,
6. Tirmizî, Hac,
7. İbn Mâce, Menasik,
8. bk. Tirmizî, Birr, 7.
9. Kur’ân’da Kâbe şöyle anlatılmaktadır: “İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekke’deki Kâbe olup, pek feyizli ve insanlar için hidayet rehberidir. Kim Beytullah’a girerse korkudan emin olur.” (Âl-i İmrân, 3/). Kâbe’nin ilk bânisinin Hz. Âdem olduğu, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in ise Kâbe’yi bu temel üzerine bina ettiği rivayet edilir. Kâbe’ye Beytullah (Allah’ın evi), Mescid-i Haram (bazı yasakları olan) ve Beytü’l-Atik gibi isimler verilmiştir. Atik, eski veya yepyeni ve değerli mânâsına da gelir ki, şerefli ve saygı değer ev demektir. (bk. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, V/)
Tirmizî, Hac, 14
İbn Mâce, Menâsik, 5.
Hac 22/
Buhârî, Hac, 4
Tirmizî, Hac, 2.

 

35 Hac veya umre sırasında, Kâbe'yi kadınla erkeklerin birlikte tavaf etmesi uygun mudur?

- İbnu Cüreyc anlatıyor:

"Ata, bana İbnu Hişâm'ın kadınları erkeklerle karışık olarak tavaftan yasakladığı zaman dedi ki:

"O bunu nasıl yasaklar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri bile erkeklerle birlikte haccettiler!" Ben Atâ'ya sordum:

"Onların beraber haccları örtünme emrinden önce miydi, sonra mıydı?"

"(Evet, kasem olsun) buna, ben örtünme emrinden sonra şâhid oldum!" diye cevap verdi. Ben tekrar sordum:

"Pekâlâ erkeklere nasıl karışırlardı?" Şu cevabı verdi:

"Erkeklere karışmazlardı, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) erkeklerden ayrı olarak tavaf ederdi, onlara karışmazdı." Hatta bir kadın kendisine:

"Ey mü'minlerin annesi, yürü (Hacerü'l-Esved'e elimizi değerek) istilâm edelim!" demişti de Hz. Aişe ona:

"Sen dilediğin şekilde git!.." deyip kendisi gitmekten imtina etmişseafoodplus.info geceleyin kim oldukları bilinmez halde çıkarlar, (erkeklerle beraber tavaf yaparlardı.)

Beytullah'a girmek istedikleri zaman da, erkeklerin tamamen çıkarılmış olmalarına kadar durup beklerler, sonra girerlerdi. (Atâ devamla):

"Ben (Mekke kadısı) Ubeyd İbnu Umeyr'le birlikte, Müzdelife'deki Sebir dağında mücâvir (yani ikamet eder) olan Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin yanına giderdim." dedi. Ben hemen sordum:

"Pekâlâ, Hz. Aişe'nin örtüsü ne idi?"

"Keçeden yapılmış küçük bir Türk çadırının içindeydi. Çadırın bir perdesi vardı. Aişe (radıyallahu anhâ) ile bizim aramızda bu perdeden başka bir şey yoktu. Ben Hz. Aişe'nin üzerinde gül renginde bir zıbın gördüm." (Buhârî, Hacc 64)

Kadınlarla erkeklerin beraber tavaf etmeleri caizdir. Ancak kadınlarla erkeklerin birbirlerine değmemeleri için, kadınların seyrek olan yerlerde tavaf etmeleri gerekir.

(Prof. Dr. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte)

36 Hanefi mezhebinde bir kadının Şafii mezhebini taklit ederek, tek başına hacca gitmesi caiz midir? Orada haccı nasıl yapmalıdır?

Böyle bir kadın, sadece yolculuk hususunda Şafii mezhebini taklit edebilir; haccı yine kendi mezhebine göre uygular.

Şafiî mezhebine göre haccın kadına vacip olabilmesi için, kocası veya mahremi veya güvenilir bir kaç kadının bulunması gerekir. Yani kadının kocası veya mahremi varsa onunla birlikte hacca gider, yoksa birkaç kadın bulunduğu takdirde onların refakatiyle hacca gidebilir. Şayet bunlar da bulunmazsa, emniyet olduğu halde hacca gitmeye mecbur değildir. Amma isterse gidebilir.

Hanefi mezhebine göre kadının yalnız başına yolculuğa çıkması caiz olmadığından, yanında mahreminiz olmadan gitmeniz doğru değildir. Bu bakımdan babanız, erkek kardeşiniz, amca ve dayınız gibi mahrem bir erkeğin yanınızda olması gerekir.

Ancak "alınan tedbirler ve uygun yol arkadaşları sayesinde can,mal, namus güvenliği var ise mahreminiz olmadan da Şafii mezhebini takliden hac ve umreye gidebilirsiniz." (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

37 Hac ibadetini yaparken saçları tıraş etmek neden yasaklanmıştır?

Bakara Suresi, Ayet

"Hac ve umreyi de Allah için tamamlayın. Bun­dan engellenirseniz, yapamadığınız bir şey olursa o vakit size kolay gelen kurbanı gönderin. Ama kurbanlar kurban mahalline (Mina) varın­caya kadar başlarınızı tıraş etme­yin. Sizden kim hasta olur veya başından bir rahatsız­lığı varsa ona oruç veya sadaka veya kurban­dan fidye gere­kir. Güven içinde olduğunuz zaman hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, temettû yapmak isteyene kolayına giden bir kurban kesmek gerekir. Kim kurban bulamazsa hacda üç gün, hacdan döndüğünüzde de yedi gün olmak üzere tam on günlük oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram’da olamayanlar içindir. Allah’tan sakının, bilin ki Allah cezası çok şiddetli olandır."

İslâm’da tıraş önemlidir. Çünkü tıraş hayata yeniden, yeni­ baştan dönmek gibidir. Yâni bir kişinin ihrama girip de Mina’da geceleyip ertesi sabah Arafat’a çıkıp, ertesi akşam Arafat’tan Müzdelife’ye doğru yürüyüp ve sabah namazından sonra da Mina’ya, savaş alanına doğru gitmesi, orada şeytanlarla karşı kar­şıya gel­mesi anına ka­dar artık tamamen dünyayla irtibatını kes­miş, varlı­ğını bitirip sıfırla­mış, hiç bir şeyi kalmamış, herşeyi Allah için ol­muş.

Arafat’ta irfana ulaşıyor, Allah için öğreniyor, Meş’ar’de bu öğ­rendiklerinin Allah için bilincine eriyor, öğrendiklerini şuur haline geti­riyor ve Mina’da da bu öğrendiklerini Allah’a kulluk adına uy­gulamaya koyunca karşısına çıkacak tüm engelleri kurban etme noktasına ula­şıyor, kurban ediyor.

Bambaşka bir dünyada, bam­başka bir hayatın maketini yaşıyor. Ve ondan sonra da ihramdan çıkarken başını tıraş ederek tekrar dünyaya, eski hayatına dönü­yor. Orada yaşadığı bu sembol hayatla bu maket hayatla dünyaya dönüyor.

Yâni orada pra­tikte uyguladığı bir hayat bilgisi ve bilinciyle tekrar hayata dönüyor. Ve onu aynen bundan sonraki hayatında uygulamak bilinciyle hayata dö­nüyor. Artık bir ömür boyu o hayatın aynını gerçekleştirmek zorunda­dır. İşte mo­del bir hayattan, maket bir hayattan yeniden hayata dön­menin başlangıcında kişi, başını tıraş edecektir.

Evet, orada Rabbimiz bize sunduğu, bize yaşattığı o maket hayatın aynısını bir ömür boyu yaşamamızı istiyor. İşte bundan sonraki tüm hayatınız buradaki gibi olsun diyor.

Bu sebeplerden dolayı tıraş olmak en sona ertelenmiştir. Çünkü tıraş hayata yeniden, yeni­ baştan dönmek gibidir. Hac ibadetini tamamladıktan sonra günahlardan temizlenip yeni bir hayata başlanmaktadır. (bk. Besairu'l Kuran, İlgili Ayetin Tefsiri)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Bakara suresi ayetin açıklaması.

38 Kadın tek başına umreye gidebilir mi? Umre yapan kişiye hac farz olur mu?

Hanefi mezhebine göre, kadının yalnız başına yolculuğa çıkması caiz olmadığından, yanında mahreminiz olmadan gitmeniz doğru değildir. Bu bakımdan babanız, erkek kardeşiniz, amca ve dayınız gibi mahrem bir erkeğin yanınızda olması gerekir.

Ancak "alınan tedbirler ve uygun yol arkadaşları sayesinde can, mal, namus güvenliği var ise mahreminiz olmadan da Şafii mezhebini takliden hac ve umreye gidebilirsiniz."

Umre yapan kişiye hac farz olmaz. Haccın şartları vardır; bunlara sahip olan kişiye hac farz olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kadın, erasmus, staj, lisans, yüksek lisans, doktora eğitimi için tek

39 Hacc ve Umre'de yapılacak faziletli ibadetler nelerdir?

- Hac ve Umre için Mekke’ye, Peygamber Efendimizin (sav) Kabri Şeriflerini ziyaret için Medine’ye gidenlerin bunu güzel bir fırsat bilerek en ideal şekilde değerlendirmeleri gerekir. Buralarda kılınan namazlar, yapılan ibadetler, edilen dualar, istiğfarlar, daha makbul ve daha sevaplıdır. Ancak öncelikle Hacc ve Umrenin gereklerini hakkıyla yerine getirirler, ondan sonra diğer ibadetlere ağırlık verirler.

- Mekke’ye gidenler, beş vakit namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya çalışmalıdır. Çünkü, Peygamber Efendimiz (sav), “Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz, diğerlerinde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir." buyurmuştur. [Krş .İbn Mâce, İkâmetü's-Salât ve's-Sünnetü Fihâ,; Zebidî, Tecrîdu's-Sarîh, (terc. Kamil Miras) Ankara , IV, ].

Ayrıca fırsat buldukça bol bol nafile tavaf yapmaya özen göstermelidirler. Uzaktan gelenlerin nafile namaz kılmak yerine, nafile tavaf yapmaları daha uygundur. Bu nedenle alimlerin çoğuna göre, Beytullah’ı tavaf etmek nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Ancak, her zaman tavaf etmek zor olabilir. Bu açıdan günü -uygun bir şekilde- belli ibadetlere ayırmak faydalı olur. Bunların başında, varsa kaza namazları kılmak, yoksa nafile namaz kılmak, Kur’an okumak gelir. Okuma imkânı varsa, Allah’ın bin bir isim ve sıfatlarıyla yapılan nebevî münacatı ihtiva eden Cevşen duasını okumak, ayrıca dua, zikir, tesbihat yapmak; istiğfar ve tövbe etmek de büyük sevap kazındırır. Hatta Kâbe’ye bakmak da ibadettir.

- Mescid-i Nebevî’de ise, kazaya kalmış namazları kılmak, Kur’an okumak, Cevşen duasını okumak, bol, bol salavat getirmek uygun bir ibadet olur. Her yerde  bol bol tövbe ve istiğfar etmeyi asla unutmamak gerekir.

"Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de cennet bahçelerinin üzerindedir."(Ahmed b. Hanbel, II, 36, , ; V, 41);

“Evimle minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir."(Ahmed b. Hanbel, II, );

"Minberimin ayakları cennet üzerindedir." (Ahmed, b. Hanbel, VI , , ; Nesaî, Mesâcid, 8)

gibi hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak üzere, minberi ile evi arasında kalan bölümün Cennet bahçelerinden birisi hükmünde olduğunu bildirmektedir. Buna göre, burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadetde bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmış gibidir.

Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan çok daha faziletlidir. Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir:

Mescidimde namaz, Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha hayırlıdır."(Ahmed b. Hanbel, I, );

Başka bir rivayette "daha faziletlidir"(Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid, 4)

Bunun içindir ki, hac farizasını ifa etmek için bu topraklara yönelen insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.

Namazın dışında, diğer hayırlı ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla mükafatlandırılır. Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah (s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle buyurmaktadır:

"Mescidime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. .."(Ahmed b. Hanbel, II, ).

- Başkasının adına niyet ederek hatim yapılabilir. Veya hem kendinizi hem de arzu ettiğiniz kişileri birlikte niyet ederek de hatim yapabilirsiniz. Bu konuda cömert davranmak gerekir. Çünkü Allah Kerimdir / cömerttir; -söz gelişi- okunan bir Ya Sin’nin sevabı bir milyon kişinin ruhlarına bağışlansa, bölünmeden her kişinin ruhuna tam bir Ya Sin sevabı gider. Güneşin karşısında duranların, ondan tam istifade etmeleri gibi.. Allah’ın sonsuz rahmeti de kulları için böyle tecelli eder.

40 Ziyaretçiler Medine'de niçin sekiz gün kalırlar?

Peygamber Efendimiz (asm)'ın 'de başlayan mübarek ömürleri 'de tamamlanmıştır. 63 Yıllık bu mübarek ömrün 53 yılını Mekke-i Mükerreme'de, 10 yılını ise Medine-i Münevvere'de geçirmişlerdir.

Medine'ye uğramak ne haccın, ne de umrenin gereğidir. Hac ve umrenin gerekleri tümüyle Mekke'dedir. Bir hacı yahut da umreci, Medine'ye hiç uğramadan da bu vazifelerini ifa edip dönebilir. Ancak, oralara kadar varıp da Cenâb-ı Resûlüllahın aziz ömrünün on yılını geçirdiği Medine-i Münevvere'yi ziyaret edip, Ravza-i Mutahhara'yı görmeden dönmek, mânevî bakımdan bir zarar, bir mahrumiyettir.

Kaldı ki, Medine-i Münevvere'de sekiz gün kalmayı âdet edinmenin bir sebebi de Resûl-i Ekrem Hazretlerinin kendi eliyle inşa ettiği mescidinde kırk vakit namaz kılmanın faziletine dair söylediği meşhur bir hadisinden ileri gelmektedir.

Hazret-i Resûlüllah bu hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Ara vermeden benim şu mescidimde kırk vakit namaz kılan kimse cehennem azabından beraat yazısı alır, nifaktan da kurtulma mükâfatına nail olur."(Ahmed, el-Müsned, 12/)

Günde beşer vakitten sekiz günde kırk vakit Mescid-i Nebî'de namaz kılan mümin, bu beraata lâyık olmaktadır.

41 Tavaf esnasında hangi dualar okunur?

Tavafa başlarken ve her şavtın başında şöyle dua edilmesi güzel olur:

"Allah, bütün eksikliklerden uzaktır. Hamd, Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür. Bütün güç ve kuvvet şanı yüce ve azamet sahibi Allah’a aittir."

"Salat ve selam, Efendimiz Muhammed aleyhi’s-selama olsun. Allah’ım! Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, verdiğim sözü yerine getirerek ve Peygamberinin sünnetine uyarak bu ibadetimi yerine getiriyorum."

Yemen köşesi ile Hacer-i Esved köşesi arasında;

"Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru. İyilerle birlikte cennete koy. Ey mutlak güç sahibi! Ey günahları çok bağışlayan! Ey alemlerin Rabbi! " duasının okunması güzel olur.

Tavaf esnasında tekbir, tehlil, salât ve selam getirilir ve Kur'an-ı Kerim okunabilir. (Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. ).

42 Hac veya Umre için Mekke'de olanlar, mikat sınırları olan Tenim, Cirane ve Hudeybiye'de ihrama girmeseler, kurban kesmeleri gerekir mi?

Umre yapmak üzere ihrama girmek için gittiğiniz Tenim, Cirane ve Hudeybiye bölgelerine sizinle birlikte gelen şirket yetkilisinin ihrama girmemiş olması, umre yapmayacağı içindir. Böyle bir durum için ceza gerekmez.

İhramsız olarak geçildiğinde ceza kurbanı kesilmesi gereken mikat ise, umre veya hac yapmak için Mekke'nin yakınındaki  Tenim, Cirane ve Hudeybiye değil; Hill bölgesini çevreleyen Zülhuleyfe, Cuhfe, Karn, Yelemlem ve Zat-ı Irk adındaki yerleşim yerleridir.

Türkiye'den doğru Mekke'ye gidecekler, kolaylık olsun diye uçağa binecekleri havaalanında ihram bezlerine bürünürler. Önce Medine'ye gidecek olanlar ise, İhram'a girmeden doğru Medine'ye giderler. Medine’den Mekke'ye gidecekleri sırada mikat yeri olan Zülhuleyfe'yi ihramsız geçemezler. Şayet geçerlerse, ya geri dönüp orada ihrama girerler veya bir ceza kurbanı keserler.

İlave bilgi için tıklayınız: 

MÎKÂT.

43 Bakara Suresi ayetini açıklar mısınız?

"Haccı da umreyi de Allah rızası için tamamlayın. Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Aranızda hasta yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek yahut kurban kesmek gerekir. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin."(Bakara, 2/)

Sözlükte hac "amaçlamak, yönelmek" demektir. Dinî bir terim olarak "belirli vakitte Arafat'ta bulunmak (vakfe) ve usulüne uygun olarak Kabe'nin çev­resinde dönmek (tavaf) suretiyle yerine getirilen ibadet"i ifade eder.

Hac ismini taşıyan sUrede (22/27, 29) Hz. İbrahim (as)'e hitap eden ve "İnsanlar arasında haccı ilân et" buyruğu İle başlayan âyetlerden anlaşıldığına göre hac, Kabe'nin de banisi olan Hz. İbrahim (as)'den kalma bir ibadettir. Bazı rivayetlerde bu ibadetin tarihi daha da gerilere, hatta Hz. Âdem (as)'e kadar götürülmektedir.(1) Câhiliye döneminde de -bazı putperest uygula­malar karıştırılmış olmakla birlikte- Kabe'yi tavaf, Arafat ve Müzdelife'de vakfe,sa'y, kurban kesme gibi uygulamalarla hac ve umre devam ettirilmekte; hacılara yönelik beslenme, barınma, güvenlik gibi hizmetler de düzenli biçimde yürütül­mekteydi. İslâmiyet'in doğuşu sırasında da aynı uygulamalar mevcuttu.

Tercih edilen görüşe göre (bk. a.g.e., s. ) hicretin 9. yılında farz kı­lınan hac İslâm'ın beş şartından biridir. Kur'ân-ı Kerîm'de haccın farz olduğunu bildiren en kesin ifade Âl-İ İmrân sûresinin âyetidir. Aynca Hz. Peygamber (asm)'in sünneti, Müslüman bilginlerin ortak görüşleri ve bütün Müslümanlann uygulama birliği de haccm farz olduğunu göstermektedir. Hayatında bir defa hac yapan Müs­lüman bu görevi yerine getirmiş olur. Buna göre yoksul iken hacca gitmiş olan bir Müslüman daha sonra zenginleşse artık bir defa daha hac yapması gerekmez.

Hanefîler'e göre hacla ilgili başlıca hükümleri şu şekilde özetlemek müm­kündür: Haccın Rükünleri. Haccın asıl farzları demek olan rükünleri, Arafat'ta vakfe yapmaktan ve ziyaret tavafından ibarettir. Ancak fıkıh bilginlerinin çoğu, hac niyetiyle ihrama girmeyi, Safa ile Merve arasında koşmayı da (sa'y) bu iki rükne eklemişlerdir.

Haccın Farz Olmasının Şartları

Bir kimseye haccın farz olması için,

a) Müslüman,
b) Akil (temyiz gücüne sahip),
c) Baliğ (ergin),
d) Özgür,
e) Hac yapa­cak güce ve imkâna sahip,
f) Vaktinin elverişli olması gerekir.

Haccı Yerine Getirmenin (Edasının) Şartları

a) Vücutça sağlıklı olmak,
b) Yol güvenliğinin bulunması,
c) Hac mevsimi sırasında seyahat özgürlüğünün bulunması,
d) Mekke'ye en az 90 km. mesafeden gelecek kadınların yanlarında eşlerinin veya nikâh düşmeyen yakınlarından birinin bulunması,
e) Boşanmış veya eşi ölmüş olan kadının evlenmesini engelleyen bekleme süresini (iddet) tamamla­mış bulunması gerekir.

Mâlikîler'e göre güvenli yolculuk imkânı varsa, kadınların grup oluşturmala­rı veya kadınlı-erkekli grup içinde olmaları da yeterlidir. Böyle durumlarda yuka­rıda "Haccı Yerine Getirmenin Şartlan" bölümündeki (d) şıkkında gösterilen şart aranmaz. Günümüz imkân ve şartlarını dikkate alarak, diğer mezhep mensupları­nın da Mâlikîler'in bu görüşüyle amel edebilecekleri kanaatindeyiz.

Haccın Geçerli (Sahih) Olmasının Şartları

Başlanan bir haccın geçerli ve makbul olması için,

a) Müslüman olmak,
b) Akil (temyiz gücüne sahip) olmak,
c) Hac niyetiyle ihrama girmek,
d) Haccın rükünlerini özel zamanlarda yerine getir­mek,
e) Yine bu rükünlşeri özel mekânlarda yerine getirmek.

Bunlardan başka fıkıh kitaplarında haccın vacipleri, sünnetleri, hac sırasında yapılması sakıncalı tutum ve davranışlarla hacca hazırlık, gidiş yolculuğu, uygulanması ve dönüş yolculuğunun âdabı gibi çeşitli konularda ayrıntılı bilgiler yer alır. Ayrıca hac hayli ayrıntılı ve karmaşık bir ibadet olduğu, bazı yanlışların ya­pılması halinde bedeller ödenmesi gerektiği için, hac yolculuğunun başlangıcın­dan bitimine kadar süren uygulamasıyla ilgili geniş bilgiler verilir; değişik uygu­lama aşamalarının her birinde okunması uygun olan duaların metinleri aktarılır.

Hem malî hem de bedenî ibadetler olan hac ve umre, gerek birey gerekse ümmet çapında çok geniş etkiler bırakan çok yönlü yararlan bulunan ibadetlerdir. Hac her şeyden önce, Allah'ın buyruğu olması itibariyle önem taşır ve Müslüman, bu buyruğa uymak düşüncesiyle pek çok zorluk ve fedakârlıklara katlanarak bu ibadeti yerine getirmekte inancının derinliğini dışa vurmuş olur. Bu sebeple Gazzâlî haccı, "dinin kemale ermesi ve teslimiyetin tamamlanması" diye tanımlamış­tır.(2)

Hac bir anlamda inanan insanların Allah'ın buyruğuna uyarak yurtlarını, ailelerini, dostlarını, servetlerini terketmeye, arzularını sınırlayıp sıkın­tılara göğüs germeye hazır olduklarının bir ifadesi, bunu yansıtan bir uygulamadır. Bu sebeple bilhassa tasavvuf geleneğinde hacca hazırlık aşaması, bir yönüyle ölü­me hazırlığa, ihram da kefene benzetilmiştir. Çünkü hac ibadeti süresince, özellik­le ihramlı iken kul âdeta dünyayı ve dünya işlerini terketmiş; kendisini Allah'a kulluğa vermiş, onun iradesine teslim olmuştur. Böylece bir bakıma hac "ölme­den önce ölmek"tir; Allah'ın huzurunda hesaba çekilmeden önce kulun kendisiy­le hesaplaşmasıdır. Hac esnasında insanlara ve bitkilere zarar vermenin yasaklan­ması, Müslümların hemcinslerine ve tabiata daha çok saygı duymasını telkin eden anlamlı bir görevdir; şeytan taşlama ise âdeta bütün hacılarca günahlara ve günah­kârlığa karşı duyulan nefretin eyleme dönüşmesidir. Bu sebeple namazdaki hare­ketler ve özellikle secde nasıl sembol diye hafife alınamazsa şeytan taşlama ve di­ğer hac sembolleri de küçümsenemez, terkedilemez.

Dünyanın hemen bütün milletlerinden, farklı dilleri konuşan, sayısı milyon­ları bulan Müslümaların, İslâm'ın en kutsal beldesinde en kutsal zamanda ruhları aynı inanç, duygu ve heyecanla dolmuş, bedenleri aynı örtüye bürünmüş olarak bir araya gelmeleri, hep birlikte aynı kuralları uygulamaları, aynı tekbir ve tehlîli te­rennüm etmeleri muhteşem bîr tevhid manzarası oluşturur. Çok uzak ülkelerin Müslümanları -birbirlerinin dillerini anlamasalar da- aynı duygu, düşünce ve inan­cı paylaştıklarını hisseder ve yaşarlar; birbirlerini tanıma ve kendi ülkelerindeki dindaşlarına tanıtma fırsatını bulurlar. Hac insanın bedensel ve malî birçok feda­kârlığa katlanarak kulluğunu Rabbine arzettiği, inancındaki sadakati gösterdiği di­nî bir vecîbe olduğu kadar, dünya Müslümanlarının her yıl gerçekleştirdikleri, or­tak sorunlarını en üst düzeyde ve en geniş katılımla görüşüp tartışma imkânını buldukları bir zirvedir. Bizzat Hz. Peygamber (asm), hayatının ilk ve tek haccını bu anlayış içinde icra etmiş; hac pratiklerinin (menâsik) icra edildiği çeşitli mekanlardaki ko­nuşmaları yanında, özellikle "Veda hutbesi" diye tarihe geçen ve Müslümanların ortak meselelerine ilişkin görüşlerini ve çözümlerini içeren(3) konuşmasıyla haccın, yalnız uhrevî yararı olan ruha­nî bir ibadet olmadığını, aynı zamanda dünyevî meselelerin gündeme getirildiği Müslüman milletler arası bir zirve işlevi görmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Bütün güzellikleriyle hac Müslüman için bir özlemdir ve Müslüman -başka amaçlar için para kazanması yanında- kendine peygamber yurdunu görüp, zaman sınırlarını aşarak ashap ile bütünleşme duygularını yaşatacak, manevi arınmaya ulaştıracak, dünyadaki kardeşleriyle buluşturacak ve nihayet bağışlanmış olarak dönmek gibi nice erişilmez güzellikleri yaşatacak olan hacca gidebilmek için de para kazanmaya çalışır.

Sözlükte "ziyaret" anlamına gelen umre, dinî bir terim olarak "yerinde giyil­miş ihramla Kabe'nin çevresinde dönmek (tavaf) ve Safa ile Merve arasında koş­mak (sa'y) suretiyle yerine getirilen ibadet"i ifade eder. Haccın aksine, umrenin belirli bir vakti bulunmamakla birlikte, ramazan ayında yapılmasının daha sevap olduğunu bildiren rivayetler vardır. Yerine getirilmesi Hanefîlerle Mâlikîlere göre sünnet-i müekkede, Şâfiîler ile Hanbelîlere göre İse vaciptir.

Ayetin hükmünün genel olduğu dikkate alınarak metindeki "etimmû"keli­mesi "Eksiksiz yerine getirin" şeklinde çevrilmiştir. Ancak bu âyetin, Hz. Pey­gamber (asm) ve diğer Müslümanların Kabe'yi ziyaretlerine izin verilmemesi üzerine imzalanan Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra indiği dikkate alınarak, sözleşme uyarınca bir sonraki yılda yarım kalan bu ziyaretin tamamlanmasını emrettiği, bu sebeple ilgili kelimenin "tamamlayın" diye de çevrilebileceği belirtilmektedir.(4) Âyetteki "Allah için" kaydı, "Haccı ve umreyi yalnız Allah'a ibadet maksadıyla yapın; başka amaçlar gütmeyin, hacca riya katmayın" anlamına gelir,

Müslümanların hicretin 7. yılı Zilkade ayında(5) gerçekleştirdikleri umre ziyaretine İslâm tarihinde "umretü'l-kazâ" denilmiştir. Bu umre yolculuğu­na civarında Müslüman katıldı; bunlar tekbirler getirerek Mekke'ye girdiler. Mekkeliler, şehri boşaltarak etraftaki tepelerden Müslümanları izlediler. Üç gün süren bu umre süresince bir yandan da muhacirler eski yurtlarını görüp Mekke'de kalan yakınları hakkında bilgi topladılar.

Âyette, "Engellenirseniz kolayınıza gelen bir kurban gönderin" buyurulmaktadır. Buradaki engelden maksat ağırlıklı görüşe göre, hac yapma imkânım orta­dan kaldıran veya tehlikeye düşüren hastalık, yol emniyetinin olmayışı, düşman tehlikesi gibi iç ve dış olumsuzluklardır. Nitekim âyetin devamındaki "güvenlikte olduğunuzda" ifadesi de bunu desteklemektedir. Mealinde "kurban" diye çevirdi­ğimiz "hedy" kelimesi, sözlükte "gönderilen, hediye edilen" demektir veya hediye kelimesinin çoğuludur. (6) Dinî bir terim olarak,"Kâbe'ye hediye olarak kesilen kurban" anlamına gelir. Konumuz olan âyette de işaret buyurulduğu üzere, aynı hac döneminde hem hac hem de umre yapanların (kıran ve temet­tü' haccı) kurban kesmesi vaciptir; sadece hac (ifrad haccı) yapanlar ise isterlerse kurban kesmeyebilirler.

Âyette bir engel yüzünden Kabe'ye varamayanların uygun bir kurbanlık gön­dermeleri, bir özrü bulunmayanların kurbanlık hayvan, mahalline ulaşıncaya ka­dar tıraş olmamaları istenmektedir. Buradaki "mahal"(mahil) kelimesinin anla­mından dolayı âyetin uygulamasıyla ilgili iki farklı görüş ortaya çıkmıştır: Keli­meyi "mekân" anlamında alan Ebû Hanîfe gibi âlimlerin görüşüne göre âyette söz konusu edilen kurbanın kesim yeri Harem bölgesi olup hacca gitmesine engel çı­kanlar, birer kurban alıp Harem'e gönderirler ve kurbanları kesilinceye kadar ih­ramdan çıkmazlar. "Mahil" kelimesini zaman ismi olarak alan İmam Şafiî ve ona uyanlara göre kurban kesme yeri engellenenlerin bulundukları yerdir, dolayısıyla kurbanlarını Harem'e göndermelerine gerek yoktur; bulunduktan yerde keser, ih­ramdan çıkarlar.

Hacıların ihramlı oldukları süre içinde tıraş olmaları yasaktır. Ancak âyet sağlık problemi bulunanlara, bir fidye ödemeleri koşuluyla tıraş olma ruhsatı ver­mektedir. Fidye, mazereti sebebiyle belirli bazı dinî görevleri yerine getiremeyen kimseden, buna karşılık olarak ödemesi istenen bedeli ifade eder. Hac görevleriy­le ilgili bu bedel oruç tutmak, sadaka vermek veya kurban kesmekle ödenir. Bir hadise göre orucun süresi üç gündür; sadaka vermek isteyen kişi ise altı yoksulu akşamlı sabahlı doyurur.(7)

Ayette "yoksulu doyurma" anlamında geçen sadaka kelimesinin İslâmî lite­ratürde oldukça geniş bir anlamı vardır. Bu geniş anlamı, "muhtaç durumda bulu­nanlara, karşılık beklemeden, Allah rızâsı için yapılan maddi yardım, bağış" şek­linde özetlemek mümkündür. Sadaka kavramı "infak"la da yakından ilgili olmak­la birlikte infak daha geniş kapsamlı olup, sadaka vermenin yanında başka türlü harcamaları da kapsar.(8) Kur'ân-ı Kerîm'de servetlerin gerçek sahibinin Allah olduğu, Allah'ın dünya malım insanlara emanet olarak verdiği vurgulanarak, sadaka vermek vb. hayırlar yapmak suretiyle Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak gerektiği bildirilerek bunun dinî, ahlâkî ve toplumsal ba­kımdan kazandıracağı yararlar üzerinde önemle durulur.(9) Allah Teâlâ'nın sadaka verenleri ödüllendireceği belirtilir.(10) Ahzâb sûresinde (33/35), iman, ibadet, sabır gibi başlıca görevlere düşkün olmaları sebebiyle Allah'ın bağışına, mükâfatına kavuşacaklar arasında "sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar" da sayılmıştır.

Müslü­manlar arasında güçlü bir kardeşlik bağı kuran ve maddî dayanışmayı İslâm üm­metinin başlıca özelliklerinden biri haline getiren Hz. Peygamber (asm) ile bazı sahâbîler arasında geçen bir konuşma hem İslâmiyet'in çalışmaya verdiği önemi hem de sadaka vermenin gerekliliğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir: Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin anlattığına göre Hz. Peygamber (asm) "Sadaka vermek her Müslümanın göre­vidir." buyurdu. Yanındakiler"Ey Allah'ın elçisi, elinde olmayan kişi ne yapsın." diye sorunca Hz. Peygamberimiz (asm) "Elinin emeğiyle çalışıp kazanır, böylece hem kendisine yararlı olur hem de sadaka verebilir." buyurdular.(11) Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde bir yandan sadaka vermenin önemi üzerinde durulurken bir yandan da yüzsüzlük ederek insanlardan dİlenmeyenler övülmekte; el emeğiyle geçinmenin gerekliliği üzerinde durulmaktadır.(12) Bazı mutasavvıflar insa­nın elinde avucunda ne varsa hepsini sadaka olarak vermesini büyük bir erdem saymışlarsa da islâm bilginlerinin çoğunluğu bunu onaylamamıştır. Hz. Peygam­ber (asm) de "Sadakanın en hayırlısı, ihtiyaçtan artakalan maldan verilenidir." buyurmuş­tur. (13)

İslâm dininin getirdiği sadaka anlayışının kurumsal yapı kazanan şekline sadaka-i câriye denir. Sadaka-i câriye deyimi cami, okul, köprü, yol, han, hamam, aşevleri, bakımevleri ve yurtlar gibi sosyal hizmetler verilmesi amacıyla gerçek­leştirilmiş hayır kurumlarını ifade eder. Bu şekildeki sürekli hayır kurumlanılın, özellikle vakıfların doğmasında Hz. Peygamber (asm)'in şu hadisinin büyük etkisi ol­muştur:

"İnsan öldükten sonra ameli (defteri) kapanır; yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlât."(14)

İslâmiyet'te en başta gelen hayır olmasının ve İslâm'ın başlıca ibadetleri ara­sında yer almasının yanında vergi niteliği de taşıyan zekât, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde -bu isminin yanında- sadaka diye de anılır. Fitrenin dinî literatürdeki adı da sadaka-i fıtırdır. İslâm dini, özel olarak belirlenmiş bu tür sadakalar ve gö­nüllü sadakalar yanında, bazı yasakların ihlâlinin cezası (kefaret) veya bir mazeret sebbiyle yerine getirilemeyen görevlerin bedeli (fidye) olmak üzere çeşitli malî dayanışma yükümlülükleri koymak suretiyle de yoksullara yardım edilmesine ve­sileler hazırlamıştır. Konumuz olan âyetteki sadaka bu son kategoriye girmektedir. (15)

Dipnotlar:

1. bk. Sa­lim Öğüt, "Hac", DÎA, XIV,
2. İhya, I,
3. bk. Buhârî, "Hac", ; Ebû Dâvûd, "Hac", 57
4. bk. Ateş, 1,
5. Mart
6. İbn Âşûr, II,
7. Müslim, "Hac",
8. Geniş bilgi için bk. Bakara 2/ vd
9. Meselâ bk. Al-i Imrân 3/26; Nûr 24/33; Hadîd 57/7
Yûsuf 12/88
 Buhârî, "Zekât", 30; "Edeb", 33
 Meselâ bk. Bakara 2/; Buhârî, İLBüyû" 15; "Hars", 12,15
 Müslim, "Zekât", 95,97,
 Müslim, "Vasiyet", 14; Tirmizî, "Ahkâm", 36
 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu: I,

44 Mekke ve kutsal bölgeler gayri müslimler için ne zaman ve niçin yasaklanmıştır? Çünkü benim bildiğim kadarıyla tavaf İbrahim (as)'dan beri var.

Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Sûresi’nin Ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır:

“Ey iman edenler, (Allah’a) ortak koşanlar pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah sizi dilediğinde lütuf ve ihsanıyla zenginleştirecektir. Allah gerçekten alîmdir, hakîmdir.

İşte Cenab-ı Allah’ın bu emrine uyarak Müslümanlardan başkası Mescid-i Haram ve çevresine yaklaştırılmamaktadır.

Ey müminler! Müşrikler pislikten başka bir şey değiller. Müşrik olmaları bakımından onlar sırf pislik demektirler. Şirk manevî pisliklerin en fenasıdır. Ayrıca bunlar taharetlenmezler, gusül ve abdest nedir bilmezler, cenabet gezerler, maddi pisliklerden sakınmazlar. Ne bedenleri, ne elbiseleri pislikten arınmaz. Bu bakımdan da kendileri aynen ve bizzat pislik değilse de öyle denecek kadar pisliğe bulanmış ve batmış olan kimselerdir. Bundan dolayı da temiz değillerdir.

Bu mânâyı hakkıyla anlatabilmek için kasır suretiyle ve mübalağa sığasıyla "pislik" buyurulmuştur ki, ayniyle necasetten başka bir şey değiller demektir. Bundan dolayı Abdullah b. Abbas'dan müşrikler tıpkı "Köpek ve domuz gibi aynıyla necistirler." diye, Hasan Basrî'den de "Bir müşrikle musafaha eden abdest alsın." diye birer görüş varsa da, günümüz Caferileri gibi bazı Şiî gruplardan başka bütün mezhepler bu iki kavlin aksinedir.

Zira öylesine ayniyle necis olsalardı, hiçbir şekilde temizlenmeleri mümkün olmazdı. Halbuki onlar da iman ve taharet ile temiz olabilirler. Sonra şer'an da aklen de açıktır ki, bu hüküm insan olarak yaratılmaları açısından değildir, şirk gibi kendi kespleri açısından arızî bir durumdur. Bu husus çok açık ve âşikâr olduğu içindir ki, mübalağa sığasiyle ayniyle pislik olarak gösterilmelerinde bir belağat vardır. Yani müşrikler de birer insan olmak bakımından aynen ve doğuştan değil, müşrik olmaları dolayısıyla itikat ve amel yönünden pisliğe batmışlardır. Sanki bir pislik gibi iğrenilecek durumdadırlar. Dışarıdan pislikleri görünmese bile şirkleri sebebiyle manen pistirler. İşte bundan dolayı:

Bu seneden sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Yani bu ilanın yapıldığı iş bu dokuzuncu hicri seneden sonra onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmaktan menedilmişlerdir. Siz Müslümanlar da bu yasağın uygulanmasından sorumlu tutulacaksınız. Öyleyse onları Mescid-i Haram'a yaklaştırmayınız. Harem-i Şerif'in içine girmek ve orada herhangi bir hizmet ve görev yapmak şöyle dursun, hatta yaklaşmasınlar bile. Harem-i Şerif'in sınırından içeri adım atamasınlar bile. Bu mutlak hükme göre, hiçbir sebep ve maksada ve hatta seyahat ve elçilik veya muhakeme için de Harem dahiline sokulmamaları gerekir.

Oraya girmeye ne hakları vardır, ne de liyakatları. Şu halde bu seneye kadar girmeleri mutad olanlar hakkındaki teamül, artık bu seneden sonra neshedilmiştir. Çünkü pistirler, maddeten olmasa bile manen pistirler.

Acaba ayin ve ibadet dışında bazı faydalar ve işler için de Harem dahiline ve Mekke'ye Müslümanların izni ve gözetimi altında girebilmelerine de cevaz yok mudur?

İmam Malik Hazretleri demiştir ki, gerek Mescid-i Haram'a, gerek diğer mescidlere kâfirlerin girmesi yasaktır. Ancak Resulullah'ın, Medine'de Mescid-i Saâdet'te Sakif ve Necran heyetlerini kabul buyurduğu rivayetlerden bilindiğine göre, Mescid-i Haram'ın dışındaki mescidlere bazı hallerde girebilmelerine izin verilebileceği anlaşılıyor. Ve bu âyetteki Mescid-i Haram'a ait olan bu hükme diğer mescidleri de katmanın âyetteki sarahat ve kıyas açısından doğru olmayacağı da hesaba katılmalıdır. Bu yönüyle konu, daha ziyade yukarıdaki;

"Müşrikler, vicdanlarına karşı kendi küfürlerine kendileri şahit olup dururken Allah'ın mescidlerini imar etmeleri kabil değildir." (Tevbe, 9/17)

âyetinde mülahaza edilebilir.

Halbuki orada da mutlak anlamda girme hakkıdır ki, bu da bazı hallerde müminlerin izniyle girmelerine engel sayılamaz. İmam Şâfii Hazretleri demiştir ki, kâfirler, özellikle Mescid-i Haram'dan menolunurlar. Bundan dolayıdır ki, devlet başkanı Mekke'de bulunsa, müşriklerden bir elçi gelse devlet başkanının onu Harem bölgesinin dışında Hil'de karşılaması ve kabul etmesi gerekir.

Yine Şâfii mezhebine göre, gizlice Mekke'ye girmiş olan bir kâfir, orada ölse ve Müslüman sanılarak toprağa verilmiş olsa da durum sonradan açığa çıksa, onun kemiklerinin çıkarılıp Harem dışına götürülmesi gerekir, demişlerdir.

İmamı Azam Ebu Hanife Hazretleri'nin mezhebine göre, bunlar Mekke'de hac ve umreden yasaklanmışlardır. Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar demek, hacca ve umreye gelmesinler demektir. Zira Mescid-i Haram'a yaklaşmak, onunla ilgili olan işlere ve ibadetlere mahsus olmak açıktır ki, o da hac ile umredir. Nitekim yukarıda da anlatıldığı üzere bu dokuzuncu hicri senede ve hac gününde Hz. Ali (ra) bu berâeyi (Tevbe Suresinin başındaki hükmü) ilan ettiğinde, "Bu seneden sonra müşrikler haccetmeyecek." diye tebliğ eylemiştir. Ve işte âyetin mânâsında bütün mezheplerce üzerinde ittifak edilen cihet de bu yasaklamadır. Yani hac içinde Harem dahiline girmelerine, Mekke, Arafat ve Müzdelife vs. yerlerde Müslümanlarla birlikte hac menasikini icra etmelerine asla izin verilmez. O seneden sonra hac sırf Müslümanlara mahsustur. Ve İslâm usulü üzere yapılacaktır. Şu halde başka mescidlere ve hacla ilgili olmayan hususlarda onlara izin verilebilir, ancak dikkatli olmak ve ihtiyatı elden bırakmamak şartıyla.

Denilebilir ki bu yasak, iktisadın kurallarına aykırı, halkın ticaret ve kazancına engel değil midir? Müşrikler Mescid-i Haram'a yaklaşmaktan menedilip hacdan kesilince onların bu çevreye sağlayageldikleri kâr ve faydalar da sona ermeyecek mi? Ve bu yüzden Hicaz bölgesi ve hatta bütün Arabistan halkı zarar görmez mi? Kâbe bu açıdan da "İnsanları ayakta tutan." bir âmil, bir etken değil midir? Özellikle başlıca gelir kaynakları haccın bereketine bağlı bulunan bu "ot bitmez, ekin yetişmez" (İbrahim, 14/37) vadinin halkı geçim sıkıntısı çekmez mi? Bu gibi birtakım sualler ve endişeler haklı olarak akla gelebilir. İşte bütün bu çeşit sorulara cevaben buyuruluyor ki;

Ve eğer fakir ve muhtac duruma düşmekten korkarsanız, Allah sizi ilerde kendi fazl u kereminden zengin edecektir. İnşaallah: Yani dilerse. Gerçekten de o seneden itibaren hayır ve bereket artmaya başlamış. Tebale ve Cüreş ahalisi gibi birçok bölge insanları Müslüman olmuş. Mekke'ye eskisinden de fazla yiyecek sevkeylemişler. Sonra fütuhat devri başlayınca yeryüzünün her tarafından insanlar oraya akın akın gelmeye başlamışlar.

Bütün bunlar Allah'ın emirlerinin icrasına bağlı olarak gerçekleşmiş bulunan ilâhî vaadlerdir. Bu vaadin inşallah ile takyid edilmiş olmasına gelince: Evvela bütün ümitlerin Allah'a yöneltilmesi hikmetine, sonra da her fert, her durum ve her zaman bu refahın değişmez bir şey olmayacağına işarette bulunmak ve dikkat çekmek içindir. Şüphe yok ki, Allah alîmdir, ahvalinizi, içinizi dışınızı çok iyi bilir. Hakîmdir. Engellemesini de ihsanını da hikmetle yapar. Onun için siz ey müminler, ilâhî bilgiler ve ilâhî hikmetlerle verilmiş olan bu emirleri tutun, bu yasaklara uyun!

(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR, KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ)

45 Kimler hacca gidemez?

Müslüman olan herkes hacca gidebilir. Ancak kendisine hac farz olan kimse şunlardır:

Erkek olsun, kadın olsun şartlarını taşıyan her Müslümana, ömründe bir defa haccetmek farzdır. Üzerine hac farz olan kimse, bu ibadeti geciktirmeden bir an önce yerine getirmelidir. Üzerine farz olduğu halde bir takım gerekçelerle bu önemli ibadeti yerine getirmeyip ileri yaşlara ertelemek dinen uygun değildir. Bu şekilde haccını erteleyip daha sonra bizzat hac yapamayacak duruma düşen kimse, yerine bedel (vekil) göndermek zorunda kalır.

Bir kimsenin hac ibadetiyle yükümlü sayılması için; Müslüman, akıllı, erginlik çağına ulaşmış, hür, hac için yeterli malî imkâna sahip ve bu ibadeti yerine getirecek vakte erişmiş olması şarttır. Bu şartlardan birini taşımayan kimseye hac farz olmaz.

İstanbul'dan gemiyle Umre'ye gidilebilecek: 7 günlük seferler 'te başlayacak

Costa Grup Yönetim Kurulu Üyesi, Ay Cruise Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Ay, “ yılında gemi ile umre seferlerini başlatmayı planlıyoruz. İstanbul-Cidde seferleri ile İslam dünyasından çok sayıda insan İstanbul’a gelerek gemi ile umreye gitme imkanı bulacak. Hem gemi tatili hem umre yapabilecekler.” dedi.

İstanbul kalkışlı seferleri başlatacaklarını söyleyen Ay, Türkiye yatırımı ve operasyonları hakkında açıklamalarda bulundu.

KURVAZİYER TURİZM POTANSİYELİ KULLANILMALI

Türkiye’nin kruvaziyer turizminde çok ciddi potansiyele sahip olduğunu belirten Ay, bu potansiyelin kullanılamadığını fakat bugün itibarıyla büyük bir adım atıldığını söyledi.

Ay, sadece İspanya’nın yıllık milyon yolcuyu kruvaziyer turizmi ile taşıdığını hatırlatarak şunlara dikkati çekti:

"Bu projeyi yıldır olgunlaştırmaktayız. yılında helal turizm kapsamında İstanbul - Cidde seferlerimiz başlayacak. Osmanlı döneminde trenlerle kutsal topraklara ziyaretler yapılıyordu. İçimde bir ukde kalmıştı. yılında gemi ile umre seferlerini başlatmayı planlıyoruz.

İstanbul-Cidde seferleri ile İslam dünyasından çok sayıda insan İstanbul’a gelerek gemi ile umreye gitme imkanı bulacak. Hem gemi tatili hem umre yapabilecekler. İslam coğrafyasından İstanbul’a gelip ziyaretlerini gerçekleştiren Müslüman kardeşlerimizi İstanbul’dan gemi ile 7 günde Cidde’ye götürmeyi planlıyoruz.

Umre ve hac görevlerini yerine getiren misafirlerimiz kutsal topraklardan tekrar gemi ile İstanbul’a dönebilir ya da bulundukları lokasyondan farklı ülkelere gidebilirler.”

Bu projeyi ilk defa kamuoyu ile paylaştıklarını vurgulayan Ay, " “Ramazan Bayramı arifesinde bu müjdeyi tüm İslam dünyası ile paylaşıyorum. İstanbul İslam dünyasında lider bir şehir. Türkiye lider bir ülke. İstanbul’un tarihi mirasını misafirlerimiz ile buluşturacağız." dedi.

Ay sözlerini şöyle tamamladı:

"Türkiye'ye kruvaziyer turizmi ile döviz girdisi sağlayacağız. Turizm ekonomisine ciddi katkılar sağlanacak. Şu an yüzen bir oteli buraya getirdik. Gelen turist sayısını hızlı bir şekilde 1 milyona çıkaracak kapasiteye sahibiz.

Gelir seviyesi yüksek olan turistleri sadece İstanbul’da değil Anadolu’nun her yerinde ağırlayacağız. Kruvaziyer turizmi ile Türkiye’nin 35 milyar dolarlık turizm geliri hedefini ikiye katlayabiliriz. Çünkü Türkiye bu alanda henüz yolun başında fakat büyük bir potansiyeli var.”

Özel aracımla Suudi Arabistana gitmek istiyorum.

  • Teğmen
    Mesaj
    Konu Sahibi
    Aracımla Suudi Arabistana gitmek istiyorum, bazı sorularım olacak, vakit ayırıp cevap verecek arkadaşlara şimdiden teşekk&#;r ederim.

    1-) Hangi g&#;zerg&#;hı tavsiye edersiniz? İran Dubai g&#;zerg&#;hı nasıldır?
    2-) Yeşil pasaportum olacak, kutsal topraklara gidebilmek i&#;in ne gerekli? Vize gerekiyor mu? Gerekiyorsa şartları nedir? Dubai vize şartları nedir?
    3-) İran i&#;in triptik alacağım, Dubai ve Suudi Arabistan i&#;in hangi belgeler gereklidir?
    4-) iran dan dubaiye feribotla daha &#;nce ge&#;en var mı? &#;cret ve şartları nedir? Tavsiye eder misiniz?
    5-) İrani biliyorum, iki kez aracımla gittim, Dubai ve Suudi Arabistan nasıldır? İnsanların Turkiyeye bakış a&#;ısı nasıl? R&#;şvet var mıdır? Gereksiz yere tutulur muyum?
    6-) Esim ve &#;ocuğumla gitmek istiyoruz, ekstra zor olur mu?
    7-) Ge&#;işlerde yol vergisi, sigorta, ve bunlara benzer ne gibi &#;cretler var? &#;zellikle iran dan dubaiye ge&#;iş &#;creti nedir?
    Şimdilik bu kadar, aklıma geldik&#;e sormaya devam edeceğim, tekrar &#;ok teşekk&#;r ederim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >







  • Yarbay
    Mesaj
    Merhaba. G&#;rkan Gen&#; Arabistanda 3 ay ve toplamda 4 bin km bisiklet s&#;rd&#; yarımadada. &#;rd&#;n, Umman Katar BAE Dubai Muscat Mekke Medine
    Mail atıp yardım alabilirsin veya facebook dan sorabilirsin ya da twitter instagram mutlaka d&#;n&#;ş yapar..

    seafoodplus.info

    Ama bildiğim kadarı ile Arabistan umre ve &#;alışma vizesi veriyor sadece. Turist vizesi yok.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Binbaşı
    Mesaj
    &#;ncelikle hac zamanı gitmeyi d&#;ş&#;n&#;yorsanız gidemezsiniz. Hac zamanı hac &#;ıkmayan kimseye vize verilmiyor ve hac zamanı ara&#;la gitmek zaten yasak. Sadece u&#;akla gidilebilir
    Başka bir zaman gitmek istiyorsanız da, bildiğim ve internetten bulduğum bilgileri aktarayım

    &#;cretler ve ara&#; i&#;in gerekli belgeler konusunda kesin bilgim yok. Ara&#; i&#;in gerekli belgeleri İran ve Suudi Arabistan'daki T&#;rk konsolosluklarını arayarak veya mail atarak &#;ğrenmeniz en doğrusu olacaktır Ama birazdan yazdıklarımı okuyunca gerek kalmayacak &#;&#;nk&#; Suudi Arabistan'a aracınızla gitmek neredeyse imkansız

    Suudi Arabistan Yeşil pasaportlu T&#;rk vatandaşlarından da vize istiyor. &#;ncelikle vize almanız gerekiyor. Suudi Arabistan'a turist olarak gitmek i&#;in 3 tip vize var. Hac vizesi, Umre Vizesi, Ziyaret&#;i vizesi Hac vizesini normal zamanda zaten alamazsınız. Umre vizesi alırsanız sadece u&#;akla giriş yapabiliyorsunuz. Mekke ve Medine dışındaki b&#;lgelere gidemiyorsunuz. Yasak Ziyaret&#;i vizesini almak ise neredeyse imkansız. Orada bir tanıdığınızın olması gerekiyor. Onlarca prosed&#;r&#; var. Babası Suudi Arabistan'da yaşayan birisinin 3kez başvurup ziyaret&#;i vizesi alamadığına tanık oldum Hele ki kendi aracınızla başka şehirlere turistik gezi yapacağınızı s&#;yleyerek vize alma ihtimaliniz % 0, Belki daha da az 4. se&#;enek iş&#;i vizesi almak. Ama o da ayrı bir sorun Hadi diyelim vize aldınız;

    Suudi Arabistan'a en kısa yollar Suriye veya Irak'tan ge&#;iyor tabi ki b&#;yle bir yolculuk yapmanız malum sebeplerden dolayı imkansız. Eskiden Feribotla Mısır &#;zerinden de gidilebiliyordu ama Mısır da karışık. T&#;rk plakalı ara&#;la Mısır'a gitmek intihar etmenin bir tık altı sayılır
    İran &#;zeri gitseniz İran'a girdikten sonra G&#;ney Irak'tan Basra - Kuveyt rotasını kullansanız diyeceğim ama bildiğim kadarıyla Irak-Suudi Arabistan kara sınırından sadece ticari tırların ve &#;zel izinli ara&#;ların ge&#;işine izin veriliyor. Yasak kalktıysa bile bu rota i&#;in Irak vizesi almanız gerekir. Irak da yeşil pasaporta vize istiyor.
    Elde kalan tek rota dediğiniz gibi İran - Dubai. Bu yolu kullansanız normalde km'lik yol T&#;rkiye'den &#;ıkış noktanıza g&#;re km'ye &#;ıkıyor.
    İran - BAE feribot seferleri tek y&#;n kişi başı Dolar civarı. Ara&#; fiyatını bulamadım ancak tecr&#;belerime g&#;re kişi başı dolarsa ara&#; i&#;in de Dolar civarı bir &#;cret alırlar. Bu feribot seferleri haftada sadece 2 g&#;n yapılıyor. T&#;rkiye'den &#;ıkıp G&#;ney İran'da feribotun kalkacağı şehre ulaşmanız i&#;in km yol gideceksiniz. Bu kadar uzun yolda zamanı ayarlamanız &#;ok zor. Feribota yetişemezseniz g&#;n beklemeniz gerekecek.

    Bir diğer sorun Suudi Arabistan'da Mekke, Medine ve Cidde'de yabancı ara&#;la şehir merkezine giremezsiniz. Şehirlerin dışında ara&#;ları park edip toplu taşıma ara&#;larıyla yola devam etmeniz gerekiyor. Tabi oraya kadar kazasız belası ulaşabilirseniz.
    Kazasız belasız dedim &#;&#;nk&#; Suudi Arabistan'da akılalmaz bir trafik anlayışı var ve bazı yollar yabancılar i&#;in &#;ok tehlikeli Suudi arkadaşlarımın dediklerini aktarayım. "Bir yabancı Suudi Arabistan'a girip hi&#;bir sorun yaşamdan km araba kullansın b&#;t&#;n servetimi veririm" Aynen bu lafı s&#;yl&#;yorlar.

    Yolun yoruculuğunu, Suudi Arabistan'da kadınların ara&#; kullanmasının yasak olduğunu, dizel cezası denen sa&#;malığı, sınır kapılarında yaşanması muhtemel sorunları ve r&#;şvetleri, &#;&#;l b&#;lgelerde y&#;zlerce kilometre benzin istasyonu olmayışını, hava durumunu, &#;ok uzun bir yolculuk olacağı i&#;in otel masraflarını ve daha bir&#;ok olumsuz durumu uzun uzun yazmama gerek yok sanırım.

    Kısacası Suudi Arabistan'a ara&#;la gitmek ve sorunsuz şekilde geziyi tamamlamak imkansızdan biraz daha zor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sebastianbjk -- 16 Haziran ; >




  • Teğmen
    Mesaj
    Konu Sahibi
    Sebastianbjk kullanıcısına yanıt
    Ayrıntılı cevabınız i&#;in ger&#;ekten teşekk&#;r ederim, doyurucu bilgilendirme yaptınız, daha &#;nce aracımla İran'a, Azerbaycan'a, Ermenistan'a, G&#;rcistan'a ve Nah&#;ıvan'a gittim, g&#;mr&#;k kapılarında ge&#;menin ne kadar zor bir iş olduğunu az &#;ok biliyorum, İran'da &#;zellikle kaskosuz km yaptım, şimdi ki hedefim Suudi Arabistan, bir şekilde vizeyi alabilmem lazım, vizeyi aldıktan sonra bir şekilde diğer problemleri &#;&#;zmeye &#;alışabilirim, turistik vize i&#;in m&#;racaat edeceğim, aracım dizel, suudi arabistan'da mazot satılıyor mu? Mazot satan istasyonların sıklığı ne durumda? Dizel cezasının miktarı nedir? Bu konularda bilginiz var mı acaba? Eğer m&#;mk&#;n ise Suudi arkadaşlarım var dediniz, onların izniyle whatsup tan g&#;r&#;şme yapabilir miyim kendileriyle kafama takılan noktaları sormak amacıyla, Tekrar teşekk&#;r ederim size.
  • Binbaşı
    Mesaj
    quote:

    Orijinalden alıntı: hukukadami

    Ayrıntılı cevabınız i&#;in ger&#;ekten teşekk&#;r ederim, doyurucu bilgilendirme yaptınız, daha &#;nce aracımla İran'a, Azerbaycan'a, Ermenistan'a, G&#;rcistan'a ve Nah&#;ıvan'a gittim, g&#;mr&#;k kapılarında ge&#;menin ne kadar zor bir iş olduğunu az &#;ok biliyorum, İran'da &#;zellikle kaskosuz km yaptım, şimdi ki hedefim Suudi Arabistan, bir şekilde vizeyi alabilmem lazım, vizeyi aldıktan sonra bir şekilde diğer problemleri &#;&#;zmeye &#;alışabilirim, turistik vize i&#;in m&#;racaat edeceğim, aracım dizel, suudi arabistan'da mazot satılıyor mu? Mazot satan istasyonların sıklığı ne durumda? Dizel cezasının miktarı nedir? Bu konularda bilginiz var mı acaba? Eğer m&#;mk&#;n ise Suudi arkadaşlarım var dediniz, onların izniyle whatsup tan g&#;r&#;şme yapabilir miyim kendileriyle kafama takılan noktaları sormak amacıyla, Tekrar teşekk&#;r ederim size.

    Mazot tabi ki satılıyor. Otob&#;sler ve tırlar dizel yakıt kullanıyor. Ancak sıklığını bilemiyorum. Her benzin istasyonunda vardır tahminim. Dizel cezası Suudi Arabistan'da yok. Kafam karışmış yazarken. Dizel cezasını Suriye ve &#;rd&#;n uyguluyordu. Arabistan değil.
    Suudi arkadaşlarımla 3 yıldır g&#;r&#;şemiyorum. Whatsapp'ları yok ama birinin e-mailini vereyim. Suudi Arabistan'a d&#;nmediyse şu an Avrupa'da yaşıyor. Yine de bildiği konularda yardımcı olacaktır. Adı Hussain. [email protected]




  • Teğmen
    Mesaj
  • Binbaşı
    Mesaj
    hukukadamih kullanıcısına yanıt
    Yok ben daha &#;nce Arabistan'a hi&#; gitmedim. Yazdıklarımın bazıları eskiden edindiğim bilgiler. Kalanları ise sorunuza cevap verebilmek i&#;in internetten araştırdım.
  • Çavuş
    55 Mesaj
  • Binbaşı
    Mesaj
  • DH Yönetici
    Mesaj
    quote:

    Orijinalden alıntı: aaguler

    İlgin&#; bir konu olmuş, acaba bu seyahat ger&#;ekleşmiş mi?

    Merhabalar
    Zor gibi değil &#;ok zor vize alınması vs.. &#;lkeler arası karışıklık seafoodplus.infoerden vize almak zorMersinden taşucu sanırım oradan feribotla l&#;bnan ' a ge&#;ilebiliyordu 14 saat yolculu s&#;r&#;seafoodplus.info yine ne d&#;ş&#;n&#;l&#;rse d&#;ş&#;n&#;ls&#;n vize.. almak
    seafoodplus.info
    seafoodplus.info?mod=5 ara&#; i&#;in.. ara&#; eksiksiz olucak ruhsaat ne yazdığı &#;nemli ara&#;mı minib&#;s vs
    u yolla gidilir en rahat ama.. dediğim gibi vize almak zor..




  • Binbaşı
    Mesaj
    Arkadaşdan suudi topraklarına girdiğinden beri haber alınamadı :))) Bu suudilerfen korkulur :))



    İşin şakası bir yana arkadaş 8 aydır foruma bile girmemiş. Hayatta mı başına bişey mi geldi merak ettim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yüzbaşı
    Mesaj
  • Teğmen
    Mesaj
    Konu Sahibi
    Kusura bakmayın, &#;zel sebeplerden dolayı gidemedim, i&#;imde ukte kaldı, bir g&#;n gideceğim, o zaman bu mesajda bahsedecegim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Teğmen
    Mesaj
    hocam o g&#;n zamanla uzaklaşıyor. aşağısı &#;ok fena karıştı. şimdi benim de aklımdan ge&#;ti bu fikir. bakayım insanlar ne d&#;ş&#;n&#;yor diye girdim foruma. u&#;ak bileti parası biriktireyim bari ;)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yüzbaşı
    Mesaj
    Millet gider mersine bunlar gider seafoodplus.infosan bir fantezi arayışı,başarılar dilerim.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Er
    3 Mesaj

    mersin tarafına gidiyorlar işte:)

    müslüman insanlarız, bu sebeple müslüman olan herkesin gönlünde bir kutsal şehir arzusu vardır, olmalı.

    oraya karayolu ile hissederek gitmek oldukça keyifli olacaktır. Ayrıca orada araca sahip olmak ekstra konfor sağlayacaktır. düşünsene arabayı zemzem tower'ın otoparkına çekip tavafa geçiyorsun.. offf var bi hayalimiz.

  • yeni mesaja gitYeni mesaj
    Bilgi ikonYeni mesajları sizin için sürekli kontrol ediyoruz, bir mesaj yazılırsa otomatik yükleyeceğiz.Bir Daha Gösterme

Benzer içerikler

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir