kaynağı değiştir]
Yunan işgali, Türk barış antlaşmasının imzalanmasına kadar sürecek bir güvenlik tedbiri olarak sunulmuştur. İzmirYunanistan'a ilhak edilmemiş, Yunan askeri kontrolü altında bir Türk vali tarafından yönetilmiştir.
10 Ağustos 'de imzalanan Sevr Antlaşması uyarınca İzmir ve Ayvalık beş yıl süreyle Yunan işgali altında Osmanlı egemenliğinde kalacak, bu sürenin sonunda hangi devlete katılacaklarına ilişkin plebisit (halk oylaması) yapılacağı yönünde karar alınmış, Türk ve dünya kamuoyu İzmir'in işgalini, Türk ulusuna yönelik bir hakaret ve nihai Yunan ilhakına yönelik bir adım olarak değerlendirmiştir.
"Wilson, Lloyd George, Clemenceau ve Venizelos gibi aklını, ihtiyatını ve tecrübesini yaşam karşısında sınamış seçkin devlet adamlarının Paris'te nasıl olup da böylesine acele ve ölümcül bir adım atabildiklerini hâlen anlayabilmiş değilim."[7]
Winston Churchill sonradan İzmir'in işgalini bu sözlerle değerlendirmiştir.
İzmir'in Yunanlarca işgali fikri Batı dünyasında birçok siyasetçi ve asker tarafından şiddetle eleştirildi. Barış Konferansındaki ABD delegasyonunun resmî raporuna göre,
"Ekonomik açıdan bakıldığında Küçük Asya'nın batısındaki kıyı şehirlerinin İç Anadolu'dan ayrılması insafsızca bir darbe olacak ve Türk İmparatorluğu kendisini denize bağlayan doğal çıkışlardan kopacaktır."[8] |
denildi.
İşgalin en büyük gerekçesi hazırlanan sahte raporlarla ilgili bölgedeki Rum sayısının Türk sayısından fazla olduğudur ve bu bölgenin Yunanlara verilmesinin kararlaştırılmasıdır. ABD başkanı Wilson buna önce karşı çıksa da sonradan daha yumuşak bir tavır göstermiştir. Wilson İtalyanlarınAkdeniz Bölgesi'ne izinsiz asker çıkardığı haberini aldı.[9]İtalyanlarınAnadolu içine sefer başlatmaları olasılığından şüphelendi ve dolayısıyla İzmir üzerinde olan Yunan hak iddialarına sıcak bakmaya başladı. Bunu İtalyanları cezalandırmak için iyi bir olanak olarak gördü ve Rumlara karşı yapılan zulüm hikâyeleri onu İzmir'in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesine onay vermesinde etkiledi.[9]
Bu tarihe kadar Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerini de işgal etmiş olduklarını öğrendim. Fakat, İzmirde ve Aydında bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarına dair daha hiçbir yerden açık bir bilgi elde edemiyordum.
Doğrudan doğruya bu kuvvet komutanlarına da bazı emirler yazmıştım. Nihayet 29 Haziranda, 56ncı Tümen Komutanı Bekir Sami Beyin iki gün önceki tarihli bir şifreli telgrafını aldım.
56ncı Tümene İzmirde Hurrem Bey adında biri komuta ediyormuş. Bu zat ve İzmirdeki iki alayın kılıç artığı subaylarıyla birlikte hemen hepsi esir olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanyaya götürmüşler. Bekir Sami Bey, bu kılıç artıklarının komutasını ele almak üzere gönderilmiş.
Bekir Sami Bey, 27 Haziran tarihli telgrafında, 22 Haziran tarihli iki emrimi, ancak 27 Haziranda Bursaya vardığında alabildiğini söylüyor.
verdiği bilgi ve yaptığı açıklamada: «Millî gayeleri gerçekleştirecek yeterli vasıtaları bulamadığımdan ve tümenimi yeniden düzenleyip yoluna koyabilirsem daha iyi hizmetlerin yapılmasını mümkün gördüğümden 21 Haziran sabahı Kuladan Bursaya doğru harekete mecbur oldum.
Bununla birlikte ve birçok engele rağmen, millî bir mücadelenin memleketin kurtarılması için kaçınılmaz olduğu düşüncesini her tarafa yaymayı başardım» diyor.
Düşündüklerime ve yaptıklarıma sarsılmaz inancı olduğunu bildiriyor. Bu konuda hemen temaslara başladığını, Çinede bulunan 57nci Tümene de emir vermemi, kendisine de emir vermekte devam etmemi istiyordu (Belge: 20).