ceviz adam şıp şap şup burnu uzun lülülü kaşları keman / Ceviz Adam Şip Şap Şop Çizgi Film Bebek Şarkıları - seafoodplus.info

Ceviz Adam Şıp Şap Şup Burnu Uzun Lülülü Kaşları Keman

ceviz adam şıp şap şup burnu uzun lülülü kaşları keman

I I 81 22 — 31 16 65
johlr - Ankara

IIIIIJIIII ( ad. 1 9 / 2
I..U . ^ :•;< ".y 01
' nfllu l»l»nbul
JOHN STEINBECK
Bütün Eserleri

Mutsuzluğumuzun
Kışı

Türkçesi: F. Çiğdem Öztep .

BÎLGÎ YAYINEVİ
kapak: fahri karagözoğîu

Astımlar Basımevi — Ankara


Telf.. 31 87 53
BİRİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Nisan ayının güzei, altın renkli sabahının ışık­


larıyla u y a n a n M a r y Havvley, k o c a s ı n d a n y a n a d ö n ­
d ü ğ ü n d e onun kendisine nanik y a p t ı ğ ı n ı g ö r d ü ,
«Çok komiksin,» dedi. «Ethan, sende k o m i k l i k
dehası var.»
«Sahi mi Bayan fındık faresi, benimle evlenir
misin?»
«Uyandın mı?»
«Yıl günle başlar, gün de sabahla.»
«Sanırım u y a n m ı ş s ı n . B u g ü n ü n kutsal C u m a
o l d u ğ u n u u n u t m a d ı n değil mi?» dedi M a r y .
Eth,an ilahî bir sesle c e v a p verdi :
«Pis Romalılar, İsa'yı ç a r m ı h a gerecekleri yere
gitmeye hazırlanıyorlar!»
«Lütfen kutsal konularla alay etme. Senin pat­
ron M a r u l l o d ü k k â n ı saat on ıbirde k a p a t m a n a izin
verecek mi?»
«Sevgili t a v u ğ u m , M a r u l l o Katoliktir. O yüzden
b ü t ü n gün o r t a l ı k t a g ö r ü n m e y e c e k t i r . Öğle üzeri
idamın infazı bitene k a d a r d ü k k â n ı kaparım.»
«Amerika'ya ilk gelen din a d a m l a r ı gibi k o n u ­
ş u y o r s u n , hoş değil.»
«Saçma. Onlar ana t a r a f ı m d a n . Bu t a m a t a l a ­
rım gibi, k o r s a n k o n u ş m a s ı . Bir idamdı o biliyor­
sun.» dedi Ethan.
«Baba t a r a f ı n k o r s a n değildi. Sen kendin söyle­
miştin balina avcısıydılar diye. H a t t a , M e c l i s t e n a l ı n ­
mış izin kâğıtları ıbile var demiştin.»
«Ateş ettikleri gemiler onları korsan s a n ı y o r d u
a m a . O Romalı yöneticilerin uşakları da idam ge­
reklidir sanıyorlardı.»

5
«Çok ciddîleştin birden, komikken daha çok se­
v i y o r u m seni.» M a r y sevgiyle kocasına b a k t ı .
«Ben k o m i ğ i m bunu h e r k e s bilir.»
«Kafamı hep karıştırırsın. G u r u r l a n m a k için
herşeyin var; ailende hem ö n c ü din a d a m l a r ı hem
de balina avcıları var.»
«Sahi mi?» diye alaycı bir ifadeyle s o r d u Et-
han.
«Ne demek istiyorsun?»
«Benim büyük a t a l a r ı m , bir z a m a n l a r sahibi o l ­
dukları bu k a s a b a d a , Aîiahın cezası bir b a k k a l d a
t e z g â h t a r l ı k y a p a n t o r u n l a r ı o l d u ğ u n u bilseler, g u ­
rurlanırlar mıydı dersin?»
«Sen t e z g â h t a r değilsin ki, y ö n e t i c i gibisin.
Defterleri t u t u y o r , parayı idare ediyor, malları ıs­
marlıyorsun.»
«Kuşkusuz. Aynı z a m a n d a yerleri siliyorum,
ç ö p ü d ö k ü y o r u m , M a r u l l o ' n u n karşısında e l pençe
divan d u r u y o r u m ve eğer (bir kedi olsaydım M a r u l ­
lo'nun farelerini de yakalardım.»
M a r y kocasına sarılarak, «Haydi biraz neşe­
len» dedi. «Ve lütfen kutsal C u m a ' d a kötü sözler
söyleme, seni seviyorum.»
«Tamam» dedi Ethan az s o n r a , «Hep böyle
söylerler zaten.»
«Çocuklar h a k k ı n d a konuşacaktım.»
«Tutuklandılar mı?»
«İşte yine başladın. Belki, kendileri anlatsalar
d a h a iyi.»
«Peki sen neden anlatmıyorsun?»
M a r y konuyu d e ğ i ş t i r d i :
«Margie Young-Hunt Ibugün yine geleceğimi
okuyacak.»
«Kitap o k u r gibi mi? Kim bu M a r g i e Young-Hunt,
nedir necidir bu kadın. Bütün o âşıklar falan filan.»
«Eğer kıskanç o l s a y d ı m , yani demek istiyorum
ki, eğer bir erkek güzel bir kızı f a r k e t m e m i ş gibi
yaparsa»
«Ha şu mesele. Kız mı? Onun iki kocası v a r m ı ş
yahu.»
«İkincisi ölmüş.»

6
«Kahvaltımı i s t i y o r u m . M a r g i e ' n i n söylediklerine
inanıyor musun?»
«Margie iskambil k â ğ ı t l a r ı n d a ağabeyimi gör­
d ü . Candan ve y a k ı n birisi dedi.»
«Eğer kahvaltım hazır o l m a z s a c a n d a n ve y a ­
kın birisinin a r k a s ı n a bir ç i m d i k atacağım.»
«Gidiyorum. Y u m u r t a ister misin?»
«İsterim. Neden bu g ü n e kutsal C u m a d i y o r l a r ?
Neresi kutsal?»
«Ah sen,» dedi M a r y , «Daima şakacısın.»

Ethan Ailen Hawley c a m ı n yanındaki masaya


o t u r d u ğ u n d a kahve yapılmış, t o s t l a r v e y u m u r t a t a ­
bağa k o n m u ş t u .
«Kendimi iyi hissediyorum.» dedi. «Neden bu
g ü n e kutsal Cuma diyorlar?»
«Bahar,» diye seslendi M a r y m u t f a k t a n .
«Bahar Cuma'sı mı?»
«Hayır baharın etkisi. Ç o c u k l a r kalktı mı?»
«Galiba. Tembel küçük haylazlar. Onları t u t u p
pataklamalı.»
«Bazen ç o k kötü k o n u ş u y o r s u n . Eve üçe oniki
kala gelebilecek misin?»
«Hayır.»
«Neden hayır?»
«Kadın müşterilerimden birkaçını içeri alırım
belki. Belki biri de M a r g i e olur.»
«Ethan böyle k o n u ş m a m a l ı s ı n . M a r g i e iyi bir
a r k a d a ş , istersen sırtındaki g ö m l e ğ i ç ı k a r ı r verir
sana.»
«Sahi mi? Peki gömlekleri nereden buluyor?»
«Yine din a d a m l a r ı gibi k o n u ş m a y a başladın.»
dedi M a r y .
«İstediğine iddiaya girerim ki o n u n l a benim
a r a m d a a k r a b a l ı k var. M a r g i e k o r s a n kanı t a ş ı -
yor ; »
«Yine s a ç m a l a m a y a b a ş l a d ı n . İşte liste.» M a r y
listeyi kocasının cebine k o y d u .
«Çok gibi g ö r ü n ü y o r a m a Paskalya haftası bu.
U n u t m a iki düzine y u m u r t a . Haydi geç kalıyorsun.»

7
«Biliyorum. Marullo için iki kat kayıp olacak.
Neden iki düzine.»
«Boyanacak da o n d a n . Ailen ve M a r y Ellen
özellikle istediler. A r t ı k gitsen iyi olur.»
«Peki b ö c e ğ i m g i d i y o r u m , f a k a t önce y u k a r ı ç ı ­
kıp ç o c u k l a r ı bir dövsem diyorum.»
«Onları ş ı m a r t ı y o r s u n Ethan.»
« o v a d a ey devlet kuşu.» dedi Ethan ve kapıyı
a r k a s ı n d a n k a p a t a r a k yeşil ışıklı altın sabahın içine
daldı.
Arkasını dönerek .büyükbabasının, balbasının
ve şimdi kendisinin o l a n , ön kapısının üzerinde ay­
dınlık bir penceresi b u l u n a n , ç a t ı s ı n d a k i pervazı
 d e m figürleriyle süslü eski güzel eve b a k t ı . Ev ley­
laklarla dolu bir bahçenin içindeydi. Karaağaç so­
kağındaki a ğ a ç l a r ı n birbirine karışmış üst k ı s ı m ­
larında yeni s ü r g ü n y a p r a k l a r ı sapsarıydı. Güneş
ışınları b a n k a binasını henüz aşmış, g ü m ü ş rengi
gaz kulesini a y d ı n l a t ı y o r d u . Eski Limandan tuz ve
y o s u n kokuları y ü k s e l m e k t e y d i .
Sabahın erken saatlerinde Karaağaç s o k a ğ ı n d a ­
ki tek canlı y a r a t ı k bankacı Bay Baker'ın kırmızı
tüylü seter köpeği Red Baker'dı. Ağır ve v a k u r bir
tavırla ağaçları kokluyor ve sanki s o k a k t a n g e ç e n ­
lerin bir listesini ç ı k a r t ı y o r d u .
«Günaydın bayım, a d ı m Ethan Ailen Havvley si­
zinle çişinizi y a p a r k e n tanışmıştık.» Red Baker dur­
du ve tüylü k u y r u ğ u n u y a v a ş ç a sallayarak bu se­
lama karşılık verdi. «Evime ^bakıyordum. Eskiler ev
y a p m a y ı iyi biliyorlarmış doğrusu.» dedi Ethan. Red
başını havaya kaldırdı vs a r k a ayağıyla karnını k a ­
şımaya koyuldu. «Neden bilmesinler ki? P a r a l a n
varmış. Yedi denizin balina ve ispermeçet yağı o n -
larınmış. İspermeçetin ne o l d u ğ u n u biliyor musun?»
Red ağlamaklı sesler ç ı k a r d ı .
«Sanırım bilmiyorsun, hafif, nefis gül kokulu bir
yağdır, balinaların k a f a b o ş l u ğ u n d a n çıkarılır. M o b y
Dick'i o k u m a l ı s ı n köpek, tavsiye ederim.»
Köpek su o l u ğ u n u çeviren p a r m a k l ı ğ a ayak­
larını d a y a d ı .
Yoluna d e v a m eden Ethan o m u z u n u n üzerinden

8
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Kitabın bir özetini ç ı k a r , o ğ l u m a da ö ğ r e t i r s i n , is­
permeçet s ö z c ü ğ ü n ü söyleyemez bile o ğ l u m . Z a t e n
neyi söyler ki?» dedi.
K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı Ethan Allen Hawley'in evinin
iki blok ötesindeki a n a caddeyle kesişiyordu. Birin­
ci blokun biraz a ş a ğ ı s ı n d a k i Elgar'ların evinin b a h ­
çesinde bir g r u p İngiliz serçesi d i d i ş i y o r d u . T o p l a ­
m a k y u t m a k ve k o ş u ş m a k l a öyle meşguldüler ki
Ethan'ın gelişini f a r k e t m e d i l e r bile. Ethan ibu savaşı
seyretmek için d u r d u . «Başka kuşlar k ü ç ü c ü k y u v a ­
l a r ı n d a pekâlâ geçiniyorlar, öyleyse siz neden a n ­
laşamıyorsunuz?» dedi. «Alın size bir yığın y e m .
Yaramaz kuşlar bu güzel sabahın t a d ı n ı niye ç ı ­
karmıyorsunuz? Sizler galiba Aziz Francis'in iyilik
ettiği haydutlarsınız. Oefoîun!» Ethan kuşlara d o ğ r u
koştu, bir y a n d a n da t e k m e l e r s a v u r u y o r d u . Kuş­
lar kanatlarını a ç a r a k havalandılar. Kapı gıcırtısı
gibi seslerle a c ı şikâyetler sıraladılar. Ethan a r k a ­
larından, «Size şunu söyleyeyim» dedi. «Öğle v a k t i
güneş k a r a r a c a k ve bu karanlık d ü n y a y ı ö r t e c e k .
Ödünüz patlayacak.»
Ethan k a l d ı r ı m a geri d ö n d ü ve y o l u n a d e v a m
etti. İkinci b l o k t a k i eski Phillips'lerin evi şimdi p a n ­
siyon o l m u ş t u . B a n k a n ı n veznedarı J o e y M o r p h y ön
k a p ı d a n ç ı k t ı . Bir y a n d a n dişlerini k a r ı ş t ı r ı y o r bir
y a n d a n da yeleğini d ü z e l t i y o r d u . Ethan'ı selamladı.
«Ben de sizinle g ö r ü ş m e k i s t i y o r d u m Bay Haw-
ley.»
«Neden bu g ü n e kutsal C u m a diyorlar?»
«Latinceden gelmedir.» dedi Jeoy. «Goodum
g o o d u s goodilius* i ğ r e n ç a n l a m ı n a gelir.»

Joey t ı p k ı a t a benzerdi ve t ı p k ı at gibi üst d u ­


dağını kaldırır ve büyük d ö r t köşe dişlerini g ö s t e ­
rerek gülerdi. J o s e p h Patrick M o r p h y , J o e M o r p h y ,
koca Joey, «Morphy», N e w B a y t o w n ' m sevilen, ger-

* Kutsal Cuma İngilizce Good Friday olarak söy­


lenir. Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği günden sonra ge­
len ilk cuma'dır. Hıristiyanlar bu günü Paskalya ka­
bul etmişlerdir. (Çev.)

9
ç e k t e n popüler bir kişisiydi. Bir poker o y u n c u s u n u n
ciddî ifadesiyle sürekli ş a k a l a r y a p a r herkesi g ü l ­
d ü r ü r d ü , f a k a t d a h a ö n c e duymuş y a d a d u y m a m ı ş
olsun kendisine anlatılan her f ı k r a y ı a ğ l a m a k l ı bir
yüzle dinlerdi. Zekiydi. Ve herşeyin herkesin iç y ü ­
zünü bilirdi M a f y a ' d a n M o u n t b a t t e n ' e kadar. Bildik­
lerini hafif y ü k s e k bir ses t o n u y l a ve sanki soru
s o r a r m ı ş gibi a n l a t ı r d ı . Sesinin öyle sevimli bir t o ­
nu vardı ki karşısındaki dinleyici â d e t a a n l a t ı l a n ­
ların bir parçası o l u r , öyle ki daha s o n r a duyduklarını
kendi malıymış gibi çevresine anlatırdı. Joey büyülü
b i r m a y m u n d u s a n k i , k u m a r b a z d ı a m a hiç kimse
o n u n bahse girdiğini g ö r m e m i ş t i . İyi bir m u h a s e b e c i
ve ç o k iyi bir veznedardı. B a n k a n ı n b a ş k a n ı Bay
Baker, Joey'e o kadar güvenirdi ki b a n k a n ı n t ü m
işlerini o n a y ü k l e m i ş t i . M o r p h y herkesi y a k ı n d a n t a ­
nır, buna r a ğ m e n kimseye ilk a d ı y l a hitap etmezdi.
Joey'e göre Ethan Bay Havvley'di. M a r g i e Young-
Hunt ise B a y a n Young-Hunt. M o r p h y ' u n bu kadınla
y a t t ı ğ ı d e d i k o d u s u o l m a s ı n a rağmen. Ailesi y o k t u ,
a k r a b a l a r ı d a . Eski Phillips evinin iki odalı ve b a n ­
y o l u bir b ö l ü m ü n d e yalnız y a ş ı y o r d u . Yemeklerini
genellikle Foremaster l o k a n t a s ı n d a y e r d i . B a n k a c ı ­
lık geçmişi lekesiz tertemizdi o m a Joey olayları
sanki b a ş k a s ı n ı n başından g e ç m i ş gibi a n l a t ı r d ı .
Yine de herkes o l a y l a r ı n Joey'in b a ş ı n d a n geçtiğini
a n l a r d ı . Ö v ü n m e huyu olmadığı için herkesçe sevi­
lirdi. Tırnaklarını d a i m a temiz t u t a r , iyi giyinir, tıraş
olur, her gün temiz g ö m l e k giyer ve p a b u ç l a r ı n ı par­
latırdı.
i k i erkek K a r a a ğ a ç sokağından anacaddeye
d o ğ r u yürüdüler. «Size b i r ş e y s o r a c a k t ı m . Amiral
Havvley'le bir a k r a b a l ı ğ ı n ı z v a r mı?»
Ethan, «Galiba A m i r a l Halsey demek istediniz.»
diye cevap verdi. «Ailede pek ç o k k a p t a n vardır
a m a bir amiral o l d u ğ u n u hiç duymadım.»
«Büyükbabanızın balina avcısı o l d u ğ u n u işit-
m i ş t i m , bu yüzden amiralle karıştırmış olacağım.»
«Burası gibi k a s a b a l a r ı n pek ç o k efsanesi var­
dır.» dedi Ethan. «Örneğin benim baba t a r a f ı m ı n

10
korsanlık y a p t ı ğ ı n ı v e a n n e tarafımın Mayflower
gemisiyle geldiğini söylerler.»
«Ethan Ailen,» dedi Joey, «Aman T a n r ı m de­
m e k onlarla da akrabalığınız var?»
«Olabilir. Mümkündür.» dedi Ethan. «Ne güzel
bir gün değil mi? Beni n i ç i n arıyordunuz?»
«Ah evet, sanırım d ü k k â n ı üçe oniki kala k a p a ­
tacaksınız. Saat o n b i r b u ç u k sularında b a n a iki s a n d ­
viç y a p a r mısınız? Gelir alırım ve b i r şişe de süt is­
tiyorum.»
«Banka k a p a n m ı y o r mu?»
«Banka k a p a n ı y o r a m a ben k a p a n m ı y o r u m . Kü­
çük Joey orada olacak ve defterlerle boğuşacak.
Herkes çeklerini böyle önemli h a f t a s o n l a r ı n d a boz­
durur.»
«Bunu hiç düşünmemiştim.» diye y a n ı t l a d ı Et­
han.
«Eminim. Paskalyamda, 4 T e m m u z ' d a , B a h a r
b a y r a m ı n d a yani uzun bir hafta s o n u n d a hep böyle
olur. Bir bankayı s o y m a y a niyetlensem tatilden ö n ­
ceki g ü n ü s e ç e r d i m . Bütün p a r a b a n k a d a y a t m a k t a
ve sizi beklemektedir.»
«Sizi hiç s o y d u l a r mı Joey?»
«Hayır a m a bir a r k a d a ş ı m iki kez soyuldu.»
«Bu k o n u d a neler anlattı?»
«'Çok k o r k t u m ' d e d i . Sadece emirlere uymuş.
Yere y a t m ı ş ve paraları almalarını beklemiş. Söyle­
diğine göre, p a r a kendisinden d a h a iyi k o r u n u y o r ­
muş.»
«Dükkânı k a p a t ı n c a sandviçlerinizi g e t i r i r i m .
A r k a kapıyı ç a l a r ı m , nasıl olsun?»
«Zahmet etmeyin Bay Hawley, ben gelip alırım.
Biri jambonlu o l s u n , diğerine peynir mayonez ve
biraz salatalık k o y u n . Bir şişe de süt l ü t f e n , belki
s o n r a da bir kola alırım.»
«Nefis salam var, M a r u l l o cinsi.» dedi Ethan.
«Yoo istemem. Tek kişilik M a f y a ne âlemde?»
«İyidir herhalde.»
«Aslında İngiliz liralarını sevmeseniz bile her-
şeyi y o k t a n v a r e d e n Ibirine h a y r a n o l m a m a k elde
değil. M a r u l l o g e r ç e k t e n zeki biri. Kimse, o n u n ne

11
kadar parası o l d u ğ u n u bilmez. Belki de bunu söy-
lememeliydim. B a n k a c ı l a r ı n ağzı sıkı olmalıdır.»
«Hiç bir şey söylemediniz ki.»
Karaağaç s o k a ğ ı n ı n a n a c a d d e y l e kesiştiği kö­
şeye geldiler. Birdenbire d u r u p , a r t ı k pembe bir t u ğ ­
la ve t a h t a yığını haline gelmiş olan eski Körfez
Oteline baktılar. Buraya yeni bir W o o l w o r t h binası
y a p ı l a c a k t ı . Yıkıntıyı temizleyen sarı boyalı buldozer
ve büyük v i n ç sabahın öu erken saatlerinde birer
yırtıcı kuş gibi t e t i k t e bekliyorlardı.
Joey, «Hep bunu y a p m a y ı istemiştim.» dedi.
«Şu demir Ibalyozu s a v u r m a k ve koca b i r duvarın
yıkıldığını g ö r m e k ne hoş olurdu.»
«Fransa'da yeterince yıkıntı g ö r d ü m ben.» dedi
Ethan.
«Doğru. Adınız rıhtım b o y u n d a k i anıtın üzerinde
yazılı.»
«Arkadaşınızı soyan hırsızları yakalayabildiler
mi?» Ethan bu a r k a d a ş ı n Joey'in kendisi o l d u ğ u n ­
dan emindi. Bunu kim olsa anlardı zaten.
«Tabii. Fare gibi yakalandılar. Soyguncuların
sevimli olmamaları büyük şans. Eğer b e n nasıl b a n ­
ka soyulacağını anlatan bir kitap y a z s a m , polisler
i m k â n ı y o k hırsızı yakalayamazlar.»
Ethan güldü : «Neler yazardınız?»
«Müthiş bir hazinem var bay Hawley. Sürekli
gazete o k u r u m ve ç o k iyi t a n ı d ı ğ ı m bir polis a r k a ­
daşım var. İki dolarlık bir n u t u k ister misiniz?»
«Sadece başlangıç için altı penny verebilirim,
d ü k k â n ı açmalıyım.»
«Bayanlar baylar» d i y e başladı Joey, «Bu sa­
bah Iburada ben y o k o l m a d ı . B a n k a soygun­
cularını nasıl yakalıyorlar? N u m a r a b i r : a d a m sabı­
kalıdır, poliste kaydı vardır. N u m a r a i k i : malın bö­
lüşülmesinde anlaşmazlık çıkar, biri ihbar eder. N u ­
m a r a ü ç : kadınlar. Kadınlar asla yalnız b ı r a k ı l m a ­
malıdır, bu bizi n u m a r a dörde g ö t ü r ü r , ç o k para
harcarlar. Yeni b i r t ü k e t i c i görürsen gözaltına alır
ve o n u yakalarsın.»
Ethan, «Peki sizin öneriniz nedir sayın profe­
sör?» dedi.

12
«Çok basit. Herşeyin aksini y a p m a l ı . Poliste
kaydın varsa asla banka soymayacaksın. Ortak
y o k , tek başına y a p a c a k s ı n ve kimseye h a t t a ken­
dine bile a n l a t m a y a c a k s ı n . Kadınları u n u t a c a k s ı n .
Ve parayı h a r c a m a y a c a k s ı n . K o y a c a k s ı n bir yere
belki senelerce d u r a c a k . Çok s o n r a biraz p a r a n o l ­
masını a ç ı k l a y a b i l e c e k bir (bahane .bulduktan s o n r a
ancak, azar azar parays ç ı k a r m a l ı ve y a t ı r ı m y a p ­
malısın. H a r c a m a k yok.»
«Eğer s o y g u n c u t a n ı n ı r s a ne olacak?»
«Yüzünü k a p a r s a ve hiç k o n u ş m a z s a kim t a ­
nır? Tanıkların ifadelerini hiç o k u d u n u z mu? Saç­
ma sapan şeylerdir.' Poiis a r k a d a ş ı m t a n ı k ifade­
leriyle birşey y a p ı l a m a z diyor. İnsanlar gözlerine
güvenirler a m a hırsız y a k a l a n m a z . Bu kadarı t a m
altı penny tuttu.»
Ethan elini cebine s o k t u : «Size b o r c u m o l ­
sun.»
«Sandviçlere sayarım.» dedi Joey.
İki erkek a n a c a d d e y i geçerek bir ara s o k a ğ a
girdi. Joey s o k a ğ ı n bu t a r a f ı n a b a k a n b a n k a n ı n ar­
ka kapısına g i t t i . Ethan da M a r u l l o ' n u n sebze ve
b a k k a l d ü k k â n ı n ı n a r k a kapısını a ç t ı .
«Jamıbon ve peynir değil mi?» diye seslendi.
«Çavdar ekmeği m a y o n e z ve salatalık »
Dar s o k a k t a n gelen zayıf bir ışık, tozlu demir
p a r m a k l ı k l a r ı n griye d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü c a m d a n giriyor
ve d ü k k â n ı a y d ı n l a t ı y o r d u . Ethan bu ışıkta d u r a r a k
t a v a n a kadar sıralanmış r a f l a r d a k a r t o n veya te­
neke kutular içinde bekleyen konserve meyvelere,
sebzelere, balık, et ve peynirlere b a k t ı . Un, k u r u f a ­
sulye, nohut, k a r t o n kutuların k â ğ ı t ve m ü r e k k e p
kokusu, arka kapıda duran çöpten yükselen koku­
larla k a r ı ş ı y o r d u . Ethan bu kadar k o k u içinde fare
k o k u s u duyabilmek için d i k k a t kesildi. Fareye ait
ıbir iz b u l a m a y ı n c a , a r k a s o k a k kapısını a ç t ı ve üstü
kapalı ç ö p kutularını s o k a ğ a t a ş ı d ı . Gri bir kedi ku­
t u l a r ı n içine a t l a m a y a niyetlendi a m a Ethan onu
kovaladı.
Kediye, «Hayır yapmamalısın.» d e d i . «Fareler
kedilerin h a k k ı d ı r . Fakat sen s a d e c e s u c u k kemi-

13
rirsin. Defol beni d u y d u n mu? defol!»
Kedi o t u r m u ş pembe patisini y a l ı y o r d u ; f a k a t
ikinci «Defol»da k u y r u ğ u n u havaya dikti ve b a n k a ­
nın a r k a s ı n d a k i p a r m a l ı k l o r d a n a t l a y a r a k k a y b o l d u .
Ethan y ü k s e k sesle, «Bu kelime sihirli olsa ge­
rek.» dedi. D ü k k â n a d ö n d ü , kapıyı a r k a s ı n d a n k a ­
padı.
Bakkalın sallanan k a p ı s ı n d a n tuvaletin kapısı­
n a kadar t ü m o d a y ı tuvaletin s i f o n u n d a n d a m l a y a n
su sesi k a p l a m ı ş t ı , ince t a h t a kapıyı a ç t ı , ışığını
yaktı ve sifonu ç e k t i . S o n r a üzerinde tel kafesi olan
kalın t a h t a kapıyı a ç t ı . B ü y ü k ön c a m l a r ı n güneş­
likleri kapalı o l d u ğ u için d ü k k â n yeşil bir ışıkla do­
luydu. Burada d a t a v a n a uzanan r a f l a r d a düzgün
sıralanmış konserve k u t u l a r ve c a m kavanozlar
v a r d ı . Mide i ç i n bir k ü t ü p h a n e y d i sanki. Bir y a n d a
tezgâh, kasa, kesekağıtları, ipler ve paslanmaz
çelikle e m a y e n i n zaferi o l a n buzdolabı v a r d ı .
Ethan bir düğmeyi ç e v i r i n c e peynir, sosis, pir­
zola, külbastı ve balıklar s o ğ u k mavimsi bir ışıkla
aydınlandılar. D ü k k â n bir katedrale benziyordu ş i m ­
d i . Ethan hayranlıkla d u r d u . Konserve domatesler­
den o r g b o r u l a r ı n a , zeytin ve hardal yığınlarından
m i h r a p l a r a , o v a l s a r d a l y a k u t u l a r ı n d a n yüzlerce me­
zara b a k t ı .
Genizden gelen b o ğ u k bir sesle, «Unimum et
unlmorum.» dedi. «Uni u n i m o u s e q u o d u n i b u g in
o m h e m unim domine-amüün.»
Ve karısının sesini d u y a r gibi o l d u .
«Bu ç o k s a ç m a ve b a ş k a l a r ı n ı n duygularını in­
citebilir, başkalarını üzerek yaşayamazsın.»
B a k k a l d ü k k â n ı n d a bir t e z g â h t a r d ı o M a -
rullo'nun bakkal d ü k k â n ı n d a . . . . Karısı ve iki se­
vimli ç o c u ğ u v a r d ı . Ne z a m a n yalnızdı ki? Ne za­
m a n yalnız olabilirdi? Gündüz müşteriler, a k ş a m
karısı ve ç o c u k l a r ı , g e c e karısı, g ü n d ü z müşteriler,
akşam «Banyo'da» d e d i y ü k s e k sesle, «İşte o
zaman» m u s l u ğ u açmadGn ö n c e k i o loş m i s kokulu
yavaş v e güzel a n . . . . İçinden karısına s e s l e n d i :
«Kimin d u y g u l a r ı n ı i n c i t i y o r m u ş u m ben?» «Burada
kimse y o k , d u y g u l a r d a y o k . Sadece ben v e benim

14
u n i m u m u n i m o r u m ' u m ver. Şu ön kapıyı a ç ı n c a y a
kadar t a b i » ı
Tezgâhın a r k a s ı n d a k i ç e k m e c e d e n temiz bir
ö n l ü k aldı beline t a k t ı ve a r k a s ı n d a bir fiyonk y a p ­
t ı . Önlük epeyce u z u n d u , dizlerine k a d a r g e l i y o r d u .
Sağ elini kaldırdı a v u c u n u t a v a n a çevirdi ve ko­
n u ş m a y a b a ş l a d ı ; «Beni dinleyin ey konserve ar­
m u t l a r t u r ş u l a r ve karışık turşular.» d e d i . «Gün ışır
ışımaz kentin ihtiyarları baş papaz ve yazıcılar
t o p l a n d ı l a r ve o n u k a r ş ı l a r ı n a aldılar.» gün ışır ışı­
maz. B ü t ü n t u t u c u l a r işe e r k e n b a ş l a r l a r değil mi?
Hiç zaman kaybetmediler. Şimdi b a k a l ı m . . . «Ve a l ­
tıncı saat o l d u ğ u n d a — s a n ı r ı m b u oniki d e m e k —
ve d o k u z u n c u s a a t e k a d a r dünyayı k a r a bir b u l u t
kaplayacak. Ve g ü n e ş k a r a r a c a k . Bunları nasıl ha­
t ı r l a y a b i l i y o r u m ? Güzel Allah'ım ö l m e s i ç o k uzun
s ü r d ü g e r ç e k t e n ç o k uzun.» Elini indirdi ve k a l a ­
balık r a f l a r d a n bir c e v a p beklercesine d u r d u .
S o n r a karısıyla içinden k o n u ş t u .
«Benimle k o n u ş m u y o r s u n M a r y sevgilim, y o k ­
sa sen Kudüs'lü kızlardan biri misin? Benim için
ağlamayın d e m i ş Hz. isa, kendiniz ve ç o c u k l a r ı n ı z
için a ğ l a y ı n . . . . Bir ç a m a ğ a c ı n a b u n l a r ı y a p a n l a r
a ğ a ç k u r u y u n c a neler y a p m a z l a r ? Beni hâlâ üzü­
yor. Deborah h a l a , s a n d ı ğ ı m d a n d a h a ç o k e t k i l e ­
miş beni. Henüz a l t ı n c ı s a a t olmadı.»
«Merhaba güzel gün.» diyerek b ü y ü k c a m l a r ı n
yeşil gölgeliklerini kaldırdı. Ön k a p ı n ı n kanatlarını
açtı.
«içeri gir dünya.» Demir p a r m a k l ı k l ı kapıları
a ç ı p geriye sürgüledi. S a b a h güneşi y u m u ş a k ışık­
larıyla kaldırımları y ı k ı y o r ve Nisan'a ö z g ü g ü n e ş
a n a c a d d e n i n körfeze v a r a n köşesinden y ü k s e l i ­
y o r d u . Ethan t u v a l e t e gidip kaldırımı s ü p ü r m e k için
süpürgeyi aldı.
Bir g ü n , bitmez t ü k e n m e z bir g ü n , birşey değil
f a k a t pek ç o k şeydi. Gün sadece zirveye d o ğ r u b ü ­
y ü y e n ışıkları değil, b u z y a d a çimen f a b r i k a l a r ı n ­
d a n esen k o k u l a r ı ve değişik t a d l a r ı t a ş ı y a n s o ğ u k
y a d a s ı c a k rüzgârlar, t o m u r c u k l a r , renkler gibi
mevsimin binlerce özelliğinin d e y a p ı s ı n ı , r u h u n u .

15
tonunu ve anlamını değiştiriyordu. Ve gün­
d e k i bu değişmeler böceklere, k u ş l a r a , kedilere,
köpeklere, kelebeklere ve insanlara y a n s ı y o r d u .
Ethan Ailen Hawley'in sessiz sakin ve tatsız
g ü n ü başlamıştı. S a b a h kaldırımı tekdüze hareket-
lerlerle süpüren a d a m , ne konserve yiyeceklerle t ö ­
r e n y a p a n ne u n i m u m u n i m o r u m diyen a d a m de­
ğildi sanki. Sigara izmaritlerini çiklet kâğıtlarını
a ğ a ç kabuklarını süpürgeyle topladı v e ç ö p ç ü a r a ­
basının gelip alması için bir kenara yığdı. Bay B a ­
ker e v i n d e n , kırmızı t u ğ l a d a n y a p ı l m ı ş kiliseye ben­
zeyen banka binasına kadar o l a n , uzunluğu ö l ç ü l ­
m ü ş yolda y ü r ü m e k t e y d i . Ve eğer a d ı m l a r ı eşit
uzunlukta olmazsa annesinden kalan tarihi alış­
kanlığı b o z d u ğ u n u kim a n l a y a c a k t ı ki.
«Günaydın Bay Baker.» dedi Ethan ve b a n k a ­
cının ütülü serj p a n t o l o n u n a t o z b u l a ş m a s ı n diye
süpürmeyi b ı r a k t ı .
«Güzel b i r s a b a h Ethan.»
«Evet g ü z e l . Bahar geldi Bay Baker.»
Bay Baker d u r d u : «Seninle k o n u ş m a k isti­
y o r d u m . Karına ağabeysinden kalan para beşbin
d o l a r d a n fazlaydı değil mi?»
«Vergiler ç ı k t ı k t a n s o n r a altıbin beşyüz dolar
kaldı.»
«fiyi a m a para b a n k a d a öylece d u r u y o r . İşle­
tilmesi gerek. Seninle b u n u k o n u ş a c a k t ı m . Paran
çalışmalı.»
«Altıbin b e ş y ü z dolar pek fazla işe y a r a m a z
e f e n d i m . Â c i l d u r u m l a r i ç i n s a k l a m a k d a h a iyi.» de­
di E t h a n .
«İşletilmeyen p a r a y a i n a n m a m ben Ethan.»
«Paranın beklemesinin de bir y a r a r ı v a r ama.»
'Bankacının sesindeki yakınlık k a y b o l d u s o ğ u k -
iaştı.
«Seni anlamıyorum.» dedi. Fakat sesinin t o n u
p e k â l â anladığını v e d u r u m u pek a p t a l c a b u l d u ğ u ­
nu hissettiriyordu. Ethan (bu sesten rahatsız oldu
ve y a l a n söylemek ihtiyacını d u y d u . Süpürgeyi kal­
d ı r ı m a d a y a y a r a k : «Şöyle e f e n d i m ; bu p a r a eğer
b a n a bir şey olursa M a r y ' y i bir süre geçindirebilsin
diye duruyor.»
16
«Öyleyse b i r kısmını kendine hayat sigortası
y a p t ı r m a k için kullanabilirsin.»
«Fakat sadece g e ç i c i bir z a m a n için e f e n d i m .
Para M a r y ' n i n ağabeyine aitti. 'Mary'nin a n n e s i ise
hâlâ yaşıyor. Uzun yıllar yaşayabilir.»
«Anlıyorum. Yaşlılar bazen çekilmesi a ğ ı r bir
yük olurlar.»
«Paraların üzerine de oturuyorlar.» Ethan ya­
lanını söylerken b a n k a c ı n ı n y ü z ü n e b a k t ı ve ada­
mın b o y n u n d a n y ü z ü n e d o ğ r u bir kırmızılığın yayıl­
dığını f a r k e t t i . «İşte d u r u m bu e f e n d i m . Üstelik eğer
M a r y ' n i n parasını işletirsem kendiminkini batırdı­
ğ ı m gibi o n u n parasını da Ibatırabilirim. Biliyorsu­
nuz b a b a m da iflas etmişti.» t,
«Köprülerin a l t ı n d a n ç o k sular aktı Ethan. Bili­
y o r u m , ç o k sıkıntılı z a m a n l a r y a ş a d ı n a m a zaman
değişiyor. Yeni yeni f ı r s a t l a r doğuyor.»
«Ben fırsatlarımı kullandım Bay Baker. S a ğ d u ­
y u d a n daha ç o k f ı r s a t ı m vardı. Savaştan hemen
s o n r a bu d ü k k â n ı n sahibiydim biliyorsunuz. D ü k k â n ı
d o l d u r m a k i ç i n g a y r i m e n k u l l e r i m i n yarısını s a t m a k
g e r e k t i . T i c a r e t t e n ne k a d a r anladığımı g ö r ü y o r s u ­
nuz.»
«Biliyorum Ethan b a n k a işlerine b e n .bakardım.
Aile d o k t o r u n nabzının kaç a t t ı ğ ı n ı nasıl bilirse ben
de senin işini öyle bilirdim.»
«Kuşkusuz bilirdiniz. İki yıldan az bir süre için­
de meteliksiz k a l d ı m . B o r ç l a r ı m ı ödeyebilmek için
herşeyiml s a t t ı m . Sadece evim kaldı Bay Baker.»
«Kendini bu kadar s u ç l a m a . A s k e r d e n yeni gel­
miştin iş t e c r ü b e n y o k t u . Üstelik e k o n o m i k b u n a ­
lım vardı. O devrede pek ç o k işadamı iflas etti.»
«Ben de iflas e t t i m , a m a Havvley'lerin t a r i h i n ­
de bakkal d ü k k â n ı n d a t e z g â h t a r o l a n tek ben va­
rım.»
«İşte benim a n l a m a d ı ğ ı m da (bu y a . Herkes ye­
nilebilir Ethan. A m a böyle y e n i k y a ş a m a k isteme­
ne bir a n l a m v e r e m i y o r u m . Hele senin gibi eğitimi,
ailesi ve geçmişi parlak bir a d a m nasıl bu d u r u m u
kabullenebilir? Belki de ailenin özelliği olan cesa-

17
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
ret sende yok. Seni y ı k a n , hareketsiz b ı r a k a n şey
nedir Ethan?»
Ethan öfkeyle, «Tabii anlamazsınız hiç başını­
za gelmedi ki.» dedi. S o n r a çiklet kâğıtlarını sigara
izmaritlerini bir piramit şeklinde kümeledi. «İnsan­
lar yıkılmazlar, yani b ü y ü k şeylerle m ü c a d e l e ede­
bilirler. İnsanı öldüren şey kemirilmektir. İflas et­
mesi i ç i n sürekli dürtüklenir. Yavaş yavaş k o r k m a ­
ya başlar. Ben de k o r k u y o r u m . L o n g Island Elek­
trik Şirketi iflas edebilir. A m a benim karım elbise
ister, ç o c u k l a r ı m ı n ayakkalbı ve eğlenceye ihtiyaç­
ları var. Ya o k u l a gidemezlerse? Aylık faturaları,
d o k t o r , dişçi, .bademcik ameliyatları masraflarını
kim ö d e y e c e k ? Bir de hastalandığımı ve bu A l l a h '
ın cezası kaldırımı süpüremediğimi düşünün
Elbette anlayamazsınız. Yavaşça gelir cesaretinizi
sıiler süpürür. Gelecek a y ı n buzdolabı taksitinden
ötesini d ü ş ü n m e k elimde değil. İşimden nefret edi­
y o r u m ve k a y b e d e c e ğ i m diye de ö d ü m patlıyor. B ü ­
t ü n bunları nasıl anlayabilirsiniz?»
«Peki M a r y ' n i n annesi y a r d ı m etmiyor mu?»
«Söyledim size. Paranın üzerine o t u r d u ölene
kadar da oturacak.»
«Bilmiyordum. Mary'nin y o k s u l bir aileden
geldiğini s a n ı y o r d u m . A m a insanın hastalanınca
ilaca, ameliyata ve belki de bir şoka ihtiyacı o l d u ­
ğ u n u bilirim. Atalarımız cesur kişilerdi. Sen de bili­
y o r s u n . Ölümün kendilerini yenmesine izin vermez­
lerdi. Ve şimdi z a m a n değişiyor. Atalarımızın hayal
bile edemediği pek ç o k i m k â n var önümüzde. Hep­
sinden de y a b a n c ı l a r yararlanıyor. Yabancılar bizi
geçiyor, uyan a r t ı k Ethan.»
«Peki buzdolabı ne olacak?»
«Kendi haline bırak.»
«Peki y a , M a r y ve çocuklar?»
«Bir süre i ç i n onları unut. Bu ç u k u r d a n ç ı k a r -
san seni daha ç o k seveceklerdir. Onlar için e n d i ­
şelenmekle o n l a r a ne f a y d a n d o k u n u y o r ki?»
«Peki M a r y ' n i n parası?»
«Kayibedeceksen kaybet, a m a dene bir kere.
Biraz d i k k a t l i o l u r ve ö ğ ü t dinlersen parayı kaybet-

18
mezsin. Denemek k a y b e t m e k değildir. A t a l a r ı m ı z
d a i m a riskli işlere girmişler a m a kaybetmemişler­
dir. Seni biraz üzeceğim Ethan. Yaşlı k a p t a n Haw-
ley'in anısına saygısızlık e d i y o r s u n . Anısına ç o k şey
b o r ç l u s u n . K a p t a n ve benim b a b a m balina gemile­
rinin en iyisi olan Belle Adair'i birlikte almışlardı.
Toparlan Ethan. Cesaratinle ö d e m e n gereken şey­
ler b o r ç l u s u n Belle Adair'e.»
Ethan bir kâğıdı s ü p ü r g e n i n u c u y l a ç ö p l e r d e n
y a n a s a v u r d u . Yavaşça, «Belle Adair denizde yandı
efendim.» dedi.
«Evet b i l i y o r u m ; f a k a t ıbu bizi d u r d u r m a d ı de­
ğil mi?»
«Gemi sigortalıydı.» dedi Ethan.
«Elbette sigortalıydı.» dedi Bay Baker.
«Ama ben değildim, evimden b a ş k a hiçbir şe­
yimi kurtaramadım.»
«Bunu u n u t m a k zorundasın. Geçmişe üzülüp
d u r m a k b o ş u n a . Cesur olmalısın s ı ç r a m a l ı s ı n . Bu
yüzden M a r y ' n i n parasını işletmen gerektiğini söy­
lüyorum. Sana y a r d ı m etmek istiyorum Ethan.»
«Teşekkür ederim efendim.»
«Şu ö n l ü ğ ü ç ı k a r ı p at. Yaşlı k a p t a n Hawley'e
b o r ç l u s u n b u n u . Seni böyle görseydi inanmazdı.»
«Sanırım haklısınız.»
«İşte böyle k o n u ş m a l ı s ı n . Haydi ç ı k a r şu ö n ­
lüğü.»
>«Eğer M a r y ve ç o c u k l a r için olmasa»
«Sana söyledim unut o n l a r ı , kendi iyilikleri için.
Burada N e w B a y t o w n ' d a ilginç gelişmeler o l a c a k .
Sen de bunların bir parçası olabilirsin.»
«Teşekkür ederim efendim.»
«Bu konu h a k k ı n d a düşüneceğim.»
«Bay M o r p h y , öğleyin siz b a n k a y ı kapattığınız­
da ç a l ı ş m a y a devam edeceğini söyledi. O n a b i r k a ç
sandviç h a z ı r l a y a c a ğ ı m . Siz de ister misiniz?»
«Hayır sağol. Joey bazı işleri tamamlayacak.
Cok iyi bir a d a m . Benim de g ö r m e k istediğim bir yer
var. Belki o r a d a n sana da b i r iş çıkar. Yakında tek­
rar konuşuruz. Haydi hoşçakal.»
B a n k a c ı b i r ç u k u r u a t l a m a k için uzun bir a d ı m

19
a t t ı ve sokağı geçerek bankanın ön kapi9ina d o ğ r u
y ü r ü d ü . Ethan b a n k a c ı n ı n arkasından bakıp gü­
lümsedi.
Süpürmeyi ç a b u c a k bitirdi, insanlar işlerine git­
meye b a ş l a m ı ş l a r d ı , s o k a k c a n l a n ı y o r d u . Taze mey-
va tezgâhını d ü k k â n ı n ö n ü n e k o y d u . Kimsenin geç­
mediğinden e m i n olduğu (bir a n d a üç k u t u köpek
m a m a s ı n ı kaldırdı ve yerine k ü ç ü k t o r b a l a r içindeki
kuş üzümlerini koydu. Kasayı sıfıra getirdi, paraları
m i k t a r l a r ı n a göre yerleştirdi. Kasanın ö n ü n d e k i tah­
t a ç a n a ğ a bozuklukları koydu v e kasayı k a p a t t ı .
Sadece birkaç müşteri v a r d ı . Saçları karışık
k ü ç ü k kızlar, ç o c u k l a r e k m e k süt ya da alınması
u n u t u l m u ş biraz kahve a l m a k için geldiler.
Şuh göğüslerini örten pembe bluzuyla M a r g l e
Young-Hunt içeri girdi. Etekliği kalçalarını sevgiyle
sarıyor, gözlerindeki bakış ç o k şey ifade ediyordu.
E t h a n karısının asla bu bakışı göremeyeceğini bili­
y o r d u , ç ü n k ü kadınlar çevredeyken Margle b ö y l e
b a k m a z d ı . Bu kadın Ibir avcı, yırtıcı bir k u ş t u . Yaşlı
k a p t a n Havvley'in deyimiyle «gözleri fıldır fıldır»dı.
Sesinde de birşeyler v a r d ı kadının. Kadınlar çevre-
sindeyken güvenli sır saklayıcı bir t o n a sahip olan
sesi, nedense erkeklerle beraberken y u m u ş a k bir
mırıltıya d ö n ü ş ü y o r d u .
«Günaydın Ethan,» dedi Margıie. «Piknik için
h a r i k a bir gün.»
«Günaydın. Kahve a l m a y a geldin sanırım.»
«Hayır, A l k a Seltzer a l m a y a geldim. M i d e m e iyi
geliyor.»
«Eğlenceli bir gece geçirmiş gibisin.»
«Eh biraz. Seyahat eden satıcı hikâyesi. Dul
bir kadın İçin ç o k güvenli. Belki de onu t a n ı r s ı n .
Ç ü n k ü seni g ö r m e y e geleceğini söyledi. Adı Bigger
mi Bogger mi ne? BBD ve D şirketinde çalışıyor­
muş.»
«Biz VVayland'dan alışveriş ederiz.»
«Belli olmaz, Bay B u g g e r gelip kafanı şişire­
bilir, tabii kendini iyi hissediyorsa. Bana bir b a r d a k
su verir misin, şu ilaçtan hemen içeyim.»
Ethan a r k a t a r a f a giderek bir b a r d a k su a l d ı .

20
Margie'ye .bardağı u z a t t ı , kadın üç t a n e mide h a ­
pını suya atıp erimesini bekledi. S o n r a , «Şerefine»
diyerek s o n u n a kadar içti.
«Bugün M a r y ' n i n falına jbakacakmışsın.»
«Aman T a n r ı m neredeyse u n u t u y o r d u m . Bu işi
t i c a r e t e dökebilirim böylece kendi geleceğimi g a ­
ranti ederim belki.»
«Mary hoşlanıyor bu işten. G e r ç e k t e n iyi b a k ı ­
yor musun?»
«İyi olmaya gerek y o k ki. İnsanları bırakırsın
kendi hallerine, özellikle de k a d ı n l a r ı , o n l a r a n l a t ı p
dururlar, sen de anlatılanları t e k r a r e d e r s i n , nasıl
bildiğine şaşar kalırlar.»
«Peki şu uzun boylu esmer yabancı?» dedi
Ethan.
«O m u t l a k a olmalı. Eğer erkekleri de o k u y a b i l -
seydim o berbat evlilikleri y a p m a z d ı m . Nasıl da y a -
nıldım»
«ilk kocan ö l m ü ş t ü değil mi?»
«Hayır, ikincisi öldü. T o p r a ğ ı bol o l s u n ne piçti
o. Neyse, nur İçinde yatsın.»
Ethan içeri giren yaşlı bayan Ezyzinski'yi özen­
le karşıladı ve iki yüz elli g r a m l ı k t e r e y a ğ l a r ı n d a n
verdi. Yaşlı kadına b i r k a ç i l t i f a t t a b u l u n d u , h a t t â
hava h a k k ı n d a da birşeyier söyledi.
M a r g i e Young-Hunt ise rahat ve gülümseyen
bir yüzle, kasanın y a n ı n d a k i t e z g â h t a d u r a n altın
m ü h ü r l ü Pare de foie ve m ü c e v h e r k u t u s u n u a n d ı ­
ran k ü ç ü k kutuları i n c e l i y o r d u .
Yaşlı kadın kendi kendine m ı r ı l d a n a r a k d ü k k â n ı
t e r k edince M a r g i e , «Şimdi» dedi.
«Şimdi ne?»
«Düşünüyorum da kadınları t a n ı d ı ğ ı m kadar er­
kekleri de t a n ı s a y d ı m şansım ç a b u k d ö n e r d i . Bana
erkekleri ö ğ r e t i r misin Ethan?»
«Yeterince (biliyorsun. Belki de d a h a fazla.»
«Hadi o r a d a n sen de, erkek değil misin?»
«Hemen b a ş l a m a k ister misin?»
«Belki bir a k ş a m başlarız.»
«İyi olur» dedi Ethan. «Grup yaparız. M a r y , sen

21
ben ve ç o c u k l a r . Konu erkekler. Onların zayıflıkları
ve aptallıkları. Erkekleri nasıl kullanmalı.»
Margie a n l a m a m ı ş gibi d a v r a n d ı : «Geç saatlere
kadar çalışıyor m u s u n hiç? Aylık hesap ç ı k a r t m a k
f a l a n gibi işlerin oluyor herhalde?»
«Tabii, a m a ç a l ı ş m a m gerekiyorsa işimi evde
yaparım.»
M a r g i e kollarını havaya kaldırarak p a r m a k l a ­
rıyla saçlarını d ü z e l t t i : «Neden?» diye s o r d u .
«Kediler neden yavrularını yalarsa ondan.»
«Gördün m ü , istesen bana neler öğretebilirsin?»
Ethan : «Hz. İsa'yla alay ettikten sonra elbise­
lerini çıkardılar, sırtına yüklediler ve onu ç a r m ı h a
gerecekleri yere götürdüler. Oraya gelince Simon
a d ı n d a biriyle karşılaştılar. İsa'ya kendi ç a r m ı h ı n ı
taşıttılar ve G o l g o t h a denen yere geldiklerinde»
«Allah a ş k ı n a sus!»
«Ama bu söylediklerim doğru.»
«Ne namussuz herif o l d u ğ u n u n f a r k ı n d a s ı n de­
ğil mi?»
«Evet ey Kudüs'lü kız.»
Birden M a r g i e g ü l ü m s e d i : «Bil bakalım ne y a ­
p a c a ğ ı m ? Bu s c b a h birisinin geleceğini o k u y a c a ­
ğ ı m : Çok b ü y ü k biri olacak. D o k u n d u ğ u n herşey
altın o l a c a k ey insanlığın lideri.» Çabucak kapıya
y ü r ü d ü sonra gülümseyeıek döndü : «Bahse girerim
bu d u r u m a uyarsın ve ben uymamanı dilerim Hoşça-
kal kurtarıcı!» Kaldırımlara öfkeyle vuran t o p u k l a r ı n ı n
sesi ne kadar garipti.
Saat 10'da herşey değişti. B a n k a n ı n toüyük
camlı kapıları açıldı, insanlar para ç e k t i l e r ve para­
yı getirip Paskalya için yiyecekler almak üzere M a -
rullo'nun d ü k k â n ı n a bıraktılar. Ethan altıncı saat
olana kadar harıl harıl çalıştı. Kasabanın tepesin­
deki yangın kulesinin çanı öfkeli çınlamalarla a l t ı n ­
cı saati* çaldı. Müşteriler dağıldılar. Ethan meyva
tezgâhını içeri aldı, ön kapıları kapadı. Hiç sebepsiz
d ü n y a y a ve Ethan'ın üzerine bir karanlık ç ö k t ü . Ye­
şil kalın gölgelikleri ç e k i p kapadı, şimdi d ü k k â n da

* Altıncı saat : Saat 12'dir. (Çev.)

22
karanlıktı. Sadece buzdolabının neon lambası et­
rafa hortlak mavisi ışıklar s a ç ı y o r d u .
Tezgâhın a r k a s ı n a g e ç e r e k d ö r t dilim ç a v d a r
ekmeği kesti ve hepsine d i k k a t l e y a ğ s ü r d ü . Buz­
dolabının kapağını a ç a r a k iki dilim isviçre peyniri
ve üç dilim ¡ambón aldı. «Salatalık ve peynir,» dedi.
«Salatalık ve peynir?» Bir k a v a n o z d a n 'mayonez ala­
rak e k m e k l e r i n üstüne s ü r d ü . Ekmekleri ikişer ikişer
k a p a t a r a k aralarına salatalık ve j a m b o n k o y d u . Bir
k a r t o n süt ve sandviçleri s a r a c a ğ ı m u m l u kâğıdı aldı.
Kâğıdın kenarlarını d ü z g ü n c e k a t l ı y o r d u ki kilitte bir
a n a h t a r d ö n d ü ve M a r u i l o içeri g i r d i . Ayı gibi iriydi
ve v ü c u d u n u n üst kısmı öyle uzundu ki kolları kı­
sacık ve sanki v ü c u d u n a ait d e ğ i l m i ş gibi d u r u y o r ­
d u . Şapkası geriye d o ğ r u kaykılmış gri d a ğ ı n ı k saç­
ları g ö r ü n ü y o r d u . M a r u l l c ' n u n gözleri ıslak d o n u k
ve uykuluydu f a k a t ön dişindeki altın k a p l a m a buz­
dolabının mavi ışığında p a r ı l d ı y o r d u . P a n t o l o n u n u n
üst iki düğmesi a ç ı k t ı ve içindeki y ü n l ü gri iç ç a ­
maşırı g ö r ü n m e k t e y d i . T o m b u l p a r m a k l a r ı n ı p a n t o ­
lonunun kemer ariflerine geçirerek yarı k a r a n l ı k t a
etrafı g ö r m e k için gözlerini k ı r p ı ş t ı r d ı .
«Günaydın Bay M a r u i l o sanırım öğleden s o n r a
oldu.»
« M e r h a b a k ü ç ü k iyi ki d ü k k â n ı kapamışsın.»
«Bütün k a s a b a kapalı. Sizi kilisede sanıyor­
dum.»
«Bugün kilise yok. Yılın kilise o l m a y a n tek
günü.»
«Öyle mi? B i l m i y o r d u m . Sizin i ç i n ne y a p a b i ­
lirim.»
M a r u i l o kısa t o m b u l kollarını ileri geri salla­
dı : «Kollarım a ğ r ı y o r küçük. A r t i r i t i m var. G i t t i k ç e
kötüleşiyor.»
«Yapabileceğiniz hiç bir şey y o k mu?»
«Herşeyi y a p ı y o r u m . Sıcak yastıklar, kremler,
ilaçlar, yine de ağrıyor. Seninle biraz k o n u ş a l ı m mı
ha küçük?»
«Bir hata mı yaptım?»
«Hata? Ne hatası?» d i y e s o r d u M a r u i l o .

23
«Eğer biraz bekleyebilirseniz şu sandviçleri
b a n k a y a g ö t ü r e c e ğ i m . Bay M o r p h y istemişti.»
«İyi bir ç o c u k s u n s e n , hizmet v e r i y o r s u n bu
iyi.»
Ethan d ü k k â n d a n çıktı sokağı geçti ve b a n k a ­
nın a r k a kapısını çaldı. Sandviçleri ve sütü Joey'e
verdi.
«Teşekkür ederim zahmet oldu.»
«Bu bir hizmet. Marullo öyle dedi.»
«Dolaba iki kola koyar mısınız? Dilim d a m a ğ ı m
kurudu.»
Ethan d ö n d ü ğ ü n d e Marullo'yu ç ö p tenekele­
rinden birine b a k a r k e n b u l d u .
«Nerede k o n u ş m a k isterdiniz bay Marullo?»
«Burada başlayalım küçük.» Çöp tenekesinden
birkaç karnı bahar y a p r a ğ ı a l d ı : «Çok fazla kesiyor­
sun.»
«Sadece temizliyorum.»
«Karnıbahar kiloyla satılır. Parayı çöpe atıyor­
sun, 20 lokantası o l a n bir Rum t a n ı y o r u m . Çöp k u ­
tularına b a k m a k en önemli sırrımdır der. Attığını as­
la satamazsın. Sevimli heriftir.»
«Evet bay Marullo.» Ethan kollarını İleri geri
sallayarak d ü k k â n ı n ö n ü n e yürüyen M a r u l l o ' y u t a k i p
etti.
«Sebzeleri sana söylediğim gibi iyice suluyor
musun?»
«Elbette.»
Patron bir salatalığı alıp b a k t ı .
«Kuru görünüyor.»
«Aslında b e n . . . . M a r u l l o , onları suya b o ğ m a k is­
t e m i y o r u m zaten üçte b i r i su.»
«Sularsan taze, gevrek ve güzel görünür. Be­
n i m bilmediğimi sanıyorsun? Bu işe el arabasıyla
başladım ben. Bilirim. Hileleri öğreneceksin k ü ç ü k ,
y o k s a iflas edersin. Sonra et için çok para ödüyor­
sun.»
«En iyi eti alıyoruz da ondan.» dedi Ethan.
«İyi k ö t ü kim bilecek ki? Şimdi seninle a ç ı k ç a
konuşalım. Veresiyeler yüzünden batacağız. Ayın
15'ine kadar hesabını k a p a t m a y a n l a r ı , defterden
sil.»
24
«Bunu y a p a m a y ı z . Bazı müşterilerimiz yirmi
yıldır b u r a d a n a l ı ş v e r i ş ediyorlar.»
«Dinle k ü ç ü k . Bir s ü r ü d ü k k â n ı olması J o h n D.
Rockfeller'in cimri o l m a s ı n a engel değildir.
«Evet a m a bu i n s a n l a r b u n u hak etmemiştir.»
«Ne demek 'hak e t m e m e k ' , p a r a y a bağlıdır bu
iş. Ö ğ r e n e c e k s i n k ü ç ü k . Onlar, elbette iyi insan
a m a , para da iyidir. Ç ö p e bir s ü r ü et atmışsın?»
«Onlar y a ğ ve d e r i parçaları.»
«Tarttıktan s o n r a kesip a t ı y o r s a n mesele y o k .
1. kurala uymalısın, t a m a m mı? Ö ğ r e n e c e k s i n k ü ­
çük.» Altın dişi a r t ı k p a r l a m ı y o r d u , ç ü n k ü d u d a k l a r ı
sıkı sıkı k a p a n m ı ş t ı M a r u l l o ' n u n .
Öfke ansızın s a r d ı Ethan'ı ve söylediklerine ken­
disi de şaşırdı: «Ben dolandırıcı değilim Marullo.»
«Kim d o l a n d ı r ı c ı ? Bu iyi bir iş, iyi iş de a y a k t a
kalabilen İş d e m e k t i r . Bay Baker'in e t r a f a bedava
ödüller dağıttığını d u y d u n mu hiç küçük?»
Ethan birden p a r l a d ı : «Beni dinleyeceksin!» B a ­
ğ ı r ı y o r d u : «Havvley'ler b u r a d a yüzyıldan beri y a ş ı ­
yorlar. Sen y a b a n c ı s ı n . Birşey b i l m i y o r s u n . K o m ş u ­
larımızla d a i m a iyi geçiniriz ve namusluyuz. Eğer,
ben Sicilya'dan g e l d i m , herşeyi değiştiririm diye d ü ­
ş ü n ü y o r s a n y a n ı l ı r s ı n . Beni k o v m a k istiyorsan y a p
hadi. Şimdi b u r a d a . . . Ve bana bir d a h a da k ü ç ü k
deme, y o k s a b u r n u n a bir y u m r u k atarım.»
M a r u l l o ' n u n dişi yeniden p a r l a d ı :
«Tamam t a m a m , sinirlenme s a n a iyilik o l s u n
diye söyledim.»
«Bana k ü ç ü k deme, ailem iki yüzyıldır b u r a d a
yaşar.» Ethan söylediğinin ne k a d a r ç o c u k ç a o l ­
d u ğ u n u n f a r k ı n a v a r d ı , ö f k e s i dağıldı.
«Çok iyi İngilizce k o n u ş a m ı y o r u m . Sen M a r u l l o
adının k ö t ü , aşağılık bir yerden geldiğini sanıyor­
s u n . Benim s o y u m , adım belki bin yıllık. M a r u l -
lus Romalıdır. Valerius M a x i m u s bile bizden söz-
eder. İki yüzyıl da neymiş?»
«Buralı değilsin.»
«İki yüzyıl ö n c e sen de b u r a l ı değildin.»
Ethan'm öfkesi g e ç m i ş t i , insanı kendi dışındaki
gerçeklerin sürekliliğinden k u ş k u y a d ü ş ü r e n bir d u y -

25
guyu f a r k e d i y o r d u . G ö ç m e n , y a b a n c ı ve seyyar s a ­
tıcı M a r u l l o , gözlerinin ö n ü n d e değişiyor, yüksek
alınlı, güçlü gaga burunlu ve korkusuz gözlerle b a ­
kan, sert omuzları üzerinde yükselen m a ğ r u r bir baş
t a ş ı y a n , Romalı bir c e n g â v e r e d ö n ü ş ü y o r d u .
Bu insanı ş a ş k ı n a çeviren bir keşifti ve insan
bilmek istiyordu : Eğer bunun f a r k ı n a v a r m a s a y d ı m
daha nicelerini de g ö r e m e y e c e k t i m ?
«Bu şekilde konuşmamalısınız» dedi y u m u ş a k ­
ça.
«İyi iş. Sana işi ö ğ r e t i y o r u m . 68 yıl y a ş a d ı m .
Karım ö l d ü . A r t i r l t i m var. C a n ı m a c ı y o r . Sana işi
g ö s t e r m e y e ç a l ı ş ı y o r u m . Belki de öğrenemezsin. Pek
ç o k kişi öğrenemez, iflas eder.»
«Halbire bunu söyleyip d u r m a y ı n ben de iflas
ettim.»
«Hayır hata y a p t ı n . Sana ö ğ r e t e c e ğ i m , kl bir
daha iflas etmeyeceksin.»
«Ne k ö t ü şan9 ki, bîr İşim bile yok.»
«Hâlâ çocuksun.»
Ethan : «Bak M a r u l l o , bu d ü k k â n ı senin İçin y ö ­
n e t i y o r u m . Defterleri t u t u y o r u m , parayı b a n k a y a ko­
y u y o r u m , malları ı s m a r l ı y o r u m . Müşterilere bakıyo­
r u m ve onlar y i n e geliyorlar. Bu iyi iş değil mi?» dedi.
«Elbette, birşeyler biliyorsun. A r t ı k sana k ü ç ü k
d e m i y e c e ğ l m ; ç ü n k ü kızıyorsun. Peki seni nasıl ç a ğ ı ­
r a c a ğ ı m ? Herkese k ü ç ü k d e r i m ben.»
«İsmimi kullanmayı dene.»
«Arkadaşça d e ğ i l , k ü ç ü k d a h a dostça.»
«Ama ciddî değil.»
«Ciddiyet a r k a d a ş ç a değildir.»
Ethan g ü l d ü : «Siz d e bir y a b a n c ı n ı n d ü k k â ­
nında t e z g â h t a r olsanız, ciddî olurdunuz, karınız ve
ç o c u k l a r ı n ı z için. Anladınız mı?»
«Cok yapmacık.»
«Şüphesiz öyle. G e r ç e k t e n ciddî olsaydım b u ­
nun üzerinde d ü ş ü n m e z d i m bile. B a b a m ı n ölmeden
ö n c e söylediği blrşey geldi a k l ı m a . Derdi ki, 'Haka­
r e t i n zekâ ve güvenle ilişkisi vardır. Yani birisine
piç dersen bu a n c a k annesinin kim o l d u ğ u n u iyice
bilemeyen biri için hakaret sayılır.' F a k a t Albert

26
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
Einstein'a nasıl h a k a r e t edebilirsiniz? Onun için is­
terseniz beni ' k ü ç ü k ' diye çağırabilirsiniz.»
«Gördün mü? K ü ç ü k d a h a arkadaşça.»
«Tamam anlaştık. İşin hangi t a r a f ı n ı becereme­
diğimi anlatacaktınız.»
«İş d e m e k para d e m e k t i r . Para dost değildir.
Belki sen ç o k iyi sevimli birisin küçük. A m a para
sevimli değildir. Paranın, daha ç o k p a r a d a n başka
d o s t u yoktur.»
«Bu çok anlamsız M a r u l l o . Bir sürü sevimli,
d o s t canlısı, şerefli işadamı tanıyorum.»
«Onlarla iş y a p m a d ı ğ ı n z a m a n öyledirler küçük.
Bunları ö ğ r e n e c e k s i n . A m a ö ğ r e n d i ğ i n d e ç o k geç
o l a c a k . D ü k k â n a iyi b a k ı y o r s u n küçük, a m a , eğer
burası senin d ü k k â n ı n olsaydı ç o k t a n batmıştın.
O k u l d a k i gibi g e r ç e k l e n ö ğ r e t m e k istiyorum sana.
H o ş ç a k a l küçük.» M a r u l i o kollarını sallayarak ön
kapıdan ç ı k t ı . Kapıyı ç e k i p k a p a d ı . Ethan d ü n y a y ı
kaplayan karanlığı hisetti
Ön kapıdan keskin metalik bir şeyin kapıya sür-
tülmesi gibi bir ses geldi.
Ethan perdeyi ç e k e r e k dışarı baktı ve s e s l e n d i :
«Üçe kadar kapalıyız.»
Yabancı yine de içeri girdi. Gelen ince yapılı,
asla genç o l m a m ı ş o m a d a i m a genç g ö r ü n e n , iyi
giyimli, saçlarını başına y a p ı ş t ı r m ı ş , gözlerinde ne­
şeli f a k a t huzursuz bir ifade taşıyan biriydi.
«Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Buradan
g e ç i y o r d u m . Sizinle yalnız g ö r ü ş m e k istedim. İhti­
yar hiç g i t m e y e c e k sandım.»
«'Marullo mu?»
«Evet. Sokağın karşı tarafındaydım.»
Ethan a d a m ı n t e r t e m i z ellerine b a k t ı , sol elinin
ü ç ü n c ü p a r m a ğ ı n d a k o c a m a n taşlı altın bir yüzük
vardı.
Yabancı bu b a k ı ş ı f a r k e t t i : «Çalıntı değil.» de­
di. «Geçen gece bir a r k a d a ş ı n ı z l a , tanıştım.»
«Evet?»
«Bayan Young-Hunt. M a r g i e Young-Hunt.»
«Öyle mi?»
Ethan y a b a n c ı n ı n d u y d u ğ u h u z u r s u z l u ğ u f a r k -

27
ediyordu. A d a m ilişki kurabilecek bir ç ı k ı ş , bir b a ğ
arıyordu.
«Sevimli bir kadın, Size ook ö n e m veriyor. Bu
yüzden d ü ş ü n d ü m k i . . . . A d ı m Biggers'dir. BBD ve D
şirketi için bu bölgeyi dolaşıyorum.»
«Biz Vvayland'dan alışveriş ederiz.»
«Biliyorum, bu nedenle geldim. Belki işinizi b i ­
raz b ü y ü l t m e k istersiniz diye d ü ş ü n d ü m . Biz bu
bölgede yeniyiz a m a ç a b u k gelişiyoruz. Müşteri
kazanmak için bazı avantajlar sağlayacağız. Siz de
b u n d a n yararlanabilirsiniz.»
«Bu konu için Bay M a r u l l a ile görüşmelisiniz.
VVayland'ın daimi müşterisidir.»
Yabancının sesi alçalmadı a m a daha içtenlikli
bir tavır a l d ı .
«Siparişi siz veriyorsunuz değil mi?»
«Evet öyle. Belki g ö r d ü n ü z M a r u l l o ' n u n a r t l r i t i
var, hasta. Üstelik b a ş k a işlerle de u ğ r a ş m a s ı ge­
rekiyor.»
«Fiyatları biraz düşürebiliriz.»
«Sanırım, Marullo fiyatları indirtebildiği k a d a r
İndirtir. Onunla görüşseniz daha iyi olur.»
«Bunu y a p m a k i s t e m i y o r u m . Siparişi verenle
g ö r ü ş m e k i s t i y o r d u m , o da sizsiniz.»
«Ben sadece tezgâhtarım.»
«Siparişi siz veriyorsunuz bay Havvley. Sizin
için % 5 indirim yaparım.»
«Kalite düşmediği sürece M a r u l l o böyle bir in­
dirimi kabul edebilir.
«Anlamıyorsunuz. Ben Marullo'yu i s t e m i y o r u m .
Bu y ü z d e b e ş nakit olacak. Çek y o k , kayıt yok,
vergicilerle bir sorun yok. Sadece temiz yeni bir yeşil
dolar benim elimden sizin elinize, sizden de cebi­
nize geçecek.»
«Peki bu indirimi neden Marullo'ya vermiyor­
sunuz?»
«Hesap meselesi.»
«Tamam. Diyelim ki ben (bu yüzde beşi aldım
ve M a r u l l o ' y a verdim?»
«Bu t i p a d a m l a r ı benim kadar t a n ı m ı y o r s u n u z .
Parayı ona verdiğinizde ne kadarını kendinize ayır-

28
dığınızı m e r a k edecektir. Ç o k d o ğ a l bir şey bu.»
Ethan sesini a l ç a l t t ı : «Hesabına ç a l ı ş t ı ğ ı m
a d a m ı a l d a t m a m ı istiyorsunuz yani?»
«Kim aldatılıyor? O hiç bir şey k a y b e t m e y e c e k ,
siz dolarlar kazanacaksınız. Herkesin para kazan­
m a y a hakkı var. M a r g i e sevimli biri o l d u ğ u n u söyle­
mişti.»
«Karanlık bir gün,» dedi Ethan.
«Hayır değil gölgelikleri indirmişsiniz.» Yabancı­
nın a r a ş t ı r a n zekâsı bir tehlike sezmişti. Peynir ko­
kusuyla kapan a r a s ı n d a kalan bir f a r e gibiydi. «Şöy­
le y a p a l ı m , siz bu k o n u y u d ü ş ü n ü n . Bizimle iş y a p ı p
y a p a m ı y a c a ğ ı n ı z a b a k ı n . İki h a f t a d a bir bu bölgeye
g e l i y o r u m , bir d a h a k i gelişimde size u ğ r a r ı m . İşte
kartım.»
Ethan elini (bile k ı p ı r d a t m a d ı . Biggers kartı buz­
dolabının üzerine k o y d u . «İşte yeni a r k a d a ş l a r için
k ü ç ü k bir hatıra» diyerek c e b i n d e n ayıbalığı deri­
sinden yapılmış pahalı ve zarif bir cüzdan ç ı k a r d ı .
Cüzdanı da kartın y a n ı n a k o y d u . «Küçük bir a r m a ­
ğan.» Ehliyetinizi, kimlik kartınızı koyarsınız.» dedi.
Ethan y a n ı t v e r m e d i .
«İki h a f t a y a kadar gelirim. D ü ş ü n ü n . M u t l a k a
geleceğim. M a r g i e ile randevum var.» Bir cevap ala­
m a y ı n c a , «Ben gidiyorum,» dedi, «yakında g ö r ü ş ü ­
rüz.» Birden Ethan'a iyice y a k l a ş t ı i «Aptallık etme,
herkes yapıyor,» dedi. «Herkes.» Ç a b u c a k dışarı
ç ı k t ı , kapıyı a r k a s ı n d a n sessizce k a p a d ı .
O sessiz k a r a n l ı k t a E t h a n , buzdolabının neon
ışığını ç a l ı ş t ı r a n t r a n s f o r m a t ö r ü n y a v a ş mırıltısını
d u y u y o r d u . Yavaşça raflara dizilmiş dinleyicilerine
döndü.
«Sizleri a r k a d a ş ı m s a n ı r d ı m . Bana y a r d ı m et­
mediniz. Kurabiyeler, istiridyeler, t u r ş u l a r artık size
unimus y o k . Saint Francis'i bir köpek ısırsa ya da
üzerine bir kuş pislese ne derdi a c a b a , merak edi­
y o r u m . T e ş e k k ü r e d e r i m bay köpek. Grazie t a n t o
sinyora kuş mu derdi?»
A r k a kapının sarsıldığını y u m r u k l a n d ı ğ ı n ı işitin­
ce ç a b u c a k o r a y a y ü r ü d ü . Bir y a n d a n da söyleni­
y o r d u : «Açık olsaydık bu k a d a r müşteri gelmezdi.»

29
umum

Joey M o r p h y boğazını t u t a r a k içeri daldı.


«Tanrı aşkına!» diye inledi. «Yardım et de bir
k o k a kola ver, y o k s a susuzluktan ö l e c e ğ i m . Burası
neden bu kadar karanlık. Yoksa gözlerim de mi
'bozuldu?»
«Gölgelikler kapalı. Susamış b a n k a c ı l a r ı n cesa­
retini k ı r m a k için.»
Buzdolabına giderek d o n m u ş bir şişe ç ı k a r d ı ,
kapağını a ç t ı , gene uzanarak bir de kendisi için
aldı.
«Ben de içsem iyi olacak.»
K o c a Joey b a r d a ğ a k o y m a d a n ö n c e şişenin ya­
rısını bir dikişte içti. «Hey! birisi hazinesini unut­
muş.»
Cüzdanı a l d ı .
«BBD ve D şirketinden k ü ç ü k bir hediye. Bi­
zimle iş y a p m a k istiyorlar.»
«Akıllı a d a m l a r m ı ş . B u n a kalite derler oğlum.
Adının ıbaş harflerini yazmışlar üzerine, hem de al­
tından.»
«Sahi mi?»
«Bilmiyor m u s u n yani.»
«Birkaç d a k i k a ö n c e bıraktı adam.»
Joey deri cüzdanı a ç a r k e n , «Bu işe girişsen iyi
olur.» dedi. Cüzdanın a r k a kısmını a ç t ı :
«İşte buna düşüncelilik derim.» İki p a r m a ğ ı y l a
t u t t u ğ u yeni bir yirmi dolarlığı sallıyordu.
«Saldırıya geçtiklerini d u y m u ş t u m a m a tank­
larla geleceklerini b i l m i y o r d u m . H a t ı r l a m a y a değer
bir hatıra bu.»
«Para o r a d a mıydı?»
«Ben mi k o y d u m sandın?»
«Joey seninle k o n u ş m a k i s t i y o r u m . A d a m o n ­
larla y a p a c a ğ ı m her iş için yüzde beş önerdi.»
«Vay vay, s o n u n d a refaha k a v u ş a c a k s ı n . Ap­
t a l c a bir öneri de değil. Kolaları hazırlamalısın. Bu
senin günün.»
«Bu parayı a l a c a ğ ı m ı söylemek istemiyorsun
herhalde.»
«Neden a l m a y a c a k m ı ş s ı n ? Bu parayı fiyatlara
eklemeyeceklerse kim kaybeder?»

30
«Adam, M a r u l l o ' y a söylersem o n u n , benim ne
kadar a l d ı ğ ı m ı m e r a k edeceğini söyledi.»
«Doğru söylemiş. Ne oldu sana Hawley? Sanı­
rım ışıktan yeşil g ö r ü n ü y o r s u n , ben de yeşil m i y i m ?
Bu öneriyi geri çevirmeyi d ü ş ü n m ü y o r s u n değil mi.»
«Adamın a r k a s ı n d a n bir t e k m e a t m a m a k için
kendimi zor tuttum.»
«Sahi mi? Sen ve dinozor.»
«Herkesin y a p t ı ğ ı n ı söyledi.»
«Herkesin eline böyle f ı r s a t geçmez. Sen şans­
lılardan birisin.»
«Dürüstlüğe sığmaz bu.»
«Neden? Kim incinecek ki? K a n u n a karşı da
değil.»
«Sen olsan alır miydin?»
«Almak? o t u r u p dua bile e d e r d i m . Benim işim­
de b ü t ü n k a ç a m a k l a r ı t ı k a m ı ş l a r . A s l ı n d a bir b a n ­
kada y a p a b i l e c e ğ i m t ü m işler y a s a y a aykırıdır, tabii
banka müdürü olmadığın sürece. A n l a y a m ı y o r u m
neden ç e k m i y o r s u n ? Bu işi birisinin elinden olsay­
dın pek d o ğ r u o l m a z d ı , a m a öyle y a p m ı y o r s u n . O n ­
lara bir iyilik y a p a c a k s ı n , karşılığını iyilikle ödeye­
cekler, yeşil ince bir iyilikle. Deli o l m a . Düşünmen
gereken karın ve ç o c u k l a r ı n var. Ç o c u k l a r ı n b ü y ü ­
mesi ucuza olmuyor.»
«Gitmeni İstiyorum.»
Joey M o r p h y boşalmış şişeyi s e r t ç e t e z g â h a
koydu.
«Bay Havvley. Hayır, Bay Ethan Hawley.»dedi
soğuk bir sesle. «Eğer d ü r ü s t o l m a y a n b i r iş y a p a ­
bileceğimi ve size de y a p m a n ı z ı önerdiğimi s a n ı ­
yorsanız a m a n bana ne, kendinizi yiyip durun»
Joey d e p o y a d o ğ r u y ü r ü d ü .
«Onu d e m e k istemedim. Yemin ederim o n u de­
m e k İstemedim Joey. B u g ü n iki kez şok g e ç i r d i m
ve bu k o r k u n ç bayram.»
M o r p h y d u r d u : «Ne d e m e k istedin? A h ! evet
p n l a d ı m , a n l a d ı ğ ı m a inanıyorsun değil mj?
«Her yıl, ç o c u k l u ğ u m d a n bu y a n a , g i t t i k ç e kö­
tüleşiyor, ç ü n k ü , ç ü n k ü belki de a n l a m ı n ı daha faz­
la k a v r ı y o r u m . O sözler k u l a ğ ı m d a çınlıyoı 'lama
s a b a c h thani'.»
31
«Biliyorum Ethan, b i t m e k üzere. Yakında bite­
cek. Birden patlayıverdiğimi, kızdığımı unut e mi?»
Demir y a n g ı n çanı çaldı — bir tek vuruş.
«İşte bitti» dedi k o c a Joey, «bitti, bir yıl için
bitti.»
Sessizce d ü k k â n d a n ç ı k t ı , a r k a s o k a k kapısını
y a v a ş ç a kapadı.
Ethan gölgelikleri kaldırdı ve d ü k k â n ı yeniden
a ç t ı ; f a k a t fazla satış o l m a d ı . Birkaç şişe süt ve ek­
mek, bir kilo pirzola ve b a y a n Borcher'e de ç o r b a
y a p m a s ı için bir kutu bezelye sattı. S o k a k l a r d a bile
insan y o k t u . Saat a l t ı d a n önceki y a r ı m saat içinde
Ethan d ü k k â n ı k a p a t m a k için hazırlanırken kimse­
ler gelmedi. Dükkânı kilitleyip yola d ü ş t ü .
Fakat eve g ö t ü r e c e ğ i şeyler o l d u ğ u n u h a t ı r l a ­
y ı n c a geri d ö n d ü , a l d ı k l a r ı n ı iki büyük t o r b a y a koy­
du ve d ü k k â n ı yeniden kilitledi.
Sahil y o l u n a inip doklara ç a r p a n gri dalgaları
seyretmek denizin k o k u s u n u d u y m a k v e ş a m a n d r a
üzerinde rüzgâra karşı d u r m u ş martıyla k o n u ş m a k
istiyordu. M a r t ı l a r ı n sarmal uçuşları karşısında he­
y e c a n l a n ı p yazılmış bir şiiri hatırladı. Şiir şöyle baş­
lıyordu : «Oh m u t l u kuş seni böylesine heyecan­
landıran şey nedir?» Şiiri yazan kadın bu s o r u n u n
cevabını asla b u l a m a m ı ş , belki de b u l m a k isteme­
mişti. Tatilin yiyecekleriyie dolu a ğ ı r t o r b a l a r y ü ­
rüme hevesini k a ç ı r d ı . Ethan ağır ağır yürüyerek
a n a caddeyi g e ç t i , Karaağaç sokağı b o y u n c a eski
Havvley evine d o ğ r u ilerledi.

ÎKÎNCÎ BÖLÜM

M a r y m u t f a k t a n gelip kocasının elindeki ağır


t o r b a l a r d a n birini aldı.
«Anlatacak bir s ü r ü şey var. Sabırsızlanıyo­
rum.»
Ethan karısını ö p t ü . M a r y k o c a s ı n ı n d u d a k l a ­
rını hissetti.

82
«Ne oldu?» M a r y s o r d u .
«Biraz yorgunum.»
«Ama üç saat kapalıydı dükkân.»
«Yapacak bir sürü işim vardı.»
«Umarım kederli değilsindir?»
«Kederli bir gündü.»
«Çok güzel bir g ü n d ü . Neler neler oldu.»
«Çocuklar nerede?»
«Yukarıda r a d y o n u n başındalar. Onların da sa­
na söyleyecekleri ıbir şey var.»
«Bir s o r u n mu çıktı?»
«Neden bunu s o r d u n şimdi?»
«Ne bileyim.»
«Boşver, iyiyim.»
«Bir s ü r ü güzel şey a n l a t a c a ğ ı m a m a , yomek-
t e n s o n r a . Ş a ş ı r a c a k s ı n t a m a m mı?»
Ailen ve M a r y Ellen u ç a r a k merdivenlerden
inip m u t f a ğ a daldılar. «Gelmiş!» diye bağırıştılar.
«Baba d ü k k â n d a Peeks v a r mı?»
«O ç o r b a d a n m ı , evet var Ailen.»
«Birkaç tane getirseydiniz keşke. Üzerinde f a r e
resmi var, hani kesip m a s k e yapılıyor.»
«Fare maskesi t a k m a k için biraz yaşlı sayılmaz
mısın?»
Ellen, «Kutunun k a p a ğ ı n ı ve on sent yollaymca
karından k o n u ş m a aleti g ö n d e r i y o r l a r m ı ş . Şimdi
r a d y o d a n duyduk.» d e d i .
M a r y «Babanıza ne y a p m a k istediğinizi anlatın
haydi.» dedi.
«Biz Ulusal A m e r i k a ' y ı S e v i y o r u m yarışmasına
katılacağız. Birincilik ö d ü l ü VVashington'a gitmek ve
b a ş k a n l a t a n ı ş m a k . A n n e - b a b a l a r l a birlikte. Bir s ü r ü
b a ş k a ödül de var.»
«Güzel» dedi Ethan, «Ne y a p m a n ı z gerekiyor?»
«Yarışmayı Hearst gazetesi açtı.» Ellen bağırdı:
«Tüm ülkede yapılıyor. Sadece A m e r i k a ' y ı niçin sev­
diğinizi a n l a t a n bir yazı y a z a c a k s ı n ı z . Bütün k a ­
zananlar televizyona çıkacak.»
«Fıstık gibi iş!» dedi Ailen, «VVashington'a git­
mek, otelde kalmak, gösteriler, b a ş k a n l a tanışmak.
Şahane bir fırsat.»

33
«Dersleriniz ne olacak?»
«Yarışma yazın. Kazananları T e m m u z ' ı m 4'ün-
de ilan edecekler.»
«O z a m a n o l d u . Gerçekten Amerika'yı mı sevi­
yorsunuz, y o k s a ödülleri mi?»
«Aman Ethan,» dedi Mary, «heveslerini kırma
çocukların.»
«Ben s a d e c e ç o r b a y ı f a r e maskesinden ayır­
m a k i s t e d i m , hepsini birbirine karıştırıyorlar.»
«Baba nereye bakalım dersiniz?»
«Bakmak?»
«Tabii başkaları böyle söylüyor.»
«Büyükbabanızın babasının ç o k güzel kitapları
v a r d ı , t a v a n a r a s ı n d a olacak.»
«Neler var?»
«Lincoln'un, Daniel Webster'in ve Henry Clay'
İn n u t u k l a r ı var. T h o r e a u ' n u n , W a l t W h i t m a n ya da
Emerson'un kitaplarına da bakabilirsiniz. M a r k
Twain'e tabii. Hepsi y u k a r ı d a olacak.»
«Sen bu kitapları o k u m u ş m u y d u n baba?»
«Kitaplar d e d e m i n d i , bazen bana da okurdu.»
«Belki b i z i m yazımıza da y a r d ı m edersiniz.»
«O z a m a n sizin olmaz kl.»
«Tamam,» dedi Ailen. «Eve birkaç Peeks getir­
meyi unutmazsınız değil mi? Demir ve v i t a m i n var
onda.»
« U n u t m a m a y a çalışırım.»
«Sinemaya gidebilir miyiz?»
M a r y , «Hani y u m u r t a l a r ı boyayacaktınız?» de­
d i . «Şimdi k a y n a t ı y o r u m y e m e k t e n s o n r a b a l k o n a
çıkarsınız.»
«Yukarı ç ı k ı p o k i t a p l a r a bakabilir miyiz?»
«Işığı k a p a m a y ı u n u t m a z s a n ı z t a b i i . Geçen se­
fer bir h a f t a y a n m ı ş t ı ışığı. Sen u n u t m u ş t u n Ethan.»
dedi M a r y .
Çocuklar gidince, «Yarışmaya k a t ı l a c a k l a r ı n a
sevinmedin mi?» d e d i .
«Sevindim t a b i i , u m a r ı m becerirler.»
«Anlatmadan duramayacağım. Margie bugün
iskambil falı b a k t ı , hem de üç kere, ç ü n k ü dahp

34
ö n c e hiç böyle bîr şey g ö r m e m i ş . Üç kere. K a r t l a ­
rın dizilmesini ben de gördüm.»
«Aman Tanrım.»
«Hepsini d u y u n c a bu k a d a r ş ü p h e etmeyecek­
sin. Her z a m a n uzun boylu esmer y a b a n c ı l a r l a d a l ­
ga geçersin. Ne hakkında o l d u ğ u n u t a h m i n bile
edemezsin. Evet, hadi t a h m i n et.»
Ethan, «Mary seni u y a r m a k istiyorum,» d e d i .
«Uyarmak? Niçin? Daha b i l m i y o r s u n bile. Be­
nim geleceğim sensin.»
Ethan dişlerinin a r a s ı n d a n bir şeyler söyledi.
«Ne dedin?»
«Kurnaz m u h b i r dedim.»
«Bu senin f i k r i n . Kartlar öyle söylemiyor, üç
kere a ç t ı kartları.»
«Kartlar d ü ş ü n ü y o r mu?»
«Biliyor,» dedi Mary «Benim falıma baktı
ve hep senin h a k k ı n d a k o n u ş t u . Bu k a s a b a n ı n en
önemli a d a m l a r ı n d a n biri o l a c a k s ı n . İyi dinle, en
önemli ve bu kısa sürede o l a c a k . Çok y a k ı n d a . Aç­
tığı her kâğıt, p a r a g ö s t e r d i . Çok p a r a . Zengin ola­
caksın.»
«Sevgilim» dedi Ethan «Lütfen, seni u y a r m a l ı y ı m
lütfen.»
«Bir y a t ı r ı m yapacaksın.»
«Neyle?»
«Ağabeyimden kalan parayı düşündüm.»
«Hayır!» Ethan b a ğ ı r ı y o r d u . «O p a r a y a d o k u n ­
m a m . O senin. Ve senin o l a r a k kalacak. Bunu sen
mi d ü ş ü n d ü n y o k s a »
«İma bile e t m e d i . K a r t l a r d a T e m m u z ' d a Ibir y a ­
t ı r ı m y a p a c a ğ ı n ı g ö s t e r d i . S o n r a a r d a r d a gelecek.
Biri bitince diğeri .başlayacak. Ne hoş değil mi? Ay­
nen şöyle d e d i : 'Ethan senin geleceğindir. Çok
zengin biri o l a c a k ve b u r a n ı n belki de en b ü y ü k
a d a m ı olacak!'.»
«Allah kahretsin o k a d ı n ı , b u n a h a k k ı yok.»
«Ethan!»
«O kadının ne y a p m a y a çalıştığının f a r k ı n d a
mısın? Sen ne y a p t ı ğ ı n ı n f a r k ı n d a mısın?»
«Kendimin iyi bir k o d ı n , M a r g i e ' n i n de iyi bir

35
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
arkadaş olduğunun farkındayım. Ve çocukların du­
yabileceği bir t a r t ı ş m a y a p m a k i s t e m i y o r u m . Mar-
gie Young-Hunt en iyi a r k a d a ş ı m . O n d a n hoşlan­
madığını biliyorum. Arkadaşlarımı kıskanıyorsun,
bildiğim bu. Güzel bir g ü n geçirdim ve sen b u n u
b o z m a k i s t i y o r s u n . Hiç hoş değil.» M a r y ' n i n yüzü
d u y d u ğ u hayal kırıklığından ve ö f k e d e n ö t ü r ü kıp­
kırmızı kesilmişti. Hayal k u r m a s ı n a engel olan ko­
casına karşı hınç doluydu.
«Sen burada otur Bay a f a c a n ve herkesi hır­
pala. Hepsini Margie'nin u y d u r d u ğ u n u s a n ı y o r s u n .
Hayır efendim; kartları üç kez ben kestim. Hem
M a r g i e uydursa bile, biraz y a r d ı m , d o s t l u k ve ne­
z a k e t t e n başka ne a m a c ı olabilir ki? Söyle bana
bay a f a c a n , sen aptalca bir neden b u l m u ş s u n d u r
nasılsa.»
«Keşke bilebilseydim,» dedi Ethan. «Su katıl­
m a m ı ş bir k ö t ü l ü k o n u n k i . İşi y o k , kocası y o k .
Hainlik ediyor.»
M a r y sesini alçalttı ve aşağılayan bir t a v ı r l a :
«Kötülükten söz ediyorsun, a m a sen a n c a k y ü ­
zünün ortasına t o k a t gibi ç a r p a n k ö t ü l ü ğ ü f a r k -
edersin. M a r g i e ' n i n neler çektiğini biliyor m u s u n ?
B u r a d a o n u n peşinde koşan bir sürü a d a m var.
Evli a d a m l a r ı s r a r ediyorlar, fısıldıyorlar. Bazen
nereye k a ç a c a ğ ı n ı bile bilmiyor. Bu yüzden ıbana,
bir kadın a r k a d a ş a ihtiyacı var. Bana neler a n l a t t ı .
Kesinlikle i n a n m a z s ı n . Bazı erkekler t o p l u m için­
deyken o n d a n h i ç h o ş l a n m ı y o r m u ş gibi d a v r a n ı p ,
gece gizlice evine gidip onu arıyorlarmış. T u t u c u
erkekler sürekli o l a r a k y ü k s e k a h l a k t a n söz edip
s o n r a bunları y a p a r l a r . Sen hâlâ k ö t ü l ü k t e n söz
et.»
«Onların k i m l e r o l d u ğ u n u söyledi mi?»
«Hayır s ö y l e m e d i . İşte bu da başka bir kanıt.
M a r g i e kendisini kırsalar bile kimseyi incitmek ni­
yetinde değil. Dediğine g ö r e , hele birisi varmış,
asla i n a n m a z m ı ş ı m . Bana adını söyleseymiş, saç­
larım b i r d e n b e m b e y a z kesilirmiş.»
Ethan d e r i n bir s o l u k a l d ı , az s o n r a , rahat­
lamış olarak s o l u ğ u n u b ı r a k t ı .

36
«Kim o l d u ğ u n u bilmek isterdim,» dedi M a r y ,
«Söylediğine g ö r e ç o k y a k ı n d a n t a n ı d ı ğ ı m ı z ve
i n a n m a y a c a ğ ı m ı z biriymiş.»
«Belki bazı şartlar a l t ı n d a söyleyebilir,» dedi
Ethan y u m u ş a k bir sesle.
«Zorlanırsa söyler. Kendisi söyledi, belki o n u ­
ru ve n a m u s u üzerine y e m i n edilirse Sence kim
olabilir?»
«Galiba biliyorum.»
«Biliyor m u s u n ? Kim?»
«Ben!»
Mary'nin ağzı bir karış a ç ı l d ı . «Ah seni ap­
tal!» dedi. «Dikkat etmezsem beni hep t u z a ğ a d ü ­
ş ü r ü r s ü n . A m a bu d ü ş ü n ü p d u r m a k t a n daha iyi.»
«Benim sevgili k e d i m , karısının en y a k ı n ar­
kadaşıyla karıştırdığı haltları itiraf eden birine her­
kes poposuyla güler.»
«Çok kötü konuşuyorsun.»
«Belki de erkeklerin inkâr etmeleri gerekir.
Hiç değilse karılarını k u ş k u l a n d ı r m a k o n u r u n a eri­
şirler. Sevgilim t ü m kutsal şeylerim üzerine y e m i n
ederim ki ne sözcüklerle ne de davranışlarımla
M a r g i e Young-Hunt'a a s ı l m a d ı m . Suçlu o l d u ğ u m a
inanıyor musun?»
«Ah sen!»
«Beni yeterince iyi, arzu edilebilir biri o l a r a k
g ö r m ü y o r s u n . B a ş k a bir deyişle, sınavı veremedim
galiba.»
«Şakayı severim bilirsin, a m a bu k o n u d a be­
nimle şaka etme. Umarım ç o c u k l a r ortalığı d a ğ ı l ­
mamışlardır. Aldıklarını yerine koymazlar hiç.»
«Bir kez d a h a a n l a t a y ı m güzel k a r ı c ı ğ ı m . A d ı ­
nın baş harfleri M Y H o l a n tanıdık ıbir k a d ı n , yal­
nız kendisinin bildiği nedenlerle e t r a f ı m a bir s ü r ü
tuzak k u r d u . Bu t u z a k l a r d a n birine düşme tehli­
kesi içindeyim.»
«Neden talihini d ü ş ü n m ü y o r s u n ? Kartlar üç kez
T e m m u z dedi. Ben g ö r d ü m . Paran olacak, ç o k p a ­
ran. Bunu düşün.»
«Parayı bu denli çok mu seviyorsun güzelim?»
«Parayı sevmek mi? Ne demek istiyorsun?»

37
«Parayı, b ü y ü c ü l ü k sihirbazlık falcılık gibi k a ­
ranlık işlere u m u t b a ğ l a y a c a k k a d a r mı seviyor­
sun?»
«Sen başladın! Sen söyledin! Sözcüklere sak­
l a n m a n a izin v e r m e y e c e ğ i m . Parayı seviyor mu­
y u m ? Hayır s e v m i y o r u m a m a , kaygıyı, y o k s u l l u ğ u
da s e v m i y o r u m . Bu k a s a b a d a b a ş ı m ı dik t u t m a k
i s t i y o r u m . Ç o c u k l a r ı m ı n diğer ç o c u k l a r k a d a r iyi
giyinmedikleri için ezilmelerini i s t e m i y o r u m . Başım
dik olsun istiyorum.»
«Yani para başını dikleştirecek mi?»
«Senin, o kutsal a t a l a r ı n a alayla b a k a n yüz­
lerdeki a n l a m değişir hiç değilse.»
«Kimse Havvley'lerle alay edemez.»
«Sen öyle san. G ö r m ü y o r s u n bile.»
«Bunu g ö r m e k için b a k m a d ı ğ ı m d a n herhalde.»
«Kutsal Havvley'lerini bana karşı kullanıyor­
sun.»
«Hayır sevgilim. A r t ı k onları silah olarak kul­
l a n m a k t a n vazgeçtim.»
«Buna sevindim. Bu k a s a b a d a ya da b a ş k a
bir y e r d e o l s u n , isterse Havvley olsun bir t e z g â h ­
t a r d a i m a tezgâhtardır.»
«Başarısızlığım için beni suçluyor musun?»
«Hayır, tabii ki s u ç l a m ı y o r u m . A m a d u r u m u n u
kabullenip o t u r d u ğ u n için seni s u ç l u y o r u m . O eski
m o d a , küf t u t m u ş düşüncelerin o l m a s a b u d u r u m ­
d a n kurtulabilirsin. Herkes sana gülüyor. Parasız
bir beyefendi hiç bir işe yaramaz.» M a r y söylediği
şeyin anlamını k a v r a y ı n c a utandı ve s u s t u .
«Üzgünüm.» dedi Ethan. «Bana bir şey ö ğ r e t ­
t i n . Belki de üç şey. A s l a varlığına i n a n ı l m a y a n üç
şey, gerçek, olasılık ve m a n t ı k . Servetimi b a ş l a t a ­
c a k parayı nerden b u l a c a ğ ı m ı biliyorum şimdi.»
«Nereden bulacaksın?»
«Banka soyacağım.»
O c a ğ ı n üzerindeki saatin çanı ç a l m a y a başla­
d ı . M a r y , «Gidip ç o c u k l a r ı çağır. Yemek hazır. İşı­
ğı kapatmalarını söyle.» dedi. Kocasının a y a k ses­
lerini dinledi.

38
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

K a r ı m , M a r y ' i m , bir d o l a b ı n kapağını nasıl k a ­


patırsanız öyle u y k u y a dalar. Çok z a m a n o n u
kıskançlıkla seyretmişimdir. Güzel v ü c u d u bir ko­
zanın İçine g i r m e k i s t e r c e s i n e kıvrılır. Önce içini
çeker s o n r a gözleri k a p a n ı r ve d u d a k l a r ı eski Yu­
nan tanrılarına özgü k u s u r s u z ve geniş b i r g ü l ü m ­
semeyle kaplanır. B ü t ü n gece b o y u n c a g ü l ü m s e r .
Nefesi b o ğ a z ı n d a n bir kedinin mırıltısı gibi ç ı k a r .
Bir saniye içinde ateşi yükselir, öyle ki, ısısını f a r k -
e d e r i m , s o n r a ateşi düşer ve k a r ı m u z a k l a r a gider.
Nereye gittiğini b i l m e m . Düş g ö r m e d i ğ i n i söyler.
A m a g ö r ü r t a b i i . Bunun a n l a m ı , d ü ş l e r i n i n ö n e m ­
siz o l u ş u d u r ya da öyle rahatsız e d i c i d i r ki d ü ş ü ,
u y a n m a d a n ö n c e unutuverir. Uykuyu sever k a r ı m
ve uyku karşılar o n u . Ben de o n u n gibi o l m a y ı is­
t e r d i m . Uykuyla savaşırım b e n , bir y a n d a n da u y u ­
mayı arzu e d e r i m .
Sanırım a r a m ı z d a k i f a r k b u , M a r y ' i m s o n s u ­
za d e k y a ş a y a c a ğ ı n ı düşler öyle ki, bu y a ş a m d a n
b a ş k a bir y a ş a m a , u y k u d a n u y a n ı k l ı ğ a geçebildiği
kadar rahat geçebileceğini sanır. B u n u t ü m v ü c u ­
duyla bilir. Bildiği için de nasıl nefes almayı d ü ­
şünmezse bunu da d ü ş ü n m e z . Bu y ü z d e n , M a r y '
nin u y u m a y a , dinlenmeye, kısa bir s ü r e için de olsa
y o k o l m a y a , zamanı var.
Öte y a n d a n b e n , iliklerime v e kemiklerime k a ­
dar bilirim ki g ü n ü n birinde, er ya da geç y a ş a ­
m ı m n o k t a l a n a c a k . İşte bu yüzden uykuyla s a v a ­
ş ı y o r u m , o n a kul köle o l u y o r u m ve h a t t â gelmesi
için hilelere b a ş v u r u y o r u m . Uyku zamanı benim
için büyük acı ve ıstırap kaynağıdır. Bunu biliyo­
r u m , ç ü n k ü şimdi u y a n d ı m ve o ezilmeyi hissedi­
y o r u m . U y k u l a r ı m d a ç o k hareketli v a k i t g e ç i r i r i m .
Rüyalarım, o g ü n olan olayların a r t ı k s a ç m a bir
hal a l m ı ş o l a n t e k r a r l a n d ı r . Boynuzlar ve hayvan
maskeleri t a k m ı ş d a n s e d e n a d a m l a r gibi. M a r y '
den ç o k d a h a a z u y u r u m . M a r y d a h a ç o k u y k u y a

39
g e r e k s i n i m i o l d u ğ u n u söyler. Ben de daha az u y k u y l a
yetinebileceğimi kabul e d e r i m . Sadece v ü c u t t a yiye­
c e k l e r d e n alınan ve d e p o l a n a n pek ç o k enerji vardır.
Kimi bunu hemen kullanır. Çocukların şeker yemeleri
gibi. Ya da ç o c u k l a r ı n şekeri k â ğ ı d ı n d a n yavaş y a ­
vaş ç ı k a r m a l a r ı gibi y a v a ş yavaş kullanılabilir. Şe­
kerinin yarısını saklayıp böylece u z u n c a bir süre
şekerlerini b i t i r m e y e n k ü ç ü k kızlar vardır.
M a r y sanırım benden uzun y a ş a y a c a k . S o n ­
ra kullanmak için h a y a t ı n ı n bir b ö l ü m ü n ü s a k l ı y o r
ç ü n k ü . Neden pek ç o k kadının erkeklerden uzun
yaşadığı üzerinde d ü ş ü n ü l m e l i .
Kutsal C u m a d a i m a rahatsız etmiştir beni. Ço­
c u k k e n de ç a r m ı h a gerilmenin ıstırabına değil, çar­
m ı h t a k i insanın içini k a v u r a n yalnızlığına derin bir
keder d u y a r d ı m . N e w England'lı büyük h a l a m De-
borah'ın beynime çivi gibi çakılan kuru bir sesle
o k u d u ğ u M a t t h e w b ö l ü m ü n ü n İçime yerleştirdiği bu
kederi asla u n u t m a d ı m . Belki bu yıiki d a h a da kö­
t ü y d ü . Hikâyeyi a l ı p t a n ı m l a m a y a çalışıyoruz. B u ­
gün M a r n i l o bana birşey ö ğ r e t t i , b ö y l e c e ben bel­
ki de ilk kez, t i c a r e t i n doğasını a n l a d ı m . Hemen
a r d ı n d a n ilk rüşvet önerisini aldım. Bu y a ş t a bu
sözü k u l l a n m a k biraz t u h a f a m a bu t ü r b a ş k a bir
olay h a t ı r l a m ı y o r u m . M a r g i e Young-Hunt h a k k ı n d a
düşünmeliyim. O bir şeytan mı? Niyeti nedir? De­
diklerini y a p m a l ı y m ı ş ı m , kabul etmezsem sonu kö­
tü o l u r m u ş diye gözdağı verdi b a n a . Bir e r k e k y a ­
şamını düşünebilir m i , y o k s a bir izleyici o l a r a k ya­
şayıp gitmeli midir? Pek çok gece y a n ı b a ş ı m d a
uyuyan Mary'imin mırıltılarını dinleyerek uyanık
y a t t ı m . Karanlığa b a k a r s a n ı z gözlerinizin ö n ü n d e
kırmızı benekler uçuşur ve zaman uzar. M a r y uy­
k u s u n u öyle sever ki beni kaşıntılar t u t s a bile o n u
u y a n d ı r m a m a k için k ı m ı l d a m a m . Eğer y a t a k t a n ç ı -
k a r s a m uyanır. Ve kaygılanır. Ç ü n k ü uykusuzluk
h a k k ı n d a (bildiği t e k sebep hastalıktır. Hasta o l d u ­
ğ u m u sanır.
Bu gece kalkıp dışarı ç ı k m a m gerekiyor. So­
luması hafif mırıltılı ç ı k ı y o r d u ve d u d a k l a r ı n d a k i o

40
yüz yıllık g ü l ü m s e m e y i g ö r e b i l i y o r d u m . Belki de ser­
vetimizi, k a z a n a c a ğ ı m parayı g ö r ü y o r d u rüyasın­
da. Mary gurur duymak istiyordu.
Bir e r k e ğ i n özel bir y e r d e d a h a iyi d ü ş ü n e c e ­
ğine inanması biraz gariptir. Benim böyle bir ye­
rim var. Her z a m a n d a vardı a m a o r a d a d ü ş ü n m e ­
diğimi, sadece hissettiğimi, h a t ı r l a d ı ğ ı m ı ve de­
nediğimi bilirim. Güvenli bir yerdir. Böyle bir yeri
o l d u ğ u n u söyleyen hiç kimseyle k a r ş ı l a ş m a d ı m a m a
yine de herkesin bir yeri o l m a l ı . Bazen uyuyan b i ­
rini normal bir hareket u y a n d ı r m a z d a , sessiz­
ce yapılan u f a c ı k bir k ı m ı l d a n m a bile uyandırır.
Uyuyan zihinlerin b a ş k a l a r ı n ı n d ü ş ü n c e l e r i n i b i l m e k
istediklerine dair bir inanç t a ş ı r ı m . Banyoya gidip
o r a d a kalmayı d ü ş ü n d ü m , b u n u b a ş a r ı n c a d a kalk­
t ı m , banyoya g i t t i m . Sonra elbiselerimi de t a ş ı y a ­
rak sessizce a ş a ğ ı y a indim. M u t f a k t a giyindim.
M a r y b a ş k a l a r ı n ı n , o l m a y a n dertlerini paylaştığımı
söyler. Belki öyledir a m a m u t f a ğ ı n loş ışığında o l a ­
bilecek, olası bir o y u n u g ö r e b i l d i m . M a r y u y a n m ı ş
ve y ü z ü n d e üzüntülü bir i f a d e ile evi d o l a ş a r a k be­
ni arıyor. Kesekâğıdının üzerine bir n o t y a z d ı m :
«Sevgilim, biraz h u z u r s u z u m , y ü r ü y ü ş e çıkıyoru'm;
hemen döneceğim.» M u t f a k m a s a s ı n ı n t a m o r t a s ı ­
n a k o y d u m n o t u . Böylece M a r y m u t f a ğ ı n ışığını y a ­
k a c a k olursa ilkin kâğıdı g ö r e b i l e c e k t i .
A r k a kapıyı y a v a ş ç a a ç t ı m v e havayı t a t t ı m .
Hava serin ve k u r u y d u . P a l t o m a s a r ı n d ı m , b a ş ı ­
ma da k u l a k l a r ı m a k a d a r bir denizci şapkası ge­
ç i r d i m . Elektrikli saat çaldı, üçü çeyrek g e ç i y o r d u .
K a r a n l ı k t a kırmızı b e n e k l e r i saat on birden bu y a n a
izliyormuşum d e m e k ki.
Bizim k a s a b a , New B a y t o w n , yakışıklı ve yaşlı
bir kasabadır. A m e r i k a ' n ı n t ü m kasabaları içinde de
en temiz ve düzenli o l a n l a r ı n d a n biridir. Buraya ilk
yerleşenlerin ve benim a t a l a r ı m ı n , Elizabeth dev­
rinde A v r u p a ' n ı n toaşağrısı olan o k a v g a c ı , huzur­
suz, hileci, a ç g ö z l ü denizcilerin oğulları o l d u k l a ­
rına i n a n ı y o r u m . Cromwell devrinde Batı Hint ada­
larını ele geçirmişler ve s o n u n d a kuzey kıyısına
yerleşerek t a h t ı n a geri d ö n e n Charles S t u a r t ' t a n

41
imtiyazlar a l m ı ş l a r d ı . Birbiriyle asla b a ğ d a ş a m a z
olan k o r s a n l ı k ve püritenüği birleştirmişlerdi. İkisi
de b a ş k a l d ı r m a k t a n h o ş l a n m a z ve ikisinin de baş­
kasının m a l ı n d a m ü l k ü n d e gözleri vardır. Birleşe­
bildikleri yerlerde sert ve geçimsiz bir s ü r ü may­
m u n ürettiler. Ben o n l a r ı biliyorum, ç ü n k ü b a b a m
ö ğ r e t t i . B a b a m a m a t ö r ruhlu tarihî b i r a d a m d ı . V e
d a i m a d i k k a t e t m i ş i m d i r : tarihî kişiler başkalarını
kalitesizlikleri y ü z ü n d e n kutlarlar. B a b a m nazik,
k ü l t ü r l ü , ö ğ ü t dinlemesini sevmeyen, bazen de t a m
a p t a l g ö r ü n ü ş l ü biriydi. T e k başına arazileri, p a r a y ı ,
saygınlığını ve geleceğini kaybetti. Allen'lerin ve
Hawley'lerin foiriktirebildikleri herşeyi yani. Sadece
isim kaldı. Z a t e n b a b a m ı ilgilendiren d e a d d a n
b a ş k a bir şey değildi. B a b a m b a n a «Miras dersleri»
adını verdiği dersler v e r i r d i . Bu yüzden eskiler hak­
k ı n d a ç o k şey bilirim.. Belki de bunun için Hawley'
lere ait olan bir b l o k t a k i Sicilyalı b a k k a l d ü k k â n ı n ­
da t e z g â h t a r l ı k y a p ı y o r u m . Keşke b u n a bu kadar
içerlemesem. Bizi silip s ü p ü r e n geçirdiğimiz b u n a ­
lımlar ya da zor z a m a n l a r değildi. B ü t ü n bunlar
N e w B a y t o w n ' u n güzel bir yer o l d u ğ u n u s ö y l e m e m ­
le başladı. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a sola değil de sağa
d ö n d ü m ve a n a y o l a paralel o l a n Porlock s o k a ğ ı n a
y ü r ü d ü m . Ş i ş m a n polis m e m u r u m u z W e e Willie
şimdi a n a y o l d a k i poli9 arabasının içinde kestiri­
y o r d u n Ve ıbu geceyi o n u n l a g e ç i r m e k i s t e m i y o r u m .
«Bu s a a t t e ne y a p ı y o r s u n Ethan? k ü ç ü k bir par­
ça mı v a r ha?» W e e Willie y a l n ı z d ı r ve k o n u ş m a y ı
sever. Sonra a n l a t t ı k l a r ı n ı yeniden anlatır. Willie'nin
yalnızlığı b i r k a ç u f a k s k a n d a l i n d o ğ m a s ı n a sebep
olmuştur. Gündüz polisi T a ş d u v a r J e k s o n S m i t h '
dir. B u o n u n t a k m a adı değildir. T a ş d u v a r J e k s o n
o l a r a k vaftiz edilmiş b u d a o n u t ü m diğer S m i t h '
lerden ayırmıştır. Kasaba polislerinin n e d e n , olduk­
larından b a ş k a t ü r l ü g ö r ü n m e y e çalıştıklarını bilmi­
y o r u m . T a ş d u v a r Smith hamlığını s a k l a m a y a çalı­
şan biriydi ve y e m i n e t m e d e n günün tarihini bile
söylemezdi. Şef Smith k a s a b a n ı n polis işlerine b a ­
k a r d ı , işine bağlıydı, en son m e t o d l a r ı uygulardı
h a t t â W a s h i n g t o n ' d a FBI'de bile kurs g ö r m ü ş t ü .

42
Bence bulunabilecek en iyi polis m e m u r u y d u . Uzun
boylu, sessiz ve metal gibi parlayan bakışları o l a n
biri. Eğer b i r suç işlemeye niyetiniz v a r s a , şef k a ­
çınılması gereken biridir.
Yine b ü t ü n b u n l a r W e e Willie ile k o n u ş m a m a k
için Porlock s o k a ğ ı n a s a p m a m d a n ç ı k t ı . New Bay-
t o w n ' u n en güzel evleri Porlock s o k a ğ ı n d a d ı r . Bi­
liyorsunuz ilk 'lerde, y ü z l e r c e balina gemimiz
v a r d ı . Gemiler a n t a r t i k veya Çin denizine y a p t ı k ­
ları y o l c u l u k l a r d a n bir ya da iki yıl s o n r a yağla
y ü k l ü d ö n d ü k l e r i n d e , ç o k zengin o l u r l a r d ı . Uğradık­
ları y a b a n c ı l i m a n l a r d a görgülerini a r t ı r d ı k l a r ı k a ­
dar, eşya da t o p l a r l a r d ı o r a l a r d a n . Bu y ü z d e n Por­
lock s o k a ğ ı n d a k i evlerde pek ç o k Cin eşyası b u l u ­
n u r d u . Bu evlerin sahipleri olan eski k a p t a n l a r ı n
bazılarında zevk de b u l u n u r d u . Evlerini y a p t ı r t m a k
için İngiliz m i m a r l a r g e t i r m i ş o l a n l a r v a r d ı . Porlock
s o k a ğ ı n d a  d e m f i g ü r l ü Yunan m i m a r i s i ö r n e k l e ­
rine r a s t l a n m a s ı n ı n nedeni de budur. İngiltere'de o
zaman bu t ü r mimarlık v a r d ı . F a k a t b ü t ü n o kapı
üstlerindeki yelpaze şeklindeki pencerelere, yivli
s ü t u n l a r a v e t ü m Yunan hatlarına k a r ş ı n , ç a t ı y a
bir bölme y a p m a y ı asla ihmal e t m e m i ş l e r d i . Bu b ö l ­
meler sadık, evine bağlı kadınların b u r a y a ç ı k a r a k
dönen gemileri beklemeleri a m a c ı y l a yapılırdı. Kim-
bilir b e l k i de bekleyenler o l m u ş t u r .
Ailem y a n i Hawley'Ier; Phillips'ler Elgar'lar ve
B a k e r s ' l a r d a n d a h a da eskidirler. Evlerini ilk Ame­
rikan biçeminde. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n a kurmuşlardır.
Damları sivri, y a n t a r a f l a r ı birbirine bindirilmiş ke­
restelerden o l u ş a n evlerdir bunlar. Benim evim de
öyledir. Ve b ü y ü k k a r a a ğ a ç l a r evler k a d a r yaşlı­
dır.
Porlock s o k a ğ ı n d a gazlı s o k a k lambaları o za­
m a n d a n kalmıştır, a m a şimdi içlerinde elektrik a m ­
pulleri var. Yazın turistler mimarîyi ve «eski d ü n ­
y a n ı n cazibesi» dedikleri şeyi g ö r m e y e gelirler k a ­
sabamıza. Çekicilik neden eski d ü n y a ' y a ait olsun?
V e r m o n t Allen'lerin Hawley'lerle nasıl birleştiklerini
u n u t t u m . Devrimden hemen s o n r a o l m u ş bu. İster­
s e m yeniden öğrenebilirim elbette. T a v a n a r a s ı n d a

43
bir yerlerde bu k o n u y a ilişkin bir kayıt vardır. Ba­
b a m ö l d ü k t e n sonra Hawley'lerin aile t a r i h i n d e n
y o r g u n düşen M a r y ' i m , herşeyi t a v a n a r a s ı n a g ö t ü ­
rüp d e p o l a m a m ı z ı ö n e r d i ğ i n d e neler hissettiğini an­
l a m ı ş t ı m . B a ş k a l a r ı n ı n aile tarihlerinden g e r ç e k t e n
bıkabilirsiniz. M a r y New B a y t o w n ' d a bile d o ğ m a ­
mıştı üstelik. İrlanda kökenli Katolik o l m a y a n bir
aileden geliyordu. Bu noktayı o, önemle belirtir.
Ailesine Ulster ailesi der. B o s t o n l u d u r M a r y .
Aslında oralı da değildir. B o s t o n ' d a buldum.
İkimizi de o z a m a n k i n d e n daha belirgin biçimde
gözümde c a n l a n d ı r a b i l i y o r u m . Sinirli, ü r k m ü ş bir
a s t e ğ m e n ve h a f t a sonu iznini birlikte geçirdiği
pembe y a n a k l ı , t a t l ı gülüşlü y u m u ş a k bir kız. T ü m
bunlar savaş y ü z ü n d e n d i . Ne kadar ciddîydik, nasıl
da ö l ü m ü n e ciddî. Ben ö l d ü r ü l e c e k t i m , o da hayatını
benim k a h r a m a n a n ı m a a d a y a c a k t ı . B u m i l y o n l a r c a
yeşil ü n i f o r m a l ı n ı n ve m i l y o n l a r c a b a s m a entarilinin,
m ı h gibi o t u r m u ş , m i l y o n l a r c a d ü ş ü n d e n sadece bi­
riydi. Hikâyemiz geleneksel, o «Sevgili John» diye
başlayan bir m e k t u p l a s o n a erebilirdi, eğer M a r y ha­
yatını bana a d a m a y a k a r a r vermiş o l m a s a y d ı .
Tatlı ve inatçı m e k t u p l a r ı beni her yerde izledi.
Yuvarlak, temiz elyazısıyla, a ç ı k mavi k â ğ ı t l a r a , koyu
mavi m ü r e k k e p l e yazdığı mektuplarını t ü m t a b u r t a ­
nıyor ve herkes benim a d ı m a m u t l u o l u y o r d u . Eğer
M a r y ile evlenmeyi Istemeseydim bile o n u n sebatı
beni sadık ve güzel bir kadının sürekli d ü ş ü n ü kur­
m a y a z o r l a y a c a k t ı . M a r y B o s t o n ' d a k i kira evinden
K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a k i eski Hawley evine t a ş ı n m a k t a
t e r e d d ü t e t m e d i . M a r y b a t a n işimin d u r a ğ a n ümit­
sizliğinde, ç o c u k l a r ı m ı z ı n d o ğ u m u n d a y a d a uzun s ü ­
ren t e z g â h t a r l ı k felcinde asla kaygıya k a p ı l m a d ı .
Bekliyordu bunu. Şimdi d a h a iyi a n l ı y o r u m . Ve sa­
nırım a r t ı k b e k l e m e k o n a zor geliyor. M a r y ' i m y a p -
m a c ı l ı k t a n hoşlanmaz ve hor görmeyi de bir a r a ç
o l a r a k kullanmaz. Bu y ü z d e n de bundan ö n c e k i is­
teklerini bu k a d a r katı bir dille a ç ı ğ a vurmamıştı.
Pek ç o k olayı en iyi şekilde g e r ç e k l e ş t i r m e k için ç o k
çalışır. Sadece, d a h a ö n c e o r a d a o l m a y a n bir zehi-
rlh k a f a s ı n a yerleşmiş olması önemli. Gece s o k a k t a

44
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
buzları ezeri a y a k l a r ı n sesine karşılık ne ç o k d ü ş ü n ­
ce şekillenebiliyor insanın k a f a s ı n d a , N e w B a y t o w n '
d a s a b a h ı n erken saatlerinde y ü r ü m e k t e n k a ç ı n m a k
için hiç bir neden y o k t u r . Wee Willie k ü ç ü k ş a k a l a r
yapar, beni s a b a h ı n üçünde körfeze d o ğ r u y ü r ü r ­
ken gören başkaları d a , b a l ı ğ a g i t t i ğ i m i düşünürler.
İnsanlarımızın balık a v l a m a y ö n t e m l e r i çeşit çeşittir.
Bazıları aile sırları k a d a r gizlidir ve b u n l a r saygınlığı
o l a n , geliştirilmiş özel kuramlardır. S o k a ğ ı n s o l g u n
ışığı, kaldırımda ve çimlerin üzerindeki k a t ı , beyaz
buzları, m i l y o n l a r c a ufak elmasmış gibi pırıl pırıl
p a r l a t ı y o r d u . Bu buzda ayak izleri kalır a m a şimdi
y o k t u . Ç o c u k k e n d e d o k u n u l m a m ı ş yepyeni kar y a
da buz üzerinde y ü r ü m e k t e n meraklı bir heyecan
d u y a r d ı m . Yeni bir d ü n y a y a a y a k b a s a n İlk insan o l ­
m a k gibidir. Kullanılmamış, kirletilmemiş temiz, yeni
bir şeyi keşfetmenin o derin ve d o y u m l u hissini d u ­
y a r ı m . Olağan gececiler, kediler yani, buzda y ü r ü ­
m e k t e n hoşlanmazlar. Bir kezinde h a t ı r l ı y o r u m , ç ı p ­
lak ayakla buza b a s m ı ş t ı m , a y a ğ ı m y a n m ı ş t ı s a n k i .
A m a şimdi Ibotlarım ve kalın ç o r a p l a r ı m l a parlayan
yeniliğin üzerinde ilk yaraları a ç t ı m .
Porlock s o k a ğ ı n ı n T o r g u a y ' l a kesiştiği y e r d e ,
— b i s i k l e t f a b r i k a s ı d a (buradadır—• H i c k s o k a ­
ğ ı n d a k i temiz buz, s ü r ü k l e n e n ayak izleriyle y a r a ­
lanmıştı. Huzursuz, kararsız bir insan o l a n , b a ş k a
bir yerde o l m a k isteyen ve o r a y a s ü r ü k l e n e n Danny
Taylor'un ayak izleriydi b u n l a r . . . Danny k a s a b a n ı n
ayyaşı. Her k a s a b a d a böyle bir kişi v a r d ı r s a n ı r ı m .
Danny Taylor k a s a b a d a herkesin başını sağdan sola
sallatan, iyi aileden, eski aileden gelen iyi eğitim
g ö r m ü ş biridir. Kültürlüdür. A k a d e m i d e bazı s o r u n ­
ları o l m a m ı ş mıydı? Neden silkelenip a y a ğ a kalk­
mıyor? Kafayı ç e k e r e k kendini ö l d ü r ü y o r , a m a bu
hatalı, ç ü n k ü Danny b i r beyefendidir. İçmek için
para dilenmek ayıptır. İyi ki anne babası sağ d e ğ i l ,
o n u n bu halini görmediler. Bu onları öldürebilirdi
a m a zaten ç o k t a n öldüler. İşte New B a y t o w n ' d a
bunların d e d i k o d u s u yapılır.
Benim içinse, Danny derin bir yaradır. B u n d a n
dp ö t e (bir suçtur. O n a y a r d ı m edebilirdim. Denedim

45
d e , a m a izin vermedi. D a n n y kardeşim gibidir, birlik­
te büyüdük, aynı yaştayız. Boyumuz, kilomuz da ay­
nıdır. Ben onun k o r u y u c u s u y d u m ve o n u k u r t a r a m a ­
d ı m . Belki bu yüzden s u ç l u l u k d u y u y o r u m . Yüreği­
m i n derinliklerinde Özürlerim var. Bazıları geçerli,
a m a bu beni r a h a t l a t m ı y o r . Taylor'lar en az Hawley'
ler, Baker'ler ya da diğerleri kadar eski bir ailedir.
Ç o c u k l u ğ u m d a , b a n a sağ k o l u m k a d a r y a k ı n olan
Danny o l m a d a n gittiğim hiç bir piknik, sirk, yarış­
ma ya da yılbaşı h a t ı r l a m ı y o r u m . Üniversiteye birlik­
te gitseydik belki bunlar o l m a y a c a k t ı . Ben Harvard'a
g i t t i m . Bir lisan zenginliği y a ş a d ı m . Edebiyat içinde
y ü z d ü m , eski, güzel ve meçhule sığındım ve bir bak­
kal d ü k k â n ı n d a t e z g â h t a r l ı k y a p a r k e n kullanmanın
imkânsız o l d u ğ u bir yığın bilgiyi kazanmaya çalış­
t ı m . Bu heyecanlı ve p a r l a k serüvende Danny'nin
y a n ı m d a olmasını istedim hep. A m a Danny deniz
için d o ğ m u ş t u sanki. Deniz A k a d e m i s i n e gitmesi
d a h a biz ç o c u k k e n planlanmış, kabul edilmiş, h a t t â
kesinleşmişti. Ne z a m a n yeni bir s e n a t ö r ü m ü z olsa
babası bu k o n u y u g ü n d e m e getirirdi.
Üç yıl o n u r listesindeydi, s o n r a k o v u l d u . Anne-
babasını bu ö l d ü r d ü derler. Danny'nin de pek ç o ğ u ­
nu ö l d ü r d ü . Geriye bu s ü r ü k l e n e n ıstırap kaldı. Bir
b a r d a k i ç k i içebilmek İçin dilenen bir keder.
S a n ı r ı m İngilizler b u n a «battı balık y a n gider.»
derler a m a bana kalırsa y a n değil dibe gidiyor.
Danny şimdi gece gezen, s a b a h ı n erken saatle-
ine ait, yalnız sürüklenen Ibiri o l d u . Bir b a r d a k içki
/çin dilenirken gözleri o n u bağışlamanız için yalva­
rır size, ç ü n k ü o hiç kendini bağışlayamaz. Taylor'la­
rın eskiden gemi y a p t ı k l a r ı y e r d e bir kulübede uyur.
A y a k izlerini g ö r ü n c e d u r d u m , eve mi g i t m i ş t i , y o k ­
sa evden mi ç ı k m ı ş t ı b u n u ö ğ r e n m e k istiyordum.
Buzdaki izlere b a k ı l ı r s a dışarı ç ı k m ı ş t ı ve her an
o n u n l a karşılaşabilirdim.
W e e Willie o n u hapse a t m a z d ı . N e y a r a r ı o l a ­
c a k t ı ki? Nereye g i t t i ğ i m i b i l i y o r d u m , d a h a y a t a k t a n
ç ı k m a d a n g ö r m ü ş hissetmiş v e k o k u s u n u a l m ı ş t ı m .
Eski Liman a r t ı k y o k . Eskiden gemilerin d e m i r
a t ı p sığındıkları W h i t s o n kayaları yeni d a l g a k ı r a n ı n

46
ve belediyeye ait iskelenin yapılmasıyla kum ve ç a ­
murla d o l m u ş , o parlak kayalar a r t ı k sığlaşmışlardı.
Gemiler, ambarlar, ipcambazları nerede şimdi?
Balina yağını varillere d o l d u r u r k e n t ü m ailele­
riyle çalışan işçiler ve d o k l a r ı n üzerindeki balina av­
cılarının demir atabildikleri cıvadralar*, keman ç a l a n
denizciler hani? Genellikle üç a n a gemi v a r d ı , ar­
maları köşeli, a r k a l a r ı n d a n da kare yelkenli hızlı ge­
miler giderdi. Gemiler her h a v a d a dayanıklı olsun d i ­
ye derin yapılırdı. Uçan b a s t o n ayrı p i r seren dire­
ğiydi sanki ve ikili balina v u r u c u s u en az yelkenler
kadar hızlıydı.
Eski limanı gemiler de v a r k e n g ö s t e r e n , çelik
üzerine k a b a r t m a yapılmış bir resim var bende. Te­
neke k u t u d a ise eski sararmış f o t o ğ r a f l a r var. A m a
o n l a r a ihtiyacım yok. Limanı da gemileri de biliyo­
r u m . Dedem balina dişinden y a p ı l m ı ş b a s t o n u y l a be­
nim için bunları sanki yeniden inşa etti. Eskiden
Havvley'lerin d o k ' u olan bir k ü t ü k p a r ç a s ı n a b a s t o ­
nunu vurarak, denizcilik terimleri s a v u r a savura beni
eğitti. Hiddetli bir yaşlı a d a m d ı d e d e m , saçları ve
favorileri bembeyazdı. O n u öyle severdim ki kal­
bim bu sevgiden a ğ r ı r d ı . *
M e g a f o n a ihtiyaç d u y m a y a c a ğ ı n ı z bir sesle köp­
rüden b a ğ ı r ı r d ı : «Tamam, ş a r k ı n ı n hepsini eöyle,
yüksek sesle, f ı s ı l t ı d a n nefret ederim.»
Ben şarkıya b a ş l a r d ı m o da balina dişinden bas­
t o n u y l a k ü t ü ğ e v u r u r d u . «Uçan zıpkın» (şak) söyler­
d i m , «dışarı zıpkın» (şak) «içeri z ı p k ı n zıpkın» (şak
şak) «Söyle, fısıldıyorsun.»
«Önce gökler ö n c e kral, ö n c e a l ç a k tepeler, ö n ­
ce y ü k s e k tepeler..» (Her seferinde k ü t ü ğ e vururdu.)
«Okyanus. Söyle.»
«Okyanus gökler» (şak).
Y a ş l a n d ı k ç a ç a b u k yorulur o l m u ş t u .
«Okyanusu boşver Mizana*'yp geç.»

* Civadra : Gemilerin bas taraflarından belirli


bir açıda uzatılan, pruva direği ile çubuklarının ist­
ralyaların (arma) bağlandığı serenler.
* Mizama; Gemilerin üçüncü direği.

47
«Başüstüne k a p t a n . M i z a n a gökler, mizana kra!,
mizana alçak tepe, mizana y ü k s e k tepe, k o r s a n b a y -
rağı.»
«Sonra?»
«Hızlı.»
«Arması ne?»
«Balıkçı kancası ve b a s t o n kaptan.»
Şak-şak-şak, b a s t o n u kütüğe v u r u r d u .
İşitmesi a ğ ı r l a ş t ı k ç a insanları f ı s ı l d a m a k l a daha
ç o k suçladı. «Eğer birşey gerçekse veya değilse bu­
nu söyleyebilmelisin. Bağır.»
Yaşlı k a p t a n ı n işitmesi ağırlaştı a m a belleği ye­
rinde kaldı. Her geminin tonajını ve kalitesini söy­
leyebilirdi. Hattâ balina avcılığının o şaşaalı d e v r i ,
o k a p t a n o l m a d a n ö n c e neredeyse bitmesine r a ğ ­
m e n , körfezden ç ı k a n her geminin neyle d ö n e c e ğ i n i ,
getirilenlerin nasıl paylaştırılacağını bilirdi. Gazyağı-
na «kokarca yağı» gazlı l a m b a l a r a da «kokarca yu­
vası» d i y o r d u . Elektrik lambaları kullanılmaya baş­
layınca pek a l d ı r m a d ı , belki de sadece h a t ı r l a m a k
ona y e t i y o r d u . Ölümü beni ş a ş ı r t m a d ı . Ç ü n k ü yaşlı
a d a m beni gemiler için o l d u ğ u k a d a r kendi ö l ü m ü
için de eğitmişti, i ç i m d e ve d ı ş ı m d a ne y a p ı l m a s ı ge­
rektiğini b i l i y o r d u m .
Eski Liman'ın k u m ve ç a m u r l a d o l m u ş olan y a ­
nında Havvley'lerin d o k u ' n u n b u l u n d u ğ u yerde taş
temel hâlâ duruyor.
Cezir z a m a n ı n d a k i su seviyesindedir, sular yük­
selince kare taşlarını yalar. Temelin s o n u n d a n üç
m e t r e ötede k ü ç ü k bir giriş vardır, yaklaşık bir met­
re genişliğinde, bir metre yüksekliği ve bir b u ç u k
metre derinliği o l a n , üzeri kapalı bir bölmedir. Belki
eskiden su yoluydu a m a şimdi t o p r a k l a t e m a s eden
kısmı kum ve p a r ç a l a n m ı ş kayalarla birleşmişti s a n ­
ki. İşte burası benim y e r i m , herkesin ihtiyacı olan
bir yer. İçine girdiğinizde denizden b a ş k a kimse g ö ­
remez sizi. Eski L i m a n d a n geriye hiç bir şey k a l m a ­
dı. Midyecilerin kulübeleri v a r şimdi b u r a d a , epey de
ç o k t u r l a r a m a kışın t e r k e d e r l e r kulübeleri. M i d y e c i ­
ler zor konuşurlar, o da belki a k ş a m o l u n c a . Başları
önlerinde, o m u z l a r ı ç ö k m ü ş yürürler.

48
İşte b u r a y a g e l i y o r d u m . Askere g i t m e d e n ö n c e k i
gecemi b u r a d a g e ç i r m i ş t i m . M a r y ile evlenmeden
ö n c e k i son gecemi de. 'Hattâ M a r y ' y i harap eden
Eilen'in d o ğ d u ğ u gecenin bir b ö l ü m ü n ü de b u r a d a
g e ç i r m i ş t i m . B u r a y a gelmek, o t u r u p t a ş l a r a ç a r p a n
d a l g a l a r ı n sesini d u y m a k ve W h i t s o n kayalıklarına
b a k m a k için z o r l a n ı y o r d u m sanki. G ö r m ü ş t ü m o n u ,
y a t a k t a yatıp kırmızı benekleri seyrederken ve gelip
b u r a d a o t u r m a m gerektiğini b i l i y o r d u m . Beni b u r a y a
getiren büyük değişmelerdir — ö n e m l i değişmeler.
S o u t h Devon k u m s a l b o y u n c a ilerler ve b u r a d a
âşıkların başı d e r d e girmesin diye iyi insanlar t a r a ­
f ı n d a n k o n u l m u ş lambalar vardır. Â ş ı k l a r b a ş k a bir
y e r e g i t m e k z o r u n d a kaldılar t a b i i . Kasaba y ö n e t m e ­
liği Wee Willie'nin buraları s a a t t e bir kolaçan et­
mesini emreder.
Kumsalda hiç kimse yok. Çok garip, ç ü n k ü d a i ­
ma balığa giden veya b a l ı k t a n d ö n e n birileri olur­
d u . Kenardan a ş a ğ ı d o ğ r u ç ö k t ü m , kovuğun t a b a n ı n ı
b u l d u m ve iyice yerleştim. Wee Willie'nin arabası
g e ç m e d e n b i r a z ö n c e o t u r m u ş t u m . Böylece geceyi
Willie'yle g e ç i r m e tehlikesini ikinci kez a t l a t m ı ş ­
tım.
Bu k ü ç ü k k o v u k t a , b a ğ d a ş k u r m u ş göz kırpan
Buda gibi o t u r m a k , biraz rahatsız ve a p t a l c a gele­
bilir a m a her nasılsa kovuk bana u y g u n d u ya da ben
o n a u y g u n d u m . Belki de b u r a y a o k a d a r sık geliyor­
d u m ki sırtım t a ş l a r a u y g u n bir hal a l ı y o r d u . Bunun
Aptalca o l m a s ı n a hiç a l d ı r m ı y o r u m . Bazen aptallık
etmek insanı ç o k eğlendirir. Bazen de tekdüze y a ­
şantınızı bozar, yeni b i r b a ş l a n g ı ç y a p m a n ı z a yo!
açar. S o r u n l a r ı m o l d u ğ u zaman a p t a l l ı k o y u n u oy­
n a r ı m , böylece sevgili karım s o r u n l a r ı m ı n f a r k ı n a
varmaz. Karım henüz beni t a m o l a r a k bulamadı veya
bulduysa da ben asla bilemeyeceğim. Mary'imle il­
gili p e k ç o k şeyi b i l m i y o r u m . Bunların a r a s ı n d a onun
beni ne kadar t a n ı d ı ğ ı da var. Bu kovuğu bildiğini
s a n m ı y o r u m . Nasıl bilebüir ki? Kimseye a n l a t m a ­
dım'. İsmi bile y o k , sadece ben «Yer» d i y o r u m . Olay­
ları d ü ş ü n e b i l e c e ğ i m bir yer. Hiç kimse diğer insan­
lar h a k k ı n d a k i gerçekleri bilemez. Yapabileceği en

49
iyi şey onların kendisine benzediğini s a n m a k t ı r . Şim­
di (burada, rüzgârdan ırak, g ö k y ü z ü n ü n karanlığıyla
kararmış, yükselen suları seyrederek o t u r u r k e n , her­
kesin böyle bir yeri var mıdır diye d ü ş ü n ü y o r u m . Ve­
ya böyle bir yere ihtiyaç d u y a r l a r m ı , isterler mi?
Bazen yüzlerde bir bakış y a k a l a r ı m . İnsanın kor­
kularının hafifleyebileceği, insanın tek olabileceği ve
bunu depo edebileceği, sessiz, gizli bir yere ihtiyaç
d u y a n , kapana kısılmış hayvanlarınki gibi bir b a k ı ş .
Elbette ana rahmine geri d ö n m e k ya da ö l m e k isteği
gibi teorileri b i l i y o r u m ; b u n l a r bazı insanlar için ge­
çerli olabilir. Bunların geçerli olduklarını sanmıyo­
rum a m a bu k u r a m l a r ı n , kolay olmayan bir şeyi a n ­
latmanın kolay yolu olduklarını kabul e d i y o r u m . Ben
bu yerde olan şeye «Stok etmek» d i y o r u m . B a ş k a ­
ları buna dua etmek diyebilirler. Belki de aynı şey­
dir. B u n u n bir d ü ş ü n c e o l d u ğ u n a i n a n m ı y o r u m . Ken­
d i m için b i r resmini y a p m a k istersem tatlı bir rüz-^
g a r d a u ç a r a k , dönerek, k u r u y a n , k u r u d u k ç a d a be-
yazlaşan ıslak bir kâğıt çizerdim. İster iyi ister k ö t ü
olsun işte bana olan da b u .
O k u l d a d i k k a t i ç e k m e k için ellerini sallayıp zıp­
layan k ü ç ü k ç o c u k l a r gibi d ü ş ü n ü l e c e k her s o r u ­
num öne g e ç m e k için hoplayıp zıplıyorlardı. Birden
bir balıkçı m o t o r u n u n y a v a ş hırıltısını d u y d u m . M o ­
t o r u n ö n ü n d e k i ışık VVhitson kayalıklarının güneyine
d o ğ r u ilerledi. M o t o r kırmızı ve yeşil ışıklarını k a ­
nala d ö n d ü r ü p girinceye k a d a r herşeyi bir y a n a b ı ­
rakıp bekledim. Kayalıklara d e m i r atan m o t o r d a n ç ı ­
kan i k i a d a m ellerinde küreklerle kıyıya çıktılar. K u m ­
sala k ü ç ü k d a l g a c ı k l a r gelmeye başladı. Tedirgin
olan m a r t ı l a r ı n yeniden ş a m a n d r a l a r ı n üzerine yer­
leşmeleri biraz z a m a n aldı.
Sorun : M a r y v a r d ı , sevgilim, düşünülmesi ge­
reken. D u d a k l a r ı n d a gizemli bir gülüşle uyanmış.
Umarım uyanıp beni a r a m a m ı ş t ı r . A m a uyandıysa
bunu b a n a söyler mi? Hiç s a n m a m . Bana öyle ge­
liyor ki M a r y herşeyi a n l a t ı r gibi g ö r ü n m e s i n e rağ­
men pek az şey anlatıyor.
Düşünmem gereken «Servet» vardı bir de. M a r y
servet istiyor mu y o k s a b e n i m için mi istiyor?

50
A n l a y a m a d ı ğ ı m bazı nedenlerle M a r g i e Young-
Hunt'un o r t a y a attığı Ibu sahte servet k o n u s u pek
f a r k y a r a t m ı y o r d u . Aslında sahte bir servet de diğer
servetler kadar iyidir. Hem her servet biraz sahte
değil midir? M a n t ı k l ı düşünen herkes bir servet k a ­
zanabilir, tabii bunu istiyorsa. G e r ç e k t e erkeğin
ç o ğ u zaman istediği, kadınların istediği giysiler ya
dq beğenilmektir ve bunlar insanın y o l u n u çizer zor­
larlar. M o r g a n ve Rockfeller gibi p a r a d ü n y a s ı n ı n
büyük a d a m l a r ı z o r l a n m a m ı ş l a r d ı r . Parayı istemişler
ve elde etmişlerdir. O parayla ne y a p t ı k l a r ı İse baş­
ka b i r k o n u . Hep y a r a t t ı k l a r ı h o r t l a k t a n k o r k t u k l a ­
rını ve onu satın a l m a y a uğraştıklarını d ü ş ü n m ü ­
şümdür.
Sorun : M a r y parayla yeni perdeler alabilir. Ço­
c u k l a r ı n eğitimini sağlayabilir. Başını dik t u t a b i l i r ve
benden u t a n m a k yerine benimle gururlanabilir. Bu­
nu sinirliyken söyledi a m a gerçek.
Sorun : Ben p a r a istiyo.r m u y u m ? A s l ı n d a hayır.
İçimde ıbirşey b a k k a l d a tezgâhtar o l m a k t a n nefret
ediyor. O r d u d a y ü z b a ş ı y d ı m . Bu rütbeye beni neyin
getirdiğini b i l i y o r d u m , a i l e m ve ilişkilerimdi. Güzel
gözlerim için seçilmiş değildim ve iyi bir subay ol­
d u m . A m a emir vermeyi, irademi b a ş k a l a r ı n a kabul
ettirmeyi ve onları s ı ç r a t m a y ı sevseydim o r d u d a ka­
lırdım, b e l k i d e albay o l u r d u m şimdiye kadar. A m a
k a l m a d ı m . Bitmesini istedim. İyi asker savaşta değil,
savaşla m ü c a d e l e eder derler. Bence bu siviller için
geçerli a n c a k .
Sorun : M a r u l l o bana iş k o n u s u n d a k i g e r ç e k ­
leri a n l a t t ı . Evet, iş bir para k a z a n m a sürecidir. Joey
M o r p h y de (böyle söyledi, Bay Baker de, h a t t â o
gezgin satıcı da aynı şeyi söyledi. Hepsi a ç ı k ç a söy­
ledi. Peki bu sözler neden beni isyana sevkediyor,
ağzımda bozuk y u m u r t a gibi bir t a t b ı r a k ı y o r ? Çok.
mu iyiyim, çok mu nazik, ç o k mu hakseverim? Hiç
s a n m a m . Çok mu g u r u r l u y u m ? Evet belki biraz.
Tembel miyim, t e z g â h t a r l ı ğ a g ö m ü l e c e k kadar t e m ­
belin teki miyim? Ç o c u k s u bir d u r g u n l u ğ u m var
a m a , hiçbir s o r u n , ç a b a , karışıklık i s t e m e m e k t e n do­
ğ a n b i r tembellik bu. Ortalık aydınlanmadan çok

51
ö n c e şafağın k o k u s u sezilebilir. Şimdi havada, rüz­
g â r ı n k ı v a m ı n d a , ıbir k o k u vardı. Arasıra d o ğ u y a
doğru yeni bir yıldız ya da planet ışıktan izler b ı ­
r a k a r a k kayıyordu. Hangi yıldız ya do gezegen o l ­
d u ğ u n u biimem gerekirdi a m a b i l m i y o r d u m . Şafak
sökerken rüzgâr serinleşir ya da aynı kalır. Ger­
ç e k t e n . Artık geri d ö n m e z a m a n ı m yaklaşıyor. Şu
yükselen yıldız günışığından önce d ü n y a y a v a r m a k
için geç kaldı. «Yıldızlar b u y u r m a z l a r a m a insanı
yönetirler.» diye bir söz vardır. Ciddî işadamlarının
hisse senedi alıp a l m a m a k o n u s u n d a bilgi edinmek
için a s t r o l o g l a r a b a ş v u r d u ğ u n u d u y m u ş t u m . A c a b a
yıldızlar borsada fiyatların yükselmesini nasıl ayar­
lıyorlar? Benim servetimle ilgili en t a t l ı , en ilgisiz şey
bir yıldız olabilir. A p t a l ve kötü yürekli bir. kadının
elindeki bir deste servet habercisi kâğıdı, yıldızım
etkileyebilir mi? İmkambil kâğıtları emretmez a m a
yönetir mi? Gecenin y a n s ı n d a beni b u r a y a getirme­
ye, nefret ettiğim bir k o n u d a istediğimden ç o k d ü ­
ş ü n m e y e , yönelttiler beni. Evet beni yönelttiler. Hiç
bir zaman sahip o l a m a d ı ğ ı m iş aklına ve bana y a ­
bancı olan açgözlülüğe beni itebilirler mi? Bu d ü n ­
yada yiyiciler ve yemler var. Bu başlamak için iyi
bir kural. Yiyiciler yemlerden daha mı erdemli? So­
n u ç t a nasılsa herkes d ü n y a y a yem oluyor; en kur­
naz, en sert kişileri bile t o p r a k yutuyor.
Clam tepesindeki horozlar uzun z a m a n d ı r ö t ü ­
yor olmalılar, onları d u y d u m a m a d u y m a d ı m . Güne­
şin d o ğ u ş u n u b u r a d a n seyredebilmeyi i s t e d i m .
Bu yerin dinsel bir y a n ı yok d e m i ş t i m a m a bu
t a m d o ğ r u değil. Buraya her gelişimde eski Limanı
zihnimde c a n l a n d ı r ı r ı m , d o k l a r ı , a m b a r l a r ı , gemi
y a p m a k için kullanılan o r m a n ı , yelken yığınlarını ha­
t ı r l a r ı m . Ve a t a l a r ı m ı t a b i i , k a n ı m d a n olanları hatır­
larım. Gençler g ü v e r t e d e , yaşlılar daha y u k a r d a , kü­
ç ü k l e r köprüdedirler. Ne M a d i s o n Avenue'nin, ne de
karnabahar yapraklarını ç o k fazla kesmenin bir an­
lamı v a r d ı . İnsanlar o n u r l u y d u , bir değerleri vardı.
Rahat nefes alınabiliyordu
"Babam böyle k o n u ş u r d u işte. Yaşlı k a p t a n ise
paylaşma yüzünden ç ı k a n kavgaları, d ü k k â n l a r l a y a -

52
pılcn pazarlıkları, her t a h t a d a n her o m u r g a d a n şüp­
helenen denizcileri, m a h k e m e l e r i ve evet, cinayet­
leri hatırlardı. Kadın, zafer, m a c e r a için mi cinayet
işlerlerdi? T a m o l a r a k değil. Genellikle paraydı s o r u n ,
Bir y o l c u l u k t a n kısa süren a r k a d a ş l ı k l a r ı ve nedeni
u n u t u l d u k t a n sonra bile s ü r ü p giden kan davalarını
anlatırdı.
Yaşlı k a p t a n Havvley'in u n u t a m a d ı ğ ı bir a c ı , b a -
ğışlayamadığı bir tek suç v a r d ı . Eski Liman'ın kıyı­
sında d u r u r veya o t u r u r k e n bana bunu pek çok kez
anlatmıştır. O ve ben ç o k güzel saatler geçirdik o r a ­
d a . Bastonuyla işaret edişini h a t ı r l ı y o r u m .
«VVhitson kayalıklarının ü ç ü n c ü kayasına bak!»
derdi. «Onu buldun mu? Şimdi sular yükselince Porty
N o k t a s ı ile bu kaya a r a s ı n a ,bir çizgi çiz. İşte o bu
çizginin 50 kulaç derinliğinde yatıyor; hiç değilse
o m u r g a s ı kalmıştır.»
«Belle-Adair mi?»
«Belle-Adair.»
«Bizim gemimiz.»
«Yarısı bizimdi. Ortaklık v a r d ı . Demirliyken su
hattına kadar y a n d ı . Bunun bir kaza o l d u ğ u n a asla
inanmadım.»
«Sizce yakıldı mı efendim?»
«Evet.»
«Ama bunu sîz yapamazsınız.»
«Yapmadım.»
«Kim yaptı öyleyse?»
«Bilmiyorum.»
«Neden yaktılar?»
«Sigorta.»
«Öyleyse şimdikinden f a r k ı yok.»
«Hiç f a r k yok.»
«Ama olmalıydı.»
«Sadece insan f a r k l ı y d ı , insan. İşte Ibu tek kuv­
v e t t i , insan o l m a k . Hiç bir şeye dayanmadan.»
B a b a m ı n dediğine göre k a p t a n Baker'la bir d a ­
ha asla k o n u ş m a m ı ş t i ; a m a kızgınlığını o ğ l u n a , b a n ­
kacı Bay Baker'a kadar g ö t ü r m e d i . Nasıl ki bir ge­
miyi y a k a m a z s a b u n u da y a p a m a z d ı .
Güzel A l l a h ı m , eve g i t m e m gerek. Hemen. Ne-

53
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
redeyse koşarak ve hiç d ü ş ü n m e d e n ana caddeyi
g e ç t i m . Hâlâ karanlıktı a m a deniz kıyısındaki ince
ışık demeti d a l g a l a r ı griye b o y u y o r d u . Savaş a n ı t ı n ı
d o l a ş t ı m ve postanenin önüne geldim. Kapıda Danny
J a y l o r elleri ceplerinde, h a r a p p a l t o s u n u n yakaları
d ö n m ü ş , avcı beresinin kulaklıkları inmiş, öylece d u ­
r u y o r d u . Yüzü soluk ve hastalıktan mavi-gri bir
renkti.
«Eth» dedi. «Seni rahatsız ettiğim için affet. Ba­
ğışla. Biraz içki almalıyım. Biliyorsun, ihtiyacım o l ­
m a s a istemezdim.»
«Biliyorum. Yani aslında b i l m i y o r u m ama sana
inanıyorum.» Ona bir dolar uzattım. «Bu işini görür
mü?»
Dudakları a ğ l a m a k üzere olan bir bebeğinki
gibi t i t r i y o r d u . «Teşekkürler Eth.» dedi. «Evet bu beni
b ü t ü n gün belki de Ibütün g e c e idare eder.» Sadece
içebileceğini düşünmesi bile daha iyi görünmesine
neden o l u y o r d u .
«Danny bunu bırakmalısın. U n u t t u ğ u m u mu san­
dın? Sen benim kardeşimdin Danny. Hâlâ öylesin.
Sana yardım e t m e k için herşeyi yaparım.»
Süzülmüş, ince y a n a k l a r ı n a biraz renk geldi.
A v u c u n d a k i p a r a y a b a k t ı , ve sanki ilk bardağı içmiş
gibiydi. Sonra sert ve soğuk bakışlarını bana çe­
virdi :
«Bir: bu kimseyi ilgilendirmez, i k i : senin buna
h a k k ı n y o k Ethan. Sen de benim kadar körsün,
evet, b a ş k a bir t ü r körlük seninki de.»
«Danny ,beni dinle.»
«Ne için? Belki ıben senden daha iyi d u r u m ­
d a y ı m . Kendi deliğimde kendi acımı ç e k i y o r u m . Ka­
s a b a d a k i yerimi hatırlıyor musun?»
«O y a n a n evimizdeki yer m i ? Kilerde oyun oy­
nadığımız?»
«Evet, d o ğ r u hatırladın. Orası benim.»
«Danny orayı satıp yeni bir başlangıç yapabilir­
sin.»
«Satmayacağım. Vergileri için her yıl birazını
alıyorlar. B ü y ü k çayırlık ise hâlâ benim.»
«Neden satmıyorsun?»

54
«Çünkü o b e n i m . O D a n n y T a y l o r ' u n . Ona sahıı
o l d u ğ u m s ü r e c e hiçbir o r o s p u ç o c u ğ u bana ne yap
m a m gerektiğini söyleyemez ve h i ç b i r piç de beni
kendi iyiliğim için hapse tıkamaz. Anladın mı?»
«Dinle Danny.»
«Dinlemeyeceğim. Eğer verdiğin bu dolar sana
öğüt v e r m e h a k k ı n ı da veriyorsa, al istemiyorum.»
«Sende kalsın.»
«Tamam. Ne söylediğini bilmiyorsun. Sen hiç
ayyaş o l m a d ı n . Ben sana nasıl paket yapılacağını
a n l a t ı y o r m u y u m ? Şimdi sen kendi y o l u n a git ben
de bir b a r d a k içki bulayım. Ve u n u t m a , ,ben senden
iyi d u r u m d a y ı m . T e z g â h t a r d e ğ i l i m hiç değilse.»
Bana arkasını d ö n e r e k başını kapalı kapının
köşesine d a y a d ı . O n a b a k m a d ı k ç a d ü n y a n ı n o l m a ­
y a c a ğ ı n ı s a n a n bir ç o c u k gibiydi. Ben y ü r ü y ü p g i ­
dinceye kadar y e r i n d e n k ı p ı r d a m a d ı .
Wee Willie otelin ö n ü n e p a r k e t m i ş t i , u y k u s u n ­
dan uyanıp Chevroletı'n c a m ı n ı i n d i r d i .
«Günaydın Ethan!» d e d i . «Erken mi k a l k t ı n , yok­
sa eve geç mi kaldın?»
«'İkisi de.»
«Tatlı bir p a r ç a b u l d u n herhalde.»
«Buldum ya Willie, bir huri.»
«Şimdi b a n a s o k a k kızlarıyla ilgilenmediğini söy­
lemeye kalkma.»
«Yemin ederim.»
«Artık hiç bir şeye i n a n m ı y o r u m . Bahse girerim
ki balığa ç ı k t ı n . Karın nasıl?»
«Uyuyor.»
«Nöbet biter bitmez ben de uyuyabileceğim.»
Zaten u y u d u ğ u n u o n a h a t ı r l a t m a d a n uzaklaş
tim.
A r k a merdivenleri y a v a ş ç a ç ı k t ı m v e m u t f a ğ ı n
ışığını y a k t ı m . N o t u m m a s a n ı n üzerinde b ı r a k t ı ğ ı m
yerin b i r a z s o l u n d a d u r u y o r d u . T a m o r t a yerde b ı ­
r a k t ı ğ ı m a y e m i n edebilirim. Kahveyi o c a ğ a k o y d u m
k a y n a m a s ı n ı beklemeye b a ş l a d ı m . T a m kaynadığı
sırada M a r y aşağı indi. Sevgilim uyandığı zaman
k ü ç ü k bir kıza benzer. İki k o c a m a n y u m u r c a ğ ı n anası
o l d u ğ u n a inanamazsınız. Cildi yeni kesilmiş çimen

55
gibi şahane kokar, bildiğim en rahatlatıcı ve içaçıcı
kokudur.
«Bu kadar e r k e n ne yapıyorsun?»
«Sormakta haklısın. Gecenin büyük bir bölü­
m ü n d e u y a n ı k t ı m . Kapıda b o t l a r ı m var. Hâlâ ıslak
olmalılar.»
«Nereye gittin?»
«Denizin o r a d a , aşağıda k ü ç ü k bir kovuk var
sevgilim, onun içine g i r d i m ve gece b o y u n c a çalış­
tım.»
«Dur bir dakika»
«Sonra denizden gelen bir yıldız g ö r d ü m , sahibi
olmadığı için onu ben a l d ı m , bizim yıldızımız olsun
diye. Onu evcilleştirdim ve semirsin diye geri y o l ­
ladım.»
«Aptallaşma gene. Senin yeni kalktığını bunun
da b e n i uyandırdığını sandım.»
«Bana inanmıyorsan VVillie'ye sor. Onunla ko­
n u ş t u m . Danny Taylor'a sor. Ona bir dolar verdim.»
«Vermemeliydin. Hemen gidip içki almıştır.»
«Biliyorum. İsteği buydu zaten. Yıldızımızı ne­
rede yatıracağız sevgilim?»
«Kahve güzel k o k u y o r değil mi? Yeniden neşeni
b u l d u ğ u n a sevindim. Canın s ı k k ı n k e n pek çirkindin.
O servet h a k k ı n d a k i laflar için özür dilerim. M u t s u z
o l d u ğ u m u düşünmeni istemem.»
«Bu kadar üzülme. Kartlar söylemiş ya?»
«Ne?» diye sordu hayretle Mary.
«Şaka değil. Servet edinmeye karar verdim.»
«Ne d ü ş ü n d ü ğ ü n ü asla bilemeyeceğim.»
«İşte gerçeği söylemenin en zor yanı bu. Kıya­
m e t t e n önceki bu g ü n ü k u t l a m a k için ç o c u k l a r ı b i ­
raz dövebilir miyim? Hiç k e m i k k ı r m a y a c a ğ ı m , söz.»
«Daha y ü z ü m ü yıkamadım,» dedi M a r y «Mutfak­
ta kim dolaştı acaba?»
M a r y banyoya g i d i n c e o n a y a z d ı ğ ı m notu ce­
bime k o y d u m . Hâlâ b i l e m i y o r d u m . Bir insan karşısın­
dakinin hiç değilse dış y ü z ü n ü bilebilir mi? Siz nasıl
birisiniz? M a r y beni d u y u y o r m u s u n ? Sen kimsin?
Nasıl birisin?

56
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

O Cumartesi s a b a h ı n ı n bir şekli modeli vardı san­


ki: Diğer günlerin de v a r mıydı a c a b a ? Karanlık bir
g ü n d ü , h a l a m Deborah'ın k ü ç ü k gri fısıltısı k u l a ğ ı m a
geldi s «Şüphesiz İsa öldü. Dünyanın günleri içinde
İsa'nın ölü o l d u ğ u t e k g ü n b u g ü n . B ü t ü n e r k e k l e r ve
kadınlar da öldü t a b i i . İsa c e h e n n e m d e . A m a y a r ı n ,
yarına kadar bekle. Bir şey göreceksin.»
Halamı ç o k net h a t ı r l a m ı y o r u m . B a k m a k için
fazla y a k ı n d a olan birini s o n r a nasıl h a t ı r l a m a z s a k
işte böyle. Kutsal kitabı bana g ü n l ü k gazeteymiş gibi
o k u r d u . Sanırım böyle de g ö r ü y o r d u , d a i m a olan ve
o l m a k t a o l a n , a m a hep yeni ve heyecanlı bir haber
gibi. Her Paskalyada İsa dirilirdi, bir p a t l a m a , bekle­
nen a m a yeniliğinden birşey yitirmeyen bir dirilişti
b u . Halam için bu iki bin sene önce değildi, şimdiy­
d i . Bu inancının b i r a z ı n ı b a n a vermişti.
Dükkânı a ç m a k istediğimi hiç h a t ı r l a m ı y o r u m .
Sabahımı alan her bir işten nefret ettiğimi s a n ı r d ı m .
A m a bugün g i t m e k i s t i y o r d u m . Mary'yi t ü m k a l b i m ­
le severim, bazen kendimden de çok. Bu ne kadar
g e r ç e k s e onu her z a m a n t a m bir d i k k a t l e d i n l e m e d i ­
ğim de gerçektir. Son giyim m o d a s ı n d a n , s a ğ l ı k t a n
ve onu hoşnut eden bir g ö r ü ş m e d e n sözettiği z a m a n
onu d i n l e m e m , bu yüzden de bazen sitem e d e r :
«Bilmen gerekir. Sana a n l a t m ı ş t ı m . Perşembe sa­
bahı anlattığımı gayet iyi hatırlıyorum.» Hiç şüphe
y o k ki anlatmıştır. Belirli k o n u l a r d a k i herşeyi a n l a t ı r
bana.
Bu sabah dinlemedim ve bundan k u r t u l m a k is­
t e d i m . Belki kendimle k o n u ş m a k i s t i y o r d u m ve söy­
leyecek hiç bir şeyim y o k t u . Ç ü n k ü işin d o ğ r u s u
M a r y de b e n i dinlemez a m a bazen bu ç o k iyidir.
M a r y sesimin t o n u n u ve iniş çıkışlarını dinleyerek
sağlığım ve m o r a l i m h a k k ı n d a , y o r g u n ya da neşeli
oluşum h a k k ı n d a bilgiler edinir. Bu da en az diğer­
leri kadar güzel bir y o l . Şimdi bunu d ü ş ü n ü y o r u m
d a Mary beni dinlemiyor; ç ü n k ü o n u n l a k o n u ş m u -

57
y o r u m ki. İçimde bir yerlerde k a r a n l ı k t a kalan bi­
riyle k o n u ş u y o r u m . Ve o da benimle gerçek a n l a m ­
da konuşmuyor. Tabii ç o c u k l a r ya da b a ş k a bir b u h ­
ran sözkonusu o l d u ğ u n d a d u r u m değişir.
Bazen anlatılanların dinleyicinin d o ğ a s ı n a göre
nasıl değiştiğini d ü ş ü n ü r ü m . Benim k o n u ş m a l a r ı ­
mın büyük bir b ö l ü m ü ölmüş insanlara yönelik. Ha­
lam Deborah ya da yaşls k a p t a n gibi. Kendimi o n ­
larla t a r t ı ş ı r k e n b u l u r u m . Bir keresinde tozlu, y o ­
r u c u bir m ü c a d e l e sırasında yaşlı k a p t a n a şöyle
seslendiğimi h a t ı r l a r ı m . «Yapmak z o r u n d a mıyım?»
Çok a ç ı k ç a yanıtlamıştı <. «Elbette y a p a c a k s ı n . Ve
fısıldama.» Hiç t a r t ı ş m a z d ı , asla. Sadece y a p m a m ı
söylemişti ben de y a p m ı ş t ı m . Esrarlı ve karanlık Ibir
şey değil bu. İçinizde o l u ş m u ş bulunan ve kesin olan
bir b ö l ü m d e n , bir ö ğ ü t , bir özür istemektir.
Bakkal d ü k k a n ı n d a k i dilsiz, düzenli sıralanmış
k u t u l a n m ı ş ve şişelenmiş mallar, istemenin bir baş­
ka yolu o l a n , saf bir anlatışa ç o k yi hizmet ediyor­
lar. Tabii ö n ü m d e n geçen bir hayvan ya da kuşlar
da öyle. T a r t ı ş m ı y o r l a r hiç ve söylenenleri gidip
b a ş k a l a r ı n a yetiştirmiyorlar.
M a r y , «Şimdiden gidiyor musun?» dedi. «Daha
y a r ı m saatin var. İşte erken kalkarsan böyle olur.»
«Açılacak bir sürü s a n d ı k var,» d e d i m . «Dük­
kânı a ç m a d a n ö n c e raflara k o y m a m gerek. Önemli
kararlar vereceğim. D o m a t e s ve t u r ş u l a r a y n ı rafa
konabilir mi? Zerdali konserveleriyle şeftaliler ara­
sında ağız kavgası ç ı k m a z mı? Bilirsin b i r elbisenin
renklerinin b i r b i r i n e uygun olması ne kadar ö n e m ­
lidir.»
«Herşeyle ş a k a yaparsın,» dedi M a r y . «Ama
m e m n u n u m . Aksilik e t m e k t e n iyidir. Pek ç o k erkek
aksidir.»
Erkenden dışarı ç ı k t ı m . Red Baker henüz o r t a d a
y o k t u . Saatinizi bu köpeğe ya da b a ş k a bir köpeğe
g ö r e ayarlayabilirdiniz. T a m yarım saat sonra Red
Baker t u r u n a b a ş l a y a c a k t ı .
Joey M o r p h y ' i g ö r e m e d i m . B a n k a açılmamıştı
d a h a , a m a b u Joey'in b a n k a d a o t u r m u ş defterlere
bakıyor o l m a s ı n a engel olamazdı.

58
Kasaba ç o k sessizdi a m a t a b i i . Paskalya h a l t a
sonu için pek ç o k kişi tatile ç ı k m ı ş t ı . Bu, 4 T e m m u z
ve Bahar bayramı büyük tatillerdir. İnsanlar iste­
meseler bile tatile giderler. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a k i
serçelerin bile gittiğine inanırım.
T a ş d u v a r J a c k s o n Smith'i iş b a ş ı n d a y k e n gör­
d ü m . F o r e m a s t e r kahvehanesinde biraz ö n c e kah­
vesini içmişti. O kadar ince uzundu ki t a b a n c a l a r ı
ve kelepçeleri ona b ü y ü k geliyordu. Polis şapkasını
t a k m ı ş , cakalı Ibir şekilde y a n a eğmişti. Sivriltilmiş
bir kaz tüyüyle de dişlerini t e m i z l i y o r d u .
«İyi işler Stoney,» dedim «Para k a z a n m a k için
uzun bir gün.»
«Ha?» dedi. «Kasabada kimse kal'inamış.» Ken­
disinin de g i t m e k istediğini söylemeye ç a l ı ş ı y o r d u .
«Cinayet ya da b a ş k a dehşetli zevk verici olay
y o k mu Stoney?»
«Çok sakin,» d e d i . «Birkaç ç o c u k k ö p r ü d e ara­
ba kazası y a p m ı ş . A m a kendi a r a b a l a r ı y m ı ş . Yar­
gıç k ö p r ü n ü n o n a r ı l m a s ı için p a r a cezası verdi.
F l o o d h a m p t o n ' d a k i b a n k a işini d u y d u n mu?»
«Hayır.»
«Televizyondan da mı duymadın?»
«Henüz televizyon a l a m a d ı k . Çok p a r a almış­
lar mı?»
«On üç bin d o l a r diyorlar. Dün t a m kapanırken
olmuş. Üç t a n e herif. Dört eyalet a l a r m a g e ç t i . Wil­
lie şimdi ana yolda şikâyet edip duruyor.»
«Willie ç o k uyuyoir.» d e d i m b e n .
«Biliyorum a m a ben u y u m a m . B ü t ü n g e c e dışar-
daydım.»
«Onları y a k a l a r l a r mı dersin?»
«Umarım. Çalınan şey p a r a y s a genellikle bu
lurlar. S i g o r t a şirketleri habire dırdır eder hiç kes­
mez.»
«Ucunda y a k a l a n m a k o l m a s a iyi iş doğrusu.»
«Şüphesiz iyi iş.» d e d i .
«Stoney, senden Danny T a y l o r ' a göz kulak ol­
manı i s t i y o r u m . Çok kötü hasta görünüyor.»
«Bu bir z a m a n sorunu,» dedi Stoney. «Ama ça­
lışırım. Ç o k üzücü. İyi a d a m d ı . İyi aileydi.»

59
«Onu ç o k severim, bu d u r u m beni kahrediyor.»
«Onun için birşey y a p a m a z s ı n . Yağmur y a ğ a c a k
Ethan. Willie ı s l a n m a k t a n nefret eder.»
Ö m r ü m d e ilk kez a r k a sokağa zevkle girdim ve
a r k a kapıyı heyecanla a ç t ı m . Kedi kapının o r a d a y d ı ,
bekliyordu. O sıska ve u s t a kedinin a r k a kapıdan
içeri d a l m a k için beklemediği ve benim de o n a bir-
şeyler a t a r a k k o v a l a m a d ı ğ ı m bir sabahı hatırlamı­
y o r u m . Bildiğim kadarıyla hiç içeri girememişti. Ke­
di bence erkek, ç ü n k ü ettiği kavgalarda kulakları
yırtılmış. Kediler garip hayvanlar mıdır y o k s a bize
benzedikleri için mi onları m a y m u n l a r gibi g a r i p bu­
luruz? Belki altıyüz veya sekizyüz kere, kedi içeri
d a l m a y a çalıştı ve hiç b a ş a r a m a d ı . «Gaddar bir
sürprize hazır ol,» dedim kediye. K u y r u ğ u n u daire
y a p m ı ş , içinde o t u r u y o r d u . Kuyruğunun u c u n u da
iki ön a y a ğ ı n ı n a r a s ı n a k o y m u ş t u . Karanlık d ü k k â n a
g i r d i m , r a f t a n bir kutu süt a l d ı m , a ç ı p bir kaba bo­
ş a l t t ı m . Sonra kabı d e p o n u n içine k o y d u m , kapıyı da
a ç ı k b ı r a k t ı m . Kedi ö l ç ü p b i ç e r e k bir bana bir süte
baktı; sonra yürüyüp bankanın arkasındaki parmak­
lıkların a r a s ı n d a n kayıp g i t t i .
Joey M o r p h y s o k a ğ a girdiğinde kedinin a r k a ­
sından b a k ı y o r d u m . Joey'in elinde b a n k a n ı n a r k a
kapısının a n a h t a r ı hazırdı. Keyifsiz bitkin g ö r ü n ü ­
y o r d u , sanki y a t m a m ı ş t ı b ü t ü n gece.
« M e r h a b a Bay Havvley.»
«Bugün kapalı olacağınızı sanmıştım.»
«Galiba ben hiç k a p a n m ı y o r u m . 36 dolarlık y a n ­
lışlık var. Gece y a r ı s ı n a kadar çalıştım dün.»
«Açık mı var?»
«Hayır fazlalık var.»
«Bu iyi olmalı.»
«Aslında değil. Sebebini bulmalıyım.»
«Bankalar bu kadar dürüst mü?»
«Bankalar öyledir. İnsanlar d ü r ü s t olmazlar.
Eğer tatil y a p a c a k s a m ö n c e yanlışlığı bulmalıyım.»
«Bu iş h a k k ı n d a birşeyler bilmek isterdim.»
«Bütün bilgiyi tek c ü m l e d e verebilirim. Para pa­
rayı çeker.»
«Bu işime pek yaramaz.»

60
«Bana da yaramaz. A m a ö ğ ü t verebilirim.»
«Ne gibi?»
«Örneğin asla ilk verileni a l m a , örneğin birisi
birşeyi s a t m a k istiyorsa m u t l a k a bir nedeni vardır,
birşey sadece o n a sahip o l m a k isteyen k a d a r de­
ğerlidir gibi.»
«Etkili bir d e r s mi bu?»
«Öyledir a m a ilk m a d d e o l m a d a n bir a n l a m t a ­
şımazlar.»
«Para p a r a y ı ç e k e r kuralı mı?»
«Bu kural pek ç o k kişi için geçerlidir.»
«Bazı insanlar borç alıyor, değil mi?»
«Evet a m a kredisi o i m a l ı , bu da bir çeşit p a ­
radır.»
«Bakkallıkla u ğ r a ş s a m d a h a iyi ederim.»
«Herhalde. Floodhampton bankasını d u y d u n
mu?»
«Stoney söyledi. Ne komik, d a h a dün bu k o n u d a
k o n u ş u y o r d u k , hatırladın mı?»
«Orada bir a r k a d a ş ı m var. Üç kişiymişler. Biri
bozuk k o n u ş u y o r m u ş bîri de t o p a l m ı ş . Üç kişi. Uma­
rım onları yakalarlar. Belki bir h a f t a , belki iki hafta
sürer.»
«Biraz zor.»
«Ah (bilmiyorum. Usta değillermiş. Yetenekli o l ­
m a m a y a karşı kanun var.»
«Dün olanlar için üzgünüm.»
«Unut gitsin. Çok k o n u ş u y o r u m . Bu da b a ş k a
bir kural, k o n u ş m a . Bunu hiç ö ğ r e n e m e y e c e ğ i m . İyi
görünüyorsun.»
«Olmamam gerekir, iyi uyuyamadım.»
«Biri mi hastalandı?»
«Hayır. Öyle bir geceydi işte.»
«Bilmez miyim?»

Dükkânı s ü p ü r d ü m , gölgelikleri a ç t ı m , b u n l a r ı
y a p ı y o r m u y d u m y o k s a nefret m i e d i y o r d u m bilmi­
y o r u m . Joey'in kuralları k a f a m ı n içinde d ö n ü p d u ­
r u y o r d u . Olanları r a f l a r d a k i a r k a d a ş l a r ı m l a tartış­
t ı m , belki y ü k s e k sesle, belki a l ç a k sesle bilmiyo­
rum.

61
«Sevgili dostlari'm» d e d i m , «eğer bu kadar basit­
se, neden d a h a ç o k insan bu işe kalkışmıyor? JMo-
den insanlar aynı hataları yineleyip d u r u y o r l a r ? Hep
u n u t u l a n birşey mi var? Belki iyiliğin bir b a ş k a şekli
olan zayıflılıktır, esas gerçek. Marullo insafı
y o k t u r dedi. Paranın herhangi bir iyiliği insanı
zayıflığa itiyorsa bu g e r ç e k t e n d o ğ r u olur. Sı­
r a d a n , iyi kalpli Joe'lar savaşta kan d ö k ü c ü y a r a ­
tıklar haline nasıl gelebiliyor? Eğer d ü ş m a n ı n g ö r ü ­
nüşü de dili de farklıysa bu da ç o k y a r d ı m c ı olur. Pe­
ki sivil h a r p t e d u r u m nasıl? Kuzeyliler bebekleri ye­
m i ş . Cumhuriyetçiler m a h k û m l a r ı a ç l ı k t a n ö l d ü r m ü ş ­
lerdi. Bu y a r d ı m c ı o l m u ş t u onlara. Şimdi yanınıza
g e l i y o r u m dilimlenmiş pancarlar, konserve m a n t a r ­
lar, sizinle ilgili k o n u l a r d a k o n u ş m a m ı istiyorsunuz,
b i l i y o r u m . Herkes ister. A m a ben sınıra geldim ar­
tık, referans n o k t a s ı n d a y ı m . Eğer d ü ş ü n m e n i n y a s a ­
ları eşyaların da yasasıysa o zaman ahlak da g ü ­
nah da g ö r g ü de görelidir. Şu göreli evrende hepsi
görelidir. Öyle o l m a l ı . B u n d a n kaçış y o k . Referans
noktası. Sen üzerinde M i k i Fare m a s k e s i t a ş ı y a n
ve etiketle on sent g ö n d e r e n e karından k o n u ş m a
zımbırtısı veren hazır ç o r b a . Seni eve g ö t ü r e c e ğ i m
a m a , şimdi o t u r v e p e n i d i n l e :
Mary'ye ş a k a o l a r a k söylediğim şey a s l ı n d a
g e r ç e k t i . A t a l a r ı m , bu saygın gemi sahipleri ve kap­
tanlar, d e v r i m d e ve 'de deniz t i c a r e t i n i durdur­
m a k için komisyonlarını a l m ı ş l a r d ı . Çok y u r t s e v e r c e
ve erdemli bir davranış d o ğ r u s u . A m a İngilizlere gö­
re onlar korsandı ve a l d ı k l a r ı n ı kendileri için sak­
ladılar. İşte b a b a m ı n kaybettiği aile servetimizin
başlangıcı budur. Diğer paraları çeken ilk paranın
kaynağı yani. B u n u n l a g u r u r duymalıyız.»
Bir k u t u d o m a t e s salçası g e t i r d i m , k u t u y u aç­
t ı m v e ç e k i c i zarif t e n e k e k u t u l a r ı , boşalmış r a f ­
larına dizmeye b a ş l a d ı m . «Belki siz bilmiyorsunuz
y a b a n c ı sayılırsınız. Paranın insafı o l m a d ı ğ ı gilbi şe­
refi veya anıları da y o k t u r . P a r a y ı elinizde t u t t u ğ u ­
nuz sürece biraz saygıdeğerdir. Parayı k ü ç ü m s e d i -
ğimi s a n m a y ı n sakın. O n a hayranlığım büyük. Bay­
lar, a r a m ı z a yeni katılan birilerini t a n ı t m a k istiyo-

G2
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
r u m . Keççaplar, onları sizin yanınıza k o y a c a ğ ı m . Bu
işleri t ı k ı r ı n d a t u r ş u l a r a yeni evlerinde iyi d a v r a n ı n .
D o ğ m a d i l i m l e n m e ve şişelenme New York'lular. B u ­
r a d a a r k a d a ş l a r ı m l a para konusunu tartışıyorduk.
Sizin o r a n ı n en iyi ailesi, ismini bilirsiniz. D ü n y a d a
herke9 bilir. Ülkemiz İngiltere ile savaş h a l i n d e y k e n
bu aile İngilizlere biftek s a t a r a k b ü y ü k b a ş l a n g ı ç l a ­
rını yaptılar. O aileye ve p a r a l a r ı n a b ü y ü k h a y r a n ­
lık duyulur. Bir b a ş k a hanedan ise s a n ı r ı m en b ü ­
y ü k bankacılar. Kurucuları o r d u d a n üçyüz adet t ü ­
fek almış. Ordu silahları bozuk diye ç ü r ü ğ e çıkar­
d ı ğ ı n d a n p d a m ç o k u c u z a a l m ı ş , belki tanesi 50
sente falan.
Çok kısa bir z a m a n s o n r a General Fremont
k a h r a m a n c a mücadelesi i ç i n B a t ı y a d o ğ r u yola ç ı ­
k a r k e n , g ö r m e d e n bu t ü f e k l e r i a l m ı ş , kulaklarınızı
a ç ı n , tanesi yirmi d o l a r d a n almış hem de. Tüfeklerin
askerlerin ellerinde patlayıp p a t l a m a d ı ğ ı n ı kimse bil­
miyor. Onların servetinin (başlangıcı da bu para işte.
Parayı elde ederseniz ve onu b a ş k a paraları kazan­
m a k t a kullanırsanız nasıl elde ettiğiniz hiç ö n e m l i
değil. Alay e t m i y o r u m . Eski Roma'lı efendimiz ve
sahibimiz M a r u l l o ç o k haklı. Para söz k o n u s u o l d u ­
ğ u n d a a h l a k kuralları tatile ç ı k a r l a r . Neden b a k k a ­
liye malzemeleriyle k o n u ş u y o r u m ? Belki tedbirli o l ­
d u ğ u n u z için. Söylediklerimi başkalarına anlatmı­
yor, d e d i k o d u y a p m ı y o r s u n u z .
Para sadece ona sahip o l d u ğ u n u z zaman t e ­
nezzül etmeyeceğiniz, a h m a k bir maddedir. Fakirler
parayı büyüleyici bulurlar. A m a eğer birisi parayla
ilgileniyorsa paranın d o ğ a s ı n ı karakterini ve eğilim­
lerini bilmesi gerekir değil mi? Bu k o n u d a benimle,
aynı fikirde misiniz? K o r k a r ı m ki g e r ç e k t e n ç o k az
kişi, b ü y ü k s a n a t ç ı l a r veya cimriler paranın kendi­
siyle ilgilenirler.
Ve t a b i i k o r k u n u n koşullandırdığı cimrileri b u n ­
ların dışında tutabiliriz.»
Şimdiden y e r d e bir yığın boş k a r t o n b i r i k m i ş t i .
Onları katlayıp s a k l a m a k i ç i n d e p o y a t a ş ı d ı m . Pek
ç o k kişi aldıklarını bunlarla taşır ve M a r u l l o ' n u n de­
diği gilbi, «Çantaların eskimesini önlerler küçük.» Yi*

63
ne bu ' k ü ç ü k ' k o n u s u . A r t ı k a l d ı r m a y a c a ğ ı m . Beni
'küçük' diye ç a ğ ı r m a s ı n ı istiyorum, h a t t â beni 'kü­
ç ü k ' o l a r a k d ü ş ü n s ü n isterse. Kutuları yerleştirir­
ken ön kapının v u r u l d u ğ u n u d u y d u m . K o l u m d a k i
eski b ü y ü k g ü m ü ş saate b a k t ı m ve inanır mısınız
h a y a t ı m d a ilk kez d ü k k â n ı t a m saat 9'da a ç m a m ı ş
o l d u ğ u m u f a r k e t t i m . T a m o l a r a k 9'u çeyrek geçi­
y o r d u . Yiyeceklerle y a p t ı ğ ı m o t a r t ı ş m a u n u t t u r ­
m u ş t u bunu b a n a . Kapının demirli c a m ı n d a n gele­
nin M a r g i e Young-Hunt olduğunu görebiliyordum.
Ona hiçbir zaman g e r ç e k t e n b a k m a m ı ş , inceleme­
m i ş t i m . Belki bu yüzden o da servet k o n u s u n u or­
t a y a a t m ı ş t ı o n u n varlığından emin o l m a m için
bu kadar ç a b u k d e ğ i ş m e m e m gerekirdi.
Gidip k a p ı l a n a ç t ı m .
«Seni rahatsız etmek istememiştim.»
«Ama ben geç kaldım.»
«Sahi mi?»
«Tabii 9'u geçiyor.»
Salınarak içeri girdi. Arkası güzel ve y u v a r l a k t ı .
Her a d ı m atışında ö n c e yukarı sonra aşağı y a v a ş ç a
k ı m ı l d ı y o r d u . Önden de yeterince gösterişliydi. Yani
göğüslerini göstermesine gerek y o k t u . Onlar o r a ­
d a y d ı . Margie, Koca Jeoy'in 'güzel kız' dediği şey­
d i , belki o ğ l u m Ailen de böyle derdi. Belki de Mar-
gie'yi ilk kez g ö r ü y o r d u m . Hatları d ü z g ü n , bir p a r ç a
uzun b u r u n l u , dudakları o l d u ğ u n d a n b ü y ü k b o y a n ­
mış, a ş a ğ ı t a r a f l a r ı m u n t a z a m biriydi. Saçları f ı n -
d ı k k d b u ğ u rengi boyalıydı, doğal değildi a m a güzel
g ö r ü n ü y o r d u . Çenesi zarif ve uzundu a m a y a n a k l a ­
rında epey kas vardı ve e l m a c ı k kemikleri o l d u k ç a
genişti. M a r g i e ' n i n gözlerinde endişe vardı. Işıkla
mavi ya da griye dönüşen ela gözleri vardı. Daya­
nıklı ,bir yüzdü b u , d a y a n m ı ş t ı ve h a t t â şiddete, i t i ­
lip k a k ı l m a y a bile dayanabilirdi hâlâ. Gözleri etraf­
t a d o l a ş ı y o r d u , b a n a , yiyeceklere b a k t ı , s o n r a yine
b a n a b a k t ı . Çok iyi bir gözlemci ve belleği iyi ç a l ı ­
ş a n biri o l d u ğ u n u s a n ı y o r u m .
«Umarım derdin d ü n k ü n ü n a y n ı değildir.»
Güldü. «Hayır hayır. Her gece seyyar satıcı ile
y a t m ı y o r u m ki. Bu kez kahvem kalmamış.»

64
«Pek ç o k insanın kalmıyor.»
«Ne d e m e k istiyorsun?»
«Her s a b a h ilk gelen on kişi kahve almaya ge­
lir.»
«Gerçek mi?»
«Evet. Seyyar satıcını b u r a y a yolladığın için te­
ş e k k ü r ederim.»
«Bu o n u n fikriydi.»
«Ama sen yolladın. Ne cins kahve istersin?»
«Farketmez, ne cins alırsam alayım ç o k kötü
kahve yaparım.»
«Ölçü kullanmıyor musun?»
«Tabi k u l l a n ı y o r u m , y i n e de k ö t ü oluyor. Kah­
veyi kötü y a p a r ı m a m a . . . , 'çayım iyidir,' diyecek­
tim.»
«Dedin bile. Bu cinsi dene.» Raftan bir k u t u al­
d ı m . Kutuyu benden a l m a k için uzandı, bu u f a c ı k
devinimle t ü m v ü c u d u o y n a d ı , k a y d ı , sessizce ken­
dini belli e t t i . B u r a d a y ı m d i y o r d u b a c a k l a r ı , ben de
d i y o r d u şeyi, b e n d e n iyi değilsin diyordu ince beli.
Herşeyi yeni, ilk kez g ö r ü l ü y o r d u . Nefesimi t u t t u m .
Mary, bir kadının isterse sinyaller verebileceğini söy­
ler. Eğer bu d o ğ r u y s a M a r g i e ' n i n ayağının u c u n ­
d a n , bukleli f ı n d ı k k a b u ğ u saçlarına kadar bir ileti­
şim sistemi v a r d ı .
«Cinlerini defetmiş görünüyorsun.»
«Dün ç o k k ö t ü y d ü m . Nereden geliyorlar bilmem
ki.»
«Bilmez m i y i m . Bazen hiç sebepsiz benim de
y a k a m a yapışırlar.»
«Şu servet lafıyla b ü y ü k işler becerdin.»
«Bana kızdın mı?»
«Hayır. Sadece nasıl y a p t ı ğ ı n ı bilmek isterdim.»
«Sen fala inanmazsın ki.»
«İnançla ilgisi yok. Bazı şeyleri b u r n u m u n u c u ­
na kadar i t t i n . D ü ş ü n d ü ğ ü m ve y a p m a k t a o l d u ğ u m
şeyleri.»
«Ne gibi?»
«Örneğin a r t ı k d e ğ i ş m e zamanı geldi.»
«İskambil kâğıtlarını dizdiğimi sanıyorsun değil
mi?»

65
«Fark etmez. Eğer dizdiysen ne kazancın olur?
Bunu d ü ş ü n d ü n mü?»
Şüpheci, s o r a n , a r a ş t ı r a n gözlerle baktı (bana.
«Evet.» dedi y u m u ş a k bir sesle. «Yani hayır, hiç
d ü ş ü n m e d i m . Eğer kartları dizdiysem beni b u n a ne
yöneltmiş olabilir? Bir dizilişin düzenini b o z m a k is­
teğidir belki de.»
Bay Baker k a p ı d a belirdi. «Günaydın Margie!»
dedi. «Ethan önerimi düşünebildin mi?»
«Düşündüm. Sizinle k o n u ş m a k istiyorum.»
«İstediğin zaman gel Ethan.»
«Hafta içinde ç ı k a m ı y o r u m . Biliyorsunuz M a r u l -
lo hemen hemen hiç uğramıyor. Yarın evde o l a c a k
mısınız?»
«Kiliseden s o n r a evdeyim. İyi fikir Mary'yi de ge­
tir saat 4'te falan. Kadınlar Paskalya ş a p k a l a r ı hak­
kında k o n u ş u r k e n biz kaybolur ve konuşuruz.»
«Sormak istediğim yüzlerce şey var. Yazsam
d a h a iyi o l a c a k galiba.»
«Bildiğim her s o r u n u cevaplarım. Görüşmek
üzere. Hoşçakal Margie.»
B a n k a c ı gidince Margie, «Hızlı başlamışsın.»
dedi.
«Belki sadece harekete g e ç t i m . İlginç olan ne
biliyor m u s u n ? Dün kartları gözlerin kapalı açsay-
dın bile gerçeğe ne kadar yaklaştığını bilemezdin.»
«Yoo,» dedi, «bu işe y a r a m a z d ı . Benimle d a l g a
g e ç i y o r s u n . Yoksa ciddi misin?»
«Bence i n a n m a k l a hiç ilgisi yok. Duyum ötesi
algıya d a i n a n m a m , yıldırıma d a , hidrojen b o m b a s ı n a
d a , h a t t â m e n e k ş e l e r e ve b a l ı k ç ı l ı k o k u l u n a da inan­
mam a m a , var olduklarını bilirim. Hayaletlere de
i n a n m a m a m a , onları gördüm.»
«Alay ediyorsun.»
«Etmiyorum.»
«Sanki başka biri oldun.»
«Aynı a d a m değilim, belki kimse değil.»
«Buna yol a ç a n şey ne Eth?»
«Bilmiyorum. Belki de b a k k a l t e z g â h t a n olmak
beni hasta etti.»
«Bu bir zaman sorunu.»

66
«•Mary'yi g e r ç e k t e n sever misin?» diye s o r d u m .
«Tabii severim. Neden s o r d u n b u n u ? »
«Sadece ona hiç benzemiyorsun, ç o k farklısın.»
«Ne demek istediğini a n l a d ı m . A m a onu seve­
rim.»
«Ben de severim.» d e d i m .
«Şanslısın.»
«Evet şanslıyım gerçekten.»
«Mary şanslı d e m e k istemiştim. Gidip şu k ö t ü
kahvemi y a p a y ı m . Fal k o n u s u n u da düşüneceğim.»
«Ne kadar ç a b u k olursa o kadar iyi, s o ğ u m a ­
dan d ü ş ü n m e l i »
Kalçaları canlı t o p gibi zıplayarak d ü k k â n d a n
ç ı k t ı . Onu daha ö n c e hiç g ö r m e m i ş t i m . Ö m r ü m bo­
y u n c a kaç kişiye b a k ı p da g ö r m e d i ğ i m i merak e t ­
t i m . Bunu d ü ş ü n m e k bile acı veriyor.
İşte yine referans n o k t a s ı . İki insan t a n ı ş ı n c a
her biri diğeri y ü z ü n d e n değişiyor, böylece iki yeni
insan elde ediyorsunuz. Belki b u n u n a n l a m ı Öff
ç o k karmaşık. Bu t i p konuları gece u y u y a m a d ı ğ ı m
zaman d ü ş ü n m e k için kendimle a n l a ş t ı m .
Dükkânı z a m a n ı n d a acrnayı u n u t m a k k o r k u t ­
m u ş t u beni. Cinayet mahallinde 'mendilinizi ya da üs­
t ü n d e adınız yazılı Ş i k a g o ' d a n alınma gözlüğünüzü
d ü ş ü r m e k giıbi bir şeydi bu. Peki b u n u n anlamı ne?
Hangi suç? Hangi cinayet?
Öğle vakti d ö r t sandviç y a p t ı m , peynir ve j a m ­
b o n , salatalık ve mayonezli. J a m b o n ve peynir jam­
bon ve peynir evli a d a m a ğ a ç l a r ı n üstündedir. San­
dviçlerin ikisini ve bir şişe k o k a kolayı alarak b a n ­
kanın a r k a kapısına g i t t i m , Joey'e v e r d i m .
«Yanlışı b u l d u n mu?»
«Henüz b u l a m a d ı m . A m a ç o k y a k l a ş t ı m . Nere­
deyse kör olacağım.»
«Neden Pazartesi'ye kadar y a t ı p dinlenmiyor­
sun.»
«Yapamam, b a n k a c ı l a r biraz k a f a d a n ç a t l a k
olurlar.»
«Bazen bir şeyi düşünmezsen aniden aklına ge­
lir.»
«Bilirim. Sandviçler İçin t e ş e k k ü r ederim.»

67
«Fark etmez. Eğer dizdiysen ne k a z a n c ı n olur?
Bunu d ü ş ü n d ü n mü?»
Şüpheci, s o r a n , a r a ş t ı r a n gözlerle b a k t ı Ibana.
«Evet.» dedi y u m u ş a k bir sesle. «Yani hayır, hiç
d ü ş ü n m e d i m . Eğer kartları dizdiysem beni ,buna ne
yöneltmiş olabilir? Bir dizilişin düzenini b o z m a k is­
teğidir belki de.»
Bay Baker k a p ı d a belirdi. «Günaydın Margie!»
dedi. «Ethan önerimi düşünebildin mi?»
«Düşündüm. Sizinle k o n u ş m a k istiyorum.»
«istediğin zaman gel Ethan.»
«Hafta içinde 'çıkamıyorum. Biliyorsunuz M a r u l -
lo hemen hemen hiç uğramıyor. Yarın evde olacak
mısınız?»
«Kiliseden s o n r a evdeyim. İyi fikir M a r y ' y i de ge­
tir saat 4'te falan. Kadınlar Paskalya ş a p k a l a r ı hak­
kında konuşurken biz kaybolur ve konuşuruz.»
«Sormak istediğim yüzlerce şey var. Yazsam
daha iyi o l a c a k galiba.»
«Bildiğim her s o r u n u cevaplarım. G ö r ü ş m e k
üzere. Hoşçakal Margie.»
Bankacı gidince Margie, «Hızlı başlamışsın.»
dedi.
«Belki sadece harekete g e ç t i m . İlginç olan ne
biliyor m u s u n ? Dün kartları gözlerin kapalı açsay-
dın bile gerçeğe ne kadar yaklaştığını bilemezdin.»
«Yoo,» dedi, «bu işe y a r a m a z d ı . Benimle d a l g a
g e ç i y o r s u n . Yoksa ciddi misin?»
«Bence inanmakla hiç ilgisi yok. D u y u m ötesi
algıya d a i n a n m a m , yıldırıma d a , hidrojen b o m b a s ı n a
d a , h a t t â m e n e k ş e l e r e v e b a l ı k ç ı l ı k o k u l u n a d a inan­
mam a m a , var olduklarını bilirim. Hayaletlere de
i n a n m a m a m a , onları gördüm.»
«Alay ediyorsun.»
«Etmiyorum.»
«Sanki başka biri oldun.»
«Aynı a d a m değilim, belki kimse değil.»
«Buna yol a ç a n şey ne Eth?»
«Bilmiyorum. Belki de b a k k a l t e z g â h t a n olmak
beni hasta etti.»
«Bu bir zaman sorunu.»

66
«Mary'yi g e r ç e k t e n sever misin?» diye s o r d u m .
«Tabii severim. Neden s o r d u n b u n u ? »
«Sadece o n a hiç ben2emiyorsun, ç o k farklısın.»
«Ne demek istediğini a n l a d ı m . A m a onu seve­
rim.»
«Ben de severim.» d e d i m .
«Şanslısın.»
«Evet şanslıyım gerçekten.»
«Mary şanslı demek istemiştim. Gidip şu k ö t ü
kahvemi y a p a y ı m . Fal k o n u s u n u da düşüneceğim.»
«Ne kadar ç a b u k olursa o kadar iyi, s o ğ u m a ­
dan düşünmeli.»
Kalçaları canlı t o p gibi zıplayarak d ü k k â n d a n
ç ı k t ı . Onu daha ö n c e hiç g ö r m e m i ş t i m . Ö m r ü m b o ­
y u n c a kaç kişiye b a k ı p da g ö r m e d i ğ i m i merak et­
t i m . Bunu d ü ş ü n m e k bile acı veriyor.
İşte yine referans n o k t a s ı . İki insan t a n ı ş ı n c a
her biri diğeri y ü z ü n d e n değişiyor, böylece iki yeni
insan elde ediyorsunuz. Belki bunun a n l a m ı Öff
ç o k karmaşık. Bu t i p konuları gece u y u y a m a d ı ğ ı m
zaman d ü ş ü n m e k için kendimle a n l a ş t ı m .
Dükkânı z a m a n ı n d a açmayı unutmak korkut­
m u ş t u beni. Cinayet mahallinde mendilinizi ya da üs­
t ü n d e adınız yazılı Ş i k a g o ' d a n alınma g ö z l ü ğ ü n ü z ü
d ü ş ü r m e k giıbi bir şeydi b u . Peki bunun anlamı ne?
Hangi suç? Hangi cinayet?
Öğle vakti d ö r t sandviç y a p t ı m , peynir ve j a m ­
b o n , salatalık ve mayonezli. J a m b o n ve peynir jam­
bon ve peynir evli a d a m a ğ a ç l a r ı n üstündedir. San­
dviçlerin ikisini ve bir şişe k o k a kolayı alarak b a n ­
kanın a r k a kapısına g i t t i m , Joey'e v e r d i m .
«Yanlışı b u l d u n mu?»
«Henüz b u l a m a d ı m . A m a ç o k y a k l a ş t ı m . Nere­
deyse kör olacağım.»
«Neden Pazartesi'ye kadar yatıp dinlenmiyor­
sun.»
«Yapamam, b a n k a c ı l a r biraz k a f a d a n ç a t l a k
olurlar.»
«Bazen bir şeyi düşünmezsen aniden aklına ge­
lir.»
«Bilirim. Sandviçler İçin t e ş e k k ü r ederim.»

67
M a y o n e z ve salatalık o l d u ğ u n a e m i n o l m a k için
sandviçleri açıp b a k t ı . Paskalyadan önceki Cumar­
tesi günü öğleden sonra bakkallar benim 'muhte­
r e m ' ve ' k a r a c a h i l ' o ğ l u m u n deyimiyle, «Sinek av­
larlar.» A m a yine de içimin derinliklerinde, sular al­
t ı n d a olagelen bir değişmeyi bana ispatlayan iki olay
o l d u . Demek istediğim, dün ya da daha ö n c e k i her­
hangi bir g ü n , şu y a p t ı ğ ı m şeyi y a p m a z d ı m . Bu,
duvar kâğıdı örneklerine b a k m a y a benziyordu. Yeni
bir model Ibulduğumu u m u y o r d u m .
İlk olay : M a r u l l o geldi. Artiriti g e r ç e k t e n canını
fena y a k ı y o r d u . Kollarını halterciler gibi sallayıp
duruyordu.
«Nasıl gidiyor?»
«Yavaş, Alfio,» O n a d a h a ö n c e ilk adıyla hiç
hitap e t m e m i ş t i m .
«Kasabada kimse yok»
«Bana ' k ü ç ü k ' demen hoşuma gidiyor.»
«Hoşlanmadığını sanmıştım.»
«Hoşlandığımı keşfettim Alfio.»
«Herkes gitmiş.» Eklemlerinde kızgın taşlar var­
mış gibi omuzları y a n ı p t u t u ş u y o r olmalıydı.
«Sen Sicilya'dan geleli ne kadar oldu?»
«47 y ı l . Uzun zaman.»
«Hiç gitmediniz mi b i r daha?»
«Hayır.»
«Niye bir ziyarete gitmiyorsunuz?»
«Niye gideyim? Herşey değişti.»
«Oraları m e r a k ediyor musunuz?»
«Pek değil.»
«Hayatta olan a k r a b a l a r ı n ı z var mı?»
«Tabii, kardeşim var ve ç o c u k l a r ı t o r u n l a r ı var.»
«Onları g ö r m e k istersiniz sanmıştım.»
B a n a b a k t ı , sanırım benim M a r g i e ' y e b a k t ı ğ ı m
gibi beni ilk kez g ö r d ü .
«Aklından neler geçiyor küçük?»
«Hastalığınıza ü z ü l ü y o r u m . Sicilya'nın sıcak o l ­
d u ğ u n u d ü ş ü n m ü ş t ü m . Belki ağrılarınıza iyi gelir.»
Kuşkuyla baktı bana : «Neyin var?»
«Ne demek istiyorsunuz?»
«Değişmiş görünüyorsun.»

68
«Oh, İyi haberlerim var.»
«İşten mi ayrılıyorsun?»
«Tam o l a r a k değil. İtalya'ya Ibir y o l c u l u k y a p a r ­
sanız b u r a d a o l a c a ğ ı m a söz veririm.»
«Neymiş iyi haber?»
«Henüz söyleyemem. Şeye benziyor» Par­
m a k l a r ı m ı birbirine sürterek p a r a işareti y a p t ı m .
«Para mı?»
«Olabilir. B a k ı n , siz y e t e r i n c e zenginsiniz. Ne­
den Sicilya'ya gidip o n l a r a , zengin bir Amerikalı na­
sıl o l u r m u ş g ö s t e r m i y o r s u n u z ? Biraz güneş b a n y o s u
y a p ı n . Dükkâna, b a k a r ı m biliyorsunuz.»
«İşten a y r ı l a c a k mısın?»
«Hayır, sizi o r t a d a b ı r a k m a y a c a ğ ı m ı bilecek k a ­
dar tanırsınız beni.»
«Değişmişsin küçük. Neden?»
«Söyledim size. Gidip bebeklerle ö v ü n ü n biraz.»
«Oraya ait değilim.» dedi, a m a aklına birşey
s o k t u ğ u m u b i l i y o r d u m . Ve yine biliyordum ki gece
g e ç saatte gelip defterleri kontrol edecek. K u ş k u c u
bir hinoğluhindi o.
Güçbela g i t t i ğ i n d e — a y n ı d ü n g i b i — BBD v e
D'nin satıcısı içeri girdi.
«İşte değilim» dedi. «Hafta sonunu M o n t a u k ' t a
g e ç i r e c e ğ i m , bir u ğ r a y a y ı m dedim.»
«Sevindim,» d e d i m , «size şunu v e r m e k istiyor­
dum.» İçinde yirmi doların g ö r ü n d ü ğ ü cüzdanı o n a
uzattım.
«Aşkolsun, iyiniyetli bir hediyeydi. İşte o l m a d ı ğ ı ­
mı söylemiştim.»
«Al bunu.»
«Nereye v a r m a k istiyorsun?»
«Bizim köyde buna kontrat y a p m a k denir.»
«Neyin var, ç o k mu kızdın?»
«Hayır.»
«Öyleyse neden?»
«Al d e d i m . Henüz önerini kabul etmedim.»
«Tanrım, VVayland daha iyi b i r ö n e r i d e mi b u ­
lundu?»
«Hayır.»
«Peki kim? Şu indirimli d ü k k â n l a r mı?»

69
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
20 d o l a n g ö ğ ü s cebine süslü mendilinin a r k a ­
sına sıkıştırdım. «Cüzdanı beğendim bende kalsın.»
dedim.
«Bak, şefle k o n u ş m a d a n d a h a fazla fiyat vere­
m e m . Salı gününe kadar telefon ederim. Eğer, 'ben
H u g h ' dersem kim o l d u ğ u m u anlarsınız.»
«Telefon parasını siz ödeyin.»
«Tamam, d ü k k â n açık olsun e mi?»
«Açık!» dedim, «Balık avlar mısınız?»
«Sadece kadınları avlarım. O M a r g i e denen k a ­
dını da g ö t ü r m e k istedim. Gelmeyecekmiş. Nere­
deyse kafamı k ı r a c a k t ı . Kadınları anlayamıyorum.»
«Gittikçe daha ç o k garipleşiyorlar.»
«Çok doğru söylediniz.» dedi. Bu lafı son oh
beş yıldır hiç d u y m a m ı ş t ı m . Kaygılı g ö r ü n ü y o r d u ,
«Benden haber a l m a d a n birşey yapmayın,» dedi.
«Hey t a n r ı m , ben de bir köylü ç o c u ğ u n u kafesliyo­
rum sanmıştım.»
«Bu k o n u d a k o n u ş m a y ı seviyorsan, sana şimdi
bir rüşvet önerisini reddettiğimi h a t ı r l a t m a k İsterim.»
Bunu söylerken benim değişik biri o l d u ğ u ­
mu sanmasını istemiştim. A d a m bana saygıyla ıbaktı,
ben de ç o k hoşlandım b u n d a n . Herif kendisine ben­
zediğimi sanmıştı a m a o n d a n daha ü s t ü n d ü m .
T a m d ü k k â n ı k a p a t ı y o r d u m ki M a r y telefon e t t i .
«Ethan» dedi, «Lütfen kızma, ben»
«Ne oldu canım?»
«Çok yalnız. Ben de d ü ş ü n d ü m ki, yani M a r g i e '
yi y e m e ğ e davet ettim.»
«Neden e t m e y e c e k s i n ki?»
«Kızmadın mı?»
«Aşkolsun, kızmadım tabii.»
«Küfretme s a k ı n , yarın Paskalya.»
«İyi ki söyledin, en güzel elbiseni ütüle. Yarın
Baker'lara gidiyoruz, saat 4'te.»
«Evlerine mi?»
«Evet, çaya.»
«Paskalya için, kilisede giyeceğim elbise olur
mu?»
«Çok güzel sevgilim.»

70
«Margie için k ı z m a d ı n değü mi?»
«Seni seviyorum!» d e d i m . S e v i y o r d u m . Gerçek­
ten s e v i y o r d u m . Ve bir erkeğin isterse kendine ne
cehennemler yaratabileceğini a n ı m s a d ı m .

BEŞİNCİ BÖLÜM

K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a n y ü r ü d ü m , ziftli taşlarla d ö ­
şeli yola d ö n d ü m , d u r d u m ve eski evime b a k t ı m .
Farklıydı sanki. Ben imdi. M a r y ' n i n , b a b a m ı n , yaşlı
k a p t a n ı n d e ğ i l d i , a m a benimdi. Onu satabilir, y a k a ­
bilir veya k o r u y a b i l i r d i m .
Ailen kapıyı a ç ı p b a ğ ı r a r a k ü s t ü m e d o ğ r u ko­
şarken ikinci b a s a m a ğ ı henüz ç ı k m ı ş t ı m .
«Çorbalar nerede? B a n a ç o r b a getirmediniz
mi?»
«Hayır!» d e d i m . Şaşkınlık b a z e n mucizeler ya­
ratır, acısını ve ü z ü n t ü s ü n ü h a y k ı r m a d ı . Söz verdi­
ğime t a n ı k o l d u ğ u n u söylemesi için annesini de yar­
d ı m a ç a ğ ı r m a d ı . Sadece «Oh!» dedi ve ç a b u c a k
uzaklaştı. A r k a s ı n d a n seslendim: «İyi akşamlar.» Du­
r u p c e v a p l a d ı : «İyi akşamlar.» Yeni ö ğ r e n d i ğ i y a ­
bancı bir dildendi sanki söyledikleri.
M a r y m u t f a ğ a g e l d i : «Saçlarını kestirmelisin!»
dedi.
Bendeki herhangi b i r garipliği ateşim o l d u ğ u n u
ya da saçlarımı kestirmem gerektiğini söyleyerek for­
müle eder.
«Hayır, İpek saçlı k a r ı m , k e s t i r m e m gerekmez.»
«Evi t o p a r l a y a n a kadar c a n ı m çıktı.»
«Toparlandı mı?»
«Söyledim ya. M a r g i e y e m e ğ e gelecek.»
«Biliyorum a m a niye bu kadar koşuşturdun.»
«Uzun z a m a n d ı r yemeğe k o n u k gelmemişti.»
«Doğru, ç o k doğru.»
«Siyah t a k ı m ı n ı mı giyeceksin.»
«Hayır, yaşlı beygiri, eski griyi giyerim.»

71
«Neden siyahı değil?»
«Yarın kilise için g i y e c e ğ i m , ütüsü bozulsun is­
temem.»
«Yarın sabah ütüleyebilirim.»
«Ypşlı beygirimi g i y e c e ğ i m . Bu eyalette b u l u ­
nabilecek en güzel t a k ı m elbisedir.»
«Çocuklar!» diye seslendi. «Hiç bir şeye d o k u n ­
m a y ı n . Çerezleri m a s a y a k o y m u ş t u m . Siyahı giyme­
yecek misin?»
«Hayır.»
«Margie, '9'da g e l i r i m ' dedi.»
«Margie Yaşlı beygiri seviyor.»
«Nenden biliyorsun?»
«Kendisi söyledi.»
«Öyle şey söylemez o.»
«Bu k o n u d a ibana m e k t u p yazdı.»
«Ciddi o l . Ona iyi d a v r a n a c a k s ı n değil mi?»
«Onunla aşk yapacağım.»
«Margie gelecek diye siyahı giyersin s a n m ı ş ­
tım.» ,
«Bak bana çiçek kız, e v e geldiğimde ne giye­
ceğimi hiç d ü ş ü n m e m i ş t i m . İki kısa d a k i k a içinde
yaşlı beygirimi g i y m e k t e n b a ş k a hiç bir seçenek
kalmadı.»
«Öyle mi oldu?»
«Elbette.»
«Oh.» Bunu aynı Allen'in söylediği t o n d a söyle­
mişti.
«Yemekte ne var? Etle a s o r t i bir kravat t a k m a k
isterim.»
«Fırında t a v u k var. K o k u s u n u almıyor musun?»
«Alıyorum herhalde. M a r y b e n » Ama devam
edemedim. Neden söylemeli? Ulusal bir i ç g ü d ü y ü
kıramazsınız ki. Safe Rite d ü k k â n ı n d a düzenlenen
ucuz t a v u k g ü n ü n e gitmişti b u g ü n .
Marullo'nunkilerden u c u z d u . Elbette ben t o p ­
tan a l ı y o r d u m v e M a r y ' y e d ü k k â n l a r d a y a p ı l a n i n ­
dirimli satışlardan söz e t m i ş t i m . İndirim içinize g i ­
rer ve sadece elinizin a l t ı n d a olduğu için i n d i r i m ­
siz bir yığın malı da alıverirsiniz. Herkes b u n u bilir
vo y a p m a y a d e v a m eder.

72
Mary Çokçiçekli'ye verdiğim k o n f e r a n s l a r ı n bir
yararı o l m u y o r d u . Yeni Ethan Ailen Havvley, ulusal
aptallıkları bilen ve yapabildiği zaman bunları k u l ­
lanan biriydi.
M a r y ; «Hain o l d u ğ u m u d ü ş ü n ü y o r s u n değil
mi?»
«Sevgilim ıbir t a v u ğ u n g ü n a h k â r ya da erdemli
o l m a k l a ne ilgisi var?»
«Çok ucuzdu.»
«En iyisini, en kadıncasını yapmışsın.»
«Alay ediyorsun.»
Ailen y a t a k o d a m d a beni bekliyordu. «Sizin şö­
valye Templar kılıcınıza bakabilir miyim.»
«Tabii, dolabın köşesinde olacak.»
Nerede o l d u ğ u n u gayet iyi b i l i y o r d u . Ben so­
y u n u r k e n kılıcı deri kılıfından ç ı k a r d ı ve kaldırıp
ışıkta parlayan kılıca b a k t ı . S o n r a a y n a d a k i soylu
görünüşüne baktı.
«Yazı nasıl gidiyor?»
«Ha?i»
«Ne dediniz e f e n d i m ? demek istedin herhalde.»
«Evet efendim.»
«Yazı nasıl g i d i y o r dedim.»
«İyi gidiyor.»
«Yapabilecek misin?»
«Elbette.»
«Elbette ne?»
«Elbette efendim.»
«Şapkaya da bakabilirsin. Rafın üstündeki b ü ­
yük deri k u t u d a . Tüyleri biraz s a r a r m ı ş gibi.»
Aslan ayaklı, b ü y ü k , eski, dilbi derin banyo k ü ­
vetine girdim. Eskiden zevk a l m a k için yeterince b ü ­
yük yapılırmış küvetler. Marullo'yu ve b ü t ü n g ü n ü ,
f ı r ç a l a y a r a k v ü c u d u m d a n ç ı k a r d ı m ve a y n a y a bak­
m a d a n , sakallarımı elimle y o k l a y a r a k t ı r a ş o l d u m .
Herkes bunu esıki Roma'lı ve asilce b u l a c a k t ı r emi­
nim. Saçlarımı t a r a r k e n aynaya b a k t ı m . Uzun z a ­
m a n d ı r y ü z ü m ü g ö r m e m i ş t i m . Her g ü n t ı r a ş o l u r s u ­
nuz a m a , yüzünüzü görmeyebilirsiniz. Özellikle y ü ­
zünüze pek aldırmıyorsanız. Güzellik yüzeyseldir,
esas güzellik i ç t e n gelir. Ben ikincisini yeğlerim.

73
Ç i r k i n . b i r y ü z ü m o l d u ğ u için değil. Benim için ilginç
değil o kadar. Çeşitli ifadeler t a k ı n d ı m sonra vaz­
g e ç t i m . M i m i k l e r i m soylu, k o r k u t u c u , g u r u r l u ya da
k o m i k değildi. Yüzüme ne a n l a m verirsem vereyim
h e p aynı yüzdü işte.
Yatak o d a s ı n a geri d ö n d ü ğ ü m d e Ailen, Şövalye
Templar şapkasını başına g e ç i r m i ş t i . Eğer bu şap­
kayı giydiğimde iben de bu kadar a p t a l g ö r ü n ü y o r -
ş a m istifa etmeliyim. Ş a p k a n ı n deri kutusu yerde
a ç ı k d u r u y o r d u . Ş a p k a k a d i f e kaplanmış k a r t o n ­
dandı ve sanki başaşağı çevrilmiş leğene benzi­
yordu.
«Şu t ü y ü n ü boyayabiiirler mi y o k s a bir yenisini
mi almalı?»
«Yenisini alırsanız bunu Ibana verir misiniz?»
«Nsden olmasın? Ellen nerede? İnce keskin
sesini işitmedim.»
«Amerika'yı severim yazısını yazıyor.»
«Peki, ya sen?»
«Ben henüz d ü ş ü n ü y o r u m . Eve ç o r b a getirecek
misiniz?»
«Herhalde yine u n u t u r u m . Neden gelip de ken­
din almıyorsun?»
«Tamam gelirim. Birşey sorabilir 'miyim
efendim?»
«Memnun olurum.»
«İki blok b o y u n c a a n a c a d d e n i n sahibi miydik?»
«Öyleydik.»
«Balina gemilerimiz de var mıydı?»
«Evet.»
«Peki şimdi niye yok?»
«Kaybettik.»
«Nasıl oldu?»
«Sadece k a y b e t t i k işte.»
«Şaka bu.»
«Güzel hazırlanmış ciddi bir ş a k a bu. Eğer in­
celersen.»
«Okulda kurbağayı inceliyoruz.»
«Senin için faydalı a m a k u r b a ğ a i ç i n k ö t ü o l ­
muş. Şu güzel k r a v a t l a r ı n hangisini t a k s a m ? »
Hiç ilgilenmeden, «Maviyi,» dedi. «Giyindikten

74
s o n r a y u k a r ı t a v a n a r a s ı n o gelebilir misiniz, z a m a n ı ­
n ı z var mı?»
«Çok Önemliyse z a m a n bulurum.»
«Gelecek misiniz?»
«Geleceğim.»
«Tamam, şimdi y u k a r ı ç ı k ı p ışığını yakayım.»
«iki k r a v a t b a ğ l a m a dakikası içinde geliyorum.»
A d ı m l a r ı , halisiz t a v a n a r a s ı merdiveninde kor­
k u n ç sesler ç ı k a r ı y o r d u .
Kravatımı b a ğ l a r k e n b u n u d ü ş ü n ü r s e m kravat
d ö n ü p d u r u r a m a eğer p a r m a k l a r ı m ı kendi haline
b ı r a k ı r s a m s o n u ç m ü k e m m e l olur. P a r m a k l a r ı m ı b ı ­
r a k t ı m ve eski Hawley evinin, benim evimin t a -
vanarasını (benim t a v a n a r a m ı ) d ü ş ü n d ü m . Kırık ve
terkedilmiş şeylerin k o n u l d u ğ u karanlık, ö r ü m c e k l i
bir hapishane d e ğ i l d i r orası. K ü ç ü k camlı pencere­
leri vardır. C a m l a n o kadar eskidir ki odaya giren
t ü m ışık lavanta rengi olur, dışarısı da d a l g a l ı , sanki
su altından b a k ı l ı y o r m u ş gibi g ö r ü l ü c
Oraya koyduğumuz kitaplar f ı r l a t ı l ı p atılmayı
ya da Denizcilik Enstitüsüne verilmeyi beklemiyor­
lar. Raflarında r a h a t ç a o t u r m u ş yeniden keşfedil­
meyi bekliyorlar. Ve tabii k o l t u k l a r var, modası b i r a z
g e ç m i ş , bazılarının yayı fırlamış a m a yine de rahat
ve geniş. Tozlu bir yer de değildir. Ev temizliği aynı
z a m a n d a t a v a n a r a s ı n ı n da temizliği demektir. Ve ge­
nellikle kapalı d u r d u ğ u n d a n içeri toz girmez.
Ç o c u k k e n t a v a n a r a s ı n d a bir y ı ğ ı n kitabın içine
g ö m ü l d ü ğ ü m ü veya heyecanlarla savaştığımı veya
yalnızlığı gerektiren bir yarım-insan hayali içinde t a -
vanarasına s ı ğ ı n d ı ğ ı m ı , v ü c u d u m a o l d u k ç a bol ge­
len bir k o l t u k t a kıvrılıp c a m d a n gelen eflatun rengi
İşıkta o t u r d u ğ u m u h a t ı r l a d ı m . O r a d a n çatıyı destek­
leyen iri kalasları inceler, birbirine t a h t a çivilerle na­
sıl ç a k ı l d ı k l a r ı n a b a k a r d ı m . Yağmur ç a t ı d a büyük
kükremeler ç ı k a r ı r k e n güvenli bir yerdi t a v a n a r a s ı .
Kitaplar ışıkta parlardı. B ü y ü m ü ş y e t i ş m i ş ve gitmiş
ç o c u k l a r ı n resimli kitapları.. C h a t t e r b o x ve Rollo se­
risi, T a n r ı n ı n Bin Faaliyeti, Ateş-Sel-Yükselen Dai-
galar-Depremler, hepsi resimliydi. Gustave Doré Hell'
in Dante'nin mısralarıyla süslü k i t a p l a r ı , Haus O

75
Andersen'in insanın yüreğini b u r a n hikâyeleri, G r i m m
Kardeşler'in d o n d u r a n bir şiddet ve dehşet dolu h i ­
kâyeleri, Aubrey Beardsley'in resimlediği majesteyi
a n l a t a n M o r t e d'Arthur kitabı. B u b ü y ü k e r k e k s i des­
t a n ı resimlemek için o sapık, hastalıklı yaratığı seç­
meleri ne kadar garip.
H. C. Andersen'in ne bilge bir a d a m o l d u ğ u n u
d ü ş ü n d ü ğ ü m ü h a t ı r l ı y o r u m . Kral sırlarını kuyuya a n ­
latıyor, böylece sırlar g ü v e n c e d e oluyor. Sırlarını ya
d a öykülerini a n l a t a n biri bunları duyan y a d a o k u ­
yanları d a d ü ş ü n m e k zorundadır. Günkü bir ö y k ü n ü n
ne kadar o k u y u c u s u varsa o k a d a r değişik a n l a m ı
vardır. Herkes ö y k ü d e n dilediğini ya da alabilece­
ğini alır, bu yüzden de o k u y a n ı n ö l ç ü l e r i n e göre öy­
kü farklılaşır. Kimi insan ö y k ü n ü n bir b ö l ü m ü n ü alır
gerisini görmezden gelir, kimisi ö n y a r g ı l a r ı n ı n çar­
kında öyküleri çarpıtır, kimisi de zevkine göre b o ­
yar.
O k u y u c u n u n kendini o r a d a y m ı ş gi bi d u y a b i l -
mesi için bir ö y k ü bazı şeylere sahip olmalı. A n c a k
o zaman o k u y u c u mucizelere inanabilir.
Allen'e a n l a t a c a ğ ı m bir ö y k ü Mary'ye a n l a t a c a ­
ğ ı m aynı ö y k ü d e n biraz farklı olmalıdır. H a t t â M a -
rullo'yu d a ilgilendiriyorsa ona uyması i ç i n b i ç i m i
biraz d a h a değişecektir. A m a Andersen'in Kuyu
masalı en iyisi. Kuyu sadece alıyor ve geri verdiği
de sessizlik.
Bence hepimiz ya da pek ç o ğ u m u z şu ölçüle-
meyen veya a ç ı k l a n a m a y a n herşeyin varlığını r e d ­
deden yüzyıl biliminin k o r u m a s ı altındayız.
A ç ı k l a y a m a d ı ğ ı m ı z şeyler v a r o l m a y a devam et­
tiler a m a elbette bizim b a y ı r dualarımızla değil.
A ç ı k l a y a m a d ı k l a r ı m ı z ı göremedik, bu yüzden de d ü n ­
yanın büyük bir b ö l ü m ü bir şeyin sebebinden ç o k ,
ne olduğuyla ilgilenen mistiklere, a p t a l l a r a , ç o c u k l a ­
ra ve delilere terkedildi. •
Dünyanın t a v a n a r a s ı n d a , etrafımızda istemedi­
ğimiz a m a a t m a y a d a kıyamadığımız bir sürü eski
ve güzel şey duruyor.
Çatı direklerinin birinden çıplak tek Ibir l a m b a
sarkar. T a v a n a r a s ı n d a yerler elde y o n t u l m u ş 5 c m .

76
genişliğinde, 5 m m . k a l ı n l ı ğ ı n d a ç a m keresteleriyle
döşelidir. Sandık, k u t u , k â ğ ı t l a r a sarılmış lambalar,
vazolar ve sürjün e d i l m i ş her çeşit eşya için m ü ­
kemmel bir tabandı. Işık, raflarda dizili k i t a p k u ş a ­
ğının üzerine Yavaşça d ö k ü l ü r . Kitaplar tozsuz ve
temizdir. Mary'ın c i d d i , uzlaşmaz bir toz a l ı c ı y d ı ve
bir b a ş ç a v u ş kadar da titizdi.
Kitaplar r e ı k e l e r i n e ve boylarına göre dizilmiş­
t i . Ailen alnını kitaplığa d a y a m ı ş k i t a p l a r a bakıyor­
d u . Sağ eli Şâ/alye Templar kılıcının sapını t u t u ­
y o r d u ; kılıcı bcstori g i b i aşağı s a r k ı t m ı ş t ı .
«Simgesel »ir r e s i m gibisin o ğ l u m . Adını 'Genç­
lik savaş ve ö j r e n m e ' koyalım.»
«Size sormak i s t i y o r d u m . Konuyla ilgili kitaplar
var demiştiniz.!
«Hangi konu?»
«Yurtseverlik ru h u . Yarışma yazısı için.»
«Anladım, f u r t s t e v e r l i k r u h u . Şöyle başlasak :
Hayat bedelini pranggp ve kölelikle ö d e m e y e değecek
kadar aziz, batış b u n a d e ğ e c e k kadar tatlı m ı d ı r ?
Bizi bundan koru T a n r ı m . Diğerlerinin neyi kabui
edeceğini ıbilmiprurm a m a bana ya ö z g ü r l ü ğ ü m ü ver
ya da ölümü.»
«Müthiş. Tadımdan yenmiyor.»
«Öyle tabii O s a m a n l a r d ü n y a d a b ü y ü k a d a m ­
lar vardı.»
«Keşke o devinde y a ş a s a y d ı m . Korsan gemileri,
ah ne hoş, Bang baıraıg. Renklerini göster. Küpler d o ­
lusu altın, mücevherr ve ipek elbiseler i ç i n d e k a d ı n ­
lar. O zamanda yanşamak istediğime eminim. Aile­
mizden bazıları böylîee yaşamış. Siz söylemiştiniz.»
«Bir çeşit kibcnıır k o r s a n l ı k m ı ş o n l a r ı n k i , h ü k ü ­

Ceylin H Ceviz Adam Şarkısı Mp3 İndir, Ceviz Adam Şarkısı Müzik İndir Dinle

Ceviz Adam Şarkısı
 
Ceylin H - Ceviz Adam Şarkısı

Sanatçı

: Ceylin H

Albüm

: Ceylin Müzikleri ()

Şarkı

: Ceviz Adam Şarkısı

Boyut

: MB

İndirme

: Toplam İndirme

Tarihinde eklendi, Toplam İndirme

Mp3 indirmek için tıklayın

Sanatçı'nın En Çok İndirilen Mp3leri

Kullanıcı Yorumları (Ceylin H - Ceviz Adam Şarkısı )

Ceviz Adam Şarkısı Şarkı Sözü

Ceviz adam şip şap şup
Saçı rüzgar vu vu vu
Kaşı keman gıy gıy gıy
Burnu uzun lü lü lü
Karnı davul güm güm güm
Bize güler hah hah hah
Hah hah haaa.

Ceviz Adam Şarkısı Anahtar Kelimeler

Ceylin H Ceviz Adam Şarkısı Mp3 İndir Dinle , Ceylin H Ceviz Adam Şarkısı Şarkı Sözleri , Ceylin H Albümleri , Ceylin H Ceviz Adam Şarkısı Cep Telefonuna Mp3 İndir,Ceviz Adam Şarkısı bedava mp3 indir ,Ceviz Adam Şarkısı cepten ücretsiz indir

Sanatçı'nın Son Eklenen Mp3leri

Şuan Dinlenen Mp3'ler

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir