allah ın varlığını nasıl ispat ederiz / Allah’ın Varlığını Nasıl İspat Ederiz? | İslam ve İhsan

Allah In Varlığını Nasıl Ispat Ederiz

allah ın varlığını nasıl ispat ederiz

Lacivert Dergi

Günümüzdeki büyük sorun şudur: Dindarlık insanlar arasında süratle yaygınlaşırken entelektüel ortamlarda neredeyse en zayıf dönemini yaşamaktadır. Bu çelişkinin aşılması mümkün görünmüyor, fakat daha makul bir seviyede tutulması mutlak bir zarurettir.

Mesela İslam'da iman bahsi ele alınırken imanın altı ilkesinden söz edilir. Bu meyanda Allah'a iman ile birlikte meleklere iman, peygamberlere iman, kitaplara iman, ahirete ve kadere iman gibi ilkeler imanın unsurlarını teşkil eder. Bu durumda Allah'a iman ile öteki ilkeler aynı seviyedeymiş gibi telakki edilebilen bir yanılsama ortaya çıkar. Gerçekte durum böyle değildir. İmanın altı ilkesi demek gerçekte sadece Allah'a iman etmek demektir, bahis mevzu olan, kurucu ilkenin farklı görünümlerinden ibarettir. O zaman imanın sadece bir ilkesi vardır, o da Allah'a iman etmek demek gerekir.

Bu ne anlama gelir? Allah'a iman etmek –ki burada kullanılan kelimenin iman veya bilgi veya marifet olması durumu değiştirmez- ontolojik olarak üst gerçekliğe inanmaktır. Müminler varlığı açıklamak istediklerinde ister daha içkin ister daha aşkın tabirler kullansınlar görünen dünyayı kendi başına yeterli bir gerçeklik alanı olarak kabul etmez, dış hakikate ulaşarak varlık meselesini onun üzerinden izah ederler. Bu nedenle iman zorunlu bir şekilde ontolojik düzeyde üst gerçekliğe inanmayı gerektirir.

Tanrı'ya iman bizi dönüştürür

Öte yandan Tanrı hakkındaki bu tasavvur bizi harekete geçiren bilgi verir. Başka bir anlatımla Tanrı'ya inanmak başka herhangi bir şeyi bilmek veya ona inanmak ile karşılaştırılamaz; Tanrı'ya inanmak bizi harekete geçiren etkin ve müessir bir bilgi olarak hayatımızı düzenler. İmanın dönüştürücü yönü burada temayüz eder. Bu durumda en üst ve sahici gerçeklik demek olan Tanrı'ya iman O'na doğru gitmek veya O'nun bilgisine göre yaşamak için bizi dönüştüren mücbir bilgidir.

Bunu ikinci bir önermeyle temellendirmek mümkündür: Üst ve gerçek olanın bilgisi daha üstündür. Peygamberlik anlamındaki nübüvvet kelimesinin kökünde iki anlam birden yer alır; yukarı, üst ve bilgi vermek. Bunu birleştirmek istersek yukarıdan, yani zihnen veya başka bir yetenekle ulaşamayacağımız bir yerden bilgi getiren kişi peygamberdir. Bu da bize ikinci önermeyi verir. O zaman biz yukarıdan gelen bilgiye göre yaşamakla dünyanın içinde dünya dışından bir gerçekliği takip etmiş oluruz. İnsanın en büyük farkı budur: Bir dünyanın içinde 'dünyalı olmayan bilgi ve gerçeklik ile ilişki üzerinde yaşama iradesi.'

İman ilkelerini bu istikamette yorumlarsak her birisi Tanrı hakkındaki bilgimizi tekit ve tahkim eden ikincil ilkeler hâline gelirler. Bu meyanda Tanrı'nın var olduğuna inanmak yetmez, O'nun bize konuşan-bilgi sahibi biri olduğuna inanmak kitaplara imanı, kendi iradesiyle insanla irtibat kurması peygamberlere imanı, doğa ile ilişkisinin gücünü sınırlamadan gerçekleştiğine inanmak meleklere imanı, her şeyi bilmesi ve takdir etmesine inanmak kadere imanı ve nihayetinde kendisiyle kavuşmaya inanmak ahirete imanı ortaya çıkartır. Başka bir anlatımla imanın altı şartı gerçekte bir şartın farklı görünümlerinden başka bir şey değildir. O zaman dinin temel bir meselesi vardır, öteki bütün konular ise o temel meselenin alt kısımlarından ibarettir: Biz müminler sadece Allah'a iman ediyoruz ve dindarlık Allah'a iman ilkesidir.

Tanrı'nın varlığına delil arayışı

Çağdaş dünyada bilimsel çalışmaların etkisi altında felsefi tasavvurlar inancın aleyhine doğru geliştikçe, Tanrı'nın varlığının delilleri üzerindeki konuşmalar gittikçe çoğaldı. Birçok inançlı insan Tanrı'nın varlığını kanıtlamak üzere delil üretme arayışına girdi. Bu meyanda kullanılan en yaygın delil ise genellikle nizam ve gaye delili olmuştur. Bazen bu delil hadis veya hudus delili ile birlikte kullanılmış olsa bile, bu üç delil bir araya gelerek nizam delilinde bütünleşirler. Bunun nedeni bizim öteki delillere göre nispeten nizam delili hakkında bir tecrübemizin bulunmasıdır. Birçok düşünür Allah'ın delillerini bu şekilde ele alır, Tanrı'nın varlığını bu şekilde kanıtlama yoluna gider. Bu yaklaşım doğru mudur? Doğrusu bu yaklaşımın ikna edici bir derinliğe sahip olduğunu söylemek zordur.

Özellikle Kant sonrasında evren hakkında böyle bir akıl yürütmenin mümkün olmadığı ortaya konulmuştur. Bu itibarla nizam delili başta olmak üzere, birçok delil, gerçek delil olmaktan çıkarak basit izlenime veya duyguya doğru kaymıştır. Bunların üzerine bir Tanrı inancı ikame etmek hiçbir şekilde gerçekçi ve ikna edici değildir. Üstelik bir an için evrende böyle bir düzen olduğunu düşünsek bile, buradan mutlaka bir Tanrı inancına gitmemiz için yol bulamayız. O zaman doğadan istinbat edilen delillerle teyit ve tahkim edilmiş Tanrı'nın varlığı meselesi ikna edici olmaktan uzaktır. Ancak işin farklı bir yanı daha vardır: Geçmiş dönemlerde de Tanrı'nın varlığı kanıtlanmış bir mesele olarak görülmüyordu.

Dinî geleneklerde hâkim yaklaşıma bakınca, Tanrı'nın varlığı meselesi bir kabul/postüla seklinde ortaya konulmuş görünüyor. Başka bir anlatımla delillerle kanıtlanmış, savunulmuş bir Tanrı inancı yerine, varlığı doğrudan kabul edilmiş, bunun ardından da âlem ve insan varlığı bu bilginin istikametinde yorumlanmıştır. Özellikle Kuran-ı Kerim'de böyle bir düşünmeye bizi sevk eden birçok unsur buluruz; birçok ayet-i kerime 'iman edenler için delil' veya 'takva sahipleri için hidayet' tabirlerine yer verir. Bu ne demektir? Öyle görünüyor ki burada iman düşünmeyi ve araştırmayı önceliyor, bilgi imanın tezahürü şeklinde ortaya çıkıyor.

Dogmatik ateizm

Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde ateizm yerine daha çok 'çok tanrıcılık' veya inanç karşısında ikircikli tutumlar dinî ve ahlaki mesele olarak eleştirilir. Üstelik çok tanrı inancına sahip kimseler birçok meseleyi de inanç konusu hâline getirmiş, onları da yücelten kimseler hâline gelmişlerdi.

Bu meyanda cinler, melekler, görünmeyen varlıklar, göksel varlıklar vb. birçok konu insanlarda geniş bir inanma ve kabullenme alanı açıyordu. İslam ana metinlerinde böyle inançlara karşı insanları uyararak onları tek yaratıcı inancında toplayarak insanı özgürleştirmenin yolunu gösterdi. İnsan kendisi gibi yaratılmış varlıklara ve nesnelere perestiş etmekle itibarını yitirir, gerçekte insana itibarın iadesi ancak tek Tanrı'ya inanmakla mümkün olabilir. İslam'ın ana yaklaşımı böyledir.

Günümüzde de bu yaklaşımı yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Başka bir anlatımla Müslüman düşünürlerin yapması gereken iş, demode deliller üzerinden bir inanç savunusu ve temellendirmesi yapmak değil, akılcı faaliyeti başka bir alanda icra ederek, dine ve inançlara yönelik tehdidi dışarıda karşılamak olmalıdır. Bunu şu şekilde özetlemek mümkündür: Felsefenin Tanrı'nın varlığı karşısındaki yaklaşımı 'agnostik' tutum olmanın ötesine geçemez. Genellikle filozoflar bunu beyan ederler, biz bir Tanrı'dan söz edemeyiz dediklerinde kast edilen şey, O'nun var olup olmadığını bilemeyiz demekten öte değildir.

Ancak burada iş kapanmıyor: En azından felsefi tutum daha sonra başka bir takım tercihlerin eklenmesiyle birlikte başka bir noktaya taşınarak ateizmi mutlak felsefi bir kabul şeklinde dayatıyor. Günümüzdeki en çelişkili durumlardan birisi bu mücbir ve dogmatik ateizmdir. Gerçekte felsefi tutumdan mutlaka bir ateizmin çıkması gerekmez; agnostik tutumdan bir ateizmin çıkabilmesi ideolojik bir yaklaşım olmanın ötesine geçmez. Üstelik çağdaş siyasal ideolojilerle de bu tutum yaygınlaşmış, geniş kesimlere ulaştırılmıştır.

Günümüzde yapılması gereken en önemli iş, agnostik tutumun ateizme döndüğü bu süreci tahlil ederek onun argümanlarını çürütmektir. Yeryüzündeki dindarlar dikkatlerini ateizmin çürütülmesine yönlendirdiklerinde din başka yollarla kendi gerçekliğini inşa edebilecek, bunu anlatabilme imkânı bulabilecektir.

Allah’ın varlığının delilleri

Allah’ın varlığının delilleri

Mümin: Allah Teâlâ’nın her şeye gücü yeten Rab olduğuna, O’nun tek ve eşsiz bir mabut olduğuna gerçek inanandır.

Bütün kâinat; Allah azze ve celle’nin varlığını itiraf ve ikrar eder, onun varlığına iman ederler. Allah şöyle buyurdu: {Peygamberleri dedi ki: &" Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, &" Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin &" dediler.} [İbrahim: 10]

Allah’ı ihsanı ve lütfu ile methedeceksin ve sen her durumda ona muhtaçsın.

Her şeyin rehberi olan Allah azze ve celle’nin varlığına işaret eden delile nasıl ulaşılır?

Allah’ın varlığının delillerine göz attığımız zaman, aşağıdaki delilleri buluruz:

Her şeyin rehberi olan Allah azze ve celle’nin varlığına işaret eden delile nasıl ulaşılır?

Allah’ın varlığının delillerine göz attığımız zaman, aşağıdaki delilleri buluruz:

Fıtrat delili.

Allah… Fıtrat üzerine nakşedilmiş bir isimdir. Buna işaret eden daha güçlü bir delile gerek yoktur.

kâinat, fıtratıyla Yaratana iman ediyor. Kalp ve aklın ışığı söndürülmediği sürece hiç kimse bu kurala muhalif olmaz. Fıtratın, Allah’ın varlığına delalet ettiğini ispatlayan en büyük kanıtlardan biri Hz. Peygamber (sav)’ın sözüdür: &" Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Tıpkı bir hayvanın, sapasağlam bir hayvan doğurması gibi. Siz hiç böyle doğan bir hayvanda kesik organ görebiliyor musunuz? &" (Buhari)

Bütün kâinat, fıtratıyla tevhidi ikrar ediyor. Allah azze ve celle şöyle buyurdu: {Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah&"ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah&"ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.} [Rum]

İşte bunlar, fıtratın Allah’ın varlığına delalet etmesidir.

Fıtratın Allah’ın varlığına delalet etmesi Şeytan yoluna düşmeyenler için en güçlü rehber sayılır. Nitekim Allah şöyle buyurdu: {Allah&"ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun.} [Rum: 30] ,dedikten sonra:{Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir}[Rum: 30]

Sağlam bir fıtrat, Allah’ın varlığına şahitlik eder. Şeytan yoluna düşene gelince, bu fıtrattan mahrum kalır ve ona muhtaç olur. Kul, çıkmazlar çukuruna düştüğü zaman ellerini ve gözlerini semaya açıp bütün kalbiyle Allah’a yönelerek O’ndan fıtratıyla yardım ister.

Akıl delili:

Allah’ın varlığına en güçlü delalet eden delillerden biri akli delillerdir. Bu delilleri yalnız görmek istemeyenler inkâr eder. Örnek olarak:

1-Her mahlûkun bir yaratıcısı vardır, çünkü bunlar –geçmişte de şimdi de- kendileri yaratan bir yaratıcıya muhtaçtırlar, ne kendi kendilerini yaratabilirler, ne de tesadüf olarak meydana gelebilmişlerdir. O zaman kendi kendilerini yaratma ihtimali yoktur, çünkü hiçbir şey kendi kendini yaratamaz. Bir şey meydana gelmeden önce, aslı ve vücudu yokken, nasıl bir yaratıcı olabilir ki? Her bir hâdis olanın (sonradan var olan) mutlaka bir muhdis’i (yaratıcısı) vardır. Kâinat, bu benzersiz sistemin ve bu mükemmel düzenin üzerinde kurulduğu, sebep müsebbip kuralıyla güçlü bağı olduğundan dolayı, tesadüf olarak meydana gelmesi hiç mümkün değildir. Böylece her mahlûkun mutlaka bir yaratıcısı vardır. Bu mahlûklar kendi kendilerini yaratamadığına göre ve tesadüfen meydana gelmediğine göre bir yaratıcısı olması lazım, o da Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Allah, bu akli delilden yüce kitabında şöyle bahsetti: {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?} [Tur]

Yani onlar, bir yaratıcısı olmadan yaratılmadığı kendi kendilerini de yaratmadığına göre onların yaratıcısı Allah’tır. Bu yüzden Hz. Cübeyr İbn Mutim, Hz. Peygamber (sav)’ın Tur suresini okumasını işittiğinde, bu ayetleri tebliğ etti: {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? (35) Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar. (36) Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?} [Tur: 37]

Hz. Cübeyr o zaman bir müşrikti ve şöyle diyordu: &" Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu &" (Buhari)

2-Kâinatta ve mahlûkatta Allah’ın görünen ayetleri. Allah şöyle buyurdu: {De ki:&"Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.&"} [Yunus: ]

Çünkü göklere ve yeryüzüne nazar edilince, Allah’ın bir yaratıcı olduğunu ve onun Rububiyetini ispat ediyor. Çölde yaşayan bir bedeviye &" Rabbini neyle tanıdın? &" diye sorulunca: Ayak izleri yolculuğa, deve tezeği deveye delalet eder. O halde yıldızlarla dolu olan gök, delillerle dolu olan yer ve dalgalarla dolu olan denizler, hakkıyla işiten ve hakkıyla gören Allah’a delalet etmez mi? Diye cevap verdi.

İnsanların dünyevi bilgisi her ne kadar olursa olsun, gayp perdesinin karşısında aciz kalır. Bir tek Allah’a iman etmek o acziyyeti giderir.

3-Bu dünyanın sağlam düzeni ve yapısı, yaratıcısının tek İlah, tek Malik, tek Rab olduğuna, O’ndan başka İlah ve Rab olmadığına delalet eder. Bu âlemin iki tane yaratıcısı ve düzenleyeni mümkün olmadığı gibi onun iki tane mabut İlahı da mümkün olamaz. Bu dünyanın iki yaratıcı tarafından yaratılma ihtimali olmadığı ilmen ve fıtraten sabittir. Böyle bir durumun batıl olduğu aklen açıkça anlaşılır. İşte böylece iki Rabbin ulûhiyeti batıl olur.

Şer’i delil:

Bütün şeriatlar, Allah’ın varlığına, onun mükemmel ilmine, hikmetine ve rahmetine işaret ediyor. Çünkü bu şeriatların bir Şâri’si (Şeriat koyan) olması lazım. İşte Şâri yüce Allah azze ve celle’dir. Allah şöyle buyurdu: {Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah&"a karşı gelmekten sakınasınız. (21) O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah&"a ortaklar koşmayın} [Bakara]

Ve bütün semavi kitaplar bunları ifade ediyor.

His delili:

Allah’ın varlığını en bariz bir şekilde ispat eden delillerden biri de his delilidir. Bunlar:

1-Allah’ın duaları kabul etmesi: İnsan, Allah’a dua edince &" Ey Rabbim &" deyip Allah’tan istediği şeyi için dua eder, Allah da bu kulun duasını kabul eder. İşte bu, Rabb’ın varlığını gösteren büyük bir delildir. Kul yalnız Allah’a dua eder ve Allah’ın duasını kabul ettiğini apaçık bir şekilde görür. Biz de geçmişte ve bugün, kabul olunan duaların örneklerini çokça duyduk. Bu durum, Allah’ın varlığına delalet eder. Bu örneklerin çoğu Kur’an’da bahsedilmektedir. Örneğin: {Eyyûb&"u da hatırla. Hani o Rabbine, &" Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin &" diye niyaz etmişti. (83) Biz de onun duasını kabul edip} [Enbiya: ]

Ve buna benzer birçok ayet daha var.

Ateizm akılda bir hastalık ve düşüncede bir bozukluktur

2-Allah’ın, mahlûkatın hayat sırlarına yol göstermesi. İnsan doğduğu andan itibaren, annesini emmesinin yolunu gösteren kimdir? Hiç kimsenin göremediği halde; bir çavuş kuşunun, toprak altındaki suyun yerlerini görebilmesini sağlayan yeteneği kim verdi? Şüphesiz bunları yapan aşağıdaki ayeti buyuran Allah’tır: {Mûsâ, &" Rabbimiz her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir &" dedi.)} [Ta Ha: 50]

Ateizm, akılda bir hastalık, düşünmede bir bozukluk, kalpte bir karanlık ve hayatta bir kayıptır.

3-Peygamberlerin ve elçilerin gönderilmesiyle beraber gelen ayetler: Bu ayetler, Allah’ın Peygamberlerine verdiği mucizelerdir. Bunlarla Allah, Peygamberleri diğer insanlardan üstün kılar. Allah, kavimlere gönderdiği Peygamberlerle, tebliğ ettikleri mesajın kendisinden başka yaratıcı ve ilah olmayan Allah’tan olduğuna delalet eden mucizeler de gönderdi.


Allah’ın Varlığını Nasıl İspat Ederiz?

Tarih: 29 Eylül Allah`a İman

Bütün insanlarda Allah fikri vardır. Peki Allah’ın varlığını nasıl ispat ederiz?

Batı’da yüzyıldan itibaren dinin men­şei konusunda kutsal kitapların verdi­ği bilgi dışında bazı kaynakların tesbitine çalışılmış; Arkeolojik, Antropolojik ve Paleontolojik araştırmalarla elde edilen neticeler ve muhtelif kaynaklar değerlendirilerek, ilkel kabile dinlerinden en gelişmiş olanlarına kadar bütün dinler­de “Tanrı” kavramının bulunduğu an­laşılmıştır.[1]

DİNLERİN HEPSİNDE YÜCE VARLIK İNANCI VARDIR

Wilhelm Schmidt, Der Ursprung der Gottesidee isimli eserinde bütün ilkel kabilelerde mutlaka bir yü­ce varlık inancının delilleri bulunduğunu ispat etmiştir. Onun başkanlığını yaptığı Vi­yana Etnoloji Ekolü, bu yüce varlığın mer­hametli, şefkatli, lütuf sahibi olarak ta­savvur edildiğini ve gökte varlığını sür­dürdüğüne inanıldığını ortaya koymuştur. Bü­tün dinî gelişmelerin başlangıcında görülen her şeye kadir bir yüce varlık inan­cının tarihî-kültürel değişmeler sonucu daha sonraları politeizm, animizm gibi inançlara dönüştüğü, bununla beraber bu eski inancın izlerinin hâlâ mevcut olduğu tezi ilmî çevrelerce açıklandı.[2]

İnsan idrâki, selîm bir irâde ve temiz bir tefekkürle Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları ile fiillerine (eserlerine) nazar edecek olsa, onun inkârcı olması aslâ düşünülemez. Zihin ve kalp selîm fıtratını muhafaza ederse, bir şahsın küfre sürüklenmesi mümkün değildir. Eğer küfür âleminde yetişmiş bir kimse ise, küfürden kurtulma ihtimâli çok yüksektir. Buna örnek olarak Hz. İbrâhîm’in müşrik bir çevrede doğup büyümesine rağmen sırf zihnî ve kalbî melekeleriyle Allah Teâlâ’nın varlık ve birliğini hissederek tevhîd inancına ulaşması verilmiştir.[3]

ALLAH’IN VARLIĞININ KANITLARI

Bu itibarla, mutlak münkir olmak, düşünen bir beyin için mümkün değildir. Zira bir şeye yok demekle işin içinden çıkılmaz. İknâ edici, doğru delil ve isbatlar gerekir. Allah’ın yokluğunu ispat eden bir delil bulmak mümkün değilken, O’nun varlığını gösteren deliller pek çoktur. Bunlardan, herkesin kolayca müşâhede edip durduğu birkaç misâl şöyledir:

  • Bebeğin oluşumu, doğması, doğduğu anda annenin süt üretmeye başlaması, çocuğun büyümesi, akıl ve idrak sahibi olması…
  • Göklerin ve yerin insanın yaşamasına müsait bir şekilde yaratılması, insanların aynı anne babadan çoğalmış olmalarına rağmen dillerinin ve renklerinin farklı farklı olması…
  • İnsanların gece istirahat edip uyumaları, gündüz de rızık temini için gayret etmeleri ve bu vakitlerin bahsedilen işler için en uygun şekilde ayarlanmış olması… Gece ile gündüz, Güneş ile Ay ve bunlardaki şaşmaz nizâm…
  • İnsana korku ve ümit veren şimşeğin çakması, gökten suyun gâyet muntazam bir şekilde inmesi ve kupkuru, ölmüş gibi görünen toprağı harekete geçirip tekrar diriltmesi…(Fussılet, 37, 39)
  • Göklerin ve yerin çok dakik bir sistem dâhilinde ayakta durması ve içlerindeki sayıya gelmez canlıların yaratılması…
  • Rüzgârların yağmuru müjdeleyerek esmesi, bulutları muhtelif yerlere sevketmesi, göllerin ve denizlerin oluşması, dağ gibi gemilerin binlerce groston ağırlıklarıyla su üstünde yüzmesi, üzerine yüzlerce uçağın inip kalktığı küçük bir şehir mâhiyetindeki uçak gemilerinin okyanuslarda yol alması, aynı su ve aynı toprakla beslendikleri hâlde farklı farklı bitkilerin yetişmesi…[4]
  • Bütün canlılara gökten ve yerden rızık verilmesi (Fâtır, 3)

Bu ve benzeri kudret tezâhürleri pek çoktur. Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretleri şöyle der:

“Ey oğul, yazıyı bir yazarın yazdığını düşünmek mi, yoksa kendi kendine yazıldığını dü­şünmek mi akla daha uygun düşer?

Ey hünersiz kişi, söyle bakalım, evin bir ustası, bir mimarı olmasını düşünmek mi akla daha uygundur, yoksa ustası ve mimarı olmadan evin kendi kendine meydana geldiğini düşünmek mi?

Güzel bir san’at eseri, tembel ve gayretsiz bir adamın elinden mi çıkar, yoksa mahâretli, gözü görür, hissiyât sahibi bir kişinin eseri midir?” (Mesnevî, c. 6, beyt: )

“Ey akıllı kişi; su kabı sakanın elinde olmasaydı, kendiliğinden nasıl dolar, nasıl boşalırdı? Sen de her an, her nefes dolmadasın, boşalmadasın! Şu halde, ey hikmet sahibi kişi; o eşsiz, o büyük Yaratıcı’nın san’at elindesin! Birgün olur da gözündeki perde kalkar, sır bağı çözülürse, san’atın, san’atkârın elinde halden hâle girmekte olduğunu anlarsın!” (Mesnevî, c. 6, beyt: )

Gökleri direksiz yükseltmek, Güneş’i ve Ay’ı kendi emrine âmâde kılmak[5] gibi büyük işler, aklı sayesinde en kuvvetli varlık da olsa, insanın yapabileceği bir şey değildir. Bunun kendi kendine olması da düşünülemez. Duyu organlarımızla algıladığımız cisimlerin sürekli ihtiyaç içinde bulunduğunu ve devamlı değişikliğe mâruz kaldığını müşâhede etmekteyiz. Başkasına muhtaç olan ve değişen her şey kadîm olmayıp sonradan yaratılmıştır. Aklımız da, bu kusurları taşıyan, hareket ve sükûndan uzak kalamayan kâinatın yaratılmış olduğunu, her yaratılan şeyin de bir yaratıcısı olduğunu kabul eder.[6]

ALLAH’A MUHTACIZ

İnsan, başta kendisi olmak üzere göklerde ve yerdeki canlıların her şeyleriyle Allah Teâlâ’ya muhtaç olduğunu devamlı müşahade etmektedir. En basitinden şunu görmektedir: Diğer canlılarla birlikte insan organizmasındaki faaliyetlerin hemen tamamı -mesela kalp atışları, nefes alıp vermek, böbreğin kanı süzmesi, diğer bütün organ ve hücre içi faaliyetlerle bunlar arasındaki haberleşme ve yardımlaşma faaliyetleri- insan iradesinin dışındaki programlarla idare edilmektedir. İnsan vücûdundaki sadece bir tek doku hücresinin içindeki yüzlerce çeşit biyokimyasal reaksiyonun yönetimi ve kontrolü bizim irade ve şuurumuza bırakılsaydı, belki birkaç dakika bile dayanamazdık.[7] Bunu tefekkür eden insan, dünya üzerindeki bütün canlı ve bitkilerin, hayatta kalabilmek için nasıl büyük bir ilim ve kudret sahibi varlığa muhtaç olduğunu hemen fark eder.

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. Günay Tümer, “Din” mad., DİA, IX, [2] Prof. Dr. Günay Tümer, “Din” mad., DİA, IX, [3] En‘âm, [4] Rûm, ; Şûrâ, 29, 32; Yâsîn, ; Bakara, Ayrıca bkz. İbrahim, ; Rûm, 40, 48, 54; Fâtır, 9; Mü’min, 61, 64, 79; Câsiye, 12; Talak, [5] Ra’d, 2. [6] Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. ; Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, “Allah” mad., DİA, II, [7] Doç. Dr. Şâkir Kocabaş, Kur’ân’da Yaratılış, İstanbul , s.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALLAH KELİMESİNİN ASLI NEREDEN GELMEKTEDİR?

ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ

Allah'ın Varlığının Delilleri

ALLAH’IN VARLIĞININ VE BİRLİĞİNİN DELİLLERİ

Allah’ın Varlığının ve Birliğinin Delilleri

ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Allah’ın Varlığı ve Birliği İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Erkam Medya © islam&ihsan

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.