Yazdır!
Türk Edebiyatı, lehçe özellikleri göz önünde tutularak üç kısımda incelenir; Çağatay Edebiyatı, Anadolu Edebiyatı ve Azeri Edebiyatı. Fuzûlî, Azeri Edebiyatına mensup bir şairdir. Fakat Fuzûlî her ne kadar Azeri Edebiyatına mensup olsa da, ünü sınırlarını aşmış, tüm dünya tarafından tanınan bir şair olmuştur.
Fuzûlî, yüzyılda yaşamış bir şairdir. Fuzûlînin asıl adı mehmed ya da mehemmeddir. Babasının adı Molla Süleymandır. Fuzûlînin adı kaynaklarda Fuzûlî Mehmed (Mehemmed) bin Süleyman olarak geçer. Bunların dışında Fuzûlînin doğum-ölüm yeri, tarihi hakkında bilinenler sınırlıdır. Riyazi Tezkiresindeki Çün hak-i Kerbelast Fuzûlî makam-ı men cümleye dayanılarak Fuzûlînin Kerbelalı olduğu söylenmiştir. Müverrih Ali, Künhül ahbar adlı eserinde Fuzûlînin Bağdatlı olduğunu söyler. Hasan Çelebi ve Sadıki de tezkirelerinde Fuzûlînin Hilleli olduğunu söylerler. Sonuç olarak Fuzûlînin doğum yeri tam olarak bilinmese de Kerbela-Bağdat-Orta Doğu civarlarında olduğu anlaşılır.
Fuzûlî, eski bir Oğuz aşireti olan Bayat boyundandır. Ve Fuzûlînin Farsça Divanının öz sözünde belirttiğine göre ana dili Türkçedir.
Fuzûlînin ne derecede bir öğrenim yaptığı tam olarak bilinmese de, Türkçe Divanının ön sözünde belirttiği üzere küçük yaşta okula başladığı, önce aşıkane şiirler yazdığı, sonra bunları sığ bulup bilime yöneldiğini, tüm bilimleri öğrenip şiirlerine temel olarak bilimi oturttuğunu ve şiirlerindeki ustalığı göz önünde tutarsak Fuzûlînin çok iyi bir eğitim aldığını anlarız. Fuzûlî, çocuk yaşta şiirler yazmaya başlamıştır ve ilk yazdığı şiirler aşıkane şiirlerdir. Daha sonra Fuzûlî kendi şiirlerine baktığında bu tamamen maddi aşka yönelmiş şiirleri beğenmemiş ve kendi deyimiyle hepsini yırtıp atmıştır. Daha sonra Fuzûlî ilim tahsiline yönelmiş, bütün akli ve nakli ilimleri öğrenmiş, şiirlerini bu doğrultuda şekillendirmiştir. Kaynakların Fuzûlîyi Mevlana diye anmalarından ve eserlerinden de Fuzûlînin alim bir şair olduğu anlaşılmaktadır.
Fuzûlî, tüm ömrünü Hille-Kerbela-Necef-Bağdat arasında çok dar bir bölgede geçirmiştir. Bunu Türkçe Divanının ön sözünde şöyle açıklamıştır; Menşe ve mebdeim Irak-ı Arab olup, tamami-i ömrümde gayrı memleketlerde bulunmadığıma. Fuzûlînin yaşadığı topraklar o devirde Osmanlı ve İran orduları tarafından pek çok kez alınmış, elden ele geçmiş, pek çok savaş görmüştür. Bu karışık devirde Fuzûlînin bir koruyucu bulamadan (o devirde iyi ve tanınmış şairler, padişahlar, devlet büyükleri vs tarafından korunup kollanırlardı) yoksulluk içinde bir ömür sürdüğünü hem kendi eserlerinden hem de başka kaynaklardan anlıyoruz. Hatta bazı kaynaklarda Fuzûlînin türbe bekçiliği yaptığından, geçimini bununla sağlamaya çalıştığından söz edilir.
Kanuni Sultan Süleymanın Bağdatı aldığı sıralarda Fuzûlînin biraz rahata kavuşmuş olduğu söylenebilir. Bu arada şair, padişaha Geldi burc-ı evliyaya padişah-ı namdar dizesinin bulunduğu kasideyi sunmuştur. Bununla kalmayıp padişaha birkaç kaside daha, İbrahim Paşa ve çeşitli devlet büyüklerine de kasideler, gazeller sunmuştur. Bu kasidelerin karşılığı olarak devlet büyüklerinden, özellikle bir çok kaside yazdığı Ayas Paşadan yardım gördüğü anlaşılıyor. Fuzûlînin, Hayali Beg ve Yahya Beg gibi tanınmış şairlerle tanışması da bu sefer sırasında olmuştur. Hatta Hayali Beg ve Yahya Beg Fuzûlîyi Leyla ve Mecnunu yazmasında teşvik etmişlerdir.
Fuzûlînin devlet büyüklerine sunduğu bu kadar kasideye karşlık Osmanlıdan yeteri kadar ilgi görmediği, hayatını güvence altına alamadığı da açıktır. Hatta kendisine vakıf gelirlerinden bağlanan 9 akçe maaşını alamamış ve bunun üstüne Nişancı Celalzadeye o ünlü selam verdim, rüşvet değildür deyü almadılar beyitli Şikayetnameyi yazmıştır.
Fuzûlî ister isen izdiyad-ı rütbe-i fazl
Diyar-ı Rumı gözet terk- baki-i Bağdat et
Bu beyitlerden anladığımız üzere Fuzûlî çektiği geçim sıkıntısı sebebiyle Anadolu şairlerinin gördükleri saygı ve yaşadıkları rahat hayata imrendiği, vatanı olan Bağdatı bırakıp Osmanlı ülkesine gitmek istediğini anlıyoruz. Fuzûlî her ne kadar bunun için uğraşsa da hatta şehzade Bayezide mektuplar yazıp kendisini yanına aldırtmaya çalışsa da bunda başarılı olamamıştır.
Fuzûlî, devrin çeşitli şairlerinin tezkirelerinde Göçdi Fuzûlî tamlamasıyla verdikleri parçalara bakarak Fuzûlînin yılı civarlarında öldüğünü anlıyoruz.
Fuzûlî, boş, gereksiz anlamına gelen bu mahlası niye aldığını Türkçe Divanında açıklamıştır. Fuzûlî önceleri daha güzel mahlaslar almış ve bu mahlaslarla güzel şiirler yazmıştır. Fakat bu mahlasların bir çok şair tarafından da benimsenip kullanılmasından ve ortaya bir karışıklık çıkmasından korkmuş ve kendisine kimsenin beğenip almayacağı Fuzûlî mahlasını almıştır.
Fuzûlî, alim bir şairdir. Arap, Fars ve Türk dillerini ve bu dilin edebiyatını çok iyi öğrenmiştir. Zamanının bütün geçerli ilimlerini okumuş, bilgi sahibi olmuştur. Türkçe Divanının mukaddimesinde şiir hakkındaki düşüncelerini açıklarken şöyle demiştir: ilimsiz şiir esası (temeli) olmayan bir divar (duvar) gibidir. Esassız divar gayette bi-itibar olur (yıkılır). Gençliğinde aşk şiirleri yazdığını, ama sonradan gençlik hevesiyle yazılmış bu şiirlerin uzun ömürlü olamayacaklarını ve şiirin ilimle beslenmesi gerektiğini anlayarak ilime yöneldiğini anlatır.
Fuzûlî cahilliği asla bağışlamaz. Yine Türkçe Divanının mukaddimesinde üç türlü insandan yakınır. birincisi cahil katipleri ikincisi kötü şiir okuyanları üçüncüsü şair geçinenler.
Fuzûlî hemen hemen doğrudan hiçbir şairin etkisi altında kalmamıştır. Üstün ve yetenekli bir şairdir. Kendisinin de dediği gibi doğduğu çevreden çıkmamış, başka şairlerle pek fazla etkileşim kurmamıştır. Fakat bununla birlikte, Fuzûlînin her üç edebiyatı (Arap, Fars, Türk) da takip ettiği bellidir. Her şair gibi onun da beğendiği şairler vardır. Mesela Habibi Fuzûlînin beğendiği bir şairdir. Keza Necati Begde öyle. Fakat daha önce dediğim gibi Fuzûlî hiç bir şairden doğrudan etkilenmeyecek kadar üstün bir şairdir.
Fuzûlînin bu kadar üstün olmasının sebebi ne? Fuzûlîyi diğer şairlerden farklı kılan ne? Bunları anlamak için Fuzûlînin şiirlerinin özelliklerine bakmalıyız. Fuzûlînin şiir özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;
1) Fuzûlî, her şeyden önce bir aşk şairidir. Tüm şiirlerinde aşkını anlatmıştır. Bu aşk, maddi aşktan başlayarak ilahi aşka doğru gider. Fuzûlîde aşkın böyle beşeri aşktan yavaş yavaş sıyrılıp ilahi aşka gittiğini en güzel Leyla ve Mecnun mesnevisinde görürüz. Leyla ile Mecnunun aşkları okulda maddi aşk olarak başlar ve sonunda ilahi aşka dönüşür. Fuzûlînin aşkına konu olan sevgili, somut olarak kendini belli etmez.
Tasavvuf, Fuzûlînin şiirlerinde çok önemli bir unsurdur fakat Fuzûlîde tasavvuf bir gaye değildir. Fuzûlî, tasavvufu sanat yönünden görmüştür. İlk amaç sanattır, tasavvuf bu sanatın içinde eritilmiştir. Yani Fuzûlînin şiirlerinde tasavvuf açıkta değil, şiirin derinliklerine gizlenmiştir. Bu durum Fuzûlînin eserlerinde benzersiz, girift bir yapı oluşturur. Anlaşılması için okuyucunun hazırlıklı olması gerekir.
2) Fuzûlî bir ızdırap şairidir. Aşkı hep hüzün, keder, acı yönüyle görür. Kavuşmayı, neşeyi, mutluluğu istemez. Acı çekmekten hoşlanır. Fuzûlîye göre çekilen acılar insanı olgunlaştırır. Bu durumun, yani Fuzûlînin bir ızdırap şairi olmasının nedeni, yaşadığı çevre ve hayat koşullarıdır. Fuzûlînin bu ızdırap yönü sayesinde, Türk Edebiyatında bir çok kez yazılan Leyla ve Mecnun hikayesin, en mükemmel şekilde Fuzûlî yazmıştır. Çünkü eserin konusu Fuzûlîye oldukça uygundur.
3) Mazmun bulmak ve kullanmadaki ustalığı, Fuzûlîyi diğer şairlerden ayırır. Fuzûlînin bu konudaki ustalığı, mazmunları şiirinde bir hasırın telleri gibi örülmüş ve iç içe geçmiş girift bir yapıda kullanmasıdır. Fuzûlînin şiirlerine baktığımızda anladığımız bir ilk anlam vardır. Bunu çoğu kişi ilk bakışında anlar ve beğenir. Fakat şiirlerde bir de derinlere inildikçe anlaşılan, üzerine düşüldükçe idrak edilen başka anlamlar da vardır ki bu anlamları bulabilmek için konuya hakim olmak, belli bir bilgi birikimine sahip olmak gerekir. Yani her bilgi ve kültür düzeyindeki insan Fuzûlîyi kendi seviyesine göre anlar ve sever. Herkes Fuzûlînin şiirlerinden kendine göre bir anlam çıkartabilir. İşte bu Fuzûlî nin şiirlerine benzersiz ve değerli kılar.
4) Fuzûlînin şiirlerindeki dil içten ve samimidir. Lirizm yüksektir. Fuzûlînin şiirleri anlam bakımından kusursuzdur fakat beyitlere ilk baktığımızda sanki üzerinde hiç düşünmeden, o anda aklına geldiği gibi söylenmiş gibi hissederiz. Bu sanata sehl-i mümteni denir.
Her büyük şair gibi Fuzûlînin de kendi devrinde ve daha sonra yaşayan şairler üzerinde şüphesiz ki büyük etkileri olmuştur. Şiirleri çok geniş kesimlere yayılmış, okunmuş ve benimsenmiştir. Çoğu şair kendi örnek olarak Fuzûlîyi almış ve onun şiirlerine nazireler yazmıştır. Fuzûlî hiç şüphesiz ki geçmişten beri şairlerin ve şiir tutkunlarının en büyük üstadlarından biri olmuş, okunmuş ve sevilmiştir.
Son olarak Fuzûlînin bir kaç şiirine örnek verelim:
Hansı gülşen gülbüni serv-i hıramanunca var
Hansı gülbün üzre gonce lal-i handanunca var
(Hangi gül bahçesinin gül fidanı senin salınan selvi boyun kadar uzundur?
Hangi gül fidanındaki gonca senin gülen dudaklarına benzer)
Hansı gülzar içre bir gül açılur hüsnün kimi
Hansı gül bergi leb-i lal-i dür-efşanunca var
(Hangi gül bahçesinde senin yüzün gibi bir gül açılır?
Hangi gül yaprağı senin inci saçan kırmızı dudağın gibidir?)
Hansı bağun var bir nahli kadün tek bar-ver
Hansı nahlün hasılı sib-i zenahdanunca var
(Hangi bağın senin boyun gibi meyveli bir fidanı var?
Hangi fidanın meyvesi senin çenenin elmasına benzer?)
Hansı huni sen kimi cellada olmuşdur esir
Hansı celladun kılıcı nevk-i müjganunca var
(Hangi idam mahkumu senin gibi bir cellada tutsak olmuştur?
Hangi celladın kılıcı senin kirpiklerinin ucu gibi sivri ve keskindir?)
Hansı bezm olmış münevver bir kadün tek şemden
Hansı şemün şulesi ruhsar-ı tabanunca var
(Hangi toplantı senin boyun gibi bir mumla aydınlanmıştır?
Hangi mumun ışığı senin parlak yanağın gibidir?)
Hansı yerde tapılur nisbet sana bir genc-i hüsn
Hansı gencün ejderi zülf-i perişanunca var
(Sana benzeyen bir hazine nerede bulunur?
Hangi hazineyi bekleyen ejderha senin dağınık saçlarına benzer.)
Hansı gülşen-i bülbülin derler Fuzuli sen kimi
Hansı bülbül nalesi feryad-u efganunca var
(Fuzuli, hangi gülbahçesinin bülbülünün sana benzediğini söylerler?
Hangi bülbülün iniltisi senin haykırışın gibidir?
* * * *
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şemi yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Diğer önemli eserleri ise şunlardır:
-Arapça Divanı
-Farsça Divanı
-Türkçe Divanı
-Şikayetname
-Leyla vü Mecnun
-Hadikatüs Süeada
-Hef-Cam
-Su Kasidesi
Yazar :Gazanfer TUFAN
Afyonla şarabın karşılaştırılıp şarabın üstün olduğu sonucuna varılan Beng-i Bade, aruzun feilâtün mefâilün feilün kalıbıyla yazılmış olup beyitten müteşekkildir. Safevî hükümdarı Şah İsmaile sunulan eser, alegorik ve sembolik bir yapıya sahiptir. Hikâyedeki şahıslar bade, boza, arak, afyon, berş, nukl gibi mükeyyefat ve işret meclisinden seçilmiş sembolik kullanımlar içermektedir. Ancak bu sembolik kullanımlar hususunda farklı düşünceler ileri sürülmüştür. Bu yorumlardan biri Beng ü Bâderim sadece okuyucuyu eğlendirmek için yazıldığı, diğeri şarabın ve esrarın zevkini ve neşesini anlatmak için kaleme alındığı, bir başkası da tasavvufi bir anlamı olduğudur.
Bir iddiaya göre de, Badenin şiî Safevî hükümdarı i, Bengin ise Osmanlı padişahı Sultan II. Bâye-zidi temsil ettiği, hatta bu hükümdarların kendilerini sembolize eden nesneleri kullandığıdır. Fuzûlî, eserinde şarabı üstün göstermekle Şah İsmaili beğendiğini, onu Osmanlı hükümdarından üstün tuttuğunu göstermektedir. Kemâl Edib Kürkçüoğlu tarafından (Beng ü Bade, İstanbul ) yayımlanan eseri, Necati Lu-gal ve Oscar Recher ise Almancaya çevirmiştir .
Manzum bir kırk hadis tercümesi olan Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn, Molla Câmînin Hadîs-i Erbaîn isimli eserinin aynı vezinle Türkçeye çevirisidir. Küçük bir mensur dîbâce ile başlayan eserde, her hadis dörder mısralık birer kıt a ile tercüme edilmiştir. Eser Abdülkadir Karahan (Fuzûlînin Tedkik Edilmemiş Bir Eseri: Kırk Hadis Tercümesi, Selâmet Mecmuası, nr. 57, 59, 61, 63, 64, 65, İslanbul ) ve Kemâl Edip Kürkçüoğlu (Kırk Hadis Tercümesi, İstanbul ) tarafında yayımlanmıştır.
Türkçe manzum eserleri
* Divan
* Beng ü Bade ( Beng ü Bâde)
* Leyla ile Mecnun (Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn)
* Risale-i Muammeyat (Risâle-i Muammeyât)
* Kırk Hadis
* Su kasidesi
* Hz. Ali Divanı
* Şikâyetnâme
Türkçe mensur eserleri
* Hadikatüs-Süeda (Hadîkat üs-Süedâ)
* Mektuplar (Mektubat)
Farsça manzum eserleri
* Divan
* Enisül-Kalb (Anîs ol-qalb)
* Heft Cam (sâkinâme)
* Resale-e Muammeyat (Resâle-e Muammeyât)
* Sehhat o Maruz (Sehhat o Maruz, Sıhhat u Maraz)
Farsça mensur eserleri
* Rind ü Zahid (Rend va Zâhed)
* Risale-i Muamma
Arapça eserleri:
Dîvan
Matlaul-itikad
Meyvelerin birbirleriyle münazarasından oluşan Sohbettil-Esmâr mesnevi beyitten müteşekkildir. Fuzûlî bu eserinde meyveleri konuşturmak suretiyle dünya hâlini, insanların birbirlerine karşı olan tutum ve davranışlarını, bencil-ıklerini, kıskançlıklarını, geçimsizliklerini anlatmak istemiştir. Bu eserden ilk a fa Emin Âbid bahsetmiş ve onun Fuzûlînin olduğunu belirtmiştir. Fuad Köp-iji Abdülkadir Karahan ve Şedit Yüksel, içinde Fuzûlînin ismi geçmeyen, kavnaklarda ve külliyat yazmalarında bulunmayan bu mesnevinin Fuzûlînin olmadığı görüşündedirler.
Sâkî-nâme adıyla da anılan Heft-câın adlı Farsça mesnevîsi beyit olup aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır. Fuzûlînin tasavvuf! düşünceleri ile musikî hakkındaki bilgilerini ortaya koyan bu eser, bir mukaddime, yedi kısım ve bir hatime şeklinde tertip edilmiştir. Bir içki ve musikî toplantısının anlatıldığı eserin her bölümünde şair, önce sakinin verdiği yedi câm (kadeh)ı içer. akabinde kadehin verdiği neşeyle ney, def, çeng, ud, tambur ve kanun ile münazara eder. Baştan sona kadar tasavvufî olan Sâkî-nâmeyi Hasibe MazıoğluFarsça DîvânYd birlikte yayımlamış (Fuzûlî. Farsça Dîvân, Ankara s. ), Ali Nihad Tarlan ise tercümesini Farsça divanın tercümesiyle birlikte neşretmiştir (Fuzûlînin Farsça Dîvânı / Tercümesi), İstanbul s. ). Muhammed Resul Mirza da. Sâkî-nâmeyi manzum olarak Çağatay Türkçesine çevirmiştir.
Fuzûlînin mensur eserleri arasında değerlendirilen Türkçe Mektuplarından ilki Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çelebiye yazdığı mektup olup Şikâyetname adıyla tanınmıştır. Fuzûlî bu mektubunda, Nişancının kaleminden çıkmış olan bir berât-ı hümâyûn ile Bağdat vilâyeti gelirinin fazlasından kendisine devamlı verilmesi bizzat padişah tarafından emir buyurulan günde 9 akçeyi alamadığını Nişancıya bildirmektedir. Fuzûlînin ikinci mektubu, Musul Mirlivası Ahmed Begin kendisine yazmış olduğu mektuba verdiği cevaptır. Bu mektup bir iltifatname ve iştiyakname mahiyetindedir.
Üçüncü mektup manzum ve mensur karışık olarak Ayaş Paşaya yazılmıştır. Manzum parçaların Farsça ve Arapça olduğu bu mektup, paşanın bir çocuğu olması üzerine kaleme alınmıştır. Dördüncü mektup yine manzum ve mensur karışık olarak Kadı Alâüddîne yazılmıştır. Son mektup ise, Kanunînin oğlu Şehzade Bâyezîdin Fuzûlîye gönderdiği anlaşılan mektuba cevaptır. Bu mektubun özellikle Fuzûlînin biyografisi açısından önemli bir yeri vardır. Fuzûlînin bu mektupları Abdülkadir Karahan tarafından yayımlanmıştır (Fuzûlînin Mektupları, İstanbul ).
Rind ü Zâhid Fuzûlînin Farsça mensur bir eseri olup içerisine yer yer 75 rubaî, 54 kıta, 18 beyitlik bir mesnevî, bazı beyitler ve bir mısra serpiştirilmiştir. Eserin adı Kâtib Çelebinin Keşfüz-zünûnda Muhâvere-i Rind ü Zâhid, Leningrad Asya Müzesindeki külliyatta ise Risâle-i Rind ii Zâhid olarak kayıtlıdır. Fuzûlî bu eserine tasavvuf! bir hava vererek dünya ve kâinata dair görüşlerini ortaya koymuş, kendi felsefesini Rind ile Zâhidin ağzından dile getirmiştir. Eserin konusu Zâhid (baba) ile Rind (oğul) arasında geçen münazaraya dayanmaktadır.
Zâhid zahirî ilimlerin, Rind de batınî ilimlerin savunucusudur. Fuzuli o zamanki toplumda bulunan bu iki tipin, dolayısıyla bu iki tipin temsil ettiği dünya görüşünün tartışmasını yapmıştır. Rind Fuzûlînin gönlünden geçenleri, zahid de düşüncesini ortaya koyar, sonunda şairin düşüncesi duygusunda birleşir. Eserin sonunda Rind, Zâhidin ibadet ve riyazetle uğraşıp dünya meylinden sakınma, nasiple yetinme, tasaya katlanma, heva ve hevesten uzaklaşma, çalışıp kazanma yolundaki öğütlerini tutarak tövbe eder; Zâhid ise kendisinin kesret Rindin ise vahdette olduğunu anlar. Riya tozundan temizlenir, aradan muhalefet kalkar, birlik ve anlaşma oluşur.
Fuzûlî son söz olarak: Fânilik köyünde, akıllı ile deli birdir. Denizin dibinde taş ile inci danesi birdir. İyi ve kötü sayma işi ortadan kalkınca mescid ile meyhane birdir der. Eser Tahranda taşbasma olarak yayımlanmıştır dnd ü Zâhid,Tahran ). Kemal Edib Kürkçüoğlu, Farsça metnini Mustafa Salim (Muhâvere-i Rind ü Zâhid, İstanbul ) ve Hüseyin Ayan (Rind İle Zahid, İstanbul ) ise Türkçeye çevirisini neşretmiştir.
Risâle-i Sıhhat u Maraz ve Rûh-nâme isimleriyle de anılan Hüsn ü Aşk, Sihâbeddîn-i Sühreverdînin Mûnisiil-uşşâk adlı eserinden ilhamla Farsça olarak azılmıştır. Tasavvuf! ve alegorik bir eser olan Hüsn ü Aşk, aynı zamanda Fuzûlînin tıbba dair bilgilerini de ortaya koymaktadır. Fuzûlî, ruhun beden ülkesine vaptığı yolculuğu anlattığı bu eserinde beden ülkesini o dönemki tıp ilmine göre açıklar. Eserde ruhun madde ile olan ilgisi, aslında güzellikten ayrı olmayan ruhun hüsne âşık olarak onu beden ülkesinde araması, sonunda kendisini maddeden kurtararak hüsnü yani kendi kendisini bulması işlenmiştir. Görüldüğü gibi Fuzûlî bu eserinde, insan ruhunun çekmiş olduğu çeşitli acılar sonucunda temizlenerek nefsini öldürüp maddî hayattan uzaklaşması ve aşk sayesinde fenâfillaha ulaşmasını anlatmıştır.
Mesnevîde geçen bütün isimler tıbbî ve tasavvufî terimler olup bunlara kişilik verilerek maceraları anlatılmıştır. Eser Muhammed Ali Nasih tarafından yayımlanmıştır (Sefer-nâme-i Rûh, Mecelle-i Armağan, c. XI, Tahran, s. ). Eser Lebib Efendi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve iki kere bastırılmıştır (Fuzûlî Merhumun Sıhhat u Maraz Risalesi, İstanbul ; Fuzûlînin Sıhhat u Maraz Risalesi, İstanbul ). Lebib Efendinin bu çevirisi, Ahmed Hamdi tarafından yeniden gözden geçirilerek Trabzonda tekrar neşredilmiştir (Fuzûlî Merhumun Sıhhat u Maraz Risalesi. seafoodplus.info ). Hüsn ü Aşkm Türkçeye son çevirisi Abdülbaki Gölpınarlı tarafından notlar ve açıklamalar ve Fransızcası ile Dirlikte yayımlanmıştır (Sıhhat ve Maraz Tercümesi, İstanbul ).
Risâle-i Muamma küçük bir Farsça risale olup Fuzûlînin ister ad, ister addan başka bir şey olsun, reniz ve ima yolundan bir maksada delâlet eden kemdir şeklinde tarif ettiği muammalarını ihtiva etmektedir. Eserde Farsça uamma yer almaktadır. Fuzûlî, eserinde yer verdiği bazı muammaların çözüm-«de göstermiştir. Bu risale Kemal Edib Kürkçüoğlu tarafından yayımlanmıştır. Fuzûlînin Muamma Risalesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. VII, , s. ).
Fuzûlî Arapça kaleme aldığı mensur eszrv Matlaul-itikâd fî Marifetil- mebde vel-meâdda insanın mebde [=başlangıç] ve meâdı [= sonu], nereden gelip nereye gideceğini bilmekle inancının doğacağı ve gerçekleri anlayarak Allaha ulaşacağı kelâm ilmine göre anlatılmaktadır.
Asıl adının Mehmet, babasının adının Süleyman olduğu bilinmekle beraber hangi tarihte ve nerede doğduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Mevcut kaynaklar onun te Bağdat civarında doğduğunu, da vefat ettiğini kaydetmektedir. Bilindiği kadarıyla onun hayatı Kerbelâ, Hille, Necefve Bağdatta geçmiştir. Arapça ve Farsçayı bu dillerde kusursuz eser yazabilecek ve şiir söyleyebilecek derecede öğrenmiştir. Fuzûlî, Kanunî Bağdatı fethedince, padişaha kasideler takdim etmiş, ayrıca Bağdat seferine katılan şairlerden Hayalî Bey ve Taşlıcalı Yahya Beyle de tanışmıştır.
Edebî Kişiliği
Eserleri:
Arapça Divan, Farsça Divan, Türkçe Divan, Leylâ vü Mecnûn, Beng ü Bade, Hadîs-i Erbain Tercümesi, Sohbetül-Esmâr, Hadîkatüs-Süedâ, Mektuplar, Heft-câm (Sâkinâme), Rind ü Zâhid, Sıhhat u Maraz, Enîsül-Kalb (Kaside)
Leyla vü Mecnun
Türk, İran ve Arap edebiyatlarında Fuzûlîye asıl şöhretini sağlayan bu eser, Türk edebiyatının klasik döneminde yazılmış mesnevilerin en güzelidir. Eserde platonik aşk anlatılır. Beşeri aşktan ilahi aşka geçiş işlenir.
Ayrıca seafoodplus.info ile Mecnun Hakkında Ayrıntılı Bilgi
Beng ü Bade
Afyonla şarabın karşılaştırarak şarabın üstün tutulduğu beyitlik bu mesnevi Fuzûlînin mesnevi tarzındaki ilk denemesidir. Şah İsmaile ithaf edilen eser, bazılarına göre Osmanlı Padişahı II. Bayezid ile Şah İsmail arasındaki mücadeleyi sembolize etmektedir.
Sohbetül-Esmar
Fuzûlîye ait olduğu henüz kesinlik kazanmamış beyitlik bir mesnevidir. Eserde bir bağda meyvelerin konuşmaları, kendilerini övmeleri ve tartışmaları anlatılarak insanların da gerçek değerlerini düşünmeden boş yere anlaşmazlıklara düştükleri alegorik bir şekilde ifade edilir.
Hadikatüs-Süeda
Arada bazı manzum parçaların da yer aldığı mensur bir eserdir. Kitapta Hz. Hüseyinin Kerbelâda şehit edilmesi anlatılmaktadır.
Mektuplar
Fuzûlînin Şehzade Bayezid başta olmak üzere değişik kişilere yazdığı beş mektubunu içerir. Bunlar arasında en tanınmışı Şikâyetname adlı mektubudur. Şair, bu mektubunda yüzyıl sosyal yaşamından kesitler sunar. Eserde devlet kuruluşlarındaki çalışma düzeni ve devlet memurlarının rüşvetçiliği, sahtekarlığı ve hırsızlığı ağır bir dille eleştirilir. Nükteli bir anlatımın olduğu eserde ağır bir dil ve sanatlı bir anlatım kullanılmıştır.
FuzûlîFuzûlî Edebi KişiliğiFuzûlî Eser ÖzetleriFuzûlî EserleriFuzûlî Hakkında Ayrıntılı BilgiFuzûlî Hayatı ve EserleriFuzûlî KimdirFuzûlî Şiirleri