yesevilik hakkında bilgi / Yesevîlik - Vikipedi

Yesevilik Hakkında Bilgi

yesevilik hakkında bilgi

Şeyh Ahmet Yesevi hakkında bilgi verir misiniz?

Değerli kardeşimiz,

AHMED YESEVİ:

Orta Asya Türkleri’nin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra eden ve “Pir’i Türkistan” diye anılan mutasavvıf-şair, Yeseviyye tarikatının kurucusu.

Ahmed Yesvi’nin tarihi şahsiyetine dair vesikalar vardır, mevcut olanlarda menkibelerle karışmış haldedir. Bunlardan sağlam bir neticeye varmak oldukça güç, hatta bazı hususlarda imkansızdır. Buna rağmen hikmetlerinden, onunla ilgili tarihi kaynaklardan, menakıbnamelerden elde edilecek bilgiler ve çıkarılacak sonuçlar, menkibeyi de olsa, hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir.

Batı Türkistan’daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şahyar nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayran kasabasında doğdu. İspicap (İsficap) veya Akdeniz adıyla da anılan Sayran kasabası, eskiden beri önemli bir yerleşme merkeziydi. Bazı kaynaklar onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu kaydedilmektedir.

Ahmed Yesevi’nin do­ğum tarihi kesin olarak bilinmemekte­dir. Ancak Yûsuf el-Hemedâniye (ö. 535/1140-1141) intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Sayram'ın tanınmış şah­siyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali so­yundan geldiği kabul edilen Şeyh İbra­him adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbra­him'in halifelerinden Mûsâ Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Şeyh İbrahim'in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocu­ğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.

Tahsiline Yesi'de başlayan Ahmed Yesevî, küçük yaşına rağmen birtakım te­cellîlere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresi­nin dikkatini çekmiştir. Menkıbelere gö­re, yedi yaşında Hızır'ın delâletine nail olan Ahmed Yesevî Yesi'de Arslan Baba'ya intisap ederek ondan feyiz alma­ya başlar. Yine menkıbeye göre, ashap­tan olan Arslan Baba'nın Yesi'ye gele­rek Ahmed Yeseviyi bulması ve Hz. Peygamber'in kendisine teslim ettiği ema­neti vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Hz. Peygamber'in ma­nevî bir işaretine dayanmaktadır. Ars­lan Baba'nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Ba­ba vefat eder. 

Baba'nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslâm merkezlerinden biri olan Buhara'ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen âlim ve mutasavvıf­larından Şeyh Yûsuf el-Hemedâni'ye in­tisap ederek, onun irşad ve terbiyesi al­tına girer. Yûsuf el-Hemedâni'nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berkî, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endâkî geçer. 1160 yılında Hasan-ı Endâki'nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevî irşad postuna oturur. Bir müddet son­ra, vaktiyle şeyhi Yûsuf el-Hemedâni'nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye bırakarak Yesi'ye döner; vefatına kadar burada irşada devam eder.

Ahmed Yesevî altmış üç yaşına geldi­ğinde, geleneğe uyarak tekkesinin avlu­sunda müridlerine bir çilehane hazırla­tır, vefatına kadar burada ibadet ve ri­yazetle meşgul olur. Çilehanede ne ka­dar kaldığı belli değildir, fakat ölünce­ye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır. Doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı husu­sunda da kesin bir şey söylemek müm­kün değildir. Sayram'da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere "hâce" de­nildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevî de bu sil­sileye bağlı olduğu için Hâce Ahmed. Hâce Ahmed Yesevî. Kul Hâce Ahmed şekillerinde de anılmaktadır (bk. HÂCEGÂN).

Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmed Yese­vî, rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur'un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ah­med Yesevi'nin kabrini ziyaret için Ye­si'ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mima­ri şaheserlerinden olan bir türbe yapıl­masını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır.

Ahmed Yesevi'nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçe­beleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebep­le birçok kişi daha hayattayken türbe ci­varında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak ağaca asılır ve bahara kadar bekletilir; bahar gelince götürü­lüp Ahmed Yesevi'nin türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek Ahmed Yesevi'nin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir.

Rivayete göre Ahmed Yesevi'nin İbra­him adında bir oğlu olmuşsa da kendisi hayatta iken vefat etmiştir. Ayrıca Gev­her Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adların­da iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiştir. Tür­kistan, Mâverâünnehir ve diğer Orta As­ya bölgelerinde olduğu gibi Anadolu'da da kendilerini Ahmed Yesevi'nin neslin­den sayan pek çok ünlü şahsiyet çıkmıştır. Bunlar arasında Semerkantlı Şeyh Zekeriyyâ, Üsküplü Şâir Atâ ve Evliya Çelebi zikredilebilir.

Ahmed Yesevi'nin Yesi'de irşada baş­ladığı sıralarda Türkistan'da, Yedisu ha­valisinde kuvvetli bir İslâmlaşma yanın­da İslâm ülkelerinin her tarafına yayı­lan tasavvuf hareketleri de vardır. Med­reselerin yanında kurulan tekkeler ta­savvuf cereyanının merkezleri durumun­daydı. Yine bu yıllarda Mâverâünnehir'i kendi idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş (1157), Hârizmşahlar kuvvetli bir İslâm devleti haline gelme­ye başlamışlardı. Bu uygun şartlar al­tında Ahmed Yesevî Taşkent ve Siriderya yöresinde, Seyhun'un ötesindeki boz­kırlarda yaşayan göçebe Türkler arasın­da kuvvetli nüfuz sahibi olmuştu. Etra­fında İslâmiyet'e bütün samimiyetiyle bağlı olan yerli halk zümresi ile yan gö­çebe köylüler toplanıyordu. İslâmî ilim­lere vâkıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmed Yesevî, çevresinde toplananlara İslâm'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmek gayesiyle sade bir dille ve halk edebiya­tından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor, “Hikmet” adı veri­len bu manzumeler, aynca dervişleri va­sıtasıyla en uzak Türk topluluklarına ka­dar ulaştırılıyordu. Hikmetlerin muhte­vası, Ahmed Yesevi'nin hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Ancak bunla­rın tarihî hakikatlere ne derece uygun olduğunu tesbit etmek güçtür. Buna rağmen Yesevi'nin şiirlerinde yer alan bu bilgiler hayatına, tahsiline, sülüküne, ulaştığı makam ve mertebelere dair bazı açıklamalar getirmesi bakımından oldukça değerlidir.

Rivayete göre, Ahmed Yesevi'nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak ha­yatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı.İlk halifesi Arslan Baba'nın oğlu Mansûr Atâ idi. Mansûr Atâ 1197 yılında vefat edince yerine oğlu Abdülmelik Atâ, Abdülmelik Atanın ve­fatından sonra yerine oğlu Tâc Hâce, daha sonra da onun oğlu Zengî Atâ irşad mevkiine geçtiler. İkinci halifesi Hârizmli Saîd Atâ, üçüncü halifesi Yesevî tarzındaki hikmetleri ve menkıbeleri ile Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfuz kazanan Süleyman Hakîm Atâ'dır. Hakîm Atâ Hârizm'de yerleşip irşada başladı, 1186 yılında vefat edince Akkurgan'a defnedildi. Hakîm Atâ'nın en meşhur müridi Zengî Atâ idi. Zengî Atâ'­nın başlıca müridleri ise Uzun Hasan Atâ, Seyyid Atâ, Sadr Atâ ve Bedr Atâ'dır. Yeseviyye silsilesi bilhassa Seyyid Atâ ile Sadr Atâ'dan gelmektedir.

Mürşidi Şeyh Yûsuf el-Hemedânî gibi Ahmed Yesevî de Hanefî bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğ­renmiştir. Bununla beraber devrinin bir­çok din âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğ­rendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıktan şekillerle aktarmaya ça­lışmıştır. Bir mürşid ve ahlâkçı hüviye­tiyle onlara şeriat hükümlerini, tasav­vuf esaslarını, tarikatının âdâb ve er­kânını öğretmeye çalışmak. İslâmiyet'i Türkler'e sevdirmek, Ehl-i sünnet aki­desini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmetleri, bazılarınca lirizm­den uzak ve sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiş­tir. İslâm şeriatına ve Hz. Peygamber (asm)'in sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevi'nin şeriat ile tarikatı kolayca te­lif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler ara­sında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikat­lara tesir etmesinin başlıca sebebi ol­muştur.

Ahmed Yesevî edebî şahsiyetinden zi­yade fikrî şahsiyetiyle, tarihî hayatından ziyade menkıbevî hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesiri­ni devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.

Eserleri

"Dîvân-ı Hikmet" Ahmed Ye­sevi'nin hikmetlerini içine alan mec­muanın adıdır. Dîvân-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar arzetmesi, bunlann farklı şahıslar tarafın­dan değişik yerlerde meydana getiril­diğini açıkça göstermektedir. Bir kısmı kaybolan veya zamanla değişikliğe uğ­rayan hikmetler derlenirken, araya aynı ruh ve ifadedeki yeni hikmetler de ilâve edilmiş, böylece gittikçe aslından uzaklaşılmıştır. Kime ait olursa olsun, bütün hikmetlerin temelinde Ahmed Yesevi'nin inanç ve düşünceleri, tarikatının esas­ları bulunmaktadır. Hikmetler Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından çok önemlidir.

Ahmed Yesevi’ye izafe edilen "Fakrnâme" ise Dîvân-ı Hikmetin Taşkent(1) ve bazı Kazan baskılarında(2) yer almaktadır. Müstakil bir risa­leden çok Dîvân-ı Hikmet'in mensur bir mukaddimesi durumunda olan Fakrnâme'nin Dîvân-ı Hikmeti yazmalarının hiç­birinde bulunmaması, Ahmed Yesevî ta­rafından kaleme alınmadığını, daha son­ra Dîvân-ı Hikmeti tertip edenler tara­fından yazılıp esere dahil edildiğini gös­termektedir. "Fakrnâme", metnin dil hu­susiyetlerinin ele alındığı geniş bir incele­meyle birlikte Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır. 

1. Hikmet-i Hazret-i SultSnü'l-ârifin Hâce Ahmed b. İbrahim b. Mahmûd İftihâr-ı Yesevî, 1312, s. 2-15.
2. Meselâ, Sultânü'l-ârifin Hâce Ahmed b. İbrahim b. Mahmûd İftihâr-ı Yesevî, 1311, s. 3 17.

Bibliyografya

1) Ali Şir Nevâî, Nesâyimü'l-mehabbe min şemayimi'l-fütüvve, İstanbul 1979; köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi; 
2) a.mlf, Araştırmalar; 
3) a.mlf., İlk Mutasavvıflar; 
4) a.mlf. “Ahmed Yesevî”, İA, 210-215; 
5) a.mlf.. “Ah­med Yesevî”, UDMİ, II, 157-166; 
6) Kemal Eras­lan. Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Ankara 1983; 
7) a.mlf.. “Yesevî'nin Fakinâme si”, TDED, XXI! (1977), s. 45, 120; 
8) a.mlf.. “Çağatay Edebiyatı”, İA, lif, 270-323; 
9) Banarlı. RTET, I, 276-281; 
10) M. Kemal özergin, “Dînî Tasavvufî Edebiyatı­mızdan Dîvân-ı Hikmet”, Nesil, sy. 45-46, İs­tanbul 1980, s. 8-12; 
11) F. İz, “Ahmad Yasavî”, El2 (Ing) 1,298-299.

(bk. Kemal Eraslan, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1989: 2/159-161.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

kaynağı değiştir]
  1. ^TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 43,  sayfa: 487
  2. ^"Hacegan Nedir?". 6 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Nisan 2015. 

Aşağıdaki makale, hatırladığım kadarıyla 1992 ya da 1993 yılında akademik hayatımın ilk yıllarında bir panel konuşma metni olarak hazırlanmıştır. Daha önce herhangi bir yerde yayımlanmamış olan bu yazıyı, orijinal haline dokunmadan hatıra kabilinden yayımlıyorum.

Ahmed Yesevi ve Yesevilik

Ahmed Yesevi, Türklerin İslam’a girmelerinde önemli rol oynamış, kendisinden sonra gelişen tasavvuf ekolleri üzerinde önemli etkiler bırakmış şahsiyetlerden biridir. Pir-i Türkistan lakabıyla dokuz asra yakın bir zaman saygı duyulan Yesevi’nin şöhret ve nüfuzu, yalnız -coğrafi anlamıyla- Türkistan’la sınırlı kalmayarak çeşitli Türk boylarının yaşadığı çok geniş bölgelere yayılmış; tarihi kişiliği unutularak, Türkler arasında asırlardan beri menkıbevi bir hüviyet almış; Yesi’deki türbesi Kazak-Kırgız bozkırlarına hâkim bir kültün mukaddes merkezi olmuştur.[1]

Onun tarihi şahsiyetine dair vesikalar çok az olup mevcut olanlar da menkıbelerle karışmış durumdadır. Bu itibarla mevcut vesikalardan sağlam bir neticeye ulaşmak güç, hatta bazı durumlarda imkânsızdır. Bununla birlikte hikmetlerinden, tarihi kaynaklardan ve menkıbelerden çıkarılacak bilgilerle onun hakkında bir fikir edinmek mümkündür.[2] Esasen onun hakkında bilgi veren eserlerin çoğu, Nakşibendiyye tarikatının kuruluşundan sonra vücuda geldiği için Ahmed Yesevi’yi Nakşibendiyye görüşüne göre tasvir eder.[3] F. Köprülü’ye göre Babai, Haydari ve Bektaşi ananelerinin Ahmed Yesevi hakkındaki anlatımları tarihi rivayetlere daha uygundur.[4]

Ahmed Yesevi'nin doğum yeri olarak iki farklı yerden söz edilmektedir. O, Yesi şehrine olan nispetiyle tanınmakta olup kaynakların çoğunda Yesi'de doğduğu ifade edilmiştir. Kendisi de hikmetlerinde Yesi'de, bugünkü adıyla Türkistan'da dünyaya geldiğini söylemektedir.[5] Ancak Ahmed Yesevi hakkında değerli çalışmaları olan F. Köprülü[6] ve K. Eraslan[7] onun, bugün Çin’in Doğu Türkistan bölgesinde Aksu sancağına bağlı ve Aksu’nun 176 km. kuzey doğusunda bulunan Sayram kasabasında dünyaya geldiğini savunmaktadırlar ki kabule şayan görüş de budur.

Ahmed Yesevi’nin doğum tarihi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak Yusuf el-Hemedani’ye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun halifelerinden oluşu göz önüne alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür.[8] Ahmed’in babası Şeyh İbrahim, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden biri olup Hz. Ali’nin soyundan geldiği kabul edilir. Annesi ise Şeyh İbrahim’in halifelerinden Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Şeyh İbrahim’in Ahmed’ten büyük Gevher Şehnaz isminde bir kızı daha vardır.[9] Ahmed Yesevi önce annesini, yedi yaşındayken de babasını kaybetmiştir.[10]

Daha küçük yaşlardayken -bilinmeyen bir nedenle- Gevher Şehnaz, kardeşi Ahmed’i de yanına alarak Yesi’ye gitmiştir.[11] Tahsiline burada başlayan Ahmed, Arslan Baba’nın teveccüh ve iltifatına, hayır ve duasına mazhar olmuştur.[12]

 Burada Arslan Baba’dan kısaca bahsetmek istiyoruz. Çünkü elimizdeki hikmetlerde[13] ve Yesevi menkıbelerinde onun Ashab’tan biri olduğu söylenmektedir ki, bu isimde bir Sahabi bilinmediği gibi, bir insanın Resulullah (s) döneminden XII. asra kadar yaşadığını iddia edebilmek mümkün değildir. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte Yesevi menkıblerine göre siyah ırka mensup olan Arslan Baba, dörtyüz veya yediyüz sene yaşamıştır. İki ayrı rivayete göre, Sahabiler bir gaza sırasında veya Arslan Baba’nın evindeki toplantıda acıkırlar. Bu arada Hz. Peygamber’in duasıyla Cebrail cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan biri yere düşünce Cebrail o hurmanın ileride ümmetinden doğacak Ahmed’in kısmeti olduğunu söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu hurmayı Yesevi’ye kim ulaştıracak?” diye sorar. Göreve Arslan Baba talip olur ve Hz. Peygamber, hurmayı onun ağzına koyar. Arslan Baba, nice asırlar sonra Türkistan’ın Sayram şehrinde henüz yetim kalan yedi yaşındaki Ahmed Yesevi’yi bulup emaneti ona teslim eder. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in verdiği bir hırkayı ona giydirir. Ayrıca Yesevi’ye “bin bir zikir” telkin eder ve biraz sonra öleceğini bildirerek cenaze namazını kıldırmasını emreder. Huriler Yesevi’ye yardımcı olmak için gelip Arslan Baba’ya ipekten kefen biçerler ve onu cennete götürürler.[14] Bu menkıbe, Yesevi’nin hikmetlerinde şöyle dile getirilir:

Yedi yaşta Arslan Baba Türkistan’a geldiler;

baş koyarak ağladım, halimi görüp güldüler;

bin bir zikir öğretip merhamet gösterdiler;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Söz edince hurmadan bana korku verdiler;

“Edepsiz çocuk!” diyip sopa alıp sürdüler;

hiddetinden kokmadım, bana bakıp güldüler,

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

“Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim;

lezzetini tatmadım, aç ağzına salayım;

hak Resul’un emrini ümmet olsam, kılayım.”

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Ağız açtım, saldılar, hurma kokusu kıldı mest;

iki alemden geçip vallah oldum Hak-perest;

hace, molla yığıldı, alıp gittiler destbedest;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Baba’m dedi: Ey çocuk, külfet vermedin bana;

beş yüz yıldır damakta saklar idim ben sana;

lezzetini siz alıp telkin verdiniz bana;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Baba’m dedi: Ey yavrum, önümde dur, öleyim;

namazımı kılıp göm, can sadaka kılayım;

medet kılsa Mustafa, İlliyyin’e gireyim;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Ağlayarak dedim ki: Ey Baba, genç çocuğum;

kabrinizi kazarak götürüp defnedemem;

hak Mustafa sünnetini, çocuğum, bilemem;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Baba’m dedi: Ey yavrum, melekler toplanacak;

Cebrail imam olup, diğerleri tabi olacak;

Mikail ve İsrafil kıldırıp mezara koyacak;

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.[15]

Menkıbeye göre Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından önceki son işaretine uyarak Buhara’ya gidip Yusuf el-Hemedani’nin yanında sülukuna devam eder.[16]

Bu bilgiler tamamen efsanevi olmakla birlikte, Arslan Baba’nın gerçekten yaşamış bir şahsiyet olması da mümkündür. F. Köprülü, Arslan Baba’nın Şeyh İbrahim’in kardeşi olabileceğini söyler. Ahmed Yesevi’nin baş halifesi Mansur Ata’nın Arslan Baba’nın oğlu olduğu konusunda bütün kaynaklar birleşmektedir.[17] Arslan Baba’nın muhtemelen bir Melâmeti-Kalenderi şeyhi olduğunu söyleyenler de vardır.[18]

Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından kısa bir zaman sonra devrin önemli merkezlerinden biri olan Buhara’ya gitti. XII. yüzyılda Buhara şehri Karahanlıların siyasi hâkimiyeti altında bulunuyordu; bununla birlikte Samaniler devrindeki siyasi ehemmiyetini kaybetmiş olan şehir, İslam ilminin Maveraünnehir’deki en büyük merkezi olma şöhretini devam ettirmekteydi.[19] Ahmed Yesevi, burada devrinin önde gelen mutasavvıflarından Yusuf el-Hemedani’ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girdi. Yusuf el-Hemedani’nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berki, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endaki geçti. Hasan-ı Endaki’nin 1160’da vefatından sonra Ahmed Yesevi irşad postuna oturdu. Bir süre sonra vaktiyle şeyhi Yusuf el-Hemedani’nin vermiş olduğu bir işaret üzerine makamını Şeyh Abdülhalık-ı Gucdüvani’ye bırakarak Yesi’ye döndü ve vefatına kadar burada irşad faaliyetlerine devam etti.[20]

Ahmed Yesevi, 63 yaşına geldiğinde tekkesinin avlusunda müridlerine bir çilehane hazırlatarak vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul oldu. Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat vefat ettiği 1166 yılına kadar buradan çıkmadığı muhakkaktır.[21]

Rivayetlere göre Ahmed Yesevi’nin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da kendisi hayattayken vefat etmiştir. Ayrıca Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiştir.[22]

Timur, iktidar döneminde şöhreti Türkistan ve Kırgız bozkırlarında iyice yayılmış olan Ahmed Yesevi’nin kabrinin üstüne devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emretti. Birkaç yıl içerisinde türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini aldı.[23] Türbenin inşası da Ahmed Yesevi’nin öldükten sonra gösterdiği kerametlerden biri olarak gösterilir.[24]

Ahmed Yesevi’nin türbesinin civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak bahara kadar bekletilir; bahar gelince götürülüp Ahmed Yesevi’nin türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek, Ahmed Yesevi’nin Orta Asya Türkleri üzerinde ne derece etkili olduğunu açıkça göstermektedir.[25]

Köprülü’ye göre, Ahmed Yesevi propagandasını daha ziyade göçebe ve köylü bozkır Türkleri arasında yoğunlaştırdığı için Yesevilik ister istemez bu muhitin şartlarına uymak mecburiyetinde kaldı. Bu Türkler samimi müslüman olmakla birlikte, İslam anlayışları, haliyle çok sathi ve şekli idi. Bundan dolayı Yesevilik, bu göçebe Türk muhitinde eski Türk kabile ananeleri ve paganizmin kalıntıları ile karışmıştır. Nakşibendî rivayetlerinde bile Ahmed Yesevi’nin zikir meclislerinde kadınlar ile erkeklerin bir arada bulundukları hakkında rivayetler vardır.[26] Köprülü, tarikatın ilk kuruluşunda bile heterodoks mahiyette olduğu kanaatini bazı belgeleri inceledikten sonra tespit etmiştir.[27] Ona göre Türkler’in eski dini ananelerine uygunluk arz etmemiş olsaydı, Yeseviliğin halk arasında bu kadar süratli yayılması ve İslamlaştırma rolünü oynaması asla mümkün olmazdı.[28]

Kadınlarla erkeklerin aynı meclislerde oturduklarına dair anlatılan bir menkıbeye göre Ahmed Yesevi’yi kıskanan düşmanları, onu şeriata aykırı hareket etmek ve meclisine kadınlarla erkekleri birlikte alarak zikir yapmakla suçlamışlardı. Ahmed Yesevi, kendisini suçlayan âlimlere ağzı mühürlü bir hokkayı müritlerinden Celal Ata ile gönderdi. Âlimler ve şeriatçılar toplanıp hokkayı açtıklarında içinde ateşle pamuğun bir arada bulunduğunu gördüler. Ahmed Yesevi, bu kerametleriyle onlara “Eğer kadın ve erkek ehl-i hakk meclisinde birlikte ibadet ve zikir ederlerse, Allah Teala onların kalbindeki her türlü kötülüğü yok etmeye muktedir olur.” demek istemişti.[29] Köprülü’nün tespitine göre Nakşibendî kaynakları eski Yesevi ananelerinde, sığır kurbanı, muhtelif şekillere girip uçmak, münafıkları hayvan şekline sokmak gibi kısmen Türk paganizminden ve kısmen Budizm’den geldiğini bildiğimiz unsurların mevcudiyetini saklayamamaktadır.[30] Bunun için Yeseviliğin esasta sünni bir tarikat olsa bile, bazı Sünnilik dışı inanışlarıyla, eski Şaman dini adet, inanış ve kalıntılarıyla birleşmesi bakımından, bir bakıma Heterodoks bir tarikat çehresinde olduğunu ifade edenler olmuştur.[31] Eraslan ise, o devrin tarikatlarında olduğu gibi Yesevilik’te de zühdi bir tasavvuf anlayışının hâkim olduğunu, bu anlayışın temelini “Tevhid” teşkil ettiği için Yesevilik’te tarikat ile şeriatın iç içe bulunduğunu, ancak tarikatın şeriat dışına taşmasının daha sonraki asırlarda ortaya çıktığını savunmaktadır.[32] Şu hususu da belirtmekte yarar görüyoruz: Ahmed Yesevi, takındığı tutum sayesinde ilahi aşk, peygamber sevgisi, zühd, ibadet, ahlak, ahiret hayatı, kıyamet, cennet ve cehennem tasvirleri, zikir gibi pek çok konuyu işleyerek halkın dine yaklaşmasını sağlamıştır.

Ahmed Yesevi, müritlerine dervişlik adabını telkin etmek için Türklerin halk edebiyatından aldığı nazım şekilleri, hece vezni ve oldukça basit bir dil ile sufiyane manzumeler söylemiştir.[33] Onun bu manzumelerine Hikmet adı verilir. Yesevi, hikmetlerinde müritlerine dini basit ve anlaşılır bir dille öğretmeye çalışmıştır. Elimizde bulunan hikmetlerin hepsinin Yesevi’ye ait olmadığı anlaşılmaktadır, ancak hangi hikmetlerin Yesevi’ye ait olduğunu tespit edebilmek hemen hemen imkânsızdır.[34]

Yeseviyye tarikatı başlangıçta Seyhun, Taşkent civarında ve Türkistan’da yerleşmiş, daha sonra da Maveraünnehir ile Harezm bölgelerinde kuvvetlenmiştir. Seyhun vadisinden ve Harezm’den bozkırlara ve Bulgar bölgesine yayılan Yesevilik, herhalde Moğol istilası neticesinde, Horasan, İran ve Azerbaycan’daki Türkler arasında da mevcudiyetini gösterdikten sonra XIII. yüzyılda Anadolu’ya girmiş, Yesevi şeyhlerinin, bazen dervişleri ile beraber küçük zümreler halinde muhaceretleri, yavaş yavaş azalmakla beraber, XIV. asırda da devam etmiştir.[35] Anadolu’daki en önemli Yesevi dervişlerinin Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı Saltuk olduğu ifade edilmiştir. Bektaşi ananelerine göre Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir. Bir başka rivayete göre ise Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevi’nin halifelerinden Şeyh Lokman-ı Perende’nin mürididir.[36]

Ahmed Yesevi’nin 12.000’i kendi yaşadığı muhitte, 99.000’i de uzak ülkelerde ikamet eden müritleri bulunduğu ifade edilmişse de[37] bu rakamların abartıldığı söylenebilir. Bununla birlikte bu rakam, onun tarikatına gösterilen teveccühün büyüklüğüne işaret etmesi açısından önemlidir.

[1] M. F. Köprülü, “Ahmed Yesevi”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1993, I,210.

[2] K. Eraslan,  "Ahmed Yesevi", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, II,159.

[3] Köprülü, a.g.md., I,212.

[4] Köprülü, a.g.md., I,212.

[5] Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmett'ten Seçmeler, Hazırlayan: Kemal Eraslan, 2. Basım, Ankara 1991, s.95 (VIII. Hikmet).

[6] F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 7. Basım, Ankara 1991, s.61.

[7] K. Eraslan, a.g.md., II,159; Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.6.

[8] K. Eraslan, a.g.md., II,160;Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.7.

[9]İlk Mutasavvıflar, s.62; K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[10]İlk Mutasavvıflar, s.62.

[11]İlk Mutasavvıflar, s.62; Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.7

[12]İlk Mutasavvıflar, s.62.

[13]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.119 (XII. Hikmet).

[14] Hamid Algar, “Arslan Baba”, T. D. V. İ. A., İstanbul 1991, III,400; ayrıca bk. N. S. Banarlı, ResimliTürk Edebiyatı Tarihi, II,276-277.

[15]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.123-125.

[16] Hamid Algar, “Arslan Babai, T. D. V. İ. A., İstanbul 1991, III,400; ayrıca bk. N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, II,276-277.

[17] H. Algar, a.g.md., III,400.

[18] A. Y. Ocak, “Türk Dünyasında Sufi Kültürünün Yeniden Güncelleşmesi”, Diyanet Dergisi (Eylül 1993) XXXIII,17.

[19]İlk Mutasavvıflar, s.64.

[20] K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[21] K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[22] K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[23] K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[24]Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,278.

[25] K. Eraslan, a.g.md., II,160.

[26] Köprülü, a.g.md., I,212.

[27] Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, 3. Basım, Ankara 1988, s.98.

[28] Köprülü, Barthold’un İslam Medeniyeti Tarihi (6. Basım, Ankara 1984)’ne yazdığı İzahlar bölümü, s.186.

[29]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.19-20; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,277-278.

[30] Köprülü, a.g.md., I,212.

[31]Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,279.

[32]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.42-43.

[33] Köprülü, a.g.md., I,211.

[34]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.32.

[35] Köprülü, a.g.md., I,213.

[36]Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s. 45-46.

[37] K. Eraslan, a.g.md., I,161.

kaynağı değiştir]

Ahmed Yesevi'nin müridleri ve takipçileri ölümünden önce ve ölümünün sonrasında, 12. yy ortalarından itibaren diğer bölgeler gibi Anadolu'ya da gelerek görüşlerini yaymaya devam ettiler. Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük emekleri geçmiş olan Yesevîlik, yetiştirdiği birçok alimi dağınık Türkmen aşiretlerine yollayıp, devlet ve millet olma kavramlarının içini doldurmak için çalışmışlardır. Ahmed Yesevi'nin ardından irşad alan halifeler sırasıyla şöyledir: Mansur Ata, Harezmli Said Ata, Süleyman Hakim Ata, Abdülmelik Ata, Tac Hace, Zengi Ata, Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata ve Bedr Ata.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Ahmed Yesevî[değiştir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir