iyot katı mıdır / Synjardy - kullanım, dozajlar, kompozisyon, analoglar, yan etkiler için talimatlar / Pillintrip

Iyot Katı Mıdır

iyot katı mıdır


Himalaya Tuzu Diğer Tuzlardan Gerçekten Daha mı Faydalıdır?

Himalaya tuzunun diğer tuzlardan daha yararlı olduğunu birçok sitede ve TV kanalında görmüş izlemiş, reklamlarına rastlamış ya da eşten dosttan duymuşsunuzdur. Himalaya tuzu için anlatılan övgü dolu bu tanımlamalar hakikaten doğru mudur?
Hem kendi mantık süzgecimizden geçirip hem de uluslararası denetleme kurumlarının görüşlerini inceliyoruz.





(Himalaya tuzuyla ilgili internet sitelerinden birinde bulunan tanıtım fotoğrafı ve yazısından bir örnek)


 


(Bu yazıda amaç kesin bir yargı oluşturmaktan çok bilgi paylaşımı ile bu konuda okuyucunun kendi kararını oluşturmasına yardımcı olmaktır)
.

Yabancı kaynaklar ve özellikle tuzu üreten ve pazarlayan uluslararası firmalar tarafından Himalaya tuzunun içerisinde 84 adet elementin varlığından ve basınç altında 220 milyon yıl önce oluştuğundan bahsediliyor. (İbiza Tuzu ve deniz tuzları için de üreticileri veya satıcıları da benzeri iddialarda bulunuluyorlar. Ancak burada yalnız Himalaya tuzu konu edilecektir).

Ülkemizdeki kaynaklarda 84 adet element yerine 84 adet mineral, 200 milyon öncesinde oluşması yerine “200 milyon yılda oluştuğu” şeklinde yanlış ve yanıltıcı bilgilere daha çok rastlanıyor.

Bu yanlış ifadeleri bir tarafa bırakıp bu tuzun belirtilen içeriğinin doğruluğu, doğru ise faydası ile basınç altında oluşmasının önemli olup olmadığını, yerli-yabancı, resmi-yarı resmi bilimsel kuruluşların incelemelerinden yola çıkarak irdelemeye çalışalım;


Himalaya tuzunda bulunduğu iddia edilen 84 elementin Türkçe listesini bu sayfada görebilirsiniz.


1.   
Öncelikle Himalaya tuzunda iddia edilen 84 adet elementin eksiksiz sayı ve miktarda varlığını kabul edelim;

Konuyu anlatabilmek için zorunlu olarak “mineral” ve “element” kavramı hakkında kısa bir bilgi vermenin doğru olduğunu düşünüyorum;

Mineral kelimesi gıda ve kimya jargonlarında farklı anlamlar ifade ediyor. Önce, Kimya’da “mineral”in ne anlama geldiğini ve “element” kavramıyla farkını kısaca belirtelim;

Element, yalnız başına saf tek bir maddedir. Tek bir atom sayısına düşene kadar her parçası aynı özelliği gösterir.

Mineraller ise Elementlerin kimyasal bileşikleridir ve organik olmayan kristalleşmiş katı maddelerdir.

Yani Mineraller Elementlerden oluşur ama oluşan Mineraller kendisini oluşturan Elementlerin özelliklerinden farklı kimyasal ve fiziksel özellikler gösterirler.

Örneğin, Tuz bir Mineraldir ve Sodyum ile Klor Elementlerinin kimyasal bileşiminden oluşmuştur. Sodyum metal, klor bir gaz türüdür.

Günlük hayatta element kelimesinin anlamı kimyadaki anlamıyla aynıdır ancak "mineral" deyince günlük konuşmada ve gıda jargonunda insan bedeninin ihtiyaç duyduğu 15 adet (eser miktardakilerle maks. 28) civarındaki element akla gelir.


Örneğin Kalsiyum Minerali, Demir Minerali, Potasyum Minerali gibi. Fakat Kimya açısından Kalsiyum, Demir ve Potasyum birer elementtirler. Yine birer element olan Hidrojen, Alüminyum, Kurşun ya da Kalay için gıda jargonunda mineral ifadesi kullanılmaz. Kurşun Minerali, Hidrojen Minerali veya Kalay Minerali vs. gibi.

Anlaşılıyor ki gıda jargonunda canlı vücudunda faydalı olan “elementlere” mineral deniyor.
Osmanlıca'da mineralin maden anlamında kullanıldığını da belirtelim.


  A.)  Sağlıklı olabilmek için vücudumuzun minerallere yani kimyasal anlamda elementlere ihtiyacı vardır. Ancak, bir elementin bizim vücudumuzda değerlendirilebilmesi için uygun bir kimyasal bileşik halinde olmalı ve suda kolayca çözünmelidir.

Himalaya tuzunun içerisinde bulunan elementlerin yalnız başına “sayılarının fazlalığı” tam bir şey ifade etmeyecektir. İçinde bulunduğu kimyasal yapının da önemi büyüktür.

Demir buna örnek verilebilir; kanımızda hücrelere oksijen taşıyan demiri mineralini en basit anlatımla direkt demir tozu vs. yutarak temin edemeyiz ve zaten demir tabiatta ve tabii ki tuzun içinde saf olarak yalnız başına bulunmaz, mutlaka bileşik halindedir.

Vücudumuz demiri, demir bileşikleri olan minerallerden, bileşiklerden veya kompleks kimyasal organiklerden alır.


  B.)  Himalaya tuzunun da ihtiva ettiği elementlerin ve oranlarının “Spektrum Analiz Cihazları” vasıtasıyla tespit edilmiş olduğu görülüyor.

Bir kimyasal bileşiğin ve karışımın hangi elementlerden yani atomlardan ne oranlarda oluştuğu en doğru ve kesin şekilde “Spektrum Analiz Cihazları” vasıtasıyla tespit edilir. Ancak bu cihazlar elementlerin oluşturduğu kimyasal bileşikler hakkında bir bilgi vermezler.

Tuzun ihtiva ettiği 84 element listesinde hidrojen ve oksijen de var. 0,3gr!! Hidrojen ve 1,2 gr!! Oksijen ayrı ayrı mineral olarak belirtilmişler.

Normalde gaz halinde bulunan bu elementlerin ne tuzun terkibinde gaz halinde durması mümkündür ne de Hidrojen veya Oksijen gazının tek başına insan sindirim sistemiyle gerçekleşen bir işlevi vardır.

Listede belirtilen miktarlarda hidrojen ve oksijen, büyük oranda tuzun içerdiği su (nem) olmalıdır ve bir kısmı da oluşturdukları diğer bileşikler.

Yani bileşikleri oluşturan her elementin “tuzun besleyici zenginliğini arttıran” bir unsur gibi verilmesi doğru değildir!


  C.)
  Ayrıca, listedeki bazı elementlerin vücudumuzun ihtiyacı olmadığı hatta sağlığımıza zararlı olabileceği görüşündeyim.

Bunlardan miktar olarak çok olanları öncelikle belirtirsek;

-          Alüminyum (0,66mg/kg)

-          Kurşun (0,10ppm)

-          Cıva (0,03ppm)

-          Arsenik (0,02ppm)

-          Platin (0,47ppm)

-          Fransiyum (1,0ppm)

-          Erbiyum (3,0ppm)

-          Disprosyum (4,0ppm)

-          Tantalyum (1,1ppm)

-          Renyum (2,5ppm)

-          İridyum (2,0ppm)

Miktarları az olan ama vücutta birikebilecek, insan vücuduyla hiçbir alakası olmayan diğer elementler vs. ise;

-          Radyum (0,001ppm)

-          Aktinyum (0,001ppm)

-          Toryum (0,001ppm)

-          Protaktinyum (0,001ppm)

-          Uranyum (0,001ppm)

-          Neptünyum (0,001ppm)

-          Plütonyum (0,001ppm)

(ppm : milyonda bir anlamına gelir.    1ppm = 1kg'da 1miligram
                                                0,001ppm = 1kg'da 1mikrogram  anlamındadır.)


Yukarıda belirttiğim elementlerin vücuda yararından bahsetmeyi bırakın, kurşun, cıva, arsenik, alüminyum gibi herkesin tanıdığı bu elementlerin oldukça zararlı ve zehirli elementler olduğundan sanırım kimsenin şüphesi yoktur.

Listede iki de “kararsız yapay izotoplara” sahip radyoaktif elementler Teknetyum ve Prometyum bulunuyorlar. Bu konuda fazla açıklama olmadığından ben de fazla yorum yapamıyorum. Ancak nükleer radyoaktif malzemelerin yenmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim.

Bu oranlarda ve miktarlardaki elementlerin insana zarar vermeyecek kadar az olduğu düşünülürse, aksi de doğrudur. Yani bu kadar az miktarların vücuda bir yararı olmayacağı söylenebilir. O zaman bu tuza normal tuzun 10 katına yakın daha fazla para ödenmesi çok mantıklı olmayacaktır.


2.   Yüksek basınç altında oluşmuş olması;

Yüksek basınç altında aynı elementlerin farklı yapıda kimyasal bileşikler ya da kristal yapılar oluşturdukları doğrudur.

Ancak bunun bizim bünyemiz için doğru bir bileşik yapısının olup olmadığı ayrı bir konudur. Burada özel olarak belirli bir kimyasal yapı belirtilmediği için, ki olsa belirtilirdi sanırım, net bir yorum yapmak zor. (Bazı ilgili sitelerde Himalaya tuzuna rengini verdiği de düşünülen Polyhalite mineralinin varlığından söz ediliyor. Ancak bu mineralin oluşması için yüksek basınca gerek olmuyor. Avrupadaki birçok tuz havzasında olduğu gibi Türkiye'deki Tuz gölünden çıkarılan ham tuzlarda da bulunuyor ancak rafine işlemi sırasında arındırılıyor. Sanırım Himalaya tuzunu özel yapan bu mineral değildir).

Örneğin, Karbon hayatın temelini oluşturan elementtir ve canlılar karbon bileşiklerinden oluşmuştur denilebilir.

Karbon normalde yumuşak bir malzemedir. Karşımıza birkaç milyon kimyasal bileşiğin içinde çıkar. Ama en kıymetli karbon “Elmas”tır. Çok yüksek basınç ve sıcaklık altında oluşur. Üstelik karbonun en saf halidir ve mineraller gibi kristal yapıdadır. Dünyadaki en sert maddedir. Ancak suda erimez, yenemez, sindirilemez, dolayısıyla canlıların vücudunda kullanılamaz ve vücudumuz için hiçbir anlamı yoktur.

Eğer bu tuzun içerisinde "yüksek basınçla oluşmuş" insan sağlığına gerçekten faydalı bir mineral türü varsa bunun açıkça belirtilmesinin 84 tane elementin sayılması kadar ve hatta daha önemli olacağı kanaatindeyim.


3.   220 milyon yıl önce oluşmuş olması

225 milyon yıl evvel Permian Döneminde dünyadaki bütün kıtalar bir arada Pangea’yı oluşturuyorlardı. 200 milyon yıl önce ise diğer tüm kıtaların Avrasya kıtasından ayrılmaya başladığı Triassic Dönemi başlangıcıydı. Yani yeryüzünün şekillenme sürecinin yaşandığı ve denizlerin kuruduğu ya da yeni denizlerin oluşma evrelerinin başlangıç zamanları.

Almanya Claus­thal-Zeller­feld Tek­nik Üniversitesi’nden Mineraloji-Jeokimya-Tuz Yatakları Uzmanı (Fachgebiet Mineralogie-Geochemie-Salzlagerstätten) Profesör Dr. Kurt Mengel, yalnız Himalaya civarlarındaki tuz yataklarının değil Avrupa’da bugün bulunan birçok tuz havzasının da aynı dönemlerde oluştuğunu söylüyor.

Ama diyelim ki Himalaya tuzunun oluştuğu zamanın eskiliği bahis konusudur, 280 milyon yıl önce oluştuğu iddia edilen Kalahari tuzunu da bir kenara bırakırsak, bu kez oluşumu daha eski olması bakımından kuvvetli ve oldukça ekonomik bir rakip tuzla kıyaslanması gerekir. Bu deniz tuzudur. Bırakın 220 milyon yılı, dünyanın oluşumundan bu yana yeryüzündeki her maddeden bir kısım element ve mineral denizlere taşınmıştır.

İnsan sağlığı için kötü olan ağır elementler ve özellikle de radyoaktif elementler denizlerde dibe çöker ve suda erimezler. Böylelikle bu zararlı maddelerin deniz tuzunun içine karışması zorlaşır. Hâlbuki Himalaya tuzunda böyle bir çökme işlemi mümkün olmadığı için bu tip ağır elementleri ve radyoaktif maddeleri de içerisinde bulundurması mümkündür ve zaten element listesinde de mevcut görünüyorlar.

Üreticileri tarafından “Denizler hayat için gerekli bütün minerallerin mükemmel bir karışımını içerir ve bu mineralleri kanımıza benzer oranlarda ihtiva eder” denilmektedir.

Denizden elde edilen tuzlar bu bakımdan Himalaya tuzuyla kıyaslanabilir fakat deniz kirliliği rekabetin en kırılgan noktasıdır. Bu kirlilik mikrop, bakteri vs. kirliliği değil, kimyasal kirliliktir. Denizlere karışan endüstriyel, kimyasal, farmakolojik atıkların deniz suyundan elde edilen tuzlara da karşıması çok kuvvetle muhtemeldir ve ne yazık ki bu kirlilik hepimizin de bildiği gibi oldukça büyük orandadır.

Himalaya tuzlarının çıkarılmasında kullanılan dinamitle kırma metodu da Himalaya tuzlarının temizliği açısından zayıf noktadır.
 

4.   Alman Tüketici Vakfı “Stiftung Warentest”e göre Himalaya Tuzu

Almanya’da 2010 yılında açılan bir dava sonucunda Himalaya tuzunun Himalaya’dan 200 km uzaklıktaki Pakistan tuz üretim havzasından çıkarıldığı ispatlanarak Almanya’da “Himalaya tuzu” adıyla tuz satılması yasaklanmış.

Alman bilimsel kurumlarının dışarıdan gelen bu tip “-mucize-” ürünlere karşı nispeten önyargılı baktıklarını düşünülebiliriz.

Bir de Almanları bu testleri uygularlarken bizden daha farklı bir bakış açısıyla konuyu irdelediklerini ve buna göre derecelendirdikleri anlaşılıyor. Almanlar ilgili ürünün kendi normlarına uygunluğunu daha önde tutuyorlar. Yani onlara göre “tuz” NaCl yani Sodyum klorürüdür ve belirli kabul edilebilir oranlarda birkaç farklı mineral ve yapay olarak ilave edilen iyot ve bazı benzeri katkıları içerebilir.

Bu tarz doğudan gelen egzotik ürünlere bizim gibi batıda da sokaktaki insanlar ilgi gösteriyorlar ve bir tuzda 84 değil 104 “mineralden” bahsedilmesi, hatta içinde aydan gelme mineraller var falan denilmesi çok cazip görünürken Alman bilimsel kurumları açısından bu durum normlardan sapma, belirsizlik ve kirlilik olarak algılanıyor gibi.

1964 yılından beri faaliyette bulunan ve bugüne dek 100.000 civarında ürünün testlerini gerçekleştirmiş bir nev’i tüketici bilgilendirme kurumu olan Alman “Stiftung Warentest”Vakfı talepler üzerine 2013 yılının Ağustos ayında;

  -     11’i iyot ve floritle,

  -     3’ü yalnız iyotla,

  -     1’i iyot içerikli yosunla zenginleştirilmiş tuzlarla,

  -     8’i kaya tuzu,

  -     7’si Fleur de Sel türünde 21 katkısız tipte toplam 36 değişik tuza bilimsel testler uygulamış.

Bu test sonuçlarının ayrıntılarına 1 Euro’yu ödenerek ulaşılabiliyor. Vakfın gelir elde etme yollarından birisi bu olsa gerek.

Testlerin yapıldığı tuzların son kullanma tarihlerinin geçmemiş olmasına özen gösterilmiş. Şimdi tuzun son kullanma tarihi olur mu diyebilirsiniz. İhtiva ettiği katkılar ve zamanla ambalajların nem alması nedeniyle bu belirtilmiş olabilir. Örneğin iyot uçucu bir maddedir ve oranı zamanla azalabilir.

Stiftung Warentest Vakfı kendisi kimyasal testler yapmayıp, 1953’den beri faaliyette olan diğer köklü Alman Kuruluşu Alman Beslenme Cemiyeti Birliğinin ( Deutsche Gesellschaft für Ernährung e.V. DGE) Himalaya tuzuna yaptığı kimyasal analizlere dayanarak konu hakkında yorum yapmış.

DGE Kimyasal testleri DIN-, ISO ve ASU Metotları (ICP-MS) doğrultusunda gerçekleştirmiş. Bu testlerde Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Karbonat/Hidrojenkarbonat, Sülfat, İyot, Florid, Kurşun, Bakır ve çözünmeyen artıklar aranmış. Codex standartlarına göre tuz miktarı (Sodyum Klorür) hesaplanmış. Bunlar Röntgen Difraktometre kullanılarak gerçekleştirilmiş.
Ve yine DIN-, ISO Metotlarına uygun olarak tuzlardaki; Fosfat, Brom, Arsenik, Gümüş, Silisyum, diğer sayısız elementler ve Uranyum ICP-MS (ASU Metodu) ile ve Hegzasiyanoferrat ise (SLMB)’ye göre araştırılmış.

Buna göre Himalaya tuzu iddia edilen 84 elementi laboratuvarda kanıtlayamadığını ve var olduğu iddia edilen yardımcı besleyici element miktarlarının sağlık açısından faydalanılabilecek değerlerin çok altında olduğu belirtiliyor. Hatta ilgili tuzun içinde Kalsiyum, Magnezyum ve Potasyumun da iddia edilen miktarlardan daha az oranlarda bulunduğunu bildiriyor. Testlerin kirlilik yaratan elementlerin göz ardı edilerek yapıldığından bahsediliyor. Tuza pembe rengi içinde bulunan bir demir hidroksit mineral türünün vermiş olabileceği belirtiliyor ama net bileşik adı verilmemiş. (Ancak Himalaya tuzunun içerdiği element listesine bakılırsa demir miktarı 1kg.'da yalnız 39mg olduğuna göre bu pek doğru olmayabilir. Bu bakımdan Bavyera Tüketici Bilgilendirme Kurumunun yorumu daha doğru gibi görünüyor).


5. Bavyera Tüketiciyi ve Çevreyi Koruma Bakanlığı’na bağlı Kullanıcı Bilgilendirme Sistemi’ne göre Himalaya tuzu;

Almanya’nın önemli resmi Tüketici Koruma platformlarından birisi olan bu kurumun (Bayerisches Staatsministerium für Umwelt und Verbraucherschutz Verbraucher Information System) bilgilendirme sayfalarında Himalaya tuzunun somon rengi görünümüne içerdiği mikroskobik Alg kalıntılarının sebep olduğu belirtiliyor. (Ülkemizdeki eskiden buz mavisi rengiyle anılan Tuz Gölünün güneybatı kıyılarının dunaliella salina adı verilen bir Alg türü tarafından kızıl renge boyandığı hatırlanırsa bunun pek yanlış olmadığı düşünülebilir).

Bahsi geçen yani ihtiva ettiği iddia edilen 84 elementin birçoğunun beslenme fizyolojisiyle alakasız elementler olduğu ve miktarlarının bugünkü en ileri teknolojilerle dahi tespit edilebilecek oranların çok altında değerlerde bildirildiğinin yani ispatının bile yapılmasının güç olduğu tespitinde bulunuluyor.

220 milyon yıl önce başlayan Almanya’daki tuz havzalarının oluşma  koşullarının Himalaya tuzunun oluştuğu şartlarla benzer olduğu ifade ediliyor.

Himalaya tuzlarının reklamlarında iddia edilen eklemlerdeki birikintileri çözer, kan basıncınızı düzenler, biyoenerjinizi arttırır gibi ifadelerinse kabul edilemez ve bilimsel ispatları olmayan iddialar olduğu söyleniyor.

Yazıda Himalaya tuzlarının Pakistan’da salamura havuzlarında yıkanıp kurutulup öyle gönderildiği ve Avrupa’da da tekrar yıkanarak paketlendiğinden bahsediliyor.

Avrupa’da piyasaya sürülen Himalaya tuzlarının bir kez daha yıkanarak kurutulup paketlenmeleri belki kimyasal kirliliği azaltıyor olabilir. Zaten insan sağlığına zararlı ürünlerin Avrupa’da raflara çıkması pek mümkün değil. Bundan dolayı yazı, bu tuzlara gereksiz yere çok büyük bir fark ödenmesinin doğru olmadığı sonucuyla bitiriliyor.



Hangi Tuzu Kullanmalı?
SONUÇ Yazısı için Tıklayınız...

Synjardy

Препарат Синжарди не рекомендуется применять пациентам с СД 1.

ДКА. При применении эмпаглифлозина сообщалось о случаях ДКА, серьезного и опасного для жизни состояния, в т.ч. со смертельным исходом, требующего срочной госпитализации. В некоторых из этих случаев проявления ДКА были атипичными и выражались лишь в умеренном повышении концентрации глюкозы в крови, не более 14 ммоль/л (250 мг/дл).

Риск развития ДКА должен учитываться в случае появления таких неспецифических симптомов, как тошнота, рвота, анорексия, боль в животе, выраженная жажда, затруднение дыхания, дезориентация, немотивированная утомляемость или сонливость. Если такие симптомы развиваются, пациенты должны быть незамедлительно обследованы для исключения кетоацидоза независимо от концентрации глюкозы в крови.

При подозрении на ДКА препарат Синджарди следует отменить, обследовать пациента и незамедлительно назначить лечение.

Более высокий риск развития ДКА при приеме препарата Синджарди возможен у пациентов, находящихся на диете с очень низким содержанием углеводов (т.к. эта комбинация может дополнительно увеличить образование кетоновых тел), пациентов с острым заболеванием, пациентов с заболеваниями поджелудочной железы, предполагающими дефицит инсулина (например, СД 1, панкреатит в анамнезе или операции на поджелудочной железе), при снижении дозы инсулина (включая неэффективную работу инсулиновой помпы), пациентов, злоупотребляющих алкоголем, пациентов с тяжелой дегидратацией и пациентов с кетоацидозом в анамнезе. У таких пациентов препарат Синджарди должен применяться с осторожностью.

У пациентов, получающих препарат Синджарди, следует рассмотреть вопрос о мониторинге кетоацидоза и временном прекращении приема препарата Синджарди в клинических ситуациях, предрасполагающих к развитию кетоацидоза (например, длительное голодание из-за острого заболевания или хирургического вмешательства).

Не рекомендуется возобновление терапии ингибиторами SGLT2 у пациентов, у которых на фоне их приема развился ДКА, за исключением случаев, когда был четко установлен и исключен иной причинный фактор развития данного осложнения.

Лактат-ацидоз. Лактат-ацидоз — очень редкое, но серьезное метаболическое осложнение, как правило, выражающееся в ухудшении функции почек, кардиореспираторных заболеваниях или сепсисе. Острое нарушение функции почек сопровождается накоплением метформина, что повышает риск развития лактоацидоза. В случае дегидратации (тяжелая диарея или рвота, лихорадка или снижение приема жидкости), следует временно прекратить прием метформина и связаться со своим врачом.

Лекарственные препараты, которые могут значительно ухудшить функцию почек (такие как гипотензивные препараты, диуретики и НПВП) должны назначаться с осторожностью у пациентов, принимающих метформин. Другие сопутствующие факторы риска развития лактоацидоза — это чрезмерное употребление алкоголя, печеночная недостаточность, неудовлетворительный контроль гликемии, кетоз, длительное голодание и любые состояния, сопровождающиеся гипоксией, а также совместный прием лекарственных препаратов, которые могут вызвать лактат-ацидоз.

Пациенты должны быть проинформированы о риске развития лактат-ацидоза. Лактат-ацидоз характеризуется ацидотической одышкой, болью в животе, мышечными судорогами, астенией и гипотермией с последующим развитием комы. В случае подозрительных симптомов, пациент должен прекратить прием препарата и немедленно обратиться к врачу.

Диагностическое значение имеют изменения лабораторных показателей — снижение pH крови (<7,35), повышение концентрации лактата в плазме (>5 ммоль/л), увеличение дефицита анионов и повышение соотношения лактат/пируват. При подозрении на лактат-ацидоз прием препарата должен быть прекращен, а пациент немедленно госпитализирован.

Применение йодсодержащих рентгеноконтрастных средств. Внутрисосудистое применение йодсодержащих рентгеноконтрастных средств во время радиологических исследований может привести к почечной недостаточности и, соответственно, накоплению метформина и риску возникновения лактоацидоза. Прием метформина необходимо отменить за 48 ч до или во время рентгенологического исследования с применением йодсодержащих рентгеноконтрастных средств и следует возобновлять не ранее чем через 48 ч после окончания исследования и только после того, как будет повторно оценена и признана нормальной функция почек.

Влияние на функцию почек. Согласно механизму действия, эффективность эмпаглифлозина зависит от функции почек. Рекомендуется перед началом терапии и регулярно в последующем определять СКФ.

Препарат Синджарди противопоказан пациентам с СКФ <45 мл/мин/1,73 м2 и должен быть отменен в случае наличия состояний, влияющих на функцию почек.

Функция сердца. Опыт применения препарата у пациентов с ХСН I–II класса согласно классификации Нью-Йоркской кардиологической ассоциации (New York Heart Association, NYHA) ограничен, и эмпаглифлозин никогда не применялся в клинических исследованиях с участием пациентов с ХСН III–IV класса по NYHA. Сообщается, что в исследовании EMPA-REG OUTCOME(Empagliflozin, Cardiovascular Outcomes, and Mortality in Type 2 Diabetes — исследование влияния эмпаглифлозина на исходы заболеваний сердечно-сосудистой системы и смертность от них среди пациентов с СД 2) 10,1% пациентов на момент его начала страдали сердечной недостаточностью.

При этом достигнутое среди них снижение смертности от острых сердечно-сосудистых расстройств было сопоставимо с таковым в общей группе участников исследования. У пациентов с ХСН со стабильными показателями гемодинамики препарат Синджарди может применяться при условии регулярного мониторинга функции сердца и почек. Пациентам с острой сердечной недостаточностью и ХСН с нестабильными показателями гемодинамики препарат Синджарди противопоказан, т.к. он содержит метформин.

Поражение печени. В ходе клинических исследований были получены сообщения о случаях поражения печени у пациентов, получавших эмпаглифлозин. Причинно-следственная взаимосвязь между применением эмпаглифлозина и поражением печени при этом установлена не была.

Повышение уровня гематокрита. Наблюдались случаи повышения уровня гематокрита в ходе лечения эмпаглифлозином.

Пациенты пожилого возраста. У пациентов в возрасте 75 лет и более имеется повышенный риск уменьшения ОЦК. Поэтому у таких пациентов препарат Синджарди должен применяться с осторожностью. Опыт применения у пациентов старше 85 лет ограничен, поэтому назначать препарат Синджарди пациентам старше 85 лет не рекомендуется.

Поскольку метформин выделяется почками, а у лиц пожилого возраста имеется тенденция к снижению функции почек, применение препарата Синжарди в пожилом возрасте должно сопровождаться регулярным контролем функции почек.

Применение у пациентов с риском уменьшения ОЦК. Согласно механизму действия, прием ингибиторов натрийзависимого переносчика глюкозы типа 2 может приводить к умеренному снижению АД. Поэтому следует применять препарат с осторожностью в тех случаях, когда снижение АД нежелательно, например у пациентов с сердечно-сосудистыми заболеваниями, пациентов, принимающих гипотензивные препараты (со случаями артериальной гипотензии в анамнезе), а также пациентов старше 75 лет. В случае если у пациента, принимающего препарат Синжарди, развиваются состояния, которые могут привести к потере жидкости (например, при заболеваниях ЖКТ), следует тщательно мониторировать его состояние, АД, а также контролировать гематокрит и электролитный баланс. Может потребоваться временное, вплоть до восстановления водного баланса, прекращение приема препарата.

Инфекции мочевыводящих путей. Частота развития таких побочных эффектов, как инфекции мочевыводящих путей, была сопоставима при применении эмпаглифлозина в дозе 25 мг в комбинации с метформином и плацебо в комбинации с метформином и выше при применении эмпаглифлозина в дозе 10 мг в комбинации с метформином. Осложненные инфекции мочевыводящих путей, в т.ч. такие как пиелонефрит и уросепсис, отмечались у пациентов, принимавших эмпаглифлозин в постмаркетинговых исследованиях. В случае развития осложненных инфекций мочевыводящих путей необходимо временное прекращение терапии.

Хирургические вмешательства. Препарат Синджарди должен отменяться за 48 ч до планового хирургического вмешательства, осуществляющегося с использованием общей, спинальной или эпидуральной анестезии. Применение препарата может возобновляться не ранее чем через 48 ч после хирургического вмешательства или после возобновления перорального питания и только при условии получения результатов повторной оценки функции почек, свидетельствующих об отсутствии ухудшений.

Результаты лабораторного исследования мочи. Согласно механизму действия, у пациентов, принимающих препарат Синджарди, определяется глюкоза в моче.

Увеличение частоты ампутаций нижних конечностей. В продолжающихся долгосрочных клинических исследованиях другого ингибитора SGLT2 наблюдалось увеличение частоты ампутаций нижних конечностей (преимущественно пальцев стоп). Неизвестно, присущ ли данный эффект всем представителям класса ингибиторов SGLT2. Пациентам, получающим Синджарди, как и любым другим лицам с сахарным диабетом необходимо рекомендовать постоянный профилактический уход за стопами.

Влияние на способность управлять транспортными средствами и механизмами. Исследований по влиянию препарата Синджарди на способность управлять транспортными средствами и механизмами не проводилось. Однако в связи с возможным развитием гипогликемии (которая может проявляться в виде головной боли, сонливости, слабости, головокружения, спутанности сознания, раздражительности, голода, учащенного сердцебиения, потливости, панических атак), особенно при приеме препарата Синджарди в комбинации с производными сульфонилмочевины и/или инсулином, необходимо соблюдать осторожность при управлении транспортными средствами и механизмами.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir