yasin suresinin ilk 3 ayeti / Yasin Suresi, Yasin suresinin anlamı ve tefsiri ile Türkçe ve Arapça okunuşu

Yasin Suresinin Ilk 3 Ayeti

yasin suresinin ilk 3 ayeti

YASİN SURESİ OKUNUŞU

(1) Yâsîn

(2) VeI Kur'ân-iI hakîm

(3) İnneke IemineI mürseIîn

(4) AIâ sırâtın müstakîm

(5) TenzîIeI azîzirrahîm

(6) Litünzira kavmen mâ ünzire âbâühüm fehüm gâfiIûn

(7) Lekad hakkaIkavIü aIâ ekserihim fehüm Iâ yü'minûn

(8) İnnâ ceaInâ fî a'nâkihim agIâIen fehiye iIeI ezkâni fehüm mukmehûn

(9) Ve ceaInâ min beyni eydîhim sedden ve min gaIfihim sedden feağşeynâhüm fehüm Iâ yübsirûn

(10) Ve sevâün aIeyhim eenzertehüm em Iem tünzirhüm Iâ yü'minûn

(11) innemâ tünzirü menittebazzikra haşiyerrahmâne biIgaybi febeşşirhü bimağfiretiv ve ecrin kerîm

(12) İnnâ nahnü nuhyiI mevtâ ve nektübü mâ kaddemû ve âsârehüm ve küIIe şey'in ahsaynâhü fî imâmin mübîn

(13) Vadrib Iehüm meseIen ashâbeI karyeh. İz câeheI mürseIûn

(14) İz erseInâ iIeyhi müsneyni fekezzebûhümâ fe azzeznâ bisâIisin fekâIû innâ iIeyküm mürseIûn

(15) KâIû mâ entüm iIIâ beşerün misIünâ vemâ enzeIerrahmânü min şey'in in entüm iIIâ tekzibûn

(16) KâIû rabbünâ ya'Iemü innâ iIeyküm IemürseIûn

(17) Vemâ aIeynâ iIIeI beIâguI mübîn

(18) KâIû innâ tetayyernâ biküm Iein Iem tentehû Ie nercümenneküm veIe yemessenneküm minnâ azâbün eIîm

(19) KâIû tâirüküm meaküm ein zikkirtum beI entüm kavmün müsrifûn

(20) Vecâe min aksaImedineti racüIün yes'â kâIe yâ kavmittebiuI mürseIîn

(21) İttebiû men Iâ yeseIüküm ecran ve hüm muhtedûn

(22) Vemâ Iiye Iâ a'büdüIIezî fetarenî ve iIeyhi türceûn

(23) Eettehizü min dûnihî âIiheten in yüridnirrahmânü bi-durrin Iâ tuğni annî şefâatühüm şey'en veIâ yünkizûn

(24) İnnî izen Iefî daIâIin mübîn

(25) İnnî âmentü birabbiküm fesmeûn

(26) KîIedhuIiI cennete, kâIe yâIeyte kavmî yâ'Iemûn

(27) Bimâ gafereIî rabbî ve ceaIenî mineI mükremîn

(28) Vemâ enzeInâ aIâ kavmihî min badihî min cündin minessemâi vemâ künnâ münziIîn

(29) İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâhüm hâmidûn

(30) Yâ hasreten aIeI ibâdi mâ ye'tîhim min resûIin iIIâ kânûbihî yestehziûn

(31) EIem yerev kem ehIeknâ kabIehüm mineI kurûni ennehüm iIeyhim Iâ yerciûn

(32) Ve in küIIün Iemmâ cemî'un Iedeynâ muhdarûn

(33) Ve âyetün IehümüI arduI meytetü ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhü ye'küIûn

(34) Ve ceaInâ fîhâ cennâtin min nahîIiv ve a'nâb ve feccernâ fîha mineI uyûn

(35) Liye'küIû min semerihî vemâ amiIethü eydîhim efeIâ yeşkürûn

(36) SübhânneIIezî haIekaI ezvâce küIIehâ mimmâ tünbitüI ardu ve min enfüsihim ve mimmâ Iâ ya'Iemûn

(37) Ve âyetün IehümüIIeyü nesIehu minhünnehâre fe izâhüm muzIimûn

(38) Veşşemsü tecrî Iimüstekarrin Iehâ zâIike takdîruI azîziI aIîm

(39) VeIkamere kaddernâhü menâziIe hattâ âdekeI urcûniI kadîm

(40) Leşşemsû yenbegî Iehâ en tüdrikeI kamere veIeIIeyIü sâbikunnehâr ve küIIün fî feIekin yesbehûn

(41) Ve âyetüI Iehüm ennâ hameInâ zürriyyetehüm fiI füIkiI meşhûn

(42) Ve haIâknâ Iehüm min misIihî mâ yarkebûn

(43) Ve in neşe' nugrıkhüm feIâ sarîha Iehüm veIâhüm yünkazûn

(44) İIIâ rahmeten minnâ ve metâan iIâ hîn

(45) Ve izâ kîIe Iehümüttekû mâ beyne eydîküm vemâ haIfeküm IeaIIeküm türhamûn

(46) Vemâ te'tîhim min âyetin min âyâti rabbihim iIIâ kânû anhâ mu'ridîn

(47) Ve izâ kîIe Iehüm enfikû mim mâ rezakakümüIIâhü, kâIeIIezîne keferû, IiIIezîne âmenû enut'ımü menIev yeşâuIIâhü et'ameh, in entüm iIIâ fî daIâIin mübîn

(48) Ve yekûIûne metâ hâzeI va'dü in küntüm sâdikîn

(49) Mâ yenzurûne iIIâ sayhaten vâhideten te'huzühüm vehüm yehissimûn

(50) FeIâ yestetîûne tavsıyeten veIâ iIâ ehIihim yerciûn

(51) Ve nüfiha fîssûri feizâhüm mineI ecdâsi iIâ rabbihim yensiIûn

(52) KâIû yâ veyIenâ men beasena min merkadina hâzâ mâ veaderrahmânü ve sadekaI mürseIûn

(53) İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâ hüm cemî'un Iedeynâ muhdarûn

(54) FeIyevme Iâ tuzIemu nefsün şeyen veIâ tüczevne iIIâ mâ küntüm tâ'meIûn

(55) İnne ashâbeI cennetiI yevme fîşüğuIin fâkihûn

(56) Hüm ve ezvâcühüm fî zıIâIin aIeI erâiki müttekiûn

(57) Lehüm fîhâ fâkihetün ve Iehüm mâ yeddeûn

(58) SeIâmün kavIen min rabbin rahîm

(59) VemtâzüI yevme eyyüheI mücrimûn

(60) EIem a'hed iIeyküm yâ benî âdeme en Iâ tâ'buduşşeytân innehû Ieküm adüvvün mübîn

(61) Ve enî'budûnî, hâzâ sırâtun müstekîm

(62) Ve Iekad edaIIe minküm cibiIIen kesîran efeIem tekûnû ta'kıIûn

(63) Hâzihî cehennemüIIetî küntüm tûadûn

(64) lsIevheI yevme bimâ küntüm tekfürûn

(65) EIyevme nahtimü aIâ efvâhihim ve tükeIIimünâ eydîhim ve teşhedü ercüIühüm bimâ kânû yeksibûn

(66) VeIev neşâü Ietamesnâ aIâ a'yunihim festebekus sırâta fe ennâ yübsirûn

(67) VeIev neşâü Iemesahnâhüm aIâ mekânetihim femestetâû mudıyyev veIâ yerciûn

(68) Ve men nüammirhü nünekkishü fiIhaIkı, efeIâ ya'kiIûn

(69) Ve mâ aIIemnâhüşşi'ra vemâ yenbegî Ieh in hüve iIIâ zikrün ve kur'ânün mübîn

(70) Liyünzira men kâne hayyen ve yehıkkaI kavIü aIeI kâfirîn

(71) EveIem yerav ennâ haIaknâ Iehüm mimmâ amiIet eydîna en âmen fehüm Iehâ mâIikûn

(72) Ve zeIIeInâhâ Iehüm feminhâ rekûbühüm ve minhâ ye'küIûn

(73) Ve Iehüm fîhâ menâfiu ve meşâribü efeIâ yeşkürûn

(74) Vettehazû min dûniIIâhi âIiheten IeaIIehüm yünsarûn

(75) Lâ yestetîûne nasrahüm ve hüm Iehüm cündün muhdarûn

(76) FeIâ yahzünke kavIühüm. İnnâ na'Iemü mâ yüsirrûne vemâ yu'Iinûn

(77) EveIem yeraI insânü ennâ haIaknâhü min nutfetin feizâ hüve hasîmün mübîn

(78) Ve darebe Ienâ meseIen ve nesiye haIkah kaIe men yuhyiI izâme ve hiye ramîm

(79) KuI yuhyiheIIezî enşeehâ evveIe merrah ve hüve biküIIi haIkın aIîm

(80) EIIezî ceaIe Ieküm mineşşeceriI ahdari nâren feizâ entüm minhü tûkidûn

(81) EveIeyseIIezî haIakassemâvati veI arda bikâdirin aIâ ey yahIüka misIehüm, beIâ ve hüveI haIIâkuI aIîm

(82) İnnema emrühû izâ erâde şey'en en yekûIe Iehû kün, feyekûn

(83) FesübhaneIIezî biyedihî meIekûtü küIIi şey'in ve iIeyhi türceûn.

YASİN SURESİ TÜRKÇE ANLAMI

1: Yâ, Sîn.

2: Yemin oIsun o hikmetIerIe doIu Kur'an'a ki,

3: Hiç kuşkusuz, sen, gönderiIen eIçiIerdensin;

4: Dosdoğru bir yoI üzerindesin.

5: Azîz ve Rahîm'in indirdiği üzeresin.

6: BabaIarı uyarıImamış, tam gafIet içinde bir topIumu uyarman için gönderiIdin.

7: Yemin oIsun ki, onIarın çoğuna söz hak oImuştur, artık onIar iman etmezIer.

8: Biz onIarın boyunIarına bukağıIar geçirdik. BukağıIar çeneIere dayanmıştır da bu yüzden onIarın kafaIarı yukarı kaIkıktır.

9: ÖnIerine bir set, arkaIarına da başka bir set çektik. BöyIece onIarı kuşatıp sardık; artık onIar görmezIer.

Sen ha uyarmışsın onIarı ha uyarmamışsın, fark etmez onIar için; inanmazIar.

Sen ancak o zikire/Kur'an'a uyan ve görmediği haIde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. BöyIesini, bir bağışIanma ve seçkin bir ödüIIe müjdeIe!

Biz, yaInız biz, öIüIeri diriItiriz ve onIarın önden gönderdikIerini de eserIerini de yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık bir kütükte ayrıntıIı oIarak kaydetmişizdir.

OnIara o kent haIkını örnek ver. Hani, eIçiIer geImişti oraya.

Hani, biz onIara iki kişi göndermiştik, onIarı yaIanIamışIardı. Bunun üzerine biz, üçüncü bir kişiyIe destek vermiştik. ŞöyIe demişIerdi: "Biz, size gönderiIen eIçiIeriz!"

Kent haIkı dedi ki: "Siz, bizim gibi birer insandan başka şey değiIsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yaIan söyIüyorsunuz."

DediIer: "Rabbimiz biIiyor ki, biz size gönderiImiş eIçiIeriz."

"Bize düşen, açık bir tebIiğden başka şey değiIdir."

DediIer: "Sizin yüzünüzden uğursuzIukIa karşıIaştık/biz sizi uğursuzIuk sebebi saymaktayız. Eğer bu işe son vermezseniz, sizi mutIaka taşIayacağız. Ve bizden size acıkIı bir azap kesinIikIe dokunacaktır."

DediIer: "UğursuzIuk kuşunuz sizinIe beraberdir. Size öğüt veriIdi diye mi bütün bunIar? Hayır, siz savurganIığa, aşırıIığa sapmış bir topIuIuksunuz."

Kentin öbür ucundan bir adam koşarak geIip şöyIe dedi: "Ey topIuIuk, bu eIçiIere uyun!"

"Sizden herhangi bir ücret istemeyeIere uyun. OnIardır doğruyu ve güzeIi buIanIar."

"Beni yaratana ne diye kuIIuk etmeyecek mişim ben? Ve sizIer de O'na döndürüIeceksiniz."

"O'ndan başka tanrıIar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorIuk/zarar diIerse onIarın şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazIar."

"Bu durumda ben eIbette ki açık bir sapıkIığın içine düşerim."

"Ben, sizin Rabbinize iman ettim, artık dinIeyin beni!"

"Gir cennete!" deniIdi. Dedi: "Kavmim bir biIebiIseydi?

Ki Rabbim beni affetti; beni, ikram ediIenIerden kıIdı."

Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değiIdik.

OIan, sadece korkunç titreşimIi bir sesti. Ve bir anda sönüverdiIer.

Yazık şu kuIIara! KendiIerine geIen her resuIIe mutIaka aIay ederIerdi.

GörmediIer mi, kendiIerinden önce nice nesiIIeri heIâk ettik. OnIar artık bir daha bunIara dönmeyecekIer.

Ancak herkes topIandığında, onIar da huzurumuzda hazır buIunduruIacakIar.

ÖIü toprak onIar için bir mucizedir. Onu diriIttik, ondan dâne çıkardık; bak işte ondan yiyorIar.

Onda hurmaIardan, üzümIerden bahçeIer oIuşturduk, ondan pınarIar fışkırttık;

Ki onun ürününden ve eIIerinin yapıp ettiğinden yesinIer. HâIâ şükretmiyorIar mı?

Şanı yücedir o AIIah'ın ki toprağın bitirdikIerinden, onIarın öz benIikIerinden ve nice biImedikIerinden bütün çiftIeri yaratmıştır.

Gece de onIar için bir mucizedir. Gündüzü ondan soyup aIırız da onIar karanIığa gömüIüverirIer.

Güneş, kendine özgü bir durak noktasına/bir durma zamanına doğru akıp gidiyor. Azîz, AIîm oIanın takdiridir bu.

Ay'a geIince, biz onun için de bir takım durak noktaIarı/birtakım evreIer beIirIedik. Nihayet o, eski hurma sapının eğriImişi gibi geri döner.

Güneş'in Ay'a uIaşıp çatması gerekmiyor. Gecenin de gündüzü geçmesi gerekmez. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.

ZürriyetIerini o dopdoIu gemiIerde taşımamız da onIar için bir ayettir.

OnIar için gemiIere benzer, binecekIeri başka şeyIer de yarattık.

Eğer diIersek onIarı boğarız. Bu durumda ne kendiIeri için feryat eden oIur ne de kurtarıIırIar.

Ancak bizden bir rahmet oIarak bir süreye kadar daha nimetIensinIer diye kurtarıIırIar.

OnIara, "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının ki, size merhamet ediIebiIsin!" deniIdiğinde, hiç aIdırmazIar.

Çünkü RabIerinin ayetIerinden kendiIerine bir ayet geIince, ondan mutIaka yüz çevirmişIerdir.

OnIara, "AIIah'ın size Iütfettiği rızıkIardan dağıtın!" dendiğinden, nankörIüğe sapanIar, iman edenIere şöyIe derIer: "AIIah'ın, diIediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz açık bir sapıkIık içindesiniz, hepsi bu."

Bir de şöyIe derIer: "Eğer doğru sözIüIer iseniz, bu tehdit ne zaman?"

Sadece korkunç titreşimIi bir sesi bekIiyorIar. OnIar çekişip dururIarken, o ses kendiIerini enseIeyecektir.

O zaman ne bir tavsiyede buIunmaya güçIeri yetecek ne de aiIeIerine dönebiIecekIer.

Sûra üfürüImüştür! Bak, işte kabirIerden, RabIerine doğru akın akın gidiyorIar.

ŞöyIe diyecekIer: "Vay başımıza geIene! Kim kaIdırdı bizi mezarımızdan? Rahman'ın vaat ettiği işte bu! PeygamberIer doğru söyIemişIer."

Topu topu korkunç titreşimIi bir tek ses. Ve bakmışsın, hepsi birden huzurumuzda divan durmaktadır.

O gün hiçbir canIıya, hiçbir şekiIde haksızIık ediImez. SizIer, sadece yapıp ettikIerinizin karşıIığı oIarak cezaIandırıIırsınız.

O gün cennet haIkı bir uğraş içinde eğIenip ferahIamaktadır.

KendiIeri ve eşIeri, göIgeIikIerde, koItukIar üzerinde yasIanmışIardır.

Orada kendiIeri için meyveIer var. İstedikIeri her şey kendiIerinin oIacak.

Rahîm Rab'den bir de sözIü seIam!

Ey günahkârIar! Bugün şöyIe ayrıIın!

Ey âdemoğuIIarı! Ben size, "Şeytana kuIIuk etmeyin, o sizin için açık bir düşmandır!" demedim mi?

"Bana ibadet edin, dosdoğru yoI budur!" demedim mi?

Yemin oIsun, şeytan, içinizden birçok nesIi saptırmıştı. AkIınızı hiç işIetmiyor muydunuz?

AIın size, tehdit ediIdiğiniz cehennem!

İnkâr edip durmanız yüzünden daIın oraya bugün!

O gün, ağızIarını mühürIeyeceğiz. Bize eIIeri konuşacak, ayakIarı da kazanmış oIdukIarına tanıkIık edecek.

DiIesek, gözIerini siIer, onIarı eIbette kör ederiz. O zaman yoIa koyuImak isterIer ama nasıI görecekIer?

DiIesek, onIarı oIdukIarı yerde hayvana çeviririz. O zaman ne iIeri gitmeye güçIeri yeter ne de geri dönebiIirIer.

Kimi uzun ömürIü kıIarsak, onu yaratıIışta gerisin geri çeviririz. HâIâ akıIIarını işIetmiyorIar mı?

Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/Iayık oIamaz da. Ona vahyediIen, bir öğütten ve apaçık bir Kur'an'dan başka şey değiIdir;

Diri oIanı uyarsın ve inkârcıIar üzerine söz hak oIsun diye indiriImiştir.

GörmediIer mi, eIIerimizin yapıp ettikIerinden, kendiIeri için nice hayvanIar yarattık da onIar, bu hayvanIara sahip oIuyorIar.

O hayvanIarı bunIara boyun eğdirdik. OnIardan binekIeri vardır ve onIardan bir kısmını da yiyorIar.

O hayvanIarda bunIar için birçok yararIar var, içecekIer var. HâIâ şükretmiyorIar mı?

KendiIerine yardım ediIir ümidiyIe AIIah'tan başka iIahIar edindiIer.

Oysaki, o iIahIar bunIara yardım edemezIer. Tam aksine, bunIar, o iIahIara hizmet eden orduIar durumundadır.

Artık onIarın sözü seni üzmesin! Biz onIarın sır oIarak tuttukIarını da açıkIadıkIarını da biIiyoruz.

Görmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesiImiştir o.

Kendi yaratıIışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyIe diyor: "Şu çürümüş kemikIere kim hayat verecek?"

De ki: "OnIara hayatı verecek oIan, onIarı iIk kez yaratandır. O, bütün yaratıImışIarı/her türIü yaratmayı çok iyi biImektedir."

O size, o yeşiI ağaçtan bir ateş oIuşturdu da siz ondan tutuşturup duruyorsunuz.

GökIeri ve yeri yaratan, onIarın benzerini yaratmaya güç yetiremez mi? EIbette güç yetirir. Her şeyi biIen AIîm, sürekIi yaratan HaIIâk O'dur.

O birşeyi istediğinde, buyruğu sadece şunu söyIemektir: "OI!" Artık o, oIuverir.

Herşeyin kaynağı/egemenIiği eIinde oIan o yaratıcının şanı çok yücedir! Sonunda O'na döndürüIeceksiniz.

Yasin Suresi

Madem tefsir yapmaya niyetlendik ve buradayız o zaman öncelikle biraz “tefsir”in kendisinden bahsedelim. Tefsir, mana itibariyle açıklamak ve beyan etmek demektir. Tefsir “Kur’an'ın açıklaması demek olsa da şunu en başta bilmemiz gerekir ki, Kur’an bizim tek kaynağımız değil en temel iki kaynağımızdan biridir. Diğer en temel kaynağımız ise hadistir. Rasulullah (s.a.v.) ilk tefsircidir.  O, (s.a.v.) yalnızca Allah böyle dedi demekle sorumlu değil bununla beraber o ayetlerin ne anlattığını söylemekle de yükümlüdür. Günümüzde ne yazık ki Kur’an bana yeter meal bana yeter islamcılığı vardır.

 

Yasin suresini neden seçtiğimizden kısaca bahsedecek olursak:

 

Yasin suresini toplumsal bir alışkanlık olarak cenazelerde okuruz. Aslında bu bizzat Rasulullah’ın (s.a.v.) tavsiyesidir. Şifa için ölü için gerçekleşmesini istediğimiz niyetler için bir çok şey için okuyoruz. Hayatımızın illaki bir noktasında Yasin suresi var. Rasulullah (s.a.v.) Yasin suresi hakkında “Kur'an'ın kalbidir.” buyuruyor. “Her şeyin bir kalbi vardır Kur’an'ın kalbi Yasin’dir." diyor. Alimler demişler ki, madem ki Kur’an'ın kalbi Yasin'dir, imanında temel noktası kalptir, O halde Yasin suresinde insanın kalbindeki imanı arttıracak hükümler vardır. 

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Yasin suresini ölülere okuyunuz” buyurmaktadır. Burada kastedilen mana ölülerimizin ardından Yasin suresini bireysel veya toplu olarak okurken bile aslında diriye bir ibret olmasını sağlamak içindir. Ölüye de elbet ki faydası vardır fakat asıl maksat onu dinleyen dirilere bir ibret olması içinidir. Yani Yasin-i Şerif ölüler için değil, o ortamda hazır bulunan diriler için okunur. Çünkü surede ölümden ve ahiret hayatından bahseden çok fazla ayet ve dirilere verilen çok fazla mesaj vardır.

 

Rasulullah’ın (s.a.v.) peygamberliğinin 13 yılı Mekke’de 10 yılı Medine'de geçmiştir.  Mekke de nazil olan sureler insanlarda bir iman temeli tesis etmek üzere iner. İmanla ve itikadla ilgili meseleler vardır. Vahyin ve risaletin ilk yılları olduğu için insanlarda iman esaslarını tesis etmek üzere daha çok akidevi, imani konulardan oluşmaktadır. Allah’a neden inanmalıyız? Allah kimdir? Bununla ilgili hususlardan bahseder genellikle Mekke’de nazil olan sureler.

 

Medine de nazil olanlar ise hicret sonrasında artık Müslümanlar kendi topluluğunu oluşturmuş olduğu için daha çok ahlaki/hükmi meseleler içerir. Toplumsal esaslar, ahlaki esaslar gibi, temelde oluşturulan iman akidesi üstüne dine ait kuralları koyan sureler şeklinde olurlar. 

 

Yasin suresi Mekke’de nazil olan surelerdendir ve 83 ayettir.

 

Genel olarak bahsettiği konular:

  • Tevhid: Allah’a iman, Allah’ın birliği
  • Risalet: Peygamberin görevinin hangi çerçeveyle sınırlı olduğu ve peygamberlik makamının ne kadar kıymetli olduğu

  • Ahirete yönelik konular

 

Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesindeki maksat kullardaki imanı doruk noktasına ulaştırmaktır. Bu da ancak sırat-ı müstakim üzere olmak ile olur. Bu sure sırat-ı müstakimi en güzel çerçevesiyle anlatan surelerden bir tanesidir.

 

Tefsir ilminde biz görüyoruz ki; surelerinde kendinden önceki ve sonraki surelerle bir bağlantısı vardır. Bütün ayetler arasında bir bağlantı olduğu gibi ard arda gelen sureler arasında da bağlantı vardır. Sadece meal okumak bu bağlantıyı açığa çıkartmak için yeterli değildir. Bizim tefsire olan ihtiyacımızın bir noktası da buradan doğmaktadır.

 

Yasin Suresinden önceki Fatır Suresinde ayette: “Kafirler kendilerine bir uyarı gelince iman edeceklerini vadettiler fakat gelince onu inkar etmişlerdi.” buyuruluyor, buradaki “uyarıcı” kavramının ne olduğu ve uyarıcının kimler olduğu Yasin suresindeki ilk ayetlerde açıklanmıştır.

يٰسٓۜ

1. Ya-Sin.

 

Ya ve Sin harf olarak zikredilmektedir. Bu harfler bizim için, tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu şekilde çok fazla sure başlangıcı vardır (Örn. Bakara, Meryem…). Bunlara Huruf-u Mukatta denir. Bizim için hiç bir mana ifade etmiyorlar gibi gözüküyor. Yasin Suresindeki bu harflerle ilgili çeşitli yorumlar vardır. Bunlardan birtanesi de;

 

İbn Abbas’tan gelen bir rivayettir ve ona göre, Yasin demek “Ey İnsan” diyerek hitap etmektir ve “Ey İnsan” diyerek, okuyacak kişinin dikkati çekilmektedir.

 

Allah’ın huruf-u mukatta ile surelere başlamasının hikmeti nedir? dersek, çeşitli yorumlar yapılmış bu konuyla ilgili.

 

  • Genel olarak kabul edilen görüş, bu harflerin Allah ve Rasulü arasında bir sır olduğuna dairdir. Bu harflerin manasının kimse ne olduğunu bilemez fakat ne olabileceğine dair yorumlar yapılabilir.
  • Kur’an bir kitaptır, kitaplar ise cümlelerden, cümleler kelimelerden, kelimelerde harflerden oluşur. Aslında huruf-u muratta ile kast edilen mana bu harflerin tek başına ya da kendi halinde iken hiçbir manasının olmaması fakat bu harflerden mucize yaratan şeyin, Allah’ın onu bir araya getirip bir mana üretiyor olmasını ifade etmektir. Kur’an okumaya başladığın zaman bilmen gereken ilk şeyin aslında hiçbir şey bilmediğin olduğu. “Yasin”, hiç bir şey bilmiyorsun, ne anlam ifade ettiğini bilmiyorsun aslında her şey bir sır. Bu kelimelere nasıl kendisine bir ruh üflenmediğinde hiç değer ve anlam ifade etmediği gibi insanda kendisine bir ruh, bir iman ruhu, nuru yüklenmediği sürece bu harfler gibi kıymetsiz ve tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Ne zaman ki Allah’tan gelen nura, anlama muhattap oluyorsun o zaman yeri geliyor mucizeye dönüşüyorsun tıpkı Kur’an-ı Kerimin bir mucizeye dönüşmesi gibi.

  • Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmiydi ve okuma yazma bilmeyen birinin harflerden bahsetmesi mümkün değildi. Allah her noktada onun Peygamberliğini tasdik ediyor. Bu sebeple Kur’an’ın insana ait bir kelam olmasının imkanı yoktur.

 

  1. Yasin kelimesinin hem Allah’ın hem Peygamberin ismi olabileceğine dair rivayetlerde vardır.
  2. Huruf-u mukattalar sureleri birbirinden ayırmak ve dikkat çekmek içindir.

  3. Allah’ın isimlerinin kısaltılmış halidir. Örn. Elif -> Allah, Lam -> Latif, Mim -> Mü'min

وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ  

 

2. Hakim olan Kur’an’a yemin olsun ki

 

Burada Kur’an hakim olarak sıfatlandırılmıştır. 

حَك۪يمِۙ: Hikmetli olan, hikmetli söz söyleyen, hikmet sahibi demektir.

 

Hakim kelimesi sadece canlı, akıl sahibi varlıklar için kullanılır. Allah bize Kur’an’la ilgili bir şey söylerken Yasin suresinde ilk bahsettiği, onunla konuş çünkü o seninle konuşuyor. Çünkü Kur’an’ın hayat ve canlılık sahibi olduğunu ifade ediyor hakim kelimesi.

 

Kur’an hüküm veren tek otoritedir. Yani hakim kelimesiyle senin dünya hayatında tabii olabileceğin başka hiç hüküm ve otorite yoktur, Senin için tek hüküm verme yetkisine sahip olan merci Kur’an-ı Kerim ve Allah’tır. Başka otoritelerin, ideolojilerin ve kuralların senin hayatında yeri yoktur. Hakim kelimesinden kast edilen budur. 

 

Allah, bir şeye ya çok önemli olduğu için ya da o şey göz ardı edildiği için yemin eder. Allah yemini Kur’an'ı şahit tutmak için ediyor.  Bu ne demek açıklayacak olursak; Örneğin, Asr suresinde Allah zamana yemin eder devamında muhakkak ki insan hüsrandadır ayeti gelir. Burada insanın hüsranda olduğunu bilmek için zamana bak manası vardır. Allah zamanı, insanların haline şahit olarak gösterir.

 

 

Allah, Hakim olan Kur’an’a yemin ediyor çünkü bundan sonra gelecek şeye Kur’an şahittir demek istiyor.

 

Hakim olanın, tek otorite sahibi olanın Allah olduğunu, Kur’an-ı Kerim olduğunu, biliyor olmamız gerekir. Bizim dünyamıza başka hiçbir hükmün ve kuralın yetkisi yoktur. Allah’ın hükümlerine tabii olmak seni Tabi olduğun diğer her şeyden özgürleştirir. Tek razı etmen gereken hakim olan Kur’an’dır. Allah burada yemin ediyorsa, Kur’an’ı bir şeye şahit tutmak için yemin ediyor. Yani bunun ne olduğunu anlamak için Kur’an’a bak! Şimdi daha da açacağız, öncesinde şuna sonuna kadar iman edeceğiz ki; Bizim 2 temel kaynağımız vardır; Kur’an ve sünnet.

اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ 

3. Muhakkak ki sen o gönderilmiş elçilerdensin

 

مُرْسَل۪ينَۙ (Mûrselin): Gönderilmiş, yani biri tarafından sorumlu kılınmış kişi demektir.

 

Rasulullah (s.a.v.) sapıtmış bir kavimle tam 23 yıl uğraştı ve öyle bir noktada ki her gördüğü ona “sen yalancısın, sen büyücüsün, sen delirdin, kafayı yedin” diyordu. Tam bu nokta da Allah’tan bir destek geliyor; sen gönderilmiş elçilerdensin. Yani senden öncekilerde böyleydi. Sen benim katımdan gönderilmiş, görevlendirilmiş kişilerden bir tanesisin. Yalnız olduğunu zannetme senin geçtiğin bu yollardan nicesi geçti, bu zorlukları tattı. Kimin sana ne dediğinin bir önemi yok ben sana Kur’an’ı ve kendimi şahit kıldım. İşte önceki ayette değindiğimiz Kur’anı şahit kılma mevzusu burada iyice aydınlanıyor burada öyle bir destek öyle bir teselli var ki Allah Rasulullah’ın doğruluğuna hakikatine Kur’anı şahit getiriyor.

 

Rasulullah’a (s.a.v.) bu şekilde teselli için gelen çok ayet vardır. Mesela A’raf suresi 2. ayet:

 

كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

"Bu, kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir sıkıntı olmasın."

 

Rasulullah’ın (s.a.v.) kalbi titriyor insanlar iman etsin diye, üzüntüden kahroluyor insanlara o gerçeği anlatamayınca. Allah bu yüzden her seferinde bir destekte bulundu. O kalbinde küçücük bile bir sıkıntı olmasın. Peki bizlerin buradan çıkarması gereken mesaj ne? Bizler seafoodplus.infoed’in ümmeti olarak hiç bir kavmin mesul olmadığı tebliğ ile sorumluyuz! Bu ümmetteki her bir Müslüman, hakkı öğrenmekle ve öğrendiği hakikatleri anlatmakla yükümlüdür. Bu nedenle Rasulullah’a (s.a.v.) gelen her bir teselli ayeti, Rasulullah’ın (s.a.v.) mirasına sahip çıkan Müslümanlar için de bir teselli niteliğindedir. 

 

Kur’an-ı Kerim’in hitabında hep bir soru söz konusu. 1. ayet "Ya Sin", ya sin ne ki? 2. ayet “Hakim olan Kur’an’a yemin olsun ki”, yani, ya sin Kur’an’ın harflerinden. Hakim olan Kur’an neye delil? 3. ayet “Şüphesiz sen gönderilmiş elçilerdensin” yani, Peygamberin hak oluşuna delil. Peki o peygamber nasıl bir peygamber? 4. ayet “Dosdoğru bir yol üzerindesin”, dosdoğru yol üzere olan bir peygamber.

 

عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ  

4. Dosdoğru bir yol üzerindesin

 

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ: nekra gelmiş (başında elif-lam takısı olmadan) yani çok özel bir yol üzeresin. İçine girenin o yolda kaybolduğu, o yolla bütünleştiği bir yol. Allah’ın boyasıyla boyandığı bir yol. Sıratı müstakime giren kişi artık o yolda kaybolur. Ama öyle yolunu kaybetmek anlamındaki kaybolma değil yanlış anlaşılmasın;! Mesela nasıl ki insanları Rus, Türk, Çerkez olduğunu görünüşü ile ayırt edebiliyorsanız, sırat-ı müstakim üzere olan kişi de o yolda o kadar kaybolur ve o yolla o kadar bütünleşir ki siz o kişiye baktığınızda, “Bu Müslümandır!” diyebilirsiniz. 

 

Dış dünyamıza bir dönelim! Hareketlerimiz, giyim tarzımız, dışarıdan bize baktıklarında ne kadar Allah’ı hatırlıyor, bize baktıklarında ne kadar Allah’ı sorguluyorlar? Bizlerin başta ahlakımız başkalarına sirayet etmekte. Bu öyle büyük bir sorumluluk ki… Dünyamıza baktığımızda sırat’el-müstakimde ne kadar olmadığımızı görüyoruz. Çünkü hiç o yolun boyasıyla boyanmadık. Birileri bize baktığında akıllarına gelen, “Gerçekten biz bu dünyaya boşuna gönderilmedik!” olmalı. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) 40 yıl ahlakı ile örnek oldu, sonra 23 yıl Peygamber oldu. 

 

Bizler zannederiz ki Allah’tan hep kolayını istemek kötü bir şey, zor olan en kıymetlisi. Fakat sırat-ı müstakim bizi sonuca ulaştıracak en kısa yoldur. Kelimenin manasında “kestirme yol” anlamı var. Yani, “Cennet nereye gidiyorsa beni hemen oraya gidecek en kestirme yola sok Allah’ım!” demektir. Fatiha suresinde bizi Cennete ulaştır bile demeyiz. “Sırat-ı müstakime koy” deriz. Yol üzerinde olmak kıymetlidir, yolun sonunu görüp göremediğin önemli değildir. Allah, Rasulullah’ı (s.a.v.) tasdik ederken; sen o dosdoğru müstakim gayeye, hedefe ulaştıran en kısa yol üzeresin ve senden öncekilerde bu yol üzereydi, buyuruyor. 

 

Allah Kur’an-ı Kerim’i Rasulullah’ın (s.a.v.) Peygamberliğine şahit kıldıktan sonra:

تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ  

5. Aziz ve Rahim olan tarafından indirildi.

 

Bu ayete kadar dosdoğru bir yol üzere olmak ve peygamberlik davasından bahsedildi. Bu yetki kimden geliyor? Bu noktaya kadar Allah hiç kendisinden bahsetmedi. İlk Kur’an’dan ve Peygamberden bahsetti. 

 

Bir dikkat edin, düşünün, biz Allah’tan önce ilk Peygambere iman ediyoruz aslında çünkü Allah’ı bize anlatan Rasulullah (s.a.v.). Biz Peygamber doğruyu söylemiştir diyerek Allah’ı tanıdık. O yüzden Allah ilk peygamberlikten bahsettikten sonra Peygamberimizi, peygamber yapan kim dediğimiz noktada ya da sırat-ı müstakim yolu kime ait dediğimiz noktada bu ayet geliyor. 

 

Bu ve bundan sonra gelecek ayet Allah’ın bize seni seviyorum deme şekli olabilir :) ne o ayet?

 

O (Kur’an), Aziz bir kimse tarafından indirilmiştir.

 

تَنْز۪يلَ (Tenzile): Peyderpey

عَز۪يزِ (Aziz): Mağlup edilmesi mümkün olmayan izzet ve şeref sahibi demektir. Hem otorite sahibi hem de saygı duyulan tek makam.

Bizlerde izzet ve şerefli olmak istiyorsak, Aziz olanın yoluna tabi olmalıyız. 

رَّح۪يمِۙ (Rahim): Sadece inanan kullarına aittir. Ahirete yönelik bi kavramdır.

 

Bütün bu hükümleri niçin sana indirdim? Senin için, sana olan merhametimden, sevgimden. 

İnsan meal okursa Rahim kelimesini görüp geçiyor ama bunun Allah’ın seni seviyorum deme tarzı olduğunu anlamıyor. Bütün bu düzen sana olan merhametinin bir tezahürü. Bu kitap Allah’ın Rahim isminin tecellisi.

 

Hakikate dair bütün bilmemiz gereken şeyler bizim iyiliğimiz içindir. Allah'ın bize olan merhametinden dünya çukurunda sürünmemizi istemediğindendir. Bütün bu düzen Allah'ın bize olan merhametinin bir tecellisidir. "Aziz" Allah'ın Kur’an indirişine atfedilen ismi, "Rahim" de Peygamber göndermesine atfedilir. Allah'ın Rahim oluşu ahirete ve sadece mü’min kullarına ait sıfatıdır.

 

Aziz ve Rahim olan tarafından peyderpey 23 yılda indirildi. Bir anda değil 23 yılda. Bizler ise İslam ile yeni tanışanlara yeni yeni bu yola kendini sokmaya gayret edenlerden hemen her şeyi tastamam bekliyoruz… Oysa Kur’an 23 yılda indi. Peyderpey, aşama aşama. Allah Rasulü (s.a.v.) 13 yıl imanı tesis etmeye gayret etti. Sen daha Allah’ını tanımayan ve neden yaratıldığını bilmeyen bir insana ısrarla namaz kılacaksın diyemezsin, desende faydası olmaz. Elbet ki dinin ayrılmaz bir parçası ve kesin hükmü olduğunu söylersin bahsedersin, bununla mükellef olduğunu öğretirsin ve yapması için gayret edersin ama daha neden ve kim için namaz kılacağını bilmeyen bir insan nasıl bir anda namazında daim olsun. O yüzden Allah “bilme”nin öneminden çokça bahsediyor ya. Neyi ne için kim için yaptığını bil ve Yap!

 

Aziz ve Rahim olan tarafından indirildi. Peki ne için indirildi?

 

لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ  

 

6. Ataları/babaları uyarılmış (ya da) uyarılmamış bir kavmi uyarmak için ki onlar gaflettedirler.

 

Kafir kavmi, kendini öven bir kavim ya o yüzden Allah onlara “herhangi” bir kavim manasına gelen  "kavmen" kelimesiyle hitapta bulunuyor. Burada herhangi bir kavim diyerek onların kavmini değersizleştiriyor. Sadece Allah'ın vahyini kendine rehber edinmiş olanlar üstündür gerçeğini Allah onların yüzlerine yüzlerine vuruyor.

 

Rasulullah (s.a.v.) ile Hz. İsa (a.s.) arasında yaklaşık yıllık bir fetret dönemi var. Yani hiç bir peygamberin gönderilmediği bir dönem. Bu sebeple de vahye muhattap olmayıp, gafil kalmış olanları uyarmak için gönderildin” manasına geliyor olabilir diyenler de var bu ayetle ilgili.

 

Gaflet: Bir şeyi yanlışlıkla unutmak değil, bildiğin bir şeyi bile bile terk etmendir. Sahip olduğun iman cevherini bile bile reddetmendir. Yani Allah o içlerinde ki iman cevherini yeniden diriltmek için Rasuller gönderdiğini söyler. Onlar sürekli yalanlıyorlar ama Allah onların kalbinde ve donanımlarında aslında bu cevherin olduğunu çok iyi biliyor.

 

لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

7. Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.

 

Burada Allah’ın bir kaidesi var. Allah hiçbir cezayı sebepsiz yere insana vermez. Peygamber,  sadece belli bir kavme ait değil bütün bir insanlığa gönderildi. Bütün bir insanlığa gönderilmesine rağmen burada bir kavimden bahsediyor.

 

Buradaki قَوْلُ (kâvlû) kelimesinin manası iman etmeyenler için gerçekleştiğinde iman etmeyenler üzerine inecek olan azabı ifade etmekte. Onların birçoğu üzerine söz hak olmuştur. Onlar artık iman etmezler. Bu ayetler bir çok yerde geçer. Allah’ın kalpleri mühürlemesi, Allah’ın kulakları ve gözleri perdelemesi… Bunlar birer sonuçtur. Allah inkar eden kullarına karşı bile o kadar merhametlidir ki, inkarlarının bir noktasından sonra kalplerini mühürlüyor. Bulunduğu noktada onları bırakır. Sapıklıklarında daha da ileri gitmelerine izin vermez.  Her insanın fıtratında olan iman cevherini  muhafaza etmek, fıtratın aslını korumak için kalplerini mühürler, özlerini yani ruhlarını bozmalarına izin vermez.

 

اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ  

 

8. Biz onların boyunlarına çenelerine kadar dayanan halkalar geçirdik, bu yüzden kafaları yukarı kalkık durmaktadır.

 

Bu ayet aslında inkar edenlerin kalbi ve ruhi dünyalarının nasıl olduğunu anlatan bir ayet.

اَغْلَالاً (Âğlal): Boynu saran ve boyun ile birlikte elleri de içine alan bir demir halkadır. Çeneye kadar. Birçoğu Allah’ın varlığını kalben kabul ediyorlar ancak gururları ve kibirlerinden bu hakikati kabul etmiyorlar.

 

اَذْقَانِ (Ezgan): Çenelere kadar

مُقْمَحُونَ (Mugmehun): Kafaları dimdik demektir. Bedenin aşağı inerken kafanın dik olması. Kafaları yukarıda gururlular ancak düşüşteler aslında. İnsanlığın en alt seviyesine iniyorlar. Allah’ın kaidelerini inkar eden herkes buna benzetilmekte. Elleri ve başı bağlı hareket edemiyor önündeki ve arkasındaki hiçbir şeyi göremiyor. Kafası dik sadece tepeye bakıyor. Burnu havada. Yani onlar o hissettikleri yüksek mevkilerdeyken Allah’ın yanında aşağılarında aşağısındalar. Mugmehun kelimesi “gamh” kökünden gelir. Gamh, kelimesinin manalarından biri de; “buğday”dır. Buğday başağının içi boşken dimdik durur. Ne zaman ki buğday dolar o zaman baş eğmeye başlar. Boş başağın kafası diktir, dolu ve verimli başak, iman nuruyla dolmuş insan gibi boynunu eğmeye başlar. Boyun eğmek bir kulluk belirtisidir. Kim hakikate ermişse o zaman boyun eğip kulluk etmeye başlıyor. 

 

Allah inkar edenlerin ruhani hallerini ne halde olduğunu çok güzel bir tasvirle gözler önüne sermekte. Eli kolu bağlı, boyunları dik artık iman etmek göğüslerinden dillerine geçmiyor, kilitli demir bir halka içine hapsolmuşlar. Bu kimseler hapisler, köleler çünkü başka otoritelerin kölesi olmuşlar. Sadece insanlar için, başkaları ne der diye yaşıyorlar. Esirler. Halbuki iman insanı özgürleştiren şeydir. Seni prangalarından özgürleştirir.

 

Ayetler bu kimselerin hallerini anlatmaya devam ediyor, sadece bununla sınırlı değil.

 

وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

 

9. Onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik, böylece gözlerini perdeledik; artık görmezler.

 

Cezayı biz neden çekeriz? İşlediğimiz bir hatadan dolayı. Bu hapis halinde onların inkarda ileri gidiyor olmalarından dolayıdır. Artık onların heva, heves ve arzuları önlerine bir set olmuştur. 

 

Kur’an’ın birçok yerinde hidayetin nurunun 3 şey ile bulunabileceği söylenir.

    1. Önünde olan şeyler. Yani gördüğün her şey. Her sabah kalktığında nefes alışını görüyor olman, sağlığının yerinde olduğunu görüyor olman, annen, baban, oturduğun evin, araban ve sahip olduğun diğer bütün nimetler. Önündeki şeyler. Güneş, ağaçlar, yıldızlar, kuşlar gibi gördüğün her şeyin tamamı, senin Allah’ı anlamana bir delildir.

    2. Geçmişin, tarihin. Geçmiş ümmetlerin kavimlerin halleri bize neden anlatıldı? Bizler ibret alıp onların yaptıklarını yapmayalım diye! Biz ise bu zamana kadar farklı farklı kavimler her neden helak oldu ise tek bir kavim olarak hepsine sahibiz.

    Ölçü ve tartıda haksızlık —> Şuayb (a.s.)

    Eşcinsellik —> Lut (a.s.)

    İsrailoğullarının Peygamberi işlevsiz kılışı

Şuanda bunların hepsi ve nicesi dünyamızda var.

    3. Vahyin kendisi.

 

İmansızlıkta ısrar edenler için bu 3 yolun kapatıldığı söyleniyor ayette. Yani geçmişinden ibret alamadığın bir nokta ya da baktığında Rabbini görmediğin zamanlar için her daim kendini sorguya çekiyor olmalısın! Allah bizi bu setlerden muhafaza eylesin.

 

Bu ayette aynı zamanda tarihten bir sahne görüyoruz. Biliyorsunuz ki Rasulullah (s.a.v.) hicret ederken yatağında Hz. Ali’yi bırakmıştı. Müşriklerin ona tuzak kuracağını biliyordu. Müşrikler evinin etrafında toplanmışlardı Efendimiz’i (s.a.v.) öldürmek için. Rasulullah (s.a.v.) bu ayeti okudu ve aralarından geçti gitti. Görmediler çünkü iman etmeyenler sadece iman hakikatini değil, gerçeği görmekten de uzaktırlar. Rabbim bizi bu hakikatlere kör etmesin. Bu hakikatlerden kör olmak en korktuğumuz şeyler arasında olmalı. Fakir olarak ölmektense amel fakiri olarak ölmek bizim için daha önemli olmalı. Dünya gayelerindense ahirete dair kaideler bizim için daha önemli olmalı.

O an geldiğinde yapmadığımız bütün emirler için pişman olacağız ve Allah bizi o pişmanlığımızı anlatarak bizi korumak için uyarmak istiyor. Senin akıbetinin ne olacağını biliyorum ve bu akıbetin için seni uyarıyorum. Alın işte yine büyük merhametinin bir teceliisi.

 

Bu ayetten sonra tekrardan Rasulullah’a (s.a.v.) bir teselli geliyor.

وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler.

 

Allah, Rasulullah’a (s.a.v.) diyor ki, seni dinleyen ve inkar eden bunca kişi içinde bir kişi bile olsa göreve devam et. Görevi bırakmak yok.

Artık imansızlık o kişileri öyle bir noktaya ulaştırıyor ki, kendilerine bir uyarı versen de vermesen de hiç önemli değil. Burada bütün Müslümanlara çok güzel bir mesaj var. Birini hakikatler konusunda uyarırken onun hangi noktada olduğuna bakman gerektiği bildiriliyor. Çünkü önceki ayetlerde bahsedilen hidayet nurunu bulabileceği 3 maddeden yoksun olana uyarının fayda vermeyeceğini bildiriyor Allah bu ayette bizlere. Yani bir insana “uyarı” en son aşama. 3 aşamayı tamamladıktan sonra fayda verecek bir şey. İnsan daha tüm hakikatlerden uzakken ona direkt uyarıyla yaklaştığında bir sonuç elde etmen zorlaşır.

 

اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ

 

Sen ancak o zikre uyanı ve görmediği halde Rahmandan korkanı uyarabilirsin. İşte böylesini hem bir af hem de değerli bir ödülle müjdele.

 

    1. Önünde gördüklerin

    2. Tarihinden ders aldıkların

    3. Vahiy

 

Bu üçünün yanında birde dördüncüsü var. Rasulullah (s.a.v.) ve peygamberlerin tümü bunun için gönderilmiştir. Hem bir uyarıcı hem de bir müjdeleyicidir. Rasulullah’ın (s.a.v.) iki vasfının bu ayette aynı anda zikredildiğini görüyoruz. 

    4. Uyarı

Allah (c.c.) birine uyarının bu üçünün son noktası olduğunu belirtiyor. Birini uyarman için ancak bu üç noktayı halletmiş olman lazım. Sen ancak bir noktada zikre tabi olmuş olanı uyarırsın. Mesela çok nefsi, dünyasının içinde kaybolmuş insanlarla konuşurken ya da bir şeyleri anlatmak isterken bir anda namaz kılman lazım dediğimizde bu uyarının ona bir fayda vermediğini görürüz. İşte bu insan daha bu 3 noktanın muhattabı olmamış ki uyarı fayda versin.

 

Ayetin devamına bakalım ; Ve o kişiler Rahman’dan onu görmedikleri halde korkarlar. Onlardan bir çoğu iman etmeyecekler, dedi Allah (c.c.). Allah o ayetle iman etmeyeceklerini belirtirken geçici bir fiil kalıbı kullandı yani azabın hakikatinin görüldüğü o anda iman etmeyenler de iman edecekler fakat Allah buyuruyor ki: bu gerçekler, uyarılar yani ahiret, ölüm, kıyamet ve hesap kendisine gayb iken yani gözle görmüyorken daha dünyadayken Rahman’dan korkanlara fayda verir. Yani o an azap geldiğinde arık senin hayatını değiştirmen hiçbir anlam ifade etmiyor.

 

فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ

 

bir af ve değerli bir ödülle müjdele

 

Kur’an-ı Kerim’e tabi olmuş ve yolundan gitmeye gayret eden ve Rahman’dan görmediği halde korkan var ya Rasulüm al onu karşına ve de ki senin için çok güzel bir mağfiret ve senin için çok güzel bir karşılık var, onu müjdele! Çünkü bir insanın önceki kötü hayatını değiştirip vahiyle muhatap olduğunda ilk düşündüğü şey “Allah’ım ben neler yaptım. Ben iflah olmam, ben bağışlanamam. Bu kadar günahı Allah bağışlamaz.” bunları düşündüğümüz noktada: “Hayır bundan önce nice hatalar yapmış olabilirsin ama artık doğruyu öğrendin, bundan sonrasına tabi ol, Rahmandan kork. Bu müjdelenmek için sana yeter, kapım açık.” demek.

 

Duyduktan sonra amel etme yükümlülüğümüz artar. Ne kadar ilimle meşgul olursan o kadar yükümlüsün! Bildiklerinizle amel etmediğiniz sürece bildikleriniz ruhunuza yük olur. Vahye muhattap olmanın gereğini yerine getiremezsen ruhuna vereceğin yara çok büyük olur. 

 

خَشِيَ (Haşiye): Diken üstünde yaşamana sebep olacak bir korku değil, ya ben Rabbimin rahmetinden faydalanamazsam korkusudur. O’nun bana olan muhabbetini kaybedersem korkusu. Ya Allah’ın bana olan sevgisini kaybedersem korkusudur.

 

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟ 

 

Şüphesiz ölüleri diriltecek olan biziz. Onların gelecek için yaptıkları her şeyi ve bıraktıkları her izi de yazıyoruz; aslında biz her şeyi apaçık bir ana kitaba kaydetmekteyiz.

 

Allah (c.c.) buyuruyor ki, gerçekleri anlattıktan sonra kişiyi doğru yola sokma yetkisi sende değil. Ölüleri diriltme yetkisi bana ait. Yani ölü kalpleri dirilme yetkisi Allah’ın elinde. Ölüleri biz diriltiriz. Kur’an Allah’ın emirlerini kendine düstur edinmeyen, vahyi yoksayan herkesi ölü olarak tasvir eder. Vahye muhattap olmuş kişiyi de diri olarak tasvir eder. O kalbi diriltecek olan biziz, Rasulüm sen görevini yap. Sen sana düşeni yap ama ruhu diriltmek bizim görevimiz. Ey insan sen de bir nokta da sınırını bil. Rasulüm, Hepsi iman etsin diye kendini helak ediceksin neredeyse, diyor Allah (c.c.). Bırak ölüleri diriltecek olan biziz. Vazifen dinleyene iletebilmek. Dinlemeyene de dinleyeceksin diye zorlayamazsın. Mesela bazen bir video izliyorsun hayatın değişti sanıyorsun, ya da bir sohbet dinliyorsun tamamen başkalaşıyorsun ama aslında Senin hayatını değiştiren izlediğin o video veya kitap değil! Allah’ın o anda senin üzerinde tecelli eden“kûn” yani “ol” emri. Allah, senin o anda muhattap olduğun şeyden etkilenmene izin veriyor, değişmene vesile kılıyor. 

 

وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟

 

Apaçık bir kitapta biz onun yaptıkları, önlerinden gönderdikleri, arkalarından getirdikleri, şimdi yaptıkları, yapacakları her şeyi en ince zerresine kadar bir kitapta toplamışız ve yazmışızdır. Yani her bir zerreyi.

 

İbrahim Oruç: “Bir şeyin ne ile ölçüldüğü değerine göredir. Mesela, demiri tonla ölçeriz, meyveyi kilogramla, altını gramla, pırlantayı karatla ölçeriz. Yani bir şey ne kadar değerliyse onu tartma ve ölçme birimi küçülür. Allah (c.c.) amelleri için zerre buyuruyor! Bir toz tanesi kadar olan amelimiz bile ölçülecek, amellerimiz o kadar kıymetli ki zerreyle ölçülüyor!”

 

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ

 

Onlara malum şehir halkını örnek göster. Hani Oraya elçiler gelmişti.

 

Burada da Allah (c.c.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bir emirde bulunmuştur. “Onlara şu şehrin örneğini anlat…”

Bu şekilde geçmişte yaşanan ibretlik olaylara Arap dilinde Darb-ı mesel denir.

 

Darb-ı Mesel: Bizim tarihi menkıbeler dediğimiz, herkes tarafından bilinen ve herkese ibret olan örneklerdir.

 

Allah’ın Kur’an’da kıssa anlatmasındaki hikmet nedir?

Neden geçmiş kavimleri ya da geçmiş ornekler anlatılır?

 

İlk ayetlerin tefsirinde insanın hidayet nurunun 3 madde ile elde edebileceğini söylemiştik. Bunlardan biri, geçmişinden ders alması. Uyarının ise en son adım olarak geldiğini söylemiştik. 

 

Allah Kur’an-ı Kerim’de kıssa anlatırken, bize vermek istediği mesaja odaklanır. Hiçbir kıssa da bu kişiler kimmiş, nerede yaşamışlar, kaç kişilermiş, kaç yılında yaşamışlar, adam kaç yaşındaymış vs. bu gibi ayrıntılara değinmez. Çünkü Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de, meraka değil mesaja hitap eder. Yani insanlığın kıssadan alması gereken bilgilerin ne olmasına dair mesajı verir ve geri kalan ayrıntılara değinmez.

 

Kişi, İslami ilimler içerisinden kendine tek bir ilim seçip bunda yeterlilik hissine kapılmamalıdır. Hiçbir bilim dalı için bunu bir tek bu sana yeter, bu ilimle yol alırsın demek mümkün değildir. Hepsi Kur’an’ın üslubunda olduğu gibi bir bütünlük içinde olmalıdır. İnsan Kur’an’la muhattaptır. Kur’an sadece bir şahsın hayatını anlatmaktan ibaret değil. Bazen kıssalardan bahsediyor Allah, bazen kainata bak diyor, bazen kendine dön çevir kafanı buyuruyor. Bu sebeple yeri gelir siyer, yeri gelir ayetler, hadisler, akaid… yani her ilimden aynı Kur’an’ın bizi nasiplendirdiği gibi onun üslubunca belli bir dengede faydalanmalıyız. İnsan tek kanatla uçamaz. Yani insan sadece tek bir yönünü sağlamlaştırmakla yol elde edemez.

 

Allah (c.c.) bu ayette bir kıssaya değinmekte ve bizim için ibret olsun diye anlatmaktadır. Kur’an’da kıssalar anlatılırken 3 muhattap vardır:

  1. Rasulullah (s.a.v.). O’nunda (s.a.v.) kıssalardan ders çıkarması gerekir.

  2. İnananlar.

  3. İnkarcılar. İnkarcıların bile Kur’an’ın kıssalarından alacağı bir nasip vardır.

Allah bu ayette kıssayı anlatmaya başlıyor: “Onlara şu şehrin örneğini anlat!”. Bu kıssadaki anlat hitabındaki muhattap Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.

 

Bu ayette geçen الْقَرْيَةِۢ (garye), İnsanların toplandığı yer demektir. Arapça’da daha çok köy, kırsal kesim için kullanılır. Fakat burada bir memleket olarak yorumlanabilir. Allah (c.c.) bu memleketin isminden ve özelliklerinden bahsetmiyor. Çünkü Allah bize bir ibret kıssasından bahsedecek. Öyle masal ya da hikaye değil, bu kıssalar gece uykuya dalarken dinleyip uyuman için değil, uykundan uyanman ibret alıp harekete geçmen için anlatılıyor. Ona göre dinlemek lazım.

 

Kur’an-ı Kerim müşrikler için değil, inananlar için indirildi. Peki Kur’an-ı Kerim İslam dininin kitabıysa neden bizlere sürekli inkar edenlerin hali anlatılıyor? Neden kafir ve müşriklerin halleri anlatılıyor? Bizlere bizim kitabımız olduğu için sadece bizi anlatması gerekiyormuş gibi geliyor. Fakat Allah’ın (c.c.), Kur’an’da 2 temel yol çizdiğini görmekteyiz:

  1. İnkar edenlerin yolu

  2. Kabul edenlerin yolu (bu insanların ne kadar güzel mevki ve makama kavuştukları anlatılıyor)

Allah yine bu ayette buyuruyor ki: “O şehre elçiler geldiğinde,” Burada Allah (c.c.) o insanlara elçiler geldiğinde demiyor. O şehre elçiler geldiğindeki kıssayı anlat buyuruyor. Bu demek oluyor ki vahiy, nesilden nesile aktarılan bir silsile. Sadece belli bir zamana ait olarak değil, ulaşılabileceğin her türlü insana ve zamana ulaştırılması gereken şeydir. Yani vahiy ve elçiler o şehre geldi sadece o insanlara değil, o beldede (o insanlara, çocuklarına, torunlarına ve o vahye muhattap olabilecek kimler varsa) herkese, herkes için.

 

اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ

 

Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar "Biz size gönderilmiş elçileriz" dediler.

 

Bu ayette Allah 3. ayete atıf yapıyor. 3. ayette Rasulullah’a (s.a.v.) senin geçtiğin bu yollardan geçenleri hatırla denilmişti. Seninle aynı imtihanları yaşayan peygamberleri hatırla denilmişti. Yine aynı yere bu ayette de vurgu yapılıyor. Bu ayetle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) aynı hadiseleri kendisininde yaşayacağı ve yalnız olmadığı anlatılmaktadır. Ve o elçiler: “Biz sizin için gönderilmiş elçileriz” derler. “Sizin için” Allah bizi sizin için, iyiliğiniz için, hayırlı sonuçlara ulaşmanız için özel olarak gönderdi. Bizi size görevli kıldı, diyorlar. Buna karşılık olarak muhatapları olan kişiler ise şöyle söylüyor;

قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ

 

Diğerleri ise şöyle karşılık verdiler: "Siz de ancak bizler gibi insanlarsınız. Hem Rahman herhangi bir şey indirmiş değil; siz sadece yalan söylüyorsunuz!”

 

İlk söyledikleri şey, sen bizim gibi bir insansın! Ya gerçekten insan denen varlık çok alem, her şeye bahanesi var. Mübarek!, Zaten Peygamber senin gibi bir insan olmalı ki, bu vahyin muhatabının sen olduğunu anlayabilesin. Vahyi melekler getirmiş olsaydı, o zaman insan ne diyecekti? Ama o bir melek, o yapar biz nasıl yapalım onun yaptıklarını? Yani bir fayda söz konusu olduğunda insanın bahaneleri tükenmiyor. İnsan kendinden kat kat üstün vasıflarda süper kahraman bir elçi bekliyor fakat bu şekilde olsa neye göre tabii olacağız? Şartlar eşit değil ki!

 

Rasulullah Efendimize (s.a.v.) ne diyorlardı?

Bari senin gibi yetim bir çocuğa değil de, aramızdan şerefli ve izzetli birine gelmiş olsaydı. Biz burada aslında Allah katındaki makamların güzelliğinin, kıymetinin dünyadaki kimlikle hiçbir bağlantısı olmadığını görmekteyiz. Biz ise kimliğe, makama mevkiye ne kadar önem veriyoruz. Halbuki Allah için senin “kim” olduğunun hiç önemi yok. “Kul” oluşunun önemi var. Dünya hayatında “kimliklerin” öneminin Allah’ın rızasından daha önemli olduğu anlayışına göre bir hayat tesis edildiği sürece, insanlık hiç bir zaman yola gelmeyecek. Kendini toparlayamayacak. Üstünlüğün ancak “takva” ile olduğuna ne zaman gerçekten iman edecek ve buna göre bir hayat tasarlamış olacağız, o zaman tüm sıkıntılarımız dertlerimiz iyileşmeye başlayacak. İnsanlık hakikatle dirilecek.

 

Rasulullah’a (s.a.v.) tabii olmak ya da Rasulullah’ın (s.a.v.) bu vahyi uygulayabiliyor oluşu zaten bizim bu yoldan gidebilmemizin kolaylığı bize gösteren en büyük mesaj. O (s.a.v.) yapabiliyorsa, sen de yapabilirsin, demek. Biz ne yapıyoruz? ”Ama o bir peygamber, O (s.a.v.) yapabilir, ben nasıl yapayım?” diyoruz. Tabii ki derece, fazilet ve kıymet bakımından O’nun (s.a.v.) ulaştığı hiçbir seviyeye ulaşmamız mümkün değil ama Kur’an’ın insan için vahyolunduğunun en büyük delili bir insana vahyolunup bir insanın peygamber olmasıdır.

 

Allah (c.c.) şuna kadir değil miydi? “Alın bu kitap! Şimdi onun içindekilere tabi olun” ya da yeryüzüne bir kerede indirmeye kadir değil miydi? Elbette kadirdi ama onu senin gibi özelliklere sahip olan biri aracılığıyla gönderdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “ Ben şeytanımı Müslüman ettim, siz de edin.” Bu ne demek? O’nun da (s.a.v.) bizim gibi şeytanı vardı hatta bizden kat kat fazla şeytanı vardı. Şöyle düşünün, bir hırsız içinde kıymetli bir şeylerin olduğu eve mi girer yoksa terk edilmiş, camı penceresi olmayan bir yere mi girer? Tabiiki de kıymetli şeylerin olduğunu bildiği bir eve girer. Şeytan da tıpkı böyledir. Ne zaman ki bir yola girersin sende o cevheri görür, olduğundan daha fazla şekilde seninle uğraşmaya başlar. Çünkü sende bir cevher var, onu çalması lazım. Ama ne zaman ki "zaten ben bunu bırakırsam bu benden daha fena” dediği biri olursun hiç uğramaz. Çünkü zaten artık sen onun yolundasın, seni azdırabileceği başka bir yol yok. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şeytanı hepimizden çok olmasına rağmen onu Müslüman etmeyi başardığını bizlere söylemekte. Bize de bunu yapmamız gerektiğini bildirir. O halde şeytanını iyi tanı! Sana nerelerden yaklaştığını iyi bil. Şeytandan muhafaza olmanın en güzel yolu: Euzu besmele.

 

“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.” dediğin anda şeytanın orada kalmadığını, yok olduğunu bize bildiriliyor Allah. Fakat niyetin ne ise sana gelecek yardımda o kadar! Niyetin ondan muhafaza olmaksa aklına euzu besmele gelir ama niyetin gerçekten o günaha, hataya meyletmekse belki euzu besmele çekmek aklına bile gelmez. 

 

İnkarcılar devam ediyor; “Hem Rahman hiçbir şey indirmemiştir.” Burada Allah’ın Rahman olduğuna inandıkları için Rahman demiyorlar. Senin Rahman deyip durduğun ne göndermiş ki manasında alaycı bir ifade ile söylüyorlar.

 

İnsanoğlu hayatının hiçbir alanında otoriteden hoşlanmaz. Bu cevapları veren kişiler hiç eğitilmemiş, gerçekten bu gelenlerin niçin geldiğini fark etmemiş olan cahilane bir tavır içindeler. Halbuki hakikati görüyorlar. Başka ayetlerde Allah (c.c.) diyor ki, “Onlara yaratıcınız kimdir diye sorsan Allah derler.” Çünkü onların Allah’ın oluşuyla ilgili bir problemi yoktu. Onlar Allah’ın otorite koyuşu ile ilgili problem yaşıyorlardı. Allah’ın hayatlarına müdahale etmesiyle sıkıntı yaşıyorlardı. Buna karşılık elçiler şöyle dediler:

 

قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ

 

”Rabbimiz biliyor ki" dediler, "Biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."

 

Yine burada da aynı مُرْسَلُونَ (mûrselûn) kelimesi var ama başındaki لَ (lam) harfinden dolayı elçiler ve o topluluk arasındaki münakaşanın şiddetlendiğini anlıyoruz.

Onların bu inkarlarına karşı elçiler:

رَبُّنَا يَعْلَمُ “Rabbûna yâlemû” derler. Yani beni Allah’ım biliyor. Sizin ne dediğinizin bir önemi yok. Size “Allah-Peygamber-din diye diye kafayı yedin, Kur’an dedin kendini kaptırdın, bütün keyiflerinden ödün verdin” diyebilirler. Ne derlerse desinler, diyeceğiniz tavır şu olsun: “Rabbûna yâlemû”. “Rabbim için, Rabbim beni bilir. Sizin bize yalancısınız, büyücüsünüz, Allah’ta hiçbir şey getirmedi diyişiniz bizim için hiçbir önemi yoktur. Çünkü biz desteği Allah’ımızdan alıyoruz.

 

Rabbûna: Benim Rabbim, terbiye eden, benim hayatımdaki tek otorite olan, terbiyemi üstlenen tek merci. Benim yaptığım her şey onun içindir.

Rabbûna yâlemû: O kadar güzel teslimiyet cümlesi ki… Siz ne yaparsanız yapın. Rabbim bizi biliyor. 

 

Peygamberin görevinin sınırı nereye kadar? Sıradaki ayette açıklanacaktır. Bu elçiler kendisini inkar edenlere şöyle derler:

 

وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

”Bize düşen, açıkça tebliğ etmekten ibarettir."

 

الْبَلَاغُ: Ulaşmak manasına gelir.

Belagat kavramı ise şu manayı ifade eder: Kulaktan girip sineye sızan ve kalbin derinliklerine ulaşan kelimeler ve sözler.

 

Elçiler ne diyor? “Bizim görevimiz ancak “belagül mübin” yapmaktır.”

Belag’ın kelime manasına baktığımızda, Allah’ın kelamının, peygamberlerin ilettiklerinin doğrudan kalbe muhatap olduğunu görmekteyiz. Yani, belağ: en güzel şekilde iletmek. Mübin ise apaçık bir şekilde demek.

Belağ tek başına olduğu zaman bir mesaj. Örneğin, kalbimizin galeyana gelip aşkla dolup kendinden geçmesi çok güzel ama o şekilde kalır. Bu belağ’dır. Yani o anki gelen güzelliğin neyden geldiğini ve yaptığın şeyi ne için yaptığını bilmemek. Batılı- Hakikati ayırmanı sağlıcak zihin yapısını tek başına sağlayamaz. Çünkü “kalbe” hitap eden “kalbi” galeyana getiren şeydir belağ. Buna göre de Kur’an sadece belağ’dan ibaret değseafoodplus.infoe lazım olan ikisinin orta noktasıdır. Yani bir bilgi verilirken hem kalbe hem akla verilecek! İşte burada da ayetteki “mübin” devreye girer. Mübin de akla hitap eden zihni derinleştiren şeydir. Yani Kur’an hem kalplere hem akla hem zihne hitap eden bir yapıya sahiptir. 

 

İlim: Bilgiyle hakaret ediştir. Yani bir bilgi verilir fakat bu bilginin verilen kişiden dönüştürdüğü davranış biçimidir. Amele dönüşmeyen hiçbir ilmin bir faydası yoktur. Kişi duydu, hak şey ile amel edebiliyor olmalı. Her gün duyulan bilgilerle bizi bir önceki günden farklı kılmalı.

 

قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

(İnkârcılar) şu karşılığı verdiler: "Doğrusu sizin yüzünüzden üzerimize uğursuzluk geldi. Eğer vazgeçmezseniz, biliniz ki sizi taşlayacağız ve tarafımızdan size acı veren bir işkence yapılacaktır."

 

Bu insanlar üç peygamberi (kelimenin arapça kalıbından peygamberlerin 2 kişiden fazla olduklarını anlıyoruz) tehdit ediyorlar, Allah’ın otoritesine tabi olmamak için.

تَطَيَّرْنَا aslında kuş anlamına gelir. Eski zamanda insanlar kuşların uçma şekline göre yorum yapıyorlardı. Şurdan uçarlarsa şöyle olur, buradan uçarsa böyle olur deyip, uğursuzluk atfediyorlardı. Ondan dolayı bu kelime burada geçmekte: “Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık.” diyorlar. Günümüzde de insanları bir çok olayda Müslümanları suçlamakta (Müslümanlar yüzünden savaş çıkıyor gibi). Kafir zihniyeti hiçbir zaman değişmiyor Onlar her zaman güzel olan şeylere bir uğursuzluk atfediyorlar. Akli delillerin hepsine bir cevap aldıkları için bir şey bulamayıp saçmalıyorlar. Buna karşılık elçiler:

 

قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ

 

Onlar da dediler ki: "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye öyle mi? Hayır! Siz sınırı aşmış bir topluluksunuz."

 

Müsrif, haddi aşmış kişi manasına gelir. İsraf eden neden haddi aşan demektir? Kendine sahip olan şeyleri gereğinden fazla kullanıp malın haddini aştığı için. Yani kendinde olan şeyleri haddi aşarak tükettiğin için. Burada da bir kavme müsrifun deniliyor. Neyse haddi aşıyorlar? İnkarda ve tutumlarında.

 

Bu kıssa için 3 muhattap vardı: Peygamberimiz (s.a.v.), inananlar ve inkarcılar. Şuan müşrik topluluk olan Kureyş ve günümüzde inkar edenlerin tamamı, davranışlarıyla inkar edenlerin tamamı birtakım meydan okumalara muhattap oluyorlar. Bu kıssanın muhatabı onlar. İbret alın, bunlardan olmayın, haddi aşmayın demektir. Kafir topluluğunun bize anlatılıyor oluşu, “Bakın bunlara benzemeyin, onların yaptıklarını yapmayın” mesajını almayı gerektiriyor bizlere.

 

طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ, uğursuzluğunuz kendiniz kaynaklıdır. Aslında inkar ediyor oluşunuz sizin için en büyük uğursuzluktır. Uğursuzluk arıyorsanız yaşam tarzınız başlı başına bir uğursuzluktur.

 

Kavimlere peygamberler o dönemde yapılan en kötü şey ne ise onu tebliğ etmek için gelmiştir. Çok açık ve hak bir şekilde hiç çekinmeden, korkmadan gerçeği ayağa kaldırıyorlar. Bizler zannediyoruz ki kavimler peygambere inanmayıp inkar ettikleri için helak geldi. Hayır, onlar o kadar çok sapıklık noktasında ileri gittiler ki neredeyse helak olacaklardı. Allah kendi katından bir rahmet olarak onlara son uyarıyı yapmak için peygamber gönderir ve peygamber gelmesine rağmen hala inkar ederlerse o zaman helak edilirler.

 

Bu kıssada ki muhattaplardan biri inananlarsa, bize nasıl bir mesaj var? Dinimizin şiarlarını, kendi inancımızın kurallarını önceleyip, yaşatımız içinde bize sunulan hayat tarzı eğer bu sınırlar dahili dışındaysa hiç saygı duymadan reddedebiliyor olmamızı gösterir. Bizim, dinimizin bize verdiklerini, korkmadan söylememiz gerekir. Eşcinselliğe saygı duyamayız, kitabımızda kesinlikle reddedilmiş bir şey. Biz bu kişilerle muhattap olmak zorundaysak ancak onları islami usullere göre tedavi etmeliyiz. Normal karşılayamayız. İnsanoğlunun geldiği en kötü nokta: doğruya ve yanlışa değil de normale ve anormale göre tepki vermesi. Örneğin, zina etmek artık bizim için normal… Tepki bile vermiyoruz. Zina etmemek, belki bu anormal bir hale gelicek. İnsan doğru ve yanlışa göre değil de “Aman canım herkes yapıyor!” tavrını sergileyerek normale göre tepki veriyor. Örneğin, “Tesettürlü bir kız nasıl dar giyinebilir?” tepkisini vermemiz gerekiyorken, “Herkes giyiyor, ilim almış bir kız bile yapıyor.” Bu normale ve anormale göre tepki vermektir. Bu tepkiler insanlığı en kötü noktaya doğru götürmekte. Biz doğru ve yanlışa göre tepki vermek zorundayız. Herkes yanlış yapsada bu bizim için hiçbir zaman normal olmamalı. Bu çok tehlikeli bir nokta çünkü günahlar meşrulaşmaya başlıyor. Kaynayan suyun içinde her gün yandığını farkına bile varmıyorsun. Resuller ve elçiler bu normalleşmeyi engellemek için gönderilir.

 

وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ

 

O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu elçilere uyun." 

 

“ رَجُلٌ - Bir adam” —> Kaç yaşında? Kim? Evladı var mı? Toplumda ortamdaki mevkisi nedir? Hiçbiri belirtilmemiş. Peygamberimiz’de (s.a.v.) bu adamın kim olduğundan hiç bahsetmemiş, kendisi en büyük müfessir olmasına rağmen. Ne Kur’an’da ne de hadis-i şeriflerde bu kıssanın tarihi detaylarına dair hiçbir bilgi verilmemiş. Yani bizim için önemli olan bu sorular değil. Bizim için önemli olan bu adamın tutumu. Bu hadiseleri dinlerken birebir gözümüzle şahit olmadığımız için olaylar bizim için anlatılıp giden bir masalmış gibi geliyor. Bu hadiseleri dinlerken bunların hepsinin yaşanmış olduğu bilinci ile dinleyelim. Yani bir şehir vardı ve 3 elçi 1 şehre gönderildi ve karşılarındaki inkarcılarla mücadele içerisindelerdi. Burada tek millete gönderilmiş 3 peygamber var ve bu peygamberler arasında hiç bir üstünlük yarışı yok. Aynı amaca hizmet ediyorlar aynı dava için mücadele ediyorlar yani hakiki müminler Allah yolunda olduğunda, aynı dava için mücadele ettiklerinde rekabet edemez, işbirliği içinde hareket ederler. Rekabet mü’min için söz konusu olamaz. 2 peygamberi 3. ile destekleyen Allah (c.c.). 

Bu peygamberlerin arasında hiç şöyle olaylar yaşanmamıştır: “Bu haftaki hutbeyi kim verecek? Hangimiz daha büyük peygamber?” Hiç biri böyle yapmadı. Hepsi işbirliği içindeydiler ve Müslümanları bugün en büyük sıkıntıya uğratan şey bu rekabet. Allah yolunda rekabet olmaz. Aynı safta olup beraberce ileriye taşırsın, işbirliği içinde olursun. Hayırlı işlerde yarışmak bundan çok farklıdır.

 

Kıssanın devamında,

 

وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى

 

Bu adam nasıl geldi? Koşarak! Bu noktaya bir sonraki ayette değinilecektir. Peki bu adam ne için geldi?

 

قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ

 

Allah bu fiili اتَّبِعُوا , şeytana tabii olmaktan bahsederken de kullanmıştır. “Şeytanın ayak adımlarını takip etmeyin” der. Ayak izi adı üstünde bir iz bırakır. O bırakılan izlerin üzerinde basılarak ilerlemek yeni yeni ve başka bir iz üzerinden değil de, o iz üzerinden gitmek. Örneğin, Bir çölde yürüdüğünüzü düşünün ya da karda. Ayak izleriniz kalır değil mi?

اتَّبِعُوا , arkanızdaki kişinin sizin bıraktığınız ayak izlerine basarak ilerlemesidir. Yani yeni bir ayak izi oluşturmadan. اتَّبِعُوا böyle bir kavram.

 

Bu kişi şehrin en uzak köşesinde olsa da o vahye muhattap oldu ve dertleriyle dertlenerek, koşarak geldi. Ne dedi? “Bu gönderilmiş elçilerin ayak izlerine basarak ilerleyin, kendinize yeni bir yol edinmeyin, onların açtığı yol üzerinden ilerleyin” dedi. Bu meseleyi günümüze alırsak en büyük mesajı peygamberlere tabi olmak olur. Peygambersiz bir din düşünemeyiz. O’nun (s.a.v.) yaptığı her hareket bize zorunluk niteliğinde çünkü O’nun (s.a.v.) ayak izinden ilerlememiz lazım.

 

Allah, bir peygamber olmamasına rağmen, kim olduğunu bilmediğimiz bir adamın bu sözlerini kıyamete kadar ebedileştiriyor. Kur’an-ı Kerim’de geçiyor bu mübarek insanın kıssası. Bir mevki, makamı var mı? Hangi üniversiteden mezun? Hangi bakan? Ne diplomasına sahip? Hiçbir bilgi yok. Bu da demek oluyor ki kimliklerin Allah katında hiçbir önemi yok. Senin Allah katında ne kadar çaba sarf ettiğinin ve gayret gösterdiğinin önemi var. Bu adam nasıl geliyordu? Koşarak. Hem de şehrin en uzak bir yerinden. Koşuşta bir acele vardır. Buradan almamız gereken mesaj da Allah yolunda tebliğde hızlı ve cesaretli olmak. Hiç kimseye aldırmadan bu adam o kadar kalabalığın içine katılıyor. Sözleri ve fiilleriyle. Allah burada laflarımızın bir hazine niteliğinde olduğunu gösteriyor. Çünkü bu mübarek adamın kurduğu cümle 3 cümle ve bunlar kıyamete kadar ebedileşmesini sağladı.

 

Ve hiçbir binek ile değil, koşarak geliyor. Arkadaşlarından ya da birinden ödünç alabilirdi. Hayır almadı neden? Elinde sahip olduğu imkanın tamamını kullanarak geliyor, bahane üretmiyor. “Ben onlara yetişemem çünkü benim atım yok ben şimdi oraya nasıl gideyim?” demiyor. Ayağım mı var? Koşarım. Karantinada mıyım? Bir araya gelmek yok mu? İnternet var. Elinde olan bütün imkanlarını değerlendirmeli. Kaynakların yetersizliğinden şikayet etmemeli. O an ne yapabiliyorsan onu yap. O şahsiyeti bu tutumu Kur’an’da ebedileştirdi.

 

اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ

 

”Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar."

 

Bu ayeti çok yanlış yorumlayanlar var. “Allah’ın ayetini az bir ücrete satmak!” Sanki İslam dinini öğreten insanların bir maaş ve karşılık alması yanlışmış gibi yorumlanıyor. Fakat burada ki mana bu değil. Rasulullah’ın (s.a.v.) uygulamasına bakacak olursak, buna karşıt gelecek. Rasulullah Efendimiz (s.a.v.), Musab bin Umeyr’i (r.a.) insanlara Kur’an öğretmesi için vazifelendirirken ona maaşını da takdim etti. Onun mesleği buydu O halde burada kastedilen ecir bir maaş, bir karşılık değildir.

 

Ecir nedir? İnsanların ilgisini murad etmek. Aslında anlatılan kişi burada; yani sizin sevginizi, ilginizi kazanmak gibi bir dertleri yok, onların tek amacı sizi kurtarmak. Çünkü popüler konulardan ve güzel şeylerden bahsederken insanlara hakikatleri açmazsan, onlara yeri geldiğinde doğruyu da anlatmazsan her zaman seni severler hep ilgi odağı olursun, güzel şeyler anlattığında hep hürmet görürsün. Bu Rasuller öyle elçiler ki herhangi bir şekilde sizin muhabbetinizi istediklerinden, insanların ilgisine talip olduklarından dolayı bunu yapmıyorlar. Onlar hidayete ermiş, gerçekten  yaptıklarını Rabbleri için yapan kişiler. İnsanların onlara vereceği herhangi bir mevki ve makamı elde etmek için yapmıyorlar. Bir karşılık için yapmıyorlar bunu. “Sadece sizin için yapıyorlar.” Şehrin öbür ucundan koşarak gelen adam Onlara nasıl hitap etti? “Ey kavmim!” diye. Ey sizi kafirler, Allah sizi kahretmesin siz nasıl elçileri tehdit edersiniz demedi. Muhattapla arasına bir bağ kurdu. Dedi ki: “Ey kavmim! Bakın ben de sizdenim, sizin kavminizdenim, içinizden geliyorum. Bakın ben de sizin gibi bir adamım, aynı toplumda yaşıyoruz ama ne diyorum size gerçekten bu kişiler hidayete ermiş kişiler. Baksanıza bizden hiçbir şey talep etmiyorlar. Yani sizden bekledikleri hiçbir şey yok. Tek arzu ettikleri sizin hidayet yoluna tabi olabilmeniz.”. Bu Rasuller öyle Rasuller ki hem karşılığında bir şey istemiyorlar ama sana çok değerli şeyler veriyorlar. Ne kadar kıymete değer. 

Ve daha sonra diyor ki:

 

وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

”Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki?" 

 

Ya Allah aşkına bir düşünün! Bana ne oluyor? Beni Yaratana kulluk etmezsem bu ancak delilik olur . O Adam bu ayette onlara bir sorgulama yapıtırıyor. Beni Yaratana! diyor. Allah ile kurduğunuz ilk bağ, yaratılmış olmak. Ayet’al-Kürsi de ne diyoruz? El-Hayy’ul-Kayyum, hayatiyet varsa bu Allah’a bağlı demektir.

 

فَطَرَن۪ي (fataraniy), yokluktan var eden. Mesela Arapça’da kahvaltı öğününe “futur” denir. Yani midende bir şey yokken, midene ilk giren şeydir. Sen hiç yokken ilk var olduğun nokta, فَطَرَن۪ي (fataraniy). Burda ayetteki anlam “Beni yoktan var edene kulluk etmek varken, nasıl ben başka şeyleri ilah edinirim? Ve ona döndürüleceğiz.” Yani, bu sadece benlik bir mesele değil. Aynı zamanda siz de şu anda ona doğru, onunla beraber olacağınız bir sona doğru ilerlemektesiniz, ona döndürüleceksiniz. Hani ilk yaratılışta onunla yaratılmış olmak sana yetmediyse, sonunu düşün! Ona gidiyorsun, bunu düşünerek tabi ol.

ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ

 

”Hiç O’ndan başka ilahlar edinir miyim! Eğer Rahman bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar." 

 

Adam da Rahman sıfatını kullandı çünkü onlar önceki ayetlerde Rahman lafzını kullanarak alay etmişlerdi. O da alaylarına karşılık olarak tekrar Rahman lafzını kullanıyor.

ayette de Rahman lafzı geçmişti. Buradan anlıyoruz ki, bu adam Rahman’dan görmediği halde korkanlardan bir tanesiydi. Allah’ın surenin ilk sayfasında bahsettiği o iman edenlerin kıymetli özelliklerine bu adamın sahip olduğunu görüyoruz.

Eğer ben beni yaratana beni benden bile iyi tanıyana kulluk etmezsem onun yolundan gitmezsem ve başka şeylere kul köle olursam, o kul köle oldukların bunca kudret sahibi olanın yanında bana bir fayda sağlayabilirler mi? Biraz mantığınızı çalıştırın diyor.

 

اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

24 "İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum.”

 

Allah’tan başkasını ilah edinmem hiç akla mantığa uygun bir şey değil.

 

اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ

 

”İşte ben Rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.”

 

Diyor ki onlara, bilmeseniz ve kabullenmeseniz de sizin Rabbiniz olana iman ettim. Rabbime demiyor, Rabbinize diyor. Tekrar zihinlerine bir tohum ekiyor. Buradan sonrası hem güzel hem çok acı…

ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ

بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ

 

Ona, "Cennete gir" denildi. "Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!" dedi. 

 

Ona denildi ki: “Cennete gir!”. Biz bu lafızdan bu kişiyi kavminin öldürdüğünü anlıyoruz. Bu kişi şunu demedi, “Koskoca memleket 3 tane kocaman Peygamber varken ben ne işe yararım ki!” demedi. Elinden ne geliyorsa sonuna kadar yaptı ve son anına kadar “kavmim” dedi. Bütün bu yaptıklarına karşılık olarak, Allah da ona; “ kavmini uyarmak için dertlenen bir kişi olarak cennete gir!” dedi.

 

O adamın elindeki bütün imkanları kullanıp bahane üretmeden insanların faydası için hiç beklemeden yanlarına koşması “samimiyetti”.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Din samimiyettir, din samimiyettir, din samimiyettir.” Samimiyet, gerçekten insanı sevdiğin için, insanı uyarmandır. Anne babanı sevdiğin samimi olduğun için rızasını kazanmaya gayret etmendir. Ama şu şekilde olmamalı: “Allah’ım yalnızca senin için yapıyorum.” Tamam, Allah için yapıyorsun ama yaptıklarında samimi olman önemli! Bu adam çok samimiydi. Onlara, inkar ediyor olmalarına rağmen, cennete girdiğinde “Ey kavmim!” dedi. “Oh be kurtuldum şu inkarcı kavimden” demedi. Cennetteydi ve hala keşke kavmim bilseydi dedi. Hala kavmim bilseydi dedi. 

Neyi bilseydi?

 

Rabbimin beni affettiğini, mağfiret ettiğini…

Artık sizin Rabbiniz demiyor, benim Rabbim diyor. Çünkü cennete girdi ve artık orada Rabbiyle beraber.

Allah ayette iman edenler ne ile müdele demişti?

 

فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ

hem bir af hem de değerli bir ödülle müjdele

 

Bu ayetle vaat edilen müjdenin bu adamda gerçekleştiğini görüyoruz. 1. sayfada muhattap Rasulullah Efendimiz (s.a.v.), 2. sayfada kıssa anlatılıyor fakat bağlantı, manalar ne kadar iç içe.

Artık buradan sonra Allah konuşmaya başlıyor:

 

وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ

 

Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.

 

O kadar kıymetsiz ve değersizler ki Allah onlar için semadan bir azap indirmek bile onlara değmez diyor. Halbuki bu Allah’a zor geldiğinden değil de hemen olsun bitsin diye, öyle bir önemsememezlik. Onların kıssasındaki ibret helak oluşları değil çünkü onların kıssasındaki ibret kendini Rabbinin rızasına adayan o samimiyet timsali adam. Bu kıssanın bize vereceği ders o koşarak gelen adamın tutumu.

 

Burada ki قَوْمِه۪ (kavmihi) kelimesiyle seafoodplus.infoaki Kavmen kelimesi arasında bağlantı var ; Allah 1. sayfada Mekkeli müşrikleri tanımlarken de قَوْماً (kavmen) demişti. Babaları uyarılmamış bir kavim. Belirsiz bir kavim. Yani Kureyşli kafirlere sizde helak olan bu kavim kadar değersizsiniz mesajını veriyor.

 

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ

 

(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler.

 

خَامِدُونَ (hamidun), söndüler. Bu kavram bir ateşin içinde hiçbir kıvılcım kalmayacak kadar söndürülmesi manasına gelir. Yani onlar ses ile helak edilmişler. Bir tek nüveleri bile kalmamış.

Allah (c.c.) devamında:

 

يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.

 

حَسْرَةً (hasreten), çok acı bir üzüntü manasına gelir ve bunu Allah kulları için buyuruyor. Hala bu helak ettiği kişilere Allah kullarım demeye devam ediyor. Allah’ın burada bile merhametini görüyoruz. Çünkü inkar etsen de, istesen de istemesen de Allah’ın kulu olmaya devam edersin. Allah burada yazıklar olsun o kullarıma, kendilerine yazık ettiler, buyuruyor.

 

اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ

 

Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi ve onların artık kendilerine dönüp gelmediğini görmezler mi!

 

Biz nice memleketler helak ettik, onların hiçbiri dönüpte size bir şey anlatabildiler mi? İbret alabildiniz mi? Hayır! Hiçbiri dönemeyecek. Dönülemez bir yok oluş.

 

وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟

 

Elbette onların hepsi toplanıp huzurumuza getirilecek.

 

Ve onların hepsini biz huzurumuza getirilmiş bir halde toplayacağız. Mahşer gününde inkar edenlerin hepsini bir güruh, bir topluluk olarak, Allah huzuruna getirileceklerinden bahsedilir. O helak edilenler aslında bir kavim.

 

مُحْضَرُونَ۟ (Muhdarun): Hazır ve nazır bir şekilde olmak

 

Kıssanın Bize Kattıkları:

  • Allah’ın bize bildirdiği bu kıssadan bir inkarcı tavrının ne olduğunu,
  • Ashaba ve Rasulullah’a (s.a.v.) bize gelen dinimizi yaşamaya, anlatmaya ve yolunda gitmeye gayret ettiğimiz sürece inkarcıların bize nasıl bir tutumda bulunabileceğini, bu psikolojik yapıyı,

  • Sadece söylenen kelimelerin, hiçbir kimliğe sahip olmaksızın sadece gösterilen tutumun ve kullanılan kelimelerin Allah katında ebediyete kadar anlatılacak bir makama vesile olduğunu,

öğrenmiş olduk.

 

Tefsirlerde bu kıssa ile ilgili bir çok ayrıntıya yer verilir, ancak Allah ve Rasulü (s.a.v.) bize ne kadarını veriyorsa o kadarını almak ve üzerimize düşen ile amel etmek bizim için yeterli. Bilsem ki adı Habibün Neccar, bilsem ki Ahmet, ne değişti benim için? İsme göre tutumum mu farklılaşacak? Biz, bize bildirilen kısımlardan üzerimize düşeni aldığımızda gerisini sorgulamakla bile mesul değiliz.

 

Rabbimiz bizlere şehrin öbür ucundan koşarak gelen o adamın teslimiyetini, imanını, hiçbir kimliğe sahip olmasa da kavmi için dertlenerek insanlara olan samimiyetini nasip eylesin.

 

Toparlayacak olursak, Yasin suresinin ilk bölümünde Rasulallah’ın (s.a.v.) peygamberliğinin kıymeti, Kur’an’ın hakim oluşu, vahyin insanlara ulaşımı ve buna karşı insanların tutumlarıyla beraber artık ikinci sahnede bir misal getirilmişti. Bu misalde 3 tane peygamberin vahyi ulaştırdığı bir kavim vardı. Bir adamın sırf insanları uyarmak adına hiçbir bahane uydurmadan, onları uyarmaya gelişinden ve o sapık kavmin ise o kişiyi öldürmesinden sonuç olarakta o kişinin cennete ulaşmasından bahsedilmişti. Cennette dahi “Ey benim kavmim…” diyen, insanı sevmenin kıymetini bize bildiren bu kişi, cennette Rabbi ile buluşmuş olsa dahi kavmim kavmim diye yanıp tutuşmuştu. o kavmin ileriye gidişi anlatıldı. Allah onları o kadar değersiz görmekteydi ki bir ordu bile indirmedi. Bu örnekten bize nice delillerin, ibretlerin çıktığını görmekteyiz.

وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَباًّ فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ

 

Onlar için ölü toprak açık bir kanıttır. Ona can verdik ve ondan taneler çıkardık; işte bundan (ekmek vb. yapıp) yiyorlar.

 

Şimdiye kadar vahiyden, Kur’an’ın kıymetinden bahsedildi. Buradan sonra da Allah bize gözlerimizi etrafımızdaki dünyaya açtırıyor. Allah’ın ayet kelimesinden kastı bizim anladığımız gibi  sadece Kur’an’daki cümleler değildir. Allah’ın varlığına birliğine ve hakikatine delil olan her şey ayet kavramıyla ifade edilir. 

 

وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ

onlar için ölü toprak/ölü yer bir ayettir

Bir önceki ayette Allah’ın huzurunda toplanıştan bahsetmiştik. Yani Allah dedi ki, o inkarcıların hepsi huzurumuzda hazır bir şekilde hazır bir asker gibi hazır olda toplayacağız. Diriltileceğimiz bahsi anlatıldıktan sonra ölü toprak örneği verilir ki bu örnek yeniden diriliş için çok iyi bir örnektir. Kış aylarını düşünelim, toprak kuru soğuk ama Allah öyle bir Allah ki yaz mevsimi gelince ağaçlar canlanmaya başlıyor, toprak yeniden diriliyor. İşte Allah diyor ki, kış mevsiminden sonra yaz aylarında nasıl yeşertip diriltiyorsak insanları da aynı o şekilde canlandırıp dirilteceğiz.

 

Ölü toprak bunun en güzel örneklerindendir. “Ve siz onlardan yediğiniz (habbeyi)” habbe: tanedir, her şeyin özüdür” çıkarıyorsunuz ve onları yiyorsunuz. Yediğimiz her şey aslında Allah bize mahşerdeki dirilişi anlatıyor. Meyveyi yiyoruz, buğdayı çıkarıyoruz ekmek yapıyoruz. Nedir bundan alacağımız ibret?  Yeniden dirilişe, mahşer günündeki o uyanışa bir sembol.

Allah bize Kur’an’da bir örnek misal getirdiğinde aslında maddi örneklerin hepsinde manevi dünyaya bir atıf vardır. Maddi örneği aldık nedir toprağın ölü olması fakat manevi anlamdaki örneğe baktığımızda “ölüleri ancak biz sadece biz diriltiriz”ayetini hatırlayalım hemen. Orada nasıl nitelendirdik diri kelimesini; vahye muhatap olan kişi olarak. Ölü insan ise vahyi kabul etmeyen, bu doğrultuda kendisini değiştirmeyendir. Ölü toprağın canlanışından bahsederken aslında vahyin ulaşmadığı insandan da ve canlanışından da bahsetmektedir. Bu ayetin güzel bir diğer yanı da, şehrin öbür ucundan gelen adam neydi? Aslında bir çekirdekti. Biz her şeyin çekirdeğini ne yaparız? Toprağa ektiğimizde yeni bir ağaç oluşmasını sağlarız. İman etmiş ve amelle meşgul olmuş bir mü’minde bir habbedir yani bir çekirdektir. Niceleri çekirdeklerini toprağa eker de başkalarının faydalanmasına ve onun meyvelerinden faydalanmasına sebep olur. Vahyin ulaştığı kişiyi burada Allah ölüden diriye dönüşmüş toprağa benzetiyor. 

 

وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ

 

Orada nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik, içinden sular fışkırttık;" 


“Orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bahçeler var ettik, içlerinden pınarlar fışkırttık”, bunları niçin yaptığını bir sonraki ayette söyleyecek ama şunu da ekleyelim cennetten bahsederken hep dünyada gördüğümüz güzelliklerden bahsedilir. Cennet gözümüzün gördüğü güzelliklerle, örneklerle anlatılmış olmasaydı belki de bizim için hiçbir teşvik edici özelliği olmayacaktı. Çünkü hayal bile edemeyecektik. Allah cennette de vardır diyerek bir temsilde bulunmuş, sembolize etmiş oluyor. Yani bizim o hayali idrakimize indirebilmemiz için bir sembolizmde bulunur. “Ne ki hayale gelir bil ki o cennet değildir.” 

 

Başkasının hoşlanmadığı benim hoşlanabileceğim şeyin farklılığı mevcuttur ve cennet tamamen keyif yeriyse bu farklılıkları barındırmalı. Bu dünyada ki hurmalıklar, üzüm bahçeleri, nehirler vs. cenneti anlatırken hep  kullanılır. Böyle ağaçlar vardır, şöyle pınarlar, nehirler vs. diye. Bu tasvirler bizim: “Ya bunlar dünyada bu kadar güzelse cennettekiler ne kadar güzeldir.” diye düşünmemize neden oluyor. Alimler demiştir ki: “Her an Rabbim ile olamadıktan sonra, sahibi orada değilken, cenneti ne yapayım?”. 

 

Mü’min her zaman en yükseği hedef alabiliyor olmalı ama bu demek değildir ki İslam dairesi içine girdim, bir anda en mükemmel Müslüman olmalıyım. Her zaman, yapılan araştırmalardan ve gözlemlerimizden de görüyoruz ki, hedefleri küçültmek her zaman bir sonraki hedefe ulaşmak için daha faydalı olmuştur. Tabi ki her zaman ve her zaman hedefimiz en iyisi olabilmek üzerine olmalı fakat bir anda yapamıyor oluşumuzu bilmeliyiz. Kur’an dahi 23 yılda basamak basamak bir şeyler üzerine bina ederek oluştu. Hedefimiz her zaman gayret üzere, yol üzere olabilmektir. Hedefimiz sadece cennete ulaşmak değil, içinde Rabbimizin olduğu cennetlere kavuşmak olmalı. Çünkü onun kurduğu sofrada o olmadan oturmak ne kadar keyif verebilir ki cennet sahnesinde? Peki bu pınarların fışkırması, bahçeler ne için? 

 

لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ

 

Onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler diye. Hâlâ şükretmeyecekler mi? 

 

“Yesinler diye yaptık, hala şükretmezler mi?” Çok güzel bir nokta açılıyor burada, bu ayetin tefsirinde bu bölümle alakalı. Ma harfi bazen olumsuzlukken bazen de “şey” anlamına gelmektedir. Alimler iki mana verir:

  1. Elleri ile yapmadıkları 

  2. Elleri ile yaptıkları o şey 

Buradaki o hu’nun zamir kelimesinin pınarlara atıf olduğunu söylerler. Allah insanın acziyetini öyle güzel gösteriyor ki… Elinle yapmadığın bir şey var, suyun sana Allah tarafından gönderiliyor oluşu. Elleri ile yapmadıkları şeye atıf olduğunu söylerler. Allah sana yerden ya da semadan su vermediği takdirde o ağaçları meyvelendiremezsin. Ayetin devamında da “Hala şükretmez misiniz? Allah’ın bunları size bahşetmesine rağmen Rabbinize hala şükretmez misiniz?”

Bu noktada biraz şükür kavramından bahsedelim. Aslında sözlük kavramı ile baktığımızda semizlemek ve gelişmek manasına gelir. Hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin ortaya çıkışı. Mesela bir ineğin çimen yedikten sonra memesinden süt gelişine baktığımız zaman bu bir şükürdür. Yani kendi dünyasına giren şeylerin fayda vererek farklı bir şekilde ortaya çıkışına şükür diyoruz. 

Allah bize bir çok nimet veriyor. Allah sayısız nimet veriyor hepsinin ötesinde hayatiyet nimeti veriyor. Verdi ve yaşıyoruz bu şükür değil. Ne dedik şükür için faydalı bir biçimde dönüşerek çıkmasıdır. O halde şükür nedir? 3 şekli vardır: 

  1. Dilinle yaptığın şükür 

  2. Kalbinle yaptığın şükür - herhangi bir şekilde dile dökmesek bile bir nimetle buluştuğunda “Allah’ım bunun yaratıcısı sensin.” deyip şükretmektir. 

  3. Organlarla yapılan şükür - her organı yaratılış amacı doğrultusunda hayırda kullanman bir şükürdür. Mesela göz, gözün yaratılışına olan şükrümüz bakıp gözümüzün görmesi değil. Gözün şükrü, Allah rızası yolunda haram şeylerden sakınışımız, haram ilişkileri izlemekten, harama sevk edecek şeylerden gözlerimizi sakındırmamızdır. Burada bu dersi dinlerken, kulağımızın şükrünü veriyoruz. İnsan hangi birine şükredebilir. Hangi hücresi, hangi içindeki yer için şükredebilir. 

 

Alimlerimizin bize anlattığı çerçevede baktığımızda şükretmenin kulluğun en temel seviyesi olduğunu görüyoruz. Şeytanın Allah ile olan diyaloğunu hatırlayalım. Allah’ın emrine karşı geliyordu ve kovuluyordu. Meydan okuyup mühlet istedi ve Allah o süreden bize bir bilgi vermedi. O mühlet şu an bile kesilip bitebilir. “Allah’a; o dosdoğru yolunu düğüm düğüm yapacağım, uzun uzun içinden çıkılamaz göstereceğim ve önlerinden arkalarından yaklaşacağım.” Dedi Şeytan. Bahsetmediği bir yer var ki üstümüzü zikretmez. Vahiy bize nereden gelir? Üstümüzden gelir.

 

Der ki “Onları sana şükrederken bulamayacaksın.” Onları namaz kılmaz, oruç tutmaz halde değil, şükürsüz bulacaksın der. Çünkü şükür nedir? İnsanın kendi acziyetini bildiği yerdir. Kulluğun ana yerinden bahseder. Allah da ona al sana mühlet demiştir. İhlas sahibi kullarımı asla azdıramayacaksın demiştir. Kendisinin farkında olan insanları azdıramayacaksın. Bizler Ramazan ayı ile bir ihlas okulundayız. O halde bu dönemde şeytanda zincirlere bağlandıysa kendimizi gözlemleyeceğiz, hazır nefsimizde şeytanın müdahalesi yokken eksikliklerimizi tamir edeceğiz. Bir bakın tamı tamına oruç ihlasla çok bağlantılı ve Ramazanda da şeytan devreden çıkıyor ve şeytan sadece ihlaslı kulu yoldan saptıramıyor. Bağlantıyı görelim. Şeytanın bu kadar hayatımızda olmadığı bir dönemde insanın kandırılma ihtimali yok demektir. O halde ihlası doruklara kadar hissedebiliyor olmalıyız. Ya biz insanlardan çekiniyoruz. Çıktığımız namazda kimin karşısında olduğumuzu unutuyoruz. İnsanlardan çekindiğimiz kadar çekinmiyoruz. Sureleri nasıl okuyoruz? Üst Makamların davetlerine gittiğimizde seçtiğimiz kelimelere bile dikkat ederken Allah’ın huzurunda bitsede gitsek gibi okuduğumuz sureler… Hiçkimse görmese dahi seni izleyen bir Allah var.

 

سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ

 

Toprağın bitirdiklerini, kendilerini ve daha bilmedikleri nice şeyleri çift çift yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır.

 

Bu ayette, Allah’ın her türlü çifti yarattığından bahsediliyor. 

 

سُبْحَانَ (subhan) kelimesi “sebaha” kökünden gelir. Yüzmek ve dalmak manalarına da gelir. O Allah’ın güzelliklerinin içine dalışın o dalışa gark olduktan sonra kendi kalbinde ve zihninde bir idrake dönüştürüp ortaya koyuşun. Allah’ım gerçekten sen kusursuzsun ve eksikliklerle alakan yoktur deyişin.

 

 Burada her şeyin çiftiyle alakalı manada söylenmek istenen, her şeyin çiftini yaratmaktan ziyade, kainatta her şeyin zıddı ile var olduğu. Bir insan bile zıtlıklardan meydana gelir. Ruh ve nefis, kalp ve beden gibi. Ve zıtlıkların birbirileri ile uyumuna atıf yapılmıştır. eşlerinizle zıt cinsiyet, kainattaki her şeyin zıttı ile düzeni. Bir dönem kuş gribi gündemdeydi, insanoğlu biz bozuculuk meydana getirdi ve orada kuşları öldürerek katlettiler. Ne oldu ertesi ay hemen kene problemi ortaya çıktı. Çünkü düzendeki bir katmanı aradan çıkarmaya çalışırsan bir bozukluk meydana gelir. Bir düzen var ve ahenk içinde gider. Bu döngü öyle bir şey ki birini aradan çıkardığımızda o düzen bozulur.  İşte Allah bu döngüye bir atıfta bulunuyor. Bütün bu döngüyü yaratan Allah Subhan’dır. Başka bir şeyin bu dengeyi yaratmaya güç yetiriyor olması mümkün değildir. 

وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ

 

Gece de onlar için açık bir kanıttır. Gündüzü ondan çekip alırız da karanlıkta kalıverirler.

 

وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ

 

Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre (yörüngesinde) akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.

 

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ

 

Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur." 

 

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

 

Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.

 

Allah bize geceyi örnek veriyor. Gündüzü o gecenin içinden söküp alıyor ve onlar karanlıkta kalıyor. Kainatta bizim baktığımız gece ve gündüz bu düzenin devasa büyüklükteki varlıklarıdır. Her gördüğümüzde Allah’a bir şükür, bir ibret sağlarlar. Bununla beraber Allah, kendisine vahiy gelmesine rağmen bu vahye kulak vermeyen kişiyi de karanlığa benzetir. 

 

Zalim deriz ya, “zaleme”’ gece karanlık demektir. Yani Allah o vahyi kendisine içselleştirmemiş kişiyi karanlıkta kalmış birisine benzetir. Bir ölüler örneği vardı şimdi bir de karanlıkta kalmış birine benzetir. 

 

Peki gündüz ne? Gündüz de Peygamberin (s.a.v.) nuru, O’nun (s.a.v.) getirdiği vahiy. Hani onların ataları uyarılmamıştı ve zulmet içindeydiler ya vahyin nuru geldi, güneş onların hayatına doğdu. Fakat onlar hala o vahiy gelmesine rağmen o karanlığın içinde kalıcı olmaya devam ettiler. Allah  Kur’anda Peygamber Efendimizi (s.a.v.) “siracen münira” olarak güneşe benzetir. Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) güneş, biz de ayızdır. Bizim ilişkimiz böyledir. Ay, ışığını güneşten alır. Güneş kendisine takdir edilen bir yörüngede ilerler. Bizler de ayız. Işığımızı ancak ondan alırız.

 

Ayetin devamında, ona takdir edilmiş bir menzil var. Ayın evreleri vardır ama güneşin yarım, tam, hilal öyle ya da böyle olduğunu hiç görmedik. Güneş hep aynıdır, tamdır. Hiç küçülmüyor, incecik yok gibi olmuyor, hiçbir evre geçirmiyor. Sadece bir yörüngededir. Allah’ın kendisine destur edindirdiği bir yörüngededir. Ayın evreleri var. Ümmetin ve Müslümanların halden hale döndüğünün tespitidir. Ne zaman radikal kararlar alırız, namazlarımız çok güzel gidiyor, tam bir dolunaysın. Geceye ışık veriyorsun Asla karanlığa düşmüyorsun. Onca karanlığın içinde olsanda etrafına ışık vermeye devam ediyorsun. Ama kimi zaman geliyor “bir hurma salkımının çöpü haline geliyorsun”. Bu ayın en son olduğu haldir. 

 

Fizik ilmi ile uğraşanlar demiştir ki ayın son günündeki hilal ile dolunayın son halindeki renk bile farklıdır. Işığının daha az daha sarımtırak bir renkte, ilk günkü hilalinin daha farklı olduğu söylenir. Yani her batışın her inişin, her çöküşün ama sonra yeni bir başlangıca başlayışın. Yani eğer “o çürümüş hurma salkımına" dönüşmüşsen, kendine bile ışık vermeye yetemediğin süreçten yeniden büyümeye başlarsa mü'min öyledir. Mü’minin çöküşü bile yükselmek içindir. Kendindeki hatayı sorumluluğu fark eder, artık dolunay olma yoluna girme sürecidir. Bu hal ümmeti de temsil eder. 


Ne dedik güneş Efendimiz (s.a.v.), ay biziz. Allah ne diyor: “Ne güneş aya yetişmeye çalışır, ne de gece gündüzü geçebilir.” Allah buradan tüm ümmetin temsilini veriyor. Hiçbiri birbirinin menzile geçmeye gayret bile etmiyor. O makamlar ve görevler farklı. Allah bu ilişkileri bize güneş ve ay üzerinden ifade ediyor. 


وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ

وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ

 

Onları ve nesillerini yüklü gemide taşımamız ve binecekleri benzer araçlar yaratmamız da kendileri için açık bir kanıttır.

 

“Onların nesillerini de dopdolu bir gemide taşımışızdır.” Bu ayette bahsedilen gemiyi genelde Nuh (a.s.) gemisi olarak ifade etseler de meşhur yoruma göre aslında bu anne rahmidir. Nesillerin gemide taşınıyor oluşudur. Allah anne rahminde taşınan o nesilleri bir gemiye benzetmiştir. İnsan için hepsinde bir delil vardır. Yine bunun gibi binebilecekleri nice binekler tahsis ederiz diyor. 7. yy da binebilecekleri at var, deniz yoluyla gelen giden kervanlar var birde. Gemi çok net canlanıyor fakat bugüne atıf yapılan ayette ne nice binekler deniliyor. Allah o zaman da bizim bugün bineceğimiz araçlara bir atıf yapıyor. 

 

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ

 

Dilesek onları suda boğarız, kimse de onların yardımına koşamaz ve artık kurtarılamazlar.

 

Bizim için anormal olan geminin batması, uçağın düşmesi ama aslında anormal olan o geminin yüzmesi ve uçağın uçmasıdır. Normal olan zaten o uçağın semada uçmuyor oluşudur. Sadece Allahın ol emri ile havada uçuyor, denizde yüzüyor. Elbette fizik kuralları var fakat Allah bu kanunların koyucusudur. Normal olan o uçağın orada durmuyor, geminin orda gitmiyor oluşudur. 

 

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ

 

Ama tarafımızdan bir rahmet ve belli zamana kadar faydalanma fırsatı vermemiz başkadır. 

 

Size verdiğimiz bir yaşam fırsatı sebebiyle onları uçturuyor, yüzdürüyoruz.

 

 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

Onlara "Önünüzdekinden ve ardınızdakinden sakının ki rahmet göresiniz" dendiğinde (aldırış etmezler).


Allah hala düşünmeyi reddeden insanlardan bahsetmeye başlıyor. Bu gerçeklere rağmen iman etmeyen insanlar var. “Önlerinizden ve arkalarınızdan sakının diyoruz belki de acınırsınız’’. Onlara böyle denildiği zaman düşünmeyi ve idrakine etmeye çalışmayı bile reddediyorlar. Bu dünyadakilerden, arkada bıraktıklarından korun. Takva için ne demiştik? Takva, korkunun kendisi değildir. Takva uygulanan tedbire denir. O korkunun sana verdiği bir tedbir dürtüsüdür. Koruyun kendinizi. ‘’seafoodplus.info ki size merhamet edilir.’’ Düşünmeyi reddeden insanın tavrı ise cevapsızlık oluyor. 

 

وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ

 

Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, illa da ondan yüz çevirirler. 

 

Hiç tutum değişmiyor. İnsan ya insan, fıtratı sadece imanla donatılmış insan. Nasıl bir şirk içinde ki gerçekleri hiçbir şekilde kabul etmiyor. 

 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

Onlara, "Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için de harcayın" dendiğinde, inkarcılar müminlere derler ki: "Dilese Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz! Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz."


İlk emirde onlara düşünmeye iten şey vardı. İkincisi ise fiiliyata iten şeydi. “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin.” Küfre koşanlar ne dedi? “Rızkın sahibi ihtiyaç sahibini neden doyurmaz”. İşi gerçekliğe, fiiliyata döktüklerinde dalgaya alıyorlar ve düşünmeyi reddeden insanın ilk tavrı cevapsızlık… Olduğu bu tavır kibrin en tavan noktasıdır. Aynı şeytan gibi. Şeytan çok iyi kulluk etti, öyle bir cindi ki Allah’a olan kulluğu sebebiyle melekler seviyesindeydi. O kadar kıymetliydi iman konusunda. Fakat iş Fiiliyata, amel etmeye , feda etmeye gelince, onu alan en büyük nokta kibir oldu. 

 

Allah onlara infak etmelerini emredince o anlattığınız Allah yapsın, açları doyursun diyerek alaya alıyorlar. Öyle bir kafa yemişlik ki… Karşılarındaki makamın ne makamı olduğunu bilmezler. Asla ya gerçekse diye düşünmezler. Bundan sonra iddialarına devam ediyorlar:

 

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ve şöyle derler: "Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?"

 

“Eğer doğru söylüyorsanız Allah’ın nerede o vaat edilen azabı’’ Onları ancak çekişip durdukları anda dünyalık kavgalarında, ahlaki gerçeklikleri, o hakikatleri unutup, dünyaya kaptırdıkları o gafil oldukları anda yakalayacağız. 

 

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

 

Onlar, besbelli ki, birbirleriyle uğraşırken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar!

 

Bir önceki kavimde o sesle helak olmuştu. Çok meydan okuyordun, “Nasıl olur, bunu bana nasıl yapar?” diyordun. Bana bunu nasıl yaparsın anlamıyorum çıkışları. İnsan öyle bir varlık ki yaratıcısına dahi neler yapıyor. Bırak konuşmayı geride kalanlara bir seste bulunma fırsatı dahi olmayacak:

 

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟

 

İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler ne de ailelerine dönebilecekler.

 

Dönüp bir kelime edemiyorum, “gerçek” demeye dahi seslere çıkmadan bir boğulma anı. Hani Allah demişti ya “Gemilerini yürütüp taşıyoruz nesillerini”. Hoop yardım dahi edemiyorsun. Karanlıklar içinde kaybolup gidiyorsun. O helak anı geldiğinde. Bütün bunların sonunda inkar edenler ve helak sahnesi ve sonra Allahın huzurunda toplanışından bahsedildi. Şimdi kıyamet sahnesine geçiliyor. Her şeyin her konu hakkında hesaba çekileceği kıyamet sahnesine.

وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ

 

Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar.

 

Sura üflendiği zaman bir de bakarsın kabirlerinden Rabblerine koşup gidiyor. Nehir gibi akıp gidiyor. يَنْسِلُونَ (yensilun) hani hiç bu dünyada gitmedin ya Rabbine, şimdi zoraki oluk oluk akıp gidiyorsun. Ne oldu bize? O halde bu bizi uyardıkları durum. 

 

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

 

Derler ki: "Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmanın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!"

 

Hani alay ediyorlardı, Rahman hiçbir şey indirmedi. Kim kazanıyor o gün? Rabbinden korkan, geri çekilen. O şehrin ötesinden gelen adam, Rabbinin gerçekliğinden bahseden adam. Onlar demek ki işitip duymuşlar. Onların anlattığı Rahman’ın anlatacağı şey buymuş demek ki. Hiçbir inkar edicinin, yaratıcının Allah olması ile bir sorunu yok ama hepsinin problemi hayatlarına Allah’ın ayetlerinin tesir ediyor olmasıdır. Ama biz hep insanlara takılıyoruz. Muradı olan çok insan var ki ailesi engel oluyor. Şöyle bir niyetim var ama böyle oluyor. Tesettüre girmek istiyorum bana ne derler, ailem şöyle yapar böyle derse ne yaparım. 

 

“Ne evlat babadan ne baba evlattan haberdar olucak’’ Böyle bir bahane olmadığını görüyoruz. Sana Allah’ın emirlerine itaat etmeni istemedikleri ve alıkoyduklarında onlara itaat etmemekle yükümlüsün. Ama biz ne yapıyoruz? Hep insan olgusu. Benimle görüşmezler, oraya gitmezsem beni sevmezler. Yoksa beni hiçbir yere çağırmazlar. Hepsini bırak geç en güzel davete kulak ver  Allah seni selamet yurduna çağırıyor. “Sevdiğiniz şeylerden vazgeçmediğiniz sürece o iyiliğe güzelliğe ulaşamazsın!”
Dünyalık bir diploma için 30 sene okunabilirken, cennet diploması için ne yapıyoruz. “Allah şu kuldan razıdır.” Bundan daha öte bir diploma olabilir mi?


Her ne yapıyorsak, eş olarak, doktor, psikolog, mühendis olarak elimizden geldiği kadar hepsini Allah için yapmalıyız. O gün ahirette önümüze bu gün çıkacak. Hani o gün toplanıp Allah’ı andınız. Siz o gün ayetin tefsirini düşünmek için 5 dakika ayırdınız. O terazide bunları görücez ki bu ne! böyle bir ağırlık olamaz. ‘’La ilahe illallah’’ zikrinin ağırlığını görmek. En kolay en zahmetsiz zikirken, mizanda en ağır gelen ibadettir. Böyle kolay ve güzelken hiç gündemimize almıyoruz.

Zikri şöyle düşünmek lazım. Kalp alemin senin haram olmuş evin olsun ve evine davet ettiğin misafirin de Rabbim olsun. Çünkü zikir Rabbi kalbe davettir. Bir misafir geleceği zaman ne yaparız evimizde bir hazırlık yaparız. Ev haram olmuş dedik ya şimdi ilk etapta o harap olmuş evdeki pislikleri dışarı atmak lazımdır. İşte harap olmuş kalp aleminin pisliklerden arındırılması “Euzubillahimineşşeytanirracim”ledir yani şeytanı ve şeytanî tüm pislikleri kalbimizden atıyoruz. Kaba pislikleri attıktan sonra ne yaparız evimizde temizlik yaparız işte bu temizlik yani bu evin temizliğinin suyu ve deterjanı “Estağfurullah el Azim”dir. Evi temizledik e şimdi sıra geldi o evi bir güzel süslemeye güzel kokular sıkmaya süs eşyaları koymaya işte o da kalbin süslenmesidir ki bu da “Allahumme salla ala seyyidine Muhammed” ile olur. O harap olmuş ev pisliklerden arındırılıp temizlendikten ve süslendikten sonra artık misafirin gelmesine hazırdır ama ne lazımdır o misafiri davet etmek lazımdır. Bu da “La ilahe illallah” ile olur. Artık kalp Rabbiyle buluşmaya hazır. 

 

İnsan kabirlerden kalkıp gerçeklerle yüzleştiğinde Rabbinin huzuruna koşmanın gerçek olduğunu idrak ettiğinde büyük pişmanlıklar yaşayacak şimdiki ayetlerde o pişmanlıklar anlatılmaya başlanıyor.

 

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

 

Olup biten yalnızca bir ses! Ama ardından onların tamamı, birden toplanmış olarak işte huzurumuzdalar.

 

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Bugün hiç kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını görürsünüz.

 

Hepsi orada huzurumuza getirildiler. İşte burada hiçbir kimse haksızlığa uğratılmayacak. ‘’Apaçık bir kitapta yazıyoruz’’ demişti Allah. O amellerin neticesinde kimseye haksızca davranılmayacak. Evet artık buradan sonra işin ballı kaymaklı kısmından bahsedeceğiz. Allah-u Teala “Ey cennet ashabı sizin burayla bir ilişkiniz yok!” diyecek. Cennetliklerin hali anlatıldıktan sonra, gözlerimiz kainata döndürülecek ve değişmez Allah’ın kaidelerinden bahsedildikten sonra bitirmiş olacağız. 

 

Buradan sonrası sonuç dersi olacak tam anlamıyla. Şu ana kadar hep azaba uğrayanların yollarından bahsettik. Allah’ın Kur’an’daki üslubu hep bir denge içindedir. Bir olumsuzluk ardından da olumluluk hali. Hemen bir umut verme hali. Mü’min kişi ‘’havf ve re’ca’’ sını tutturabilen kişidir. Yani korku ve ümitin itidaline, dengesine sahip olan kişidir. Ne gereksiz korkulara kendimizi hapsederek belli bir telaş havası içerisinde hayatı yaşanmayacak noktaya getireceğiz ne de tamamen rehavete kapılıp kendimizi rahata bırakacağız. Korkuyla beraber bir rahatlık hali olmalı. "İşlediğim günah ile beraber bir tesbih estağfurullah çekeyim, ne de olsa silinir” gibi fazla suistimal içeren ümit halide olmaması gerekir. Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) bize her zaman bu ikisi arasındaki orta yolu bulmamız gerektiğini söylemiştir. Korku, Allah azabından korku çünkü kendi ayetlerine tabii olmayana azab edeceğini söyleyen de aynı Allah’tır. Ne yazık ki bunu çok göz ardı ediyoruz. Allah tam ikisinin ortasındadır. Ne bize azab etmek için bizi yarattı ne de rahmetim geniştir diyerek onu yok saydığımız tüm hatalarımızı affetmek için yarattı. ayet aralığını birlikte ele alacağız:

اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ

هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ 

لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ

سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ  

O gün cennetlikler safa sürmekle meşguldürler.

Kendileri ve eşleri gölgelik yerlerde, tahtlarına kurulacaklar. 

Orada onlar için her tür meyve vardır ve bütün istekleri yerine getirilir.

Engin merhamet sahibi rabden gelen söz şu olacak: "Selam size!"

 

Ne zaman Yasin suresinde bu kısma gelsem hocamızın bize uyguladığı bir davranış aklıma gelir. Tefsir hocam çok kıymetli dünyamda yeri bambaşka, takva sahibi, vakarlı bir hocadır,- Allah ondan razı olsun-. Ne zaman ki  Kur’an’da cennet ayetleri gelse, hocamızın gülüşü bize cennet olurdu. Burada öyle güzel bir şey var ki hocamız gülüyor diye düşünürdük. Bütün bir sınıfa kitapları kapattırır, hepimiz hangimize dersi anlattırır stresi içindeyken, o gün geldiğinde her şeyi kapattırıp : “Şimdi cenneti hayal edeceğiz.” derdi. Dakikalarca cenneti hayal ederdik. Aslında Allah’ın bize cennet ayetlerini verirken murad ettiği şey de budur, oku ve bir hayal et nasıl bir sonuç için uğraştığını. Diğer tüm ayetlerde olduğu gibi otur tefekkür et diyor aslında. 

 

“İşte o gün cennet ashabı, o gün o kadar meşguller ki,”. Hani bazen bize cennet anlatıldığında: “Sıkılmayacak mıyız o sonsuzlukta?” diyoruz ya, ayet işte bu sorumuza cevap veriyor: ف۪ي شُغُلٍ (fi şugulin) o kadar meşguller ki diyerek anlatılır. “Keyifle meşguller” bu dünyada ektiklerinin meyveleriyle meşguller. Hiçbir sıkıntı hiçbir dert ve telaş yok, o gün tek yoğunlukları keyif aldıkları şeylerle meşgul olmalarıdır. Bundan daha güzel bir rahatlık olabilir mi? Dünya hayatımızda keyif aldığımız şeyi bile defalarca yapmaktan sıkılıyoruz. Film izleyelim mesela 10 yıl sürekli film izleyebilir miyiz? Bir noktada sıkılıyoruz. Fakat Allah hiçbir şekilde cennette nimetlerden sıkılmayacağımızı dile getiriyor. 

 

هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ

 

Yine Allah’ın hayal etmemizi istediği bir nokta. Onlar ve eşleri.. Tabii burada bu eşlerden kastın kimler olduğuna dair çeşitli yorumlar yapılmıştır. Dünyadaki eşleridir diyenler bununla beraber ahirette ve cennete sadece kendilerine has kılınmış eşlerdir diyenler vardır. 

 

اَزْوَاج (ezvac) kelimesinin bir önceki ayetlerde tâbii olunan grup zıtlık, çeşitlilik olduğunu söylemiştik. Beraber olmaktan keyif aldığı insanlardır diyenler var. Yani zaten cennet öyle bir yer ki bu dünyada çektiğimiz sevgi eksikliklerini, muhabbet eksikliklerini hiç yaşamayacağız orada insanın tatmin olduğu sevgi duygusunu tam doruklarına kadar yaşayacağını anlıyoruz. Eşlerle beraber olmak manasından o muhabbet duygusunun zirvesine kadar yaşanacağı bir nokta.

 

ظِلَالٍ (zilal): Gelin odası manasında kullanılır. 

اَرَٓائِكِ (erâik): Cennet insanlarına has hazırlanan ve عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ (ala-l erâiki müttekiun) yaslanmış ve uzanmış bir şekilde keyif yaparlar, hiçbir şeyi düşünmeden orada keyif yaparlar. Orada sadece sahip oldukları ile keyif yapmak vardır. 

 

لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ

 

فَاكِهَةٌ (fakihetün): meyveler demektir.

وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ (ve lehüm ma yeddeun) arzu ettiklerinin tamamı.

يَدَّعُونَۚ (yeddeun) dua kelimesi ile aynı kökten gelir. Çağırmak, nidada bulunmak, seslenişte bulunmak, talepte bulunmak manalarına geliyor. Allah’ın cennet için bu kavramı kullanışıyla ve dünyadaki dua için bu kavramı kullanışı arasında güzel bir bağlantı vardır. 

 

Cennette isteklerimizi dile dahi getirmeye gerek kalmadan sadece arzularımızın devreye girişi ile nimetler, isteklerimiz önümüzde hazır bulunacak. Mesele demeyeceğiz “Ben çikolatalı çilek istiyorum.” Bir talep ve gelişini beklemek olmayacak. Arzu ortaya çıktığında biz onu önümüzde hazır göreceğiz. Dua kavramı ile bunun aynı kökten bir kelime ile kullanılmasıyla aslında Allah’a bir nidada bulunduğumuzu ve her duanın aynı cenneteki o istek ve arzumuz gibi aslında anında kabul olduğunu bildiriyor. 

 

Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) dua ile ilgili şöyle buyuruyor: “Evet kul dua eder, kimi zaman Allah onun kabul edilişini çabuklaştırır. Anında karşılığını verir. Kimi zaman onu belli bir zamana kadar erteler. Kimi zaman da o duasını sadece ahirete has olarak ayırır.” Şunu bilmemiz lazım ki biz Allah’a dua ettiğimiz zaman her an anında duamız kabul oluyor. Sadece nerede kabul olduğu değişiklik gösteriyor. Çünkü yine anlatılıyor ki o ahiret gününde, mizan demiştik, bir terazi kurulacak fakat o terazide bir şeyler ağır basacak fakat onun ne olduğunu bilmediğimiz hediyeler olacak. “Bu iyilikleri ağır basan şeyler nedir?” dediğimizde, “Onlar senin ettiğin fakat kabul olmayan duaların” şeklinde bir nimet olarak karşımıza çıkacaklar. 

 

Yine Allah’ın orada meyveden bahsediyor olması da meyve tabi ki lezzet veren şeydir. Şu durum benim çok dikkatimi çeker ki İslamda bir 7 kavramı vardır. Cennette insanın sahip olacakları nimetler arasında da 7 kat fark olacağı söylenir. Aslında biz şu anda dünyadaki nimetlerin cennetteki nimetlere oranla 7 kat daha az bir lezzetle sahip oluyoruz. Bu yüzden cennette bir meyve yediğimizde ki bu dünyada yediğimiz nimetlerden olmayacağı şüphesiz. Çünkü Allah’ın kıymetsiz dediği bu dünya için hazırladığı nimetler buysa kıymetli yurt cennet için hazırlanan nimetler kim bilir nasıldır? 

 

Buradan sonra aklıma direkt hocamın kulağımdan hiç silinmeyen lafzı, oturtup dakikalarca hayaller kurdurmasından sonra: “Ne ki hayale gelir, bil ki o cennet değildir.” Sözü geliyor. Yani öyle bir idrak gerekiyor ki anlamak için o idrakte bizlere verilmemiştir. Hayalinin bile hayal ettiklerinin ötesinde bir nimete gark olacağımız, o sıkıntıların karşılığını eğer sabrettiysen alabildiğin bir yurttan bahsediliyor. 

 

Demiştik ki bizim idrakimize hitap edebilmesi için Allah ayetlerde dünya betimlemeleri ile anlatır diye, en güzel şeyleri bize anlattıktan sonra tüm bu anlatılan cennet nimetlerinden çok daha üstün olan bir nimet zikrediliyor. Bütün bu güzellikleri gölgede bırakacak bir güzellikten bahsedecek, ben ne zaman Yasin Suresi okusam bu ayeti 3 defa okurum. Çünkü bir insanın bütün bir ömrünün maksadını karşılayan bir ayettir. Eğer bir şeye sarılacağımız bir ayet varsa her şeyi uğrunda yapmaya harcayacağımız bir ayet varsa ben bu ayete sarılmayı tavsiye ederim. Bu ayetin müjdesine gark olabilmek umuduyla yaşamayı tavsiye ederim: 

 

سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ

Rahim olan rablerinden onlara bir selam vardır

 

Cennete oturdun, bütün nimetlere gark oldun, sevdiğin tüm insanlarla bir aradasın, belki Rasulallah (s.a.v.) ile berabersin ve tam o sırada rivayet edildiğine göre vasıtasız bir şekilde bir nida işitiyorsun cennetin sahibinden. Nasıl bir nida? “Selam size ey kullarım, selamet bugün sizin üzerinize olsun. Artık size bir hüzün size bir korku, sıkıntı yok.” Bunu hayal edebiliyor muyuz? Selameti selametin sahibinden işitiyor olmayı. Bana güven denilen noktada güven kelimesinin tam karşılığını tek verebilecek merciden işitebilmeyi hayal edebiliyor muyuz? Ailemiz, arkadaşlarımız, dostlarımız ve tanımadığımız müslümanlar bize es-selamun aleyküm diyerek güven duyabilirsin derken bile kaybolmaya mahkum iken.. Cennete öyle bir nimete gark oluyoruz ki selamı güvenin tek sahibinden birebir vasıtasız işittiğimiz nokta. Ondan daha büyük bir rahatlık olabilir mi? Yaptığın tüm çabaların karşılığını kimin için yaptıysan onun tarafından tasdik ediliyor oluşu… Bundan daha kıymetli bir şey olabilir mi?

Bazı rivayetlerde anlatılır ki, Allah cennette çok sevdiği, belli bir makama ulaşmış kullarına kendi kelamından Rahman suresini işitmeyi nasip edecekmiş. Aslında bu sebeptendir belki çoğumuzun Rahman suresine karşı olan hassasiyeti, o lafzındandır belki de anlayamadığımız. O seçkin kullarından olmayalım mı? Selameti Allah’ın lafzı ile duymayalım mı? 

 

O kadar büyütüyoruz ki dünyayı, o kadar zorlaştırıp, olmamız gereken yerden farklı noktalara taşıyoruz ki… Halbuki her şey o selameti Rabbin dilinden duymak için. Sonsuz bir hayat… Biraz tefekkür etse insan   işin içinden çıkamıyor. Sonsuz bir hayat ne demek? Şu anda bitişini bildiğimiz bir hayattayız. Bu bitişini bildiğimiz hayatı bitişi olmayan bir hayat için yaşıyoruz. Gerçekten yaşayabiliyor muyuz? Sonsuz bir hayat varken bu dünyadaki keyiflere ne kadar fazla zaman harcıyoruz değil mi?

Cennetteki cennet elbiselerini bir kenara bırakıp dünyanın güzel elbiselerine, dünyadaki güzel görünme sevdasına aldanıyoruz. Cennetteki o en güzel ilişkilerin varlığını bir kenara bırakıp bu dünyadaki geçici sevgilere bırakıyoruz kendimizi. Halbuki sonsuz bir muhabbeti hak edebilmek varken.

Bundan sonra kıyamet sahnelendi, o kıyamette bir pişmanlıkla Allah’ın huzurunda oluyor olması ve adeta Allah bir film sahnesi gibi hemen cennetliklerin durumuna geçti ve cennetliklerin halini anlattı sonra şöyle bir ayrım yapıyor:

 

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

 

Ve "Ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!" (denir).

 

Ayrılın, günahkarlar! Müşrik dahi olsa, bu ayetleri duyup azıcık bile olsa cennettekileri hayal ediyor tam böyle “Ya ne güzel!” dediği noktada, Allah: “Siz ayrılın, siz onlarla bir olamazsınız.” buyuruyor.  وَامْتَاز (vemtaz): arasını ayırdığım şey. 

 

Kötüler ve iyiler bir tarafa. 

الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (eyyühel-mücrimun), ey günahkarlar, siz bugün ayrılın. Bu nimete gark olanlardan olamazsınız. Ve daha sonrasında o ayrım yaptığı noktada, karşısına alıp bir hesaba gark ettiği Allah onlara şöyle buyuruyor:

 

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ 

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ 

 

Ey Ademoğulları! Size "Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur" dememiş miydim?

 

O ayrılan suçlulara: "Ey Ademoğulları, ben size şeytana kulluk etmeyin diye uyarıda bulunmadım mı? Ve onun sizin için apaçık bir düşman olduğunu zikretmedim mi? Bununla beraber bir tek bana kulluk edin dosdoğru yol benim yolum buyurmadım mı?” 

 

Peki Allah günahkarlara seslendiği yerde neden sizi gidi inkarcılar gibi sert bir nidada değil de siz Ademoğulları hitabında bulunuyor? 

İnsana fıtratını hatırlatabilmek için. 

Ey Ademoğlu senin fıtratında olan bu cevheri sen nasıl harcamıştın? Sen nasıl senin fıtratında var olan bir ilaha kulluk etme ihtiyacını Allah’ın sana koyduğu bu donanımı yanlış bir noktada harcadın? 

O iman cevherinin bütün insanlarda fıtraten mevcut olduğunu burada hatırlatıyor. Senin onlardan donanımsal olarak hiçbir farkın yok diyor suçlulara. Senin o cennet ashabından yaratılış olarak bir farkın olmadığını hatırlatıyor. Ademoğlu, cennet ashabı da Ademoğlu cehennem ashabı da Ademoğlu. Fakat seni ayıran şey ne? Sen Allah’a kulluk ettin, o şeytana kulluk etti. Sen sende olan cevheri yanlış kulluk noktasında değerlendirdin Ademoğlu. 

 

“Halbuki ben seni uyarmıştım. O sana düşmanlık eder demiştim. Tek doğru yol benim demiştim.’’. Allah sırat-ı müstakimi nerede zikretmişti? 3 ve 4. ayetlerde: 

 

اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ 

عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ

 

3. Muhakkak ki sen o gönderilmiş elçilerdensin

4. Dosdoğru bir yol üzerindesin

 

Rasulullah Efendimizi (s.a.v.) tasdik ederken zikretti. 

 

“Cenneti getireni benim yolum olduğunu söylemiştim sana fakat sen şeytanın adımlarına, yoluna tabi oldun.” Allah burada öncesinde bahsettiği gibi “ittebiu” kavramı ile değil تَعْبُدُوا (tabudû) birebir kulluk etmek kavramı ile zikrediyor şeytanın ardından gitmeyi. Çünkü Allah’ın yoluna tabi olmayanlar şeytanın kendilerine çizmiş olduğu yolun kulu olurlar. Allah’ın vahyinin kulu olmayanlar, Allah’ın kulu olmayanlar, Allah’ın çizdiği hudutların çizgisinde yol izlemeyenler, şeytanın kulu haline gelmişlerdir. Bu şeytanın bir tanrılık vasfı olduğu için değil, bu insan onu kendine ilah, otorite edindiği içindir. Onun seçtiği yolda gitmeye devam ediyordur. 

 

Besmele

Kuran-ı Kerim&#;in suresi olan Yasin Suresi, Mekke&#;de nazil olmuştur ve 83 ayettir. Yasin Suresi Anlamı, Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali. Yasin&#;den önce hangi dua okunur? Yasin suresinden sonra ne okunur?

Sûre, adını ilk ayetteki “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Mekke&#;de inmiş oIup üç ana konuyu kapsamaktadır. BunIar, Öldükten sonra diriIme ve haşre iman, belde halkının kıssası ve ÂlemIerin Rabbi&#;nin birIiğini gösteren kesin delillerdir ve 83 Ayet&#;tir, Kuran-ı Kerimin en büyük suresi olarak kabuI ediIir.

36 &#; Yasin Suresi

Hakkında Kısa Bilgi

Sure ismini, iki harften ibaret olan ilk ayetten almıştır. Bu sureye &#;Kalbü&#;l-Kur&#;an&#; (Kur&#;an&#;ın kalbi), &#;el-Azıme&#; (Büyük, yüce sure), &#;el-Muımme (dünya ve ahiret hayrını yaygınlaştıran), &#;el-Müdâfi&#;a&#; (dünya ve ahiret sıkıntılarını, korku ve kötülükleri uzaklaştıran), &#;el-Kadıye&#; (istek ve ihtiyaçları yerine getiren) isimleri de verilmiştir.

&#;Yâ-sîn&#;, huruf-ı mukatta&#;adandır. Bunların gerçek anlamını Allah bilir. Ancak &#;Yâsîn&#;in Arap dilinin Tayy kabilesi lehçesinde (&#;ya enis&#;in kısaltılmışı olarak) &#;ey insan!&#; anlamına geldiği ve bununla Hz. Peygamber&#;e hitap edilmiş olduğu genellikle kabul edilir.

Yâsîn suresi 83 ayettir. Mekke&#;de, Cin suresinden sonra inmiştir. ayetinin Medine&#;de indiğine dair rivayet vardır.

Mushaftaki resmi sırası itibarıyla , iniş tarihine göre ise suredir.

Kur&#;ân&#;ın kalbi

Yâsîn suresi Kur&#;ân&#;ın kalbi kabul edilmiş ve Müslümanlar arasında ayrı bir özellik kazanmıştır. Bu surenin faziletiyle ilgili birçok hadis nakledilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v), Yâsîn okuyanın çok sevap kazanacağını, mağfiret olunacağını, sabahleyin bu sureyi okuyana kolaylık verileceğini, gece okuyanın bağışlanmış olarak sabahlayacağını bildirmiştir.

Başka bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: &#;Yâsîn, Kur&#;an&#;ın kalbidir. Sadece Allah&#;ı ve ahiret yurdunu isteyerek onu okuyan kimseyi Allah mağfiret eder.

&#;Ölmüşlerinize Yasin okuyunuz.&#;

Herhangi bir zor iş için Yâsîn okunursa, Allah&#;ın o işi kolaylaştıracağını; ölünün başında okunursa, üzerine mağfiret ve rahmet ineceğini, ölmekte olan kimsenin ruhunun alınmasını kolaylaştıracağını İslam alimleri tarafından rivayet edilmiştir.

Faziletlerinden dolayı Yâsîn, hastalara, can çekişme halinde bulunanlara okunur.

&#;Her şeyin bir kalbi vardır. Kur&#;ân&#;ın kalbi de Yâsin&#;dir. Kim Yâsin&#;i okursa, Allah onun okumasına, Kur&#;ân&#;ı on kere okumuş gibi sevap yazar.&#; (Tirmizî, Fedâilu&#;l-Kur&#;n, 7; Dârimî, Fedâilu&#;l-Kur&#;ân, 21)

Konusu

Yasin suresi, vahyin doğruIuğu ve Hz. Muhammed (s. a. v. )&#;in peygamberIiğinin gerçek oIduğuna dair Kur&#;an-ı Kerim üzerine yemin iIe başIar. Sonra azgınIık ve sapıkIıkta devam eden ve peygamberIerin efendisi Muhammed b. AbduIIah&#;ı (s.a.v) yaIanIayan, doIayısıyIa üzerIerine AIIah&#;ın azap ve intikamı hak oIan Kureyş kâfirIerinden söz eder.

Sonra bu sure vahyi ve peygamberIiği yaIanIamanın sonucundan sakındırmak maksadıyIe, peygamberIeri yaIanIamış oIan Antakya beIdesinin haIkı iIe iIgiIi kıssayı anIatır. Bunu, Kur&#;an&#;ın; ret ve öğüt aIınması için kıssaIarı anIatma hususundaki üsIubuyIa ifade eder.

Yasin suresi, kavmine nasihat eden, sonunda kavmi tarafından öIdürüIen ve Yüce AIIah tarafından cennete sokuIan mü&#;min davetçi Habîbu&#;n-neccâr&#;ın durumunu anIatır. Onu öIdürenIeri, Yüce AIIah mühIet vermeksizin öIdürücü ve yok edici şiddetIi bir sesIe cezaIandırmıştır.

Yasin suresi, bu harika kâinatta AIIah&#;ın birIiğini ve gücünü gösteren deIiIIerden söz eder. Buna, içinde hayat buIunan kupkuru arz sahnesinden başIayarak sırasıyIa, gündüzün kendisinden sıyrıImasıyIa kapkaranIık bir haI aIan gece sahnesinden, AIIah&#;ın kudretiyIe, sapmadan bir yörüngede dönen parIak güneş sahnesinden, yörüngeIerinde derece derece şekiI aIan aydan ve iIk insanIarın nesiIIerini yükIenip taşıyan doIu gemiden bahseder ki bunIarın hepsi AIIah&#;ın gücünü gösteren apaçık deIiIIerdir.

Yasin suresi, kıyamet ve onun korkunç haIIerinden, üfürüIdüğünde insanIarın kabirIerinden kaIkacağı diriIiş ve haşir üfürüğünden, cennet ve cehennem ehIinden, o korkunç günde mü&#;minIerIe suçIuIarın birbirIerinden ayırt ediIeceğinden, neticede bahtiyarIarın Naîm cennetIerinde, bedbahtIarın da cehennemin aIt tabakaIarında yer aIacağından bahseder.

Yasin suresi, &#;öIdükten sonra diriIme ve hesap&#; deniIen ana konuyu eIe aIıp onun meydana geIeceğine dair kesin deIiIIeri anIatarak sona erer.

&#;Yâsin, Kur&#;ân&#;ın kalbidir. Allah&#;ı ve ahiret gününü arzu ederek Yâsin okuyan kimsenin geçmiş günahı affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz.&#; (Ebû Davud Cenâiz 20; İbn Mace, Cenâiz 4; İbn Hanbel, Müsned V, 26, 27)

Kabe İmamı Abdurrahman Es-Sudeysi Yasin Suresi Dinle

Abdurrahman el ussi Dinle

Yasin den önce ve sonra okunacak dua

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: Yüce Allah taha ve yasin surelerini gökleri ve yeri yaratmadan bin yıl önce okudu. Melekler Kuranı işitince : “Üzerine bu sureler inecek ümmete müjdeler olsun. Bu sureleri gönülden taşıyanlara müjdeler olsun. Bu sureyi okuyan kişilerede müjdeler olsun&#; dediler.

&#;Geceleyin Allahın rızasını göstererek yasin suresini okuyan kimsenin günahları bağışlanır. Öyleyse bu sureyi ölülerinize okuyun &#; buyurmuştur.

Duanın Türkçe okunuşu:

Allahümme inni es’elüke sabran cemilen ve kalben selima ve lisanen zakira ve düaen müstecaba ve kitaben yemina verizkan halalen ve ne ıymen mukıymen ve cenneten ve hariran. ve nadratan ve sürura. ya kadıye’l hacat. ya mucibe’d deavat. ya kaşife’d-durri ve’l-beliyyat. ya ali-me’s-sirri ve’l hafiyyat. ik’dı haceti fi hazihi’ssaati’l-mübaraketi. bi hurmeti Yasin. ve’l-Kur’ani’l-Kerim fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun, fe süb’hane’llezi bi yedihi melekutü küll, şey’in ve ileyhi terceun. ve sallellahü ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmeıyn.

Duanın Anlamı:

Ey Allah&#;ım. Senden güzel sabır, temiz kalp, konuşan dil, kabul olunan dua, cenneti kazandıracak amel defteri, helal rızık, devam edici nimet, cennet elbiseleri, güzel mutluluk istiyorum. Ey ihtiyaçları gideren, Ey davetlere icabet eden, ey bela ve yoksullukları gideren, ey sırları ve gizlilikleri bilen, dilediğimi kabul et ve ihtiyaçlarımı gider Şu mübarek saatte Yasin ve kur-anı kerim hürmetine. Çünkü sen bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece ol dersin o da hemen oluverir ve her şeyin saltanatı kendi elinde olan ve her şeyin ve hepimizin kendisine döneceğimiz rabbimiz seni tesbih ederim.

Fazileti ve Sırları hakkında Hadisler ve Rivayetler

Hadîs-i şerîfIerde buyuruIdu ki:

“Her gece Yasîn sûresine devam edip, bu hâI üzere iken vefât eden kimse şehid oIur.

(Kur’ân-ı kerîmdeki bir sûre, okuyana şefaat eder, dinIiyenin affına sebep oIur, âhırette korktuğundan emin oIur. Bu Yâsin sûresidir.”

“Ölüm hastası yanında Yâsin-i şerîf okununca, her harfi için bir meIek gelip ruhun kolay çıkmasına duâ eder. Yıkanırken yanında buIunurIar. Cenazesi iIe birIikte giderIer. Namazında, defninde buIununIar ve hep duâ ederIer.”

“ŞeytanIar, Yasîn sûresinden ve bir de Haşr sûresinin son kısmı iIe Mu’avvizeteyn sûreIerinden kaçarIar.”

“Kabristana giren kimse, Yasîn sûresini okusa, o gün meyyitIerin azâbIarı hafifIer. MeyyitIerin sayısı kadar, ona da sevâb veriIir.”

“Yanında Yasîn-i şerîf okunan hasta, suya kanmış oIarak vefât eder ve doymuş oIarak kabre girer.”

“MüsIüman bir hasta yanında Yasîn-i şerîf okunursa, Rıdvân ismindeki meIek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış oIarak rûh tesIim eder. Doymuş oIarak kabre girer. Suya ihtiyacı oImaz.”

“Yasîn okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evIenir. Korkan okursa, emin oIur. Mahzun okursa ferahIar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp buIunur. Hasta okursa şifâ buIur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.”

“Bir kimse ana-babasının veya birinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve orada Yasîn okursa AIIahü teâIâ ona, Yasîn’in her harfi miktarınca mağfiret eder.”

“Kur’ân-ı kerîmin kaIbi Yasîn’dir. Muhakkak ki o dertIere şifâdır. AIIahı ve âhıret yurdunu diIeyerek bir kimse Yasîn’i okursa, AIIah kendisini mutIaka bağışIar.”

“Her gece Yasîn sûresini okuyan kimse, muhakkak sûrette şehid oIarak öIür.”

“Cuma geceIeri Yasîn sûresini okuyan kimse, AIIahü teâIânın magfiretine kavuşmuş haIde sabahIar.”

Faydaları

Hadîs-i şerîfte buyuruIdu ki:

“Kur’ân-ı kerîmde bir sûre vardır ki, ona Allah katında “Azîme” denir. O sûreyi okuyan kimse, kıyâmet günü çok kimseye şefaat edecektir. O sûre Yasîn sûresidir.”

Yasîn sûre-i şerîfesini okumanın faidelerinden birkaçı:

1- EceIi geImiyen hasta şifâ buIur.

2- EceIi geIen hasta öIüm acısı duymaz.

3- ÖIürken Cennet meIekIerini görür.

4- İnsan korktuğundan emin oIur.

5- GaripIer yardımcı buIur.

6- Aç oIan, tok oIur. Yani ummadığı yerden rızık geIir.

7- Susuz oIan, kanıncaya dek su buIur.

8- BekarIarın evIenmesi koIay oIur.

9- EIbisesi oImayan eIbise buIur.

Gayb oIan şey buIunur.

Fakat bunIara niyet ederek ve inanarak okumak Iazımdır.

İmâm-ı Şa’rânî buyuruyor ki:

“Hastam iyi oIursa veya şu işim hasıI oIursa, sevâbı Seyyidet Nefîse hazretIerine oImak üzere, AIIah için, üç Yasîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim oIsun derse, bu dileğinin kabuI oIduğu çok tecrübe ediImiştir.”

MaIik bin Yesar (ra)’ dan rivayet ediImiştir: Peygamber (sav); “Kur’an’ın kaIbi Yasin-i Şerif’tir. Kim onu AIIah rızasını taIep ederek ve ahiret sevabı için okursa, AIIah onun günahIarını magfiret eder. Onu öIüIerinizin üzerine okuyunuz.” buyurdu.

-Ebu Hureyre (ra)’ dan rivayet ediImiştir: Peygamber (sav) şöyIe buyurdu; “Kim bir gecede, AIIah rızası için Yasin’i okursa günahIarı af oIunur.”

-Enes (ra)’ dan rivayet ediImiştir: dedi ki; RasuIuIIah (sav) buyurdu: “Herşeyin bir kaIbi vardır ve Kur’an’ın kaIbi de Yasin’dir. Her kim Sure-i Yasin’i okursa AIIah ona bu sureyi okuması sebebiyIe Kur’an’ı on kere okumuş kadar sevap ihsan eder.”

Hz. AIi (ra)’ den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) kendilerine şöyIe demiştir:

“Ya Ali! Yasin Suresini oku, zira Yasin Suresinde on bereket vardır;

1- Yitiği oIan okursa yitigine kavuşur,

2-Mahkum okursa hapisten kurtuIur,

3-ÇıpIak okursa giydiriIir,

4-Onu okuyan aç doyar,

5-Bekar okursa evIendiriIir,

6-YoIcu okursa yoIcuIugunda yardım görür,

7-Susuz okursa suya kanar,

8-Hasta okursa afiyet buIup iyiIeşir,

9-Korku içinde oIan okursa korktugundan emin oIur,

ÖIümcüI hastanın yanında okunsa eIem ve ızdırabı hafifIer.

Aişe (ra)’ dan; “Muhakkak ki Kur’an’da bir sure vardır. Kendisini çok okuyana şefaat eder. DinIeyen ise magfiret oIunur. O, Sure-i Yasin dir.

Arapça ve Latin Harfli Okunuşu – Türkçe Meali

Bismillahirrahmanirrahim

1. Ayet : Yasin

Anlamı : Yasin

2. Ayet : Vel kur&#;anil hakiym

3. Ayet : İnneke le minel murseliyn

Anlamı : 2 ve 3. Ayet : Ayet : Ey Muhammed! Hikmetli Kur&#;ân&#;a andolsun ki, sen risâlet görevi

4. Ayet : Ala sıratım müstekıym

Anlamı : Dosdoğru bir yol üzerindesin. Ayet :

5. Ayet : Tenziylel aziyzir rahıym

6. Ayet : Li tünzira kavmem ma ünzira abaühüm fehüm ğafilun

Anlamı : 5 ve 6. Ayet &#; Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah&#;ın indirdiği (Kur&#;ân) ile korkutasın.

7. Ayet : Le kad hakkal kavlü ala ekserihim fehüm la yü&#;minun

Anlamı : Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.

8. Ayet : İnna cealna fı a&#;nakıhim ağlalen fe hiye ilel ezkani fehüm mukmehun

Anlamı : Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

9. Ayet : Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe ağşeynahüm fehüm la yübsırun

Anlamı : Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.

Ayet : Ve sevaün aleyhim e enzertehüm em lem tünzirhüm la yü&#;minun

Anlamı : Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

Ayet : İnnema tünziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmane bil ğayb fe beşşirhü bi mağfirativ ve ecrin kerım

Anlamı : Sen ancak Kur&#;ân&#;a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah&#;tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.

Ayet : İnna nahnü nuhyil mevta ve nektübü ma kaddemu ve asarahüm ve külle şey&#;in ahsaynahü fı imamim mübiyn

Anlamı : Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir &#;imam-ı mübin&#;de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.

Ayet : Vadrib lehüm meselen ashabel karyeh iz caehel murselun

Anlamı : Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

Ayet : İz erselna ileyhimüsneyni fe kezzebuhüma fe azzezna bi salisin fe kalu inna ileyküm murselun

Anlamı : Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: &#;Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz.&#; dediler.

Ayet : Kalu ma entüm illa beşerum mislüna ve ma enzeler rahmanü min şey&#;in in entüm illa tekzibun

Anlamı : Onlar da: &#;Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.&#; dediler.

Ayet : Kalu rabbüna ya&#;lemü inna ileyküm le murselun

Anlamı : Peygamberler dediler ki: &#;Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.&#;

Ayet : Ve ma aleyna illel belağul mübın

Anlamı : &#;Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.&#;

Ayet : Kalu inna tetayyarna biküm leil lem tentehu le nercümenneküm ve le yemessenneküm minna azabün eliym

Anlamı : Onlar dediler ki: &#;Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur.&#;

Ayet : Kalu tairuküm meaküm ein zükkirtüm bel entüm kavmüm müsrifun

Anlamı : Peygamberler de şöyle cevap verdiler: &#;Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz.&#;

Ayet : Ve cae min aksal medıneti racülüy yes&#;a kale ya kavmittebiul murseliyn

Anlamı : O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: &#;Ey kavmim! Uyun o elçilere!&#;

Ayet : İttebiu mel la yes&#;elüküm ecrav vehüm mühtedun

Anlamı : &#;Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.&#;

Ayet : Ve ma liye la a&#;büdüllezı fetaranı ve ileyhi türceun

Anlamı : &#;Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O&#;na götürüleceksiniz.&#;

Ayet : E ettehızü min dunihı aliheten iy yüridnir rahmanü bi durril la tuğni annı şefaatühüm şey&#;ev ve la yünkızun

Anlamı : &#;Hiç ben O&#;ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.&#;

Ayet : İnnı izel le fı dalalim mübın

Anlamı : &#;Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.&#;

Ayet : İnnı amentü bi rabbiküm fesmeun

Anlamı : &#;Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.&#;

Ayet : Kıyledhulil cenneh kale ya leyte kavmı ya&#;lemun

Anlamı : (Sonra ona) &#;haydi gir cennete!&#; denildi. O da dedi ki: &#;Ne olurdu kavmim bilseydi!&#;

Ayet : Bima ğafera lı rabbı ve cealenı minel mükramiyn

Anlamı : &#;Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını.&#;

Ayet : Ve ma enzelna ala kavmihı mim ba&#;dihı min cündim mines semai ve ma künna münziliyn

Anlamı : Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

Ayet : İn kanet illa sayhatev vahıdeten fe iza hüm hamidun

Anlamı : Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

Ayet : Ya hasraten alel ıbad ma yetiyhim mir rasulin illa kanu bihı yestehziun

Anlamı : Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

Ayet : Elem yerav kem ehlekna kablehüm minel kuruni ennehüm ileyhim la yarciun

Anlamı : Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.

Ayet : Ve in küllül lemma cemiy&#;ul ledeyna muhdarun

Anlamı : Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.

Ayet : Ve ayetül lehümül erdul meyteh ahyeynaha ve ahracna minha habben feminhü ye&#;külun

Anlamı : Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

Ayet : Ve cealna fiyha cennatim min nahıyliv ve a&#;nabiv ve feccerna fiyha minel uyun

Anlamı : Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.

Ayet : Li ye&#;külu min semerihı ve ma amilethü eydiyhim efela yeşkürun

Anlamı : (Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?

Ayet : Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya&#;lemun

Anlamı : Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah&#;ın şanı ne yücedir.

Ayet : Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muslimun

Anlamı : Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

Ayet : Veş şemsü tecrı li müstekarril leha zalike takdiyrul aziyzil aliym

Anlamı : Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah&#;ın takdiridir.

Ayet : Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym

Anlamı : Ay&#;a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.

Ayet : Leşşemsü yembeğıy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fı felekiy yesbehun

Anlamı : Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.

Ayet : Ve ayetül lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fil fülkil meşhun

Anlamı : Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.

Ayet : Ve halakna lehüm mim mislihı ma yarkebun

Anlamı : Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.

Ayet : Ve in neşe&#; nuğrıkküm fela sariyha lehüm velahüm yünkazun

Anlamı : Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.

Ayet : İlla rahmetem minna ve metaan ila hıyn

Anlamı : Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.

Ayet : Ve iza kıyle lehümütteku ma beyne eydıküm ve ma halfeküm lealleküm türhamun

Anlamı : Durum böyle iken onlara: &#;Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin&#; denildiği zaman,

Ayet : Ve ma te&#;tiyhim min ayetim min ayati rabbihim illa kanu anha mu&#;ridıyn

Anlamı : Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.

Ayet : Ve iza kıyle lehüm enfiku mimma razekakümüllahü kalelleziyne keferu lilleziyne amenu e nut&#;ımü mel lev yeşaüllahü at&#;amehu in entüm illa fı dalalim mübın

Anlamı : Onlara: &#;Allah&#;ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın&#; dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: &#;Allah&#;ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?&#; dediler.

Ayet : Ve yekulune meta hazel va&#;dü in küntüm sadikıyn

Anlamı : Yine onlar: &#;Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?&#; diyorlar.

Ayet : Ma yenzurune illa sayhatev vahıdeten te&#;huzühüm vehüm yehıssımun

Anlamı : Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

Ayet : Fela yestetıy&#;une tevsıyetev ve la ila ehlihim yarciun

Anlamı : O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.

Ayet : Ve nüfiha fis suri fe iza hüm minel ecdasi ila rabbihim yensilun

Anlamı : Sûr&#;a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

Ayet : Kalu ya veylena mem beasena mim merkadina haza ma veader rahmanü ve sadekal murselun

Anlamı : Onlar: &#;Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân&#;ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler&#; derler.

Ayet : İn kanet illa sayhatev vahıdeten feiza hüm cemiy&#;ul ledeyna muhdarun

Anlamı : Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

Ayet : Fel yevme la tuzlemü nefsün şey&#;ev vela tüczevne illa ma küntüm ta&#;melun

Anlamı : Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

Ayet : İnne ashabel cennetil yevme fı şüğulin fakihun

Anlamı : Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

Ayet : Hüm ve ezvacühüm fı zılalın alel eraiki müttekiun

Anlamı : Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

Ayet : Lehüm fiyha fakihetüv ve lehüm ma yeddeun

Anlamı : Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.

Ayet : Selamün kavlem mir rabbir rahıym

Anlamı : (Onlara) Rahîm olan Rab&#;den &#;selâm&#; sözü vardır.

Ayet : Vemtazül yevme eyyühel mücrimun

Anlamı : Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.

Ayet : Elem a&#;hed ileyküm ya benı ademe el la ta&#;büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn

Ayet : Ve enı&#;büduni haza sıratum müstekıym

Anlamı : 60 ve Ayet &#; &#;Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?&#; (buyurulacak)

Ayet : Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra efelem tekunu ta&#;kılun

Anlamı : Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?

Ayet : Hazihı cehennemülletı küntüm tuadun

Anlamı : İşte bu size vaad edilen cehennemdir.

Ayet : Islevhel yevme bima küntüm tekfürun

Anlamı : Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.

Ayet : El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydıhim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun

Anlamı : Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

Ayet : Velev neşaü letamesna ala a&#;yünihim festebekus sırata fe enna yübsırun

Anlamı : Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?

Ayet : Velev neşaü le mesahnahüm ala mekanetihim femestetau mudiyyev ve la yarciun

Anlamı : Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.

Ayet : Ve men nüammirhü nünekkishü fil halk efela ya&#;kılun

Anlamı : Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

Ayet : Ve ma alemnahüş şı&#;ra ve ma yembeğıy leh in hüve illa zikruv ve kur&#;anüm mübiyn

Anlamı : Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da&#; O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur&#;ân&#;dır.

Ayet : Li yünzira men kane hayyave ve yehıkkal kavlü alel kafirın

Anlamı : (Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.

Ayet : E ve lem yerav enna halakna lehüm mimma amilet eydına en&#;amen fehüm leha malikun

Anlamı : Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.

Ayet : Ve zellelnaha lehüm fe minha rakubühüm ve minha ye&#;külun

Anlamı : Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

Ayet : Ve lehüm fiyha menafiu ve meşarib efela yeşkürun

Anlamı : Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

Ayet : Vettehazu min dunillahi alihetel leallehüm yünsarun

Anlamı : Onlar, Allah&#;tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.

Ayet : La yestetıy&#;une nasrahüm vehüm lehüm cündüm muhdarun

Anlamı : Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.

Ayet : Fela yahzünke kavlühüm inna na&#;lemü ma yüsirrune ve ma yu&#;linun

Anlamı : O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.

Ayet : Evelem yeral insanü enna halaknahü min nutfetin fe iza hüve hasıymün mübın

Anlamı : İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?

Ayet : Ve darabe lena meselev ve nesiye halkah kale mey yuhyil ızame ve hiye ramım

Anlamı : Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: &#;Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?&#; dedi.

Ayet : Kul yuhyıhellezı enşeeha evvele merrah ve hüve bi külli halkın alım

Anlamı : De ki: &#;Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir.&#;

Ayet : Ellezı ceale leküm mineş şeceril ahdari naran fe iza entüm minhü tukıdun

Anlamı : Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O&#;dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.

Ayet : Eveleysellezı halekas semavati vel erda bi kadirin ala ey yahlüka mislehüm bela ve hüvel hallakul alım

Anlamı : Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

Ayet : İnnema emruhu iza erade şey&#;en ey yekule lehu kün fe yekun

Anlamı : O&#;nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece &#;Ol!&#; demektir. O da hemen oluverir.

Ayet : Fe sübhanellezı bi yedihı melekutü külli şey&#;iv ve ileyhi türceun

Anlamı : O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah&#;ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O&#;na döndürüleceksiniz.

İlgili Konular

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir