hz ebubekir ölüm sebebi / seafoodplus.info | HZ. EBU BEKİR'İN ÖLÜMÜ

Hz Ebubekir Ölüm Sebebi

hz ebubekir ölüm sebebi

Hz. Ebubekir (RA), Fil yılından iki sene birkaç ay sonra ’de Mekke’de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle taninmiş ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek cahiliye döneminde çok yaygın bir adet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke’nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslam için harcamıştır. Rasulullah’a iman eden Ebubekir (r.a.) İslam davetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslam’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk Müslümanların bir çoğu İslam’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebubekir hayatı boyunca Rasulullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur.

HZ. EBUBEKİR’İN HAYATI

Hz. Ebubekir (RA) ’de Mekke’de doğmuştur. Müslümanlıktan önceki ismi Abdullah bin Ebi Kuhafe bin Kaab et-Teymi el-Kureyşi’dir. Müslümanlığın doğuşundan sonra ismi Ebu Bekir Sıddık adını almıştır. Benu Teyn’lerin Kureyş kabilesinden olan Ebubekir’in babası Ebû Kuhafe, annesi Ümmü’l-Hayr Selma’dır. Hz. Ebubekir, İslamiyetten önce de Hz. Muhammed’in (s.a.v) yakın dostuydu.  Ebubekir dört evliliğinden olan kızı Hz. Ayşe, Hz. Muhammed (s.a.v) ile evlendi. Hz. Muhammed’e (s.a.v) vahiy geldikten sonra İslamiyete inanarak Müslüman olan ilk erkektir. Peygamberimize hicret zamanı yakın arkadaşlık yapmıştır. Peygamber Efendimizin  (s.a.v) vefatından sonra başlayan sistemde ilk halife olarak görev yapmıştır. Peygamberimizin vefatından sonra İslamiyeti korumak ve yaymak için büyük mücadele sarf etmiştir. Kuran-ı Kerim’i kitap haline getirterek güvenliğini sağlamıştır. Halife olduktan iki yıl sonra hastalanarak vefat etmiştir.

HZ. EBUBEKİR’İN ÖZELLİKLERİ

  • İlk halife 

  • İlk Müslümanlardan 

  • Peygamberimizin hicret arkadaşı

  • Peygamberimizin kayınpederi (Hz. Ayşe’nin babası) 

  • Hz. Ayşe’nin babası 

  • Kuran-ı Kerim’i kitap haline getirten kişi 

  • Aşer-i Mübeşşere'den ( Dünyada iken cennetle Müjdelenen on sahabi )

HZ. EBUBEKİR’İN BÜYÜK İCRAATLARI

  • Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra dağılma tehlikesi geçiren İslamiyet devletini topladı. 

  • Devlet otoritesini yeniden sağladı. 

  • Kur’an’ı kitap haline getirtti. 

  • İslamiyet’in ilk kez Arap yarımadası dışında Suriye, Filistin ve Irak’ta yayılmasını sağlamıştır. 

  • Yalancı peygamberler sorunu çözüldü. 

  • Zekat vermeyenlerle mücadele edildi. 

  • Hz. Ebubekir kendisinden sonra Hz. Ömer’in halife olmasını vasiyet etti. 

HZ. EBUBEKİR CENNETE GİRECEK İLK KİŞİDİR

Ashâb-ı kirâm, Ebûbekir Efendimiz’in kıymetini bilir; “Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz!” diye ona karşı çok dikkatli davranırlardı.[4] Efendimiz ona şu ebedî müjdeyi vermişlerdi:

“–Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennet’e ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/)

HZ. EBUBEKİR’İN ŞAHSİYETİ

Hz. Ebûbekir fıtraten halim-selim olup, engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mes’ûliyet hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti, muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi. Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı. Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti.

Hayatında muazzam bir denge vardı. Her zaman büyük bir tevâzû ve mahviyet sergiledi, fakat aslâ zillet ve acziyet göstermedi. Dâimâ vakarlı oldu, fakat gurur ve kibre kapılmadı. Son derece affedici, müsâmahakâr, mülâyim ve yumuşak huylu yaşadı, fakat gerektiğinde de sert ve cesur olmasını bildi. Her hâliyle büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi.

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) İBADET AŞKI

Müşrikler, Hz. Ebûbekir’in Kâbe’de ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kur’ân-ı Kerîm’i böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraştılar. Ebûbekir (r.a.) ise Allâh’ın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti.[17]

Bütün Hak âşıkları gibi Ebûbekir Efendimiz’in gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:

Bir ara Resûlullah, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir (r.a.):

“–Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek.” dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)

Bir gün Resûlullah Efendimiz:

“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Resûlullah:

“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)

Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere:

“–İçinizde bugün kim oruçludur?”

“−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?”

“–Bugün kim bir yoksulu doyurdu?”

“–Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı?” diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular:

“–Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennet’e girer.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

HZ. EBUBEKİR’İN SIDDIK LAKABI NEREDEN GELİYOR?

"Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen bu lakap kendisine, miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslam literatüründe bununla şöhret bulmuştur.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de "halîfetü resûlillâh" unvanıyla anılmıştır. Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde kendisine Ebû Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur.

HZ. EBUBEKİR KUMAŞ TİCARETİYLE UĞRAŞIRDI

Ebu Bekir'in çocukluğu, gençliği ve Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır.

Yalnız elbise ve kumaş ticaretiyle meşgul olduğu, İslamiyet'i kabul ettiği sırada 40 bin dirhem kadar sermayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen'e seyahat ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber'in 25 yaşlarında iken katıldığı Suriye ticaret kervanında onun da bulunduğu rivayet edilir.

HZ. EBUBEKİR'İN HUTBESİ

Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfe’de Hazret-i Ebûbekir’e bey’at ettiler. Bir gün sonra umûmî bir bey’at daha oldu ve Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti:

“Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.

Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Resûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın rahmeti üzerinize olsun.”[21]

Hazret-i Ebûbekir daha sonraki bir hutbesinde de şöyle buyurdu:

“Vallâhi benim hiçbir gün ve gecede kesinlikle idâreciliğe arzu ve rağbetim olmadı! Allah Teâlâ’dan ne gizlice ne de açıktan böyle bir şey istemedim! Lâkin insanların başıboş kaldığı o ortamda fitne çıkmasından korktum. (Mes’ûliyet endişesiyle vazifeyi kabûl ettim.) Yoksa idârecilikte benim için rahat yoktur. Boynuma öyle büyük bir iş yüklendi ki, Allah Teâlâ’nın yardımı olmadan onu yapacak ne gücüm var ne de imkânım! Şu anda benim yerimde, idârecilik hususunda insanların en kuvvetlisinin bulunmasını ne kadar isterdim!”

Muhâcirler Hazret-i Ebûbekir’in bu samimî sözlerini gönülden kabûllendiler. Hazret-i Ali ile Zübeyr de yeni halîfeyi takdir ederek şöyle buyurdular:

“…Hazret-i Ebûbekir, Resûlullah Efendimiz’den sonra bu işe insanların en fazla hak sahibi olanıdır. Zira o, Efendimiz’in hicret esnâsında gizlendiği mağaradaki yegâne arkadaşıdır. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden «ikinin ikincisi» diye bahsetmiştir. Biz onun şerefini, büyüklüğünü biliyoruz. Resûlullah hayattayken ona, imamlığa geçip insanlara namaz kıldırmasını emretmiştir.”[22]

Resûlullah Efendimiz’in vefâtından bir ay sonraki bir hutbesinde ise Ebûbekir (r.a.) şöyle buyurdu:

“Arzu etmediğim hâlde hilâfet vazifesine getirildim. Vallâhi, benim yerime bir başkasının bu vazifeyi üzerine almasını ne kadar isterdim! Dikkat edin! Benden, size Resûlullah gibi davranmamı beklerseniz, buna gücüm yetmez! Zira O, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vahiy ikram ettiği ve yanlışlardan mâsum kıldığı bir zât idi. Ben ise sizin gibi bir insanım, herhangi birinizden daha hayırlı da değilim. Beni murâkabe/kontrol edin, istikâmet üzere olursam bana tâbî olun, ayağım kayarsa beni düzeltin!..”[23]

Bu ifâdeler, Resûlullah Efendimiz’in güzel ahlâkının Hazret-i Ebûbekir’deki akisleridir. Onun ne kadar mütevâzı ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlı bir Allah ve Resûlullah dostu olduğunun en bâriz göstergesidir.

HZ. EBUBEKİR’İN VEFATI

İbn-i Ömer Hazretlerinin rivâyetine göre Hazret-i Ebûbekir’in vefâtına sebep olan şey, onun Resûlullah Efendimiz’in vefâtından duyduğu derin üzüntüdür. Hakîkaten o, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in vefâtına o kadar üzülmüştü ki, mübârek vücudu eriye eriye iyice zayıfladı ve nihâyet vefât etti.

Hazret-i Ayşe şöyle anlatır:

“Vefât ettiği hastalığı esnâsında babam Ebûbekir’in yanına girdim. Bana:

«−Peygamber Efendimiz’i kaç parça bez ile kefenlediniz?» diye sordu.

«−Gömlek ile başlık olmaksızın, üç parça beyaz pamuk bez ile kefenledik.» dedim.

«−Nebî r hangi gün vefât etmişti?»

«−Pazartesi.»

«−Bugün günlerden ne?»

«−Pazartesi.»

«−Benim vefâtımın da şu an ile gece arasında olmasını ümid ediyorum!» dedi. (Akabinde:)

[«–Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim için gün ve gecelerin en sevimlisi, Resûlullah’a en yakın olanıdır!» dedi.

Sonra Hazret-i Ebûbekir, hastayken giymiş olduğu üzerindeki elbiseye baktı, elbisede biraz zâferân lekesi vardı:

«−Bu elbisemi yıkayın, iki elbise daha ilâve edin ve beni bunlarla kefenleyin!» dedi. Ben:

«−Babacığım, bu elbise eski!» dedim. Ebûbekir (r.a.):

«−Diri, yeni elbise giymeye ölüden daha lâyıktır. Ölünün giydiği kefen ise kan ve irinle kirlenecektir.» dedi.

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) MEZARI NEREDEDİR?

Hazret-i Ebûbekir (r.a.), salı akşamı (pazartesiyi salıya bağlayan akşam) vefât etti ve sabah olmadan defnedildi.” (Buhârî, Cenâiz, 94)

2 sene 3 ay 10 günden beri hasretini çektiği Fahr-i Kâinât Efendimiz’in vuslatına nâil oldu. Allah ondan râzı olsun.

Resûlullah Efendimiz gibi 63 yaşında vefât etmişti. O gün tarih 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos ) idi.

Not: Hz. Ebubekir’in kabri şerifi Ravza-i Mutahhara’da Peygamber Efendimiz ile Hz. Ömer’in kabrinin arasında bulunmaktadır.

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) SON SÖZLERİ

Son sözleri şu âyet-i kerîmedeki niyâz olmuştu:

“…(Allâh’ım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine ilhâk eyle!” (Yûsuf, )[35]

Hz. Ebu Bekir’in Hastalığı

Ancak gene o günlerde, halkın bütün bu hislerini söndürüp, onları yeni bir üzüntüye boğan hâdise de Medine’ye ulaşıverdi

Yüce İslâm’ın ulu ve eşsiz Halifesi Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, bir sabah aniden, çok yüksek bir ateşle yatağa düşüverdi

Rasûlü Ekrem’in ölüm ötesi hayata, sevdiklerinden bir çoğunun olduğu yere intikâl edip, Hz. Sıddîk’ı kendisinden ayrı bırakışı, Sıddîk-ı Ekber’i müthiş bir manevî çöküntüye uğratmış, günden güne erimesine sebep olmuştu

Bundan başka, Hilafet mevkine geçirilmesi dolayısıyla; çeşitli isyan, dinden dönme hareketleri, yalancı peygamberlerin türemesi, Irak’ın fethi ve Suriye seferi gibi insanüstü çalışma isteyen meselelerle karşılaşması; O’nun gibi zayıf, nahif bünyeli, yaradılıştan ince bir ruh yapısına sahip, hassas insanı büsbütün yitirmiş, eritmişti

Artık ömrünün son günlerini yaşadığını hissediyordu

Hissediyordu, yakında dünya zindanından kurtulup, sevdiklerinin yanına ulaşacağını

O sabah yıkanıp da dışarı çıkması, soğuk alması; hep ölüm denen beden ve boyut değişiminin, ecelin gelmesinin bir sebepler, bahaneler perdesiydi

Allâh’a tam mânâsıyla âşık bir insandı!.. Zerre kadar gözü yoktu, ne dünya yaşayışında ne de malında!..

Sonraları yaşayan birisi onun hakkında şöyle demişti:

Ne Hz. Ebu Bekir, dünyayı ve içindekileri istedi; ne de dünya ve içindeki fâni şeyler O’nu

Bir gün birisi O’na şu suali sormuştu:

Allâh’ı idrak etmek mümkün müdür?.. Allâh’ı hakkıyla idrak etmemiz istendiğine göre bunu nasıl başarabiliriz?..

O büyük irfan ehli, “SIDDÎKİYET” kemâlâtının getirdiği şu cevabı verdi:

Allâh’ı idrak, idrak edilemeyeceğini kavramaktan ibarettir!..

Öylesine güç, öylesine olgun bir imana sahip idi ki; Rasûl ve Nebiler hariç, yeryüzünde yaşayan bütün insanların imanı terazinin bir kefesine, O’nun imanı da diğer kefesine konsa, O’nun tarafı ağır basardı.

Rasûlü Ekrem, bâtını en mahrem tarafları ile O’na açmıştı!..

Burada bir de şu çok önemli tespiti vurgulamak istiyorum

Bir kısım duygusal veya şartlanma yollu muhabbetleHz. Âli ve Hz. Ebu Bekir’i birbiriyle kıyaslıyan kişilerin, bu tavırlarıyla ilgili olarak şu gerçeği bilmemiz zorunludur

Hz. Ebu Bekir, Efendimiz AleyhisSelâm’ın iki yaş küçük arkadaşıdır Birlikte büyümüşler; birlikte yiyip içmişler; birlikte benzer düşünceleri paylaşmışlardır

Hatta Rasûlullâh AleyhisSelâm bu konuda bir gün şöyle demiştir:

Ebu Bekir ve ben atbaşı gitmekteydik, fakat Rabbim beni tercih etti!..

Böylesine çok yakın iki arkadaşın paylaştıkları sırların neler olabileceğini artık ancak irfan ehli olan anlar!..

Hz. Âli’ye gelince ise

Hz. Rasûlullâh AleyhisSelâm Rasûl olduğunda, Hz. Âli henüz bir çocuktu!.. Buluğa eriş ve tüm delikanlılık safhasıRasûlullâh’ın mükemmel terbiyesi ve O’na Allâh ahlâkını kazandırmasıyla değerlendi!..

Derûnî ve sır ilimlerin hepsini bizzat kaynağından edinmek fırsatını elde etti Bunlarla da velâyet kemâlâtının zirvesine ulaştı Onun bâtınî kemâlâtını bugün pek çok velî hayal bile edemez!..

Kısacası biri Rasûlullâh AleyhisSelâm’ın sayısız kemâlini ve hâlini paylaşan en yakın arkadaşı; diğeri ise O muhteşem zâtın kemâliyle yoğrulmuş ve şekillenmiş olağanüstü kemâlât örneği!..

Eğer birazcık basîretimiz varsa, bu ayrı kulvarlarda yürüyerek insanlığa ışık tutan ve sonsuza dek de yardımcı olacak olan bu çok değerli zâtlar hakkında kesinlikle ayırım yapmayız!

Bu gerçeği kısaca vurguladıktan sonra, gelelim konumuz olan Efendimiz’in en yakın arkadaşına gene

Bu üstün imanı, bu ihsan edilmiş bâtın nimeti dolayısıyla, Rasûlü Ekrem O’na, Sıddîk olduğunu müjdelemiş, o makâmı kazananların dahi büyüğü olduğunu bildirmişti

Sıddîkların da büyüğü, en yükseği, yani “Sıddîk-ı Ekber”…

O, artık o büyük günün, kurtuluş gününün yaklaşmış olduğunu hissediyordu

O, artık sevdiklerine kavuşacağı günün çok yakın olduğunu hissetmekteydi

İşte bu sebepledir ki, ateşinin yüksek olduğu bir anda yanına yaklaşıp da:

− Sana doktor çağırsak iyi olacak?..

Diyenlere:

− Doktor bana baktı!..

Cevabını verdi

Anlamadılar… Veya anlamak istemediler Sordular:

− Eeee, ne dedi doktor?.. Ne tavsiyede bulundu?..

Doktorun tavsiyesi, insanoğlu için çok önemli bir ilaç idi.

İmansızlık denen hastalığa müptela olanların veya iman denilen hassası zayıf olup, her şeyi sadece kendi gücü ile kazanabileceğini, yapabileceğini sanan; ve böylelikle, bütün gücünü kuvvetini, vaktini ona harcayıp, esas yapılacak işi unutan; bu yüzden de ileride çok pişman olacak kişiler için, çok, ama çok hem de pek çok muhtaç oldukları bir tavsiye idi, O’na bakan doktorun tavsiyesi

Hep beraber kulak verelim bu tavsiyeye

Hep beraber dinlemeye çalışalım bu tavsiyeyi

Hep beraber anlamaya çalışalım bu tavsiyeyi

Sonra da bütün gücümüzle; anladığımız kadar da olsa, yolumuzu aydınlatmaya çalışalım bu tavsiye ile

Evet, İslâm’ın ulu ve eşsiz halifesi, Rasûlü Ekrem’den sonra en büyük insan, Hz. Ebu Bekir es Sıddîk’a her mevcudatın, TEK MUTLAK Doktoru; en sevdiği yaratığının, Efendimiz’in en yakın arkadaşına şu tavsiyede bulundu:

− BEN DİLEDİĞİMİ YAPARIM!..

Hastalığı; kendisini, sevdiklerine, sevdiklerinin yanına gitmesi için geçmesi lazım gelen kapıya, ölüme götüren şey artıp da, dışarı çıkacak hâli kalmayınca, imamet mevkine Hz. Ömer’igeçirdi

Kendisinden sonra, o mevkiyi dolduracak insanın, ancak O olabileceğini, Rasûlü Ekrem de söylemişti hayatta iken zaten.

Daha sonra, ashabın ileri gelenlerini çağırtarak, gene de onların payı bulunmasını istedi ve Hz. Ömer’i kendisinden sonra Halife tayin edeceğini, bu hususta ne düşündüklerini sordu:

− O’ndan ehil olan yoktur içimizde!..

Dediler, danıştıklarının hepsi de

Hz. Ebubekir’in Vefatı

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Hz. Ebu Bekir‘in ölüm döşeğinde söyledikleri

Aişe validemiz şöyle anlatmıştır: Babam Ebu Bekir‘in hastalığı şiddetlendiğinde ben ağlamaya başladım. Babam da o esnada baygınlık geçirdi. Bunun üzerine ben şu şiiri okudum: "İnsan gözyaşlarını, saklı bulunduğu damarlarda ne kadar tutabilirse tutsun, sonunda onları boşaltacağı bir zaman mutlaka gelecektir."

Ayılıp da benim bu şiiri okuduğumu duyan babam: "Ey kızım, durum senin dediğin gibi değildir. Sen bu şiirin yerine: "(Bir gün) ölüm sarhoşluğu geldiğinde ‘İşte (ey insanoğlu!) Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir (denir)‘ [Kâf: 50/19] ayetini oku" buyurdu.

Sonra da: "Hz. Peygamber hangi gün vefat etmişti?" diye sordu.

"Pazartesi günü" dedim.

"Peki, bugün günlerden nedir?" dedi.

"Bugün pazartesi günüdür" karşılığını verdim.

"Ben Allah Teâlâ‘dan canımı bu geceden önce almasını temenni ederim" dedi ve pazartesiyi salıya bağlayan o gece de vefat etti. Ölmeden önce: "Vefatlarında Hz. Peygamber‘e kaç kefen giydirilmişti?" diye sordu.

"Yemen‘in sahil kasabalarında yapılmakta olan kumaştan üç kefen giydirildi. Hepsi de yeni ve beyazdı. Ayrıca kamis (gömlek) ve sarık da giydirilmedi" dedim.

O zaman: "Şu üzerimdeki elbiseyi yıkayınız; çünkü onda za‘feran lekeleri vardır. Sonra da ona iki yeni kumaş parçası ekleyerek bana kefen olarak kullanınız!" buyurdu.

"Sırtındaki elbise eskidir" dediğimde de: "Ne fark eder. Hem yeni elbiselere, diriler ölülerden daha fazla muhtaçtırlar. Zaten kefen çürümeye mahkûmdur" buyurdu. [İbn Sa‘d]

‘Sur‘â üfürüldüğü gün, çok çetin bir gündür!‘

"Sur‘a (ikinci defa) üfürüldüğü gün; işte o gün (kâfirler için) çok çetin bir gündür" [Müddessir: 74/] mealindeki âyet-i kerimeler indiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

"İsrafil sur‘u dudaklarına götürmüş ve üfürmek için kendisine verilecek emri beklediği halde ben nasıl olur da nimetlerden lezzet alıp huzur içerisinde yaşayabilirim?"

Efendimizin bu sözleri karşısında Ashab: "Ey Allah‘ın Resulü! Bize ne yapmamızı tavsiye edersiniz?" diye sorduklar.

Efendimiz de: "Allah bize kâfidir ve o ne güzel vekildir. Biz yalnızca O‘na dayandık" (Hasbunallâhu ve nı‘me‘l-vekîl, ale‘l-lâhi tevekkelnâ) deyiniz!" buyurdu. [Taberani] Hz. Ömer‘in ölüm döşeğinde söyledikleri

-Allah ondan razı olsun- Vefatı esnasında Hz. Ömer, oğluna şunları söylemiştir: "Ey oğlum! Vefat edeceğim esnada dizlerini sırtıma dayamak suretiyle yönümü kıbleye doğru çevir. Sağ elini alnımın, sol elini de çenemin üzerine koy. Ruhum çıkınca da gözlerimi kapat. Kefenimde aşırıya kaçma. Çünkü Allah katında bir değerim varsa bana bundan çok daha hayırlısını verecektir. Şayet bir değerim yoksa o kefeni de alıp beni öylece bırakacaktır.

Mezarımı da çok geniş kazmayın. Çünkü Allah katında iyi kimselerdensem O, mezarımı benim için alabildiğine genişletecektir. Katında kötü kimselerden isem o zaman da mezarımı kaburgalarımı birbirine geçirecek şekilde daraltacaktır.

Sakın cenazem götürülürken hiç bir kadın onu takip etmesin. Sakın beni, bende bulunmayan meziyetlerle övmeye kalkışmayın; zira Allah Teâlâ beni sizden daha iyi tanımaktadır. Tabutumu yüklendiğinizde beni mezarıma hızlı bir şekilde götürünüz. Çünkü eğer Allah katında bir hayrım varsa beni bir an önce ona kavuşturmuş olursunuz. Hayrım yoksa da sizler omuzlarınızda taşımakta olduğunuz bir hayırsızdan bir an önce kurtulmuş olursunuz." [İbn Sa‘d]

Eğer Allah seni affetmezse

Abdullah bin Ömer şöyle anlatmıştır: "Babam Ömer (ra) hastalığının ölümle sonuçlanacağını anladığında: "Eğer bütün dünya benim olmuş olsaydı bu çıkışın dehşet ve korkusundan şu anda hepsini fidye olarak verebilirdim" buyurdu. Sonra da bacağımın üzerinde durmakta olan başını indirmemi söyledi. Ben de onu dizime indirdim.

Bunun üzerine: "Ey Abdullah! Başımı yere bırak!" dedi. Böylece mübarek sakalı ve yanağı yere değecek şekilde onun başım dizimden indirerek yere koydum. Şöyle diyordu: "Ey Ömer! Eğer Allah seni affetmeyecek olursa sana ve annene yazıklar olsun!" Sonra da Allah Teâlâ onun ruhunu aldı. [Taberani]

Hz. Huzeyfe‘nin ölüm döşeğinde söyledikleri

Huzeyfe (ra)‘nın ağırlaştığını işiten arkadaşları, yakınları ve Ensar, gece yarısı veya sabaha doğru onun yanına geldiler. Huzeyfe onlara vakti sordu:

"Gece yarısı veya sabaha yakındır" dediler.

Bunun üzerine Hz. Huzeyfe: "Ben, beni ateşe götürecek sabahtan Allah‘a sığınıyorum. Siz bana kefenim olacak kumaşı getirdiniz mi?" buyurdu.

"Evet, getirdik" dediklerinde de şunları söyledi: "Sakın kefenim hususunda aşırıya kaçmayınız. Çünkü eğer Allah katında bir hayrım varsa bana ondan çok daha hayırlısı verilecektir. Yok, eğer bir hayrım yoksa üzerimdeki de benden çabucak soyulacaktır" [Buhari]

Eğer arkadaşınız salih bir kimse ise

Sıla bin Züfer (ra) şöyle anlatıyor: Huzeyfe (ra) İbn Mes‘ud‘la beni kendisine kefen almamız için çarşıya gönderdi. Ona üç yüz dirheme Yemen mamulü güzel bir renkli kumaş satın aldık.

Döndüğümde: "Bana kefenimi gösteriniz!" dedi. Aldığımız kumaşı kendisine gösterdiğimizde şöyle buyurdu: "Bu benim kefenim olamaz. Kefen olarak bana beyaz ve basit iki parça bez kâfidir. Bunlarla birlikte kamis (gömlek) de istemiyorum. Çünkü ben bunlarla çok az bir zaman duracağım. Sonra bana ya daha hayırlısı ya da daha şerlisi giydirilecektir." Bunun üzerine biz tekrar çarşıya gidip onun için beyaz yaz ve basit iki bez parçası satın aldık. [Ebu Nuaym]

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir