varoluşçuluk diğer adı / 10 Maddede Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) | 10layn

Varoluşçuluk Diğer Adı

varoluşçuluk diğer adı

kaynağı değiştir]

Ana madde: Absürdizm

Absürt içeriklerdeki kavramlar, bizim onlara vermiş olduğumuz anlamların ötesinde, dünyada mevcut olabilecek bir anlama sahip değildir. Bu anlamsızlık da dünya üzerindeki "ahlaksızlık" veya "adaletsizliği" kapsamaktadır. Bu "Kötü şeyler iyi insanların başına gelmez." biçimindeki "karmik" düşünce ile çelişmektedir. Çünkü dünyada ve imgesel algılarda; belirli paradigmaları oluşmuş bir iyilik veya kötülük algısı yoktur. Bunun için diyebiliriz ki, iyi bir insandan bahsedilemez. Burada "diğerlerine göre" daha iyi bir insandan bahsedilebilir.

Dünyadaki anlam yitimi nedeni ile, herhangi bir zamanda, her şey herkes için geçerli olabilir. Bu kaybolan gerçeğin içinde birey; hiç hesapta olmayan trajik bir olay ile karşı karşıya kalabilir. Absürt kavramı tarih boyunca edebiyatta önemli bir yerde olmuştur. Søren Kierkegaard, Franz Kafka, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus'a kadar birçok kişi, dünyadaki belirsizleşen gerçeği tanımlayan edebî çalışmalarda bulunmuştur.

Anlamsızlığın insan yaşamındaki yıkıcı etkileri, "anlamsızlık" sorunu ile paralel olacaktır. Nitekim Albert Camus, yaşamın temel sorununu intihar olarak göstererek Sisifos Söyleni adlı yapıtında: "Felsefenin gerçekten ciddi olan yegâne sorunu intihardır." demiştir. Bu düşünceye karşı olarak, insan yaşamında rastlanılan yıkıcı sonuçların birçok biçimiyle yüzleşmesi intihar ile ilişkilendirilir. Varoluşçu düşünürlerin birçoğu "anlamlılık" kavramının yıkıldığı ve bu durumda her şeyin tehlikeli bir korku hâline geldiğini savunmuştur. Böylece varoluşçu düşüncenin temellerinde var olan anlamsızlık yani absürt yapı ortaya çıkmıştır. Her şeyin anlamlılığının çözülmesi olasılığı varoluşçuluğa tabiatı itibarıyla karşıt olan dinginciliğe/kabulleniciliğe bir tehdittir.[29] İntiharın mümkünlüğünün bütün insanları varoluşçu yaptığı da söylenir.[30]

Olgusal gerçeklik[değiştir

Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi Osman Fırat Baş* “Ne yazarım, ne herhangi bir kurumun üyesiyim, ne de meta- fizikçiyim ne de denemeciyim, ben özgür, bağımsız bir can- lıyım diye bağırdım… Ah dediler, o zaman varoluşçusun”. Witold Gombrowicz, Günlük GİRİŞ ’de Polonya’da bir roman yayımlandı. Bu, Witold Gombrowicz’in () ilk romanıydı ve ileride, ikinci savaşı izleyen yıllarda, düşün- ce ve edebiyatta ağırlık noktalarından birini oluşturacak varoluşçuluğun “muştucusu” (Cataluccio ve Illg, 97)1 sayılacaktı. Başlığı hiçbir dil- de hiçbir şey ifade etmiyordu. Bir şehir efsanesine göre, Gombrowicz’in evine temizliğe gidip gelen emektar hizmetçisi, yazarın aylardır harıl harıl üzerinde çalıştığı kitabı nihayet bitirmiş olduğunu görünce başlığını sor- muştu ama yazarın yapıtına bir başlık düşünmeye henüz fırsatı olmamış- * Doç. Dr. Poznań Adam Mickiewicz Üniversitesi (Polonya). 1 Francesco M. Cataluccio ve Jerzy Illg’in Gombrowicz metinlerinden ve onunla yapılan söyle- şilerden yaptıkları seçki çalışmasıdır. Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi tı. Yardımcı olmak isteyen kadın, çok sevdiği köpeğinin adını önermiş, Gombrowicz de bunu kabul etmişti. Gerçek olması daha olası bir tez ise, başlığın Sinclair Lewis’in Babbitt2 adlı romanının bir kahramanının adı ve soyadından türetilmiş olduğunu söyler: Bilin bakalım, dün akşam De Luxe Restoran’da kime rastladım? Yaşlı Freddy Durkee, eski çalıştığım yerdeki o felaket sıkıcı sevkiyat memuru (…) (Lewis, 60)3 Lewis’teki Freddy Durkee kimdir? Efendim, kendisi başlarda zavallı bir memurken, yolu Profesör W. F. Peet’in (Peet yoksa Pimko mu?) hızlan- dırılmış güzel konuşma ve görgü kuralları kurslarına düşen bir adamdır. Bu kursların ardından Freddy, artık o eski adam değildir. Peet, ondan şimdi para ve makam-mevki sahibi, hoşsohbet ve zarif bir beyefendi yaratmıştır. Yukarılara çıkmaktadır. Ne sayesinde? Biçimler kazanmış olduğu için. (Baran, )4 Bu başlık seçimini, yayımladığı ilk öykülerini çok olumsuz değerlendir- miş eleştirmenlere yönelik bir hiciv olarak anlıyorum. Ama her durumda “Fedydurke” sözcüğü, ilk anda hiçbir anlamı olmayan, ancak bir şeyi imle- diğini varsayarak anlam yükleyebileceğimiz bir yenitüreti oluyor. Varoluş- çuluğun kurucu yapıtlarından birinde de böyle bir yenitüreti5 hatırlıyorum ki bu felsefenin “muştucusu” sayılan bir romanın başlığı –sanırım– rahat- lıkla ona bağlanabilir: “Dasein”. Heidegger, bu terimi yüksek bir varoluş biçimi olarak “özne”6 kavramı yerine kullanıyordu ve anlamı “orada-var-olan” demekti. Böylece insani varoluşun mekânsallığını,7 ama öncelikle de zamansallığını imlemiş olu- yordu: “Dasein’ın egzistensiyalitesinin asli ontolojik temeli ­zamansallıktır” 2 Kitap dilimize yılında Ali Seden tarafından İbret başlığıyla kazandırılmıştır. İbret ya da Babbitt, Harry Sinclair Lewis’e () ’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü ve bu ödülü alan ilk Amerikalı yazar unvanını kazandırır. 3 İngilizcesi şöyle: “Who do you think I ran into the other evening at the De Luxe Restaurant? Why, old Freddy Durkee, that used to be a dead-or-alive shipping clerk in my old place (…)” 4 Baran’ın bu tezi, H. Markiewicz tarafından daha da güçlendirilmiştir. Markiewicz, Gombrowicz’in yılından, araştırmacıların dikkatinden kaçmış, Uszy (Kulaklar) adlı bir öy- küsünü bulur. Bu öyküde, Babbitt’in yaşlı Freddy Durkee ile De Luxe Restoran’da karşılaşması yeniden yorumlanmaktadır. Bkz. Henryk Markiewicz (). “Do genezy Ferdydurke”, Teksty Drugie, 6: Gombrowicz’in söz konusu bu kısa metni, anılan yayında, Markiewicz’in giriş yazısının ardından verilmiştir. 5 Bunun bir “türeti” olduğundan eminim, ama Heidegger’deki “yeniliğinden” aynı derecede emin değilim, çünkü Husserl de “burada-varolan” kavramını kullanıyor (İngilizcesini bulabildim: “be- ing there”). Heidegger, Husserl’in öğrencisidir ve Varlık ve Zaman’da onun fenomenolojisini varlıkbilime taşır. 6 Yani varlığın bilincinde olan. 7 “(…) bir “özne” (yani Dasein), asli anlamda mekânsaldır çünkü” (Heidegger, ). Osman Fırat Baş (Heidegger, ). Ancak bu zamansallık örneğin masanın ya da san- dalyenin zamansallığından farklıdır. Gerçekleşmiş nesneler olarak onlar zamana karşı kayıtsızken, özne kendisini zaman içinde var eder: “Dase- in’da hep noksan bir şeyler vardır, ki onlar, onun kendi varlık imkânı bakı- mından henüz “gerçekleşmemiş” olduğu şeylerdir (…)” (Heidegger, ) Bu önemli, çünkü “Heidegger’in hangi yöne doğru gittiğini anlıyor- sunuz. İ n s a n k e n d i s i n i g e r ç e k t e n i n s a n y a p a r düşüncesi yönünde ilerliyor” (Cataluccio ve Illg, ). O zaman “Dasein”a göre “Ferdydurke” ne anlama gelir? Şöyle bir tez yazıyorum: Tıpkı “Dasein” gibi “Ferdydurke” de bir niceliğin tekil adıdır ve açılımı “orada-var-oldurulan” (dışarıdan yaratılan insan) şeklinde ya- pılabilir. Gombrowicz tanrısızdır;8 dolayısıyla insanı “orada-var-olduran”, dünya dışından bir güç değil ama insanlar-arasında9 yaratılan Biçim ol- maktadır: İnsan, “Biçim tarafından yaratıldığı için, yalnızca dışarıdan yaratılmış- tır, dahası gerçek değildir, özünden sapmıştır. İnsan olmak hiçbir zaman kendi olmamak demektir”. (Gombrowicz, 8) BİÇİM Peki, Gombrowicz’in insanlar-arasında yaratılan Biçim dediği şeyden neyi anlamak gerekir (ya da neyi anlayabiliriz)? Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’inde “başkasının olgusallığı” kavramının açıklanabilmesi için şöyle bir örnek kullanılmıştır: Karanlık bir koridorda bir adam imgesi, her an bir başkasının gelip onu o halde yakalayabileceği düşüncesiyle tedirgin ola ola, anahtar deliğinden bir odanın içini gözetle- mektedir (Sartre, ). O haldeyken yakalanacak olursa utanç duyacaktır, onu o şekilde gören tarafından kınanacaktır. Öyleyse bir şey vardır ki yakalanırsa ona utancı, yakalanmaz ise birini gizlice gözetlemenin hazzını, yakalayacak olana onu kınama hakkını ve nihayet odanın içinde mahrem bir anında gözlenmekte olana da rahatsızlığı getirsin. Bu üç farklı özne tarafından ortaklaşa yaratılması olası bu duruma, insanlar-arasında gene ortaklaşa yaratılmış olup onların a priori bir doğru gibi kabul ettikleri, dolayısıyla tamamen onlara ait olmadığı halde onlarda belirli duygular ve birbirlerine karşı davranışların açığa çıkmasını dayatan; örneğin bir parkta oturup da birini uzaktan izlerken görüldüklerinde utanmamaları, ama aynı kişiyi anahtar deliğinden gözetlerken yakalanırlarsa utanmaları gerektiğini 8 Heidegger de öyle. 9 Gombrowicz için insanlar-arası, erişebilecek yegâne Tanrı olmaktadır (Gombrowicz, ). Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi öğütleyen, böylece birini gizlice gözetlemeyi de bir haz aracı haline getiren bir içerik (sahtelik) ekli olmalıdır. Özetliyorum: doğrudan doğruya özne- den kaynaklanmıyor, beraberce yaratılıyor, ama her bir özneyi ayrı ayrı ve birbirlerine göre dışarıdan belirleyen bir güce dönüşüyor. Ve “gözetleme” edimini duruma göre “sahte” anlamlara bağlıyor (kurgusallık) Bunun ne olduğu sorulduğunda, Gombrowicz, mutlaka Biçim diyecektir. ÖZNE VE NESNE İLİŞKİSİ Biçimin dışında Gombrowicz’in zihnini özellikle uğraştıran bir konu da özne ve nesne arasındaki ilişkidir. Onu yoran şey, tam olarak, öznenin (He- idegger’in terminolojisini kullanırsam) “hergünkü hep-beraber-olmaklık içinde” herkeste eriyor olması da (Heidegger, ) değildir, çünkü öznenin burada hâlâ herkeste eriyip erimeme arasında özgürce bir seçim yapma şansı varmış gibi gözükmektedir. Gombrowicz’in sorusu, daha zi- yade (ve bana öyle geliyor ki) öznelerin “hep-beraber-olmaklık içinde” var olurken özne olma karakterlerini koruyup koruyamayacaklarına ilişkindir. Heidegger’in verdiği örneklere bir soru sorarak konuyu biraz daha anlaşılır kılmaya çalışacağım: Tamam, gazete okurken herkes herkes gibi olur, gene herkes gibi sanat ve edebiyat okunur (Heidegger, ), ancak öznenin –onun gibi olup herkes içinde eriyen diğer özneler karşında değil de– gazetedeki köşe yazarı, sanatçı ve edebiyatçı11 ve onların “sahih dik- tatörlüğü” karşısındaki durumu acaba nedir? (Hegel, Efendi-Köle ilişkisi). İnsandaki en derin bölünme, onun kanayan yarası tam olarak şudur: (…) Özne ve nesne ilişkisi, ya da bilinç ve bilincin nesnesi, felsefi dü- şüncenin çıkış noktasıdır. (…) ben, özümde saf bilincim, özneyim… Eğer başka insanın da bilinç olduğunu kabul edersem, o zaman başka bir bilincin nesnesi haline, yani şey haline gelmiş olurum Sert düşün- cede iki özne var olamaz; biri ötekini dışlar (Gombrowicz, ). GOMBROWICZ’İN FELSEFEYLE İLİŞKİSİ Gombrowicz, kurgusal yapıtlarının hepsini ağır felsefi içeriklere dayan- dırmasına, kurgusal olmayan –ve yukarıda bazılarından pasajlar verilen– yazılarında da felsefi tartışmalara girişmesine rağmen, kendisinin filozof olduğu iddiasında değildir. O bir şairdir ve o yüzden soyut düşünceye ol- dum olası yan bakmıştır (Gombrowicz, 61). Felsefeyi üstüne vazife 10 Ve edim, insanın kendisini gerçekleştirmesi olduğuna göre, onu da sahteleştiriyor. 11 Yani onları herkeste birleştirenler. 12 Niye? Çünkü bilinç hep bilenin dışındadır, bilinenin bilincidir. “Bilinç ‘yönelimsel’dir, yani (…) edimlerinin her birinde hep bir şeyin bilincidir” (Husserl, 14). Harun Tepe’nin giriş yazısından alınmıştır. Osman Fırat Baş saymaz, ona yönelik ilgisini “yalnızca bir konunun çeşitli olanaklarından” yararlanmaya çalışmakla sınırlar. O, bu çatışmada özel “güzellikler” yaka- lamaya çalışmıştır (Gombrowicz, 6). Gombrowicz’in felsefe ile edebiyat ya da soyut ile somut çatışmasın- da peşine düşüp sonunda yakaladığı “güzelliklerden” bazılarının, tümüy- le pratik hayattaki amaçlarına ilişkin olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz çok sayıda istisnası vardır, ancak felsefe dışında kalan tin bilimleri, özel- de de edebiyat üzerine yazıp çizen aydınlar için felsefe genelde hep biraz çekinilerek yaklaşılan,13 üzerine söz söylenmesi zor bir alan olagelmiş- tir. İlk öykülerinin aldığı olumsuz eleştirilerle hayal kırıklığına uğramış Gombrowicz, Ferdydurke gibi felsefi düşünceyle bağları çok belirgin bir romanla eleştirmenlerin karşısına yeniden çıkarken, kitabına bir dokunul- mazlık kazandırmayı hedeflemiş olabilir (siyaset). Diğer yandan felsefenin, ihmal ettiği ya da boş bıraktığı demeyeceğim14 ama soyutlarken “sertliğini” giderdiği alanların, sanatına “teçhizat” sağla- dığı açıktır. Örneğin Heidegger’in Varlık ve Zaman’ına doğru geri çekile- lim: Filozof, öznelerin (Gombrowicz’in insanlar-arası dediği, Sartre’ın ise özneler-arası diyeceği) kamusal alanda birlikte varoluşlarına değinir, fakat öznelerin birbirlerini bu alanda bilişlerini karşıtlık ya da mücadele değil de, sonunda bir “ontolojik dayanışma” imgesiyle birleştirir (Sartre ). Ferdydurke’de ise hareket, “birlikte-varlık”ın bir ögesinin diğerine saldırısıyla, yani bir kapışmayla başlar. Profesör Pimko, doğrusu özgün de- ğildir, her öğretmen gibi bir öğretmendir, ama özgürdür: “Öğretmenlerden bir öğretmen” olmayı, insanlar-arasında yaratılmış öğretmen biçiminden alıntı yaparak var olmayı ve onu bu biçim içinde pekiştirecek öğrencileri özgürce seçmiştir. Demek ki (okuyucunun bilincine göre) özne rolündedir. Pimko, bilgide eksikleri olan biri olarak “bildiği” otuz yaşındaki yazarımı- zı, o kendi kendisini otuz yaşında ve bir yazar olarak bilirken, kolundan tut- tuğu gibi (“olmuş olan”dan) okula (kendi tasarına göre “olmayacak olana”) geri götürür Öyleyse başkahraman-anlatıcımız, yani diğer özne, ilk anda 13 Benim için de öyle, o yüzden her bir cümlemi iyice ölçüp tartarak yazmaya çalışıyorum. 14 Çünkü konuya bunu iddia edebilecek denli hâkim değilim (ahlâk, sorumluluk). 15 Karışık gelebileceğini biliyorum ve daha da karıştırmak pahasına bunu nasıl anladığımı be- lirtmek istiyorum: “Olmuş olan”, özneyi kavrayabileceğimiz biricik an olan “şimdiki zamanda” elbette “yoktur”, fakat o an için başka bir yokluğa, yani öznenin “olacak olabileceği”ne bir yön belirlemesi açısından “hiçlik” de değildir. Kitaplar okudum, şu an kitaplar yok, ama bende devam eden bir varlıkları var ve dolayısıyla gelecekte onları anlatabilirim. Eylemim beni var ettiğine göre, “okuduklarını anlatan bir insan” olarak gerçekleşebilirim. Öyleyse Pimko’nun başkahra- man-anlatıcıya yaptığı şey, özünde “olmuş olanın” ve onun ışığında “olabilecek olanın” (hattâ mantıken “olması gerekenin”) hiçleştirilmesidir. Heidegger bu yüzden, “zamansallığı” açısından “Dasein”ı üç zaman ekstazının bütünü olarak da tanımlar. Bkz. A. Soysal, seafoodplus.infoyo- seafoodplus.info Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi Pimko’nun bilincinin nesnesi olarak belirmektedir. Bu halden kurtulması, Pimko’yu artık öğretmen biçimi içinde kalamayacağı bir durumun içinde “bilinir” kılmasıyla mümkün olacaktır. Pimko’nun gecenin geç bir saatinde kolejli kızın odasında basılmasını16 örgütleyerek, özneliğini geri kazanır. Fakat uzun süreli olarak değil… “Başkası” hem varoluşu hem de kendini bilişi için gerekli olduğuna göre (Sartre, 46), bağlantısız kalamaz (varoluşçuluk), ama bu aynı zamanda özgürlüğün olmaması demektir (va- roluşçuluk eleştirisi) “() varoluş, huzur, bağlantısız ilişki değildir, ama kasılmış olandır – ve de (her ne anlamda olursa olsun) özgürlük değil, ama gerilimdir” (Niren- berg, ) Böylece, Gombrowicz’in varoluşçuluğa, özellikle de Sartre’a yönelik eleştirilerini sıralayabileceğim bir kapı aralamış oldum. GOMBROWICZ’İN VAROLUŞÇULUKLA İLİŞKİSİ Sartre, Varlık ve Hiçlik’te insanın “ne değilse o olmak ve ne ise o olmamak kipindeki varlık” şeklinde bir tanımını yapar (Sartre, ) Bunu okuduğunda Gombrowicz, Ferdydurke’deki kendi insan kavrayışıyla bu düşünce arasında büyük bir benzerlik olduğunu hayretle görmüştür. Bu, tam da onun “biçimce deforme edilen insanı” değil midir? (Cataluccio ve Illg, 31) Düşüncedeki bu yakınlıklarını özellikle Günlük’te birkaç yerde yazmıştır, üstelik dostları da bu benzerliğin altını çizen yazılar yaz- maktadırlar ki işte bundan pek hoşnut değildir; hiç kimseye benzetilmek is- temez, hele de Doğu Avrupa’dan bir yazarın yüksek Batı Avrupa düşünce- sinin en ışıltılı yazarıyla benzer şeyleri yazmasıyla övünülmesi gibi bir du- rumu, aşağılanma ve daha aşağı olunduğunun kabulü sayar (Gombrowicz, ). Bütün edebiyatının Biçim sorunu çevresinde geliştiğine dikkat çekerek, kendisini yapısalcı olarak tanımlamakta (Cataluccio ve Illg, ) ve “biçim bağlamında çok daha arı” olduğu için de Husserl’in fenome- nolojisini varoluşçuluğa yeğlemektedir (Gombrowicz, ) Onun kavrayışında Husserl, felsefede devrim yapan21 büyük bir düşünürdür; ne 16 Sartre’ın “röntgencisini” yakalatır. Ancak Gombrowicz’in “röntgencisinin” duyduğu utanç, yakalandığı için değil de, “yakalanan bir öğretmen olduğu” içindir. Onu “öğretmenliği” kınar, aşağılar ve bırakır. 17 “Çünkü bir surattan başka bir surata kaçmaktan başka bir kaçış yoktur, bir insan karşısında ise ancak başka bir insanın sarılışlarına sığınılabilinir. Popodan ise genel olarak kaçış yoktur” (Gombrowicz, ). 18 Gombrowicz’in Juan Carlos Gomez’e yazdığı 25 Kasım tarihli mektuptan. 19 Bu, bir akıl yürütme içinde birden çok kez yinelenen bir kavramdır. Yalnızca ilk belirdiği say­ fayı veriyorum. 20 Elbette burada sanat alanında bir seçme söz konusu. 21 Fenomenolojik indirgeme yönteminden söz ediyor. Osman Fırat Baş var ki “klasik anlamda arı, mükemmel şekilde soyut bir felsefe” yaratayım derken, bilmeden, “barbarların saldırılarına kapı açmış” ve varoluşçular felsefeye tam da o kapıdan girmişlerdir22 (Cataluccio ve Illg, ). Ama nereye çıkmak için? “(…) en kötü üsluplardan birine (…), anlaşılması zor bir kesinlik, soyut bir somutluk, öznel bir nesnellik, dikişlerini koparan boş bir konuşmaya (…)” (Gombrowicz, ). Gombrowicz, varoluşçuluğa yönelik bu türden eleştirilerini onunla “uyuşamama durumunun” (Gombrowicz, ) gerekçeleri olarak sıralar, fakat bu gene varoluşçulukla arasında bir bağın mevcudiyetini, ör- neğin “onunla uyuşmaya çalışmış olduğunu” ima eder ki sonunda bu en küçük bağı dahi koparıp atacaktır Filozofların kuramsal ve yöntemsel varoluşçuluklarına karşı çıkıyorum; çünkü bunun üstüne kurulan bir dünya, benim yaşamıma ters düşüyor, yaşamıma uymuyor. Benim için varoluşçular sahtekâr insanlar (…) on- ları bu doktrine götüren düşünsel ya da içgüdüsel yola karşı herhan- gi bir kuşkum yok. Varoluş olarak ortaya çıkan sonuç bağlamında onu reddediyorum (…) reddettiğim anda, soluk alabileceğim sıradan, somut dünyaya, yaşama dönüyorum (Gombrowicz, ). GOMBROWICZ’İN SARTRE’A YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ Gombrowicz’in Sartre’ı hedef alan eleştirilerini özetlemeye geçmeden önce, Polonyalı yazarın, ona olan “onca hayranlığına” karşın, Sartre’ın bü- tün yapıtlarını okumamış, Varlık ve Hiçlik’te ise seçici bir okuma yapmış olduğunu belirtmek gerekir (Gombrowicz, ). Dolayısıyla Sart- re’ın bütün bir akıl yürütmesi içinde gözünden kaçmış unsurlar olabilir. Bunu, Sartre’a karşı bazı eleştirilerinde haksızlık yapmış olabileceğinin de hesaba katılması için yazıyorum. Fakat bu bir olasılık;24 kesin olan şu ki yarım bir okumada bile okuduklarının yarısı, Gombrowicz’in “en içten, yaşamsal” deneyimleriyle uyumsuzdur (Gombrowicz, ). Öyley- se onlardan başlamak doğru olur, çünkü en güvenilecek (Sartre’dan daha fazla güvenilebilecek) Gombrowicz, o deneyimlerdedir. “Ne bedeni ne de acıyı anlamıştır” (Nirenberg, ). Sartre, Varlık ve Hiçlik’i yazarken genç bir adamdı ve olasıdır ki –felsefe kitapları okurken 22 Heidegger de yapıtının hemen ilk sayfalarında bunu yazıyor: “Aşağıdaki incelemeler, temelini E. Husserl’in attığı zemin üzerinde mümkün olabilmiştir (Heidegger, 39). 23 Üstelik bu kopuşu, varoluşçuluğun “çağı takdim eden” iki düşünceden biri olduğunu bildiği halde gerçekleştirir. Diğer düşünce, Marksizmdir (Gombrowicz, 61). 24 Çünkü Gombrowicz, okuyucusunu kışkırtmayı seven bir yazardır; bazı şeyleri sırf doğru ol- duğu için değil, ama kışkırtmak amacıyla da yazmış olabilir. Gombrowicz Filozof’ta Sartre’dan epeyce şey okuduğunun işaretleri var (Cataluccio ve Illg, ). Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi gözlerinin ağrıması ya da parmağındaki bir yaranın sayfaları çevirirken kendini duyurmasından daha– büyük bir fiziksel acıyla henüz karşılaşma- mıştı. Beden ve acı üzerine yaptığı çıkarımlar, o an için büyük olasılıkla, salt gözlemlerine dayalı bazı varsayımlarıydı. Acıyı “bilincin oradaki-var- lığı”nın, onun “dünyaya bağlanışı”nın kanıtlarından biri olarak kullanırken (Sartre ) doktrinci sakinliği, bundan ötürü olabilir. Astım hastası Gombrowicz’in ise fiziksel acıyla çok genç yaşlarından itibaren kesintisiz ve dolaysız bir ilişkisi olmuştu. Böyle bir insana dünya, bilincin kayıtsız kaldığı imkânlar olan “acı ve haz imkânlarıyla” açılmıştır. O yüzden, Sart- re’ın onca önemli saydığı bilincin, “acının ya da tatlının bilinci olmadığı sürece” anlamsız olduğunu yazar: “Bilinçli bir varlık, varlık değildir – du- yarlılığım onu kayda geçirmediği sürece (…) O halde bilinç ancak du- yarlılığın bilinci olmalıdır, varlığın doğrudan bilinci değil” (Gombrowicz, ). Gene bedene ve acıya bağlı kalınarak; Sartre’ın insanın yazgısı olarak açığa çıkardığı özgürlüğün de sınırları olan, şartlı bir özgürlük olduğu ileri sürülebilir. Örneğin sakatlığın acısını çeken bir insanın, sakat olmamayı seçmek özgürlüğü yoktur (durum), o yalnızca sakatlığını oluşturduğu tarzı seçmekte özgürdür (Sartre, ). Gombrowicz, aynı sınırlılığı başka bir örnek üzerinden, “eğer doğam gereği ufak tefeksem, kendimi iri yarı biri olarak seçmeye hangi anlamda mutlak özgürüm,” sorusunu sorarak göstermeye çalışır. Yanıtı şu olur: [Sartre’da]”Seçim olgunun değil, fakat değerlerin seçimidir. Boyumu keyfimce seçemem, fakat kısa boyumu bir avantaj ya da eksiklik sayıp saymamak bana bağlıdır” (Cataluccio ve Illg, ). Özne-nesne ilişkisi. Yukarıda Gombrowicz’in kendisinin de belirttiği şe- kilde, felsefenin en temel sorularından biri olan özne-nesne ilişkisini Sartre ayarında bir filozofun irdelememiş olması düşünülemez. Özneler arasında- ki bağlantıyı görmüş ve niteliğini yazmıştır: (…) başkası benim kendisi için özne değil nesne olduğum kişidir (Sart- re ) (…) başkası için ben, onulmaz bir biçimde ne isem oyum ve özgürlüğüm bile varlığımın verili bir karakteridir. (Sartre ) Ve özneler-arası alanı da, Heidegger’den farklı ama Gombrowicz’e yakın gelebilecek şekilde, bir çatışma alanı olarak tanımlar “Çatışma, başkası-­ için-varlığın kökensel anlamıdır (Sartre ). Çünkü “başkasının nesnelleştirilmesi benim başkası için nesnelliğimin yok edicisidir”. Öyley­ 25 Buna yukarıda da değindim. Osman Fırat Baş se “ben, varlığımın bizatihi kökünde başkasını nesneleştirme ya da tâbi kılma projesiyim” (Sartre ). Eğer “varoluşun huzur, bağlantısız ilişki biçimi olmadığı” yönündeki eleştiri, Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’teki çıkarımlarına değil de, doğrudan doğruya ona –başkasının deforme edici bakışından kaçarak bir inzivaya, içinde kendini güvende hissedebileceği (örneğin “varoluşsal psikanaliz” gibi) bir alana çekilmesine– yönelik ise, bunun açıkça hedef gösterilerek yazılmış bir versiyonu da bulunmaktadır: Henüz Varlık ve Hiçlik’in yazarı olmayan bu genç kendisini insan – insan olmayandan oluşan bir sıkışıklığın ve baskının içinde bularak, ruhunun bütün gücüyle, yalnızlığı çağırmaya başladı. İşte böylece (…) kendine kaçtı. Kendi bilincinin biricikliğine, kendi varlığının somutlu- ğuna (…) Kendi beninin ardından kapıyı kapatıp.” (Gombrowicz, )26 Daha önce birkaç yerde yazdığım ve burada kendimi yinelemek isteme- diğim için, uzun uzun anlatmayacağım: Yukarıdaki alıntıda çizilen port- renin Sartre’ın kaleminden çıkmış bir anlatımını okumak isteyenlere, Bu- lantı’nın27 ve sayfalarına göz atmalarını salık veririm. Orada, kendisini özneler-arası alandan kaçırarak, karanlık, kapısı sıkı sıkıya örtük bir odada gerçekleştiren genç bir adam imgesi bulacaklar. Üslup sorunu. Özne-Sartre’ın özgürlüğü. Sartre, orada, tüm insanlığın üzerinde bir yere konumlandığı inzivasında, insanları gönlünce gözlemle- mekte ve çözümlemekte özgür bir filozof; haklarında yargılar veren, nere- de durup nerede durmamaları gerektiğini öğreten bir ahlâkçı; Pimko gibi bir öğretmen, insanlara özgürlüğü vaaz eden bir vaazcı (o meşum Mesih) olarak özgürce ve kendi tasarısına uygun olarak gerçekleşirken; kurbanlar, çilekeşler, esirler, burnuna kadar hastalığa gömülmüşler, bağımlılar, arzu- lular, her daim koşuşturanlar, angaryaya maruz kalanlar, korku içerisinde olanlar, kovalananlar, sindirilenler… sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar en iğrenç esareti deneyimler… (Gombrowicz, ) O yüzden [tanrısız] “Sartre’ın karşıtı –der Gombrowicz– rahip değildir. O bir değirmenci, eczacı, eczacının çocuğu, marangozun karısıdır, onlar orta düzey vatandaşlardır, biçimlenmemiş, değersiz (…) bir düzeye aittirler. İşte Sartre kendi karşıtını “tam Sartre olmayan” diye adlandırıla- bilecek bu düzeyde bulur”. Çünkü: “En önemli, en şiddetli, en iyileşmez anlaşmazlık iki asal mücadelemiz- le içimizde sürdürülendir: Birincisi biçim, şekil, belirleme arzusu, öbürü 26 Georges Girreferèst-Prést’in Gombrowicz’e anlattıkları. 27 Sartre, J.-P. (). Bulantı, Çeviren: Erdoğan Alkan, Oda Yayınları. Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi biçimin içinde savunan, şekle girmeyi istemeyen duygu. İnsan öyle yapıl- mış ki, sürekli kendini belirlemek ve sürekli kendini tanımlamaktan kaçın- mak zorunda” (Gombrowicz, ). SONUÇ Burada elimden geldiğince bir düzene sokarak sıralamaya çalıştığım eleşti- rilerine bakarak, Gombrowicz’in varoluşçulara karşı çok düşmanca duygu- lar beslediğinin düşünülmesini istemem. Tam aksine: yeri geldiğinde He- idegger’den varoluşçu sistemin en yaratıcı ve önde gelen yazarı diye söz etmekten çekinmez (Cataluccio ve Illg, ) ya da başka bir yerde, en değer verdiği Fransız yazarın Sartre olduğunu haykırır (Gombrowicz, ). Gombrowicz’in yaptığı yalnızca, kendi öznesini savunmak için, varoluşçuluğun karşısında başka bir gerçekliği seçmek, o gerçeklik olmak edimidir (Gombrowicz, ). Ama diyalektik… “Diyalektik, hareketi yakalamamıza bir ölçüye kadar izin verir – ne ki varoluşçulukta biz kendimiz hareket oluruz” (Cataluccio ve Illg l: ). Öyleyse, kendisini kendi tasarısına göre gerçekleştirmek için attığı bu adımla Gombrowicz, acaba, varoluşçuları dışladığı bir “à la Gombrowicz varoluşçuluk” da kur- muş olmuyor mu? (yazarın öznesi, özgürlük) KAYNAKÇA Baran, Bogdan (). “Ferdy Durkee”, Znak Cataluccio, Francesco M. ve Illg, Jerzy (). Gombrowicz Filozof, Krakow: Znak. Gombrowicz, Witold (). Ferdydurke, Kraków: Wydawnictwo Literackie. — (). Pornografi, Çeviri: Berran Tözen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. — (). Günlük /, çev. Neşe Taluy Yüce, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. — (). Günlük /, çev. Neşe Taluy Yüce, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Heidegger, Martin (). Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, İstanbul: Bahçeşehir Üniversi- tesi ve Agora Kitaplığı. Husserl, Edmund (). Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Çeviren ve Giriş: Harun Tepe, Anka- ra: Bilim ve Sanat. Lewis, Sinclair (). Babbitt, Mineola NY: Dover Publications Inc. Markiewicz, Henryk (). “Do genezy Ferdydurke”, Teksty Drugie 6: Nirenberg, Ricardo (). “Gombrowicz, or the Sadness of Form”, seafoodplus.info Sartre, Jean-Paul (). Varoluşçuluk, çev. Asım Bezirci, İstanbul: Say Yayınları. — (). Varlık ve Hiçlik / Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, çev. Turhan Ilgaz ve Gaye Çan- kaya Eksen, İstanbul: İthaki. Soysal, Ahmet (). “Birlikte ve Başka – 2”, seafoodplus.info

Varoluşçuluk tam olarak nedir?

Sorulara Dön
Anonim

AnonimÜye

İnternette okumama rağmen anlayamadım farklı kelimelerle açıklayabilir misiniz?

31, görüntülenme

Cevap Ver

  • Soruyu Takip Et
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir

Soruyu Soranın Seçtiği Cevap

Selam. 

Varoluşçuluk kendi içerisinde bir çok alana dair yaklaşım barındıran ve 'lü yıllardan itibaren özellikle 2.dünya savaşıve sonrası yükselişe geçmiş bir felsefe akımıdır. Zamanla o kadar popüler hale gelişmiştir ki bu akım varoluşçu psikoloji, edebiyat, tiyatro, şiir, sinema gibi bir çok alanda kendini göstermiştir.

Varoluşçuluğun nasıl ortaya çıktığına yönelik bir çok yaklaşım vardır ancak en genel kabul gören yaklaşımlardan biri Soren Kierkegaard'ın metinlerinin ve Heidegger'in fenomenolojik yaklaşımının akım içerisinde temel bir yeri olduğudur. Zamanla Sartre ve Camus (bir varoluşçu olduğunu kabul etmediği söylenir) akımın daha da büyümesine önemli katkılar yaparak kendi varoluşçu yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. 

Varoluşçuluğun başlangıç önermelerinden biri şudur; "İnsan bu dünyaya fırlatılmıştır, bu dünyaya terk edilmiştir ve burada unutulmuştur." İnsan içinde yaşadığı dünya ve topluma dair hiç bir verili gerçeklik ile dünyaya gözünü açmaz. Var olduğu andan itibaren toplum, kültür, din, ideoloji vb. gibi "gerçekliklerle" çevrelenmiş olduğunu fark eder. Bir varoluşçu bu andan itibaren en temel soruyu sorar; "o zaman varlığımızın anlamı nedir?" ya da "anlam nedir?" 

Heidegger ve takipçileri bu soruya cevap verirken sıradışı bir dil kullanarak Angst  ve Dasein kavramları gibi 'ün üzerinde kavram icat ederek yeni bir fenomenoloji inşa etmeye çalışır. Angst, Türkçe'ye "varoluşsal kaygı" diye çevriliyor (kimileri bu çeviriye katılmasa da), insan varlığın anlamını unutmuştur Heidegger'e göre; çünkü "varlık nedir?" diye bir soru sorsak kimse bu soruya cevap verememektedir. Ya varlık varolandır türü bir totolojiyle cevap vereğiz bu soruya (ki bu bir cevap değildir, tanrı tanrı olandır, su su olandır bir cevap sayılmayan totolojidir.) ya da bilmiyoruz diyeceğiz. Ancak bu ne anlama gelir? Nasıl olur da varlığın anlamını bilmeyen bir varlık olarak insan var olmaya devam eder? Heidegger insan varoluşunun diğer eşya veya canlıların varoluşu gibi olmadığı ve farklı bir otantiklik, dünyaya açıklık içerdiğini söyler. Bu dünyaya açıklık insanın fırlatıldığı dünyada varlığının anlam kazanmasını sağlar. Ancak diğer yandan "dil, varlığın evidir." der Heidegger. Dil'i en iyi kullananlar da şairlerdir, o halde şairler varlığın çobanlarıdır ve bizi "unuttuğumuz varlık yurduna" (varlığın anlamını bilmiyorduk, unutmuş olduğumuz varsayılır) götürecek olanlardır. Bu doğrultuda Hölderlin, Rilke gibi bir çok şairin şiirlerini çözümlemeye yönelmiştir filozofumuz. Heidegger'in anlayışımı çok karmaşık ve geniş çaplıdır, Sarte Varlık ve Hiçlik adlı metninde Heidegger'in Varlık ve Zaman adlı kitabının bir nevi değerlendirmesi ve eleştirisi ile yola çıkarak kendi yaklaşımının temellerini atmıştır. Ona göre Varoluşçuluk, "önce var olan varlığın daha sonra özünü inşa etmesi" yani kendine yeni anlamlar yaratmasıyla ilgilenir. 

Diğer yandan Camus'un "absürdizm" adını verdiği bir yaklaşımla hayatın bir anlamının ne olduğu sorusuna dair Sisifos anlatısı ile cevap verir, hiç bir amacı yoktur hayatın ve anlam dediğimiz şeyin içi boş olsa bile öyle değilmiş gibi yaşamaya devam etmeliyizdir ona göre. 

Günümüzde hala varlığı görece az olsa bile hissedilen bu yaklaşım özellikle edebiyat, tiyatro gibi alanlarda kabul görmeye devam etse de Analitik gelenek içerisinde aynı sorulara daha farklı cevaplar verilir ve varoluşçuluk kabul göre bir yaklaşım değildir diyebiliriz. Örneğin analitik felsefese de "Anlam" sorusu dil felsefesi gibi alanlarda ele alınır. 

17, görüntülenme

Bu cevap, soru sahibi tarafından en iyi cevap seçilmiştir. Ancak bu, cevabın doğru olduğunu garanti etmez.

  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir

Varoluşçuluk , varoluş felsefesiyle ilgilenmek ve varoluşsal konular üzerine kafa yormaktır. Bilgi felsefesi, bilim felsefesi, zaman felsefesi, matematik felsefesi gibi çeşitli felsefe akımları mevcuttur. Varoluş felsefesi de bunlardan biridir. Ontoloji hem varlık hem varoluş konularını tartışır. Varlık ile varoluş arasında bir takım nüans farkları vardır. Dolayısıyla Ontoloji hem varlığı hem de varoluşu kapsar.

Varoluşçular biz nereden geldik? nasıl varoldu? varoluşumuzun öncesinde ne vardı? varoluşumuz sona erecek mi? sonra ererse ne olacak? gibi insanlığın en eski ve cevapsız sorularına kafa yorarlar.

Önde gelen varoluşçulara örnek göstermek gerekirse: sartre, nietzsche, camus, heidegger ve bu liste oldukça çoğaltılabilir. Ayrıca Dostoyevski'nin bir çok romanında ağır varoluşçu temalara rastlamak mümkündür.

7, görüntülenme

  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir
esat kudret
Akıl yürütmeyi öğrenmeye çalışan bir öğretmenim.

"İKİ DÜNYA SAVAŞI GEÇİRDİK, BİZDEN İYİ ŞEYLER BEKLEMEYİN"

Var oluşçuluk; ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden ve kim sorularını soran fakat cevabı dinleme ihtiyacı duymayan bir arayışın felsefesidir. Sorular bir cevap arama ve bulma ihtiyacından doğmaz. Bir öfkenin dışa vurumu olarak, soru değil cevap şeklinde sorulur.

Sartre ve Camus; "Bizler iki dünya savaşı gördük, bizlerden iyi şeyler beklemeyin" derken bunu kasteder.

Fakat buna rağmen, bilimin en güzel yanlarından biri olan temel öğreti gereği (salt ne olduğunu bilmek değil, ne olmadığını bilmek de yerine göre ilerlemedir ve bazen en yalın cevaplardan daha ön açıcıdır.) önermesi misali varoluşçuluk, ne aradığımızın, ne aramamız gerektiğinin cevabını veremese de ne aramadığımızı, aramamamız gerektiğini bizlere bulduran yanı ile özellikle sanatta ve edebiyatta saygıyı fazlasıyla hak ettiğini kanıtlamıştır. Sartre'nin BULANTI kitabı bu alanda yazılmış en iyi eserlerden biridir.

görüntülenme

  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir

Kabaca söylemek gerekirse, varoluşçuluğun ana fikri dünyaya atılmışlık, fırlatılmışlıktır. Bizler bilerek ve isteyerek dünyaya gelmedik gözümüzü açtık, baktıkki dünyadayız derler. Bu fikirden hareketle insanın varoluşunun, insanın özüne sonralığı düşüncesini benimserler. Halbuki bir kalemi örnek verecek olursak; kalemin özü, varoluşundan öncedir. Kalem üreticisi kalemi zihninde planlar ve ortaya çıkarır. Yani kalemin varoluşu özünden sonra gelir. Varoluşçular insan sözkonusu olduğu zaman bu durumun ters işlediğini savunurlar ve buradanda hareketle asıl felsefelerine ulaşırlar.

O da şudur; madem varoluşumuz özümüzden sonra geliyor, madem bu dünyaya fırlatıldık, o halde insan bu dünyada kendini var edebilir, bunuda ancak kendi yapıp ettikleriyle başarabilir. Bizi biz yapan eylemlerimizdir ve bu şekilde varoluruz derler ve son olarak; insanın irade sahibi olduğunu ve karar verebildiğini söyleyerek, insanın bütün yaptıklarından mutlak anlamda sorumlu olduğunu söylerler.

9, görüntülenme

Kaynaklar

  1. Yazar Yok. Varoluşçuluk. (12 Temmuz ). Alındığı Tarih: 12 Temmuz Alındığı Yer: Bağlantı kaynağı değiştir]

Giriş
Dergiler ve makaleler
Existential psychotherapy
Videolar

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir