İşte bu sohbet sessizce ve pür dikkat dinlenirken, yaşlarında bir çocuk, o derin sessizliği bozarak şöyle sorar: E peki kıyamete kadar mezarda nasıl bekleyeceğiz?. Mükemmel bir kritik sorudur bu. Cevap yine din uzmanı konuktan gelir: Eğer inançlı isen Münker ve Nekir gelir evladım. Sana kimsin? Necisin? Dinin ne? Kimin yolundan gidiyorsun? Kime inanıyorsun gibi sorular soracaklar. Sen diyeceksin ki: - Elhamdülillah Müslümanım. Hiç şüphesiz Allah birdir ve tektir ve Muhammed hiç şüphesiz onun Resuludür. O melekler sana der ki: Evet bunu zaten biliyorduk. Eğer gerçekten müminsen o mezar, yani kabir cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Eğer günahkâr isen kıyamete kadar o kabir cehennem çukurlarından bir çukur olur!
Çocuk sorar: E iyide hani ödül ve ceza kıyametten sonra olacaktı? Bedenimiz çürümüyor mu? Azab ya da ödülü kim hissedecek?
Cevap gelir: Sen şimdi bu yaşta anlamazsın. Ruha ödül veya azab vardır.
Konuklardan farklı bir görüşe sahip olan devreye girer: Tam öyle değil kardeşim. Bedeni çiyanlar, yılanlar ve türlü mahlûkat sarar. Kabir mevtayı sıkar. Öyle sıkar ki kaburgaları adeta birbirine geçer. İşte günahkârlar için kabirde böylesine bir azap ve acı vardır. Rabbim hepimizi muhafaza eylesin.
Pek karşı çıkılacak bir sav olmadığından diğer tartışmacı bu açıklamayı yalanlamaz ve ekler : Aynen kardeşim. İşte Rabbim, bedenimiz çürürken dahi bizi imanlılardan eylesin inşallah. Kabir azabından muhafaza eylesin inşallah gibi temennilerin arkasından tekbir eşliğinde Fatihalar okunur.
Tam sohbet kapanacakken başka bir din uzmanı aile yakını gelir. O kişi, sohbetin sonlarına denk gelmiştir. Sabırla sırasını bekler. Tam ortam sessizleştiğinde devreye girer: Ammaaaa! Cenab-ı Allah o berzah âlemini hepimize hayırlı kılsın inşallah. O âlem ki müminler için mutluluk, müşrikler ve kâfirler için azap doludur!
İlk soruyu ortaya atan çocuk yine o aynı merakla devreye girer: Berzah ne amca? Kabir azabı yok muydu?
Elbette ki var evladım. Ama kıyamete kadar berzah âlemindeyiz. Kuran-ı Kerimde buyruluyor ki: Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim der. Hayır; bu, onun söylediği bir sözdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah (engel) vardır. (müminun ) İşte berzah âlemi bu engel olan âlemdir. Orada bekleyeceğiz.
Çocuk yine sorar: Bu âlem nerededir? Nasıl bir yerdir?
Cevap hemen arkadan yetişir: Bilmiyoruz evladım. O kadarını âlimler bilir. Haşa biz bilmeyiz. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Konu burada kapanır. Herkesin içini bir korku alır. Önceki akşam içilen biradan, evvelsi hafta yapılan zinadan, birkaç gün önce oynanan at yarışı kuponundan pişmanlık duyulur. Hemen imanlı, doğru bir Müslüman olunmalıdır. Kılınmayan namazların kazası eda edilmeli, biran önce başlanarak dinin temel farzı (!) yerine getirilmelidir.
Yazımızın buraya kadar olan kısmında anlatılan senaryo, ufak tefek farklılıklar veya yöresel farklılıklar olmakla birlikte üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hele ki cenaze namazı kılınmadan hemen önce hocanın söylediği :İşte en büyük ders, en büyük sınav, en büyük ibret önümüzde kefenlenmiş yatıyor! cümlesi
Peki, bu berzah âlemi ve kabir azabı kavramları ne kadar gerçekçi? Kesin olan şu ki bu kavramlar kesinlikle Kuran dışı ve pagan öğeler içeriyor.
Berzah ve Kabir Hayatı ile Kuranda hiçbir ayet yoktur. Berzah kelimesi az önce bahsettiğimiz Müminun de yer alır ki kelimenin anlamı engeldir. Herhangi bir âlem, ortam, ara yaşam alanı manalarını taşımaz.
Berzah âlemini savunanların en büyük kanıtı Mümin dir: Onlar: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır? derler.
Burada ki iki defa diriltme veya iki defa öldürme berzah âleminin kanıtı değildir. Öyle olsaydı bu hususun açık bir biçimde belirtilmiş olması gerekirdi. Hacc Böylece biz Kuranı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir. Kısacası açıklanmak istenen her husus, bir mümin için açıklanmıştır. Ayetleri yan yana, üst üste koyarak bir mana vermeye çalışmak, eğip bükerek bir anlamlandırma yapmak Kuran a göre yanlıştır. Bu şekilde istediğiniz anlamı, istediğiniz şekilde ortaya koyabilirsiniz.
Peki, Kabir azabı ile ilgili Kuran-ı Kerim ne diyor? Cevap: Hiçbir şey!
Gelin şu ayetlere bir göz atalım:
Siz dünyada on gün eğleştiniz diye aralarında gizli gizli konuşurlar En akıllıları Sadece bir gün kaldınız der. [Taha, 20/]
Allah inkârcılara Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? diye sorar. Onlarda, Bir gün, ya da bir günden daha az derler [Mü'minun, 23/]
Sûr'a üflenince, kabirlerinden Rablarına koşarak çıkarlar. 'Vah halimize! Yattığımız yerden /merkadimizden bizi kim kaldırdı ? [Yasin, 36/]. (merkad: uyunan, uyuklanan yer anlamına gelir.)
Ona bir daha üflenince, onlar bir anda ayağa kalkıp etraflarına bakarlar [Zümer, 39/68]
Sûr'a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür. Her can kendisi ile beraber bir sürücü ve birde şahit (melek) olduğu halde gelir. Ona 'And olsun ki sen bundan gâfildin. Şimdi gaflet perdeni açtık, artık bugün gözün keskindir.' (denir) [Kaf,50/]
Sizi çağırdığı gün, O2na hamdederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. [İSRÂ 52]
Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı. [RÛM 55]
Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz. [Bakara, 2/28]
Şimdi bu noktada kabir Azabını savunanların en büyük delili olan Mümin tekrar dönelim: Onlar: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır? derler.
İnsanların ölü hali Bakara 2/28 e göre anne karnındaki haldir. Ölü iken diriltilen birey, sonra öldürüleceksiniz tabiri ile dünya hayatında ölecektir; tekrar diriltilme mahşer ve döndürülme ise yargılanmadır. Eğer Mümin Kabir hayatını veya berzah âlemini tasvir ediyor olsaydı diriltme ve ölüm süreci iki değil 3 defa olacaktı. Bu durumda doğal olarak Kuran ayetine terstir.
Bu noktaya kadar bahsettiğimiz ayetlerde durum gayet açıktır. Eğer inançlı bir Müslüman iseniz reddetme şansınız yoktur. Yine Kuran inanan biri için şüphesiz apaçık açıklayıcı ve nettir. İma etmez, dolaylı cümleler yoktur. Ne kastedilmek istenmiş ise bu husus aynen aktarılmıştır.
Bu makaleye inanmak istemeyip, istediğiniz kaynakta istediğiniz araştırmayı yapın. İstediğiniz kadar eğip bükmeyi, anlam kazandırmaya çalışın. Kabir azabı ve berzah âlemi hakkında hadisler dışında hiçbir delil yoktur. Kabir hayatı ve Berzah âleminden bahseden hadislerin sahihliği de ayrı bir araştırma konusudur. Bu durum günümüzde kendini İslami Aydın gören ilahiyat profesörlerinden bağımsız olarak, İslam peygamberinin ölümünden yaklaşık yıl sonra tartışılmaya başlanmıştır. Hatta peygamberin ölümünden çok sonraları farklı kollar dahi bu kavramları şiddetle reddetmişlerdir (Mutezile, hariciler vb.).
Kısacası İslam âleminde dahi bu konuda sağlam bir ittifak yoktur. Sebebi Kuranda olmayan bir kavramlar silsilesinin İslamiyet e eklenme çabasıdır.
Peki, bu çabalar nereden geliyor? Kuran da dahi bahsedilmeyen, anlatılmayan kavramlar neden İslamiyet e eklenmeye çalışılıyor? Sebebi Aristonun meşhur eseri Metafizik te yatıyor. Ne demişti Aristoteles: İnsan doğası gereği bilmek ister.
Ölüm zaten başlı başına tüm insanlık için bir merak konusudur. Ölüm, ölüm sonrası hayat gibi kavramlar hemen her toplum ve dinde, hatta dinlere inanmayanlarda dahi bir araştırma konusu olmuştur. Açıkçası İslamiyet te ölüm ve sonrası çok açık belirtilmiştir. Kuran-ı Kerim e bakıldığında insan öldükten sonra cesedi çürür. Mahşer günü geldiğinde tekrar diriltilir ve sorgu beklenir. Sonra muhakeme sonucuna göre de ya cennete ya da cehenneme gönderilir.
Ancak insanlar ölümden sonra ne olduğunu öğrenmek isterler. İçlerindeki acaba? sorusunu yenemezler. Çünkü mantıksal olarak çürüyen bir bedenin nasıl tekrar bir araya geleceğini tasavvur edemezler. Önceki ölenlerin adeta yok olduğunu gören insanoğlu, yok oluş kavramıyla karşı karşıya kalır. Bu durum ile hiçbir düşünen insan karşı karşıya kalmak istemez.
İnanılan din, mahşere kadar bir nevi uyku halini ön görür. Mahşerde herkes diriltilecektir. Diriltilme için bedenin korunmuş olması gerekmektedir. Beden madem çürüyor ise o halde Ruh denilen kavram yeniden dirilecektir. Ruh bir bedene sahip değildir (Bilimsel olarak ta zaten Ruh diye bir şey yoktur.). Ruh tarif edilemez bir formdadır. İslami açıdan ruh üflenerek birey can bulur. O halde Ruh bir nevi enerji veya ona benzeri bir formdadır. Bedensizdir. Dolayısı ile beden olmadığı için çürümez ve yok olmaz. O halde Ruh yeniden dirilecek ise ölümden sonra mahşere kadar bir yerde beklemelidir. Bunu açıklayabilmek için ayetler eğilip bükülerek, amacı dışında anlamlar kazandırılarak Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı gibi Kuran dışı kavramlar türetilmiştir.
Yani insanoğlu beynindeki zaman faktörünü aşamadığından bu durum ile karşılaşılmıştır. Mesela insan gece uyku durumunda iken sabah uyanır. Bu durum Kuran da bireyin öldürülmesi ve yeniden diriltilmesi ile betimlenir. O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız Onadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. [ Enam]. Bu aşamada bireyin bedensel bütünlüğü korunmaktadır. Aradan belirli bir zaman dilimi geçmiştir. Ancak mahşere kadar uyku ve bedenin çürüyerek yok olması gibi kavramlar insanoğlunu korkuttuğundan, bu süreyi tanımlayabilecek, Dine uygun bir senaryoya/hikâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Öncelikle bu senaryo için Kurandan ayetler cımbızla ayıklanıp kaynak oluşturulmalıdır. Daha sonra diğer semavi dinlerden ve pagan dinlerden hikâyeler sentezlenerek, uydurma hadislerle de desteklenerek Kabir Hayatı ve Berzah Alemi kavramları yaratılmıştır.
Daha önce belirttiğimiz üzere Berzah kelimesi engel/engelleme manası taşır. Berzah kelimesinin kullanıldığı bir başka ayete göz atalım:
Birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarında da karışmalarını önleyen bir (Berzah) perde koyan, Allahtır. [FURKAN]
Furkan de temel alındığında berzah kelimesi engel manası taşır. Başka bir manası da yoktur. Arapça da kelimelerin tam anlamı vardır ki edebi açıdan Arapçanın iyi ve zengin bir dil olmasının sebebi de budur. Kelime bulunduğu cümleye göre anlam kazanmaz. Farklı anlamlar barındırmaz. Berzah kavramına Engel Âlemi demek asıl olarak inanan birisi için küfürdür.
Kısacası çürümeyen ve bozulmayan Ruh için bir bekleme salonu tasarlanmıştır.
Yazar Notu:
Yazan: Demon Product
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. Mehmet Okuyan “Kabir Azabı Var mı?” konusunda kapsamlı bir kitap hazırlamıştır. sayfa ve büyük boy olarak hazırlanan bu eserde konu geniş bir biçimde ele alınmıştır.
Prof. Dr. Mehmet Okuyan, kabir azabının olacağını iddia edenlerin görüşlerini tek tek zikrettikten sonra delil olarak getirdikleri ayetlerin konuyla alakalı olmadığını, hadislerin ise ya senet (ravi zinciri) açısından veya metin açısından güvenilir olmadığını, kabir azabına delil olarak getirilen rüya ve keşif gibi örneklerin ise istismara açık olduğunu ve delil niteliğini taşımadığını bu konuyla ilgili yazdığı çalışmasında açıkça ortaya koymuştur.
Mehmet Okuyan, İbnü’l-Cevzi’yi referans göstererek kabir azabıyla ilgili hadislerin sahih olmadığını belirtmiştir. Yine o, ölünün kabirde ezanı duyacağını bildiren hadislerin, ölen peygamberlerin 40 gün ruhlarının kendilerine iade edildiği veya ana babasının veya birisinin kabrini Cuma günü ziyaret edip Yasin okuyanın günahlarının bağışlanacağını veya kabirde birbiriyle konuşmalar olacağını bildiren rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmiştir. (İbnü’l-Cevzi, Kitabul’l-Mevdû’ât, s) (Prof. Mehmet Okuyan, s)
MEHMET OKUYAN’IN KONUYLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMESİ
RİVAYETLERİN VE KONUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bundan önceki başlıklarda ele aldığımız rivayetleri ve rüyaları kabir azabına delil sayanlara yönelttiğimiz eleştirilere ilave olarak şu genel değerlendirmeleri de hatırlatmak durumundayız:
Herhangi bir hadisi (rivayeti) bir yerde okuduğumuz veya işittiğiniz zaman, yapılacak ilk iş, onun kaynaklarda, isnadıyla birlikte bulunup bulunmadığını araştırmaktır. Kaynağı zikredilmeyen veya kaynaklarda bulunmayan bir hadis, kaynaklarda bulunup isnadı incelenerek sağlam olup olmadığı tespit edilmedikçe yok hükmündedir ve onun hadis olarak kabul edilmesi asla mümkün değildir. Bu tür kaynaksız ve isnadsız bir hadis, hangi eserde bulunursa bulunsun, eserin yazarı kim ve ne kadar ünlü olursa olsun sonuç fark etmez. Hele hele rüya, keşf, ilham gibi sübjektif ve istismara tamamen açık yollardan alındığı iddia edilen hadislere asla ve katiyen itibar edilmemesi gerekir.(Kırbaşoğlu, Hadis Metodolojisi, s)
a) Kabir azabı konusu gaybî bir konudur; yani bilinemezler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla bilinemez diye belirlenen bir konuda normal konular gibi haber verildiğinin iddia edilmesi ihtiyatla karşılanmalıdır.
b) Kabir azabı, yukarıda ele aldığımız çeşitli rivayetlerden de anlaşıldığına göre büyük günahlar nedeniyle uygulanmamakta, küçük günahlarla ilişkilendirilmektedir. Kabir azabına uğratılan kişi eğer büyük günahları da olan biri idiyse bu defa kabir azabı hafife alınmış olacak, caydırıcılık özelliğini kaybedecektir. Çünkü yakın tehditten kaçınmaya çalışmanın gerekçesi basit hatalarla sınırlı tutulamaz; yakın tehdit daima daha büyük hatalardan kaçınmayı amaçlamalıdır. Zaten Yüce Allah da küçük günahları silmeyi, örtmeyi veya affetmeyi büyüklerinden kaçınmaya bağlamıştır. İlgili âyetlerde şu bilgileri görmekteyiz:
“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31) İşte bu ayette Yüce Allah, insanların seyyiat denen hatalarını örtmesini ve sahiplerini değerli bir yere, yani Cennete koymasını tartışılmaz bir şekilde -insanların, yasaklanan hataların büyüklerinden kaçınmaları şartınına bağlamaktadır.
“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır. Bu, Allah’ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir. Ufak tefek kusurları dışında; büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır.” (Necm 53/) İşte burada da durum benzer bir şekil arzetmektedir. Yani Yüce Allah, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınıp el-lemem denen ufak tefek hataları işleyenleri engin mağfireti gereği bağışlayacağını bildirmektedir. Demek ki büyük günahtan kaçınanların küçük günahları Yüce Allah tarafından örtülecektir. Dolayısıyla kabir azabıyla ilgili bu ve benzeri rivayetler ilgili ayetler çerçevesinde yeniden değerlendirilmek zorundadır; çünkü bu âyetlerin mesajı karşılığında söz konusu rivayetler sorunlu bir hal almaktadır.
Diğer taraftan genelde bilindiği ve bazı rivayetlerde de ifade edildiği üzere idrarını üzerine sıçratmak gibi diğerlerine göre daha küçük görülen günahlardan bu şekilde azap görülürse daha büyük günah işleyenlerin, inançsızların veya münafıkların durumu hakkında neden bilgi verilmediği ya da hiç olmazsa diğerleri kadar yaygın bilgi verilmediği de merak konusudur. Bazı nakillerde Hz. Peygamberin kabir hayatını en önemli durak olarak tanımladığı iddia edilmektedir. Eğer bu iddia doğru ise o zaman en önemli durağın en hassas inanç aykırılıklarını ihmal edeceği sonucu kendiliğinden ortaya çıkmaz mı?
Rivayetlerde yer alan iddialara göre Hz. Peygamberin ağaç dalı dikmesiyle azap durduruluyorsa bütün ağaçları kesip mezarlara dikmek ya da mezarları ormanlarda kazmak, pratik bir çözüm olacaktır. Burada eğer “fidanı diken kişi azaptan kurtarmada veya azabın hafifletilmesinde etkilidir” denirse “Hz. Peygamber’den sonra ölenlerin suçu nedir ki onların mezarına fidan dikilemiyor?” sorusu akla gelir. Kaldı ki o dönemde küçük günah sahibi olarak ölen herkesin mezarına fidan dikilip dikilmediği de mevcut rivayetlerden anlaşılamamaktadır. Eğer, “o dönemde ölenlerin küçük günahları da yoktu” denirse bu ifadeye söyleyecek bir sözümüz yoktur.
Kabirdeki sorulara verilecek cevaplara göre âhiretteki mekânın değişeceğini söylemek de dünya hayatının bir imtihan alanı olduğu şeklindeki Kur’ânî gerçeğe aykırıdır. Kur’ân’da kabirlerden nasıl kalkılacağı söylenirken oradaki, yani varsa kabirdeki azaptan söz edilmez mi? Bu kadar ciddî bir konuda Yüce Allah’ın söylemediğini Hz. Peygamber söyler mi? Eğer kabir azabı varsa bunu gerçekleştirecek olan Yüce Allah’tır. O zaman bu konudaki bilgileri de Yüce Allah’ın kitabında aramak zorundayız.
Kabirde yaşananların insanlar tarafından duyulduğundan söz eden rivayetler hakkında şu kadarını söylemekle yetinmek istiyoruz. İlk muhatap Hz. Peygamber de dahil olmak üzere kabirlerdeki insanların hiçbirisinden herhangi bir şeyin hissedilemeyeceği Kur’an’da şöyle beyan edilmektedir: “Biz, onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık işareti) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem 19/98) Şüphesiz bu âyetteki asıl anlam, eski kavimlerin helak olduğunu, artık ses anlamında onlara ait herhangi bir varlık işaretinin bulunmadığını beyandır; ancak özellikle son cümledeki, “onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?” ifadesi, bizim işlediğimiz konuya da delil olabilir. Hz. Peygamber’in, geçmiş din mensuplarına meselâ Yahudilere ait kabirlerden ölülerinin sesini duyduğu ifade edilen rivâyetlerdeki bilgiler, işte bu âyetin son cümlesivle açıkça çelişmektedir. Çünkü buradaki, mutlak anlamda “herhangi bir kimse” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla buradaki anlamıyla geçmiş nesillerden hiç kimsenin sesinin duyulamayacağı bu şekilde ifade edilmiş olmaktadır.
g) “İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler”(Enbiya 21/1) âyeti, hesabın herkesi içerdiğini ve bunun kıyamet sonrası dönemde gerçekleşeceğini açıkça belirtmesine rağmen ilgili kabuller bu ve benzeri âyetlerle çelişmektedir. Bu arada hesabın kabirde başladığını gösteren bunca rivayet, senet bakımından veya metin açısından eleştiriye tabi tutulmadan bazılarınca kabul edildiği için hesabın başlama zamanını bildiren âyetlerin anlamı da kapalı kalmaktadır. Bu ayetten de anlaşıldığına göre tekrar vurgulamak gerekirse “hesabın görülme yeri âhirettir; kabir değildir.” Eğer iddia edildiği gibi kabirde de hesap olsaydı bu âyette yaklaştığı bildirilen “hesab”ın tekil değil çoğul olması gerekirdi.
Yukarıdaki bilgiler ışığında kıyamet öncesi dönemde kabirde, sorgulanma ve azap olmayacağı açıktır. Bununla birlikte insanların dünyada yaptıklarının hesabının sorulmayacağı da zannedilmemelidir. Peki sorgulama, azap veya ödül ne zaman ve nerede gerçekleştirilecektir? İşte bundan sonraki bölümde, bu soruların cevaplarını ortaya koymak üzere, ölüm sonrası kıyamet-âhiret süreci Kur’ân’dan delillerle açıklanmaya çalışılacaktır. (Okuyan, s)
(Prof. Mehmet Okuyan, Kur’an- Kerim’e Göre Kabir Azabı Var Mı?, Etüt Yayınları, Samsun, )
Bu sayfanın üstünde ki Pdfkitaplar arasında yukarıdakiProf. Mehmet Okuyanunkur’ana göre Kabir Azabı varmı yazısını incleyipve çok doğru ve değerli bir çalışma olduğunu belirten
Ahmet YAZICI OMÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü hocanın yazısını okuyabilir ve yine Mehmet Okuyan Hocanınmpt Videosunu seyrede bilirsiniz
Sayın okurumuz yukarıdaki yazılarımız hakkındabize sormak istediklerinizi[email protected]
mail gönderebilirsiniz
Hadis temelli geleneksel inançların en önde gelenlerinden bir de kabir azabı inancıdır. Hatta bazı insanların cehennem azabından daha fazla kabir azabını merak edip korktuklarını bile görebilirsiniz. Oysaki Kur’an’da hiçbir ayette insanların kabirlerinde azap göreceklerine dair bir açıklama bulunmamaktadır.
Kur’an ayetlerinden bir hüküm çıkarmak için örneğin kabir azabı konusunda şu şekilde net ve açık ifadelerin yer alması gerekir. onlar kabirlerinde azap görürler kabirlerde azap vardır vs. Ancak 10’dan fazla ayette kabirler ile ilgili ifadeler kullanılmasına rağmen kabirle ilgili bir azaptan bahsedilmemektedir. Kur’an`da açıkça belirtilmeyen bir hususun olduğunun iddia edilmesi dine ilave olarak insani kabullerin eklendiğini göstermektedir. Kabir azabı konusunda insanların kafalarını karıştıran en önemli sorun binlerce yıldır ölen bu insanların ahiret gününe kadar ne yaptıkları ve nerede bekledikleridir yani zaman problemidir. Nasıl ki biz dünyaya gelmeden önce binlerce yıl beklemişiz gibi hissetmeden yaratılıyorsak, bu dünyada ölenler de binlerce yıl beklediklerini hissetmeden pekâlâ ahirette tekrardan yaratılabilirler. Kur’an’da açık bir biçimde bu dünya hayatının geçiciliği ve ahiret hayatının asıl ve sonsuz hayat olduğu vurgulanmaktadır. Bu dünyada doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Tekrardan bu dünyaya dönmek veya öldükten sonra bu dünyadaki olayları hissetmek gibi bir durum söz konusu değildir.
Bazı kimseler Kur’an’da Firavun ve ailesinin sabah-akşam ateşe arz olunduklarını ifade eden Mümin Suresinin 45 ve ayetlerinden hareketle Kur’an’da kabir azabının olduğunu zira sabah ve akşam ifadelerinin sadece içinde bulunduğumuz dünyada geçerli olduğunu iddia ederler.
Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en beteri kuşattı.
Sabah-akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!
Mümin Suresi Ayet
Sabah ve akşam ifadeleri sadece bu dünyada algılanabilen şeyler dahi olsa yine de söz konusu ayetten ya da başka bir ayetten kabirde azap olduğunun anlaşılması mümkün değildir. Üstelik Kur’an’da sabah-akşam ifadesinin sadece dünya hayatında değil cennette de kullanıldığını görmekteyiz. Bu da sabah-akşam ifadesinden hareketle kabirde azap olduğunun iddia edilmesini imkânsız kılmaktadır.
Tövbe eden, iman edip hayra ve barışa yönelik iyi iş yapan müstesna. Böyleleri cennete girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklar.
Rahman`ın, kullarına gaybda vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler. Kuşkusuz, O`nun vaadi yerine gelir. Orada boş lakırdı değil, yalnızca selam işitirler. Orada kendilerinin sabah-akşam rızıkları da hazırdır.
Meryem Suresi Ayet