acayip pilav 100 yıl numarası / Gördüğünüz Andan İtibaren Gençliğinizden 15 Yılı Çalıp Götürecek Birbirinden Acayip Görseller

Acayip Pilav 100 Yıl Numarası

acayip pilav 100 yıl numarası

Gördüğünüz Andan İtibaren Ömrünüzden 15 Yılı Çalıp Götürecek Birbirinden Acayip Görseller

Haberler

Goygoy

Gördüğünüz Andan İtibaren Ömrünüzden 15 Yılı Çalıp Götürecek Birbirinden Acayip Görseller

Her hafta başka bir şeyle sınanıyoruz biliyorsunuz. Mesela pilavın üstüne kadayıf koyandan tutun, manitası yanındayken başkasını kesen kıza kadar her tür değişik insan burada mevcut. Bunlar nasıl kafalar? Buyurun bir de siz bakın

1. Bugün de oje sürdük diye adımız çıktı, vay anasını ya!

1. Bugün de oje sürdük diye adımız çıktı, vay anasını ya!

2. Her yaşta okunur tabii, koca bulunmaz ama haklısın

2. Her yaşta okunur tabii, koca bulunmaz ama haklısın

3. "Kaçırmaya devam edeceğim" diyenler?

3. "Kaçırmaya devam edeceğim" diyenler?

4. İlişkiyi sağlamlaştırır

4. İlişkiyi sağlamlaştırır

5. İhale alan yandaş müteahhit tuvaleti

5. İhale alan yandaş müteahhit tuvaleti

6. Bu saçma sapan şeyleri nerenizden uyduruyorsunuz acaba ya?

6. Bu saçma sapan şeyleri nerenizden uyduruyorsunuz acaba ya?

7. Allah akıl fikir versin diyelim

7. Allah akıl fikir versin diyelim

8. Böyle bi ilimiz olduğunu kabul etmek istemiyorum!

8. Böyle bi ilimiz olduğunu kabul etmek istemiyorum!

9. Kızamıyorum ama kusmamı da engelleyemiyorum

9. Kızamıyorum ama kusmamı da engelleyemiyorum

Sen kendi performansını ayarla bi önce de sonra bekaret kavramına kafanı yorarsın!

 Sen kendi performansını ayarla bi önce de sonra bekaret kavramına kafanı yorarsın!

Bu içerikler de ilginizi çekebilir 👇

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda

"Bu yakınlığı ve hakkı Darüşşafaka’dan alıyoruz."

12 Nisan '18

İbrahim hayatımda özel yeri olan insanlardan. Darüşşafaka lise yıllarında ülke ve dünya konularıyla ilgilenmeye başladığımızda entellektüel kalitesiyle beni besleyen bir kaç kişiden biri. Sinema alanında daha o zamandan derin bilgisiyle yol gösteren ve Sinamatek seyir arkadaşım. Üniversite yıllarında aynı çizgide mücadele yoldaşım. Daha saymayayım, uzayacak. Çağıl olmasa bu portreyi tamamlayamayacaktık. “Bitmeyen Sevda Yeşil Siyah, Darüşşafaka’nın Spor Tarihi” kitabı için İbrahim’le de uzunca görüşmüş, bilvesile portresi için de malzeme çıkarmıştık ama benim yeni işe başlamam Fethi ve Gökçe’nin yeni projeleri derken portre üretimimiz maalesef yavaşladı. Çağıl sağ olsun hızır gibi imdada yetişip parçaları birleştirdi, İbo’yla bir kaç görüşme ve kayıt yaparak nefis iş çıkardı. İbrahim’den önce sözü Çağıl’a bırakıyorum. (Öktem DŞ'74, Şubat ).

Futbolda farklı renklere gönül versek de ortaokul yıllarımdan itibaren zevkle takip ediyordum kendisini. Fikirlerinde, yazdıklarında, konuştuklarında hep kendimden bir şeyler buluyordum. Geç de olsa öğrendim ki meğerse ortak paydamız bundan fazlasıymış. Okuyacağınız portre kurumumuzun spor alanındaki en anılası isimlerden birisine ait. Darüşşafaka’daki spor kültürünün en güzel örneklerinden bir tanesi… Bu portrenin arkasındaki hikayem, kişisel olarak tanımadan sadece basından okuduklarımla kendime yakın bulduğum, başarılı olmasını istediğim bir büyüğümün Darüşşafakalı olduğunu öğrendikten sonra hissettiğim duygu yoğunluğundaki artış… Gelin gerisini kendi ağzından, Beşiktaş taraftarında çok güzel anılar bırakan Beşiktaş eski yöneticisi  İbrahim Altınsay’dan dinleyelim.(Mustafa Çağıl Işık, Dönem, DŞ')

"Çanakkale o zamanlar bir Akdeniz şehri gibiydi."

Bir yaşında ya var ya yokum: Topa ilk dokunuş…

’de Çanakkale’de doğup ilkokulu orada okudum. Baba tarafım Girit mübadili, anne tarafım ise Bulgaristan Tuna göçmeni. Çanakkale o zamanlar bir Akdeniz şehri gibiydi. Çok demokratik ve çok özgürlükçü… Zaten yıllarca Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Batılı yabancılar ve Müslümanlar bir arada yaşamış. Benim çocukluğumda Rum ve Ermeni kalmamıştı ama Yahudiler vardı. Bizi Rum mahallesine yerleştirmişler. Rum Mahallesi, Giritli Mahallesi olmuş. Rum evinde doğdum, Rum okulunda okudum.

O zaman Çanakkale hâlâ göçmenler sayesinde çok da renkliydi. Mesela sınıf arkadaşlarım içinde Arnavut, Çingene, Pomak, Boşnak, Muhacir, Yörük vardı… Benim gibi Giritliler, Yahudiler de cabası. Kısacası çok kültürlü ve demokratik bir ortamda büyüdüm. Okulda iki şube vardı. A şubesine eşraf çocukları gidermiş, B şubesine da arta kalanlar… Beni B şubesine verdiklerinde annem çok kızmıştı. Zor ikna etmişler. Ama hayatta hiç zorlamadığım halde çok şanslı olduğum anlar var. Yani piyango bileti almadan piyangonun vurması gibi. Bu B şubesine ayrılmak da öyle olmuş. Hayri Önol adında kural tanımayan, hayata önem veren, radikal bir öğretmenim oldu. Bizi okulun dışında bir barakaya atmışlardı. Sınıfı biz küçük öğrenciler yönetirdik, dersleri sırayla verirdik. Öğretmenimiz ders saatlerine uymazdı. Dersleri, kırlarda, çarşıda, deniz kenarında yapardı.

"Nedret, Şengül, Dursun, Haşim gibi efsane oyuncuları tanıyordum."

Bu arada kendimi bildim bileli Darüşşafaka hayatımın içinde vardı. Çünkü halamın oğlu Arman Akün, girişli, mezunu bir Darüşşafakalıydı. Halam alt katta, biz üstte otururduk. Ben küçükken o ailenin maskotu gibiydim. Hep onlara kaçardım ve onların bütün resimlerinde beşinci çocuk gibi dururdum. Arman Abi sayesinde ’ların başında şampiyonluk kazanan Darüşşafaka basketbol takımını da okula girmeden önce biliyordum. Nedret, Şengül, Dursun, Haşim gibi efsane oyuncuları tanıyordum. Gazete kupürlerini kesip saklardı ve İstanbul’dan tatillere geldiği zaman hep o maçları anlatırdı. Yazın bana İngilizce de öğretirdi. O yüzden Darüşşafaka’ya girdiğimde biraz İngilizce biliyordum. Bir de onun karnesi gelirdi. Görünce karnesine hayran olurdum. Sütun sütun notlar çok güzel gözükürdü.

O zamanlar Darüşşafaka kelimesini söyleyemediğimden “Büyüyünce Arman Abimin okuluna gideceğim” dermişim. Herkes de beni sustururmuş. Babam o zamanlar ülser hastası ve çok ciddi bir dönemden geçiyor. Halamlar da “İçine mi doğuyor? Babası ölecek ve Darüşşafaka’ya gidecek!” diye söylenirmiş.

Hayatımda hiç zorlamadığım halde şanslı olduğum bazı anlar var dedim ya, işte o anlardan biri ağlarını örmüş bile. Ben ilkokul 4.sınıftayken Darüşşafaka’ya belirli gelir düzeyinin altındaki anneli-babalı çocuklar da alınmaya başladı. Tabii ayrı bir kontenjan dâhilinde… Babam milli eğitim müdürlüğünde memurdu. Çanakkale’den sonra Ankara’ya gittik. Kendisi bir müddet de Bağdat ve İngiltere’de kültür merkezlerinde memur olarak çalıştı.

Annem de bizim için en iyiyi istiyordu hep. Dikiş dikerek ailenin hayatına katkıda bulunuyordu. Önce parasız yatılı sınavına girip sonradan Bornova Anadolu Lisesi adını alacak olan İzmir Koleji’ni kazandım. Sonra da Darüşşafaka sınavına girip ikinci olarak Daçka’yı kazandım. Orası zaten efsaneydi benim için. En çok ilkokul hocam sevinerek gurur duymuştu. Onun sevinç gözyaşlarını unutamam. Çünkü onun sınıfına hep yoksul çocuklar verilirdi. Tercihim tabii ki belliydi. Böylece ’te Darüşşafaka’ya girdim. İlk geldiğimde İstanbul, yoksul, düzensiz ve karışık gelmişti bana.

Daçka’da poz kesenler: İzzet, Musa, İbrahim Altınsay, Ersin Balkan, Kemal Engin… Gözler Kapı’da… Ersin’i çok erken kaybettik. Kalanlar Daçka ’73 Akdeniz Seferleri’nin gediklileri…

On sene filan sürdü anneli-babalı çocukların da kabul edildiği o sistem. Bence Darüşşafaka tarihinin en büyük atılımlarından birisidir. Çünkü okula girildikten sonra görüldü ki iyi yönetilirse bu durumun hiç bir olumsuz etkisi olmuyor. Biz bu yaşa geldik hala dönem arkadaşlarımızın, hangisinin babası veya annesi hayattaydı bilmeyiz. Her zaman da karıştırırız. Bunun yatakhanede de sohbeti olmazdı. Tek farkımız okula girerken ayrı kontenjanlardan, ayrı listelerle girerdik. Özellikle Fettah Aytaç, arkasından Nazıma Antel ve ekibi bu durumu öyle iyi yönettiler ki biz hiç bir şey hissetmedik.

"Onlar hala bizim kardeşimizdir ve hatta kardeşten ötedir."

Şimdi analı-babalı ama olanakları çok sınırlı bir çocuk düşün. Televizyonda Darüşşafaka tanıtımlarını görüyor ve okulun hayalini kuruyor. Bu çocukların hayallerine de bir şans vermek gerek. Yoksul ama zehir gibi çocukların iyi bir eğitim fırsatı bulmaları neredeyse imkansız bugün.

Bizim zamanımızda bir nevi sınıf hocamız gibi olan ve bizim sadece eğitimimizle değil, nasıl bir insan olacağımızla da ilgilenen Aynur Doğruer ile hepsi iddialı Zuhal Ergenç, Ayhan Kurtoğlu ve Hayrettin Cete Hocalarımızın isimlerini de söylemek zorundayım.

Her şeyin kıymetini bilmeyi bize en iyi şekilde öğrettiler. “Sizler seçilmiş, zeki öğrencilersiniz ve toplumun liderleri olacaksınız. Ülkemizin durumu belli. Bu yüzden elde ettiğiniz imkanların kıymetini bilin” derlerdi. O yıllarda kaldığımız zaman sınıf tekrarı yoktu ve sekiz sene boyunca kiminle başlarsak onunla bitirirdik. Galiba 83 kişi girdik ancak 38 kişi mezun olabildik. Yarısı hazırlık 1 ve 2’de ayrılmıştı. Ama birlikte okuduğumuz herkes, bir sene de olsa, bizim için Daçka ’lüdür. Onlar hala bizim kardeşimizdir ve hatta kardeşten ötedir.

"Babam sağ ayağımı tutturur, topa veya portakallara sol ayakla vurdururmuş."

Akşam yemeği sonrası en muhabbetli zaman: Selahattin Kayalar (Selo), Nurettin Elhüseyni, Seyfettin Öngider (Seyfi), İbrahim Altınsay, “Cafer Ağbi” Sadettin, Nedim. Lise III olmalı.

O zamanlar Hürriyet gazetesi, “Başarının zirvesinde çocuklar” diye bir dizi röportaj yapıyordu. Benim için bir gazeteci Çanakkale’ye geliyor. Annemler Teyzemlerin yanına düğüne gittiği için de röportajı babamla yapıyorlar. Babam da sosyal faaliyetlere meraklı biri. Çanakkale’de yerel gazetelere yazılar yazan, Çanakkale Beşiktaş Spor kulübünü kurmuş, memurluğunun yanında aynı zamanda hakemlik yapan ve maaşını kitaplara yatıran birisi… Bahsettiğimiz yıllar ’ler. Sonradan Milli Lig kurulunca, kulüp Boğazspor adını alıyor ama renkleri hep siyah-beyaz… Ardından üç kulüp (Türkgücü ve Naraspor’la birlikte) birleşiyor ve Çanakkalespor oluyor. Şimdilerde de Çanakkale Dardanelspor…

Neyse röportajı yapan adam, babama dönüp “İbrahim okuldan geldiği zaman neler yapar?” diye soruyor. Babam da “top oynar” diyor. Gazeteci odada bulunan kitaplara bakıyor. ‘Hiç kitap okumaz mı?’ diye tekrar soruyor. “Okur tabii ama çok iyi de top oynar” diye cevap veriyor babam. Bizim için kitap okumak önemli değil, sıradan bir olay. İyi top oynamak önemli!  Kendisi beni futbolcu yetiştirmek isterdi. Hatta bunun için sağ ayağımı tutturur, topa veya portakallara sol ayakla vurdururmuş. Hala spor yaparken futbol ve basketbolda sol ile oynarım ama yazarken sağ ile yazarım. Neyse, röportajı yapan gazeteci de “Öyle şey mi olur canım? Nasıl kazanıyor o zaman bu okulları?” diye kızarak tamamen uydurma bir röportaj bastı. Gazetedeki röportaja bir baktık, hiç konuştuklarımızla alakası yok; annem rüyasında görmüş filan.

İşte uydurulmuş röportaj. Resimdeki İbrahim Altınsay ve babası Cemal Altınsay.

"Maç boyunca kulübenin kenarında otururdum."

Babam ’lı yıllarda Haydarpaşa Lisesinde okurken Beşiktaş hastası olmuş. Aslında Haydarpaşa öğrencileri ağırlıklı olarak Fenerliymiş. Kabataş Lisesi ise Beşiktaşlı. Bizde bütün aile Beşiktaşlı… O yüzden ben kendimi Beşiktaşlı doğdum diye biliyorum. Ufakken futbol dendiğinde, Beşiktaş diye bilirdim. Büyüyünce anladım ki meğerse başka kulüpler, başka renkler de varmış 🙂 Babam çok yumuşak bir insandı. Çok gezmeye, kültüre, okumaya meraklı, iddiası olmayan bir insandı. Annemse iddialıydı; bizim en iyi olmamızı isterdi hep. Bunun için hayatını adadı. Ne başardıysam annem yüzünden başardım ama ne olduysam daha çok babam sayesinde galiba.

Beşiktaş Çanakkale’ye gelince annem gazetelere bakarak Beşiktaş forması dikmiş bana. Öylece Beşiktaş maskotu olmuşum. Efsane santrforlardan,  artık yönetici olan Kemal Gürçelik’in kucağındaki fotoğraf benim için çok değerli hâlâ.

Babam Çanakkale karmasını ya da takımlarını karşılaşma için İstanbul’a gittiğinde beni de götürürdü. Cumartesi-Pazar maçlarına da muhakkak giderdik. Tabii başta Beşiktaş maçlarına… Mithat Paşa Stadı’na çıktığımı da çok iyi hatırlıyorum. Maç boyunca kulübenin kenarında otururdum. Daha o zamanlar yaşındayım, annemin babamla “paltosunu giysin” tartışması yaptığını hayal meyal hatırlıyorum mesela. ’te Beşiktaş kongre üyesi oldum ve babam ’te vefat etti. Maalesef arasında Beşiktaş’ta yönetici olduğumu göremedi.

Maskotluk günlerinden

3,5 yaşında olmalıyım: Beşiktaş’ın efsane santrforu, o zamanki yönetici Kemal Gürçelik’le birlikte.

"Annem…'seni Darüşşafaka’ya yollamayacaktık' derdi."

Darüşşafaka dediğiniz zaman tabii ki annelerin hikayesi başlar. Darüşşafakalıların hikayesi aslında annelerin hikayesidir. Anneleri anlatan bir yazı dizisi ne iyi olur. Böyle fedakârlık hikayeleri başka yerde yoktur… Annemin beni Darüşşafaka’ya ilk bıraktığı günü hatırlıyorum. Ayrılamadığımızı Nazıma Hanım görmüştü. “Bu çocuk bizim çocuğumuz değil mi?” diye sordu. “Evet” deyince, “gelsin o zaman, ne arıyor burada?” dedi, alıp sınıfıma yolladı beni. Annem de “ben seni doyasıya öpüp koklayıp okuluna bırakamadım” diye yıllarca anlattı. Sonra da ne zaman eleştirecek bir yanımı görse “seni Darüşşafaka’ya yollamayacaktık” derdi hafif alaycı bir edayla.

Annem beni 19 yaşındayken dünyaya getirmiş. Benden küçük iki de kız kardeşim var. Bizim daha iyi yaşamamız için gecesini gündüzünü harcadı. Bakın, hayatının her şeyini, bütün sevgisini sırf daha iyi bir gelecek için 11 yaşında İstanbul’a bırakıyor. Çok zor bir karar ve bunu sadece çocuğu için yapıyor. Kız kardeşlerim tabi bu durumdan memnun olmuyordu. Eve her geldiğinde el üstünde tutuluyorsun, şımartılıyorsun vs. Onlar da “biz neler çektik senin yüzünden bir bilsen” diye söylenirlerdi. Çünkü ben gidince annem ağlıyor, belki onlara biraz daha fazla kızıyordu.

"Pele falan paylaşılamazdı ama ben Milan’lı Rivera’yı seçmiştim."

Daçka’ya gelmeden önce acayip top oynuyordum. Mahallede herkes bir futbolcunun adını alıp numarasını, beyaz fanilaların arkasına yazardı. Pele falan paylaşılamazdı ama ben 14 numarasıyla Milan’lı Rivera’yı seçmiştim.

Daçka’da haliyle Daimi bir öğrenciydim. Yani hafta sonlarını da okulda geçiriyordum. Bunun tabi spora çok güzel bir etkisi vardı. Avantajı şuydu: Hemen basketbol oynamaya başlıyorsun. Gerçi gündüz çıkabiliyorduk ama ilk yıllarda genellikle okulda kalıyorduk. Ya eski salonda ya açık hava sahasında bütün gün basketbol oynardık. Mesela bizim sınıftan Nurettin’in basketbolcu olması öyledir. Hazırlık I’de Şubat tatilini okulda geçiriyor, sabah akşam basketbol oynuyor. Biz tatilden döndük bir baktık, Nurettin çok güzel basketbol oynuyor. Daimi olunca futbol sahaları da senin, basketbol sahaları da…

Basketbol oynuyorum ama futbola da hastayız. Hafta içi voleybol sahalarında hafta sonları büyük sahada top oynardık. Ancak bizim zamanımızda Orta III altına futbol ciddi şekilde yasaktı. Kaç defa idareye çekildim… “Sert bir spor, gelişimi engelliyor, terleyip hasta oluyorlar” diye futbol oynanmasına izin verilmiyordu herhalde. Bizim aramızda da “boyun uzamaz, bacakların yamuk olur” gibisinde tevatürler vardı. Teneffüslerde bile yasaktı. Tam biz Orta III’e geçtik, resmen top oynayacağız, okulda yeni binanın inşaatına başlandı. Futbol sahası inşaat alanı oldu ve sınıflar arasındaki o çekişmeli futbol maçları yapılamadı. Ama basketbol ve masa tenisi serbestti. Bizim dönemde çok iyi sporcular çıktı. Eskrim de çok iyiydi mesela.

"Biz de iyiydik ama küfür, dirsek, kafayla maçları alıyorlardı"

Bu arada futbol oynadığım için cumartesi dışarı çıkamama cezası aldım. Basketbol yüzünden de uzaklaştırma… 🙂 Ama ne üzülürdük biliyor musun? 11 yaşında daha hazırlık I’desin ve dışarı çıkma hakkın elinden alınıyor. Cezayı aldığım gün bir daha oynayıp, bir daha ceza alıyordum. O zamanlar yanlış hatırlamıyorsam Melih Bey ile Avni Bey vardı nöbetçi Müdür Yardımcıları… Bir gün Avni Hoca bizi idareye çekti. Ayhan Kurtoğlu da vardı. Avni Hoca, “Bunlar ne yapıyorlar biliyor musun Melih Bey? Futbol oynuyorlar” dedi. Beni gösterdi, biraz da gülerek “Bu Çanakkaleli çok da iyi oynuyor haa!” diye eklemeyi unutmadı. Futbola kendisi de meraklıydı meğerse bizi izliyormuş.

Futbolda Lise takımında amatör ikinci kümede mücadele ediyorduk. Daha önce takım arkadaşım Eşref Biryıldız anlatmıştı. Berabere kalarak takımı kümede tuttuk. Şeref Stadı’nda, Maltepe Stadı’nda Çarşamba günleri hep lise maçları oynanırdı. Futbol maçlarında bize kolejli diye tüküren, küfür eden rakipler olurdu. Hepsi çift dikiş yapmış, bizden üç-dört yaş büyük oyuncular olurdu bu takımlarda. Lise basketbol takımında da oynuyordum. Bazen iki maç arka arkaya oynardık. Mesela basketbolda St. Joseph ile oynadıktan sonra futbolda Sultanahmet Motor Sanat Enstitüsü’yle maç yapardık. Adamların hepsi amatör kümedeki takımlarda yer alırdı. Biz de iyiydik ama küfür, dirsek, kafayla maçları alıyorlardı. Hakemler de görmüyordu, bunlar bizi de döver diye.

Futbolu daha çok oynardım ama top oynadığımız saha inşaat alanı haline geldi. Futbol oynayacak yer kalmadı. Haftanın beş günü okulun içindesin. Hafta sonu idman için koşulları çok iyi olmayan yerlere gidiyorduk. Şartlar zordu ve bugünkü gibi değildi. Ben de futbolun o günkü şartlarına, o çamurlu sahalara filan fazla dayanamadım.

Basketbolda ise daha fazla anım var. Hem Orta hem de Lise takımında oynadım, ilk beşte olmasam da. Turnuvalarda ilk maçlar zaten kolay oluyordu. Üzücü bir şekilde , gibi skorlar… Bazı okullar formalite için katılıyordu bu maçlara. Basketbolu bilmeyen çocuklar oluyordu. Biz hep son dörde kalıyorduk ama finallerde yeniliyorduk. Genellikle Darüşşafaka, Galatasaray, St. Joseph ve bir başka kolej takımı oluyordu. Lig takımlarında oynayanların yer aldığı liseler işi götürüyordu.

 Lise Basketbol Takımı. Soldan üst sıra : Seyfettin Öngider, Nurettin Elhüseyni, Ahmet Kavas, Serdar Saatçioğlu. Orta sıra : ben, Öktem Kalaycıoğlu, Fikret Eyüpoğlu, Kemal Engin. Alt sıra : Fatih Gelincik, Selahattin Kayalar (Selo) , Ruhi Şen, Hikmet Karaca.

"Spor Kulübü’nün takımında oynadığımız için ceza aldık."

O zamanlar cemiyetle spor kulübünün arası çok kötüydü. Soğukluğun neden kaynaklandığını tam olarak bilmiyorum fakat hatırladığım kadarıyla Fettah Aytaç cemiyet, dernek ve kulübün ilişkilerini birbirine karıştırmak istemiyordu. Biraz da şu etkendi sanırım: o zaman kolej sistemine geçince eski kafalı insanların oraya girmesini istemiyordu. Hem geleneksel kesimlerden hem de eski mezunlardan o sisteme bayağı muhalefet olduğunu hatırlıyorum. Neyse ki Orta II’de Darüşşafaka minik takımında oynamaya başlayarak ilk lisansımı çıkardım. Zaten okulun Orta Basket takımında da oynuyordum.

Spor Kulübü’nün takımında oynadığımız için ceza aldık. Bizim zamanımızda cumartesi öğlene kadar ders vardı. Sonra kuru fasulye pilav, sonra da bayrak töreni… Fakat maçlar Kadıköy Halk Eğitim’de, İTÜ’nün salonunda veya Spor Sergi’de oynanıyordu. Nasıl yetişeceksin? Cumartesi maçlarına yetişebilmek için yemek yemeyip bayrak törenini kırmamız gerekirdi. Maçlar da şöyle oluyordu: Gidiyoruz, ilk yarı fark yiyoruz; devrede sandviç falan atıştırıp karnımızı doyuruyoruz. İkinci yarı farkı kapatıp kazanıyoruz. Tabi hep gizli gizli gidiyorduk. Çünkü spor kulübünde talebelerin oynamasını cemiyet yasaklamıştı. En sonunda bir bayrak töreninden kaçarken, büyük abilerden birisi bizi yakaladı. Açıklama beklerken biz de bir şey söylemeyince bizi idareye şikayet etmiş. Öyle olunca bizi Disiplin’e çektiler ve son maçlara gidemeyince hükmen kaybettik. İhtarname beklerken baktık ki bir gün uzaklaştırma almışız. Karnede disiplin notumuz da 6’ya düştü.

Orta II Karnem: Ders notları yüz, Hareket (disiplin) notu 10 üzerinden 6… Basket yüzünden bir gün uzaklaştırma orada yazılı. İlk sömestr takdirname, ikinci sömestr uzaklaştırma. Orta III karnemi bulamadım. Orada da ilk sömestr takdir ikinci sömestr bu kez 5 gün uzaklaştırma. İkinci Sömestr İmtihan Notları sütununda 3 tane de sıfır vardı.

"Ama bu sefer tecrübeli sabıkalıyız."

Daha orta ikideyiz. Zaten daimi takımı gibiydik ve daimiler eve gidemediği için cezayı hapishane gibi revirde geçiriyordu. Bayağı üzüldük ama iyi de oldu. Disiplin Kurulu’na erken alıştık. Sonra Orta III’te gizli bir gazete çıkardık, Fikir ve siyaset tarafı bayağı iyiydi. Bir de klasik okul mavraları vardı. Bu sefer ben beş gün uzaklaştırma aldım. İzcilikten de atıldık. Yine daimi olduğum için revire kapatıldım. Ama bu sefer tecrübeli sabıkalıyız. Revirden hatta okuldan kaçıp dilediğimizi yapıyoruz. Kimse de bir şey diyemiyor :). İlk sömestr sonunda not ortalaması bakımından okul ikincisi ilan edilmiştim, yıl sonu sınavların birkaçına ceza yüzünden giremeyip sıfır aldım ama yine de sınıfı geçtim.

İlk ceza, aileye çok zor söyleyebildiğin için üzüyor ama sonradan alıştık… Düşününce Darüşşafaka Spor Kulübü’nde basketbol oynadığımız için Darüşşafaka Lisesi’nde ceza aldık. Herhalde eşine rastlanmaz bir durum. Pazar sabahları Spor Sergi salonunda kendi maçımızı oynadıktan sonra çıkmaz, diğer maçları seyrederdik. Akşam da birinci lig maçları oynanırdı, onları da seyrederdik. Başımızda Metin (Yersel) Abi gelirdi, büyüklerden birisi de koçluk yapardı.

Okul içinde de lise 2 ile lise 3 arasında bir basketbol maçı olurdu, kıran kırana. Bütün okul o maçları seyrederdi. Maçlar çok çekişmeli geçerdi, bir sayı filan farkla biterdi. Öbür maç merakla beklenirdi. Maç sırasında kavgalar çıkardı. Küçük sınıf yendiği zaman olay olurdu.

Spora devam etmeme sebebim iki noktaya dayanıyordu. Birincisi okul dışındaki spor ortamı çok güzel değildi. Sahalar kötü koşullara sahipti. İkincisi orta üçten itibaren daha başka konularla ilgilenmeye başladık. Okulda 12 Mart dönemini yaşadık. Ben daha fazla sinema ve siyasete ilgi göstermeye başladım.

"Yılmaz Güney bile geldi."

Lise yıllarındaki faaliyetlerimizin ürünü bir dergiDarüşşafaka’da harika bir eğitim aldık. Dersler bizim için ikinci plandaydı. Liseden itibaren faaliyetlerimiz önemliydi. Kültür ve edebiyat kolları, sinema kulübü, tartışma kulübü vs. O yıllarda Lise III’e geçince abi / kardeş olayını kaldırmıştık. Tabii ki birbirimize karşı saygılıydık ama özgür bir ortam vardı. Benim esas eserim sinema kulübüydü. Dört sene boyunca sinema kulübünün başkanlığını yaptım. Filmler çektik, filmler gösterdik, dergiler çıkardık. Uluslararası Belgesel Filmler Şenliği düzenledik…

Sinemaya ilgim Darüşşafaka’ya geldiğim sene başladı. Ersin Balkan’la birlikte sinema kulübüne üye olduk. Ersin zaten kökten Beşiktaş’lıydı, maçlara da giderdik. Sinema Kulübü üyelik kartım hâlâ duruyor. Okulda 16 mm’lik bir gösterim makinesi vardı. Hafta sonları daimi öğrencilere piyasadan alınmış bir film gösterilirdi. Çarşamba günleri öğleden sonra da kulüp kaliteli bir film oynatırdı. Ünlü yönetmenler söyleşiye gelirdi. Yılmaz Güney bile geldi.

Her gün büyük teneffüste 8 mm’lik bir Lorel-Hardi, Buster Keaton, Şarlo komedileri gösterirdik. Taksim’de tarihi bir eczane vardı, oradan alırdık ham filmleri. Biz 8 mm film çektiğimiz zaman da tab edilmesi için onlara verirdik. Nazıma (Antel) Hanım sinematek gösterilerine gitmemiz için izin verirdi. Ayzenştayn  filmlerini filan hep orada seyrettik. Sonra Lise yıllarında haftasonları Sinematek’ten hiç çıkmadık.

Sinema Kulübü üyelik kartı

Sinema Kulübü’nde çektiğimiz filmlerden birinin montajında

"…halbuki biz kuru fasulye-pilav, mercimek yedik."

Liseden kalma bir diğer sportif anım da Ruhi Sarıalp’in (Olimpiyat Oyunları tarihinde atletizmde madalya kazanan ilk Türk atlet) hocamız olmasıydı. Öyle ağır idmanlar yaptırırdı ki canımız çıkardı. Hayatım boyunca o idmanların çok faydasını gördüm.

Hem disiplini öğrendik, hem de yaşındaki çocuklar olarak profesyonel antrenmanlarla çok iyi bir fizik-kondisyon elde ettik. Herkes “Darüşşfaka’da size ne yedirdiler” derdi ama halbuki biz kuru fasulye-pilav, mercimek yedik. Ruhi Sarıalp Hocamız da baktı ben biraz zayıf ve cılızım ama aynı zamanda dayanıklıyım. “İnce bacakların var, ciğerlerin de iyi… Ben seni maratoncu yapacağım.” dedi. Hocam yapmayın etmeyin derken bir süre ona göre çalıştım. O sıralar kros da yapıyorduk. Normalde sabah olunca kalkılırken biz 6’da kalkıp kros yapardık. Hele soğuk günlerde çok hoşumuza giderdi ama sonrasında kokudan yatakhaneye giremezdik ! Bu arada Orta I’de sigaraya başlamışım, o sıralar ders arası teneffüslerde bile bir sigara içiyorum. Neymiş maratonda koşacakmışım! Bir kaç defa yarı maraton denedim ama yorgunluktan derslerde uyuyakalıyordum. Baktım olmuyor, bir yerden rapor uydurdum alyuvar eksikliği ve kansızlık var diye. Bir yandan seviyordum, bir yandan hocayı da kıramıyordum ama ağır gelmişti. Sayesinde koşu kültürüm oturdu. “Koşmasaydım yazamazdım” diyen ünlü yazar Murakami kadar olmasa da koşmak kendini dinlemek, bedenini ve sınırlarını tanımak, kendinle ödeşmek benim için. İlk başladığı yıllarda Avrasya Maratonu’nun da sürekli  koştum, sonra yeniden başladım ve geçen seneye kadar da Daçka için koştum; metre, lira…

İstanbul Maratonu’nda finişine varmanın huzuru: Ertesi yıl yeni baştan.

"Tasavvuftaki gibi bir iç disiplin öğretiyor."

73’lülerle bir kez daha Akdeniz sularında rüzgara karşı: Okulu kırıp denize çıkmışız gibi.Şu sıralar yürüyüş ve yüzme şeklinde spora devam ediyorum… Bunlar halk ve işçi sınıfı sporları. Bir de yelken yapıyorum ancak yarışlara katılmam. Uzun mesafe yarışları güzel oluyor ancak diğerleri bana hitap etmiyor. İlk olarak, yelkende vücudun her tarafı çalışıyor. İki, kafan satranç gibi çalışmak zorunda: navigasyon, yelken ayarları vs. Üç, ata biner gibi sanki başka bir canlıyla birlikte bir spor yapıyorsun. Teknenin de kendine göre bir huyu var, ona uyum sağlaman lazım. Doğaya uyum sağlaman lazım çünkü denizin ortasındasın ve doğanın gücünü anlıyorsun. Son olarak kendine uyum sağlaman ve sabırlı olman lazım. Hayatın sonsuz derece dengeden oluştuğunu görüyorsun. Yelkende 15 aşamalı bir işi yaparken 5. aşamada bir şeyler ters giderse, dörde değil en başa dönüp birinci aşamadan başlarsın. Tasavvuftaki gibi bir iç disiplin öğretiyor.

Bir süredir yelkene meraklı sınıf arkadaşlarımla birer haftalık seferler yapıyoruz tekne kiralayarak. İki tekneye çıktık ve bu yaz Yıl olacak. Teknede ortam okuldakinden farksız oluyor. İskeleye yanaşırken öteki insanlar yaşındaki çocukların yatılı muhabbetlerini duyuyor ama bir bakıyorlar, tekneden 60 yaş üstü ihtiyarlar iniyor. Teknede bayrağımız; “Çarşı Rüzgara Karşı”.

"Sizin yüzünüzden bu hale geldik."

Selo (Selahattin Kayalar) ile İbo (İbrahim Altınsay): Adlarımızın yerleşik kısaltmaları bizi lakap sahibi olmaktan kurtardı. Selo ile yine Sinema Kulübü’nde…Biz kendi kendimizi yaratmıyoruz. Daçka’ya 11 yaşında giriyorsun, 19 yaşında çıkıyorsun; çocukluktan yetişkinliğe… Sizi yapanlar arkadaşlarınız, hocalarınız, çevrenizdekiler, tuttuğunuz takım vs. Eşiniz bile sizi Daçka yıllarında arkadaşlarınızın etkilediği kadar etkileyemez. Çünkü o yıllar hamur gibisin. Öyle arkadaşlarımız vardı ki o adamlarla aynı sınıfta okumasam kesin başka biri olmuştum. Bazen onlara da söylüyorum: “Sizin yüzünüzden bu hale geldik” diye.

Mezuniyetimizin yılında bir araya geldiğimizde bizim Selahattin Kayalar ile konuşuyoruz. Ben televizyon işine girince “ben de telekomünikasyon işindeydim.” dedi. “Ne yapıyorsun Selo?” diye sordum. “Ya biz Mars ile haberleşiyoruz” şeklinde yanıt verdi. Kendisi NASA’da çalışan çok değerli bir mezunumuzdur ve aynı zamanda komple bir sporcuydu. İşte farkında olmadan etkilendiğin adamlardan biri. Daha doğrusu etkilenmiş olmayı isteyeceğim adamlardan biri.

Darüşşafaka’da sekiz yıl boyunca çok eğlendik ve ürettik. Tüm imkânlar elimizdeydi, müthiş bir yaratıcılık vardı. Bizim için travma okuldan çıktıktan sonra oldu. Okuldaki dünyayı sen kuruyorsun, istediğinde değiştirebiliyorsun, kulüpler yönetiyoruz filan ama dışarıda öyle bir şey yok tabii. Sekiz sene sonra okuldan çıkınca dünyanın o kadar ileri, hızlı ve Daçka’daki gibi entelektüel olmadığını öğrendik. Biraz duvara tosladık ama üstesinden geldik. “Mektep” dediğin zaman benim için Darüşşafaka’dır. Diğer hiçbir yer benim için aynı aidiyeti taşımıyor.

Daçka bitince Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesine ön kayıt yaptırdım. Fakat sonra başka nedenlerle İstanbul’da kalmam gerektiğinden İTÜ Sanayi Mühendisliği’ne girdim. Altı senede üçüncü sınıfa geçince süre bitti. Okuldaki 6 yılın 3 senesi boykotla geçti. Bir sürü şey yaşadığımız yıllardı. Yaşananları anıp daha büyük olaylarla karşılaşmış insanlara haksızlık etmek istemiyorum. Ama oranın da faydası oldu; “sistem analizi” diye bir ders vardı; orada çok şey öğrendim.

 olmalı: İTÜ’de bir forum.  Yıllar sonra bana Hürriyet gazetesi arşivinden getirdi arkadaşlar.

"Seni buraya alalım da bilim yap."

Sonra Ankara’ya gittim ve SBF Uluslararası İlişkileri ’te bitirdim. Tarih derslerine de girerdim. Bölümü birinci bitirdim. Not ortalamam bayağı yüksekti. Hocalar tanıdık olduğu için torpil geçtiler herhalde. Sonra İstanbul’a geldim. Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih mastırı yapıyorum. Bir yandan da sinema yazıları yazıyorum. Hiçbir yerde iş bulamadım. Tarih doktorasına da başlamıştım ki çok şey borçlu olduğum hocam Abdullah Kuran benim yazılarımı gördü. ‘İki tane kadro aldım, araştırma görevlisi yapacağım seni.’ dedi. “Seni buraya alalım da bilim yap” diyordu. “Hocam, boşuna uğraşmayın” dedim ama o ısrar etti. Atama çıktı, tabii bir hafta sonra güvenlik soruşturmasına takıldık. Bir haftalık araştırma görevlisi maceram da var yani! Biz de tarihçi olamadık ama tarih sever olarak kaldık. Ana Britannica ansiklopedisi çıkıyordu o zaman. Son okumaları yaptım. “İ” harfinden sonrasının iki son okurundan biri bendim.

Zaten 12 Eylül öncesi de gazetecilik yapmıştım.  Master sırasında da part-time olarak basın yayın işlerinde çalışıyordum. Sonra da düzenli sinema yazıları yazdım, festivallere katıldım, jüri üyeliği yaptım.

Edinburgh Film Festivali’nde öteki Jüri üyeleriyle: Filmlerin lobi fotoğrafları gibi bir anı resmi yapmıştım.

"…bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı yaşamam."

Sinema, tarih, siyaset, spor vs. bunlar benim meraklarım. Hepsi hayatımda çok fazla yer kapladı ve televizyon yöneticiliği yaparken bunlardan yararlandım. Hoşlandığım alanlara sadık birisiyim. O yüzden hayatta ne yapmayacağımı biliyorum. Bir de aynı anda iki kapıdan birden geçemiyorsun. Pişmanlıklarım yok yani ama bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı yaşamam. Sıkıcı olur, başka bir hayatı denemek isterim. Mesela kadın olarak…

Bu özgürlük aslında kolay edinilmiyor. Kader ve ruh birliği içinde olduğum karım Gülengül olmasa bu olmazdı. Onun fedakarlığı, koşulsuz desteği, verdiği huzur ve sevgisi olmasaydı hayatım böyle olmazdı.

’de Aktüel Dergisi’ni ilk çıkaran ekipte editördüm. Show TV’nin kuruluşunda programlama bölümünde çalıştım. Sonrasında Kanal 6, ATV, Kanal D ve Cine5’de yöneticilik şeklinde televizyonculukta devam ettim.

Halihazırda yabancı tematik kanalların temsilciliğini yapıyorum. Şimdi bir de Turkish Film Network diye bir platform oluşturduk. Türk filmlerini internet mecralarında pazarlıyoruz. Çok sık olmasa da prodüksiyonlar yapıyoruz. “Unutma Beni İstanbul” adlı filmimizi tavsiye ederim.

Eski o iddialı Güneş Gazetesi’nin Cumartesi ekinde kültür yazıları yazdım. Radikal’de sene sürekli futbol yazılarım çıktı. Hâlâ da orada burada yazıyorum. Yazı çizi işinden kurtulamadık bir türlü. Yazarken okuldaki Türkçe ve Edebiyat hocalarıma mahcup olmamaya özen gösteriyorum hep. Bir de Premier Lig maçlarında canlı maç yorumluyorum, TV programı yapıyorum.

"Çoğu zaman da ne yapacağını değil, ne yapmayacağını bilmen seni başarıya götürür."

Bir dönem Londra’da yaşadık. Bu dönemin sonlarına doğru Serdar Bilgili’nin Beşiktaş yönetiminde yer aldım. Daçka’dan kardeşim Hayri Cem istedi, seçime katılan Bilgili’ye, İngiltere’deki deneyimlere de bakarak bir rapor hazırladım. O da bana sormadan beni yönetim listesine aldı. Daçka’nın Yıl mezunlarındandım, Beşiktaş’ın da Yıl yönetiminde bulundum böylece. Bu da şans işte.

 (BJK yıl) sezonu başında yurtdışı kampında Gazeteciler takımına karşı oynuyoruz: Takım arkadaşım ve kaptanım Mircea Lucescu.

Yönetimde Hayri ile beraber görev yaptık. Aynı yerden yetiştiğimiz için aynı aileden geliyor gibi hissediyorduk. Has Daçkalı ve Beşiktaşlı Bülent Topbaş da böyledir. Hiç beraber okumadık onunla ama duygularım bu şekilde. Bazen birbirimize kendi kardeşimize kızdığımız gibi kızarız, aynı şekilde severiz. Bu yakınlığı ve hakkı Darüşşafaka’dan alıyoruz.

Hayri Cem’le birlikte Helsinki’de deplasmanda.

Televizyon kanalı yönetmek ile futbol kulübü yönetmek aslında benzer şeylerdir. İkisinde de ana malzeme insandır ve ikisinde de yoktan bir şey yaratıyorsun. Çoğu zaman da ne yapacağını değil, ne yapmayacağını bilmen seni başarıya götürür. Başardığın anda da orası artık varış değil, başlangıç noktası olur. Herhangi bir işte olmuşlardan bir yere varamazsın. Hatalarından ve olmamışlardan gitmen lazım. Kararsızlık, deneme-yanılma olmaz. Kaptan gibi karar vermen ve o yolda yürümen gerekir. Ama kulüp  yöneticiliğini, daha doğrusu genel olarak iktidarı fazla sevmiyorum… Genel Müdürlük de öyle. Uzun süre yapılacak bir şey değil. Benim için esas olan tribündür, taraftarlıktır. Hayatın içinde, dünyanın bütün sokaklarında olmaktır. Çünkü yönetici olmak, taraftar olma özgürlüğünü sınırlıyor. İktidar en başta senini özgürlüğünü sınırlıyor.

Bu kez yeğenlerimle birlikte bir Ankara deplasmanında: Üzerimde Sergen’in forması var.

"Bir baktık ki seneler içerisinde basamakları hızla çıkarak Premier Lig’deyiz."

Medyada yönetici olarak çalışırken bir kulübe çok yakın olmayı da sevmiyordum. Etik olarak doğru gelmiyordu. Büyük kanal yöneticiliğim bittikten sonra Beşiktaş’a üye oldum ve 96’da Londra’ya yerleştim. Orada da siyah beyaz renklere sahip olan takım aramaya başladık. Çünkü Cumartesi herkes takımının maçına gidiyordu hayatının önemli parçası olarak. Biz de öksüz gibi kalıyorduk.

O zamanlar dördüncü kümede oynayan Fulham vardı. Londra’nın tek siyah-beyaz renkli takımı. Stat çok eski ama nehrin yanında, tam bize göre bir aile kulübü… Kulübün krizdeyken para toplamaya çalıştığı günlerden bir baktık ki seneler içerisinde basamakları hızla çıkarak Premier Lig’deyiz. Biz de deplasmanlara giden cefakar taraftarların arasındaydık ve o sayede İngiltere’deki bir sürü yakın kasabayı/şehri öğrendik. Beşiktaş ve Fulham karşılıklı oynasa gollü bir maç sonrası Fulham ezilmeden Beşiktaş kazansın isterim. Mesela … Küme düşmemeye oynamak ya da beraberliğe sevinmek de ayrı bir tat sporda. Veya düşünce kumrular gibi birbirinize sokulmak ve devam ederiz diyebilmek. Deprem sonrası gibi yani, hangi kesimden, sınıftan, kültürden olduğunuz fark etmiyor, birbirinize yaklaşıyorsunuz, sığınıyorsunuz.

"Uzaklaştırma aldığımız kulüp için salondan da atıldık."

90’ların ortasında Darüşşafaka Spor Kulübü bir krize girmişti. Sınıf arkadaşlarım Haluk Semiz, Nedim Gürbüz ve Tursem Grubu… Onlar kulübü devraldılar bir nevi. Ben de o sırada yönetime girdim. Destek olmak için. Başkan Ali (Kahyaoğlu) abiydi.. Aydan Siyavuş danışman, Erman Kunter koçtu. Her maçtan sonra şunu yollayalım mı, bunu yollayalım mı diye konuşuyorlar. Baktık her maçı kaybediyoruz, bari koçu yollayalım dedik. Sonra iyi bir Makedon koç bulduk. On kişinin onunu da oynatıyordu. Lise üçte okuyan Darüşşafakalı genci de oynattı (Gökhan Sunter). Çok ideal ve örnek bir yapıydı. Belki o kadar başarılı olamıyorduk ama play-off görüyorduk ve bunu çok dar bir bütçeyle yapıyorduk. Nedim daha iyi bilir detayları. Ben o zamanlar yurtdışındaydım.

Biz maçları şeref tribününden seyrediyorduk ama devamlı yeniliyoruz. Herkes çok bağırınca, baktık Şeref Tribünü’nde olmuyor, gittik potanın arkasındaki köşeye. Devamlı hakemleri işliyoruz. Çünkü resmen eziliyoruz büyük takımlara karşı. Bir hakem bizi attırmaya çalıştı. Sonra yönetici olduğumuzu anlayınca, ‘yahu ayıptır, yönetici böyle yapar mı,’ dedi. Ama hakikaten kötü kıyıyordu hakemler bizi. Biz de küfür müfür etmiyoruz. Mesela bir hakemin Avrupa’da maç yönetmek istediğini fakat yönetemediğini öğreniyoruz. Maçta “sen burada harcanıyorsun, Avrupa’da yönet !” diye bağırıyorduk. O zaman hakemin dengesi bozuluyor. Sabıkalı halimiz devam etti yani. Uzaklaştırma aldığımız kulüp için salondan da atıldık.

"Darüşşafaka olmazsa olmaz."

Darüşşafaka ismini televizyonda veya gazetede gördüğüm zaman içim hala pır pır oluyor. Doğuş anlaşması sonrası Darüşşafaka Basketbol formasını her yerde görünce tabii ki heyecanlanıyorum. Ancak öncelikli olan okuldur. Darüşşafaka’nın öncesinde ve sonrasındaki işlevi eğitimdir. Kulüp cemiyete katkıda bulunup yük olmuyorsa, her türlü faaliyet desteklenmeye değerdir. Çünkü her şey Darüşşafa’da okuyanlar içindir. O yüzden amatör kümede de oynasa Daçka, bizim için Daçka’dır. Bu anlamda Doğuş ortaklığını, Cemiyet’e, dolayısıyla okula katkıda bulunduğu sürece ve Spor Kulübü’nün yükünü aldığı sürece makul bir çözüm olarak görüyorum. Ancak böyle ortaklıklar yıl gibi uzun vadeli olmalıdır ki sistem oturup kurumsallaşsın. Aksi halde iki camianın ismi de zarar görüyor.

Ayrıca Darüşşafaka’nın bağışlarının olumsuz etkilenmemesi için bağışçılara ve halka da çok iyi anlatılmalı işbirliğinin içeriği. Bu işbirliğinden okulun ve eğitimin kazançlı çıktığı anlatılmalı. Bu yüzden iletişiminin iyi yapılması gerekir cemiyet tarafından, ki zaten o şekilde yönetildiğini düşünüyorum.

Zekeriya abinin yönetimiyle birlikte Darüşşafaka çok iyi yönetilerek krizden çıktı ve ’ların dünyasında da saygın bir kurum olarak parlamaya devam ediyor. Çünkü bu alanda rekabet etmek ’ların Türkiye’sinden çok farklı. Bizim zamanımızda iyi bir eğitim almanın maliyeti düşüktü ve devlet okullarında bile makul bir öğrenim düzeyi vardı. Şimdinin kalabalık ve çılgın tüketim dünyasında aynı öğrenimin maliyeti çok yüksek.

Darüşşafaka fırsat eşitliğinin ve uygun şartlar verildiğinde çocuklarımızın neler yapabileceğinin abidesi… Darüşşafaka olmasaydı biz bir şekilde bir hayat yaşardık tabii ama şu anki halimizde olmazdık. O zaman; “Darüşşafaka olmazsa olmaz”.

Kaynak: seafoodplus.info

Tüm Haberlere Göz Atın

© seafoodplus.info Tüm hakları saklıdır.

seafoodplus.info , firmalara yerel arama, dijital haritalar, KOBİ’lere özel mobil uyumlu (responsive) web siteleri ve mobil siteler, bayi ve franchise web siteleri, online yayıncılık ve reklam, manuel coğrafi koordinat belirleme (manuel geocoding) gibi alanlarda hizmet veren Türkiye’nin lider markasıdır.

The content displayed in the seafoodplus.info Directory consists of information from third parties, among others from publicly accessible sources, or from customers, who have a presentation page in our directory. seafoodplus.info cannot be held responsible or liable for the accuracy, correctness, usefulness or reliability of the data. The brand names, logos, images and texts are the property of these third parties and their respective owners. If you have any questions or suggestions regarding this matter, you are welcome to contact our customer support team.

seafoodplus.info , bir rezervasyon acentesi veya tur operatörü değildir ve sitemizin kullanıcılarından herhangi bir hizmet bedeli talep etmez.

seafoodplus.info başka internet sitelerinin içeriğinden sorumlu değildir. Fiyat içeriğine vergi ve ücretler dahil değildir.

Gaziantep Nüfusu

Yorumlar & Bilgiler

Mayıs -

bin az olmuş. En az 2 milyon kayıt dışı insan var!! Kardeşim biraz mantıklı sallayın. Resmî göçmen sayısı küsür bin. Kaçak göçmen ise kişiyi geçmez. Ne sanıyorsunuz devleti?

Deniz bezek21 Ağustos -

Kayıt dışı 1 milyon rahat diyebilirim ki hepsi de Suriye uyruklu kardeşlerimiz ama keşke kendi ülkelerinde istikrarı sağlayıp gidebilseydiler çünkü Gaziantep bu kadar nüfusu birden kaldıramadı örnek olarak ev kiraları gösterebiliriz herkes Kendi kafasına göre artış yapıyor ve onlarda tutuyor az çok demeden asgarî ücretli nasıl gecinsin acaba yazık ya

Ahmet3 Şubat -

gibi bir artışın olduğunu tahmin ediyorum

Necati DİNÇ5 Şubat -

Yanılmışsınız 29 bin artış olmuş. Ben de bu kadar düşük beklemezdim açıkçası.

Abdurrahim16 Kasım -

Antep, Maraş, Urfa, Kayseri, Adana, Elâzığ ve Malatya'yı; Bursa, Bolu, Eskişehir, İzmir, Antalya, Samsun ve Denizli'ye tercih ederim. Halep oradaysa, evet, arşın burada. Senin saydığın illerin, benim saydığım illerden fazlası yok, eksiği çoook..

Muhlis11 Mayıs -

Öyle bir şey imkânsız. Maraş batıya doğru genişliyor, Antep güneye doğru.

Kaan15 Haziran -

Kahramanmaraş artık güneye büyüyor Antep'te batıya.

Kurye25 Ağustos -

yılda olmaz . Arada 70 km var

Hakikat1 Mayıs -

Antebin Bursaya yıl içinde ulaşabilmesi için, Bursanın yerinde sayması ve Antebin de gelişmesini arttırarak devam etmesi gerekir. Böyle bir şey olmayacağı için, şuan ki durum göz önünde bulundurulursa, aradaki farkın (nüfus da dahil) kapanması için min. 25 sene lazım

Gerçekci5 Mayıs -

Antalya, Bursa gibi şehirleri geçmemiz, şu aşamada mümkün değil. Hatta nüfus açısından Urfa bile çoook uzak bize. Hayal perest olmamak lâzım.

Mayıs -

Gaziantepin ne adana gibi denize kıyısı var ne adana kadar limana yakın ne o kadar verimli toprakları var ona rağmen adanayı solladı gerçekten antep çok iyi gelişiyor helal olsun tebrik edilmesi gereken şehirlerden

Mert13 Ağustos -

Antalyayı 5 yıl içerisinde geçebiliriz

Yanliş6 Şubat -

Dalga mi geciyorsun gaziantep kent merkezi yaklasik milyon nufusuyla metropoldur

Yorumcu6 Şubat -

Ucu bucağı yok ne ufagı .Ayrıca her taraf çarşı pazar dükkan .Mahellerine gir bakayıseafoodplus.info Şehir merkezindeki tabiat parkları kent parkları çoğu şehirden büyüseafoodplus.info sinadan Beykente kuzey şehirden Beştepe' ye her taraf yerleşke olmuş .Şehirin girişindeki Aktoprak bir ilçe görünümünde bir mahelle Sam dan büyük pınardan Oğuzeline kadar insanlar kalabalıseafoodplus.info nüfusuna göre baya büyük buda kayıt dışı nüfusun çok fazla olmasından kaynaklanıseafoodplus.infosi zaten binlik şehir şehir kadar

Antep9 Şubat -

Ya ben yaptığım yorumda bazıları Gaziantep'i Bursa ile falan kıyaslamış ta. Bursa'ya göre ufak bir merkez dedim. Yani ufacık filan demedim.

Yanlis10 Şubat -

Antep, nickli arkadaş yorumunda hicte bursaya göre küçük bir merkezi var yazmiyor ayrica bursadan daha küçük bir merkez nüfusu olmasi mesajinda yazdigin gibi ufak demeni gerektirmez milyon küsürlük kent merkezi her halükarda büyüktür.

Mett14 Şubat -

Arkadaşın ufak dediği merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri mevcut. Yukarıdaki bilgilerden nüfuslarına bakılarak idrak edilebilecek bir durumun açıklamasını yapmak manasız olur.

Yanlis6 Şubat -

Gazintebin adananin toplam nufusunu gecmek gibi bir amacida yok zaten ama oyle abartmissiniz ki cok zor diye sanki arada 1 milyon fark var alt tarafi yaklasik bin fark var ilerleyen yillarda da bu fark kapanacaktir ama dedigim gibi konya,adana,gaziantep,mersin vs bunlar denk sehirler.

Daha yanlış6 Mart -

Mersin olmasa ihracat yapamayacak şehirler nasıl Mersine denk oluyor?
Mersin olmassa deniz göremeyecek iller ??
Bütün yazı Mersinde geçiren iller???
Bütün yaz Mersin nüfusu bunları katlar.
55ilin ihracat ithalatını yüklenen Mersinle mi denk?
Nüfus herşeyse tamam bizden üstünler ama ekonomi ve yaşanılabilirlik konu ise Mersin çok önde
Bu illerdeki insanlara Mersinde yaşama fırsatı ver %10u durmaz oralarda ne yazıkki :)

Daha daha yanlis11 Mart -

Kardesim allah aşkina denizi olmasinda mersinin yaptigi ne var mersin degil baska ilde deniz olsa oraya giderler bu kadar basit yani,ihracat-ithalat konusuna gelince yine ayni mantik deniz kiyisi sehirde liman olmasindan daha dogal ne seafoodplus.info gaziantep deniz olmadan bu konuma geldiyse deniz olsa daha neler olurdu sen düşün.

Sakaryalı17 Ekim -

Antep’in Adana’yı geçmesi çok kolay Adana’ya göre nüfus artışı çok daha fazla ve zaten ilçeleri çıkarırsak merkez nüfusları aynı

Yorumcu5 Ocak -

Yanlis tesbit gaziantebin gelisiminin temeli insanin girisimci ruhuna dayaniyor yani devlet destegi ile degil özel sektörün çabalariyla bu konuma gelmis bir seafoodplus.infoten saglık ve egitim seafoodplus.inforinda yeteri kadar yatirim seafoodplus.infoe ulasildi demissiniz bu da dogru degil sehir sanayi ve ticaret başta olmak üzere birçok sehirde dinamizmini sürdürüyor.

Aralık -

Dostum önemli olan şehir merkezidir.
İl değil.

İl idari bir sınır sadece.
Değişiklik gösterebilir. Mesela Kilis'in il olması. Mesela Siverek ile Viranşehir'in il olmak istemesi.

Üstelik Gaziantep yaklaşık km2 km bir alana sahip iken, Şanlıurfa yüzölçümü yaklaşık km2'dir.

Üstelik hiçbir ekonomik cazibesi vb yok iken sadece doğurganlık oranı ile sadece Gaziantep değil, tüm Türkiye ortalamasının çok üstünde doğum hızı ile Gaziantep'i geçmiştir Şanlıurfa.
Yani olağan bir ekonomik gösterge, gelişmişlik ile değil.

Gaziantep merkezi Şanlıurfa'nın nüfus olarak 3 katından büyüktür neredeyse.
Gelişmişlik olarak katı ilerdedir. Ve fark emin ol artmaktadır.

Önemli olan da merkezdir.
Ben Gaziantep'te yaşayan birisi olarak Araban ile bir işim, alakam yok. En fazla yakın birkaç ilçesini iyi bilirim; Oğuzeli, Yavuzeli, Nizip gibi. Osmaniye'yi, Besni'yi İslahiye'den daha iyi bilirim.

Benim yerim yurdum Gaziantep şehridir.
İl sadece idari ve değişkenlik gösterebilecek bir kavramdır.

Güneydoğu'da şehir merkezi olarak
1. Gaziantep,
2. Diyarbakır,
3. Şanlıurfa.

Şehir merkezi farkı açısından bir kıyas bırakayım buraya.
Batman ile Şanlıurfa arasındaki fark, Gaziantep ile Şanlıurfa arasındaki farktan daha azdır.

Gaziantep şehir merkezinin dengi Bursa'dır, Adana'dır.
Şanlıurfa yeni büyükşehir olabilmiştir, Gaziantep ülkenin metropolünden biridir.

ÖMÜR GÜRLER7 Eylül -

GAZİANTEPİN MERKEZ NÜFUSU ŞANLIURFADAN DAHA BÜYÜK FAKAT TOPLAM NÜFUSTA URFA ANTEPİ GEÇİYOR URFANIN YÜZÖLÇÜMÜ ÇOK GENİŞ VE SİVEREK VİRANŞEHİR GİBİ BÜYÜK İLÇELERİ VAR BUNLARDA EKLENİNCE FAZLA OLUYOR SADECE KENT NÜFUSU AÇISINDAN KIYASLARSAK ANTEP URFANIN İKİ KATI

Yörük19 Aralık -

Yörük Türkmen Kültürünün hakim olduğu Kozan'dan selam olsun Barak Türkmenlerine, kardeş şehir Gaziantep'e.

Hassa ve Kırıkhan konusunda sonuna dek katılsam da Pazarcık konusunda katılmadığımı belirtmek isterim. Pazarcık Gaziantep ve Maraş kültürünün buluştuğu bir yerdir. Ve hatta bu kente geçmişte yerleşenlerle birlikte Tunceli kültürü dahi vardır diyebiliriz. Pek çok kültür iç içe geçmiştir Pazarcık'ta.

Daha Antep olan ilçelere başka örnek gerekirse Adıyaman'ın Besni ve Gölbaşı ilçeleri Kırıkhan kadar güzel örnekler olacaktır.

Garip bir şekilde bana Antep kültürü hep Halep ile birmiş hissi uyandırır. Malum ki Halep bir zamanlar Türkmen kenti idi. Hatta Antep Halep'e bağlı bir kaza iken sonradan sancak oldu. Halep'in sınırların dışında kalması sonucu oradaki büyük ticaret merkezi vasfını Gaziantep devralmış gibi gelir sanki.

Toros Dağlarının Yörük Türkmen çocuklarından, Fırat Nehrinin vatansever çocuklarına selam olsun.

Kilis Ocak -

Hassa ve Kırıkhan % arası Antep kültürüdür. Kırıkhan ve Hassa Antep, Maraş, Osmaniye kültürünün birleştiği yerdedir. Kırıkhan ve Hassa'da konuşulan şive Antep ve Maraş şivesinin karışımı olan bir şivedir. Ama tabii ki Antep kültürü ağır basmaktadır. Hatayla ise hiç alakaları yoktur. Hatay'a mesafe yakınlıkları sebebiyle Hatay'a bağlılar. Örnek verecek olursak Kırıkhan Hatay il merkezine 40 km uzaklıktayken, Antep il merkezine km, Maraş il merkezine km uzaklıktadır. Hatay'a bağlı olmaları yerinde bir karardır. Kırıkhanda yaşanan kültür Antep kültürü olsa da Kırıkhan'ı Antep'e bağlasan ilk Kırıkhanlılar karşı çıkar. Hiçbir Kırıkhanlı valiliğe işi düştüğünde 40 km yakınında Hatay varken km uzaklıktaki Antep'e gitmek istemez.
Kozan'a selam olsun Kilis'ten.

Knn14 Şubat -

Pazarcık ilçesinin neden hala ısrarla Gaziantep'e baglanmadığını bende henüz çözebilmiş değilim.

Dogru27 Kasım -

Şanliurfaliya ek olarak kahramanmaraşli,kilisli,adiyamanli,siirtli,vanlı,mardinli,hataylı,şırnaklı vs nüfusuda fazladır.

Anadolu13 Kasım -

Antep artık önündeki hiçbir ili geçemez hatta ilerleyen zamanda Kocaeli de Antep'i geçecektir. Antep doyuma ulaştı göç veriyor. Suriye iç savaşı ve Suudi ambargosu ne yazık ki Antep'in belini kırdı bunun üstüne bir de korona eklendi. Antep artık kolay kolay iflah olmaz.

Maraşlı17 Kasım -

Yanılıyorsunuz, Antep asla göç vermez, çoğu iş merkezleri orda ve yatırımlar da oraya yapılıyor. Sanayi, ticaret ve tarım antep üzerinden dönüyor. Belli bir nüfusa ulaştıktan sonra (ki ulaşmış durumda) nüfus artış hızı yavaşlar ve az az artmaya devam eder, belki duraksar. Ama göç vermez. (Ne zaman göç verir peki, Antepdeki imkanlar çevre illere de yapılmaya başlandığinda, artık antebe pek ihtiyaç kalmamaya başladığinda, göç o zaman kaçınılmaz olur. Yakın zamanda bu olacak gibi de durmuyor.

Anadolu21 Kasım -

Göç verilerine bakabilirsiniz.

Yorum23 Kasım -

Anadolu, gaziantep yıla adana ve konyayi toplam nüfusta geçecektir çünkü bu sehirlerin nüfusu daha az artiyor ve onlarda belli miktarda göç veriyor artik, verilerinde konya adanayi gececektir yila da gaziantep,konya ve adanayi gececektir.

Anadolu25 Kasım -

Diyelim ki Konya'yı geçti arkadan Kocaeli Gaziantep'i geçecektir o süreçte, Şanlıurfa'nın geçtiği gibi yani yerinde saymış olacak sıralama olarak çünkü 80 ile arasındaki şaşalı günleri üzülerek söylüyorum yok artık şehir iyi durumda değil sürekli gözlemleyen biri olarak söylüyorum.

Yorum25 Kasım -

Anadolu, evet sehir eski günlerindeki gibi degil özellikle bu suriye meselelerinden sonra daha da kötü oldu ama gaziantep ekonomik açidan hala dinamik bir sehir bundan dolayi nüfusu daha az artabilir ama asla cok büyük bir düşüş yaşamaz kocelinin orta vade de toplam nüfusta geçecegini seafoodplus.infotep ,adanayla merkez nüfusta ayni gibi konyadan da fazla toplam nüfusda da ilerleyen yillarda gececektir bu şehirleri,urfayi da bu yil aciklanacak verilerde gecer büyük ihtimal çünkü deki belediye secimlerinden dolayi baya bir adres taşimasi oldu ondan dolayi o yil az bir farkla gecti zaten.

Hamza kral15 Eylül -

Yook hiç gerek yok niye bağlansın ki şimdi deseler Diyarbakırın ilçesini şuraya buraya bağlıyalım deseler kabul etmeyiz hiç kabul etmeyiz söz konusu bile olamaz. hem kardeşim yanlış anlama kendi memleketinin sorunlarını dile getir kendi memleketinin Koca Diyarbakır'da tramvay vb diğer sorunları

Ad17 Eylül -

Kültür sınırları ile idari sınırlar hep aynı olmuyor aslında. Evet Pazarcık da Birecik de Halfeti de Maraş ve Urfadansa Antep'e yakın. Ama mesafe olarak Pazarcık Maraşa daha yakın (zaten Maraş-Antep kültürleri uzak değil). Birecik Halfeti bağlansa bu sefer Viranşehir ve Ceylanpınarı da Mardine bağlamak gerekir. O zaman da Siverekin il olması gerekir, Çermik ve Çüngüş de Sivereke bağlanır. Yani ucu Diyarbakıra da dokunur.
Demek istiyorum ki böyle ilçe bağlama, il yapma işleri hep birbirine bağlı. O yüzden şimdilik ne kadar ileri gidebiliyorsa gitmek gerek.

Silvan/Diyarbakır6 Ekim -

Silvan'ın tek derdi tarihinin yanlış ve nüfusunun yanlış anlatılması .Mesela Silvan'da "Malabadi Köprüsü" Silvan'da olmasına rağmen Batmanlılar bizimdir diyor ve Antepli kardeşlerim size tavsiyem Silvan'a gelip bi tarihini öğrenince çok şaşıracaksınız. Silvan eskiden Diyarbakır'dan daha büyüktü, hatta Diyarbakır Silvan'ın bir ilçesiydi. Silvan zamanında Mervaniler(kürt ve türk olduğu tartışma konusu) Devletinin başkenti,Artuklular ve Hamdaniler(kürt devleti) Devletinin ikinci başkentiydi. Öte yandan Silvanın diğer sorunu nüfusunun kütüğe göre sayılmaması. Mesela ben Silvan'da yaşıyorum ama nüfusum Kulp'tadır. Ve ben Silvan ilçemizin nüfusunu gerçek anlamda hesapladım ve sonuç çıktı. Ama resmi kaynaklarda bin civarı yazıyor!

Malatya6 Ekim -

Bence Siverek Diyarbakır'a bağlanmalı

Soyad30 Ekim -

Ucu Diyarbakır'a bağlanmaz alakası yoktur Siverek il olursa sadece Urfa'nın ilçeleri sivereğe bağlanır

Kaan24 Temmuz -

Çünkü ne yazık ki Gaziantep aldığı göçü vermeye başladı tıpkı Adana gibi kısa vadede değil ama orta ve uzun vadede Gaziantep ve Adana küçülmeye gidecek şehirler gibi duruyor.

Rüveyda3 Temmuz -

Antalyada yaşıyorum, geçen yaz Kahramanmaraş-Gaziantep seyehatim oldu. İzlenimlerimi aktarmak istiyorum :

Kahramanmaraş ile Gaziantep sanki kardeş şehirler gibi. İç içeler. Kültürleri ve damak zevkleri birbirine çok yakın. Zaten o yöredeki yemeklerin gerçekten çok güzel olduğunu duymuştüm, Adana-Gaziantep, Kahramanmaraş-Hatay arası gerçekten Türkiyenin lezzet şöleni. Gaziantep gerçekten lezzetleriyle ünlü güzel bir şehir, sanayide, tarımda olsun önemli bir konumda gibi duruyor. Kahramanmaraşda aynı Gaziantebin küçük kardeşi gibi. Ama İnsanlarına gelecek olursak, sanki birbirlerini pek sevmiyorlar, istemiyorlar gibi. Nedenini bilmiyorum. Yani mesela Antalya ile Muğla gibi deģiller, ya da İzmir ile manisa, yahut İstanbul ile Kocaeli. Geri taraflarına bakacak olursak ikisi de iyi yaşanabilecek şehirler, ama doğudan fazla göç alıyorlar ozellikle Gaziantep. Bu fazla göçün önlenmesi lazım. Sevgiler

47

VANlee1 Eylül -

Çok ilginçtir; Maraşlıların çoğu Antep'i över. Gelişmiş ve daha ileride olduğundan bahseder. Anteplilerin çoğu ise Maraş'ın daha sakin ve yaşanılabilir olduğunu söylerler. Nitekim haftasonu Maraş'ın gezi ve piknik bölgelerini incelediğinizde çok fazla Antepli görürsünüz.. Vesselam birbirlerini severler ama çekiştirmeden de edemezler. Antep siyasi olarak bölgedeki en güçlü şehir olduğu için, bölgede en ön plandaki şehirdir. Atatürt bile Anteplidir. Maraş ise edebiyatı ve siyasetçilere yön veren düşünürleri ile ön plâna çıkmıştır. Yemek konusunda Antep'ten iyidir ama reklam konusunda geridir.

Ömer Faruk Kenger12 Şubat -

Ekin6 Temmuz -

Yurtdışından gelip türk vatandaşlığına alınanlar yada Türkiye'den yurtdışına gidenler de var. onları da eklemen gerek

Ayıntap14 Haziran -

Maraş'ta evler daha ucuzdur ondandır, malum küçük şehir.

Büyük şehir, metropol çekemiyordur.
Küçük şehir insanıdır.

İstanbul için Gebze neyse, Antep için Maraş o.

Ayas26 Mayıs -

Adana her kulvarda var iken Gaziantep neredeyse yalnız sanayiye yönelmekte. Sebebi bu olabilir mi?

Ayrıca sanayideki iş gücü Adana ile Gaziantep'in yerli halkına pek çalışma sahası açmıyor. Daha ziyade göçle gelen gruba iş sahası açıyor.

Bu nedenle Adana zaten sanayiden geçmişte çokça çekti.
Aldığı göçü fazlasıyla Antalya ve Bursa'ya veriyor.

Yeniden yaşanabilir bir kent olma yoluna girdi.
Şahsen Adana'nın bir daha niteliksiz göçe maruz kalmasını istemiyoruz. Olacaksa Çukurova şeklinde diğer il ilçelerle birleşsin. Fazlası olmasın.

Yerli nüfusa gelirsek ne Adana, ne Gaziantep diğer illere nazaran yerli nüfusunu kaybetmiyor. Memleket bilinci Adana'da yüksek. İmkanı olan illa ki geri dönüyor. Bu bilinç Adana'nın Kozan ilçesinde dahi mevcut. Ceyhan maalesef depremden sonra ivme kazanamadı.

Ha Adana ile Gaziantep eskisi kadar cazibe merkezi değil.
Nedeni yatırımlar daha ziyade Antalya, Konya, Bursa, Kayseri gibi şehirlere kaydırıldı diye düşünüyorum.
Onların da olabildiği bu kadar.

Türkiye'de yalnız İstanbul-Ankara güzergahı otoban ne bilirken, bizde Mersin'den Urfa'ya kadar otoban mevcuttu. Mersin ülkenin en büyük limanı idi. Sabancı OSB ülkenin en büyük sanayi bölgesi idi. Gaziantep ona kardeşti. Devletimiz bu bölgedeki potansiyeli biliyordu. Halen biliyor.

Yatırımlar yeniden Güney Anadolu'ya kayarsa şayet, o zaman Adana Rotterdam, Gaziantep de yeniden Bursa dengi bir kent olacaktır.

Sercan27 Mayıs -

Devletin arasında yaptığı yatırımlara göre bursa antalya gibi şehirler de nüfusuna göre az yatırım almış devletten. Hatta mardinin diyarbakırın artvinin aldığı yatırımlar bursadan adanadan antalyadan mersinden daha fazla.
Adananın sorunu özel sektörde büyümemesi. Adanalı mersinli işadamları bile antalyaya bursaya kocaeliye yatırım yapıyor.
Yani sorun devlette değil.
Adana mersin gibi iller özel sektör anlamında gelişemiyor

Yorum3 Kasım -

Ayas amma abartmissin gaziantep neredeyse sadece sanayide varmis gaziantep kültür ve gastronomi turiziminde de hızla ilerlemekte tarimda da önemli bir sehir hastaneler,üniversiteler,oteller,avmler,parklar vs konularda da gelismis bir sehir yani gaziantepte her kulvarda var yorumunu okuyanda gaziantepte sadece sanayi var sanar.

Mayıs -

Maalesef böyle bir durum mevcut.
Urfalılaşma değil ama kırsallaşma mevcut.

2 milyonluk ilin bini Urfalı en fazla.

Gelelim asıl duruma.
Gaziantep yerli, kültür birikimi olan, üniversiteli, okuyan nüfusunu Adana'ya ve hatta Ankara ve İstanbul'a kaptırmakta.

Sebep? Gaziantep bu şehirler kadar rahat ve eğlence imkanının olduğu bir yer değil. Ek olarak Gaziantep artık farklı bir kimliğe bürünüyor.

Yerli Şahinbey ve Şehitkamilli nüfusun yerini İslahiye, Nurdağı, Nizip insanı almaya başladı ve bu şehre etki etmekte.

Bunu daha önce Malatya yaşamıştı.
Merkezde, kültür birikimi olan, üniversite mezunu kitlesi İstanbul, Ankara, Adana gibi şehirlere kaymıştı.

Bir de şu var.
Adana da, Antep de zamanında kitlesel göç aldı. Ama Adana batıdan da aldı.

Bugün Adana doğudan aldığı göçü geri verirken yerli nüfusunu tutuyor ve çevre illerden nitelikli göç almaya devam ediyor.

Adana'yı örnek almamız kanaatindeyim.

Çevremdeki pek çok kültürlü, şehirli Gaziantep insanı Adana'ya yerleşmiş veyahut bunu düşünmekte.

Adana'dan eksik ne var bunları ele almamız ve Adana gibi niteliksiz göç almaya bir son vermemiz şart.

Gaziantep bir zamanlar bölgenin en aydın, modern kenti idi.
Denizli gibi yerlerden daha batılı bir kent idi.
Şimdi görüntü olarak gelişmiş ama özünde kırsallaşan bir Gaziantep var.

Ha kırsallaşma kötü bir şey mi?
Hayır. Ama kırsal kesimde.

Öz Mayıs -

27 nickli adanalı arkadaşım.
Adananın yılına göre yerli nüfusu azalmış. Verdiğin bilgiler baştan sona yanlış ve tamamen adanayı övmeye yönelik ama gerçekler öyle değil.
Evet gaziantep yerlisini kaybediyor ama ankara antalya izmire doğru kaybediyor. Aynı şekilde adana yerlisi de ankara antalya ve istanbula göç ediyor. Tüikten tek tek yıllar bazında illerin göç hareketlerine bak anlarsın.

Mayıs -

Adana'nın yerli nüfusunun yıllara göre değişkenlik gösterdiğini ve Gaziantep'in devamlı kaybettiğini de görmüşsündür umarım. Bölgede yetkisini tutabiliyor diyebileceğimiz iki şehir var Adana ve Mersin. Tek sebebi bölgeden kaynaklı eğlence ve toplum yapısının görece olarak rahat oluşu. Ege'ye bu halleriyle yakın olsa onların da vereceği göç farklı olmaz.

Bizzat kütük yeri İbrahimli.
Hoş oturduğumuz yer ise Karataş. Yine dertlendim bak. Neyse.

Öz Mayıs -

Seçimden dolayı adanada gaziantepte ve göç veren tüm illerde yerli nüfusun geriye dönüşü seçim dönemlerinde oldu olacak da.
Ama bunlar sadece hayali olarak kaydını taşıyan seçmenler.
5 yıllık yada 10 yıllık bir değerlendirme yaparsak herşey ortaya net çıkıyor.
Özellikle mersin adana gaziantep hatay ve tüm güneydoğu ağırlıklı olarak antalya muğla aydın izmir kıyılarına doğru hareket ediyor son 10 yılda. Bu çok net görülüyor.
Doğu anadolu ve karadeniz illerinden ise marmaraya ve ankaraya yoğun bir göç söz konusu. Yani ülkenin kuzeydoğusu kuzeybatıya göç ediyor.
Güneydoğusu ise güneybatı illerine ve izmire göç ediyor. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Antep adana mersin hatay kendi yerlisini kaybeden iller durumunda şuan.
Bu iller doğudan göç alıp batıya göç veriyor.

Mayıs -

Dostum mevzubahis göç turizm eksenli göç ediyor.

Ve bu saydığın illerde turizm doğulu insanların kontrolünde diyebiliriz.
Buradan oraya giden kitle de aynı kitle.

Bunda Adana'da zaten yerinde sayıyordu, Gaziantep de bu kervana katıldı sanayinin yavaşlamasının payı büyük. Sanayide çalışan kitle de aynı kitle malumun.

Bu illerden batıya göç kısa süreli memur veyahut öğrenci göçü.
Yerli nufusun kalıcı göçü söylediğin kadar yok. Ama yukarıda saydığım nedenle Gaziantep'in göç verdiği yerler arasında Adana da var.

Antalyalı29 Temmuz -

Bizim Antalya'da bile yaklaşık 30 bin Gaziantepli var. Çok yüksek bir rakam bence. Herkes kendi memleketinde yaşamalı.

Antalyalı29 Temmuz -

27, yazdıklarını 2 defa düşün bence. Adana yerli nüfusunu falan tutmuyor. Her yerde çok Adanalı var. Antalya'da 30 binden fazla Mersin'de çok daha fazla İstanbul'da 95 bin Adanalı var şimdi Adana yerli nüfusunu tutmuş mu oluyor?

ndr ncl17 Mayıs -

ne alaka yaw fanatizmle antep sadece bina başka bişey yok nüfusun yüzde 85'i merkezde yaşaması buranın urfadan iyi olduğu anlamınamı geliyor. urfa şehir merkezi olarak çok çabuk gelişen bir şehirdir buda böyle biline

Bozova17 Mayıs -

Gaziantep tam bir metropol.
Batıda olan her imkanın bulunduğu Güneydoğu şehri.

Kişi başına düşen hastane, okul sayısı, spor salonu, kültürel faaliyet (konser, tiyatro), sanayisi..

Şanlıurfa ise sırf doğum şehri.
doğum oranı ile yığma bir nüfusu. Gelişmişlik hak getire.

Urfa'yı da, Güneydoğu'yu da Antep doyurur.
Şöyle bakın olaya.
Antep'te bin Urfalı var. Biri de ben.
Urfa'da bin Antepli var mı?

Sadece sanayi değil Gaziantep her imkanın olduğu doğunun en gelişmiş şehri.

Ha Urfa'nın bir de çiğköftesi ve sıra gecesi var.
Daha nesi olsun.

Komiksiniz arkadaşlar.
Madem Urfa daha güzel ve daha iyi bin hemşehrimi Urfa'ya davet ediyorum. Ama kimse dönmez.

Çöl gibi bir yere kim dönsün?
Gaziantep platosu verimli, güzel.. Şehrin her yanı parklarla dolu. Ülkenin en büyük parkı dahi burada. Yeşil bir kent.

Yabancı arkadaşlara ithafen.
Urfa Antep'in rakibi dahi değil. Gelişmişlik endeksinde rakibi ilçemiz Nizip.

seafoodplus.infoşmiş her imkanı olan şehir ile gelişmiş Urfa'yı kıyas ediyorlar. Kahkahalık.

Antep'in tek eksiği Denizi olmaması diyeyim. Siz anlayın.

Urfalı hemşehrilerim haydi Mardin başlığına.

Urfalı Arkadaş doğru söylüyor30 Mayıs -

Urfalım 63 arkadaşın dediği gibi onun yorumuyla söylüyorum Gaziantep Diyarbakır kadar güzel değil ve büyük değil ikincisi bir tek merkez nüfus farkı var bide antebin çevre ilçelerinde hiç nüfus yok bir tek Nizipte var dediğim gibi birde tek merkezinde nüfus var ve Diyarbakır Türkiye'nin en büyük 10 şehridir km kare yüz ölçümüne sahiptir. Ve Türkiye'nin en büyük ve en kalabalık 12 şehridir toplam nüfusu tür merkez nüfusu dir Türkiye'nin en gelişmiş şehirlerindendir doğunun parisi unvanını fazlasıyla hak ediyor Bir tek denizi eksiktir bide herkes kendi memleketinde yaşasaydı diye bir anket yaptı a haber ŞANLIURFA
kişi ile birinci DİYARBAKIR
kişi ile 4 üncü çıktı. Ve Şuan güncel nüfus Diyarbakır Şanlıurfa ve Türkiye'de Urfalılar ve Diyarbakırlılar en çok nufuslara sahiptir ve zaten doğu ve güneydoğuda Urfa Bir Diyarbakır ikinci en çok nufuslara sahiptir ve Diyarbakırın
sanayisi malum sebeblerden dolayı gelişmediği takdirde bu kadar gelişiyor ve büyüyor demek sanayisi çok çok gelişseydi varya 4 yada 5 incı olurdu ve herkesin memleketi kendine güzeldir bütün memleketler güzeldir .Selametle kalın.

TANIDIK YANLIŞ21 Haziran -

Siz Gaziantepli oldugunuza emin misiniz Bozova nickli arkadas demissiniz ki Adana Bursa Gaziantepden ezici üstun Ama hepsinden ezici üstün olan Antalyayla denk bu yorum çok talihsiz ve az çok tanıdığımız insanlar tarafından konu saptırarak Gaziantepli gibi gösterilip güya Adana Bursa gibi iller Antalya dan öndeymiş gibi göstermek. Antalya bu ülkenin 4. İlidir bu böyle biline hatta İzmir denginde bir ildir desek de pek yanlış olmaz. İzmirden eksiği yok fazlası var Antalyanın.

Heh2 Mayıs -

Edirne Antep'in aldığı göçün iki katını alıp Antep o sırada hiç göç almasa bile Edirne 50 senede anca yetişir.

Bencede6 Mayıs -

Bencede geçer

Mayıs -

Edirne önce Niziple yarışsın.
Hayaller komik.

Antep'e 15 km mesafede olsa ancak Antep'in ilçesi olacak yer Edirne.

Hatta belki ilçe bile olamaz.
Karataş semti bin nüfusu ile ilçe olamadı sonuçta.

Sercan13 Mayıs -

İlçeler sizin için bir anlam ifade etmiyorsa urfaya bağlayın.

Urfalım Mayıs -

Kardeşim ben bir Urfalı olarak sana şunu söylüyüm Gaziantep Diyarbakır kadar güzel değil ve büyük değil ikincisi bir tek merkez nüfus farkı var bide antebin çevre ilçelerinde hiç nüfus yok bir tek Nizipte var dediğim gibi bir tek merkezinde nüfus var ve Diyarbakır Türkiye'nin en büyük 10 şehridir km kare yüz ölçümüne sahiptir. Ve Türkiye'nin en büyük ve en kalabalık 12 şehridir toplam nüfusu tür merkez nüfusu dir Türkiye'nin en gelişmiş şehirlerindendir doğunun parisi unvanını fazlasıyla hak ediyor bide herkes kendi memleketinde yaşasaydı diye bir anket yaptı a haber ŞANLIURFA
kişi ile birinci DİYARBAKIR
kişi ile 4 üncü çıktı Türkiye'de Urfalılar ve Diyarbakırlılar en çok nufuslara sahiptir ve zaten doğu ve güneydoğuda Urfa Bir Diyarbakır ikinci en çok nufuslara sahiptir ve Diyarbakırın
sanayisi malum sebeblerden dolayı gelişmediği takdirde bu kadar gelişiyor demek sanayisi çok çok gelişseydi varya 4 yada 5 incı olurdu. Selametle kalın

Mayıs -

Eyvallah Adanalı kardeşim.
Adana'ya ve Kozan'a da selam olsun.

Diğer arkadaşlara
Hangi ilçeyi istiyorsanız alın Yavuzeli, Karkamış, Araban.

Ama şu var.
Bizim ilçelerimiz sizi değil ama sizin ilçeleriniz bizi ister.

Urfa'da Halfeti ve Birecik'in, Maraş'ta Pazarcık, Adıyaman'da Gölbaşı ve Besni'nin Antep'e bağlanmak istediğini kim bilmiyor? Bilmeyen açsın internette arasın görür.

Neden peki?
Gaziantep büyükşehir, metropol.
Sanayisi, ekonomisiyle kalkınmış bir şehir.

Diğerleri gibi niteliksiz yığma bir nüfusa sahip değil.

Üstelik Urfa ile Diyarbakır merkezlerinin toplamı ancak Gaziantep merkezi kadar nüfusa sahip olabiliyor.

Sonra gelmiş konuşuyorlar.
Komik.

Mayıs -

Urfa'nın Birecik ve Halfeti, Maraş'ın Pazarcık, Adıyaman'ın Besni ve Gölbaşı ilçeleri dahi Antep'e aidiyet beslerken bu yargıya nasıl vardınız?

İnternette dahi benim dediklerimi bulabilirsiniz.
Ancak siz bu sözüm ona bilgiye nasıl ulaşabildiniz?

Yorum23 Şubat -

Urfanın dış ilceleri büyük degil sadece yüz ölçümü büyük onun icin il genelinde biraz daha fazla nüfusu var. Gaziantebin sadece merkezi büyük demissin bu da yanliş örnegin nizip nüfusa sahiptir önemli bir sanayi ve tarım ilçesidir.

Yook6 Eylül -

Yook doğru söylüyor antebin bir tek merkezi büyük ilçeleri ufak Urfa'nın ilçeleri büyük nüfusta çok.

Yorum27 Haziran -

Yook isimli arkadas bir tek merkez büyük degil nizip kusur nufusu var ve urfanin diger tum dış ilcelerinden acik ara gelismis bir yerdir.

Hakan14 Mart -

Kardeşim bilmeden yazma Gaziantep nufusunun %70 türk

Kismen27 Haziran -

Hakan isimli arkadaş %70 degil gaziantebin yerlisi en az %90 TÜRK tür. Göclerle birlikte gelen tüm insanlari saydiysaniz bile o kadar az degildir.

Kemal29 Ekim -

Gaziantep il merkezi 2 milyona doğru seafoodplus.infoul,Ankara,İzmir,Bursa,Adana ve bunların peşinden il merkezi olarak Gaziantep seafoodplus.info kent büyüklüğünde 6.sıradadıseafoodplus.info toplam nüfuslarında durum değişiklik gösterebilir.Örnek,Antalya,Konya il merkezleri yaklaşık 1 milyon ama il genel nüfusları Antepten seafoodplus.info,Adana gibi illerimizde nüfus il seafoodplus.info iki il merkezimiz metropol olarak görüseafoodplus.infoıca doğu ve güneydoğudan aldığı göç Urfa,Adıyaman ağırlıklı ve Maraş'lı,Vanlı,Siirtli nüfusuda çoktur.

4

İbrahim şevket avşar4 Haziran -

Antalya şehir merkezi değil dir hatırlatayım

*****24 Mart -

Hatirlatayim antepte turkiyenin sehri bu kadar gommene gerek yok ona bakarsan sizde bizim lahmacunumuzu hatay lahmacunu diye gosteriyorsunuz. Hem sanki anteple savasiyorsunuz ne bu nefret ??

Antepli Ekim -

Kayseri o kadar sanayi bakımından aciz ki Gaziantep'e akın akın geliyorlar.

****24 Mart -

Antep nufusu gocebeleri sayarsak zaten 4 milyon bu gocebesiz hali

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir