15 Aralık yılında Tuncelide doğan Yusuf Hayaloğlu, 3 Mart tarihinde 56 yaşında hayatını kaybetti. Hayaloğlu, Ahmet Kayanın eşi Gülten Kayanın ağabeyiydi. Flash TV ve Kral TV de programlar yapan Hayaloğlunun cenazesi 4 Mart tarihinde önce Küçükarmutlu Cemevinden daha sonra ikindi namazının ardından Yeniköy mezarlığına defnedilmiştir.
Gözleri İntihar Mavi adlı şiir kitabı bulunan Hayaloğlunun, Hani Benim Gençliğim, Başım Belada, Adı Bahtiyar, Başkaldırıyorum, Ayrılığın Hediyesi, Yüreğim Kanıyor gibi şiirleri başta Ahmet Kaya olmak üzere birçok sanatçı tarafından bestelenmiş ve yorumlanmıştı.
Hayaoğlunun şiirleri, Ahmet Kayanın besteleriyle birlikte popülerleşir. Sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğluna ait olduğu Yorgun Demokrat isimli Ahmet Kaya albümü yılında yayımlanır. Ahmet Kayanın yılında yayınlanan Başkaldırıyorum adlı albümünde yer alan iki şarkının söz yazarı yine Yusuf Hayaloğludur. Hayaloğlu, Ahmet Kayanın ölümünün ardından Ahmet Kayaya hitaben İşte Gidiyorum adlı şiiri yazmıştır.
Akciğerindeki tümör nedeniyle kanser tedavisi gören Yusuf Hayaloğlu 3 Mart tarihinde 56 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
Şiir:
Şiir Albümleri:
Şiirleri:
HANİ BENİM GENÇLİĞİM
Hani benim sevincim nerede;
Bilyelerim, topacım,
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim?
Çaldılar çocukluğumu habersiz..
Penceresiz kaldım anne,
Uçurtmam tel örgülere takıldı..
Hani benim gençliğim nerede?
Ne varsa buğusu genzi yakan,
Ekmek gibi, aşk gibi,
Ah, ne varsa güzellikten yana,
Bölüştüm, büyümüştüm.
İçime sığmıyordu insanlar..
Bu ne yaman çelişki anne,
Kurtlar sofrasına düştüm..
Hani benim direncim nerede?
Hani benim övüncüm nerede;
Akvaryumum, kanaryam,
Üstüne titrediğim kaktüs çiçeği?
Aldılar kitaplarımı sorgusuz..
Duvarlar konuşmuyor anne,
Ve açık kalmıyor hiçbir kapı..
Hani benim gençliğim nerede?
Daha kapılmamışken rüzgara,
Tatmamışken rakıyı,
Şiire yeni-yeni başlamışken,
Koştum, dağlara koştum;
Daha öpmemişken hiçbir kızı..
Yağmurları biriktir anne,
Çağ yangınında tutuştum..
Hani benim bilincim nerede?
İYİMSER BİR GÜL
Uyandım, seni düşündüm
Birdenbire duvar
Birdenbire gece yarısı
Sonra devriye parolası
Ve rüzgar
Ve birdenbire kalp ağrısı
Uyandım, seni düşündüm
Ey yar
Ey göğsümün sol yarısı!
Su bulanınca
Meydanlarda sesin yırtılınca
Hiç dostun kalmayınca
Sarsılmış bir ömrün
Basamaklarında
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül olsun
Dudaklarında
Dert etme, iyiyim ben
Ara sıra mahşer
Ara sıra yaşama hırsı
Sonra mazgal altı zulası
Ve mektuplar
Ve ara sıra hasret belası
Dert etme, iyiyim ben
Ey yar
Ey hüznümün tütün sarısı
Kan bulaşınca
Yangınlarda yüzün harlaşınca
Saçların tutuşunca
Zorlanmış bir hükmün
Tutanaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül açsın
Yanaklarımda
KOD ADI: BAHTİYAR
Geçiyor önümden, sirenler içinde,
Ah eller üstünde,
Çiçekler içinde.
Tabutunda mor dağların büyüsü,
Dudağında yarım bir sevdanın hüznü;
Aslan gibi göğsü, türküler içinde.
Rastlardım avluda, hep volta atarken,
Cıgara içerken
Yahut coplanırken.
Sırtını duvara verip öyle tünerdi.
Kimseyle konuşmaz, dal gibi titrerdi;
Çocukça sevdiği çiçeğini sularken.
Diyarbakırlıymış, kod adı: Bahtiyar.
Suçu saz çalmakmış, öğrendiğim kadar.
Beni tez saldılar, o kaldı içerde.
Çok sonra duydum ki
Yozgatta sürgünde.
Ne yapsa, ne etse, üstüne gitmişler;
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler.
İki dişi de kırıkmış öldüğünde.
Gazetede çıktı, üç satır yazıyla;
Uzamış sakalı,
Ve çatlamış sazıyla.
Birileri ona ölmedin diyordu,
Ölüm ilanında kan gülüyordu,
Yüz-yüzeydim, bir devrim enkazıyla.
Geçiyor önümden, gül yüzlü Bahtiyar.
Yaralıyım, yerde kalan sazı kadar.
YÜREĞİM KANIYOR
Sakin göllerin kuğusuyduk,
Salınarak suyun yanağında.
Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.
Sonumuzun adım-adım
Yaklaştığını görürdük
Yarılan ekmeğin buğusuyduk;
Paylaşılan zeytin tanesinin,
Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
Biz hep üşüyen burnumuzu
Avucumuzda hohlayarak yürürdük.
Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle!..
Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı.
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi,
Bizi yaraladı
Biri şarabımızı döktü,
Soğanımızı çaldı.
Biri, hiç yoktan vurdu,
Kafeste garip kuşumuzu!
Ciğerim yanıyor,
Yüreğim kanıyor
Solmasaydı gülümüz böyle!.
Dağlarda çoban ateşiydik,
Sarmalayarak acı bir sevda masalını
Ve hıçkırarak
Hırçın rüzgârların kavalını
Namlunun, bağrımıza
Sinsice sokulduğunu bilirdik
Ceylanın pınara inişiydik,
Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
Tenine kan bulaşan
O masum çakıl taşının
Oysa biz dualarımızda hep
Birbirimizden daha önce
Ölmeyi dilerdik
Bazı sorumluluklarımız vardı,
Hayata ilişkin.
Bazı basit sorularımız,
Anlaşılır bazı sorunlarımız
Göğsüm daralıyor,
Yüreğim kanıyor
İncinmeseydi gençliğimiz böyle
Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş.
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
Hep aynı kaderde buluşurduk
Sevmeye tutuklu gibi
Birer tomurcuktuk hayatın kollarında.
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor,
Yüreğim kanıyor
Bitmeseydi öykümüz böyle!..
BAŞIM BELADA
Bugün, düşünemeyeceğin kadar
Başım belada!
Köşe başları tutulmuş,
Üstelik yağmur yağmada..
İler-tutar yanı yok!
Fişlenmişim, adım-eşkalim bilinmekte.
Üstelik, göğsümde, yani tam şuramda,
Kirli sakalıyla
Bir eşkıya gezinmekte..
Başım belada!
Adamın biri vurulmuş sokakta,
Cebinde adresim bulunmuş..
Başım belada!
Tabancamı unutmuşum helada.
Nerden baksan tutarsızlık,
Nerden baksan ahmakça!
Sevdim, inanamayacağın kadar,
Sevdim seni esmer kız..
Kirpiklerimde çırpınan
Şu tuzlu gözyaşımda
İhanetin adı yok!
Neylersin ki çember daralmakta..
Şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim.
Yasal mermisiyle,
Bir komiser yaklaşmakta..
Başım belada!
Üzerime kan sıçramış doğarken.
Uykularım yarıda kalmış.
Başım belada!
Senelerce kuralsız yaşamışım,
Nere gitsem çaresi yok,
Nere gitsem yanmışım..
TEZGAHTAR NEBAHAT
Tezgahtar bir kızdı o,
Perma kırığı saçlarıyla.
Kime baksa gülümserdi,
Prova ettiği bakışlarıyla.
Haftalığından ne düşerse,
Koparıp anasının elinden,
Konserlere giderdi,
Çılgın haykırışlarıyla.
Kır çiçekli bluzuyla
Poz-poz resimler çektirirdi.
Keşfedilmek için belki de,
Hep Beyoğlunda gezerdi.
Her akşam o pop şarkıcı,
Duvardaki posterden,
Uzanıp bir rüya gibi,
Dudağından öperdi.
Ah Nebahat, hiç görmedi rahat.
Düşünür, bulamazdı;
Kimdeydi bu kabahat?
Tezgahtar bir kızdı o,
Evi, bir kenar mahallede.
Altı kardeş, bir de ana-baba.
Babası, bir iş kazasından
Kötürüm kalmış bir usta.
Karı-kumar peşinde,
Boş vermiş abisi.
Devlete karşı gelmiş,
Diğer abisi mahpusta.
O kır çiçekli bluzuyla,
Artık resim çektirmese de
Zaman her şeyi eskitti.
Duvardan söküp posteri,
Rüyasını sandığa kilitledi.
Derken, mahalleden biriyle
Heveslendi evlenmeye;
Hayırsız çıktı oğlan,
Zengin bir dula gitti.
Ah Nebahat, ona gülmedi hayar.
Sonunda anladı ki,
Kendindeydi kabahat.
BİR VEDA HAVASI
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
O bütün alışkanlıklardan
Ve bütün sıradanlıklardan öteye,
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doyamadım inan,
Kanamadım sevgiye
Korkulu geceleri sayar gibi,
Deprem gecesinde bir yıldız,
Birdenbire kayar gibi;
Ellerim kurtulacak ellerinden,
Bir kuru dal, ağacından
Çatırdayıp kopar gibi
Aşksa bitti
Gülse, hiç dermedik.
Bul kendini kuytularda, hadi dal!
Seninle bir bütün olabilirdik
Hoşça kal gözümün nuru,
Hoşça kal
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır.
Tutuşan ellerimden
Parmak uçlarına değen sıcaklık,
İncinen bir hayatın yarasıdır
Kalacak tüm izlerin hayatımda.
Gözümden bir damla yaş,
Sızlayıp resmine aktığında;
Bir yer bulabilsem keşke
Bir yer, seni hatırlatmayan;
Kan tarlası gelincik şafağında
Ölümse, korktun.
Savaşsa, hep kaçtın
Vur kendini kuşkularda, hadi al!
Sen bir suydun oysa,
Sen bir ilaçtın
Hoşça kal canımın içi,
Hoşça kal
BİR ACAYİP ADAM
Fırtınadan arta kalmış bir teknede,
Tevekkül içinde;
Görkemli sakalı ve iğreti parkasıyla,
Gizlediği macerasıyla,
Bir acayip adam yaşardı.
Akşamları susardı,
Ben konuşsam kızardı
Bir sürgün kasabasıydı,
Bir eski zamandı, Hazirandı.
Çocuktum, evden kaçmıştım,
Gelip ona sığınmıştım
Küçücük bir koydu, sığdı,
Burayı keşfeden belki de oydu.
Uzaktan, kasabanın ışıkları yanardı,
İçim anneyle dolardı, ağlardım..
Suphi şöyle bir göz atardı,
Gizli bir cıgara sarardı, ağlardı.
Sonra barışırdık,
Ben flüt çalardım, cıgara sönerdi,
Ağlardık
Nereden geldiğini bilmezdim,
Kimsesizdi,
Belki kimliksizdi
Onun macerası onu ilgilendirirdi;
Kimseye ilişmezdi
Bir şeylere küfrederdi hep,
Tedirgin bir balık gibi uyurdu.
Bazen kaybolurdu, aradım,
Yağmurun altında dururdu.
Bir kalın kitabı vardı,
Cebinde olurdu, her gün okurdu.
Ben bir şey anlamazdım,
Kapağını seyreder, duymazdım.
Sakallı bir resimdi, kimdi;
Ne kadar mütebessimdi!
Sordum bir gün Suphiye:
Söylediklerini niye anlamıyorum, diye.
Bildiklerini, dedi, yüzleştir hayatla,
Ve sınamaktan korkma!.
Doğru ile yanlışı,
ancak o zaman ayırabilirsin
Ve Onu anlayabilirsin
Sonra gülerdi.
Günlerim, yüzlerce ayrıntıyı
Merak etmekle geçerdi.
Sonra yine akşam olurdu, Suphi susardı,
Ben konuşsam kızardı.
Tekneye martılar konardı,
Yüreğim Suphiye yanardı, ağlardım.
Suphi denize tükürürdü,
Gökyüzünü tarardı, ağlardı.
Sonra barışırdık,
Ben flüt çalardım, yıldız kayardı,
Ağlardık
Bir sahil kasabasıydı,
Bir eski zamandı, Hazirandı.
Çocuktum, evden kaçmıştım,
Gelip ona sığınmıştım
Bir gün bir aksilik oldu,
Annem beni buldu!
Suphi kaçıp kayboldu.
Kasaba çalkalandı, olay oldu;
Ben sustum, kanım dondu!..
Polisler onu bulduğunda tekti,
Felâketti..
Herkes meydanda birikti.
Karakoldan içeri girerken
Sanki mağrur bir tüfekti!..
Ansızın dönüp bana baktı,
Anladın mı? dedi
Anladım, dedim; anladım
Ve o günden sonra
Hiç bir zaman,
Hiç bir yerde,
Hiç ağlamadım
DOKUNMA YANARSIN
Çocukluğum çıraklıkta geçti,
Kir-pas içinde.
Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde.
Hapse erken düştüm,
Copla erken tanıştım,
Küçük voltalardan bıktım usandım!
Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda,
Adımlarımı saymadan,
Geriye dönüp bakmadan,
Usanmadan, bıkmadan,
Deli taylar gibi koşmak istiyorum!
Ve görüyorsun ki;
Aşkı beceremiyorum
Beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
Ben yolumu nasıl olsa bulurum
Upuzun çayırlarda,
Yalınayak koşmak istiyorum.
Saçlarım rüzgâra konuk,
Yüzüm dağlara dönük
Göğsümün çeperini,
Ölümle sınayan esaret,
Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret;
Kıyasıya vuruşsun istiyorum!
Koşmak koşmak istiyorum, sevgilim
Dönemezsem, affet
Firari gecelerin azmanı olmuşum,
Bütün istasyonlarda afişim durur.
Beni bir çocuk bile bulur
Dokunma bana, çıldırırsın!
Dokunma bana, ellerin tutuşur!
Koşmak istiyorum;
Eksozların, molozların,
Yağmaların kıyısından.
Onca insafsızlıkların,
Onca haksızlıkların,
Manzarasızlıkların, parasızlıkların,
Allahsızlıkların kıyısından
Kimseye ve hiçbir şeye değmeden,
Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!
Koşmak istiyorum;
Şiirimin ve yumruğumun namusuyla
Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan
Ve küfür etmeden
Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!.
Avucunu son bir defa,
Ağlamadan tutmak istiyorum;
Gözlerim yüzüne küskün,
Sazım sevgine suskun
Saati ayrılığa kurmuşum,
Olmaz teslimiyet!
Ziyan aklımı senle bozmuşum,
İçerim felâket!.
Kurşunlara geleyim istiyorum,
Ölmek ölmek istiyorum, sevgilim
Sağ kalırsam, affet!..
Firari acıların uzmanı olmuşum,
Bütün telsizlerde adım okunur;
Beni bir korkak bile vurur
Dokunma bana, fişlenirsin!.
Dokunma bana, sen de yanarsın!..
AH ULAN RIZA
Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye!
Gelse, balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayâllere dalacaktık.
Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.
Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?
Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rızanın bacağını.
Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rızayı boğacak!
Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem!..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allahtan düşmanıma dilemem!
Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!
Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!
Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık.
Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fenerin her maçına iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!..
Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!..
Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim.
Neyse, bunlar derin mevzu
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merağından ölecek!..
Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..
Vay be Rıza!..
Sonunda sen de düşüp gittin Azrailin peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine!
Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!
Ah dostum o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?
Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?
Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?
Ulan Rıza ne hayâllerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.
Talih yüzümüze gülecekti be!..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!
Ah ulan Rıza bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kıral arkadaşımdın!..
Ah ulan Rıza ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..
BAŞKALDIRIYORUM
Cevap veriyorum:
Eli böğründe analardan,
Mahpuslardan ve acılardan
Çokça bahsediyorum, çünkü;
Başını kumda saklayanlardan
Tiksindir, başkaldırıyorum!
Ve söz veriyorum:
Kırmızı rujlu sokakların,
Aşağılık pazarlıkların,
Adı anılmayacak benle.
Bir çiçeğim halk ormanında,
Fışkırdım, başkaldırıyorum!
Ben bir bıçak ucuyum,
Kavga vermiş halkına.
Başkaldırıyorum işte,
Varın benim farkıma.
Yine söylüyorum:
Gözü bağlanmış korkulardan,
Yasaklardan ve baskılardan,
Asla irkilmiyorum, çünkü;
Kan emici yarasalardan
Çıldırdım, başkaldırıyorum!
Yemin ediyorum:
Üçkağıtçının, pezevengin,
Teslimiyetin ve mihnetin
Yolu uğramayacak bana.
Bir dalgayım halk denizinde
Köpürdüm, başkaldırıyorum!
Ben bir namlu ağzıyım,
Omuz vermiş halkına.
Başkaldırıyorum hey!
Herkes varsın farkına.
DAĞLARDA KAR OLSAYDIM
Şu dağlarda kar olsaydım
Bir asi rüzgar olsaydım
Arar bulur muydun beni,
Sahipsiz mezar olsaydım?
Şu yangında har olsaydım
Ağlayıp bizar olsaydım
Belki yaslanırdın bana,
Mahpusta duvar olsaydım
Şu bozkırda han olsaydım,
Yıkık, perişan olsaydım
Yine sever miydin beni,
Simsiyah duman olsaydım?
Şu yarada kan olsaydım,
Dökülüp ziyan olsaydım
Bu dünyada yerim yokmuş,
Keşke bir yalan olsaydım!..
BİR ANKA KUŞU
Yüzlerce soğuk namlu
Üzerime çevrildi.
Yüzlerce demir tetik
Aynı anda gerildi.
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular.
Öpmeye kıyamadığın,
Dal gibi oğlun yere serildi..
Üşüştü birer-birer
Çakallar üzerime.
Üşüştü dört bir yandan,
Göğsüme, ciğerime.
Anne, beni bir leş gibi
Yiyip talan ettiler.
Teşhis edilmem için,
Parçamı koydular önüne
Ben bu acılar ülkesinin
İnsana reva görülen
Bütün acılarını tattım.
Aç yattım, ekmeğime sabır kattım.
Beni milyon kere dövdüler üst-üste!
Ben bu yolu, kendim seçtim anne,
Ben ömrümü kendim kanattım
Geceler tanır beni,
Konarım, göçerim ben.
Geceler tanır, kan damlar içerim ben.
Anne, sen beni unut, karanlığın bağrında.
Kırmızılar ekerim,
Siyahlar biçerim ben..
Suçüstü yakalandım,
Bölüşürken kalbimi.
Suçüstü kelepçeyle yardılar bileğimi.
Anne, ben diyar-diyar, umudun savaşçısı..
Bir tutam sevgi için
Dağladım gözlerimi..
Prometheustum zincire vurulurken dağlarda,
Ciğerimi kartallara yedirdim.
Spartaküstüm köleliğin çığlığında,
Arslanlara yem oldum, tükendim.
Kör kuyuların dibinde Yusuftum,
Kerbela çölünde Hüseyin.
Zindanlarda Cem Sultan,
Sehpalarda Pir Sultan.
Ve Madımakta otuzyedi can
Kaçıncı yok oluşum,
Kaçıncı var oluşum bu?
Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum, üst-üste yandım.
Bir anka kuşu gibi anne,
Bir anka kuşu gibi;
Kendimi külümden yarattım..
YAĞMUR İÇEN KIZ
Baldırı çıplak bir akşamüstüydü
Kime selam verdiysem yüzüme küstüydü.
Yalnızlığa susmuştum, yağmura üşümüştüm..
Belli belirsiz ve hiçbir makamsız,
Hiçbir kelimesiz ve hiçbir anlamsız,
Kırılgan bir şarkıydı, tılsımına düşmüştüm..
Ve ben sanki ömrümde yaşamadığım
Ve yaşamadan yaşlandığım bütün aşkları
Bu ilk defa karşılaştığım, bu ilk defa yabancı,
Ve bu son defa tutunduğum kızla bölüşmüştüm..
Yağmur içen kız.. gece kuşu
Atmacaya benzer duruşu..
Bir omuzu el-ense çekerken azraile
Bir omuzu sokak lambasından da biçare..
Kimliğini sorarsan;
Barbar sokakların en barbar kızı,
Ve hortumlu karakolların en arsızı..
O destursuz yağmur, taş gibi iniyordu,
O fütursuz cadde, pür-telaş deviniyordu.
Başını çevirip bakıyordu ara sıra
Hiçbir şey sormadan gidiyordum ardı sıra..
Bir karyola, bir sobadan ibaret nolu odada
Buluştu gözlerimiz, sırları dökülmüş tozlu aynada..
Cebimdeki şişeyi yudumlarken sessizce
Saçlarını okşadım yavaşça ve teklifsizce..
Azıcık huylanmıştı, söylemedi ama şaşırmıştı.
Sanırım ki o, hep değişen tiplere
Ve fakat hiç değişmeyen triplere alışmıştı..
Yağmur içen kız.. vahşi kısrak
Göğsü falçata krizi, öfkesi tavlı bıçak..
Soluğunda ıslak çimenlerin buğusu
Soluduğunda kundaklanmış ormanların yalazı.
Güzelliğini sorarsan;
Dişleri kar kuşundan da beyaz
Dudakları vampirden de kırmızı..
Alışkın bir otel odasıydı, kenarda soba yanıyordu,
Tutkunun tasma koparan köpekleri
Arsız bir çarşaf gibi üstümüze abanıyordu..
Küçücük ama çok küçücük bir ağzı vardı,
Küçücük ama çok küçücük bir öpüşte bile
Bir vişne ısırığı gibi kanıyordu..
Çaparinin çengelinde çırpınan çipuranın
Yakaran gözlerindeki o tarifsiz kederle,
Bu küçücük ömründe, belki de ilk defa
Birisinin gözlerine bakmaktan utanıyordu..
Yağmur içen kız.. kaldırım meleği
Hüznün yirmidört saatlik beyhude kelebeği..
Her akşam sunarak kendini hoyrat ağızlara
Ve her sabah yunarak bedenini yağmurla
Ve boğarak o narin göğsünde hıçkırıklarını
Bir çalpara gibi yeniledi kopan yanlarını..
Yağmur içen kız.. çılgın kedi
Komalara girdi, jiletler yedi, ölmedi..
Hiç sormadım adını, kendisi de söylemedi.
Ben şişeyi boşalttım, o ağzını sürmedi.
Gitme vakti gelince uzatıp küçücük elini
Hoşça kal, dedi, almadan o malum bedelini..
Boş bir şişeden daha aptalca ne olabilirdi hediye?
Uzun uzun bakakaldı, bu adam deli mi ne, diye..
İyi ama bu şişe boş be arkadaş, dedi, bu şişe boş!
Her şey boş güzelim, dedim, her şey boş!
Sen de yağmur koyarsın belki bu şişenin içine,
Ve güneşin ışırsa bir gün, bir yerlerde, bir ihtimal,
Düşlerini yudumlarsın artık yağmurun yerine
Yağmur içen kız.. gönül hırsızı
Hiç kimseler bilmeyecek sırrımızı..
Sen tutunmaya çalışırken gecenin eteklerine
Yine acıtacak güzelliğini, o çirkin maça papazı..
Ve yine kıyacaksın belki, o incecik bileklerine..
Yağmur içen kız.. sahipsiz bebek
Elbette bir gün herkes bir şekilde gidecek.
Ama bu yağmur var ya, bu yağmur, inan ki
Nereye gidersen git, hep ardından gelecek..
Ne zaman tokatlasa yağmurlar penceremi,
NE zaman sersem ve buruşuk bir pardösü gibi
Dökülsem kaldırımlarına bu duman karası kentin;
Hep o kıza rastlarım, aynı kuytu köşede.
Gözyaşlarını biriktirir usanmadan
Düşleriyle aynı şişede..
Hatırını sorarım, sessizce kaldırır yüzünü,
Tablolardan çalınmış gizemli bir gülücüktür.
Yağmur içer yudum-yudum, kanasıya.
Mezesi, eski bir geceden, vişne yarığı kırmızı
Ve hala kanayan o vişne ısırığı öpücüktür..
Yağmur içen kız.. mağrur yürek
Bu yağmurlar yalan ama ölüm gerçek..
Sen yine avucunda sakla, çaldırma cevherini.
Ve sakın gösterme kimseye, o yağmur incilerini
Hep şarkını söyle; hiçbir kelimesiz ve makamsız,
Hep orda bekle; bir akşam belki apansız,
Gelir de alırım şişemi senden geriye:
O biriken yaşlarını içmek için damla-damla
Ve geciken bedelini ödemek için kendi hayatımla
KİM SUSTURABİLİR
Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki bu hasreti,
Semahların seyrinden alıp gelmişiz,
Biz ki onu sitemkar anaların
Kirpiğinden derlemişiz;
Süzülsün de acının derin izler bıraktığı
Gül yanaklardan,
Yere dökülsün istememişiz!
Bizim türkümüzü rüzgâr söyler her gece
Ay vurdukça parıldar,
Gün doğdukça hız alır.
Nevruz ateşleriyle sağaltarak
Çırpınan yarasını,
Can havliyle, kardaş,
Kan içinde bir kartal gibi,
Vadilere saldırır!
Türkülere ilişmeyin!
Türküler nehirdir, gecenin bağrına akar.
Fazla eşelemeyin kardaş,
Taşınca ne siperler kalır,
Ne dev barikatlar.
Deşmeyin diyorum deşmeyin!..
Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki nice amansız badirelerde,
Serden geçmişiz.
Biz ki, ilmikler boynumuza takılıyken bile
Türkü söylemişiz.
Sonra ırmak boylarında gövertip,
Körpe otların serinliğinde,
Dağlara emanet etmişiz!
Biz ki her yangının külünden,
Diri canlar yaratmışız.
Biz ki mazlumların defterine
Kanlı resimlerle sıralanmışız.
Banaz yaylasından Kerbelaya
Kar götürsün turnalar!
Ölürüz sanma kardaş,
Dostun attığı gülden yaralanmışız
Türküleri dövmeyin!..
Türküler gökyüzüdür, karanlığa yıldızlar çakar..
Üstümüze gelmeyin kardaş,
Namuslu bir delikanlının
Alnında kavga ışıldar!
İncitmeyin diyorum incitmeyin!..
Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki Karacaoğlanı aşkla,
Veyseli toprakla yüceltmişiz
Biz ki Köroğlunun narasıyla nice beyleri
Yere çökertmişiz!
Yine de masum bir bebek gibi,
Avuç-avuç sevdamızı,
Kalanlara vasiyet etmişiz
Adam dediğin, sapına kadar yiğit olmalı,
Ne karıncayı incitmeli,
Ne de ozanları yakmalı
Öyle sansar gibi pusu kurup
Punduna getirmek de neymiş?
Adam dediğin, kardaş,
Yüreği varsa eğer,
Getirip ortaya koymalı!..
Türküleri yakmayın!..
Türküler çiçektir, en umutsuz zamanlarda açar.
Kavgayı uzatmayın kardaş,
Yüzyıllardır tuz döke-döke
Çürüdü bu yaralar,
Kanatmayın diyorum kanatmayın!..
BİZ ÜÇ KİŞİYDİK
Biz üç kişiydik:
Bedirhan, Nazlıcan ve ben.
Üç ağız.. üç deli yürek.. üç yeminli fişek!
Adımız belâ diye yazılmıştı dağlara, taşlara
Boynumuzda ağır vebal,
Koynumuzda çapraz tüfek!
El tetikte, kulak kirişte,
Ve sırtımız toprağa emanet
Baldıran acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi
Yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık..
Deniz çok uzaktaydı
Ve dokunuyordu yalnızlık
Gece, ırmak boylarında uzak çakal sesleri,
Yüzümüze, ekmeğimize,
Türkümüze çarpar geçerdi.
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan,
Tüterdi buram-buram.
Gizlice ona bakardık, yüreğimiz göçerdi
Belki bir çoban kavalında yitirdik Nazlıcanı
Ateş böcekleriyle bir oldu,
Kırpışarak tükendi
Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza
Kurşun gibi, mayın gibi,
Tutuşarak tükendi
Oy, Nazlıcan vahşi bayırların maralı
Oy, Nazlıcan saçları fırtınayla taralı
Sen de böyle gider miydin yıldızlar ülkesine?
Oy, Nazlıcan oy can evinden yaralı
AĞIT:
Serin yayla çiçeği, oy Nazlıcan..
Deli-dolu heyecan, oy Nazlıcan..
Göğsümde bir sevda kelebeği,
Ölüme sunduğum can, oy Nazlıcan..
Artık, yenilmiş ordular kadar
Eziktik, sahipsizdik..
Geçip gittik, parka ve yürek paramparça!.
Gerisi ölüm duygusu,
Gerisi sağır sessizlik..
Geçip gittik, Nazlıcan boşluğu aramızda..
Bedirhanı bir gedikte sırtından vurdular,
Yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları..
Omuzdan kayan bir tüfek gibi usulca,
Titredi ve iki yana düştü kolları..
Ölüm bir ısırgan otu gibi
Sarmıştı her yanını
Devrilmiş bir ağaçtı, ay ışığında gövdesi..
Uzanıp, bir damla yaş ile
Dokundum kirpiklerine..
Göğsümü çatlatırken nabzının tükenmiş sesi..
Sanki bir şakaydı bu!.. birazdan uyanacaktı,
Birazdan ateşi karıştırıp bir cıgara saracaktı
Oysa ölüm, sadık kalmıştı randevusuna, ah
O da Nazlıcan gibi,
Bir daha olmayacaktı!..
Hey, Bedirhan.. katran gecelerin heyulası!..
Hey, Bedirhan.. kancık pusuların belâsı!.
Sen de böyle bitecek adam mıydın, konuşsana,
Hey, Bedirhan hey.. mezarı kartal yuvası!..
AĞIT:
Mor dağların kaçağı, hey Bedirhan!.
Mavi gözleri şahan, hey Bedirhan!.
Zulamda bir suskun gece bıçağı,
Beyaz gömleğimde kan, hey Bedirhan!.
Biz üç kişiydik.. üç intihar çiçeği..
Bedirhan, Nazlıcan,
Ve ben: Suphi!
NEYLERSİN
Bazen acı dinmez, bazen de yağmur
Sevgilim gülümse, her şey unutulur
Suskunuz bu akşam üstü
Hasrete yanmışız, neylersin
Bir gün, bu mahzun sevdadan geriye
Kalırsa, sadece o hüzün kalır..
Sen de anladın ki yapayalnızız
Buluşmamız yasak,
Görüşmemiz uzak
Devrilmiş kadehler gibi, dönüyor başımız,
Neylersin
Ah güzelim,
İncinmiş bir sesi vardır yağmurun;
Yanaklarına vurduğunda hissedersin.
Ve bir veda sözcüğü, saçlarına,
Titreyen bir öpücükle dokunduğunda;
Bu anı dondurmaya yetmez nefesin.
Bir film sahnesi gibi
Akar gider ayrılık,
Neylersin
Biz zaten hiçbir romanda
Kendi hayatımıza rastlamadık.
Bütün şarkılar bizi yanlış anlatmıştı.
Ve bitin bulmacalar yarım bırakılmıştı.
Tenha sokaklarda üşüyüp durdu sırtımız.
Oysa, tuttuğumuz balıkları bile
Yeniden denize bağışlamıştık.
Biz, hayata dair
Hiçbir yanlış yapmamıştık
Neylersin
Biz bu sonucu hak etmedik,
Hayır etmedik
Ömrümüz bu talana lâyık değildi.
Bazen acı vurdu, bazen de yağmur
Hiç gülmedi yüzümüz,
Hiç büyümedi gülümüz
Bizi yalnızca akşamlar kucakladı,
Biliyorsun,
Sabaha çıkmayan bir yoldu yürüdüğümüz
Bir gün, bu öykünün sonuna gelince
Ansızın desem ki: hoşça kal canım!
Unutursun,
Mecburen unutursun
Yıldızlar söner, bu aşk da biter!
Bazı gün hatırlayınca, sessizce ağlarız.
Neylersin
Ah bebeğim, ah.. .
Kekremsi bir tadı vardır gözyaşının,
Dudaklarına sızınca fark edersin.
İçindeki vurgun aşklar mezarlığında,
Ayrılık, ölümden üste yazılınca,
Gideni durdurmaya yetişmez sesin
Bir inme gibi
Dolanır bedeninde pişmanlıklar,
Neylersin
Biz zaten hiçbir sinemaya
Tam vaktinde yetişemedik.
Bütün vapurlar bizden önce kalkmıştı.
Ve bütün biletler biz gelmeden satılmıştı.
Boşuna telaşlarda yorduk günlerimizi.
Oysa Nuhun gemisinde bile
Bize yer kalmamıştı.
Ve hiçbir mutluluğa adımız kaydolmamıştı.
Neylersin
Biz bu aşkı sürdüremezdik,
İnan, sürdüremezdik
Kalbimiz bu heyecana müsait değildi.
Bize hep acılar kaldı, bize hep yağmur
Unutmasan bile artık
Unutur gibi yapacaksın.
Ve buruşturup-buruşturup attığım kağıtlarda,
Hiç bitiremediğim
Bir şiir olarak kalacaksın
İŞTE GİDİYORUM
İşte gidiyorum
Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü!
İşte gidiyorum,
Toprak alsın benim de bu hazin öykümü
İşte gidiyorum gurbet yorgunu gövdemi,
Çukura kim indirecek?
İşte gidiyorum,
Bu menfur cinayeti, şimdi çıkıp kim üstlenecek?
Çürüdü gözlerim,
Çürüdü yüreğim, bu yağmurlu şehirde.
İşte gidiyorum,
Beni kaldırın, hicranım kalsın teneşirde.
Size, yüzyıllardır sesini kaybetmiş
Bir türküyü söyleyecektim;
Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle
Kirpiğinizin ucundan öpecektim
Bir masum türküydü sadece
Yüz binlerce mağdurun gönlünde;
Belki söyleriz hep birlikte
Belki mahşerin birinci gününde.
Nasıl sevmiştim hepinizi,
Nasıl böyle oldu akıbetim?
Ve nasıl çöle döndü,
O benim gül-gülistan memleketim?
İşte gidiyorum,
Hiçbiriniz, hiçbir dilde beni anlamadınız.
Ben başımı verdim, sizinse
İnsafsız bir linç oldu karşılığınız.
İşte gidiyorum,
Penceresiz bir dünyanın bilinmez labirentine
İşte gidiyorum,
Saçlarındaki yıldızları artık koparabilirsin anne!
Sonunda kaptırdım gönlümü
Ölüm denen o kaypak türküye.
Ve işte kurtuldun benden
Şen olasın ey sevgilim; Türkiye!
Elbet benim de vardı,
Kendime ve yurduma dair umutlarım.
Belki bıraktığım yerden sürdürür;
Dostlarım, karım ve çocuklarım
Çatladı yüreğim, çatladı sazım.
Demek ki böyleymiş yazım.
Sizlere armağan olsun
Sizlerden ödünç aldığım bu yürek sızım.
Bu nasıl hapis Tanrım
Sabah-sabah bu ne hikmet, bu ne sis?
Kalbime son mermiyi sıkmak
Sana mı düştü, ey güzel Paris?
İşte gidiyorum,
Kalmadı söyleyecek son bir sözüm.
Dediğiniz gibi olsun be!
Dediğiniz gibi olsun gözüm!
İşte gidiyorum,
Tükenmişti inancım, bu nankör hayata dair.
Belki benim için birkaç mısra döktürür
Hayaloğlu diye bir şair!
GİDİYORUM Yusuf Hayaloğlu
BİR İNTİHAR GİBİ Yusuf Hayaloğlu
En Güzel ve Kısa Yusuf Hayaloğlu Şiirleri
Yusuf Hayaloğlu 15 Aralık yılında Tunceli’de dünyaya gelmiştir. Haydarpaşa Lisesi’nde yatılı olarak eğitim alan Yusuf Hayaloğlu ardından İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimine başladı. Buradan mezun olan Hayaloğlu daha sonra Yılmaz Güney ile tanıştı ve film afişlerini tasarladı. Ardından Yusuf Hayaloğlu’nun kız kardeşi Ahmet Kaya ile evlendi. Ahmet Kaya ile tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Karaladığı ve bir kenara kaldırdığı şiirleri çok beğenen Ahmet Kaya onları çok beğendi ve şarkı yaptı.Bu aşamadan sonra Hayaloğlu birçok tanınmış şarkıcıya şarkı sözü verdi. 3 Mart yılında İstanbul’da hayatını kaybeden Yusuf Hayaloğlu geriye birçok eser bıraktı. Bu içeriğimizde tıpkıYusuf Hayaloğlu sözleriiçeriğinde olduğu gibi Yusuf Hayaloğlu’nun kısa ve en güzel şiirlerini derledik.
Yusuf Hayaloğlu Şiirleri;
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bütün alışkanlıklardan
Ve bütün sıradanlıklardan öteye,
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doymadım inan,
Kanamadım sevgine
Korkulu geceleri sayar gibi,
Deprem gecesinde bir yıldız,
Birdenbire kayar gibi;
Ellerim kurtulacak ellerinden,
Bir kuru dal, ağacından
Çatırdayıp kopar gibi
Aşksa, bitti
Gülse, hiç dermedik.
Bul kendini kuytularda, hadi dal!
Seninle bir bütün olabilirdik
Hoşça kal gözümün nuru,
Hoşça kal
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır.
Tutuşan ellerimden
Parmak uçlarına değen sıcaklık,
İncinen bir hayatın yarasıdır
Kalacak tüm izlerin hayatımda.
Gözümden bir damla yaş,
Sızlayıp resmine aktığında;
Bir yer bulabilsem keşke
Bir yer, seni hatırlatmayan;
Kan tarlası gelincik şafağında
Ölümse, korktun.
Savaşsa, hep kaçtın
Vur kendini kuşkularda, hadi al!
Sen bir suydun oysa,
Sen bir ilaçtın
Hoşça kal canımın içi,
Hoşçakal
Benim hiç sapanım olmadı anne,
Ne kuşları vurdum,
Ne kimsenin camını kırdım
Çok uslu bir çocuk değildim ama,
Seni hiç kırmadım, hem boynumu kırdım.
Ben hayatım boyunca
Bir tek kendimi vurdum!.
Suskun görünsem de,
Fırtınalı ve mağrurdum anne.
Bir mızrak gibi,
Aynada hep dik durdum anne!
Ben sana hiçbir gün laf getirmedim,
Leke sürmedim.
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi çok yordum
Ben hayatım boyunca,
En çok kendimi sordum!.
Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
Ne bir gün şansım güldü
Öpemeden bir bebeğin gıdısını,
Tükendi gitti çağım
Kimi yürekten sevdiysem,
Yüreğini başkasına böldü
Bir muhabbet kuşum vardı,
O da yalnızlıktan öldü
Sen beni hep, göğsünde
Acılarla mı soğurdun anne?
Yoksa, evlat diye,
Koca bir taş mı doğurdun anne?
Eziyet değilim, zahmet değilim,
Musibet hiç değilim;
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene!
Doğurdun da beni,
Ne ile yoğurdun anne?
Benim hiç hayalim olmadı anne
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat
Bir mutluluk fotoğrafı bile çektirmedi bu hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne
Ne omzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat
Say ki yollardan akan,
Şu faydasız çamurdum anne
Say ki ıslanmaktım, üşümektim,
Say ki yağmurdum anne!
Bunca yıldır gözyaşını,
Hangi denizlere doldurdun?
Oy ben öleyim,
Sen beni ne diye doğurdun anne?
Hayat nedir, nedir ki anne;
Bir oyun, bir masal değil mi?
Bak, kırıldı oyuncaklarım
Ömrüm gitti,
Sevdam bitti
İnan, ben hiç büyümedim ki
Şimdi saat, sensizliğin ertesi
Yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu.
Bir ben kaldım tenhasında gecenin,
Avutulmamış bir ben
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsun.
Bu da benden sana
Ayrılığın hediyesi olsun
Soytarılık etmeden güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan doyurabilmek
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu ara-sıra, biliyorsun
Şimdi iyi niyetlerimi,
Bir-bir yargılayıp asıyorum
Bu son olsun be bu son olsun!
Bu da benim sana,
Ayrılırken mazeretim olsun!
Şimdi saat yokluğunun belası
Sensiz gelen sabaha günaydın!
İşi-gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında sensizliğin
Hiç uyumamış bir ben
Şimdi dişlerimi sıkıp
Dudaklarıma kanamayı öğrettim
Ki bu kızıl damlalar
Körpe yanağında bir veda busesi olsun.
Bu da benden sana
Heba edilmiş bir aşkın
Son nefesi olsun
Kafamı duvara vurmadan,
Tanıyabilmek seni
Beyninin içindekileri anlayabilmek
Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü,
Bütün saatleri öylece durdurabilmek için,
Çıldırasıya paraladım kendimi
Lanet olsun!
Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
Olsun be ne olacaksa olsun!
Bu da benim sana,
Ayrılırken şikayetim olsun!
gözyaşım, utangaç boynunun
inciden kolyesi olsun.
her damla, vefasız teninde
bir veda busesi olsun.
Isterim, sen de ben gibi yan,
ömrüne hep ağla.
hep ağla, bu benden, son dua,
bu benden, ayrılık hediyesi olsun
Hani benim sevincim nerede;
Bilyelerim, topacım,
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim?
Çaldılar çocukluğumu habersiz..
Penceresiz kaldım anne,
Uçurtmam tel örgülere takıldı..
Hani benim gençliğim nerede?
Ne varsa buğusu genzi yakan,
Ekmek gibi, aşk gibi;
Ah, ne varsa güzellikten yana,
Bölüştüm, büyümüştüm.
İçime sığmıyordu insanlar..
Bu ne yaman çelişki anne,
"Kurtlar sofrasına" düştüm..
Hani benim direncim nerede?
Hani benim övüncüm nerede;
Akvaryumum, kanaryam,
Üstüne titrediğim kaktüs çiçeği?
Aldılar kitaplarımı sorgusuz..
Duvarlar konuşmuyor anne,
Ve açık kalmıyor hiçbir kapı..
Hani benim gençliğim nerede?
Daha kapılmamışken rüzgara,
Tatmamışken rakıyı,
Şiire yeni-yeni başlamışken,
Koştum, dağlara koştum;
Daha öpmemişken hiçbir kızı..
Yağmurları biriktir anne,
"Çağ yangınında" tutuştum..
Hani benim bilincim nerede?
Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim
Hesabım kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim
Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarım üzerinden
Su gibi akar giderim
Artık sürersin bir sefa
Ne cismin kaldı ne cefa
Şikayet etmem bu defa
Dişimi sıkar giderim
Bozar mi sandın acılar
Belaya atlar giderim
Kurşun gibi mavzer gibi
Dağ gibi patlar giderim
Kaybetsem bile herşeyi
Bu aşkı yırtar giderim
Sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim
Sana yazdığım şarkıyı
Sazımdan söker giderim
Ben ağlayamam bilirsin
Yüzümü döker giderim
Köpeklerimden kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim
Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem üzülme
Kafama sıkar giderim
Demek şimdi gidiyorsun;
Yazdığımız son şiir, öyle yarım kalacak!.
Demek şimdi gidiyorsun;
Kuşlarımız acıkacak,
Saksılarımız artık sulanmayacak!.
Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp
Aynanın sahtekar yüzüne,
- Oy benim yaralım -
Demek şimdi gidiyorsun;
Beni böyle toz gibi dağıtıp
Merdivenlerin dibine!.
Her şey tamam, diyorsun, git
Beni viran bir şehir gibi terket..
Haydi git!
Dışarısı ispiyon.. dışarısı ihanet..
Seni bir gören olmasın,
Dikkat et!..
Dostlukmuş.. ölüme yürümekmiş..
Üstüne titremekmiş.. Vefaymış!..
Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı,
Duvara çarpıp çıkıncaya kadarmış
Bana komaz deyip,
Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları,
- Oy benim yaralım -
Asıl sancı, uyandığında
Bütün odaları boş görünce koyarmış!.
Gitmek istiyorsun, git
Bir savaşçı asla vedalaşmaz!.
Durma git!
Dışarısı dinamit.. dışarısı enkaz!.
Şunu cebine koy,
Ne olur ne olmaz
Eylül mağdurlarıydık,
Kimsemiz yoktu
Yaralarımız aman vermiyordu canımıza..
Kimseye kıymamıştık oysa,
Masumduk
Rahatsız etmiyordu bizi bu yalancı tarih!
Yırtılan bir pankart gibi,
Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz;
- Oy benim yaralım -
En az bir karıncanın yüreği kadar,
Namuslu ve çalışkandı ellerimiz!.
Artık bitti, diyorsun, git
Kırılsın kapı-çerçeve, kırılsın bu cam!
Sorma git!
Dışarısı panik, dışarısı izdiham!.
Biliyorum, seni vuracaklar bu akşam
Ne çok fire verdik üst-üste;
Ne çok arkadaş yitirdik
Bu tozlu yolculukta
Kimliği tespit edilmemiş,
Ne çok ceset vurdu,
Zeytin güzeli akşamlarımıza!.
Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi
İçerden çürümüşüz meğerse..
- Oy benim yaralım -
Her gelen ölüm yazmış,
Her giden ayrılık işlemiş,
Bu talihsiz gergefimize
Kendini arıyorsun, git..
Aptal bir hayat kur,
İçinde beni barındırmayan..
Kalma, git!
Dışarısı barut, dışarısı gardiyan!.
Yine bir tek ben olurum, sana parçalanan
Demek şimdi gidiyorsun;
Sonunda bizi de çökertiyor
Bu kancık zelzele!.
Demek şimdi gidiyorsun;
Yıkılan bir duvar gibi
Ömrime devrile-devrile
Demek mecburi istikametlerin,
Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında;
- Oy benim yaralım.. maralım! -
Demek şimdi gidiyorsun,
Ve bana bir tek seçenek kalıyor:
Güle-güle!.. güle-güle!..
Beni öldürüyorsun, git..
Kalmasın sende kahrım, kalmasın derdim..
Bakma, git!
Kafamı yumruklayıp
Ardın sıra ağlarsam, namerdim
Şu dağlarda kar olsaydım
Bir asi rüzgar olsaydım
Arar bulur muydun beni,
Sahipsiz mezar olsaydım?
Şu yangında har olsaydım
Ağlayıp bizar olsaydım
Belki yaslanırdın bana,
Mahpusta duvar olsaydım
Şu bozkırda han olsaydım,
Yıkık perişan olsaydım
Yine sever miydin beni,
Simsiyah duman olsaydım?
Şu yarada kan olsaydım,
Dökülüp ziyan olsaydım
Bu dünyada yerim yokmuş,
Keşke bir yalan olsaydım!..
Birazdan kudurur deniz
Birazdan dalgaların sırtından,
Üst-üste fışkıran rüzgarlar,
Bir intikam gibi saldırınca üstüne;
Yüzüne şarkılar çarpar,
Yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın.
Sen artık buralarda duramazsın!..
O büyük sessizliğin bağrı mı olur,
Kimsenin bilmediği bir ağrı mı;
Gider kendine gömülürsün
Yoksa bu şehir, bu sokaklar
Seni alır kullanır,
Seni alır kullanır,
Santim-santim çürürsün!..
Hani, el değmemiş bir yanın vardır,
Aynalara göstermediğin bir yüzün,
Kendine sakladığın bir hüzün
Hadi durma!
Üzülsen de, sen üzülürsün!..
Kim farkeder boşluğunu?
Ardın sıra kim ağlar?
Bir intikam gibi
Çıldırmış bu sevdalar!..
Bir intikam gibi
Çıldırmış bu sevdalar!..
Bazen bir uçurum kalır,
Bazen de martıların ardından
Velvele koparan bir leş kalır;
Bir intihar gibi
Puşt olunca sevdalar
Sırtını duvara yaslar,
Sırtını ağaca yaslar, susarsın.
Sen artık hiçbir sözü kaldıramazsın!..
Şimdi yeni bir sevda mı olur,
Kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı;
Tutar sıfırdan başlarsın.
Yoksa bu ilişkiler, bu zaaflar
Seni yiyip bitirir,
Seni yiyip bitirir,
Dirhem-dirhem azalırsın
Belki hiç söylenmemiş
Bir şarkın vardır,
Henüz koyvermediğin bir kahkaha
Fırsatın olacak mı bir daha?
Ne bekliyorsun?
Yanılsan da sen yanılırsın!..
Kim hatırlar güzelliklerini,
Senin için kim yanar?
Bir intihar gibi
Puşt olmuş bu sevdalar!..
Bir intihar gibi
Puşt olmuş bu sevdalar!..
Uyandım, seni düşündüm
Birdenbire duvar
Birdenbire gece yarısı
Sonra devriye parolası
Ve rüzgar
Ve birdenbire kalp ağrısı
Uyandım, seni düşündüm
Ey yar
Ey göğsümün sol yarısı!
Su bulanınca
Meydanlarda sesin yırtılınca
Hiç dostun kalmayınca
Sarsılmış bir ömrün
Basamaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül olsun
Dudaklarında
Dert etme, iyiyim ben
Ara sıra mahşer
Ara sıra yaşama hırsı
Sonra mazgal altı zulası
Ve mektuplar
Ve ara sıra hasret belası
Dert etme, iyiyim ben
Ey yar
Ey hüznümün tütün sarısı
Kan bulaşınca
Yangınlarda yüzün harlaşınca
Saçların tutuşunca
Zorlanmış bir hükmün
Tutanaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül açsın
Yanaklarımda
Ay doğarken bir söğüdün ardından,
Göl yüzünde sisli bir esintiyle,
Akşamın göğsüne hüzün serperek,
Ve yağmurdan geceye
Çiçekli perdeler çekerek,
Beni düşün
Beni düşün, unutma
En umarsız, en mutsuz gününde,
Bağrına bir yumruk çökeldiğinde,
Ve dağların mazlum ateşi,
O güzelim saçlarına,
Cayır-cayır yanıp ulaştığında,
Beni düşün
Beni düşün, unutma
Beni düşün bir kavganın içinde;
Helal bir ekmeğin peşinde
Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin,
Can çekişen o son parçasını da
Sana sakladığımı bil!..
Bil ki haykırırcasına,
Bu esir gövdemi yakarcasına,
Kavuşmak için o serin bağrına,
Ateşten bir yol arıyorum
Kar yağarken mor dağların ucundan,
Sol yerine sessiz bir iniltiyle,
Yastığın yüzüne yaşlar dökerek,
Ve akşamdan gizlice bir ah çekerek,
Beni düşün
Beni düşün, unutma
Kan kızılı bir gelincik seherinde,
Sırtıma kahpe bir hançer indiğinde,
Ve bu gencecik ve bu hemencecik ölüm,
Çığırtkan bir gazete başlığında,
Çığlık-çığlık sana kavuştuğunda,
Beni düşün
Beni düşün, unutma
Beni düşün, şehre her yağmur yağdığında,
Islak ve kırılgan bir türkünün içinde
Göğsünden dudaklarına doğru,
Sancılı bir isyan kabardığında;
Bastırarak kalbini avuçlarınla
Sesini okşadığımı bil!..
Bil ki yalvarırcasına,
Uzayan yollara dağılırcasına,
Sonsuz bir mahşerin ortasında,
Bir zemzem suyu gibi,
Seni, seni özlüyorum
Bugün, düşünemeyeceğin kadar
Başım belada!
Köşe başları tutulmuş,
Üstelik yağmur yağmada
İler-tutar yanı yok!
Fişlenmişim, adım-eşkalim bilinmekte.
Üstelik, göğsümde, yani tam şuramda,
Kirli sakalıyla
Bir eşkıya gezinmekte
Başım belada!
Adamın biri vurulmuş sokakta,
Cebinde adresim bulunmuş
Başım belada!
Tabancamı unutmuşum helada.
Nerden baksan tutarsızlık,
Nerden baksan ahmakça!
Sevdim seni inanamayacağın kadar
Sevdim seni esmer kız
Kirpiklerimde çırpınan
Şu tuzlu gözyaşımda
İhanetin adın yok!
Neylersin ki çember daralmakta
Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim.
Yasal mermisiyle,
Bir komiser yaklaşmakta
Başım belada!
Üzerime kan sıçramış doğarken.
Uykularım yarıda kalmış.
Başım belada!
Senelerce kuralsız yaşamışım,
Nere gitsem çaresi yok,
Nere gitsem yanmışım
Geçiyor önümden sirenler içinde
Ah eller üstünde çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevda hüznü
Aslan gibi göğsü türküler içinde
Rastlardım avluda hep volta atarken
Sigara içerken yahut coplanırken
Kimseyle konuşmaz dağ gibi titrerdi
Çocukça sevdiği çiçeği sularken
Diyarbakırlıymış adı bahtiyar
Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar
Geçiyor önümden gülyüzlü bahtiyar
Yaralıyım yerde kalan sazı kadar
Beni tez saldılar o kaldı içerde
Çok sonra duydum ki Yozgat'ta sürgünde
Ne yapsa ne etse üstüne gitmişler
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler
Gazete de çıktı üç satır yazıyla
Uzamış sakalı çatlamış sazıyla
Birileri ona ölmedin diyordu
Ölüm bir yanında hüzünle gülüyordu
Minnacık bir kız vardı,
Bir ormanda yaşardı.
Karanlıkta kaybolsak,
Elimizden tutardı.
Yürüdüğü kırlarda
Papatyalar açardı.
Omuzundan güvercinler uçardı.
Minnacık bir kız vardı,
Göğsüne gül takardı.
Beyaz bir at üstünde
Bulutlara konardı.
Irmağın aynasında
Saçlarını tarardı.
Yüzünü ayışığıyla yunardı.
Minnacık bir kız vardı,
Yüreği kuş kadardı.
Tutunca rüzgar olur
Bir su gibi kayardı.
Geciken şafaklarda
Yıldızları yakardı.
Uyanınca seher yeli kokardı.
Öldürdüler, yarım kaldı,
Dudağında son gülücük.
Yalnızca bir adı kaldı,
Kızın adı: Özgürlük
Devrilip gidiyorum işte
Geride kaldın sen
Aşınmış sevdalar gibi
Yıpranmış postallar gibi
Lime-lime, yararsız
Geride kaldın sen
Kaprislerinle, nazlarınla
Bakışlarınla, sözlerinle
Tutulmayan vaatler gibi
Harcanmış saatler gibi
Tek başına, kararsız
Geride kaldın sen
Buraya kadarmış güzelim
Boynumda bıraktığın diş izi
Bitmez sandığın aşk denizi
Buraya kadarmış.
Vedalaşmak isterdim oysa
Klasik bir film öyküsü gibi
Ellerini tutup usulca
Son bir kez öpmek isterdim
Kendimi mazur gösterip
Masum ve mağrur bir duruşla
Herşeyi kadere yıkmak isterdim.
Ne gerek var oysa
Yürümeyen birtakım şeylerin
Nedenlerini tartışmaktansa
Asla yürümeyeceğini anlayıp
Bunu hiç konuşmamak
Daha bir yiğitçe değil mi?
Süzülüp gidiyorum işte
Bela olmadan
Yoluna çıkmadan
Hesap filan sormadan
İncitmeden, acıtmadan
Bir bileti yırtar gibi
Bir kabuğu atar gibi
Sıyrılıp gidiyorum işte
Geride kaldın sen
Bir tren penceresinden
Akıp giden bozkırın
Ortasında bir kuru ağaç gibi
Geride kaldın sen
Bu derede, bu bulutun gölgesi,
Yalnızca bir anlıktır.
Bir daha tekrarlanmaz asla.
Dere gider bir yana,
Bulut gider bir yana,
Sen kalırsın ortada.
Son vapurda, bir kadına rastlar,
Kibarca gülümsersin.
Kaybettin, geri gelmez artık.
Vapur gider bir yana,
Kadın gider bir yana,
Kalbin kalır ortada.
Yalnızca bir anlıktır mutluluk.
Sevdalar, heyecanlar;
Hepsi bir anlık.
Kalansa, tortusudur hayatın,
Yalanlar ve acılar;
Bir de yalnızlık.
Hey koca Yusuf!
Yusuf'cuk, ah yusufçuk!
Rüzgarlara savurdun hep, şarkını.
Herkesten saklandın,
Herşeye gücendin durdun.
Yoruldun,
İflah etmezsin sen.
Ömrün gitti bir yana,
Hüznün gitti bir yana,
Şiirin kaldı ortada
Şimdi saat sensizin ertesi
Yıldız dolmuş gökyüzü ayaydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
Bir ben kaldım bir ben kaldım
Tenhasında gecenin avutulmamış ben
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin ki bu yaşlar
Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz?
Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz?
Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın?
Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın?
Geçiyor önümden sirenler içinde
Ah eller üstünde çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevda hüznü
Aslan gibi göğsü türküler içinde
Rastlardım avluda hep volta atarken
Yağmurlu ve upuzun bir yolu düşe kalka yürümeye çalıştım.
Ve inanılamayacak kadar duygusal bir geçmişimiz oldu seninle.
Üstelik biz bunu bir ömür boyu sürüp gider sanmıştık.
Beni tutma öyle sahnelere gelemem, beni tutma çok kötü yanılırsın.
Yıllardır öyle biriktim, öyle gerildim ki,topyekün boşalır toz olur dağılırsın.
TÜM YUSUF HAYALOĞLU ŞİİRLERİ
Hangi sevgiIi var ki, senin kadar duyarsız ve kaIpsiz?
Ve hangi sevgiIi var ki, benim kadar çaresiz?
Hangi ayrıIık var ki, böyIe kanasın ve böyIe acısın?
Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağIasın?
Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye?
Hangi Iafım dokundu sana, böyIe inceden inceye?
Hangi otobüs söyIe, hangi uçak, hangi tren?
Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren.
Hangi kırıIası eIIer doIanır şimdi, kırıIası beIinde?
Hangi rüzgar şarkı söyIer, o ay tanrıçası teninde?
Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzeI ütopyamızı?
Hangi boşboğazIara deşifre ettin, en mahrem sırIarımızı?
Hangi cama kafa atsam?
Hangi kapıyı omuzIayıp kırsam?
Hangi meyhanede deIIenip, hangi masaIarı dağıtsam?
Bende bu sersem başımı, karakoIun duvarına vursam.
Kendimi caddeye atıp, arabaIarın aItına savursam.
Hangi tercih beni en hızIı şekiIde öIdürür?
Hangi şekiI öIdürmez de, ömür boyu süründürür?
Kayıp iIanı mı versem, şehir şehir doIanmak yerine?
ÖdüI mü koysam, öIü veya diri seni buIup getirene?
Hangi ayrıIık var ki, böyIe diş ağrısı gibi durmadan zonkIasın?
Hangi cam kesiği var ki, böyIe musIuk gibi içime damIasın?
Hiç sanmam!
Hasta kaIbim bunu bir süre daha kaIdıramaz! .
Feriştah oIsa, böyIe eIi koIu bağIı bekIeyip duramaz.
Hangi mübarek dua,
Hangi evIiya tesir eder, seni döndürmeye?
Hangi aptaI mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye?
OIur mu be! . oIur mu?
Bu da benim gibi adama yapıIır mı?
Aşk dediğin mendiI mi?
Buruşturup bir kenara atıIır mı?
VEFA bu kadar basit mi? AIınır mı? SatıIır mı?
Hangi hırsız çaIdı, seni yırtık cebimden?
Hangi pense kopardı bizi birbirimizden?
Hangi uğursuz hamaI taşıdı vaIizini?
Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini?
Hangi yaIdızIı oteI çarşaf serip barındırdı?
Hangi süsIü manzara seni koIayca kandırdı?
Hangi şarIatan imaj böyIe çabuk iIgini çekti?
Hangi pembe vaadIer o saf kaIbini cezbetti?
Dağ gibi adamı eze eze! ..
Hangi anası tipIi parIak çömeze,
Hangi aIemIerde kahkahanı ettin meze?
Hangi yamyamIara yedirdin o masum rüyamızı?
Hangi mahIukIar çiğnedi eI değmemiş sevdamızı?
Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı?
Hangi mermi dağıtır insanIara oIan inancımı?
Hangi bekçi, hangi poIis artık zapteder beni?
Ve! .. Hangi su bağışIatır?
Hangi musaIIa temizIer seni?
Bu NasıI AyrıIık?