yerdeniz büyücüsü serisi pdf / Ursula K. Le Guin - Yer Deniz Serisi 3 - En Uzak Sahil - .pdf - Google Drive

Yerdeniz Büyücüsü Serisi Pdf

yerdeniz büyücüsü serisi pdf

1

2 Yerdeniz Büyücüsü - Ursula seafoodplus.info Guin Yerdeniz I Sanırım Yerdeniz Büyücüsü nün en çocuksu yanı konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuzbir yaşımda tamamladım - ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek. Ursula K. Le Guin Metis Edebiyat Roman ISBN

3 Ursula K. LeGuin YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ Ursula Kroeber LeGuin, &#;da Kaliforniya&#;da doğdu. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber, annesi yazar Theodora Kroeber&#;dir. Radcliff ve Columbia üniversitelerinde edebiyat eğitimi gördü. &#;li yıllarda fantastik öyküler ve romanlar yazmaya başladı. &#;de ilk bilimkurgu öyküsü yayımlandı tarihli Mülksüzler&#;e. kadar altı bilimkurgu romanı yazdı. Bu tarihten sonra zaman zaman bilimkurgu öyküleri yazmakla birlikte romanlarında daha ziyade yarı gerçekçi/ yarı fantastik temalar işledi. Kısa hikâye, deneme, şiir, çocuk kitapları ve roman türlerinde eserler veren LeGuin&#;in aldığı çok sayıda edebiyat ödülü arasında Ulusal Kitap Ödülü, beş kez Hugo ve beş kez Nebula Ödülü, Kafka Ödülü ve PEN/Malumud Ödülü bulunuyor. Halen Portland, Oregon da yaşamaktadır. Türkçede Mülksüzler ile başladığımız LeGuin edebiyatı, okurdan gördüğü ilgiyle birlikte geniş bir koleksiyon oluşturdu. "Yerdeniz" dizisi, yazarın ilk dört kitaptan on yıl sonra yazdığı Öteki Rüzgâr la bir beşleme haline geldi. Kısa hikâyelerden oluşan Yerdeniz Öyküleri de bu beşlemeyle aynı coğrafyada geçmektedir. LeGuin&#;in düzyazılarını merak eden okurlarımıza, edebiyat konulu makale ve denemelerini bir araya getirdiğimiz Kadınlar Rüyalar Ejderhalar başlıklı seçkiyi öneriyoruz. Metis Yayınları İpek Sokak 5, Beyoğlu, İstanbul Tel: Faks:

4 e-posta: Yayınevi Sertifika No: Metis Edebiyat YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ Yerdeniz I Ursula K. LeGuin Özgün Adı: A Wizard of Earthsea Ursula K. LeGuin, Metis Yayınları, , Virginia Kidd Literary Agency, Inc. ve Prava I Prevodi ile yapılan sözleşme temelinde yayımlanmaktadır. Altıncı Basım: Kasım Metis Edebiyat Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen Yayıma Hazırlayan: Bülent Somay Resimler: Deniz Bilgin, Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd. Fatih Sanayi Sitesi No: 12/ Topkapı, İstanbul Tel: Matbaa Sertifika No: ISBN URSULA K. LEGUIN

5 YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ Yerdeniz I Çeviren: ÇİĞDEM ERKAL İPEK metis LEGUIN KOLEKSİYONU MÜLKSÜZLER ROCANNON&#;UN DÜNYASI BALIKÇIL GÖZÜ DÜNYAYA ORMAN DENİR BAĞIŞLANMANIN DÖRT YOLU UÇUŞTAN UÇUŞA DÜNYANIN DOĞUM GÜNÜ İÇDENİZ BALIKÇISI LAVINIA RÜYANIN ÖTE YAKASI Yerdeniz YERDENİZ BÜYÜCÜSÜ ATUAN MEZARLARI EN UZAK SAHİL TEHANU ÖTEKİ RÜZGÂR YERDENİZ ÖYKÜLERİ Batı Sahili Yıllıkları MARİFETLER SESLER GÜÇLER KADINLAR RÜYALAR EJDERHALAR

6 Söz sessizlikte, ışık karanlıkta, yaşam ölürken; bomboş gökyüzünde uçarken parlar atmaca. -EA&#;NIN YARADILIŞI

7 BİR -SİSTEKİ SAVAŞÇILAR Başını, fırtına yüklü Kuzey Doğu Denizi&#;nden bir mil kadar yükseğe kaldıran tek bir dağdan oluşmuş Gont Adası, büyücüleriyle ünlüdür. Gont&#;un yüksek vadilerindeki kasabalarından, derin ve karanlık koylarındaki liman şehirlerinden, Adalar Diyarı&#;nın hükümdarlarına şehirlerde büyücü olarak hizmet eden veya Yerdeniz&#;de adadan adaya büyüler yaparak dolaşan birçok Gontlu çıkmıştır. Bazılarının anlattığına göre bunların en büyüğü, en azından en büyük gezgini, yaşadığı devirde hem ejderhalar efendisi hem de Başbüyücü olan Çevik Atmaca adında bir adammış. Çevik Atmaca&#;nın hayat hikâyesi gerek Ged&#;in Kahramanlıkları&#; nda gerekse başka şarkılarda anlatılmaktadır, ama bu öykü,onun ünlenmesinden, adına şarkılar yakılmasından önce olanların öyküsüdür. Çevik Atmaca, Kuzey Yakası Vadisi&#;nin başındaki dağın yükseklerine kurulu Onakçaağaç adında bir köyde dünyaya gelmişti. Bu vadinin çayır ve tarlaları köyün aşağısından kademe kademe denize doğru iner. Bölgedeki diğer kasabalar Ar Nehri&#;nin kıvrımlarına kurulmuştur. Köyün yukarısında ise sadece, zirvenin kayasına ve karnına doğru, tepe tepe yükselen bir orman vardır. Çocukken taşıdığı ad olan Duny, ona annesi tarafından verilmişti; zaten annesinin ona verebildiği, sadece hayatı ve ismi olmuştu çünkü daha Çevik Atmaca bir yaşına varmadan annesi ölmüştü. Köyün tunçustası olan babası pek konuşmayan, suratsız bir adamdı. Duny&#;nin altı ağabeyi de yaşça ondan oldukça büyük olduğundan, toprağı işlemek, denizlere açılmak veya tunç-ustası olmak için Kuzey Yakası Vadisi&#;ndeki başka kasabalara giderek ev-

8 den bir bir ayrılmışlardı. Çocuğu şefkatle yetiştirebilecek kimse kalmamıştı. Duny bir yaban gibi yetişti; kuvvetli bir ayrık otu; gürültücü, mağrur ve huysuz, boylu poslu, çevik bir oğlan. Köyün öteki çocukları ile birlikte dere kaynaklarının üzerindeki dik çayırlarda keçi otlatıyordu Duny; körükleri harekete geçirecek kadar kuvvetlenince de babası onu kamçı ve dayakla tunç işliğinde çırak olarak çalıştırmaya başlamıştı. Ama o pek bir işe yaramıyordu. Hep işten kaytarıp kaçıyor, ormanın derinliklerinde dolaşıyor, tüm Gont nehirleri gibi hızlı ve soğuk akan Ar Nehri&#;nin gölcüklerinde yüzüyor, sarp kayalık ve uçurumlardan ormanın tepesindeki, Perregal&#;dan sonra hiçbir adanın var olmadığı engin kuzey okyanusunu seyredebileceği zirvelere tırmanıyordu. Köylerinde, ölen annesinin bir kız kardeşi yaşıyordu. Bebekken yapılması gereken şeyleri bu teyzesi yerine getirmişti, fakat kadının da kendisine ait işleri vardı; Duny kendi başının çaresine bakabilecek bir duruma gelince de onunla artık hiç ilgilenmemeye başladı. Fakat bir gün, Duny henüz yedi yaşında, dünyadaki sanatlar ve güçler hakkında hiçbir şey bilmeyen cahil bir çocukken, teyzesinin kulübenin damına çıkıp aşağıya inmek istemeyen bir keçiye söylediği sözleri duydu: Keçi, teyzesinin söylediği tekerlemeyi duyunca hemen atlayıp yanına gitmişti. Ertesi gün, Yüksek Şelâle&#; deki çayırlarda, uzun kıllı keçileri otlatırken Duny anlamını, işlevini ve ne tür sözcükler olduğunu bilmeden, duymuş olduğu sözcüklerle onlara seslendi: Noth hierth malk man hiolk han merth han! Duny tekerlemeyi yüksek sesle haykırınca keçiler ona doğru geldiler. Hızla geldiler, hepsi bir arada ve hiç ses çıkarmadan. Sarı gözlerindeki karanlık yarıktan ona baktılar. Duny güldü ve ona keçiler üzerinde iktidar sağlayan tekerlemeyi bir kez daha haykırdı. Keçiler ona daha da yaklaştılar; ıkış tıkış etrafını sardılar. Birdenbire Duny keçilerin kalın sivri boynuzlarından, tuhaf gözlerinden ve tuhaf sessizliklerinden ürktü. Onlardan kurtulup kaçmak istedi. Etrafında bir yumak olmuş keçiler de onunla beraber koştular; sonunda bütün keçiler, görünmez bir iple bir araya bağlanmış gibi saldırırcasına köye vardılar, çocuk da ortalarında ağlıyor ve böğürüyordu. Köylüler keçilere sövmek ve oğlana gülmek için evlerinden dışarı fırladılar. Aralarından, oğlanın teyzesi geldi; o gülmüyordu. Keçilere bir şey söyledi ve hayvanlar büyüden kurtularak meleşip otlamaya başladılar. "Benimle gel," dedi teyzesi Duny&#;ye. Duny&#;yi, tek başına yaşadığı kulübesine götürdü. Genellikle buraya çocukların girmesine izin vermezdi; çocuklar da buradan korkarlardı zaten. Kulübe alçak ve karanlık, penceresizdi; civanperçemi, solucan otu ve defne gibi şifalı bitkilerden çıkan güzel kokularla doluydu. İçerde teyzesi ateşin önüne bağdaş kurarak oturdu, dağınık siyah saçlarının arasından yan gözle oğlana bakıp keçilere ne dediğini, tekerlemenin ne olduğunu bilip bilmediğini sordu. Oğlanın hiçbir şey bilmediği halde keçileri, yanına gelip onu izlemeleri için büyü ile bağladığını öğrenince Duny&#;nin, gücün malzemesine sahip olduğunu anladı. Kızkardeşinin oğlu olarak ona hiçbir şey ifade etmeyen bu oğlana, artık başka bir gözle bakmaya başladı. Onu övdü ve ona daha çok hoşlanacağı tekerlemeler öğretebileceğini söyledi. Bir salyangozu kabuğundan dışarı baktıracak bir sözcük veya bir şahini gökyüzünden çağıracak bir isim gibi.

9 "Evet, öğret bana o ismi!" dedi keçilerin uyandırdığı korkudan kurtulup, teyzesinin, ne kadar akıllı olduğu yolundaki övgüleriyle kasılmakta olan Duny. Cadı kadın "Eğer sana öğretirsem, hiçbir zaman o sözcüğü diğer çocuklara söylemeyeceksin," dedi. "Söz." Kadın onun bu istekli cahilliğine gülümsedi. "İyi o halde. Fakat sözünü bağlayacağım. Ben tekrar çözünceye kadar dilin bağlanacak, sana öğrettiğim sözü başka birinin duyabileceği bir yerde söyleyemeyeceksin. Sanatımızın sırlarını saklamamız gerek." "İyi," dedi oğlan. Çünkü arkadaşlarının bilmediği ve yapmadığı şeyleri bilmek ve yapmak düşüncesi hoşuna gittiğinden, sırrı oyun arkadaşlarına söylemeye hiç niyeti yoktu. Teyzesi dağınık saçını arkasına toplayıp elbisesinin kemerine düğüm attıktan sonra tekrar bağdaş kurup ateşe avuç avuç yaprak atarken, o, kıpırdamadan oturdu. Böylece ateşten çıkan duman yayılıp kulübenin karanlığını doldurdu. Kadın şarkı söylemeye başladı. Sesi zaman zaman değişiyor, yükselip alçalıyordu; sanki başka bir ses onun içinden şarkı söylüyormuş gibi. Şarkı sürdü de sürdü, ta ki oğlan uyanık mı, uyuyor mu olduğunu anlayamayacak hale gelinceye kadar. Tüm bu süre içinde de cadının hiç havlamayan yaşlı siyah köpeği, dumandan kanlanan gözleriyle oğlanın yanında oturdu. Sonra cadı kadın, Duny&#;ye anlamadığı bir dilde konuştu; sihir çocuğu etkisine alıp onu sessizleştirinceye kadar da, ona bazı tekerlemeleri ve sözleri birlikte söyletti. "Konuş!" dedi, tılsımı denemek için. Çocuk konuşamadı ama güldü. O zaman teyzesi çocuğun gücünden biraz korktu çünkü bu yapabildiği en güçlü büyüydü: Sadece konuşmasını denetim altına almaya ve onu susturmaya değil, aynı zamanda, sihir sanatında hizmette bulunması için onu kendisine bağlamaya çalışmıştı. Büyü onu bağladığı halde çocuk yine de gülebilmişti. Kadın bir şey söylemedi. Duman dağılıncaya kadar ateşin üzerine su döktü ve içmesi için oğlana su verdi. Odanın havası temizlenip çocuk tekrar konuşmaya başlayınca ona, şahinin çağrıldığında gelmesini sağlayan asıl ismini öğretti. Bu, Duny&#;nin tüm hayatı boyunca izleyeceği büyücülük yolundaki, bir gölgeyi avlamak için denizde ve karada, ölüm krallığının ışıksız kıyılarına kadar kovaladığı yoldaki, ilk adımıydı. Şahinleri adlarıyla çağırdığında, havadan kendisine doğru alçaldıklarını ve prenslerin avcı kuşları gibi bileğine şimşek kanatlarıyla konduklarını anladığı zaman, diğer isimlerin açlığını duyarak teyzesine gidip atmacanın da, balık kartalının da, kartalın da isimlerini öğrenmek istedi. Gücün sözcüklerini öğrenebilmek için cadının kendisinden istediği her şeyi yaptı; öğrendiklerinin hepsi yapması veya bilmesi hoş şeyler olmasa da, öğrettiği her şeyi öğrendi. Gont&#;ta bir söz vardır: Bir kadın büyüsü kadar zayıf. Bir söz daha vardır: Bir kadın büyüsü kadar habis. Onakçaağaç&#;ın cadısı kara büyücü değildi; Kadim Güçler&#;le bir alışverişi olmamış, yüksek sanatlarla da hiç uğraşmamıştı; ama cahil insanlar arasında yaşayan cahil bir kadın olarak yeteneğini, sık sık aptalca ve belirsiz amaçlara harcıyordu. Gerçek büyücülerin bildiği, yolunda hizmet verdiği ve büyülerini gerçekten gereksinim duyulmadan kullanmalarını engelleyen Denge ve Düzen hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Onun her durum

10 için bir büyüsü vardı ve sürekli tılsımlar yapıyordu. Bilgilerinin çoğu, beş para etmez birer hileydi; ayrıca gerçek büyüyü, sahte büyüden ayıramıyordu. Bir sürü hastalık tanıyordu; belki de hasta etmekte, iyi etmekten daha ustaydı. Birçok köy cadısı gibi aşk iksirleri kaynatabiliyordu; ama daha başka, daha çirkin iksirleri de vardı, erkeklerin kıskançlık ve nefretine yarayan. Fakat bu tür çalışmaları genç çırağından uzak tutuyor, ona, elinden geldiğince dürüst bir sanat öğretmeye çalışıyordu. İlk başlarda Ged&#;in büyücülük sanatından aldığı tüm zevk çocukçaydı; bu sanatın ona verdiği, hayvan ve kuşları etkilemesine yarayan güç ve bunların bilgisiydi. Tüm yaşamı boyunca da bundan hep zevk aldı. Onu sık sık yüksek çayırlarda, etrafında yırtıcı kuşlarla gören diğer çocuklar, ona Çevik Atmaca adını takmışlardı; gerçek isminin bilinmediği daha sonraki yaşamında, gündelik isim olarak taşıdığı bu ismi de böylece edinmiş oldu. Cadı kadın, bir sihirbazın insanlar üzerinde edinebileceği büyük gücü, şerefi ve zenginliği anlattıkça, Duny daha yararlı bilgiler edinmeye koyuldu. Çok çabuk öğreniyordu. Cadı onu övüyordu; köyün çocukları ise ondan korkmaya başladılar. Kendisi de, kısa bir süre sonra, insanlar arasında önemli biri olacağına emindi. Böylece on iki yaşına kadar cadıyla, kelime kelime, büyü büyü, çalışmaya devam etti ve kadının bildiği şeylerin çoğunu öğrendi. Cadı ona bulma, bağlama, onarma, açma ve ortaya çıkarma tılsımlarıyla ilgili ve şifalı otlar ve tedavi konusunda bütün bildiklerini öğretti. Halk şairlerinin öyküleri ve Büyük Kahramanlıklar hakkında bildiği her şeyi ona söyledi; öğretmeni olan sihirbazın kendisine öğrettiği Gerçek Lisan sözcüklerini, o da Duny&#;ye öğretti. Ayrıca Duny, Kuzey Yakası Vadisi&#;nde ve Doğu Ormanı&#;nda, bir kasabadan bir kasabaya gezen iklimciler ve gezgin hokkabazlardan, çeşitli numaralar, şakalar ve gözbağı tılsımları öğrenmişti. İşte, bu hafif tılsımların birinin sayesinde, içindeki büyük gücün varlığını kanıtladı. O günlerde Kargad İmparatorluğu güçlüydü. İmparatorluk, Kuzey ve Doğu Uçyöreleri arasında kalan dört ülkeden oluşur: Karego-At, Atuan, Hur-at-Hur, Atnini. Buralarda konuşulan dil Adalar Diyarı&#;nda veya diğer Uçyöreler&#;de konuşulan hiçbir dile benzemez; buraların insanları da, kanın renginden ve yanan köylerin kokusundan hoşlanan, beyaz tenli, sarı saçlı, vahşi, barbar insanlardır. Bir yıl önce kırmızı yelkenli gemilerden oluşan filolarının büyük gücüyle akınlar yaparak, Torikles ve güçlü bir ada olan Torheven&#;e saldırmışlardı. Bu olayın haberi kuzeye, Gont&#;a kadar geldi fakat Gontlu hükümdarlar kendi korsanlıklarıyla meşgul olduklarından diğer ülkelerin kederlerine pek aldırış etmediler. Derken Spevy de Karglar ın eline düştü, yağmalandı, yakıldı yıkıldı, halkı esir alındı; öyle ki burası hâlâ bir enkaz halindedir. Karglar zafer tutkusuyla Gont&#;un yanına kadar yanaşıp otuz büyük gemiyle, bir ordu halinde Doğu Limanı&#;na çıktılar. Savaştılar, şehri aldılar ve yaktılar. Gemilerini Ar Nehri&#;nin ağzında koruma altında bırakıp, önlerine çıkan hayvanları ve insanları keserek, yağmalayarak, yıkarak Vadi&#;den yukarı çıktılar. İlerledikçe gruplara ayrıldılar; her grup canının çektiği yere gitti. Bunların ellerinden kaçanlar, zirvedeki köyleri uyardılar. Kısa bir süre sonra da Onakçaağaç&#;taki insanlar, doğuda, gökleri karartan dumanları gördü; o gece Yüksek Şelâle&#;ye tırmananlar aşağıya, ince bir sis tabakası altında kalmış, hasata hazırken tutuşturulmuş tarlalardaki yangınlarla yol yol kırmızı görünen Vadi&#;ye; alev alev dallarda kızaran meyvalarıyla yanmış meyva bahçelerine; için için yanan harap çiftlik evlerine baktılar.

11 Köylülerin bir kısmı, koyaklardan kaçıp ormana gizlendi, bir kısmı hayatları pahasına savaşmak için hazırlandı; bir başka bölümü ise hiçbir şey yapmadan ağıtlar yakmaya başladı. Cadı kaçanlar arasındaydı. Kapperding Uçurumu&#;nda bir mağaraya gizlenip, mağaranın ağzını da büyülerle mühürledi. Duny&#;nin babası, yani tunçustası, kalanlar arasındaydı; elli yıldır çalıştığı tunç ocağını terk etmemişti. Bütün gece boyunca, elinde hazır bulunan madeni, mızrak ucu haline getirmek için döverek çalıştı. Diğerleri de onunla birlikte bu uçları kürek ve çapaların saplarına -yuva açıp adam gibi vidalayacak vakit olmadığındanbağlayarak çalıştılar. Köyde avlanmak için kullanılan oklardan ve bıçaklardan başka silah yoktu; çünkü Gont&#;un dağlarında yaşayan halk savaşçı değildir; onlar savaşçılarıyla değil, keçi hırsızları, deniz korsanları ve büyücüleriyle ünlüdür. Güneşin doğmasıyla beraber adanın yükseklerine, çoğu güz sabahında olduğu gibi, kalın, beyaz bir de sis çöktü. Onakçaağaç&#;ın kulübe ve evleri arasındaki sokaklarda, köylüler okları, yayları ve yeni yapılmış mızraklarıyla, Karglar&#;ın uzakta mı yakında mı olduğunu bilemeden, sessizce, hepsi de şekilleri, uzaklıkları ve tehlikeleri onlardan gizleyen sisin içine bakarak, bekliyorlardı. Duny onların yanındaydı. Bütün gece ateşi havayla besleyen tunç ocağının körüğünde, keçi tulumundan yapılmış körüğün saplarını indirip kaldırarak çalışmıştı. Şimdi ise kolları yapmış olduğu işten dolayı öylesine ağrıyor ve titriyordu ki, seçtiği mızrağı elinde tutamıyordu. Nasıl savaşacağına, kendisine veya köylülere nasıl yardımcı olacağına bir türlü aklı ermiyordu. Ya daha henüz bir çocukken, Karglı&#;nın birinin mızrağına saplanıp da ölürse diye endişelenmeye başladı: Ya gerçek adını, erkeklik adını öğrenmeden karanlıklar ülkesine giderse. Soğuk sisin neminden ıslanmış cılız kollarına bir baktı; kuvvetsizliğine hiddetlendi; kuvvetinin sınırlarını biliyordu. İçinde bir güç vardı. Bir de nasıl kullanıldığını bilse; bildiği tüm sihirler içinden kendisine ve beraberindekilere bir üstünlük, en azından bir şans sağlayabilecek hileler aradı. Fakat güç, sadece ihtiyaç olduğunda ortaya çıkmaz: Bilgi de olması gerekir. Sonunda berrak gökyüzünün zirvelerinde, tüm çıplaklığı ile parlayan güneşin sıcaklığı altında, sis dağılmaya başladı. Sis hareket edip büyük kümeler ve dumanlı huzmeler halinde aralandıkça, köylüler bir grup savaşçının dağdan yukarı doğru çıkmakta olduğunu gördü. Karglar tunçtan başlıklar ve baldır zırhları, kalın deriden göğüslükler, tahta ve tunçtan kalkanlar ile korunuyor; kılıç ve uzun Karg mızrakları taşıyorlardı. Ar&#;ın derin kıyısından dolana dolana, böbürlenerek, gürültüyle, dağınık bir sıra halinde, beyaz yüzlerinin seçilebileceği kadar yakına geldiler. Birbirlerine seslenirken kullandıkları anlaşılmaz sözcükler de duyuluyordu. Bu akıncı birlikte yüz kadar adam vardı, çok değil; ama köyde yalnızca on sekiz adam ve oğlan vardı. İşte o anda ihtiyaç bilgiyi çağırdı: Duny, Karglar&#;ın önünde uzanan yolun üzerindeki sisin incelip, dağıldığını görünce, yararlanabileceği bir büyüsü olduğunu fark etti. Oğlanı çırak olarak almaya çalışan Vadi&#;deki yaşlı bir iklimci, ona birkaç tılsım öğretmişti. Bu numaralardan birine, sisörme deniyordu; bu belli bir yerde, belli bir süre için sisi bir arada tutan birleştirici bir büyüydü. Bu tılsımla, gözbağı konusunda yetenekli bir kişi, sisi bir süre dayanıp sonra dağılan, hayalete benzeyen şekillere sokabilirdi. Oğlanın bu yeteneği yoktu, zaten onun niyeti de başkaydı; ayrıca büyüyü kendi amacı için kullanabilecek gücü vardı. Çabuk çabuk ve yüksek sesle köyün sınırlarını çizen yerlerin isimlerini söyledikten sonra sisörme büyüsünü tekrarladı; fakat bu büyünün arasına, gizleme büyüsünün sözlerini de

12 kattı ve en sonunda büyüyü harekete geçiren sözcüğü haykırdı. Tam büyüsünü bitirmişti ki, arkasından gelmekte olan babası kafasına hızlı bir şamar indirip onu yere serdi. "Adam gibi dur salak! Söylenmeyi bırak. Eğer dövüşemeyeceksen git de saklan!" Duny ayağa kalktı. Artık Karglar&#;ın köyün sınırına, sepicinin bahçesinin kıyısındaki ulu porsukağacının yanına kadar gelmiş olduklarını duyuyordu. Sesleri ve silahlarının şakırtısı netleşmişti; fakat yine de görünmüyorlardı. Sis, köyün üzerinde yoğunlaşmıştı, ışığı, insanın kendi ellerini göremeyeceği kadar zayıflatıyor, etrafı bulanıklaştırıyordu. "Hepimizi sakladım," dedi Duny, asık bir yüzle. Babasının vurduğu yer ağrıyordu çünkü; sonra çift yönlü yaptığı büyü de gücünü kurutmuştu. "Elimden geldiği kadar bu sisi burada tutacağım. Söyle öbürlerine, onları Yüksek Şelâle ye doğru çeksinler." Tunçustası bu garip ve nemli siste bir hayalet gibi duran oğluna baktı. Duny&#;nin söylemek istediğini anlaması bir dakikasını aldı, ama anlar anlamaz hemen öbürlerini bulup ne yapmaları gerektiğini bildirmek için -köyün her köşesini bucağını ezbere bildiğindensessizce koştu. Karglar bir evin damını tutuşturunca, gri siste, bir de kırmızı bir leke yayılmaya başlamıştı. Fakat Karglar hâlâ köye girmemişlerdi; sisin, ganimetlerini ve avlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serecek ölçüde dağılmasını bekliyorlardı. Evi yakılan sepici, Karglar&#;ın burunlarının dibine, düzenli bir şekilde gölgeden çıkıp bağırıp tekrar gölge içinde kaybolmaları için birkaç oğlan yolladı. Bu arada adamlar bahçe parmaklıklarının arkasından emekleyerek, evden eve koşarak diğer yönden Karglar&#;a yaklaşmışlar, bir yumak halinde duran savaşçılara ok ve mızraklarla saldırmışlardı. Karglar&#;dan biri, daha yeni dövülmüş sıcak tunçtan mızrağın boydan boya vücudunu delip geçmesiyle yere düştü. Bir kısmı da okla vuruldu, ama hepsi de çok sinirlenmişti. O zaman onlar da sisin içindeki çelimsiz saldırganlarına karşı saldırıya geçtiler; fakat karşılarında sadece seslerin yankılandığı bir sis kütlesi buldular. Önlerindeki sisi, büyük, tüylü ve kanlı mızraklarıyla delerek sesleri izlediler. Cadde boyunca bağıra çağıra ilerlediler. Boş evler ve kulübeler, kıpır kıpır gri sisin içinden belirip belirip kaybolurken, köyün içinden geçip gittiklerini anlamamışlardı bile. Köylüler etrafı çok iyi tanıdıklarından, çoğu önde dağınık bir şekilde koşuyorlardı. Fakat bazıları, oğlan çocukları ve yaşlılar yavaştı. Karglar&#;ın ayakları bunlara takılınca, savaş çığlıkları atarak ya mızraklarını çektiler ya da kılıçlarıyla deştiler. Atuan&#;ın Beyaz Kardeş Tanrıları&#;nın isimlerini haykırdılar: "Wuluah! Atwah!" Gruptakilerin bir kısmı, ayaklarının altındaki toprağın sertleştiğini fark edince durdu, fakat diğerleri hemen burunlarının dibinde ilerleyen loş ve titrek şekilleri izleyerek hayalet köyü aramak için yollarına devam etti. Tüm sis, dört bir yandan kaçışan, titreyen, solan şekillerle canlanmış gibiydi. Bir grup Karg, hayaletleri dosdoğru Ar&#;ın kaynaklarının bulunduğu uçurum kenarına, Yüksek Şelâle&#;ye doğru kovaladı. İzledikleri şekiller, önlerindeki boşluğa doğru kaçıp, incelmekte olan sisin içinde kayboldular. Onları izleyenler, çığlıklar atarak önce sisin, ardından da aniden beliren güneş ışığının arasından, otuz metre aşağıya, kayaların arasındaki sığ göllere düştü. Onların ardından gelip de düşmemiş olanlar, uçurumun kenarında durup, sesleri dinlediler.

13 O zaman Karglar&#;ın içine bir endişe düştü; bu acaip siste köylüleri değil, birbirlerini aramaya koyuldular. Tepenin olduğu tarafta bir araya geldiklerinde, yine de aralarında, arkadan koşup gelip bıçaklayan ve sonra tekrar yok olan, hayalete benzeyen, başka şekiller vardı. Karglar birdenbire gri renkli kör sisten çıkıp da sabah güneşi altında çıplak ve parlak duran nehri ve köyün altındaki koyakları görünceye kadar, yokuşaşağı, düşe kalka ve sessizce koşmaya başladılar. Sonra durdular, bir araya geldiler ve geriye baktılar. Dalgalanan ve kıvrılan gri bir duvar yolun öte yanında, gerisindeki her şeyi saklayarak, bomboş duruyordu. Duvardan ise sadece, geride kalmış, uzun mızrakları omuzlarından sallanan bir iki arkadaşları, tökezleyerek saldırırcasına çıktı. Arkalarına bile bakmadan gittiler. Hepsi bu büyülü yerden uzaklara, aşağıya indi. Bu savaşçılar, Kuzey Yakası Vadisi&#;nin daha aşağılarında savaştan nasiplerini aldılar. Ovark&#;tan kıyıya kadar uzanan Doğu Ormanı kasabalarındaki adamlar toplanarak, Gont&#;u istila edenlere karşı savaşmaya gitti. Gruplar halinde dağlardan aşağıya indiler; o gün ve ertesi gün Karglar Doğu Limanı&#;nın üstündeki kumsallara kadar geri püskürtüldü. Buraya vardıklarında gemilerinin yakılmış olduğunu gördüler; bunun üzerine sırtlarını denize vererek, hepsi ölünceye kadar savaşa devam etti. Armouth&#;ın kumları, gelgit temizleyinceye kadar, kanla kahverengiye boyandı. Fakat, o sabah Onakçaağaç köyünde ve Yüksek Şelâle&#;de nemli gri sis, bir süre daha asılı kaldıktan sonra aniden dağıldı ve eridi gitti. İnsanlar, orada burada, sabahın rüzgârlı parlaklığında kalakaldılar ve merakla çevrelerine bakındılar. Burada, kanlar içinde, dağılmış uzun sarı saçlarıyla ölü bir Karg yatıyordu; orada ise dövüş sırasında bir kral gibi ölmüş olan sepici. Köyde, ateşe verdikleri ev hâlâ alev alevdi. Savaşı kazandıklarından, evi söndürmek için koştular. Sokakta ulu porsukağacının yanında, tunçustasının oğlu Duny&#;yi tek başına, yaralanmamış ama afallamış biri gibi sessiz ve aptal aptal dururken buldular. Yapmış olduğu şeyin farkındaydılar; onu babasının evine götürdüler, cadıyı mağarasından çıkıp canlarını ve mallarını kurtarmış olan bu delikanlıyı kurtarsın diye çağırmaya gittiler. Karglar tarafından sadece dört kişi öldürülmüş ve bir ev yakılmıştı. Oğlan silahla yaralanmamıştı ama ne yemek yiyebiliyor, ne konuşabiliyor, ne de uyuyabiliyordu; kendisine söylenen sözleri duymuyor, kendisini görmeye gelenleri görmüyor gibiydi. O yörelerde, onu hasta eden şeyden kurtaracak kadar büyüden anlayan biri yoktu. Teyzesi "gücünden fazlasını harcadı," dedi, ama ona yardım edecek bilgisi yoktu. O, bu şekilde karanlıklar içinde sessiz yatarken, bir sis örerek bir sürü gölge sayesinde Karglı cengâverleri korkutup kaçıran delikanlının öyküsü, tüm Kuzey Yakası Vadisi&#;nde, Doğu Ormanı&#;nda, yüksek dağlarda, dağların ardında, hatta Gont&#;un Büyük Limanı&#;nda bile anlatıldı. Böylece Armouth&#;daki kıyımın beşinci gününde Onakçaağaç köyüne bir yabancı geldi: Başı açık, pelerinli, kendi boyunda meşe bir asa taşıyan, ne genç ne yaşlı bir adam. Çoğu insan gibi Ar yolundan çıkarak değil, daha yüksek dağlardaki ormandan inerek geldi. Onun bir büyücü olduğunu hemen anlayan köyün kadınları, adam dertlerine deva olabileceğini söyleyince, onu doğruca tunçustasının evine getirdiler. Oğlanın babası ve teyzesi dışında herkesi dışarı çıkaran Yabancı, sadece, karanlıklara dalmış gözlerle yatan Duny&#;nin karyolasının üzerine eğilip, elini oğlanın anlına koyup, dudaklarına bir kez

14 dokundu. Duny, etrafına bakınarak yavaş yavaş doğruldu. Kısa bir süre sonra da konuştu; kuvveti ve açlık hissi geri gelmeye başladı. Ona yemesi ve içmesi için bir şeyler verdiler. Kara gözlerini yabancıdan alamayan Duny, tekrar yattı. Tunçustası, yabancıya, "Sen pek öyle sıradan bir adama benzemiyorsun," dedi. "Bu çocuk da sıradan bir adam olmayacak," diye cevap verdi diğeri. "Onun sis ile yaptığı kahramanlıklar, yaşadığım yer olan Re Albi&#;ye kadar geldi. Buraya ona adını takmaya geldim, tabii eğer dedikleri gibi henüz erkekliğe adımını atmadıysa." Cadı tunçustasına, "Enişte, bu adam mutlaka Re Albi Büyücüsü Sessiz Ogion&#;dur; zelzeleye dizgin vuran adam" diye fısıldadı. "Beyim," dedi büyük isimlerden çekinmek gibi bir huyu olmayan tunçustası, "önümüzdeki ay oğlum on üç yaşında olacak ama biz Geçiş&#;i, bu kış, Gündönümü eğlentilerinde gerçekleştirmeyi düşündük." "Bırakın bir an önce bir ismi olsun," dedi büyücü, "çünkü bir isme ihtiyacı var. Şimdi başka bir işim var, fakat sizin seçtiğiniz gün geri geleceğim. Ondan sonra giderken, eğer uygun görürseniz onu da yanımda götüreceğim. Eğer uygun olduğunu kanıtlayabilirse, onu çırağım olarak yanıma alacağım veya yeteneklerine göre eğitilmesini sağlayacağım. Büyücü olarak doğmuş birinin aklını karanlıkta bırakmak tehlikelidir." Ogion çok kibar ama kesin bir tarzda konuşuyordu; dikkafalı tunçustası bütün söylediklerini kabul etti. Oğlanın on üç yaşını doldurduğu gün, daha parlak yapraklar ağaçların dallarından düşmeden, sonbaharın güzelliklerinin yeni yeni yaşanmaya başladığı günlerde, Ogion Gont Dağı&#;ndaki gezilerinden, köye geri döndü; böylece Geçiş töreni yapıldı. Cadı oğlandan, annesinin ona bir bebekken vermiş olduğu Duny ismini geri aldı. Çocuk isimsiz ve çıplak olarak yüksek uçurumların dibinden fışkıran Ar&#;ın soğuk kaynaklarına girdi. O suya girerken, güneşin önünden su bulutları geçti ve gölcükte çocuğun etrafındaki suların üzerinde büyük gölgeler kayıp oynaştı. Çocuk bu canlı ve çivi gibi suda, soğuktan titrese de, davranması gerektiği gibi, yavaşça ve dimdik yürüyerek karşı kıyıya geçti. Kıyıya gelince, kendisini beklemekte olan Ogion elini uzattı ve oğlanı kolundan kavrayarak ona gerçek ismini fısıldadı: Ged. Böylece adı, güçlerin kullanımı konusunda çok zeki olan birisi tarafından takılmış oldu. Daha eğlentilerin bitmesine çok varken; daha bütün köylüler bol yiyecek ve içecek bira ile Vadi&#;den gelen bir okuyucunun söylediği Ejderha Efendilerinin Kahramanlıkları türkülerini dinleyerek eğlenirken, büyücü alçak sesle Ged&#;e "Haydi oğlum. Köy halkıyla vedalaş, bırak onlar eğlensinler," dedi. Ged, babasının kendisi için yaptığı tunç bıçak, sepicinin karısının ona göre diktiği deri bir kaban ve teyzesinin onun için tılsımladığı akçaağaçtan bir bastondan ibaret olan eşyasını aldı. Pantolonu ve gömleğinden başka, bütün sahip olduğu şeyler bunlardı. Hepsiyle vedalaştı; dünyada tanımış olduğu tüm insanlarla. Nehrin kaynaklarının yukarısında, uçurumun altına dağılmış köye bir kez baktı. Sonra yeni ustasıyla, bu dağlık adanın dik ormanları, aydınlık sonbaharın yaprakları ve gölgeleri arasından yola koyuldu.

15 İKİ -GÖLGE Ged, büyük bir büyücünün çırağı olarak, hemen gücün sırrına erip, ona hâkim olacağını sanmıştı. Hayvanların dillerini, ormanın yapraklarının söylediklerini anlayacağını sanmıştı; sözüyle rüzgârı etkileyeceğini, istediği her kılığa gireceğini Belki de ustasıyla beraber Re Albi&#;ye gitmek için geyik olup koşacak veya kartal olup dağların üstünden uçacaklardı. Fakat hiç de öyle olmadı. Önce Vadi&#;den aşağı, sonra da yavaş yavaş dağı dolanarak, güneye ve batıya doğru, küçük köylerde kendilerine sunulan yerlerde ya da doğanın koynunda geceleyerek dolaştılar; yoksul gezgin sihirbazlar, tamirciler veya dilenciler gibi. Hiç de öyle gizemli yerlere gitmediler. Hiçbir şey olmadı. İlk başlarda Ged&#;in sabırsız bir korkuyla baktığı büyücünün meşe asası, anlaşılan yürürken kullanmak için yapılmış sağlam bir bastondan başka bir şey değildi. Aradan üç gün geçti, dört gün geçti, yine de Ogion, Ged&#;in gördüğü kadarıyla ne bir büyücülük yaptı, ne de ona bir tanecik isim, tek bir rün veya tılsım öğretti. Ogion çok sessiz bir adam olduğu halde, son derece yumuşak ve sakindi; öyle ki

16 sonunda Ged ona karşı duyduğu korkuyu yenerek, birkaç günde ustasına "Benim çıraklığım ne zaman başlayacak acaba?" diye sorabilecek kadar cesaretlendi. "Başladı," dedi Ogion. Sanki Ged&#;in söyleyecek bir şeyi varmış da söyleyemiyormuş gibi bir sessizlik oldu. Sonra söyledi: "Ama daha hiçbir şey öğrenmedim!" "Çünkü benim ne öğrettiğimi henüz keşfedemedin," diye cevap verdi büyücü, Ovark ve Wiss arasındaki yüksek geçitte yoluna kararlı ve büyük adımlarla devam ederek. Çoğu Gontlu gibi esmer bir adamdı, koyu bakır renginde; gri saçlı, bir tazı kadar ince, dayanıklı ve yorulmak bilmez. Seyrek konuşur, az yer ve daha da az uyurdu. Gözleri ve kulakları çok keskindi; yüzünde her zaman, bir şeyleri dinliyormuş gibi bir ifade taşıyordu. Ged ona cevap vermedi. Bir büyücüye cevap vermek her zaman o kadar kolay değildir. "Tılsımlar yapmak istiyorsun," dedi Ogion, büyük adımlarla yürürken. "O kuyudan çok su çektin. Bekle. Erkeklik, sabretmek demektir. Ustalık ise dokuz kez sabretmek demektir. Yolun kenarındaki o ot nedir?" "Samançiçeği." "Ya bu?" "Bilmiyorum." "Ona dörtyaprak derler." Ogion asasının bakır ucunu cılız otun dibine batırarak durmuştu, böylece Ged bitkiye yakından baktı; bitkiden kuru bir tohum zarfı kopardı ve Ogion başka bir şey söylemediği için sonunda sordu: "Ne işe yarar Usta?" "Bildiğim kadarıyla hiçbir işe." Yola devam ederlerken Ged tohum zarfını elinde tutuyordu, sonra fırlattı attı. "Dörtyaprağı her mevsimde, yaprağıyla, çiçeğiyle, köküyle, kokusundan, görünüşünden ve tohumundan tanıyacak hale gelince, o zaman gerçek ismini öğrenebilirsin; varlığının ne olduğunu kavradığın için. Bu da kullanımını bilmekten daha önemlidir. Sonuç olarak, sen ne işe yarıyorsun? Ya da ben? Gont Dağı bir işe yarar mı? Ya da Açık Deniz?" Ogion yarım mil daha gittikten sonra nihayet "Duyabilmek için susmak gerekir," dedi. Oğlan kaşlarını çattı. Aptal yerine konmaktan hoşlanmıyordu. Sonunda Ogion ona bir şey öğretmeye razı olur umuduyla, içerlemesini ve sabırsızlığını bastırarak, itaatkâr olmaya çalıştı. Bir şeyler öğrenmek ve güç kazanmak için büyük bir açlık duyuyordu. Yine de ona, bir şifalı ot toplayıcısı veya köy sihirbazıyla yürüseydi daha çok şey öğrenirdi gibi gelmeye başladı. Ve dağı dolanıp batıya, Wiss&#;ten sonraki ıssız ormanların içlerine doğru gittikçe, bu büyük Büyücü Ogion&#;un büyüklüğünden ve sihrinden gitgide daha çok kuşkulanmaya başladı. Çünkü yağmur yağdığında Ogion, her basit iklimcinin bildiği, fırtınayı uzaklaştırmaya yarayan büyülerden birisini bile yapmadı. Enlades ve Gont gibi sihirbazı bol ülkelerde, yağmur bulutlarının bir tılsımdan bir tılsıma ilerleyerek, sonunda yükünü huzur içinde denize boşaltıncaya kadar, yavaş yavaş bir yandan bir yana, bir yerden bir yere hareket ettiğini görebilirsiniz. Oysa Ogion yağmurun yağacağı yere yağmasına izin veriyordu. Ogion büyük bir köknar ağacı bulup altına uzandı. Ged ise sular süzülen çalıların arasına ıslak ve mutsuz kıvrıldı; güce sahip olup da onu kullanmayacak kadar akıllı olmanın

17 ne işe yaradığını merak etti ve Vadi&#;deki iklimcinin yanına, en azından kuru yerde uyuyabileceği bir yere çırak gitmiş olmayı diledi. Düşüncelerinin hiçbirini açıklamadı. Bir tek söz söylemedi. Ustası gülümsedi ve yağmur altında uykuya daldı. Gont tepelerine ilk karın düşmeye başladığı Gündönümü&#;ne doğru, Ogion&#;un köyü Re Albi&#;ye vardılar. Overfell&#;in yüksek kayalarının kıyısına kurulmuş olan kasabanın adı Şahin Yuvası anlamına geliyordu. Aşağıya bakınca insan, derin körfezi, Gont Limanı&#;nın kulelerini, körfezin ağzından Armed Kayalıkları arasından gemilerin giriş çıkışlarını görebiliyordu. Deniz üzerinden iyice batıya bakınca, İç Adalar&#;ın en doğusundaki ada olan Oranea&#;nın mavi dağları da seçilebiliyordu. Büyücünün evi, bir ateş çukuru yerine ocağı ile bacası olan ahşaptan sağlamca yapılmış büyük bir ev olduğu halde, Onakçaağaç köyünün kulübelerine benziyordu: Bir köşesine keçiler için de yer ayrılmış, bir tek odadan ibaretti. Odanın batı duvarında, Ged&#;in yattığı bir girinti vardı. Ot şiltesinin üzerinde, denize bakan bir pencere vardı; fakat kışları batıdan ve kuzeyden gelen kuvvetli rüzgârlara karşı kepenklerinin genellikle kapalı olması gerekiyordu. Ged kışı, evin karanlık sıcağında, dışardaki yağmurun ve rüzgârın sesini veya karın sessizliğini dinleyerek ve Hard dilinin Altı Yüz Rünü&#;nü yazmayı ve okumayı öğrenerek geçirdi. Ged bu bilgileri öğrenmekten çok mutluydu; çünkü bunları bilmeden tılsım ve büyülerin sadece ezberlenmesi, insana tam anlamıyla bir ustalık kazandırmıyordu. Adalar Diyarı&#;nın Hard dili, diğer dillerden farklı olarak büyülü bir güce sahip olmadığı halde, kökleri varlıkların gerçek adlarını aldıkları Kadim Lisan&#;a dayanıyordu. Bu lisanı anlamak için de, dünya adaları ilk olarak denizden çıktıkları zaman yazılmış olan Rünlerle işe başlamak gerekiyordu. Hâlâ, hiçbir büyü, hiçbir olağandışı olay görmemişti. Bütün kış boyunca Rün kitabının ağır sayfalarının karıştırılmasından, yağmur ve karın yağmasından başka hareket olmamıştı. Bir de Ogion, buz gibi havalarda yaptığı orman gezilerinden veya keçilerinin bakımından döner, çizmelerindeki karı silkip sessizce ateşin karşısında otururdu. Büyücünün, uzun ve dinleyen sessizliği odayı ve Ged&#;in aklını doldururdu, öyle ki bazen kelimelerin nasıl söylendiklerini unuttuğunu zannederdi Ged; en sonunda Ogion konuşunca, ona, sözcükleri Ogion hemen o anda, ilk kez icat ediyormuş gibi gelirdi. Yine de söylediği sözler, öyle önemli konularda olmazdı da ekmek, su, hava ve uyku gibi basit şeyler olurdu. Canlı ve parlak bahar ayları gelince, Ogion Ged&#;i, sık sık Re Albi&#;nin yukarlarındaki çayırlardan şifalı otlar toplamaya yolladı ve bütün gününü yağmur suyuyla dolmuş derelerin kenarlarında, ormanlarda ve güneş altındaki ıslak yeşil tarlalarda gezerek geçirmesi için serbest bırakarak, istediği kadar oyalanabileceğini söyledi. Ged her seferinde sevinçle gidip akşama kadar dışarda kaldı, fakat şifalı otları da tümüyle aklından çıkarmadı. Tırmanırken, gezerken, sularda ve çamurlarda yürürken, keşfederken, bir yandan da otlara dikkat ediyor ve eve hep biraz ot götürüyordu. Bir gün &#;kutsal beyaz&#; denen bir çiçeğin bol bulunduğu iki dere arasında kalan bir çayırlığa geldi; bu çiçekler nadir bulunduğundan ve şifacılar bunlara değer verdiğinden, ertesi gün de aynı yere gitti. Ondan önce bir başkası oraya gelmişti bu kez; daha önce görmüş olduğu bir kız; Re Albi Lordu&#;nun kızı. Ged onunla konuşmayacaktı ama kız Ged&#;e doğru gelip, onu tatlı tatlı selamladı: "Seni tanıyorum, sen Çevik Atmaca sın, büyücümüzün evlatlığı. Bana büyücülük hakkında bir şeyler söyler misin?"

18 Ged kızın beyaz eteklerinin süpürdüğü beyaz çiçeklere baktı; ilk başlarda utandı, suratını astı ve zar zor cevap verdi. Fakat kız, yavaş yavaş onu da rahatlatan umursamaz, ısrarlı ve açık sözlü bir şekilde konuşmaya devam etti. Aşağı yukarı onun yaşlarında, uzun boylu, neredeyse beyaz tenli denecek kadar solgun bir kızdı. Köyde, annesinin Osskil veya öyle yabancı bir adadan gelmiş olduğu söyleniyordu. Saçı dümdüz, siyah bir şelâle gibi omuzlarına dökülüyordu. Ged kızı çok çirkin buldu ama konuştukça, giderek artan bir arzuyla onu mutlu etmek, onun takdirini kazanmak istedi. Kız Ged&#;e, Karglı savaşçıları yenmelerine neden olan sis ile yaptığı numaraların tüm öyküsünü anlattırdı. Çok şaşırmış ve takdir etmiş gibi dinledi ama hiç onu öven sözler söylemedi. Bir süre sonra da başka bir dala atladı: "Hayvanları ve kuşları çağırabilir misin?" diye sordu. "Çağırabilirim," dedi Ged. Çayırın yukarısındaki uçurumda bir şahin yuvası olduğunu biliyordu; kuşu adıyla çağırdı. Kuş geldi ama koluna konmadı, belli ki kızın varlığından ürkmüştü. Bir çığlık attı, çizgili geniş kollarıyla havayı dövüp göklere yükseldi. "Şahinin gelmesini sağlayan bu tür efsunlara ne diyorsunuz?" "Çağrı büyüsü." "Ölülerin ruhlarını da, sana gelmeleri için çağırabilir misin?" Ged, kız bu soruyu sorunca, şahin tam anlamıyla onun çağrısına itaat etmediği için, kendisiyle eğlendiğini düşündü. Kızın kendisiyle eğlenmesine izin veremezdi. "Dilersem çağırabilirim," dedi sakin bir sesle. "Ruhları çağırmak zor ve tehlikeli değil midir?" "Zor olmasına zor. Tehlikeli mi, bilemem." Omuzlarını silkti. Bu kez kızın gözlerinde bir takdir izi olduğuna, hemen hemen emindi. "Bir aşk efsunu yapabilir misin?" "O ustalık isteyen bir şey değil ki." "Doğru," dedi kız, "her köy cadısı bunu yapabilir. Dönüşüm büyüleri yapabilir misin peki? Büyücülerin görüntülerini değiştirdiklerini söylüyorlar, sen de yapabilir misin?" Bir kez daha kızın, soruyu alay etmek için sorup sormadığına emin olamadı; bir kez daha, "dilersem yaparım," diye cevap verdi. Kız, kendisini dilediği herhangi bir şeye çevirmesi için -ister bir şahine, ister bir boğaya, ister ateşe, isterse de bir ağaca- yalvarmaya başladı. Kızı ustasının kullandığı, kısa, gizemli sözlerle atlattı; fakat kız onu tatlı sözlerle kandırınca, açıkça reddetmeyi bilemedi. Ayrıca kendisi de atıp tuttuklarına inanıp inanmadığını pek bilemiyordu. Ustası büyücünün onu evde beklediğini söyleyerek kızdan aynldı ve ertesi gün çayıra gitmedi. Fakat bir gün sonra kendi kendine, açan çiçeklerden biraz daha toplaması gerektiğini söyleyerek, bir kez daha gitti. Kız oradaydı; birlikte kutsal beyaz tomurcukları toplayarak çamurlu çimlerin üzerinde yalınayak koştular. İlkbahar güneşi parlıyor, kız da onunla eski köyündeki bir keçi çobanı kadar neşe içinde konuşuyordu. Kız tekrar sihirbazlık hakkında sorular sordu ve Ged&#;in anlattığı her şeyi gözlerini faltaşı gibi açarak dinledi; böylece oğlan tekrar böbürlenmeye başladı. Derken kız ona bir Dönüşüm büyüsü yapıp yapamayacağını sordu. Ged kızı atlatınca

19 da saçlarını yüzünden arkaya doğru atarak oğlana baktı ve "Korkuyor musun?" dedi. "Hayır, korkmuyorum." Kız ona tepeden bakarak güldü ve "Belki de çok küçüksündür," dedi. İşte buna katlanamazdı. Pek bir şey söylemedi fakat kendisini kanıtlamaya kesin karar verdi. Kıza, eğer isterse ertesi gün tekrar çayıra gelmesini söyledi, ayrılmak için izin istedi ve ustası dönmeden eve vardı. Doğruca raflara gidip henüz Ogion&#;un onun yanında hiç açmadığı iki İrfan Kitabı&#;nı aldı. Kendini dönüştürmek için bir büyü aradı fakat hâlâ rünleri çok yavaş okuduğundan ve okuduğunu da pek anlamadığından, aradığı şeyi bulamadı. Ogion&#;a ustası Kâhin Heleth ten, Kâhin Heleth&#;e de kendi ustası Perregal Büyücüsü&#;nden kalan ve kökleri efsanevi zamanlara dayanan bu kitaplar çok eskiydi. Şimdiye kadar toprak olmuş birçok değişik el tarafından üzerinden geçildiğinden ve aralarına yeni bilgiler eklendiğinden, kitapların yazısı, küçük ve garipti. Ged yine de, orada burada okumaya çalıştığı şeylerin bazılarını anlıyordu. Aklının bir köşesinde kızın sorusu ve alayı, kitabı karıştırırken ölülerin ruhlarının çağırılmasıyla ilgili bir büyünün yazılı olduğu bir sayfada durdu. Teker teker işaretleri ve rünleri çözerek büyüyü okudukça, içini bir korku kapladı. Gözleri kitaba takılıp kalmış, büyüyü okumayı bitirinceye kadar da gözlerini kitaptan ayıramamıştı. Gözlerini kaldırdığında, evin zifiri karanlık olduğunu gördü. Karanlıkta, ışık olmadığı halde okumuştu. Kitaba bir kez daha baktığında, rünleri okuyamadı. Yine de içindeki korku gittikçe büyüyor, onu sandalyesine bağlıyordu. Üşümüştü. Omuzundan bakınca, kapalı kapının yanında, karanlıktan da karanlık şekilsiz, pıhtı bir şeyin süründüğünü gördü. Ona doğru ilerliyor, ona fısıldıyor; fısıldayarak onu çağırıyor gibiydi. Ama Ged sözcükleri anlayamıyordu. Kapı sonuna kadar açıldı. İçeriye, çevresinde beyaz bir ışık kümesiyle bir adam girdi; yüksek sesle, hiddetli ve aniden konuşan büyük parlak bir şekil. Karanlık ve fısıltılar yok olarak dağıldı. Ged içinde bulunduğu dehşetten kurtuldu ama hâlâ ödü kopuyordu; çünkü kapıda, elindeki meşe asası beyaz bir parlaklıkla alev alev yanan, etrafa ışık saçarak duran Büyücü Ogion&#;du. Büyücü tek bir söz söylemeden Ged&#;in yanından geçip lambayı yaktı ve kitapları raflardaki yerlerine koydu. Sonra oğlana döndü ve "O büyüyü, hayatını ve gücünü tehlikeye atmadan kullanamazsın. Kitapları, bu büyüyü bulmak için mi açmıştın?" dedi. "Hayır usta," diye mırıldandı oğlan; utanarak Ogion&#;a ne aradığını ve neden aradığını anlattı. "Sana söylediğim şeyleri hatırlamıyorsun. Sana o kızın annesinin, yani Lord&#;un karısının, efsunlarla uğraşan bir kadın olduğunu söylememiş miydim?" Gerçekten de Ogion, bir keresinde bunu söylemişti; Ogion un bir nedeni olmadan, boşu boşuna konuşmayacağını şimdiye kadar öğrenmiş olmasına rağmen Ged, bu sözlere pek kulak asmamıştı.

20 "Kız şimdiden yarı cadı. Kızı seninle konuşması için annesi yollamış olabilir. Kitabın senin okuduğun sayfasını açan o olabilir. O kadının hizmet ettiği güçler benim hizmet ettiğim güçlerle aynı değil. Kadının amacının ne olduğunu bilmiyorum ama hakkımda hayırlı şeyler istemediğini biliyorum. Ged, şimdi beni iyi dinle. Tehlikenin gücü, gölgenin ışığı kuşattığı gibi kuşatacağını hiç düşünmedin mi? Sihir, zevk için veya övülmek için oynadığımız bir oyun değildir. Şunu düşün: Bizim Sanatımız&#;daki her söz, her hareket ya hayır için ya da şer için yapılır. Bir şey söylemeden veya bir şey yapmadan önce, ödemen gereken bedeli bilmen gerekir!" Utancın etkisiyle Ged "siz bana hiçbir şey öğretmezken, bunları bilmemi nasıl beklersiniz? Sizinle yaşadığımdan beri, ne bir şey yaptım, ne de bir şey gördüm" dedi. "Şimdi bir şey gördün işte," dedi büyücü. "İçeri girdiğimde, kapının yanında, karanlıkta." Ged sustu. Ogion diz çöküp ocaktaki ateşi yaktı; ev soğumuştu. Sonra, hâlâ dizlerinin üzerindeyken sakin bir sesle, "Ged, benim genç şahinim, sen bana veya benim hizmetime bağımlı değilsin. Sen bana gelmedin, ben sana geldim. Sen bu seçimi yapmak için çok gençsin ama yine de ben senin yerine karar veremem. Eğer istersen seni, bütün yüksek sanatların öğretildiği Roke Adası&#;na yollarım. İstediğin her şeyi öğrenebilirsin, senin çok büyük bir gücün var. Hatta gururundan da büyük; umarım. Seni burada tutmak isterim çünkü sende olmayan şey bende var; ama seni isteğinin dışında burada tutamam. Şimdi, Re Albi ile Roke arasında bir seçim yap," dedi. Ged sesini çıkarmadan durdu, çok şaşırmıştı. Onu tek bir dokunuşuyla iyileştiren, içinde hiç kızgınlık olmayan bu adamı sevmeye başlamıştı. Onu sevdiğini bu ana kadar fark etmemişti. İçindeki parlaklıkla, karanlıktaki kötülüğü nasıl yaktığını hatırlayarak bacanın kenarına dayanmış olan meşe asaya bakınca, içinde Ogion la kalıp, onunla ormanda uzun ve uzak yollara gitmek ve sessiz olmayı öğrenmek için bir istek duydu. Ama yine de, içinde, bastıramadığı başka arzular da vardı; zafere duyulan istek, bir şeyler başarma niyeti gibi. Deniz rüzgârlarının sayesinde, dosdoğru İç Deniz&#;e, havanın büyüyle pırıl pırıl parladığı ve Başbüyücü&#;nün akıl almaz mucizelerin arasında gezindiği Bilgeler Adası&#;na gitmek varken, Ogion&#;un yolu, ustalığa giden uzun bir yol gibi görünüyordu; yavaş ilerlenen, dolaylı bir yol. "Usta," dedi, "ben Roke&#;a gideceğim." Böylece birkaç gün sonra, güneşli bir bahar sabahında Ogion, Gont un Büyük Limanı&#;ndan on beş mil uzakta olan Overfell&#;den aşağıya giden dik yolda, Ged&#;in yanında uzun adımlarıyla yürüdü. Büyük Liman&#;ın kapısında ejderha heykellerinin arasında duran Gont Şehri&#;nin nöbetçileri büyücüyü görünce, onu çıplak kılıçları ile diz çöküp karşıladılar. Büyücüyü tanıyorlardı; Prens&#;in emri ve kendi istekleri doğrultusunda ona saygı gösteriyorlardı; çünkü on yıl önce Ogion, şehri zenginlerin kulelerini yerle bir edecek ve Armed Kayalıkları geçidini çığla kapayacak olan bir zelzeleden kurtarmıştı. Gont Dağı ile konuşup onu sakinleştirmiş, Overfell&#;in titreyen sarp kayalıklarını ürkmüş bir yabani hayvanı yatıştırır gibi yatıştırmıştı. Ged bu konuda söylenenlerden bazılarını duymuştu, şimdi ise silahlı nöbetçilerin sessiz ustasının önünde diz çöktüklerini görünce, her şeyi hatırladı. Bir zelzeleyi durduran bu adama korkuyla baktı fakat Ogion un yüzü her zamanki gibi sakindi.

21 Rıhtıma gittiler. Liman şefi, Ogion&#;u karşılamak ve ona ne gibi bir yardımı dokunabileceğini sormak için onlara yaklaştı. Büyücü ne istediğini söyler söylemez, o da Ged&#;in yolculuk yapabileceği, İç Deniz&#;e doğru yola çıkacak olan bir gemi olduğunu söyledi. "Ya da onu rüzgârçağırıcı olarak alırlar," dedi adam, "eğer öyle bir hüneri varsa. Gemide iklimci yok." "Sis konusunda biraz bilgisi var; deniz rüzgârları hakkında bir şey bilmiyor," dedi büyücü, elini yavaşça Ged&#;in omuzuna koyarak. "Sakın deniz ve deniz rüzgârları üzerine bir numara yapmaya kalkma Çevik Atmaca; sen hâlâ kara adamısın. Şef, geminin ismi ne?" "Gölge, Andradeler&#;den, kürk ve fildişi ile Hort Şehri&#;ne gidiyor. İyi bir gemidir, Ogion Usta." Geminin ismini duyunca büyücünün yüzü karardı ama "Öyle olsun," dedi. "Bu yazıyı Roke Okulu&#;nun müdürüne ver Çevik Atmaca. Rüzgârın açık olsun. Güle güle git." Ogion&#;un vedası bu kadardı. Arkasını dönüp büyük adımlarla rıhtımdan uzaklaştı. Ged mahzun, ustasının uzaklaşmasını seyretti. "Gel bakalım delikanlı," dedi Liman Şefi oğlanı deniz kenarına, Gölge&#;nin yelken açmaya hazırlandığı iskeleye götürürken. Elli mil enindeki bir adada, denize bakan kayaların üzerine kurulmuş, ebediyen denizi seyreden bir köyde, bir çocuğun hiç gemiye adım atmadan veya parmağını denize hiç sokmadan büyüyüp adam olması garip gelebilir ama Ged&#;in durumu böyleydi. Kara adamları, çiftçiler, keçi çobanları, inek çobanları, avcılar ve zanaatkârlar, denize kendileri ile hiçbir ilgisi olmayan, güvenilmez tuzlu bir âlem olarak bakarlardı. Köyünden iki günlük uzaklıkta olan köyler, onlar için yabancı yerler sayılırdı; adalarından bir günlük uzaklıkta bulunan adalar ise, suyun ötesinden görünen, kendi adaları gibi üzerinde yürünebilecek sağlam topraklar değil de var olduğu rivayet edilen sisli tepelerdi onlar için. Kelimenin tam anlamıyla sersemlemiş olarak Liman Şefı&#;ni, Gölge&#;nin bağlı bulunduğu doka kadar takip etti. Liman Şefi onu geminin kaptanına götürdü. Biraz konuştuktan sonra, gemi kaptanı, büyücü rica etmiş olduğu için Ged&#;i, yolcu olarak Roke Adası&#;na götürmeye razı oldu. Liman Şefi de çocuğu kaptana bırakıp gitti. Gölge&#;nin kaptanı, Andradeli tüccarların giydiği kenarı pellawi kürküyle süslü bir kaftan giymiş, iri, şişman bir adamdı. Ged&#;e hiç bakmadan gür bir sesle "Havayla oynayabilir misin çocuk? diye sordu.

22 "Oynayabilirim." "Rüzgâr çıkartabilir misin?" Ged çıkartamayacağını söylemek zorunda kalınca, kaptan ona ayakaltında olmayan bir yer bulmasını ve orada kalmasını söyledi. Gemi, gece bastırmadan dış limana çıkacağından ve sabaha karşı gelgitin yardımıyla yelken açacağından, kürekçiler gemiye gelmeye başlamışlardı. Ayakaltı olmayan hiçbir yer olmadığından Ged, geminin kıçında, güzelce bağlanmış ve hayvan postuna sarılmış yükün üstüne tırmanıp, burada iyice tutunarak olup biteni seyretmeye başladı. Liman işçileri, su varillerini rıhtımdan, kürekçilerin oturdukları yerlerin altına doğru gümbür gümbür yuvarlarken, pazulu kollarıyla sağlam bünyeli kürekçiler sıçrayarak gemiye çıktılar. Yola çıkmaya hazır olan sağlam yapılı gemi, yükünün altında ezildiği halde gemiyi yalayan kıyı dalgalarında biraz biraz dans ediyordu. Dümenci, geminin Andrad&#;ın Yaşlı Yılanı şeklinde yontulmuş baş bodoslamasında, omurganın birleştiği yerdeki kalasların üzerinde duran kaptana doğru dönerek, kıç bodoslamasındaki yerini aldı. Kaptan tüm haşmetiyle emirler verdi; Gölge çözülmüş, iki kayığın yardımıyla doklardan çıkıyordu. Sonra kaptanın "Lombar kapaklarını açın," diye kükremesiyle iki yandaki on beşer kürek yerlerinden çıkarıldı. Kaptanın yanındaki bir çocuk davulu çaldıkça kürekçiler kürekleri çekiyorlardı. Bir martının kanatlarında gidiyormuşçasına hareket etti gemi ve birden şehrin gürültüsü ve kargaşası geride kalakaldı. Körfezin sessiz sularına açıldılar, başlarında, sanki denizin üzerine asılmış gibi duran Dağ&#;ın karlı zirveleri yükseliyordu. Güneydeki Armed Kayalıklarının, rüzgâr altındaki sığ koyunda demir atıp geceyi geçirdiler. Geminin yetmiş kişilik mürettebatından bazıları, erkekliğe adım atmış olsalar da Ged gibi küçüktüler. Bu oğlanlar onu, birlikte yemeye ve içmeye çağırdılar; oldukça kaba ve şakacı olmalarına rağmen, Ged&#;e dostça davrandılar. Gontlu olduğu için ona Keçi Çobanı diyorlardı ama şakayı daha fazla uzatıp tadını kaçırmıyorlardı. Ged on beş yaşındakiler kadar uzun boylu ve kuvvetliydi, üstelik çok da hazırcevaptı. Böylece denizci çocuklarla kaynaştı, öyle ki daha ilk geceden yaptıkları işleri öğrenip onlardan biri gibi davranmaya başladı. Bu, etrafta aylak aylak dolaşan birine yer olmadığını düşünen gemi subaylarının da işine geldi. Mürettebat için bile zar zor yer bulunan; yükle, adamla ve erzakla dolu güvertesiz kadırgada, konfordan eser yoktu. Fakat konfor Ged&#;i hiç ilgilendirmiyordu. O gece, kuzey adalarından getirilmiş olan rulo rulo postların arasında yattı ve Körfez in üzerindeki bahar aylarının yıldızları ile geminin kıç tarafında kalan şehrin ışıklarını seyrederek uyudu; sabah büyük bir neşeyle kalktı. Deniz, şafaktan önce yükseldi. Demir aldılar; Armed Kayalarının arasından yavaşça kürek çekerek geçtiler. Güneş, Gont Dağı&#;nı kızıllaştırmaya başlayınca, Gont Denizi&#;nden güneybatıya doğru büyük yelkeni açtılar. Barnisk ve Torheven arasında, yumuşak bir rüzgârla yol aldılar ve ikinci gün, Adalar Diyarı&#;nın yüreği ve gözbebeği olan Büyük Ada Havnor&#;u gördüler. Üç gün süreyle, doğu sahilleri boyunca ilerledikleri Havnor Adası&#;nın yeşil tepelerini seyrettiler ama karaya çıkmadılar. Daha uzun yıllar Ged, dünyanın merkezinde bulunan Havnor&#;un Büyük Limanı&#;nın beyaz kulelerini göremeyecek, adaya adımını atamayacaktı. Bir gece Way Adası&#;nın kuzey limanı olan Kemberağzı&#;nda konakladılar. Başka bir gece Felkway Körfezi&#;nin girişindeki küçük bir kasabada. Daha sonraki gece de kuzeydeki O

23 burnundan geçip Ebavnor Boğazı&#;na girdiler. Her iki yanında da kara bulunan ve kimi, Dış Bölgeler&#;den yıllar süren yolculuklardan sonra getirdikleri garip yüklerle dolu, kimisi ise İç Deniz&#;de bir adadan bir adaya sıçraya sıçraya giden irili ufaklı ticaret gemilerinin çok yakınından geçilen bu yerde, yelkenleri indirip kürek çektiler. Bu kalabalık Boğazlardan sonra güneye doğru dönerek Havnor u arkalarında bırakıp önce kuleler ve kentlerle süslenmiş son derece zarif iki ada olan Ark ve İlien&#;in arasından, daha sonra da İç Deniz deki Roke Adası&#;na doğru uzanan yollarında, yağmur ve artan rüzgârın içinde ilerlediler. Gece rüzgâr fırtınaya dönünce geminin yelkenlerini indirdiler ve ertesi gün de, gün boyunca kürek çektiler. Büyük gemi tüm heybetiyle dalgaların üzerinde dimdik duruyordu fakat geminin kıçında dümenin başında duran dümenci, denizi döven yağmura bakıyor, yağmurdan başka bir şey göremiyordu. Pusulaya göre güneybatıya gidiyorlardı; gittiklerinin de farkındaydılar ama hangi sularda olduklarını bilemiyorlardı. Ged adamların, Roke Adası&#;nın kuzeyindeki sığ kumsal ve doğudaki Borilous Kayaları hakkında konuştuklarını duydu. Bazıları da, şimdiye kadar rotadan çıkıp, Kamery&#;nin boş sularına varmış olabileceklerini savunuyorlardı. Rüzgâr, gittikçe büyüyen dalgaların uçlarını kopartıp köpükler halinde havaya savurarak kuvvetlenirken, onlar hâlâ rüzgârı arkalarına alıp güneybatıya doğru kürek çekiyorlardı. Kürek çekmek güçleştiğinden küreklerin bağları kısaltıldı; artık bir küreğe iki çocuk oturtuluyordu, Ged de Gont&#;tan ayrıldıklarından beri yaptığı gibi, sırası gelince küreklere oturuyordu. Kürek çekmedikleri zaman da geminin içindeki suyu boşaltıyorlardı, çünkü deniz artık gemiyi zorlamaya başlamıştı. Böylece, bir yandan yağmur hızlı hızlı yağıp soğuk da ısırırken, davulcunun davulu da fırtınanın gürültüsü içinde çarpan bir kalp gibi gümbürderken, rüzgârın altında, dumanlı dağlar gibi art arda gelen dalgalarla boğuştular. Adamlardan biri, Ged&#;in küreklerdeki yerini alarak onu pruvadaki kaptanın yanına yolladı. Kaptanın cübbesinin kenarından sular damlıyordu ama güvertedeki yerinde, bir şarap fıçısı gibi sapasağlam durarak Ged e baktı ve "Bu rüzgârı dindirebilir misin çocuk?" diye sordu. "Hayır efendim." "Demirle ilgili bir hünerin var mı?" Demek istediği, Ged pusulayı Roke Adası na doğru çevirebilir miydi? Yani pusula kuzeyi değil, Roke Adası&#;nı gösterecekti. Bu Denizustalarının gizli tuttukları hünerlerindendi. Ged yine hayır demek zorunda kaldı. "O halde," diye kükredi kaptan, rüzgâr ve yağmurun arasından, "seni Hort Kasabası&#;ndan Roke Adası&#;na geri götürecek bir gemi bulman gerekecek. Roke Adası şu anda batıda bir yerlerde olmalı ve bizi, bu havada oraya ancak büyügücü ulaştırabilir. Şu anda güneye gitmemiz gerek." Ged bu haberi beğenmedi çünkü gemicilerin Hort Kasabası hakkında konuştuklarını; burasının, insanların Güney Bölgeleri&#;ne alınıp satıldığı, kötülüklerle dolu kanunsuz bir yer olduğunu duymuştu. Küreklere geri dönerek, güçlü kuvvetli bir oğlan olan Andradeli arkadaşıyla beraber işine devam etti. Davulun sesini duyuyor; geminin kıçında asılı duran gemici lambasının, rüzgâr savurdukça, yağmurun dövdüğü karanlıkta can çekişen bir leke

24 gibi ışık saçarak salınışını ve çırpınışını görüyordu. O hengâmede mümkün olduğu kadar çok batıya bakıyordu. Derken, gemi tam kabaran bir dalganın üzerindeyken, bir an için, uçuşan karanlık suların üzerinden, bulutlar arasında batmakta olan güneşi andıran bir ışık gördü. Ama gördüğü, güneşin kızıllığı değil, net bir ışıktı. Kürek arkadaşı ışığı görmemişti ama Ged yine de ışığı gördüğünü diğerlerine söyledi. Dümenci, dalgaların tepesine çıktıklarında, Ged&#;le beraber ışığı gördü ama bunun sadece kavuşmakta olan güneşin ışığı olduğunu söyledi. Bunun üzerine Ged, su boşaltan çocuklardan birine seslenerek, bir dakika için yerini almasını rica etti ve bir kez daha zorlukla ilerlenen sıraların arasından, denize uçmamak için tahtadan yontulmuş pruvaya tutunarak, kaptana seslendi: "Kaptan! Batıda görünen şu ışık Roke Adası!" "Ben ışık mışık görmüyorum," diye kükredi kaptan ama daha sözünü bitirmemişti ki Ged eliyle bir yeri işaret etti. Hepsi, batıda, gürültülü denizin kabarmış köpüğü üzerinde parlayan ışığı gördü. Yolcusunun hatırı için değil ama gemisini fırtınanın tehlikesinden kurtarmak için kaptan, hemen dümenciye batıdaki ışığa doğru gitmesi için seslendi. Yine de Ged e "Oğul, aynı bir Denizustası gibi konuşuyorsun ama söylemedi deme, eğer bizi bu havada yanlış yöne doğru yönlendiriyorsan, Roke Adası&#;na yüzerek gitmek zorunda kalırsın," dedi. Artık fırtınayı arkalarına alıp gideceklerine, fırtınayı yandan alarak kürek çekmeye başladılar ki bu çok zor bir işti. Bordanın tam ortasından vuran dalgalar, onları yeni rotalarının güneyine doğru sürüklüyor, geminin içini de suyla dolduruyordu; o yüzden su boşaltma işine aralıksız devam etmeleri şarttı. Ayrıca gemi sürüklenirken, küreklerin suyun üzerinde kalıp kürekçileri oturdukları sıraların üstüne devirme tehlikesi olduğundan, kürekçilerin de küreklerine dikkat etmesi gerekiyordu. Fırtına bulutlarının da etkisiyle hava hemen hemen kararmıştı, batılarında kalan, yollarına devam etmelerine yardımcı olan ışığı arada bir görebiliyorlardı. Böylece çabalamaya devam ettiler. En sonunda rüzgâr biraz yavaşladı ve önlerindeki ışık kümesi büyüdü. Kürek çekmeye devam ettiler ve yalnızca iki kürek darbesi arasında, sanki bir perdeden geçmişçesine fırtınadan çıkarak, batmakta olan güneşin gökyüzünde ve denizde parladığı sakin bir havaya girdiler. Köpüklü dalgaların üzerinden, çok uzakta olmayan yüksek, yuvarlak, yeşil bir dağ ile dağın altına kurulmuş, küçük sakin körfezinde gemilerin demirlemiş olduğu bir kasaba gördüler. Elinin altındaki uzun dümene yaslanan dümenci, başını çevirip, "Kaptan, bu hakiki bir ada mı yoksa bir büyü mü?" diye sordu. "Sen dümeni düz tut, tahta kafa! Asılın küreklere, yüreksiz köle çocukları! O gördüğünüz, her salağın anlayabileceği gibi, Thwill Körfezi&#;yle Roke Tepesi! Asılın küreklere!" Böylece, davulun vuruşları eşliğinde, yorgun argın körfeze doğru kürek çektiler. Körfezde her şey sakindi, kasabadaki insanların ve çalan bir çanın sesini bile işitebiliyorlardı. Fırtınanın hışırtısı ve gümbürtüsü ise uzaklarda kalmıştı. Bulutlar, adanın kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde, adadan birer mil uzaklıkta, karanlıkta asılı duruyorlardı. Fakat Roke Adası nın üzerinde, berrak gökyüzünde, yıldızlar birer birer parlamaya başlıyordu.

25 ÜÇ -BÜYÜCÜLER OKULU Ged o geceyi Gölge&#;de geçirdi; sabah olunca da erkenden arkasından neşe içinde, iyi dileklerini bağıran ilk deniz- yoldaşlarından ayrılarak doklara doğru yürüdü. Birkaç dar ve dik caddenin etrafına toplanmış yüksek evleriyle Thwil kasabası, pek büyük sayılmazdı. Yine de Ged&#;e burası, bir şehir kadar büyük geldi. Nereye gideceğini bilmediğinden, önüne çıkan ilk kasabalıya Roke Okulu&#;nun müdürünü nerede bulabileceğini sordu. Adam onu şöyle yangözle uzun uzun süzdükten sonra, "Akıllıya soru gerekmez; aptal ise boşuna sorar," deyip yoluna devam etti. Ged, üç yanı dik arduvaz damlı evlerle, bir yanı da büyük bir binanın duvarıyla çevrili bir meydana varana kadar yokuş yukarı yürüdü. Binanın duvarındaki küçük pencereler, evlerin bacalarından daha yüksekteydi. Büyük gri taş bloklardan yapılmış olan bina bir kaleye veya şatoya benziyordu. Binanın dibindeki meydanda pazar sergileri kurulmuştu. Etrafta oraya buraya gidip gelen insanlar vardı. Ged aynı soruyu, bu kez elinde bir sepet midye olan yaşlı bir kadına sorunca kadın, "Müdürü her zaman bulunduğu yerde bulamazsın; bazen de olmadığı yerde bulursun," diye cevap verip, midyelerini bağıra bağıra satarak yoluna devam etti. Büyük binanın bir köşesinde, küçük, özelliği olmayan ahşap bir kapı vardı. Ged kapıya gidip hızlı hızlı çaldı. Kapıyı açan yaşlı adama, "Gont Adası&#;ndaki Büyücü Ogion&#;dan, bu adadaki okulun müdürüne bir mektup getirdim. Müdürü arıyorum ama artık daha fazla bilmece duymak ve alaya alınmak istemiyorum," dedi. "Aradığın okul burası," dedi yaşlı adam kibarca. "Ben kapıcıyım. Eğer girebilirsen buyur gir." Ged ileriye doğru bir adım attı. Kapıdan içeri geçtiğini zannetti fakat hâlâ dışarda,

26 kaldırımın üzerinde, biraz önce durduğu yerde duruyordu. Bir kez daha ileriye doğru bir adım attı. Bir kez daha kapının dışında kaldı. Kapıcı, içerden, tatlı tatlı onu seyrediyordu. Ged, şaşırmaktan çok kızmıştı; çünkü yine kendisiyle alay ediliyor gibi gelmişti ona. Yüksek sesle, elleriyle, uzun süre önce teyzesinin öğretmiş olduğu Açma büyüsünü yaptı. Teyzesinin öğrettiği büyüler içinde en önemlisi buydu; o da artık bu büyüyü büyük bir ustalıkla yapıyordu. Fakat yaptığı sadece bir cadı efsunuydu; bu kapıyı kapalı tutan güce hiçbir faydası olmamıştı. Bu da işe yaramayınca, Ged uzun süre, orada, kaldırımın üzerinde kalakaldı. En sonunda, içeride beklemekte olan yaşlı adama baktı. "Bana yardım etmezseniz," dedi isteksizce, "giremeyeceğim." Kapıcı cevap verdi: "Adını söyle." Ged yine bir süre durdu; çünkü canı pahasına da olsa, insan gerçek ismini yüksek sesle söylemezdi. "Ben Ged," dedi yüksek sesle. O zaman, adımını attı ve açık kapıdan girdi. Güneş arkadan geldiği halde, yine de ona, arkasında bir gölge varmış gibi geldi. Arkasına dönerken, aynı zamanda, eşiğin, az önce zannettiği gibi ahşap değil de fildişi olduğunu gördü. Fakat hiçbir ek veya bağlantı yeri yoktu. Daha sonra bu kapının Büyük Ejderha&#;nın dişinden kesilmiş olduğunu öğrenecekti. Yaşlı adamın arkasından kapattığı, içinden biraz güneş ışığı geçen kapı ise, cilalanmış boynuzdan yapılmış, iç yüzüne de Bin Yapraklı Ağaç&#;ın resmi oyulmuştu. "Bu eve hoşgeldin delikanlı," dedi kapıcı ve daha fazla konuşmadan Ged&#;i hollerden ve koridorlardan geçirerek, binanın içlerinde bir yerde, açık bir avluya getirdi. Avlunun bir kısmı taşlarla kaplıydı fakat üstü açıktı; çim olan bölümünde, güneşin altında, genç ağaçlar arasında bir çeşme akıyordu. Ged burada, bir süre tek başına bekledi. Hiç hareket etmedi, kalbi hızlı hızlı çarpıyordu; çünkü etrafında görünmeyen varlıklar ve güçler hissettiğini seziyordu. Burasının sadece taştan değil, taştan da güçlü bir büyüyle yapılmış olduğunu da anlamıştı. Bilgeler Evi&#;nin en iç odasında bulunuyordu, bu oda gökyüzüne açılıyordu. Sonra birdenbire beyazlar giymiş bir adamın, çeşmenin akan sularının arkasından kendisine bakmakta olduğunu fark etti. Göz göze geldiklerinde, ağacın dallarında bir kuş ötmeye başladı. O anda Ged, kuşun şarkısını, çeşmeden havuza dökülen suyun dilini, bulutların biçimlerini, yapraklar arasında dolanan rüzgârın başını ve sonunu anladı: Kendisinin de, güneş tarafından söylenmiş bir söz olduğunu hissetti. Derken o an geçti, kendisi de, dünya da, eski haline döndü, ya da neredeyse eski haline. Ogion&#;un yazmış olduğu mektubu uzatarak Başbüyücü&#;nün önünde diz çökmek için ilerledi. Roke Müdürü olan Başbüyücü Nemmerle, yaşlı bir adamdı; dendiğine göre, o sıralar hayatta olan en yaşlı insandı. Ged&#;e memnuniyetle hoşgeldin diyen sesi, bir kuş gibi titriyordu. Saçı, sakalı ve cübbesi beyazdı; yıllarını yavaşça kullandığı için, tüm karanlıklar ve ağırlıklar üzerinden süzülmüş gitmiş gibi görünüyordu; yüz yıl boyunca oradan oraya

27 sürüklenmiş bir tahta parçası gibi aklaşmış ve yıpranmıştı. "Gözlerim çok zayıfladı, ustanın bana yazmış olduklarını okuyamıyorum," dedi titreyen bir sesle, "bana okuyuver delikanlı." Böylece Ged Hardca harflerle yazılmış mektubu çözerek okudu. Mektupta sadece, Lord Nemmerle: Sana, eğer rüzgârlar doğru eserse, Gontlu büyücülerin en büyüğü olabilecek birini yolluyorum, diye yazıyordu. Mektup, Ogion&#;un Ged&#;in henüz bilmediği gerçek ismiyle değil, Rünlerle yazılı ismi olan Kapalı Ağız diye imzalanmıştı. "Zelzeleleri bağlayan biri tarafından gönderildiğin için iki misli kucaklıyorum seni. Gont&#;tan buraya geldiğinde, genç Ogion&#;u çok sevmiştim. Şimdi bana yolculuğunda geçtiğin denizleri ve olan olayları anlat bakalım delikanlı." "Dünkü fırtınayı saymazsak iyi bir yolculuk geçirdim efendim." "Seni buraya hangi gemi getirdi?" "Andradeler&#;de ticaret yapan Gölge." "Kimin isteğiyle geldin buraya?" "Kendi isteğimle." Başbüyücü önce Ged&#;e baktı, sonra başını çevirdi ve aklı adalar ve yıllar içinde gezinen yaşlı bir adam gibi mırıldanarak, Ged in anlamadığı bir dilde konuşmaya başladı. Yine de mırıldanmasının arasında, kuşun şakırken, suyun da dökülürken söylemiş olduğu kelimeler vardı. Büyü yapmıyordu ama yine de sesinde Ged&#;in aklını karıştıran bir güç vardı, öyle ki onu ürküttü. Bir an için kendini gölgeler arasında garip ve engin bir çölde tek başına hissetti. Oysa, hâlâ gün ışığındaki avluda duruyor, çeşmenin şıkırtısını işitiyordu. Taş terastan, çimlerin üzerinden, büyük siyah bir kuş, bir Osskil kuzgunu yürüyerek geldi. Başbüyücünün cübbesinin eteğine kadar ilerledi; karga burnu, çakıltaşı gibi gözleri ve tüm siyahlığıyla orada durup, Ged&#;e yan yan baktı. Nemmerle&#;nin dayanmakta olduğu beyaz asayı üç kere gagalayınca, yaşlı büyücü mırıldanmayı bıraktı ve gülümsedi. "Koş oyna delikanlı," dedi en sonunda, bir çocukla konuşur gibi. Ged bir kez daha tek dizinin üstüne çöküp onu selamladı. Ayağa kalktığında Başbüyücü gitmişti. Sadece onu süzmeye devam eden, gagasını yok olmuş asayı gagalayacakmış gibi uzatan kuzgun kalmıştı. Kuş, Ged&#;in Osskilce olduğunu tahmin ettiği bir dilde konuştu. "Terrenon ussbuk!" dedi gaklayarak. "Terrenon ussbuk orrek!" Ve geldiği gibi caka satarak yürüdü gitti. Ged, nereye gideceğini bilemeyerek, avludan ayrılmak için döndü. Kemerli yolun altında, kendisini başıyla kibarca selamlayan, uzun boylu bir gençle karşılaştı. "Adım Jasper, Havnor Adası&#;ndaki Eolg Hükümdarı Enwit&#;in oğluyum. Bugün, Büyük Ev&#;i gezdirmek ve elimden geldiğince sorularınızı cevaplamak üzere hizmetinizdeyim. Size nasıl hitap edebilirim efendim?" Hayatı boyunca zengin tüccarlar ve soylular arasında hiç bulunmamış bir dağ köylüsü olan Ged&#;e, bu oğlanın "efendim" ve "hizmetinizdeyim" sözleri, eğilerek selam vermeleri, selam verirken ayağını sürüyerek geri çekmeleri, hep alay gibi geliyordu. Kısaca "Bana Çevik Atmaca derler," dedi. Diğeri, sanki daha kibar bir cevap bekliyormuş gibi duraksadı; başka bir cevap alamayınca doğruldu ve biraz yana döndü. Ged&#;den bir iki yaş daha büyüktü. Çok uzun

28 boyluydu, gergin bir zarafetle yürüyor ve bir dansçı gibi pozlar veriyordu (diye düşündü Ged). Gri cübbesinin kapüşonunu arkaya atmıştı. Ged&#;i ilk önce okulun bir öğrencisi olarak, üstüne uyan, aynı tür bir cübbe ve ihtiyacı olan diğer giysileri bulabileceği giysi odasına götürdü. Ged seçtiği koyu gri renkli cübbeyi üzerine giyince Jasper, "Artık bizden biri oldunuz," dedi. Jasper konuşurken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluyordu, öyle ki Ged kelimelerinin altında bir alay arıyordu. "İnsanı büyücü yapan kılığı mıdır?" diye cevap verdi asık bir yüzle. "Hayır," dedi büyük oğlan. "Ama duyduğuma göre, insanı insan yapan davranışlarıymış. Şimdi nereye?" "Nereye istersen. Ben Ev&#;i tanımıyorum." Jasper onu Büyük Ev&#;in koridorlarından geçirerek, açık avluları, üstü örtülü salonları, bilgelik kitapları ve Rün ciltlerinin saklandığı Raflar Odası&#;nı, tüm okulun bayram günleri toplandığı büyük Ocakbaşı Salonu&#;nu, yukarı katı, kule ve tavan arasındaki, öğrencilerin ve hocaların uyudukları küçük hücreleri gösterdi. Thwil kasabasının dik çatılarına ve denize bakan ufak bir penceresi olan Ged&#;in hücresi, Güney Kulesi&#;ndeydi. Diğer hücreler gibi, bir köşede duran ot yataktan başka eşyası yoktu. "Burada çok sade bir hayat sürüyoruz," dedi Jasper, "Ama sanırım bu sizi pek rahatsız etmez." "Ben alışkınım." Kendisinin, bu mağrur ve kibar gençle eşit olduğunu göstermeye çalışarak hemen ekledi: "Herhalde sen ilk geldiğinde buna alışık değildin." Jasper ona baktı, bakışları "Sen, Havnor Adası&#;ndaki Eolg Ülkesi&#;nin Hükümdarı&#;nın oğlu olan benim, kim olduğumu, nelere alışık olduğumu, ne bilirsin ki?" diyordu. Yüksek sesle ise sadece, "Şöyle buyurun," dedi. Onlar yukarıdayken bir gong çalmıştı. Aşağıya, yemekhanenin Uzun Masa&#;sında, yüzden fazla oğlan ve delikanlıyla birlikte öğlen yemeğini yemeye indiler. Herkes, yemekhaneye açılan ufak pencerelerden aşçılarla şakalaşarak, pencere pervazlarındaki dumanı tüten büyük kâselerdeki yemeklerden tabaklarına alıyor, Uzun Masa&#;da istediği yere oturuyordu. "Diyorlar ki," dedi Jasper Ged&#;e, "bu masaya kaç kişi oturursa otursun, hep boş bir yer vardır." Gerçekten de, hem tantanayla yemek yiyen ve konuşan gürültücü oğlanlara, hem de cübbelerinin yakaları gümüşle tutturulmuş, ya çift çift ya da tek başlarına, sanki düşünecek çok şeyleri varmış gibi asık ve düşünceli bir suratla oturan, yaşça daha büyük delikanlılara yer vardı. Jasper Ged&#;i, Vetch adında, pek konuşkan olmayan fakat büyük bir iştahla yemeğini yiyen yapılı bir çocuğun yanına oturttu. Vetch Doğu Uçyöreleri aksanıyla konuşuyordu; teni çok koyuydu; Adalar Diyarı&#;ndaki birçok insan ve Ged ile Jasper gibi kızıl-kahve değil de, siyahi bir teni vardı. Basit bir insandı, davranışları da fazla ince değildi. Yemeyi bitirince, yemekten şikâyet etti, fakat sonra Ged&#;e dönerek, "En azından buradaki birçok şey gibi gözbağı değil, insanın içini ısıtıyor," dedi. Ged Vetch&#;in ne demek istediğini anlayamadı, fakat ona kanı kaynadı ve yemekten sonra da yanlarında kaldığı için çok memnun oldu. Ged etrafı öğrensin diye, beraberce kasabaya gittiler. Thwil&#;in caddeleri, hem az, hem de kısaydı; yüksek çatılı evlerin arasında dolandılar, burada insan rahatlıkla yolunu kaybedebilirdi. Garip bir kasabaydı; tüm diğer kasabalardaki insanlar gibi balıkçı, işçi ve zanaatkâr olan insanları da garipti; Bilgeler Adası&#;nda sürekli kullanılan büyülere o kadar

29 alışmışlardı ki kendileri de yarı-sihirbaz sayılırlardı. İnsanlar (Ged&#;in de öğrenmiş olduğu gibi) bilmecelerle konuşuyor, bir çocuğun balığa dönüştüğünü veya kuş olup uçtuğunu gördüklerinde, bunun okul çocuklarının bir şakası olduğunu bildiklerinden, gözlerini bile kırpmıyor, umursamadan ayakkabı tamirine veya koyun eti kesmeye devam ediyorlardı. Arka Kapı&#;dan çıkan üç oğlan, Büyük Ev&#;in bahçesinden dolanarak, berrak Thwilbum&#;ün üzerindeki tahta köprüden geçip, kuzeydeki ormana, kırlara gittiler. İzledikleri yol dolana dolana tırmanıyordu. Güneşin tüm parlaklığına rağmen koyu gölgeler içinde olan meşe koruluklarını geçtiler. Sol tarafta, Ged&#;in, bir türlü net olarak göremediği, pek de uzakta olmayan bir koruluk vardı. Neredeyse ulaşacakmışsınız gibi görünse de yol oraya hiç ulaşmıyordu. Ged bu korudaki ağaçların ne tür ağaçlar olduğunu da tam olarak çıkartamamıştı. Ged&#;in nereye baktığını gören Vetch, "Orası Varlık Korusu. Biz daha oraya gelemiyoruz" dedi yumuşak bir sesle. Güneş altındaki sıcak çayırlarda sarı çiçekler açmıştı. "Kıvılcımotu," dedi Jasper. "Erreth- Akbe&#;nin, İç Adaları Ateş Tanrısı na karşı koruduğu zamanlarda, rüzgârın, yanan Ilien&#;in küllerini getirip bıraktığı yerlerde biter." Jasper solmuş bir çiçeği üfleyince, çiçekten kurtulan tohumlar, güneş ışığında kıvılcımlar gibi uçuştular. Yol onları, Ged&#;in Roke Adası&#;nın büyülü sularına girdiklerinde gemiden görmüş olduğu, yuvarlak ve ağaçsız, büyük yeşil bir tepenin eteklerinden dolaştırıp yukarı çıkardı. Jasper yamaçta durdu. "Havnor&#;dayken Gont büyücülüğü konusunda çok şey duymuştum; hep de olumlu şeyler. Öyle ki uzun zamandır bunun bir örneğini görmek istiyordum. Şimdi yanımızda bir Gontlu var. Şu anda da kökleri dünyanın merkezine kadar inen Roke Tepesi&#;nin yamacında duruyoruz. Burada bütün büyüler çok kuvvetli tutar. Bize bir numara göster Çevik Atmaca. Bize üslubunu göster." Kafası karışan ve şaşıran Ged hiç sesini çıkartmadı. "Daha sonra Jasper," dedi Vetch, her zamanki yalın haliyle. "Onu biraz rahat bırak." "Ya bir hüneri ya da gücü var, yoksa kapıcı onu içeri sokmazdı. Neden şimdi göstermesin? Ha şimdi ha sonra, ne fark eder? Öyle değil mi Çevik Atmaca?" "Hem hünerim, hem de gücüm var," dedi Ged. "Bana neden söz ettiğini göster." "Elbette gözbağından, görüntü oyunlarından bahsediyorum. Bunun gibi." Jasper, parmağıyla işaret ederek birkaç garip kelime söyledi; yamaçta işaret ettiği yerde, yeşil otların arasında, ince iplik gibi bir su akmaya başladı; derken bir kaynağa dönüşen su tepeden aşağıya aktı. Ged elini çaya soktu, ıslaktı. Biraz içti, serindi. Yine de insanın susuzluğunu gidermiyordu, çünkü sadece gözbağıydı. Jasper, başka bir kelimeyle suyu durdurdu, otlar güneşin altında kupkuru dalgalandılar. "Sıra sende Vetch," dedi soğuk tebessümüyle. Vetch asık suratla başını kaşıdı fakat yine de eline bir avuç toprak aldı, kara parmaklarıyla şekil vererek, sıkarak, okşayarak, toprağa monoton bir şarkı okudu. Birdenbire elindeki toprak, küçük gövdesi tüylü, arıya benzer bir böceğe dönüştü, vızıldıyarak Roke Tepesi&#;nin üzerinden uçtu ve gözden kayboldu. Ged olanları yılgın bir halde seyretti. Köy cadılarının sihirlerinden, keçi çağırma, siğilleri iyi etme, yükleri harekete geçirme ve kapkacağı tamir etme büyülerinden başka ne biliyordu

30 sanki? "Ben böyle numaralar yapmam," dedi. Yollarına devam etme yanlısı olan Vetch için, bu yeterli bir cevaptı, ama Jasper "Neden yapmazmışsın?" dedi. "Büyücülük bir oyun değildir. Biz Gontlular büyüyü zevk için veya övgü almak için yapmayız," diye cevap verdi Ged, kibirle. "Ya siz ne için yapıyorsunuz," diye sordu Jasper, "para için mi?" "Hayır!" Fakat, cahilliğini gizlemek ve gururunu kurtarmak için söyleyecek başka şey bulamadı. Jasper güldü ama kötü niyetle değil; sonra, onları Roke Tepesi&#;ne doğru yönelterek, yola koyuldu. Ged, bir aptal gibi davrandığının farkında, fakat bundan Jasper&#;ı sorumlu tutarak, kırık bir kalp ve asık bir suratla onu izledi. O gece, soğukta, ot yatağının üzerinde, Roke&#;un Büyük Ev&#;inin mutlak sessizliğinde, cübbesine sarınarak yattığında, bu yerin tuhaflığı ile burada yapılmış olan sihirlerin ve büyülerin düşüncesi, üstüne üstüne gelmeye başladı. Karanlık onu sarmaladı, içini korku doldurdu. O an, Roke dışında herhangi bir yerde olmaya razıydı. Ama o sırada Vetch, başının üzerinde sallanan mavimsi tılsımışığı küresiyle kapısına geldi ve biraz laflamak için içeri girip giremeyeceğini sordu. Ged&#;e Gont hakkında sorular sordu; sonra köylerindeki evlerin bacalarından çıkan dumanların komik isimli adalar arasına sıkışmış sessiz denize doğru dağıldığı, Doğu Uçyöreleri&#;nde bulunan, kendi yaşadığı adalardan özlemle söz etti. Komik isimli adalar: Korp, Kopp ve Holp, Venway ve Vemish, İffish, Koppish ve Sneg. Bu adaların konumlarını Ged&#;e anlatmak için parmağıyla yerdeki taşların üzerine çizdiği çizgiler, sanki gümüşten bir çubukla çizilmiş gibi bir süre parıldadıktan sonra silindiler. Vetch üç yıldır okuldaydı, yakında Sihirbaz olacaktı. İkinci derecelerdeki büyücülük sanatıyla pek ilgilenmiyordu. Buna rağmen içinde daha büyük, henüz öğrenmemiş olduğu bir yeteneği vardı: İyilik sanatı. O gece ve o geceyi takip eden günlerde hep Ged&#;le arkadaşlık etti; Ged&#;in geri çeviremeyeceği kadar açık kalpli ve sağlam bir arkadaşlık sundu ona. Fakat Vetch aynı zamanda, Roke Tepesi&#;nde Ged i aptal yerine koyan Jasper&#;ın da arkadaşıydı. Ged bu olayı bir türlü unutamıyordu; görünüşe göre, onunla hep kibar bir tonda ve alaycı bir tebessümle konuşan Jasper da ondan farksızdı. Ged aşağılanmayı ya da hafife alınmayı kaldıracak biri değildi. Günün birinde, hem Jasper ın bir çeşit önderlik yaptığı öbür çocuklara, hem de Jasper a, gücünün gerçekte ne kadar büyük olduğunu kanıtlamaya and içti. Ne kadar akıllı olurlarsa olsunlar, hiçbiri büyücülükle bir köyü kurtarmış değildi. Sonra, hiçbiri için Ogion, bu Gont Adası&#;nın en büyük büyücüsü olacak diye yazmamıştı. Böylece gururunu besleyerek tüm dikkatini kendisine verilen ödevlerde topladı: Dokuzlar diye anılan, Roke&#;un gri cübbeli Ustaları&#;nın öğrettiği dersler, numaralar, tarih ve hünerlerde. Her gün, bir süre, ona kahramanların serüvenlerini ve bilgeliğin türkülerini öğreten Okuyucu Usta ile çalışıyordu. İlk olarak en eski şarkı olan Ea&#;nın Yaradılışı ile başlamışlardı. Sonra diğer çocukların bazılarıyla birlikte Yelanahtarı Usta ile rüzgâr ve iklim sanatları üzerinde çalışıyorlardı. İlkbaharın ve ilkyazın parlak günlerini, hep Roke Körfezi&#;nde, kelimelerle dümen kullanmayı, dalgaları yatıştırmayı, dünya rüzgârına konuşmayı ve büyürüzgârı çıkarmayı öğrenebilmek için, küçük yelkenlilere binerek geçirdiler. Bunlar çok

31 karmaşık becerilerdi, o yüzden sık sık aniden esen ters bir rüzgârın etkisiyle, bir bordadan diğerine geçen yelkenlinin sereni Ged&#;in başına çarpıyor veya koskoca körfezde dünya kadar boş yer varken, onun teknesi gidip bir başkası ile çarpışıyor veya teknedeki oğlanların üçü birden umulmadık bir anda, beklenmedik koca bir dalgayla devrilen tekneden denize düşüyordu. Otların yetişme biçimlerini ve özelliklerini öğreten Şifacı Usta ile birlikte karada yaptıkları geziler daha sakin geçiyordu. El Usta da onlara, hokkabazlık, el çabukluğu ve Dönüşüm sanatının basit numaralarını öğretiyordu. Tüm bu çalışmaları Ged çok çabuk kavrıyordu; bir ay içinde, ondan bir yıl önce Roke&#;a gelmiş olan çocukları geçmeye başladı. Özellikle de gözbağı numaralarını çok çabuk kavramıştı, öyle ki sanki bunları bilerek doğmuştu da birisinin ona hatırlatması gerekmişti. El Usta, öğrettiği becerilerin güzelliği ve inceliğinden sonsuz bir zevk alan kibar, neşeli, yaşlı bir adamdı. Ged kısa sürede ona karşı duyduğu korkuyu yendi ve durmadan yeni yeni büyüler öğretmesini istedi; Usta her seferinde gülümseyerek ona istediği şeyleri öğretti. Fakat bir gün Ged, aklında Jasper&#;ı mahçup etme düşüncesiyle, Görüntü Avlusunda, El Usta&#;ya, "Hocam, tüm bu efsunlar hemen hemen aynı; insan birisini bildi mi öbürlerini de yapabilir. Sonra, büyünün etkisi geçer geçmez görüntü de kayboluyor. Mesela, bir taşı elmas haline dönüştürünce," dedi, elinin bir hareketi ve tek bir kelimeyle dediğini yaparak; "elmasın elmas olarak kalması için ne yapmalıyım? Dönüşüm büyüsü nasıl kilitlenir, nasıl sabitleştirilir?" El Usta, Ged&#;in avucunda ışıldayan, ejderhaların bekçilik ettiği hazineler kadar parlak duran değerli taşa baktı. Yaşlı Usta "Tolk" diye mırıldanınca mücevherin yerini gri bir çakıltaşı aldı. El Usta bu taşı eline alıp uzun uzun tuttu. "Bu bir taş. Gerçek Lisan&#;da ise tolk," dedi, Ged&#;in yüzüne tatlı tatlı bakarak. "Roke Adası&#;nı meydana getiren taşlardan biri, insanların üzerinde yaşadıkları kuru topraktan bir parça. O, kendisi. Dünyanın bir parçası. Gözbağı ile onu bir elmas ya da bir çiçek, bir sinek, bir göz ya da bir alev gibi gösterebilirsin" Usta anlattıkça, taş şekilden şekile giriyordu; sonunda tekrar taş oldu. "Ama bu sadece bir görüntü. Gözbağı, sadece onu gözleyenin duyularını kandırır; insanın onu gördüğünü, duyduğunu veya hissettiğini zannetmesini sağlar. Ama nesneyi değiştiremez. Bu taşı bir elmas yapabilmen için onun gerçek ismini değiştirmen gerekir. Ve bunu da yapmak demek oğlum, bu kadar ufak bir parçasını değiştirsen de, dünyayı değiştirmen demektir. Bu olmayacak bir şey değil. Gerçekten olmayacak bir şey değil. Bu Dönüşüm Ustası&#;nın sanatı; bunu öğrenmeye hazır olduğunda öğreneceksin zaten. Fakat sonucunun ne gibi bir hayır veya şer getireceğini bilmeden, tek bir şeyi bile, ne bir taşı ne bir kum tanesini dönüştürmemelisin. Dünya bir denge içindedir, Denge&#;dedir. Büyücülerin Dönüştürme ve Çağırma güçleri dünyanın dengesini bozabilir. Bu güç, tehlikeli bir güçtür. Korkunç bir güçtür. Bilgiyi izlemeli, gereksinime hizmet etmelidir. Bir mum yakan bir gölge yaratır" Sonra tekrar çakıltaşına baktı. "Biliyor musun, taş da güzel bir şeydir," dedi. Eskisi kadar ciddi değildi artık. "Eğer Yerdeniz Adaları elmastan yapılmış olsaydı, halimiz harap olurdu. Gözbağının zevkini çıkar oğul, bırak taşlar da taş olarak kalsın." Gülümsedi, fakat Ged tatmin olmamıştı. İnsan bir büyücüyü sırlarını öğrenmek için sıkıştırınca, aynı Ogion gibi, dengeden, tehlikeden, karanlıktan konuşup dururlar. Ama mutlaka, Gözbağı&#;nın bu çocukça oyunlarını aşıp da Dönüştürme ve Çağırma&#;nın gerçek sanatlarını öğrenmiş olan bir büyücü,

32 istediğini yapabilecek güçtedir; dünyayı canının çektiği gibi dengeleyebilir ve karanlığı kendi ışığıyla alt edebilir. Koridorda, başarıları okulda yayılmaya başladıktan sonra Ged&#;le daha arkadaşça ama daha alaycı bir tonda konuşmaya başlayan Jasper&#;la karşılaştı. "Mutsuz görünüyorsun Çevik Atmaca," dedi Jasper bu sefer, "hokkabazlık numaraların ters mi gitti?" Kendisini hep Jasper&#;la eşit koşullara koymak isteyen Ged, Jasper&#;ın alaycı tonunu duymazlığa gelerek, hemen cevap verdi: "Hokkabazlıktan bıktım, sadece uzak diyarlardaki ve şatolardaki aylak soyluları eğlendirmeye yarayan, bu gözbağı numaralarından bıktım. Bugüne kadar Roke Adası&#;nda bana öğrettikleri tek adam gibi büyü, tılsımışığı ve biraz da, hava değiştirme numaraları. Geri kalan her şey aldatmaca." "Aldatmacalar bile," dedi Jasper, "aptalların elinde tehlike yaratabilir." Bu söz üzerine Ged suratına bir tokat yemişcesine dönüp, Jasper&#;a doğru birkaç adım attı; ama büyük oğlan, sanki hiç kötü niyeti yokmuşçasına gülümseyip başını o gergin, nazik tavrıyla salladı ve yoluna devam etti. İçinde köpüren bir hiddetle kalakalan Ged, Jasper&#;ın arkasından bakarken rakibini, sadece basit bir gözbağı karşılaşmasında değil, bir güç sınavında yenmeye yemin etti. Kendisini kanıtlayıp, onu küçük düşürecekti. Jasper&#;ın ona, kibirlice, nefretle ve küçük görerek tepeden bakmasına izin veremezdi. Ged, Jasper&#;ın neden kendisinden nefret edebileceğini hiç durup düşünmemişti. Sadece kendisinin neden Jasper&#;dan nefret ettiğini biliyordu. Diğer çıraklar kısa bir süre sonra, ne şakadan, ne de gerçekten Ged&#;le aşık atamayacaklarını anlamışlardı; onun için, kimisi övgüyle kimisi de garezinden, "Bu çocuk doğuştan büyücü, kimsenin onu geçmesine izin vermiyor," diyorlardı. Sadece Jasper, ne onu övüyor, ne de ondan sakınıyor, sadece kibirli kibirli gülerek ona tepeden bakıyordu. O yüzden de geriye, rezil edilecek tek rakip olarak Jasper kalıyordu. Kendi gururunun bir parçası olan, körü körüne giriştiği ve büyüttüğü bu rekabette, El Usta&#;nın kibarca uyarmış olduğu tehlikeyi, karanlığı, görememişti; göremezdi de. Hiddetten gözleri kör olmadığı zamanlar, henüz ne Jasper&#;ın ne de daha büyük çocuklardan herhangi birinin rakibi olmayacağını çok iyi görüyor, bu yüzden çalışmaya devam ediyor ve olağan ödevlerini yerine getiriyordu. Yaz sonunda dersler biraz hafiflemişti, bu yüzden spora daha çok vakit ayırabiliyorlardı: Körfezde yapılan büyülü kayık yarışları; Büyük Ev&#;in avlularında yapılan Gözbağı gösterileri; uzayan akşamlarda, korularda oynanan, ebenin de saklananların da görünmez olduğu ve sadece seslerin gülerek, birbirine seslenerek, ağaçların arasında, seri ve solgun tılsımışıklarını izleyerek ve atlatarak dolaştığı çılgın saklambaç oyunları. Derken, sonbahar yaklaşırken, yeni büyüler denedikleri derslerine tekrar başladılar. Böylece Ged&#;in Roke&#;taki ilk ayları, tutkuyla ve harikalarla dolu olarak çabucak geçiverdi. Kışın her şey değişikti. Ged, yedi arkadaşıyla beraber, Yalnız Kule&#;nin bulunduğu, Roke Adası&#;nın en kuzey ucundaki burna yollandı. Burada, hiçbir dilde, hiçbir anlama gelmeyen Kurremkarmerruk adındaki İsimci Usta tek başına oturuyordu. Kule&#;nin yakınında ne bir ev, ne de bir tarla vardı. Kuzey uçurumlarının üstünde kasvetli bir görünüşü vardı kulenin; kış

33 denizinin üzerindeki bulutlar boz renkliydi; İsimci&#;nin sekiz öğrencisinin öğrenmesi gereken isimler ise bitmek tükenmek bilmiyordu. Kule&#;nin yüksek tavanlı odasında, Kurremkarmerruk, aralarına oturup, gece yarılarına, mürekkep kağıtların üzerinden silininceye kadar, öğrenmeleri gereken isim listeleri çıkartıyordu. Oda, Peln Denizi&#;nde küçük bir adacık olan Lossow&#;un kıyılarındaki her burun, nokta, körfez, koy, boğaz, kanal, liman, sığlık, kayalık ve kayanın ismini gece yarısından önce öğrenmesi gereken bir öğrencinin iç çekmeleri ve Usta&#;nın kaleminin hışırtısı dışında hep soğuk, loş ve sessizdi. Eğer öğrencilerden biri şikâyet edecek olsa, Usta bir şey söylemez fakat listeyi uzatır veya "Denizci Ustası olacak birisinin, denizdeki her zerrenin gerçek ismini bilmesi gerekir," derdi. Ged, bazen iç çekse de, hiç şikâyet etmezdi. Bu tozlu ve dipsiz eğitim konusunda, her şeyin, her yerin ve her varlığın gerçek ismini öğrenme işinin, yani elde etmeye çalıştığı gücün, kuru bir kuyunun dibindeki mücevher gibi bir şey olduğunu anlamıştı. Çünkü büyü denen şey bundan oluşuyordu, yani bir şeyi gerçek ismiyle adlandırmaktan. Bunu Kurremkarmerruk, geldikleri ilk gece, Kule&#;de onlara söylemiş, bir daha da tekrarlamamıştı, ama Ged&#;in aklından hiç çıkmamıştı. "Birçok güçlü büyücü," demişti Kurrremkarmerruk, "tüm hayatlarını, bir tek şeyin ismini arayarak geçirirler; tek bir gizli veya kaybolmuş ismi arayarak. Yine de listeler tamamlanmış değildir. Ne de dünyanın sonuna kadar tamamlanabilecektir. Dinleyin, o zaman nedenini anlarsınız. Güneş altındaki bu dünyada ve güneşin varolmadığı diğer dünyada, insanla ve insanın lisanıyla hiç ilgisi olmayan, çok şey vardır. Ve bizim gücümüzden başka güçler. Fakat büyü, gerçek büyü, ancak Yerdeniz&#;in Hard dilini veya bu dilin türemiş olduğu Kadim Lisanı konuşanlar tarafından yapılabilir. "Bu, ejderhaların konuştuğu dildir. Ve dünyanın adalarını ve türkülerimizin, şarkılarımızın, büyülerimizin, sihirlerimizin ve dualarımızın dilini yaratan Segoy&#;un konuştuğu dildir. Bu dilin kelimeleri, bizim Hard dilindeki kelimelerin arasına saklanmış veya değiştirilmiştir. Biz dalgaların üzerindeki köpüklere sukien diyoruz; bu Kadim Lisan&#;daki iki kelimeden türetilmiştir: suk, yani tüy ve inien, yani deniz, kelimelerinden. Denizin tüyü de köpük oluyor. Ama köpükleri sukien diyerek büyüleyemezsiniz, onun Kadim Lisan&#;daki esas adını kullanmanız gerekir: essa. Her cadı Kadim Lisan&#;dan bir iki kelime bilir; büyücüler ise çok kelime bilir. Fakat yine de daha fazla kelime vardır, bazıları yüzyıllar içinde kaybolmuştur, bazıları gizlenmiştir ve bazılarını da sadece ejderhalar ve Dünya&#;nın Kadim Güçleri bilir; bazıları ise hiçbir canlı tarafından bilinmez, bu kelimeleri de hiçbir insan bulamaz. Çünkü bu dilin bir sonu yoktur. "Nedeni ise şu: Denizin ismi iniendir, pekâlâ. Ama bizim İç Deniz dediğimiz denizin, Kadim Lisan&#;da başka bir ismi var. Hiçbir varlığın iki ismi olamayacağına göre, demek ki inien İç Deniz dışındaki bütün denizler anlamına geliyor. Ve tabii ki, aslında sadece o anlama da gelmiyor çünkü kendilerine özgü isimleri olan sayısız denizler, koylar ve boğazlar var. Yani Denizci Ustası Büyücüler&#;den birisi, tüm okyanusu, bir fırtına veya fırtına dindirme efsunu ile büyüleyecek kadar çılgın olsaydı, büyüsü sadece inien kelimesini değil, Adalar Diyarı&#;ndaki, Dış Uçyöreler&#;deki ve ta uzaklarda isimlerin varolmadığı yerlerdeki denizin de, her köşe bucağının ismini kapsardı. Böylece, bize büyü yapma gücünü veren, bu şekilde bu gücün sınırlarım da çizmiş oluyor. Bir büyücü, sadece yakınında olup ismini tam ve net olarak koyabildiği şeyleri denetimi altında tutabilir. Bu da iyi bir şeydir. Eğer böyle olmasaydı, güçlülerin kötülükleri ve de bilgelerin delilikleri, çoktan değiştirilemeyecek

34 şeyleri değiştirme yollarını arar, Denge&#;yi bozardı. Dengesi bozulan deniz, üzerinde tehlikelere maruz kalarak yaşadığımız karaları basar ve eski sessizlikte tüm sesler ve isimler kaybolurdu." Ged bu sözler üzerinde uzun uzun düşündü ve bunu aklının derinlerine kazıdı. Yine de ödevin soyluluğu, Kule&#;de yapılan bir yıllık uzun çalışmaları daha eğlenceli bir hale sokmuyor, kolaylaştırmıyordu. Yıl sonunda Kurremkarmerruk, "Çok iyi bir başlangıç yaptın," dedi. Ama o kadar. Büyücüler doğru söylerler; o yıl Ged&#;in İsimler konusunda kazanmaya çabaladığı ustalığın, tüm hayatı boyunca öğrenmeye çalışacağı şeylerin sadece bir başlangıcı olduğu doğruydu. Ged&#;e, Yalnız Kule&#;den, beraber geldiği arkadaşlarından önce ayrılması için izin verildi, çünkü o daha çabuk öğrenmişti; fakat aldığı bütün övgü buydu. Kış başlarında Ged, tek başına, ıssız yollardan güneye doğru ilerleyerek, adayı bir baştan bir başa geçti. Akşam olduğunda yağmur yağmaya başladı. Yağmuru durdurmak için büyü yapmadı çünkü Roke Adası&#;nın hava koşulları, Yelanahtarı Usta&#;dan sorulurdu ve kimse onun işine burnunu sokmazdı. Ulu bir pendik ağacının altına sığınıp cübbesine sarınarak uzanınca, aklına, eski ustası Ogion geldi. Hâlâ yapraksız dallar ve yağan yağmur altında uyuyarak, Gont tepelerindeki gezilerine devam ediyordur, diye düşündü. Ogion&#;u düşününce, Ged, kendi kendine gülümsedi; Ogion&#;u ne zaman düşünse içi huzur doluyordu. Suyun fısıltısıyla dolu soğuk karanlıkta, huzur içinde bir uykuya daldı. Gün doğarken uyanarak başını kaldırdı; yağmur durmuştu. Cübbesinin kıvrımları içinde, ısınmak için kıvrılıp sığınmış küçük bir hayvanın uyumakta olduğunu gördü. Bu hayvanın, az rastlanır, garip bir yaratık olan otak olduğunu görünce, şaşırdı. Bu yaratıklara, sadece Adalar Diyarı&#;nın güneyindeki dört ada olan Roke, Ensmer, Pody ve Wathort&#;ta rastlanır. Bunlar minik, ipek gibi parlak görünüşlü, ablak suratlı, koyu kahverengi veya gri-kahverengi benekli tüyleri olan, kocaman gözlü hayvanlardır. Huysuz olan bu hayvanların dişleri keskindir; o yüzden de evcilleştirilmezler. Bu hayvanların sesleri yoktur. Yine de Ged bu otakı okşamaya başladı. Hayvan uyandı, beyaz dişlerini ve küçük kahverengi dilini göstererek esnedi, ürkmemişti. "Otak," dedi Ged, sonra Kule&#;de öğrendiği binlerce hayvan ismini hatırlayarak, bir kez daha, ama bu kez Kadim Lisan daki esas ismiyle seslendi hayvana, "Hoeg! Benimle gelmek ister misin?" Otak gelip Ged&#;in avucuna oturdu ve tüylerini yalamaya başladı. Ged hayvanı omuzuna, kapüşonunun katları arasına yerleştirdi; hayvan orada kaldı. Gündüz, bazen aşağı atlayıp ormana doğru gidiyor fakat her seferinde geri geliyordu. Bir keresinde yakaladığı bir orman faresini de ağzında getirdi. Ged gülerek hayvana, avını yemesini, çünkü kendisinin oruç tuttuğunu söyledi; o gece Gündönümü Bayramı ydı. Böylece, ıslak akşam karanlığında, Roke tepesini aşınca, Büyük Ev&#;in üzerinde oynaşmakta olan tılsımışıklarını gördü. Ev&#;e girdi. Ateşin ışığıyla aydınlanmış salonda bulunan ustaları ve arkadaşları onu karşıladı. Aslında dönebileceği bir yuvası olmayan Ged, kendisini yuvasına geri dönmüş gibi hissediyordu. Tanıdığı yüzleri görmek onu mutlu etti; en çok da kara yüzünde koca bir tebessümle onu kucaklamak için ilerleyen Vetch&#;i görünce mutlu oldu. Bu yıl, arkadaşını tahmin ettiğinden de çok özlemişti. Vetch, o sonbahar, Sihirbaz ilan edilmişti, artık çırak değildi ama bu, ikisinin arasına bir engel olarak girmemişti. Hemen sohbet

35 etmeye başladılar. Ged&#;e, o ilk saat içinde Vetch&#;le konuştukları, bir koca yılda Yalnız Kule&#;de konuştuklarının toplamından daha uzun sürmüş gibi geldi. Ocakbaşı Salonu&#;na, bayram şerefine kurulmuş olan uzun masaya, yemeğe otururken, otak hâlâ Ged&#;in omuzunda, kapüşonunun kıvrımları arasında duruyordu. Vetch, küçük hayvanı görünce çok hayret etti; onu okşamak için elini uzattığında, otak dişlerini gösterdi. Vetch güldü. "Taş ve çeşmelerin Kadim Güçleri&#;nin, vahşi hayvanlarca sevilen insanlara, insan sesiyle konuştuğu söylenir, Çevik Atmaca." "Gontlu büyücülerin, genellikle cinleri olduğu da söylenir," dedi Vetch&#;in öbür yanında oturan Jasper. "Bizim Lord Nemmerle&#;nin kuzgunu var, sonra şarkılar, Ark&#;ın Kızıl Büyücüsü&#;nün de, altın bir zincirle gezdirdiği yabani bir domuzu olduğunu anlatıyor. Ama bugüne kadar kapüşonunda fare besleyen bir sihirbaz duymamıştım." Bu söze herkes güldü, Ged de onlarla beraber güldü. Bu neşe dolu bir geceydi; ve orada, o neşenin ve o sıcaklığın içinde olabildiği ve bayramı arkadaşları ile birlikte kutlayabildiği için, çok mutluydu. Fakat Jasper&#;ın tüm sözleri gibi, bu şakası da sinirlerini germişti. O gece, kendisi de ünlü bir sihirbaz olan O Lordu, okulun konuğuydu. Bir zamanlar Başbüyücü&#;nün öğrencisi olan Lord, ara sıra Roke&#;a, Kış Bayramı veya yazın kutlanan Uzun Dans için gelirdi. Yanında, yeni parlatılmış bakır kadar parlak görünüşlü, siyah saçları opallerle süslü, zarif ve genç bir kadın olan karısı vardı. Büyük Ev&#;in salonlarında, kadınlara pek rastlanmazdı; yaşlı ustaların bir kısmı kadını, orada olmasını hiç onaylamıyormuşcasına süzüyorlardı. Ama gençler, tüm dikkatleriyle bakıyorlardı kadına. "Böyle biri için," dedi Vetch Ged&#;e, "en güçlü büyülerimi yapabilirim" İçini çekti ve güldü. "Sadece bir kadın o," diye cevap verdi Ged. "Prenses Elfarran da sadece bir kadındı," dedi Vetch, "ama onun için tüm Enlad heba olmuş, Havnor&#;un Kahraman Büyücüsü ölmüş ve Solea Adası da denizin dibine batmıştı." "Eski masallar," dedi Ged. Ama o da, bu kadının, eski masallarda anlatılan, ölümcül güzellerden olup olmadığını merak ederek, O Leydisi&#;ne bakmaya başlamıştı. Okuyucu Usta, Genç Kralın Kahramanlıkları adlı şarkıyı söyledi, sonra hep birlikte Kış Şarkıları söylediler. Beraberce masadan kalkmadan önce, bir duraksama oldu. Bundan yararlanan Jasper kalkarak, Başbüyücü, konukları ve Ustalar&#;ın oturmakta olduğu, ocağa en yakın masaya gitti ve O Leydisi&#;yle konuşmaya başladı. Jasper artık bir oğlan çocuğu değil, cübbesinin yakası gümüş bir tokayla tutturulmuş, uzun boylu ve gösterişli bir delikanlıydı. O da artık bir Sihirbaz olmuştu. Gümüş toka da bunun göstergesiydi. Kadın Jasper ın söylediklerine gülümsedi; siyah saçındaki opaller parladı. Sonra Ustalar, hoşgörüyle başlarını sallayınca, Jasper kadın için bir gözbağı yaptı. Taş zeminden fışkıran beyaz bir ağaç yarattı. Ağacın dalları, salonun yüksek tavanındaki çatı kirişlerine değiyor ve her daldaki her sürgünden, her biri ayrı bir güneş olan, altın birer elma parlıyordu; çünkü bu bir Yıl Ağacı&#;ydı. Derken dalların arasından, kuyruğu düşen karları andıran, beyaz bir kuş uçtu. Elmalar silikleşerek tohumlara, tohumlar da kristal damlacıklarına dönüştüler. Bu damlalar yağmurun sesiyle ağaçtan dökülürken, dallarda ateş kırmızısı yapraklar ve yıldız gibi beyaz çiçekler bitti. Ve

36 böylece görüntü yavaş yavaş kayboldu. O Leydisi, heyecanla bir çığlık attı ve ustalığından dolayı genç sihirbaza olan övgüsünü belirtmek için, pırıl pırıl parlayan başını eğdi. "Bizle O- tokne&#;ye gel; O-tokne&#;de bizimle beraber yaşa Bizimle gelebilir, öyle değil mi Lordum?" diye sordu sert bir adam olan kocasına, çocukça. Ama Jasper sadece, "Buradaki Ustalarıma ve size layık olabilecek hünerler öğrenince, hanımım, o zaman memnuniyetle gelir, sonsuza kadar size zevkle hizmet ederim," dedi. Böylece orada bulunan herkesi memnun etmiş oldu; Ged hariç. Ged övgülere katıldı ama kalbiyle değil. "Ben daha iyisini yapabilirdim," dedi kendi kendine, acı bir kıskançlıkla. Bu olaydan sonra, gecenin tüm eğlencesi onun için bitmişti.

37 DÖRT -GÖLGENİN SERBEST KALIŞI O bahar Ged, Vetch&#;i ve Jasper&#;ı pek göremedi, çünkü onlar artık çırakların adım bile atamadıkları Varlık Korusu&#;nun gizliliği içinde, Şekillendirme Ustası ile çalışıyorlardı. Ged Büyük Ev&#;de kalmış, Ustalarıyla, sihirbazların uyguladıkları ustalıklar üzerinde çalışıyordu. Sihirbazlar sihir yapar, yani rüzgâr çıkarırlar, hava durumunu kontrol ederler, kayıpları bulurlar, bağlarlar, büyücüdemirci veya büyücüsanatçı olarak çalışırlar, anlatıcı, okuyucu, üfürükçü veya şifacı olurlardı ama asa taşımazlardı. Geceleri hücresinde, tek başına, kitabının tepesinde mum veya lamba yerine bir tılsımışığı, Büyük Tılsımlar da kullanılan İleri Rünleri ya da Ea Rünlerini çalıştı. Bu beceriler ona çok kolay geliyordu. Öğrenciler arasında, falanca ustanın veya filanca ustanın, Gontlu çocuğun bugüne kadar Roke&#;ta gelmiş geçmiş en çabuk öğrenen öğrenci olduğunu söylediği dedikoduları yayılıyordu. Ayrıca, otakın Ged&#;in kulağına bilgi fısıldayan gizlenmiş bir ruh olduğu yolundaki söylentiler de büyüyordu. Hatta hatta, Başbüyücü&#;nün kuzgununun Ged&#;i, ilk geldiğinde, "geleceğin Başbüyücüsü," diye selamladığı bile söyleniyordu. Bu tür öykülere inanıp inanmadıkları veya Ged&#;i sevip sevmedikleri bilinmez, ama arkadaşlarının çoğu Ged&#;i takdir ediyor, baharın uzayan akşamlarında oynadıkları oyunlarda, az da olsa keyfi gelip, oyunu idare etmek için onlarla beraber oynayan Ged&#;in peşi sıra gitmekten gurur duyuyorlardı. Fakat genellikle Ged demek, çalışmak, gurur ve hiddet demekti; diğerlerinden hep ayrı dururdu. Öğrenciler arasında, Vetch de ortalıklarda olmadığı için, hiç arkadaşı yoktu; bir arkadaşı olmadığının farkında bile değildi. Ged on beş yaşına gelmişti; asa taşıyan büyücülerin Yüksek Sanatlar&#;ını öğrenmek için henüz çok küçüktü. Fakat gözbağcılık sanatının inceliklerini öğrenmekte o kadar hızlıydı ki, kendisi de genç bir adam olan Dönüşüm Ustası, kısa bir süre sonra ona, diğer öğrencilerden ayrı, gerçek Şekil Verme Büyüleri hakkında ders vermeye başladı. Ona, bir şey gerçekten başka bir şeye dönüştürüldüğünde, büyü devam ettiği sürece nasıl yeniden isimlendirilmesi gerektiğini ve bu değişime uğramış varlığın, etrafındaki varlıkların isimlerini ve doğalarını

38 nasıl etkilediğini anlattı. Dönüşümün tehlikelerinden, her şeyden önce de bir büyücünün kendisini dönüştürünce, kendi büyüsüne kendisinin nasıl kapılabileceğinden söz etti. Yavaş yavaş, çocuğun anladığından emin oldukça, genç Usta ona bu gizleri sadece anlatmakla kalmadı. Dönüşüm&#;ün Büyük Büyüleri&#;nin önce birini, derken diğerini öğretti ve çalışması için Şekillendirme Kitabı nı verdi. Aslında hiçbir kötü niyeti yoktu, ama bunu, düşüncesizce, Başbüyücü&#;nün bilgisi dışında yapmıştı. Ged artık Çağrı Usta&#;yla da çalışıyordu; fakat Çağrı Usta, öğretmekte olduğu derin ve kasvetli büyüyle katılaşmış ve yaşlanmış sert bir adamdı. O gözbağıyla değil, sadece gerçek büyüyle uğraşıyordu; ışığın, ısının, mıknatısları çeken ve insanların ağırlık, biçim, renk ve ses diye algıladığı güçlerin, çağrılması ile: O güçler ki evrenin sonsuz ve engin enerjisinden elde edilen ve hiç kimsenin büyüsü veya kullanımı ile bitmeyecek ve dengeleri bozulamayacak, gerçek güçlerdi. İklimcilerin ve Denizci Ustaları&#;nın, rüzgârlara ve denize seslenişleri öğrencilerinin zaten öğrenmiş oldukları hünerlerdi. Ama öğrencilere, gerçek büyücülerin bu büyüleri ancak çok zorunlu zamanlarda kullandıklarını, bu tür dünyevi güçleri çağırmanın, parçası oldukları dünyayı değiştirmek demek olduğunu öğreten oydu. "Roke&#;ta yağmur, Osskil&#;de kuraklık anlamına gelebilir," diyordu, "Doğu Uçyöreleri nde sakin bir hava, Batı&#;da fırtına demek olabilir. Tabii, ne yaptığınızı tam olarak bilmiyorsanız." Gerçek nesnelerin ve yaşayan insanların çağrılmasına, ölülerin ruhlarının uyandırılmasına ve Görünmeyen&#;e yapılan dualara; yani Çağrı Usta&#;nın sanatının ve bir büyücünün gücünün sınırı anlamına gelen bu büyülere gelince; bunlardan öğrencilerine pek söz etmiyordu. Bir iki kere Ged, onun bu tür sırlardan konuşmasını sağlamaya çalıştı ama Usta ona, Ged huzursuz oluncaya kadar uzun uzun, kötü kötü baktı ve hiçbir şey söylemedi. Gerçekten de Ged bazen, Çağrı Usta&#;nın öğrettiği daha önemsiz büyülerle çalışırken bile huzursuz oluyordu. İrfan Kitabı&#;nın bazı sayfalarında, bazı eski kelimeler vardı ki daha önce hangi kitapta gördüğünü hatırlamamasına rağmen, ona hiç de yabancı gelmiyordu. Çağrı büyülerinde tekrarlanması gereken bazı belirli cümleler vardı ki, onları tekrar etmekten hoşlanmıyordu. Bunlar ona, örneğin, kapısı kapalı, karanlık bir odada, kapının bulunduğu taraftaki köşeden, kendisine doğru ilerleyen gölgeleri hatırlatıyordu. Çabucak bu tür hatıraları ve düşünceleri bir kenara atıp işine devam ediyordu Ged. Kendi kendine, bu tür korku ve karanlık dolu anların, kendi cahilliğinin gölgelerinden başka bir şey olmadığını söylüyordu. Ne kadar öğrenirse, o kadar az korkacaktı. Sonunda, bir Büyücü olarak gücünün doruğuna erdiğinde, dünyadaki hiçbir şeyden, hem de hiçbir şeyden korkmayacaktı. O yazın ikinci ayında, tüm okul tekrar Büyük Ev&#;de Uzun Dans&#;ı ve Ay ın Gecesi&#;ni kutlamak için toplandı. O yıl, her iki bayram, birbirini izleyen gecelere denk gelmişti, bu her elli iki yılda bir böyle olurdu. Yılın en kısa dolunayının olduğu ilk gece boyunca kırlarda flütler çalındı. Thwil&#;in dar sokakları davul sesleri ve meşalelerle doldu. Şarkı nağmeleri Roke Körfezi&#;nin mehtaplı sularının üzerine yayıldı. Ertesi gün güneş doğarken, Roke un okuyucuları, Havnor&#;un beyaz kulelerinin nasıl yapıldığını ve Erreth-Akbe&#;nin, Eski Ada Ea&#;dan başlayarak, tüm Adalar Diyarı&#;nı ve Uçyöreler&#;i gezdikten sonra en nihayet Açık Deniz&#;in kenarındaki Batı Uçyöreleri&#;nin sonunda, ejderha Orm ile karşılaştığı yere kadar yapmış olduğu yolculuğu anlatan Erreth-Akbe&#;nin Kahramanlıkları adlı uzun şarkıyı

39 söylemeye başladı. Şarkının anlattığına göre, Erreth-Akbe&#;nin kemikleri, Selidor&#;un ıssız sahilinde, ejderhanın kemiklerinin arasında bulunmaktadır; fakat Havnor kulesinin tepesine saplanmış olan kılıcı, güneş İç Deniz&#;in üzerinden batarken, kıpkızıl yanar. Şarkı bitince Uzun Dans başladı. Kasaba halkı, Ustalar, öğrenciler ve çiftçiler; kadın erkek hep beraber, akşam karanlığında, davulların, flütlerin ve gaydaların eşliğinde, Roke&#;un tozlu yollarından deniz kıyısındaki kumsallara kadar dans ettiler. Dans ede ede denizin içine kadar girdiler; böylece gece mehtapta eridi; müzik sesi sahile vurup kırılan dalgaların sesleri içinde yitti. Doğu ışımaya başlayınca sahilden ve yollardan geri geldiler; bu kez davullar vurmuyor fakat flütler yumuşak ve tiz sesleriyle çalmaya devam ediyordu. Adalar Diyarı&#;nın her yanında bu böyle olmuştu o gece: Denizin ayırdığı karaları tek bir dans, tek bir müzik birbirine bağlamıştı. Uzun Dans bitince insanların çoğu, akşam beraberce yemek ve içmek için, günü uyuyarak geçirdiler. Çıraklar ve sihirbazlardan oluşan bir grup genç, Büyük Ev&#;in avlusunda ayrı bir eğlenti düzenlemek için yemeklerini yemekhaneden alıp dışarı çıkmışlardı. Kule&#;den bayramın şerefine izin alıp gelmiş ve hatta bu bayram için Kurremkarmerruk&#;u bile çıkartıp buraya getirmeyi başarmış olan yedi sekiz çocuk ile Vetch, Jasper ve Ged&#;den oluşan bir gruptu bu. Aynı kral ziyafetlerindeki gibi, yiyorlar, içiyorlar ve eğlence olsun diye sihirbazlık numaraları yapıyorlardı. Oğlanlardan biri avluyu yüzlerce tılsımışığı yıldızıyla donatmıştı; mücevher renklerine bürünmüş yıldızlar, gençlerle gerçek yıldızlar arasında, yavaş ama kesintisiz hareketlerle salınıyorlardı. Bir grup oğlan yeşil alevden toplarıyla ve toplar yaklaştıkça sıçrayan ve hoplayan lobutlarla, bowling oynuyorlardı. Tüm bu süre içerisinde de Vetch, havada bağdaş kurmuş, kızarmış tavuk yiyordu. Genç oğlanlardan biri onu yere çekmeye çalıştı ama Vetch, gayet sakin, gülümseyerek biraz daha yukarı, onun erişemeyeceği bir yere çıktı. Ara sıra bir tavuk kemiği atıyor; kemik bir baykuşa dönüşerek bağıra bağıra hareket halindeki yıldızların arasında uçuşuyordu. Ged baykuşların arkasından, ekmek kırıntılarından yaptığı okları atıyor ve kuşları yere düşürüyordu; baykuş ve oklar yere, birer gözbağı olarak değil, ekmek kırıntısı ve kemik olarak değiyordu. Ged havada duran Vetch e yetişmek istiyor fakat sihirin anahtarını bilmediğinden havada durabilmek için kollarını çırpmak zorunda kalıyordu. Herkes onun uçuşuna, kanat çırpışına ve oraya buraya toslamalarına gülüyordu. O da bu kahkahaların hatırına, kendisi de onlarla birlikte gülerek, şaklabanlığına devam ediyordu, çünkü bu dans, müzik, mehtap ve büyüyle dolu iki geceden sonra her şeye açık, çılgın ve uçuk bir hale gelmişti. En sonunda yavaşça, Jasper&#;ın yanında ayaklarının üzerine kondu. Tüm bu olaylar sırasında hiç gülmemiş olan Jasper, "Uçamayan bir Atmaca" diyerek yanından ayrıldı. "Ya Jasper,* değerli bir taş mıdır?" dedi Ged dişlerinin arasından. "Ey sihirbazlar Mücevheri, ey Havnor cevheri, parla bize!" * Jasper, İngilizcede yeşime benzeyen bir taşın adıdır, (ç.n.) Tılsımışıklarını havada tutan oğlan bir tanesini dans etsin ve parıldasın diye Jasper&#;ın başının üstüne yolladı. Her zamanki soğukkanlılığını koruyamayan Jasper hiddetle, elinin bir hareketiyle ışığı başından savıp söndürdü. "Çocuklardan, gürültüden ve ahmaklıktan bıktım," dedi.

40 "Yaşlanıyorsun oğlum," dedi Vetch yukarıdan. "Sessizlik ve kasvetse, istediğin," diye söze girdi genç oğlanlardan biri, "her zaman için Kule&#;ye gidebilirsin." Ged&#;se ona, "İsteğin ne, o halde Jasper?" dedi. "Kendime denk insanlarla bir arada olmak istiyorum," dedi Jasper. "Haydi Vetch. Bırak da çıraklar oyuncaklarıyla oynasınlar." Ged dönerek Jasper ın yüzüne baktı. "Sihirbazların, çıraklardan ne farkları varmış?" diye sordu. Sesi çok sakin olmasına rağmen, diğer çocuklar aniden sessizleştiler; çünkü aralarındaki kin, Ged&#;in sesinde, aynı Jasper&#;ınkinde olduğu gibi, kınından çıkan kılıcın sesi kadar net ve açıkça duyuluyordu. "Güç!" dedi Jasper. "Gücümle gücünü, teke tek yarıştıracağım." "Bana meydan mı okuyorsun?" "Sana meydan okuyorum." Vetch o zaman yere atlayarak, asık bir yüzle ikisinin arasına girdi. "Sihirbazlık düellosu bize yasaktır, bunu siz de biliyorsunuz. Kesin artık!" Ged ile Jasper seslerini çıkarmadan durdular; her ikisinin de Roke kuralını bildikleri doğruydu; ayrıca Vetch&#;in sevgiden, kendilerinin ise nefretten böyle davrandıklarını da biliyorlardı. Yine de hiddetleri yatışmamış, sadece duraklamıştı. Derken, Jasper, sanki sadece Vetch&#;in duyması için biraz kenara çekilerek, "Keçi çobanı arkadaşına, kendisini koruyan kuralı bir kez daha hatırlatsan iyi olacak. Suratı pek asıldı. Yoksa onun meydan okumasını ciddiye mi alacağımı zannetti? Keçi kokan, İlk Dönüşüm&#;ün ne olduğunu bile bilmeyen bir çırağın meydan okumasını?" dedi. "Jasper," dedi Ged, "benim ne bilip bilmediğimi sen nereden biliyorsun?" Bir anda, kimse söylenen bir kelime duymadığı halde, Ged gözler önünden yok oldu; biraz önce durduğu yerde, çığlık atmak için eğri gagasını açmış, büyük bir şahinin süzüldüğü görüldü, sonra tekrar, oynaşan meşalenin ışığı altında, koyu gözleriyle Jasper&#;ı süzen Ged belirdi. Jasper hayret içinde bir adım geriledi; ama sonra omuzlarını silkti ve bir tek söz söyledi: "Gözbağı." Diğerleri aralarında mırıldandılar. Vetch, "Bu gözbağı değildi. Gerçek bir dönüşümdü. Ve bu kadarı da yeter. Jasper, dinle" "Bu sadece, Usta&#;nın arkası dönükken, Şekillendirme Kitabı&#;na göz attığını kanıtlar. E, ne olmuş yani? Devam et keçi çobanı. Kendi başına örmeye başladığın bu çorabı sevdim. Benimle eşit olduğunu kanıtlamaya çalıştıkça, ne mal olduğun ortaya çıkıyor." Bunun üzerine Vetch Jasper&#;a arkasını dönüp yumuşak bir sesle Ged&#;i çağırdı: "Çevik Atmaca, çocuk olma, bırak bunları, benimle gel" Ged arkadaşına bakıp gülümsedi, ama tüm söylediği, "Benim için Hoeg&#;i bir süre tutabilir misin?" oldu. Her zamanki gibi omuzunda duran otakı, Vetch in elleri arasına bıraktı. O güne

41 kadar kendisine Ged&#;den başka kimsenin dokunmasına izin vermeyen hayvan, bu kez Vetch&#;e gitti; koca gözlerini sahibinden hiç ayırmadan, Vetch&#;in kolundan yukarı tırmanarak omuzuna sindi. "Şimdi," dedi Ged, Jasper&#;a biraz önceki gibi sakin bir sesle, "benden üstün olduğunu kanıtlamak için ne yapacaksın Jasper?" "Benim bir şey yapmama gerek yok keçi çobanı. Ama yine de yapacağım. Sana bir hak, bir olanak sağlayacağım. Kıskançlık seni bir kurt gibi kemiriyor. Bu kurdu ortaya çıkaralım. Bir keresinde, Roke Tepesi&#;nde, Gontlu büyücülerin oyun oynamadıkları hakkında atıp tutmuştun. Şimdi gel, Roke Tepesi&#;nde, onların ne yaptıklarını göster bize. Ondan sonra, belki ben de sana bir sihir gösteririm." "Bak onu görmek isterim işte," diye cevap verdi Ged. Ged&#;in tepesinin, en ufak bir küçümseme veya hor görme imasında bile attığını bilen genç öğrenciler, şimdiki bu soğukkanlılığını hayretle izliyorlardı. Vetch ise onu, hayretle değil, büyüyen bir korkuyla izliyordu. Bir kez daha aralarına girmeye çalıştı ama Jasper, "Gel, aramıza girme Vetch. Sana tanıdığım bu hakkı nasıl kullanacaksın keçi çobanı? Bize bir gözbağı mı yapacaksın, ateşten bir top mesela, yoksa keçileri hastalıklardan koruyan bir tılsım mı?" dedi. "Sen ne yapmamı isterdin Jasper?" Büyük oğlan omuzlarını silkti, "İstersen ölüler arasından bir ruh çağır." "Çağırırım." "Çağıramazsın." Aniden köpüren hiddeti kibirini bastıran Jasper, bakışlarını Ged&#;e dikti. "Çağıramazsın. Bunu yapamazsın. Habire atıp tutuyorsun" "Adım üzerine yemin ederim ki çağıracağım." Bir an için hepsi taş kesildi. İstese onu durdurabilecek olan Vetch&#;in elinden kurtularak, arkasına bile bakmadan avludan çıktı Ged. Tepelerinde dans etmekte olan tılsımışıkları karardı ve yere indi. Jasper bir an için tereddüt ettikten sonra Ged&#;in peşinden gitti. Diğerleri, sessizce, merakla ve korkuyla, arkadan takip ettiler. Roke Tepesi, ay henüz doğmadığı için, yaz gecesinin karanlığına doğru tırmanıyordu. Birçok mucizenin yaratılmış olduğu bu tepenin varlığı, tıpkı etraflarındaki hava gibi ağırdı. Tepeye yaklaştıkça, bu tepenin köklerinin nasıl derinlere, hatta denizden bile derindeki, dünyanın çekirdeğindeki eski, kör ve gizli ateşlere kadar indiğini düşündüler. Doğudaki bayırda durdular. Tepenin doruğunda, üstlerinde, siyah otların üzerinde yıldızlar asılı duruyordu. Hiç rüzgâr esmiyordu. Ged, bayır yukarı, diğerlerinden birkaç adım öteye gidip dönerek berrak bir sesle "Jasper! Kimin ruhunu çağırayım?" dedi. "Kimi istersen onu çağır. Seni hiçbiri dinlemeyecektir." Jasper&#;ın sesi titriyordu, belki de kızgınlıktan. Ged yavaşça, alay ederek cevap verdi: "Korkuyor musun?" Bir cevap verdiyse bile Jasper&#;ın cevabını dinlemedi. Artık Jasper&#;la ilgilenmiyordu. Bir kez Roke Tepesi&#;ne çıktıktan sonra öfke ve nefret yerini kesin bir güvene bırakmıştı. Kimseyi kıskanmaya ihtiyacı yoktu. Bu gece, bu karanlık büyülü topraklarda, gücünün her

42 zamankinden daha büyük olduğunu biliyordu. Bu güç onu, titretinceye kadar, zorlukla denetim altında tutulabilen bir kuvvet hissiyle dolduruyordu. Artık Jasper&#;ın, kendisinden çok aşağıda bulunduğunu, belki de onu buraya, bir rakip olarak değil de sadece kaderinin bir hizmetkârı olarak getirmek için gönderilmiş olduğunu biliyordu. Ayağının altında tepenin köklerinin, derinlere, ta derinlere, karanlığa doğru gittiğini hissetti; başının üzerinde yıldızların uzak ve kuru ateşlerini gördü. Bunların arasındaki her şey ise, onun emrinde, onun hizmetindeydi. Dünyanın tam ortasında duruyordu. "Korkma," dedi gülümseyerek. "Bir kadının ruhunu çağıracağım. Bir kadından korkmana gerek yok. Elfarran&#;ı çağıracağım, Enlad&#;ın Kahramanlıkları&#;nda anlatılan zarif kadın." "O kadın binlerce yıl önce öldü, kemikleri Ea Denizi nin dibinde yatıyor. Sonra belki öyle bir kadın hiç yaşamamıştır." "Yıllar ve uzaklıklar ölüler için bir şey ifade eder mi? Şarkılar yalan mı söylüyor?" dedi Ged, aynı alaycı ve kibar tonla; sonra da "Ellerimin arasındaki boşluğa iyice bak," diyerek dönüp kıpırdamadan durdu. Çok yavaş ama haşmetli bir hareketle kollarını uzattı. Bu, duaların başında yapılan bir karşılama hareketidir. Ve konuşmaya başladı. Bu Çağırma Büyüsü&#;nün sözlerini, iki yıl kadar önce Ogion&#;un kitaplarından birinde okumuş ve o günden beri de bir daha hiç görmemişti. O zaman büyünün sözlerini karanlıkta okumuştu. Şimdi, buradaki karanlıkta, o gece önünde açık duran sayfadan okur gibi tekrar okudu. Ama şimdi yüksek sesle okuduğu her kelimenin ne anlama geldiğini kavrıyor; büyünün, sesi, bedeni ve ellerinin hareketleriyle nasıl örülmesi gerektiğini açıklayan işaretleri görebiliyordu. Öbür oğlanlar konuşmadan, titremelerini saymazsak kıpırdamadan, durmuş seyrediyorlardı. Kudretli büyü, işlemeye başlamıştı. Ged&#;in sesi hâlâ yumuşaktı fakat değişmişti, derinden bir ahenk hâkim olmuştu. Söylediği kelimeler diğerlerine yabancıydı. Derken Ged sustu. Birdenbire otların arasından bir rüzgâr, gürleyerek esti. Ged dizlerinin üzerine düşüp yüksek sesle çağırmaya başladı. Sonra, uzanmış ellerle toprağı kucaklamak istercesine, kendisini ileri doğru attı; doğrulduğunda kucak açmış elleri ve kolları arasında, kara bir şey tutuyordu; öyle ağır bir şey ki, ayağa kalkarken harcadığı güçten dolayı sarsılıyordu. Sıcak rüzgâr, otları tepeye doğru savurarak uğuldadı. Yıldızlar parlıyorduysa bile, o anda hiçbiri bunu göremiyordu. Büyünün kelimeleri Ged&#;in dudakları arasından tıslıyarak, mırıltı halinde çıkıyordu; sonra yüksek sesle ve net bir şekilde bağırdı: "Elfanan!" Sonra tekrar aynı ismi çağırdı: "Elfanan!" Yerden kaldırmış olduğu şekilsiz karanlık, aralandı. Aralıktan, kollarının arasından, ince bir ışık demeti parladı; ellerini kaldırdığı yere kadar uzanan belli belirsiz oval bir ışık. Bir an için, bu oval ışığın içinde, bir şekil hareket etti: Omuzundan geriye doğru bakan uzun boylu bir kadın. Kadının yüzü çok güzeldi; üzgün ve korku dolu. Ruh sadece bir an için burada parlamıştı. Sonra Ged&#;in kolları arasındaki soluk oval ışık, parlaklaşmaya başladı. Genişledi ve yayıldı; dünyanın ve gecenin karanlığında, gezegenin dokusunu yırtıp açan bir yarık oldu. Bu yarıktan korkunç bir parlaklık yayıldı. Ve bu parlak

43 biçimsiz yırtıktan, pıhtı halinde kara bir gölge gibi hızla hareket eden, iğrenç bir şey, tırmanarak doğruca Ged&#;in yüzüne sıçradı. Bu şeyin ağırlığı altında sendeleyen Ged kısa, boğuk bir çığlık attı. Vetch&#;in omuzundan her şeyi seyretmekte olan küçük otak, hiç sesi olmadığı halde, yüksek sesle çığlık atarak saldırmak istercesine ileri atıldı. Ged&#;in tepesindeki dünyanın karanlığında oluşmuş yarık genişleyip uzarken, o boğuşarak ve debelenerek yere düştü. Olanları seyreden oğlanlar kaçtı; Jasper toprağa kapanarak gözlerini o korkunç ışıktan korudu. Sadece Vetch arkadaşına doğru koştu. Böylece bir tek o, Ged&#;e yapışmış, etlerini parçalayan, gölge kütlesini gördü. Küçük bir çocuk boyunda, kara bir hayvana benziyordu; ama bu şey sanki bir şişiyor, bir büzüşüyordu. Ne kafası vardı, ne de yüzü; sadece yakalayıp parçalamak için kullandığı dört tane pençesi vardı. Vetch dehşet içinde hıçkırmaya başladı, yine de ellerini uzatıp, o şeyi Ged&#;den ayırmaya çalıştı. Ama daha ona dokunamadan bağlandı, artık kıpırdayamıyordu. Dayanılmaz parlaklık soldu ve dünyanın kenarları yavaş yavaş bir araya geldi. Yakınlarında bir ses, tıpkı bir ağacın fısıltısı veya bir çeşmenin suyunun şıkırtısı gibi, hafifçe konuşuyordu. Yıldızlar tekrar parlamaya başladılar; yamaçlardaki otlar, yeni doğmakta olan mehtapla ağardı. Gece kurtulmuştu. Aydınlık ve karanlığın dengesi tekrar sağlanmış ve sabitleştirilmişti. Gölge-yaratık gitmişti. Ged yerde sere serpe, sırtüstü yatıyordu; kolları sanki hâlâ dua eder veya birini karşılarmış gibi açık duruyordu. Yüzü kanla kaplanmış, kararmıştı; gömleğinin üzerinde de büyük kara lekeler vardı. Omuzuna sinmiş olan küçük otak titriyordu. Tam tepesinde, cübbesi, yükselmekte olan ayın ışığıyla solgun solgun parlayan, yaşlı bir adam duruyordu: Başbüyücü Nemmerle. Nemmerle&#;nin asasının ucu, Ged&#;in göğsünün üzerinde yaldızlar çıkararak dolanıyordu. Nemmerle bir şeyler fısıldarken, asasını nazikçe, bir kez Ged&#;in kalbinin üzerine, bir kez de dudaklarına değdirdi. Ged kıpırdadı; nefes alabilmek için dudaklarını araladı. Sonra yaşlı Başbüyücü asasını kaldırıp toprağa batırdı ve sanki ayakta duracak gücü kalmamış gibi başı önünde, asaya yaslandı. Vetch, hareket edebildiğini fark etti. Etrafına baktığında, öbürlerinin de, Çağrı Usta ve Dönüşüm Ustası&#;nın da, oraya gelmiş olduklarını gördü. Büyük büyücülük eylemleri, bu tür adamları harekete geçirmeden, bir sonuca varmazlar. Bu adamların da gereksinim anında, çağırıldıklarında, kendilerine göre, hızla gelme yöntemleri vardır. Yine de hiçbiri Başbüyücü kadar hızlı olamamıştı. Sonunda, yardım çağırdılar; gelenlerin bir kısmı Başbüyücü&#;yle giderken, diğerleri, ki bunların arasında Vetch de vardı, Ged&#;i Şifacı Usta&#;nın odalarına taşıdılar. Bütün gece boyunca Çağrı Usta, Roke Tepesi&#;nde nöbet tuttu. Fakat dünyanın dokusunun yırtılıp açıldığı bu yamaçlarda, hiçbir şey kımıldamadı bile. Kendi topraklarına geri tırmanabilmek için, mehtapta sürünerek yırtığı arayan hiçbir gölge görünmedi. Gölge Nemmerle&#;nin ellerinden; Roke Adası&#;nı koruyan ve çevreleyen kudretli büyü-duvarından kurtulup, kaçmıştı ama şimdi de dünyada dolaşıyordu. Dünyada, bir yerlerde saklanıyordu. Ged o gece ölecek olursa, gölge açtığı kapıyı bulmaya çalışabilir, onu ölüm âleminde de izleyebilir veya her nereden geldiyse oraya dönebilirdi. İşte Çağrı Usta bu yüzden bekliyordu Roke Tepesi&#;nde. Fakat Ged yaşadı.

44 Onu şifa odasına yatırdılar; Şifacı Usta, yüzünde, boğazında ve omuzunda bulunan yaraları sardı. Yaralar derin, büyük ve kötüydü. Yaralardan akan siyah kan, büyülere ve üzerine konan örümcek ağlarına sarılmış perriot yapraklarına rağmen, durmuyordu. Ged, kendini bilmeden, ateşte için için yanan bir dal gibi, ateşler içinde yatıyordu; onu yakan şeyi ise, hiçbir büyü soğutamıyordu. Pek uzakta olmayan bir yerde, çeşmenin aktığı, üstü örtüsüz avluda, Başbüyücü de kıpırdamadan yatıyordu fakat o soğuktu, buz gibi soğuk. Sadece, mehtapta suyun dökülüşünü ve kımıldayan yaprakları seyreden gözleri yaşıyordu. Yanındakiler, ne büyü yapıyorlar, ne de şifa arıyorlardı. Zaman zaman kendi aralarında alçak sesle konuşuyor sonra tekrar dönüp efendilerine bakıyorlardı. O ise ay ışığı altında bir kemik kadar beyazlaşmış şahin burnu, mağrur alnı, ak saçlarıyla, kıpırdamadan yatıyordu. Başıboş büyüyü denetim altına almak ve gölgeyi Ged&#;den uzaklaştırmak için bütün gücünü harcamıştı. Gücüyle beraber, bedensel kuvveti de gitmişti. Ölüyordu. Fakat, yaşadığı sürece birçok kez ölümün krallığının kuru ve sarp yamaçlarında gezmiş büyük bir büyücünün ölümü tuhaf bir olaydır, çünkü ölen adam gittiği yere körü körüne değil, kendinden emin, gittiği yolları bilerek gider. Nemmerle ağacın yaprakları arasından yıldızlara baktığı zaman, yanındakiler, onun gerçekten, bu yaz günü, şafağın yaklaşmasıyla solmakta olan yıldızlara mı, yoksa tepenin üzerindeki hiçbir şafağın göremediği ve hiç batmayan diğer yıldızlara mı baktığını bilemiyorlardı. Otuz yıldır büyücünün yoldaşı olan Osskilli kuzgun gitmişti. Kimse onun nereye gittiğini görmemişti. "Onun önünden uçuyor," dedi Şekillendirme Ustası nöbet sırasında. Doğan gün ılık ve açıktı. Büyük Ev ile Thwil sokaklarında çıt çıkmıyordu. Öğlene doğru Okuyucular Kulesi&#;nin demir çanları acı acı çalıp, yüksek sesle sesleninceye kadar, hiç ses duyulmadı. Ertesi gün Roke&#;un Dokuz Ustası, Varlık Korusu&#;nun karanlık ağaçlarının altında toplandı. Tüm Yerdeniz büyücüleri arasından yeni Başbüyücü&#;yü seçerken, orada bile, onlarla hiç kimse veya hiçbir güç konuşamasın ve onların ne konuştuklarını da duyamasın diye etraflarına dokuz sessiz duvar ördüler. Way&#;li Gensher, Başbüyücü seçildi. Derhal Roke Adası&#;ndan, İç Deniz yoluyla Way Adası na, yeni Başbüyücü&#;yü getirmesi için bir gemi yollandı. Yelanahtarı Usta geminin kıçında durarak yelkenleri doldurması için bir büyürüzgârı çıkarttı, böylece gemi çabucak yelken açıp gözden kayboldu. Bütün bunlardan Ged&#;in hiç haberi olmadı. O sıcak yaz aylarında, tam dört hafta ölü gibi yattı. Yalnız bazen bir hayvan gibi inleyip bağırıyordu. Sonunda, Şifacı Usta&#;nın sabırla uyguladığı tedavi sonuç vermeye, yaraları kapanmaya ve ateşi düşmeye başladı. Yavaş yavaş, tekrar duymaya başlar gibi oldu ama hiç konuşmuyordu. Güneşli bir sonbahar günü Şifacı Usta, Ged&#;in yattığı odanın panjurlarını açtı. Roke Tepesi&#;ndeki gecenin karanlığından beri, Ged hep karanlıkta kalmıştı. O an gün ışığını ve parlayan güneşi gördü. Yaralı yüzünü elleri arasına alarak ağlamaya başladı. Kış geldiğinde bile hâlâ kekeleyerek konuşabiliyordu. Şifacı Usta da, bedensel ve zihinsel gücünü ona yavaş yavaş geri verebilmek amacıyla, onu hâlâ şifa odasında tutuyordu. Sonunda Usta onu taburcu ettiğinde baharın ilk günleri yaşanıyordu. Sadakatini bildirmesi

45 için, onu ilk olarak Başbüyücü Gensher e yolladı. Çünkü Gensher Roke&#;a geldiğinde, bu görevini yerine getirmek için okulun diğer öğrencilerine katılamamıştı Ged. Hastalığının sürdüğü aylar boyunca, hiçbir arkadaşının onu ziyaret etmesine izin verilmemişti. Şimdi onların arasından geçerken bazıları birbirlerine "Bu da kim?" diye soruyorlardı. Ged daha önceleri canlı, çevik ve kuvvetliydi. Şimdi ise çektiği acılar nedeniyle aksak, tedirgin yürüyor, sol tarafı yara izleriyle bembeyaz olmuş yüzünü yerden kaldırmıyordu. Kendisini tanıyan tanımayan, herkesten sakınıyordu. Böylece dosdoğru çeşmenin bulunduğu avluya gitti. Bir zamanlar Nemmerle&#;yi beklemiş olduğu bu avluda şimdi Gensher onu bekliyordu. Eski Başbüyücü gibi, o da beyaz bir cübbe giymişti ama Doğu Uçyöreleri&#;ndeki ve Way Adası&#;ndaki insanların çoğu gibi Gensher de kara deriliydi; kalın kaşlarının altından yönelttiği bakışları da karaydı. Ged diz çökerek sadakatini bildirdi. Gensher bir süre sessiz kaldı. "Ne yapmış olduğunu biliyorum," dedi en sonunda, "ne olduğunu değil. Senin sadakatini kabul edemem." Ged ayağa kalktı, ayakta durabilmek için, elini çeşmenin yanındaki genç ağacın gövdesine yasladı. Konuşurken hâlâ zorluk çekiyordu. "Roke&#;tan ayrılmam mı gerekiyor efendim?" "Roke&#;tan ayrılmak istiyor musun?" "Hayır." "Ne yapmak istiyorsun?" "Kalmak. Öğrenmek. Kötülüğü ortadan kaldırmak" "Nemmerle bile bunu başaramadı Hayır, senin Roke&#;tan ayrılmana izin vermeyeceğim. Seni, şu anda, buradaki Ustaların güçleri ve kötülüğün yaratıklarını adadan uzak tutmak için oluşturulmuş savunma hattı koruyor sadece. Eğer şimdi gidersen, ortaya çıkmasına neden olduğun şey, seni hemen bulur, içine girer ve sana sahip olur. O zaman bir adam değil, bir gebbet olursun; gün ışığına çıkarmış olduğun kötü gölgenin isteklerini yerine getiren bir kukla. Kendini ondan koruyabilecek kuvvete ve bilgeliğe erişene kadar, burada kalmalısın - tabii eğer o seviyeye erişebilirsen Şu anda bile seni bekliyor. Emin ol, seni bekliyor. O geceden sonra onu bir daha gördün mü?" "Rüyalarımda, efendim." Ged biraz durduktan sonra, acı ve utançla konuşmaya devam etti: "Gensher Usta, büyüden çıkıp gelen ve bana yapışan şeyin ne olduğunu bilmiyorum." "Ben de bilmiyorum. Onun adı yok. Senin içinde doğuştan çok büyük bir güç var ve sen o gücü, denetim altında tutamadığın, sonucunda aydınlık ile karanlığın, ölüm ile yaşamın, iyi ile kötünün dengesinin nasıl etkileneceğini bilmediğin bir büyüde uygulayarak, yanlış yerde kullandın. Ve bunu da nefret ve gurur yüzünden yaptın. Sonucun kötü olduğuna şaşmamak gerek. Sen ölüler arasından bir ruh çağırdın ama onunla beraber Yaşamsızlık Güçleri&#;nden biri de çıkıp geldi. İsimlerin bulunmadığı bir yerden, çağırılmadan geldi. Kötülük, senin aracılığınla kötülük yapmak istiyor. Onu çağırmakta kullandığın güç, onun yararına seni

46 etkiliyor: artık birbirinize bağlandınız. O, senin kibirinin gölgesi, senin yarattığın bir gölge. Bir gölgenin adı olur mu?" Ged hastalıklı ve bitkin bir halde duruyordu. Sonunda, "Keşke ölseydim," dedi. "Sen kim oluyorsun da bunu sorgulamaya cesaret ediyorsun? Nemmerle senin için öldü Sen burada güvenliktesin. Burada yaşayıp öğrenimine devam edeceksin. Bana zeki olduğunu söylediler. Şimdi git ve ödevlerine çalış. İyi çalış. Yapabileceğin tek şey bu." Böylece sözlerini bitirdi Gensher ve aniden yok oldu, tüm büyücüler gibi. Çeşme, güneşin altında akıyordu; Ged, Nemmerle&#;yi düşünerek bir süre çeşmenin sesini dinledi. Bir keresinde bu avluda, güneşin kendisine konuştuğunu hissetmişti. İşte artık, karanlık da konuşmuştu: geri alınması olanaksız bir söz. Avludan ayrılarak Güney Kule&#;de, kendisi için boş tutulmuş olan eski odasına gitti. Orada tek başına oturdu. Gong yemeği haber verince gitti ama Uzun Masa&#;da oturan diğer çocuklarla ne konuştu, ne de yüzünü kaldırıp baktı; hatta onu büyük bir nezaketle karşılayan çocuklara bile. Böylece bir iki gün sonra, hepsi onu yalnız bıraktılar. Yalnız kalmak onun kendi dileğiydi; çünkü akılsızca söyleyeceği veya yapacağı bir kötülükten korkuyordu. Ne Vetch, ne de Jasper, ortalıklardaydı; Ged de onların nerede olduklarını sormuyordu. Kendisini kaybetmiş olarak yattığı için yitirdiği aylar nedeniyle, daha önceleri önünde ve lideri olduğu çocuklar, artık onu geçmişlerdi. O bahar ve yaz, kendisinden küçük çocuklarla birlikte ders yaptı. Onların arasında bile parlamadı; çünkü herhangi bir tılsımın sözleri, hatta en basit gözbağı sihirleri bile ağzından duraksayarak çıkıyor; elleri de marifetlerini göstermekte tereddüt ediyordu. Sonbaharda, bir kez daha Yalnız Kule&#;ye gidip, İsimci Usta ile çalışması gerekiyordu. Bir zamanlar kaçındığı bu iş, şimdi onu mutlu ediyordu; çünkü zaten onun aradığı, büyü yapılmadan geçen uzun dersler, sessizlik ve içinde hâlâ varolduğunu bildiği o gücünü kullanmasına gerek olmayan bir yerdi. Kule&#;ye gideceği günün arifesinde, akşam, odasına bir ziyaretçi geldi. Kahverengi gezgin cübbesi giymiş, ucu demirli, meşe asa taşıyan biri. Büyücü asasını gören Ged, ayağa kalktı. "Çevik Atmaca" Sesi duyunca Ged gözlerini kaldırdı: Karşısında duran Vetch&#; ti. Siyah pervasız yüzü olgunlaşmış ama yüzündeki tebessümü değişmemiş; her zamanki kadar güvenilir, her zamanki kadar sağlam Omuzuna ise koca gözlü, parlak tüylü bir hayvan kıvrılmıştı. "Sen hastayken hep benle kaldı, şimdi ondan ayrılacağım için çok üzülüyorum. Ve senden ayrılacağıma daha da çok üzülüyorum Çevik Atmaca. Ama eve dönüyorum. Hadi bakalım Hoeg! Gerçek sahibine git!" Vetch otakı okşayıp yere bıraktı. Hayvan gidip Ged&#; in ot şiltesinin üzerine oturarak küçük bir yaprağı andıran diliyle tüylerini yalamaya başladı. Vetch güldü ama Ged gülümseyemedi bile. Yüzünü saklamak için yere çömeldi ve hayvanı okşamaya başladı. "Bana geleceğini hiç tahmin etmiyordum Vetch," dedi. Sitem etmek niyetiyle söylememişti, ama Vetch, "Daha önce gelemedim. Şifacı Usta izin

47 vermedi. Kıştan beri de Koru&#;daydım, Usta ile birlikte inzivaya çekilmiştim. Asayı almaya hak kazanıncaya kadar serbest değildim. Dinle: Sen de serbest kaldığın zaman Doğu Uçyöresi&#;ne gel. Seni bekleyeceğim. Oralardaki küçük köylerin halkı çok misafirperverdir, sonra büyücüleri de hoş tutarlar," dedi. "Serbest kalmak" diye mırıldandı Ged, gülümsemeye çalışarak; hafifçe omuzlarını silkti. Vetch ona baktı, ama eskisi gibi değil. Daha az sevgiyle değil, ama belki, daha bir büyücü edasıyla. Kibarca, "Sonsuza kadar Roke&#;ta kalmayacaksın," dedi. "Şey belki Kule&#;de Usta&#;yla çalışırım, kitaplar ve yıldızlar arasında, kaybolmuş isimleri arayanlardan biri olurum pek bir işe yaramasam da, zararım da olmaz, diye düşünmüştüm" "Belki," dedi Vetch, "ben geleceği göremem. Fakat senin önünde odalar ve kitaplar değil, uzak denizleri, ejderhaların ateş kusan soluklarını, şehirlerin kulelerini ve atmacanın yükseklerde ve uzaklarda uçarken gördüğü şeyleri görüyorum." "Ya ardımda ardımda neler görüyorsun?" diye sordu Ged ve konuşurken ayağa kalktı. Tepelerinde, tam aralarında duran tılsımışığı, Ged&#;in gölgesini arkadaki duvara ve yere düşürüyordu. Sonra başını yana çevirip kekeleyerek, "Yine de bana nereye gideceğini, ne yapacağını anlat," dedi. "Eve gidip oğlan kardeşlerimi ve sözünü sık sık ettiğim kızkardeşimi göreceğim. Ayrıldığımda kızkardeşim daha bir bebekti. Yakında İsmi takılacak düşünmesi bile garip geliyor insana! Sonra da küçük adaların birinde, kendime büyücü olarak bir iş bulacağım. Ah, senle oturup uzun uzun konuşmak isterdim ama oturamam. Gemim bu gece ayrılıyor ve deniz yükselmeye başladı bile. Çevik Atmaca, eğer yolun Doğu&#;ya düşerse, mutlaka bana uğra. Ve, eğer bana ihtiyacın olursa, beni çağır, beni adımla çağır: Estarriol." Bunu duyan Ged yaralı yüzünü kaldırıp arkadaşıyla göz göze geldi. "Estarriol," dedi, "benim adım Ged." Sonra sessizce vedalaştılar. Vetch arkasını dönerek taş koridorlardan inip gitti; Roke&#;tan ayrıldı. Ged bir süre, çok güzel bir haber almış da haberi sindirmek için zaman kazanmak isteyen biri gibi hareketsiz kaldı. Vetch&#;in ona verdiği armağan, gerçek ismini ona söylemesi, çok büyük bir şeydi. Bir insanın gerçek ismini kendisinden ve ismini verenden başka kimse bilmez. Zamanla, eğer isterse, ismini kardeşine, karısına veya arkadaşına söyleyebilir ama o üçüncü şahıslar da, bu ismi, bir başkasının duyabileceği yerlerde kullanmazlar. Başkalarının önünde onu, diğer insanlar gibi, kullanılan adıyla, takma adıyla çağırırlar; Çevik Atmaca gibi, Vetch gibi, "tüy-yumağı" anlamındaki Ogion gibi. Basit insanlar, gerçek isimlerini çok sevip güvendikleri birkaç kişi dışında herkesten saklıyorlarsa; büyüyle ilgisi olanlar, daha tehlikeli ve tehlike altında olduklarından, çok daha fazla korumak zorundadırlar. Kim bir adamın ismini biliyorsa, onun hayatını avuçlarının içinde tutuyor demektir. Böylece, Vetch, kendine olan güvenini yitirmiş olan Ged&#;e, ancak gerçek bir arkadaşın verebileceği bir armağan, ona olan güveninin sarsılmamış, sarsılmaz kanıtını vermiş oldu.

48 Ged ot yatağının üzerine oturarak, sönerken içindeki bataklık gazı hafifçe poflayan tılsımışığının yuvarlak parıltısını söndürdü. Sanki daha önce başka hiçbir yerde uyumamış gibi keyifle dizlerine uzanıp uyumuş olan otakı okşadı. Büyük Ev sessizdi. Ged&#;in aklına, o günün, Ogion&#;un ona ismini verdiği, kendi Geçiş&#;inin yıldönümünün arefesi olduğu geldi. O günden bu yana dört yıl geçmişti. İsimsiz ve çıplak olarak geçtiği dağdaki kaynağın soğukluğunu hatırladı. Çocukken yüzdüğü, Ar Nehri&#;ndeki diğer berrak gölcükleri düşünmeye başladı; sonra dağın dik yamacındaki ormanın altına kurulmuş olan Onakçaağaç köyünü; tozlu köy sokağındaki sabah gölgelerini; bir kış akşamında, körüğün üfürmesiyle tunçustasının ateşinden çıkan alevi; havası duman ve yapılan büyülerle ağırlaşmış olan, cadının karanlık ve hoş kokulu kulübesini On yedi yaşını doldurduğu bu akşam, tüm bunlar tek tek aklına geldi. Kısa ve kırık hayatının tüm yılları ve yerleri, aklında toplanıp bir araya, bir bütün haline geldi. Sonunda bir kez daha, bu uzun, acı ve kaybolmuş zamandan sonra, kim olduğunu ve nerede olduğunu hatırladı. Fakat önündeki yıllarda nereye gidebileceğini göremiyor, görmeye de korkuyordu. Ertesi sabah adayı geçmek için yola koyuldu, otak eskisi gibi omuzunda duruyordu. Bu sefer, Yalnız Kule&#;ye gitmek üç gününü aldı, daha önce olduğu gibi iki değil. Kuzey burnunun uğuldayan ve köpüren denizinin üzerindeki Kule&#;yi gördüğünde, kıpırdayacak hali bile kalmamıştı. İçerisi, tıpkı hatırladığı gibi karanlık, soğuktu; Kurremkarmerruk da yüksek taburesine oturmuş, isim listeleri çıkartıyordu. Ged&#;e baktı ve Ged sanki hiç oradan ayrılmamış gibi hoşgeldin bile demeden, "Git yat; yorgun adam aptal olur. Yarın, Yaratanlar ın Girişimleri Kitabı&#;nı açıp, oradaki isimleri öğrenebilirsin, dedi. Kış sonu Ged Büyük Ev&#;e geri döndü. O zaman sihirbazlığı ilan edildi ve bu kez Başbüyücü Gensher sadakatini kabul etti. Bundan sonra, gözbağcılığı sanatını aşarak büyücülük asasını kazanabilmek için gerekli gerçek büyücülük eylemleri olan yüksek sanatları ve büyüleri okudu. Aylar geçtikçe büyüleri söyleme konusunda çektiği sıkıntılardan kurtuldu; ellerine eski hüneri geldi: Yine de, korku kendisine uzun ve zorlu bir ders vermiş olduğundan, eskisi kadar çabuk öğrenemiyordu. En tehlikeli büyüler olan Şekillendirme ve Yaratmanın Büyük Tılsımları&#;nı yaparken bile, hiçbir uğursuzluk olmadı veya kötü bir işarete rastlanmadı. Hatta zaman zaman Ged, artık rüyasında da görmediğinden, ortaya saldığı gölgenin zayıflamış veya bir yolunu bulup dünyadan kaçmış olup olmayacağını merak etmeye başladı. Fakat için için bu tür ümitlerin saflıktan başka bir şey olmadığını da biliyordu. Ustalarından ve eski kitaplardan, serbest bırakmış olduğu bu gölge ile ilgili öğrenebileceği her şeyi öğrendi Ged. Zaten öğrenecek çok az şey vardı. Bu tür bir yaratığın ne doğrudan tarifi yapılıyor, ne de sözü ediliyordu. En fazla eski kitapların orasında burasında, gölgeyaratığa benzeyebilecek şeyler hakkında ipuçları vardı. Gölge-yaratık bir insanın ruhu değildi; Dünyanın Kadim Güçleri&#;nin yaratıklarından da değildi; ama yine de bunlarla bir ilgisi olabilirdi. Ged&#;in büyük bir dikkatle okumuş olduğu Ejderhalar Hakkında adlı bir kitapta, kuzeydeki uzak ülkelerden birinde bulunan, Kadim Güçler&#;den biri olan, konuşan bir taşın etkisi altına giren eski bir Ejderhalar Efendisi nin öyküsü vardı. "Taşın emriyle," diyordu kitap, "Ölüler âleminden ölü bir ruh çağırmak için konuşmuştu. Fakat taşın iradesiyle büyücülüğü yolundan çıktığından, ölü ruhla birlikte bir de onu içten içe kemiren, onun kılığına

49 girerek hareket eden ve insanlara zarar veren bir şey çağrılmadan geldi." Fakat kitap ne o şeyin ne olduğunu, ne de öykünün sonunda ne olduğunu yazıyordu. Ayrıca Ustalar da böyle bir gölgenin nereden gelebileceğini bilmiyorlardı: Başbüyücü yaşamsızlıktan demişti; dünyanın yanlış tarafından demişti, Dönüşüm Ustası; Çağrı Usta ise "Bilmiyorum," demişti. Çağrı Usta Ged&#;in hastalığı sırasında sık sık onunla oturmaya gelmişti. Her zamanki gibi ağırbaşlı ve suratsızdı ama Ged artık onun içindeki sevecenliği anlamıştı ve onu çok seviyordu. "Bilmiyorum. O şey hakkında bildiğim tek şey şu: sadece çok büyük bir güç onu çağırabilirdi; hatta belki tek bir güç tek bir ses senin sesin. Fakat bunun ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum. Bunu sen bulacaksın. Bunu senin bulman gerek, yoksa ölürsün, hatta ölümden de kötü" Sıkıntılı gözlerle Ged&#;e bakarken, yumuşak bir sesle konuşuyordu. "Çocukken, büyücülerin her şeyi yapabileceklerini sanıyordun. Ben de öyle sanırdım, bir zamanlar. Hepimiz öyle sanırdık. Fakat gerçek şu ki, insanın gerçek gücü, büyüyüp bilgisi arttıkça izleyebileceği yol, iyice daralıyor. Ta ki, en sonunda sadece ve sadece mutlaka gerekenden başka yapacak şeyi kalmayıncaya kadar" On sekizinci yaşgününden sonra, Başbüyücü, Ged&#;i Şekillendirme Ustası ile çalışması için yolladı. Varlık Korusu&#;nda öğrenilenler hakkında başka yerlerde pek konuşulmaz. Burada hiçbir büyünün işlemediği söylenir; ama zaten buranın kendisi büyülüdür. Korunun ağaçları bazen görünür, bazen görünmez; sonra bu ağaçlar her zaman Roke Adası&#;nın aynı yerinde de durmazlar. Korunun ağaçlarının bile, birer bilge oldukları söylenir. Şekillendirme Ustası&#;nın üstün büyülerini bu Koru&#;dan öğrendiği; ve eğer ağaçlar ölürse onun da bilgeliğinin yok olacağı ve öyle bir şey olursa, o günlerde, tarihten önce Segoy&#;un denizin derinliklerinden çekip çıkarmış olduğu Yerdeniz adalarının, yani insanların ve ejderhaların üzerinde yaşadığı karaların, hepsinin sular altında kalacağı da söylentiler arasındadır. Fakat bunların hepsi kulaktan dolma bilgilerdir, büyücüler bu konuda konuşmaz. Aradan aylar geçti ve nihayet bir bahar günü Ged Büyük Ev&#;e geri döndü. Bundan sonra ondan ne isteyeceklerine dair hiçbir fikri yoktu. Roke Tepesi&#;nin bayırlarına doğru açılan bir kapıda, yaşlı bir adam onu karşıladı. Ged&#;i kapının ağzında bekliyordu. İlk başta Ged onu tanıyamadı. Sonra iyice düşününce, onun, beş yıl önce, Okul&#;a ilk geldiği gün, kendisini içeriye alan adam olduğunu çıkarttı. Yaşlı adam gülümseyerek onu adıyla karşıladı ve sordu: "Benim kim olduğumu biliyor musun?" O anda Ged, hep Roke&#;un Dokuz Ustası dendiği halde, sadece sekizinin ismini bildiğini hatırladı: Yelanahtarı, El, Şifacı, Okuyucu, Dönüşüm, Çağrı, İsimci ve Şekillendirici. Ona hep, Başbüyücü&#;den, dokuzuncu Usta diye söz ediyorlarmış gibi gelmişti. Ama yeni Başbüyücü seçileceği zaman, Dokuz Usta toplanıp yapmıştı seçimi. "Sanırım siz Kapıcı Ustasınız," dedi Ged. "Öyleyim. Ged, sen kendi ismini söyleyerek Roke&#;a girmeye hak kazanmıştın. Şimdi de benim ismimi söyleyerek, buradan serbest kalmaya hak kazanabilirsin." Böyle dedi gülümseyen yaşlı adam ve bekledi. Ged sustu kaldı. Elbette ki insanların ve varlıkların isimlerini bulmak için binlerce yol, hüner ve araç biliyordu; bu tür hünerler, Roke&#;ta öğrendiği şeylerin bir parçasıydı, çünkü onlar olmadan,

50 yapılacak büyülerin çok azı işe yarardı. Fakat bir büyücünün veya Usta&#;nın adını bulabilmek, tamamen ayrı bir meseleydi. Çünkü bir büyücünün ismi, denizdeki balıktan daha iyi saklanır, ejderhaların ininden daha iyi korunurdu. Araştırma için yapılacak bir büyü, daha kuvvetli bir büyüyle karşılaşır; kurnazca yapılmış oyunlar, boşa çıkar; dolambaçlı soruşturmalar, dolambaçlı yoldan engellenir; zorla kullanılan kuvvet de, yıkıcı bir şekilde geri teperdi. "Çok dar bir kapıya bekçilik yapıyorsunuz Usta," dedi sonunda Ged. "Sanırım burada, kırlarda, biraz oturup oruç tutmalıyım ki bu dar kapıdan sığabileyim." "İstediğin kadar kalabilirsin orada," dedi Kapıcı gülümseyerek. Böylece Ged biraz uzaklaşarak, Thwilburn&#;ün kıyısındaki bir akçaağacın altına oturdu. Otakını da omuzundan inip oynaması ve çamurlu nehir kıyısındaki tatlısu yengeçlerini avlaması için serbest bıraktı. Güneş geç vakitte, tüm parlaklığıyla kavuştu; bahar hayli ilerlemişti. Büyük Ev in pencerelerinden tılsımışıklarının ve lambaların ışıkları süzülüyordu; yamaçtan aşağıda ise Thwil kasabasının sokakları karanlık içindeydi. Evlerin damlarında baykuşlar ötüyor, derenin üzerindeki loş havada yarasalar uçuyordu. Ama Ged hâlâ Kapıcı&#;nın ismini nasıl yapsa da öğrense diye düşünüyordu. Zorla mı, hileyle mi yoksa büyüyle mi? Düşünüp taşındıkça, işin içinden iyice çıkamaz oluyordu. Roke&#;ta bulunduğu bu beş yıl süresince, öğrendiği tüm tılsımlar arasından, böyle bir büyücüden, öyle bir sırrı, zorla elde edebilecek olanını ne kadar arasa bulamıyordu. Cebinde yuvalanmış otakı ile birlikte kırlarda yatıp, yıldızların altında uyudu. Güneş yükseldikten sonra, orucunu bozmadan, Ev&#;in kapısına giderek kapıyı çaldı. Kapıcı, kapıyı açtı. "Usta," dedi Ged, "isminizi sizden zorla almaya gücüm yetmez, aldatıp almaya aklım yetmez. O yüzden burada kalıp çalışmaya veya öğrenmeye devam etmeye, istediğiniz her şeyi yapmaya razıyım. Tabii eğer, kazara, bir sorumu cevaplamazsanız." "Sor bakalım sorunu." "Adınız nedir?" Kapıcı gülümsedi ve ismini söyledi; ismi tekrarlayan Ged, son kez o Ev&#;e girdi. Ev&#;den ayrıldığında ağır, lacivert bir cübbe giyiyordu. Cübbe, gitmekte olduğu Aşağı Torning kazasının bir hediyesiydi ona. Orada bir büyücüye ihtiyaçları vardı. Aynı zamanda, porsukağacından yapılmış, ucu tunç kaplı, kendi boyunca bir asa taşıyordu. Büyük Ev&#;in boynuzdan ve fildişinden yapılmış arka kapısını onun için açarken, Kapıcı Ged&#;e iyi yolculuklar diledi. Ged, sabahın berrak sularında, kendisini beklemekte olan gemiye gitmek için, Thwil&#;in sokaklarından aşağı doğru indi.

51 BEŞ -PENDOR EJDERHASI Roke&#;un batısında, iki büyük kara parçası olan Hosk ve Ensmer adaları arasında, topluluk halinde Doksan Adalar bulunur. Roke&#;a en yakın olan ada Serd adası, en uzak olan ada da neredeyse Peln Denizi&#;nde bulunan, Seppish adasıdır. Bu adaların toplam sayısının

52 doksan olup olmadığı sorusu ise, hâlâ cevaplandırılamamıştır; çünkü üzerinde tatlısu bulunan adaları sayacak olursanız, yetmiş ada çıkar; yok tüm kaya parçalarını saymaya kalkarsanız, yüzü de geçersiniz; sonra gelgitler de sonucu etkiler. Adacıklar arasındaki kanallar çok dardır ve İç Deniz&#;in yumuşak gelgitleri, bunları aşındırır, dolanır; yükseldiğinde çok yükselir, alçaldığında da çok sığlaşır; öyle ki, sular yükseldiğinde üç adacığın olduğu bir yerde, sular alçalınca sadece tek bir ada kalır. Gelgitlerin tüm tehlikelerine rağmen yürümesini öğrenen her çocuk, aynı zamanda kürek çekmesini de öğrenir, kendi küçük kayığına sahip olur. Ev kadınları, komşularıyla ruşvaş çayı içmek için, kanalı kayıklarıyla geçerler; seyyar satıcılar mallarını satmak için, çektikleri küreğin ritmiyle bağırırlar. Tüm sokaklar tuzlu suyla doludur. Bu sokakların önü, sadece, daralan yerlerde, evden eve, turbi adı verilen bir çeşit balığı yakalamak için gerilmiş ağlarla kesilir. Doksan Adalar&#;ın servetini, bu balıktan elde edilen yağ oluşturur. Bu adalarda ancak birkaç tane köprü vardır; ve hiç büyük yerleşim merkezi yoktur. Her ada çiftliklerle ve balıkçı kulübeleriyle ıkış tıkıştır; ve bunların her on-yirmi kadarı bir araya gelip, bir kaza oluştururlar. Bu kazalardan biri de, en batıda, İç Deniz&#;e değil de, sadece, ejderhaların yağmaladıkları bir ada olan Pendor&#;un bulunduğu, oradan sonra da Batı Bölgesi&#;nin terkedilmiş sularının yer aldığı, Adalar Diyarı&#;nın ıssız köşesine, bomboş duran okyanusa bakmakta olan Aşağı Torning&#;dir. Kazanın yeni büyücüsü için bir ev hazırlanmıştı. Yeşil arpa tarlaları arasındaki bir tepenin üzerine yapılmış olan ev, o sıralar kırmızı çiçekler açmış pendik ağaçlarından bir koruyla batı rüzgârlarından korunuyordu. İnsan, evin kapısından, saz damlı diğer evleri, koruları, bahçeleri; korularıyla, evleriyle, bahçeleriyle diğer adaları ve adalar arasında kıvrıla kıvrıla uzanan, sayısız, pırıl pırıl su kanallarını seyredebiliyordu. Penceresi olmayan, toprak zeminli bir fakir eviydi, yine de Ged&#;in doğmuş olduğu evden daha iyi bir evdi. Roke Adası&#;ndan gelecek olan büyücüden çekinen Aşağı Torning&#;in adalı halkı, bu mütevazı evden dolayı özür dilediler. "Yapılarda kullanmak için taşımız yok," dedi bir tanesi; "Açlıktan ölmesek de hiçbirimiz zengin değiliz," dedi bir başkası; bir diğeri de, "En azından kuru olacak, damını kendi ellerimle aktardım efendim," dedi. Ged&#;in gözünde, evin bir saraydan farkı yoktu. Kazanın yöneticilerine, içtenlikle teşekkür etti; böylece on sekizi de kendi kayıklarına binip, ev kadınlarına ve balıkçılara, yeni büyücünün çok az konuşan ama konuştu mu da kibirle değil, adaletle konuşan, asıkyüzlü, tuhaf bir genç olduğunu anlatmak için, kendi adalarına gitti. Ged&#;in, bu ilk büyücülük işinde pek kibirlenecek bir durumu yoktu belki de. Roke Adası&#;nda yetişen büyücüler genellikle, soylulara hizmet etmek için, büyük bir saygıyla karşılandıkları şehirlere ve şatolara giderlerdi. Normal koşullarda, Aşağı Torning&#;deki bu balıkçılara, balık ağlarını efsunlayacak, yeni kayıklarını okuyacak, hayvanların ve insanların hastalıklarını iyi edecek bir cadı veya sihirbaz yeterli olurdu. Fakat birkaç yıl önce, Pendor Ejderhası yumurtlamıştı: Şimdi, Pendor Leventleri&#;nin kulelerinin yıkıntıları arasında, pullu karınlarını mermer basamaklarda ve buradaki kırık kapılar arasında sürükleye sürükleye dolaşan, dokuz ejderhanın yattığı söyleniyordu. Birkaç yıla kadar, biraz daha büyüdüklerinde ve iyice acıktıklarında, bu ölü adada yiyecek bir şeyler bulamayınca etrafta uçacaklardı. Daha şimdiden, Host adasının güneybatı kıyılarında dördünün uçtuğu görülmüş; yere inmemişler fakat koyun sürülerini, ahırları ve köylerin durumunu keşfe çıkmışlardı. Bir ejderha çok yavaş acıkırdı ama acıktı mı da, onu doyurmak çok zordu. Bu nedenle Aşağı Torning adalarının halkı, Roke&#;a bir elçi yollayarak, kendilerini batıda

53 beklemekte olan felaketten kurtarması için, bir büyücü göndermelerini rica etmiş, Başbüyücü de korkularını yerinde bulmuştu. "Burası rahat bir yer değil," demişti Başbüyücü, Ged&#;i büyücü yaptığı gün. "Ün kazanamazsın, zengin olamazsın, hatta tehlikesi bile yok. Gidecek misin?" "Giderim," diye cevap vermişti Ged, sadece itaat etmek kaygısıyla değil. Roke Tepesi&#;ndeki geceden sonra, şöhrete ve gösterişe olan düşkünlüğü, tam tersine dönmüş, artık tam aksi şeyleri ister olmuştu. Artık, kuvvetinden emin olamıyor ve gücünü deneyebileceği ortamlardan kaçınıyordu. Yine de ejderhalardan söz edilmesi, ilgisini çekmişti. Gont&#;ta yüzlerce yıldır ejderhalar görülmemişti; ayrıca, büyüsü nedeniyle Roke&#;un yakınına, bucağına ejderha gelemezdi; o yüzden orada da ejderhalar sadece öykülerde ve türkülerde anlatılan sorunlardı; sözleri edilen fakat hiç görülmeyen varlıklar. Ged, Okul&#;da, ejderhalarla ilgili öğrenebileceği her şeyi öğrenmişti. Fakat insanın ejderhaları derslerde okuması başka şeydi, karşısında görmesi başka. Önünde böyle bir olanak olunca, tüm kalbiyle cevap verdi, "Giderim." Başbüyücü Gensher, başıyla onayladı ama sıkıntılı bir ifadesi vardı. "Söyle bakalım," dedi en sonunda, " Roke&#;tan ayrılmaya korkuyor musun? Yoksa buradan ayrılmaya istekli misin?" "Her ikisi de efendim." Gensher tekrar başını salladı. "Seni buradan, bu güvenceli yerden yollamakla iyi edip etmediğimi bilemiyorum," dedi yavaşça. "Önündeki yolu göremiyorum. Karanlıklar içine gizlenmiş. Ayrıca kuzeyde bir güç var, seni mahvedecek bir güç; fakat ne olduğunu, nerede olduğunu, geleceğinde mi, geçmişinde mi olduğunu söyleyemem: Her şey karanlıklar içinde. Aşağı Torning&#;den adamlar gelince ilk olarak seni düşündüm; orası, gücünü toplamak için zaman bulabileceğin, güvenceli bir yere, ayakaltı olmayan bir yere benziyor. Yine de, sonunda nereye varacağını veya senin için güvenceli bir yerin varolup olmadığını bile bilemiyorum. Seni karanlıklara yollamak istemiyorum" İlk başta, çiçek açan ağaçların altındaki bu ev, Ged&#;e yeterince canlı bir yer gibi gelmişti. Burada yaşayıp, sık sık gökyüzünün batı yakasını gözledi ve büyücü kulaklarını pullu kanatlardan çıkacak olan seslere açık tuttu. Fakat hiçbir ejderha gelmedi. Ged iskelesinden balık avladı; bahçesiyle oyalandı. Bu güzel yaz günlerinde, bir yandan otakı yanında uyurken veya papatya ve ot ormanında fare avlarken, o, pendik ağaçlarının altında oturup, bütün günlerini Roke&#;tan getirmiş olduğu İrfan Kitapları&#;nda geçen bir sayfa, bir satır veya bir kelime üzerinde düşünerek geçiriyordu. Aşağı Torning halkına, ondan yardım istedikleri zamanlar, şifacı ve iklimci olarak hizmet veriyordu. Bir büyücünün, bu tür basit işlerle uğraşmaktan utanabileceği aklına bile gelmiyordu, çünkü kendisi de bu insanlardan daha fakir insanlar arasında, bir cadı çocuğu olarak yetişmişti. Öte yandan halk, gerek Bilgeler Adası&#;ndan gelen bir büyücü olduğundan, gerekse sessizliği ve yüzündeki yaralar nedeniyle, ondan korktukları için, az şey istiyordu. Genç olmasına rağmen, onda insanı tedirgin eden bir şey vardı. Yine de, o kendisine bir arkadaş edinmişti; doğu tarafındaki adada yaşayan bir kayık ustası. Adı Pechvarry&#;ydi. İlk olarak Ged&#; in iskelesinde, Ged onun küçük bir yelkenlinin direğini dikişini seyretmek için durduğunda tanışmışlardı. Pechvarry gülümseyerek

54

Kitap Oku Zamanını Değerlendir 📚


#Ücretsiz Kitap okumak isteyen canı sıkılan arkadaşlarımız için #ekitaphavuzucom'da 50 Kategoride + üzerinde e-Kitap 📚 tamamen ücretsiz sağlanıyor. Dijital kütüphane topluluğumuza sende katıl ❤️
Tweeti Arkadaşlarınla Paylaş 🕊️ Premium Üyelik Kazan 🎉

Tweetle


Kendi Kütüphaneni Oluştur! 📖

Kitaplar Yandex üzerinden paylaşılıyor. Eğer kitap indiremiyorsanız büyük ihtimalle Yandex hesabınız yoktur. Öncelikle buraya tıklayarak hesabınızı oluşturun ve giriş yapın. Sitemizde yayınladığımız kitapları bir arada klasörleyerek saklamak ve kendinize özel kütüphanenizi oluşturmak isterseniz videomuzu izleyebilirsiniz. Videoya Git

SORUN BİLDİR Eğer kitabın linki içerisinde kitap çıkmıyor ise lütfen kitabı sorun bildir butonundan ekibimize bildiriniz.

Information! Sign up, make a remarkable comment(Minimum characters), download books without waiting 24 hours a day freely! Your comment will be published after the approval of the administrator, please comment on a book you read earlier.

iceboxlogic

Though it does definitely have a bias towards Mark Zuckerberg (almost reminiscent of a father talking about his son), it is rather interesting to learn what went on behind the scenes. Since I started college in and essentially "grew up" with Facebook, I can remember each new feature added and my own response to it. I actually do remember waiting for my first college, Carlow, to be added to the list of member schools. I remember when the introduction of the News Feed caused a stir on campus and prompted many to go through and delete many of the Feeds. I remember each new update, because it usually affected mine or my friends&#; lives in one way or another. As I have been reading, I have been noticing more about how Facebook is used by other generations. I talked to some high school juniors today about the News Feed, and they were shocked that it was so unpopular when it first debuted. "I LOVE the News Feed!" One boy exclaimed. And I have to agree with him. The News Feed is the best way to keep in touch with friends&#; activities, and even to learn of new things going on in the world. Overall, then, I would recommend this book to anyone in my generation who enjoys using Facebook and wants to learn more about the company. I do plan on reading other books on the founders, to get another point of view. I also have not seen the film yet, although I have heard that it is rather inaccurate. But, definitely grab this book about one of the world&#;s most important inventions, in my humble opinion.

TrendyolYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al KitapyurduYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al D&RYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al IdefixYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al BKM KitapYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al HepsiburadaYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al GittigidiyorYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al N11Yerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al Amazon TürkiyeYerdeniz Büyücüsü &#; Yerdeniz 1Satın Al

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir